Hollanda’da Kültür Bakanlığı yapmış olan, Corendon Hava Yolları ve Tur Operatörlüğü CEO’su Günay Uslu, şimdi de bir ‘Radyo Yıldızı’ olma yolunda…
Geçmişteki başarılarını ve üstlendiği görevleri daha önce sık sık yayınladığım Günay Uslu’nun, yarın (19 Nisan 2025) saat 10.00’da Radyo 4’te yayınlanacak olan konuşmasından bazı başlıklar şöyle:
*Avrupa klasik müziğinde Osmanlı etkisi
*Mehterin ilham verdiği eserler (Mozart, Beethoven, Liszt, vs.)
*Doğu-Batı ilişkileri, kültürel hayranlık ve etkileşim
*Türk müziğine olan merakın sanatsal boyutu *Avrupalı Bestecileri Etkileyen Mehter: Müzikle Osmanlı’nın İzinde *Mozart’ın Türk Müziği Sevgisi: Radio NPO Klassiek Özel Yayın *Troya’dan Mehter’e: Avrupa Klasik Müziğinde Türk İzleri *Türk Marşı’nın Peşinden: Yarın saat 10.00’da Radio NPO Klassiek’te
(Hollandaca yazılar altta.
Nederlandse verises onderaan)
Avrupa’nın klasik müzik mirasında Türk izlerini keşfetmeye hazır mısınız?
Avrupa’nın en büyük bestecileri neden Türk marşları besteledi?
Mozart’tan Fazıl Say’a, müzikte Osmanlı etkileri, mehterin ilhamı ve kültürel etkileşimin izleri…
Çeşitli branşlardaki başarılı kariyerinde bir ‘Sanat Tarihçisi’ olarak da anılan Günay Uslu,
19 Nisan Cumartesi sabahı saat 10.00’da Radio NPO Klassiek’te yayımlanacak ve saat 12.00’ye kadar sürecek olan özel programında, Mozart’tan Çaykovski’ye, Purcell’den Fazıl Say’a uzanan müzikal bir yolculuk sunacak.
Uslu, bu yolculukta, Osmanlı mehter müziğinin, yeniçeri ritimlerinin ve Türk marşlarının, Batılı besteciler üzerindeki etkisine ışık tutuluyor. Mozart’ın “Türk Müziği ile besteledim” dediği Saraydan Kız Kaçırma operası, Fazıl Say’ın caz dokunuşlu Türk Marşı yorumu, Sultan Abdülaziz’in piyano valsleri ve 19. yüzyılın kadın Türk bestecisi Kevser Hanım…
Hepsi bu programda ses buluyor.
Ayrıca Troya’dan Roma’ya, Curaçao’dan Amsterdam’a uzanan bir kültürel anlatı, Türkiye’nin dünya kültüründeki yeriyle birlikte ele alınıyor.
1972 doğumlu Günay Uslu, kültür tarihçisi, siyasetçi ve iş kadınıdır. Miras çalışmaları, kültür politikası ve yönetimi ile müze çalışmaları alanlarında akademik bir geçmişe sahip olan Uslu, Amsterdam Üniversitesi’nde doktora yapmıştır. Tezi, Homer, Troya ve Türkler: Geç Osmanlı İmparatorluğu’nda Miras ve Kimlik, 1870-1915, Homeros, Troya ve Heinrich Schliemann’ın arkeolojik keşiflerinin Osmanlı İmparatorluğu’nda ulusal kimlik ve miras bilinci üzerindeki etkisini ele almaktadır.
Uslu, Amsterdam Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmış, ayrıca Amsterdam’daki çeşitli müzeler için kültürel projeler ve sergilerde danışman olarak görev almıştır. 1997 yılında kurulan turizm şirketi Corendon’un kurucularından olan Uslu, bu şirkette yedi yıl boyunca otel geliştirme direktörlüğü de yapmıştır.
Ocak 2022’de Uslu, Rutte IV kabinesinde Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanı olarak atanmıştır. Bu görevde kültürün toplumda daha sağlam bir şekilde yer edinmesi, kültür üreticilerinin konumunun güçlendirilmesi ve bağımsız gazeteciliğin desteklenmesi için çalışmıştır.
Aralık 2023’te Uslu, aile şirketi Corendon’a geri dönmüş ve şu anda şirketin CEO’su olarak görev yapmaktadır.
Yarın sabah kaçırmayın!
ÇAĞRI
Değerli Okurlar, yarın sabah 10.00’da, Radio NPO Klassiek’te yayımlanacak bu özel programa kulak vermeniz için sizden bir ricam var.
Hollanda’da Kültür Bakanlığı yapmış, sanat tarihçisi kimliğiyle Avrupa’da Türk kültürünün izlerini sürmüş değerli Günay Uslu’yu dinleyin. Dinlemekle kalmayın Hollandalı ve Türk dostlarınıza da haber verin. Eşinize, arkadaşınıza, komşunuza bu yayını mutlaka duyurun.
Onlara, Avrupalıların bir zamanlar Türk ulusuna nasıl hayran olduklarını hatırlatın.
TRT için hazırladığım Avusturya, Almanya, İtalya, Fransa ve İspanya’daki o unutulmaz belgesellerde; Türk modasına, Türk kahvesine, Türk lalesine, Türk seramiğine, Türk mimarisine, Türk nakışına, Türk halısına, Türk minyatürüne duyulan ilgiyi, özeni, hayranlığı göstermiştim.
İşte şimdi, bu değerli mirası, Avrupa klasik müziği üzerinden bir kez daha hatırlatacak bir program var karşımızda.
Mozart’tan Beethoven’a, Liszt’ten Fazıl Say’a uzanan bu büyülü müzik yolculuğunda, Osmanlı mehterinden gelen ritimlerin Batı sanatına nasıl ilham verdiğini dinleyin.
Unutmayın… Yarın, 19 Nisan Cumartesi, saat tam 10.00’da, Radyo NPO Klassiek’teyiz.
Bu yayını kaçırmayın. Kaçırttırmayın.
Birlikte dinleyelim, birlikte hatırlayalım.
Alttaki Hollandaca haberden sonra, Günay Uslu’nun radyo konuşmasının tamamını Türkçe ve Hollandaca olarak daha altta bulacaksınız:
GÜNAY USLU VERTELT MORGEN OP DE NEDERLANDSE RADIO OVER DE GEVOELIGHEID VAN BEKENDE COMPONISTEN VOOR DE TURKSE MUZIEK…
Voormalig minister van Cultuur in Nederland en CEO van Corendon Airlines en Touroperator, Günay Uslu, is nu ook op weg om een ‘radioster’ te worden…
Hier zijn enkele onderwerpen uit het gesprek van Günay Uslu, die ik eerder al vaak heb belicht met haar successen en functies uit het verleden, dat morgen (19 april 2025) om 10.00 uur op Radio NPO Klassiek wordt uitgezonden:
Ottomaanse invloeden in de Europese klassieke muziek
Composities geïnspireerd door Mehtermuziek (Mozart, Beethoven, Liszt, enz.)
Oost-West relaties, culturele bewondering en interactie
De artistieke dimensie van de Europese belangstelling voor Turkse muziek
De Mehter die Europese componisten beïnvloedde: Op het spoor van het Ottomaanse rijk door muziek
Mozarts liefde voor Turkse muziek: Speciale uitzending op NPO Klassiek
Van Troje tot Mehter: Turkse sporen in de Europese klassieke muziek
In het spoor van de Turkse Mars: Morgen om 10.00 uur op NPO Klassiek
Ben jij klaar om de Turkse sporen in het Europese klassieke muziekerfgoed te ontdekken?
Waarom componeerden Europa’s grootste componisten Turkse marsen?
Van Mozart tot Fazıl Say: Ottomaanse invloeden in de muziek, inspiratie van de Mehter en culturele kruisbestuiving…
Günay Uslu, die in haar succesvolle carrière in verschillende vakgebieden ook bekendstaat als een ‘kunsthistorica’, presenteert op zaterdagochtend 19 april om 10.00 uur een speciaal programma op Radio NPO Klassiek, dat zal duren tot 12.00 uur. In deze uitzending neemt zij de luisteraars mee op een muzikale reis van Mozart tot Tsjaikovski, en van Purcell tot Fazıl Say.
Tijdens deze reis wordt de invloed van Ottomaanse mehtermuziek, janitsarenritmes en Turkse marsen op westerse componisten belicht. Mozarts opera Die Entführung aus dem Serail, waarvan hij zei “ik heb het met Turkse muziek gecomponeerd”, Fazıl Say’s jazzy interpretatie van de Turkse Mars, de pianowalsen van Sultan Abdülaziz en de 19e-eeuwse vrouwelijke Turkse componist Kevser Hanım…
Alles komt aan bod in dit programma.
Ook wordt een culturele vertelling gepresenteerd die reikt van Troje tot Rome, van Curaçao tot Amsterdam met daarbij aandacht voor de plaats van Turkije binnen de wereldcultuur.
Günay Uslu, geboren in 1972, is cultuurhistoricus, politicus en zakenvrouw. Met een academische achtergrond in erfgoedstudies, cultuurbeleid en management, en museumstudies, promoveerde ze aan de Universiteit van Amsterdam. Haar proefschrift Homer, Troy and the Turks: Heritage and Identity in the Late Ottoman Empire, 1870-1915, behelst de invloed van Homerus, Troje en de archeologische ontdekkingen van Heinrich Schliemann op de nationale identiteit en het erfgoedbewustzijn in het Ottomaanse Rijk.
Uslu heeft als docent aan de Universiteit van Amsterdam gewerkt en was als adviseur betrokken bij diverse culturele projecten en tentoonstellingen voor musea in Amsterdam. Daarnaast stond ze mede aan de basis van reisorganisatie Corendon in 1997, later was ze zeven jaar directeur hotelontwikkeling bij dat bedrijf.
In januari 2022 werd Uslu benoemd tot staatssecretaris voor Cultuur en Media in het kabinet-Rutte IV. Zij zette zich in voor een betere verankering van cultuur in de maatschappij, sterkere positie van de makers van cultuur en onafhankelijke journalistiek.
In december 2023 keerde Uslu terug naar het familiebedrijf Corendon, waar ze op dit moment CEO van is.
Mis het morgenochtend nietBovenkant formulier
OPROEP
Beste lezers, morgen om 10.00 uur ‘s ochtends, stem af op Radio NPO Klassiek voor een bijzondere uitzending die u niet mag missen.
Luister naar Günay Uslu — voormalig minister van Cultuur in Nederland, kunsthistoricus en een bruggenbouwer tussen culturen. En niet alleen luisteren: waarschuw uw Nederlandse en Turkse vrienden, buren en familieleden!
Herinner hen eraan hoe bewonderend Europeanen ooit naar het Turkse volk keken.
In mijn eerdere reportages voor de Turkse televisie (TRT) in Oostenrijk, Duitsland, İtalie, Frankrijk en Spanje liet ik zien hoe groot de fascinatie was voor: de Turkse mode, de Turkse koffie, de tulp uit Turkije, het keramiek,
de architectuur, de tapijtkunst, de miniaturen, en de fijne borduurkunst van het Ottomaanse Rijk.
En nu is het tijd om opnieuw stil te staan bij die culturele bewondering – ditmaal via de wereld van de klassieke muziek.
Van Mozart tot Beethoven, van Liszt tot Fazıl Say: hoor hoe de ritmes van de Ottomaanse mehtermuziek diepe sporen hebben nagelaten in de Europese muziekgeschiedenis.
Vergeet niet: morgen, zaterdag 19 april om precies 10.00 uur, op Radio NPO Klassiek
Mis het niet – en zorg dat niemand het mist.
Laten we samen luisteren. En samen herinneren.
Radyo yayınını Hollandaca dinlerken, alttaki Türkçeye de bakarak, söylenenleri daha iyi anlayabilirsiniz
RADYO KUNUŞMASI TAMAMININ TÜRKÇE TERÜCMESİ
Günaydın, Günay Uslu ile birlikte
Uvertür, Die Entführung (Kaçırılma) – Europe Oda Orkestrası, Jannick Nézet-Séguin – 4:05
Merhaba, ben Günay Uslu ve bu sabah sizi müziğin sesleriyle bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. 18. yüzyılda Viyana’da başlayacağız ve oradan İstanbul’a, Rusya’ya, Boğaz ve Çanakkale üzerinden Troya’ya gideceğiz. Troya’nın ardından Aeneas ile birlikte Kartaca’ya ve İtalya’ya yelken açacağız, ardından Curaçao’ya geçeceğiz. Yolculuğumuzu Hollanda’da tamamlayacağız.
Bu kültür tarihine dayalı bir yolculuk olacak. Yol boyunca birçok karşılıklı etkileşim, kültürel alışveriş ve etkiyi ele alacağız.
Sizi başka dünyalara götürmeyi umuyorum ve bu dünyaların aslında bizimkine ne kadar benzediğini, nasıl iç içe geçtiğini ve birbirine nasıl bağlı olduğunu göstermek istiyorum. Bazen bir arabesk şarkı ya da klezmer parçasıyla kenar köşelere uğrayacağız, ama aynı zamanda büyük klasiklerin dalgalarına da kendimizi bırakacağız.
Böyle bir başyapıt, Die Entführung aus dem Serail (Saraydan Kız Kaçırma). Az önce bu eserin uvertürünü dinlediniz. Europe Oda Orkestrası tarafından icra edildi, şefliğini Rotterdam Filarmoni Orkestrası’nın onursal şefi (2005) Jannick Nézet-Séguin yaptı.
“Uvertürü Türk müziğiyle besteledim” diye yazmıştı Mozart bir mektubunda. Onun için Türk müziği öncelikle vurmalı çalgılardan, pikolo, ziller ve büyük trampet gibi enstrümanlardan oluşuyordu. Bu vurmalı çalgılar Osmanlı ordusunun seçkin birliği olan Yeniçerilerin savaş müziği sayesinde tanındı. Yani ‘Yeni Çeri’, yani ‘yeni askerler’. Yeniçeriler Osmanlı İmparatorluğu içinde güçlü bir askerî ve siyasî kuvvetti, İmparatorluk dışında ise korkulan ve hayranlık duyulan bir güçtü.
Bu hayranlık, sultanların sarayındaki hayat için de geçerliydi. Osmanlılara duyulan bu hayranlıktan biraz sonra daha detaylı bahsedeceğim. Ama şimdi önce Mozart’ın daha önceki bir eserine bakalım: Zaide, 1779 yılında bestelediği bir eser. Bu eser de sultanın sarayında geçer. Mozart bu eserle Die Entführung’dan önce benzer bir temayı işliyordu. Ancak bu eseri tamamlayamadı; eser bir süre kayboldu. Daha sonra el yazması parçalar bulundu ve ancak 19. yüzyılda sahnelendi.
Şimdi, Beverly Sills tarafından seslendirilen “Ruhe Sanft” aryasını, London Philharmonic Orchestra eşliğinde dinleyeceğiz.
Mozart ve çağdaşları Osmanlı İmparatorluğu’na büyük bir hayranlık duyuyordu.
Yüzyıllar boyunca Osmanlılar Avrupa için bir tehdit oluşturdu. İki kez Viyana kapılarına dayandılar; Yeniçeri müzik birliklerinin sesleri Viyana’dan neredeyse duyuluyordu. Ancak bu durum 17. yüzyılda değişti.
Osmanlılar 1683’te mağlup edildi. Karlowitz Antlaşması ile Büyük Türk Savaşı sona erdi. Böylece Türk tehdidi de sona ermiş oldu. Bu andan itibaren ilişkiler dostane hale geldi ve Osmanlılar Lale Devri’ne girdi – Osmanlı sarayının belki de en gösterişli dönemi. Bu da doğal olarak Avrupa’da egzotik Osmanlı dünyasına olan ilgiyi daha da artırdı. Türk objeleri ve temaları Avrupa edebiyatında, modasında, iç mimarisinde, mimarisinde, güzel sanatlarında ve tabii ki müzikte yer buldu.
Bu gelişmeye Turkomanie (Türk hayranlığı) adı verildi. Mimarlıkta ise “Alla Turca” olarak anıldı. O dönemde Avrupa’da yaygınlaşan köşkler ve pavyonları düşünün.
Örneğin, Viyana’da ilk kahvehane 1685’te açıldı ve piyasaya Yeniçeri pedallı piyanolar çıktı – bu pedalla çalarken zil ve trampet sesleri de çıkarılabiliyordu. Bu yüzden besteciler, operalarında ve operetlerinde Türk temalarını sıkça kullandılar – örneğin Handel’in “Tamerlano”su, Rossini’nin “Il Turco in Italia”sı.
Ama Mozart’ın “Rondo alla Turca”sı, Doğu ile Batı arasındaki müzikal etkileşimin zirvesidir. Bu piyano parçasında Yeniçeri müziğini açıkça duyabilirsiniz.
Şimdi dünyaca ünlü Türk besteci ve piyanist Fazıl Say’ın caz versiyonunu dinleyeceğiz.
Alla Turca Jazz, Op. B – Fazıl Say – 1:35
Fazıl Say’dan coşkulu ve caz tınılı bir Rondo yorumu. Say, Troya’ya geldiğimizde yine karşımıza çıkacak. Şimdilik İstanbul’dayız. Öyleyse hemen 19. yüzyıla gidelim. Osmanlı Sultanı piyano eserleri besteliyordu ve sarayında birçok müzisyeni ağırlıyordu – örneğin Franz Liszt. Saraydaki kadınlar, özellikle haremin hanımları, müzik eğitimi alıyordu. Biliyoruz ki Sultan, Avrupa’nın büyük şehirlerinde operaları bizzat izlemişti. Şimdi Sultan Abdülaziz’in “Invitation à la Valse (Vals’e Davet)” adlı eserini, Türk besteci ve şef Emre Aracı’nın icrasıyla dinleyeceğiz. Hemen ardından, 19. yüzyılın kadın Türk bestecilerinden Kevser Hanım’ın harika eseri Nihavend Longa geliyor. Bu eser, dünya genelinde pek çok müzisyen tarafından farklı şekillerde yorumlandı. Size İstanbul Oda Orkestrası’nın, şef Timur Selçuk yönetimindeki klasik versiyonunu dinletmek istiyorum.
Invitation à la Valse – Emre Aracı – 2:32
Nihavend Longa – Timur Selçuk, İstanbul Oda Orkestrası – 2:02
Bildiğiniz gibi Boğaziçi, Ruslar için sıcak denizlere açılan kapıydı ve çarlar yüzyıllar boyunca bu boğazı ve İstanbul’u ele geçirme hayali kurdu. Bu da bizi Rusya’ya kısa bir yolculuk yapmaya teşvik ediyor. Bunu Çaykovski’nin Birinci Piyano Konçertosu ile yapacağız.
Çaykovski bu konçertoyu 1875’te tamamladı. Başta pek beğenilmedi; çok karmaşık bulundu. Ancak zamanla bu görüş değişti ve eser büyük bir popülerlik kazandı. Bu eseri ilk kez yaklaşık 13 yaşımdayken duydum. Amsterdam’ın Jordaan bölgesinde, ablamın çatı katındaki küçük dairesinde. Haftaiçleri onunla birlikte orada kalıyordum. Eseri ilk duyduğumda, korna sesleri, etkileyici piyano akorları ve romantik yaylılar beni büyülemişti. İlk bölüm giderek yumuşar ve sonunda dramatik ve yoğun bir hale gelir.
Bu bana çok büyük gelmişti. Farklı bir dünyanın kapıları açılmıştı bana. Şimdi, Berliner Filarmoni Orkestrası tarafından icra edilen bu konçertonun ilk bölümünü dinleyelim.
6.Pjotr İlyiç Çaykovski, Piyano Konçertosu No. 1, Si bemol minör, Op. 23 – Allegro non troppo e molto maestoso – Allegro con spirito, Yevgeny Kissin’in piyanoda, Berliner Filarmoni Orkestrası eşliğinde, şef Herbert Von Karajan yönetiminde 1980’lerde kaydedilmiş, 2005’te yayımlanmış bir kayıt: 23:39
Yeniden İstanbul’a dönüyoruz, Boğaz’ı geçip Çanakkale Boğazı üzerinden Troya’ya gidiyoruz. Türkiye’nin batı kıyısına. Belki biliyorsunuzdur, geç Osmanlı döneminde Homeros mirasının sahiplenilmesi üzerine bir doktora tezi yazdım. Şimdi dikkatli olmam gerek, çünkü kendimi tutmazsam Troya Savaşı, İlyada, yani Avrupa edebiyatının savaş, aşk, nefret, öfke, yas ve elbette kahramanlar – Hektor, Aşil, Patroklos, Odysseus, Ajax, Agamemnon, Helena, Paris – üzerine yazılmış ilk eseri hakkında uzun bir konferans verebilirim.
Ayrıca Schliemann’ın yaptığı kazılar, Priamos’un hazinesi, bu miras üzerindeki hak iddiaları ve bu mirasın Avrupa kültürünün temelini nasıl oluşturduğu da beni cezbediyor. İlyada öylesine popülerdi ki, M.Ö. 13. yüzyıldan itibaren sözlü olarak aktarılmış, sonra da yazıya dökülmüş, tekrar tekrar yorumlanmıştır. Amsterdam’daki futbol kulübünün adının Ajax olması veya Aşil tendonunun isminin bu hikâyeden gelmesi tesadüf değildir.
Troya Savaşı hikâyesine olan kişisel ilgim çocuklukta başladı. Her yaz, anne babam dört çocuklarıyla birlikte arabayla –bazen minibüsle Avrupa’yı geçerek Troya ile İzmir arasında bir balıkçı kasabasına giderdi. Bu kasaba, birçok kişi tarafından Homeros’un doğum yeri olarak kabul edilir. Gerçi bu ünvanı sahiplenen başka yerler de vardır.
Ege kıyısında, Homeros’un “sirene kayalıklarına” bakan o yerde yaz tatillerimizi geçirirdik. Çanakkale’den gelen serin sularda yüzerek… Troya kahramanlarının hikâyeleri bu tatillerin değişmez bir parçasıydı, en büyük an ise Gelibolu’dan Troya’ya feribotla geçmekti. Dalgalarla birlikte sallanırken, Dardanellere (Çanakkale Boğazı) binlerce Yunan gemisinin akın ettiği o eski günleri düşünürdük. Babam bize Hektor, Paris, Helena ve Priamos’u büyük bir coşkuyla anlatırdı. Bu kahramanlar adeta canlanırdı ve biz Avrupa’yı arkamızda bırakırken Küçük Asya’daki Troya bizi çağırırdı. Bu her yıl tekrarlanan büyüleyici bir deneyimdi.
Ve büyüleyici olan bir diğer şey de Türk besteci Fazıl Say’ın 2019 tarihli yorumu. Şimdi onun “Heroes of Troy” (Troya’nın Kahramanları) adlı eserini dinleyelim.
7.Heroes of Troy – Fazıl Say: 2:44
Biraz daha Troya’da kalıyoruz. Troya Savaşı’nı müzikal olarak anlatan olağanüstü bir eser: Sir Michael Tippett’in King Priam operası. Savaşın sesi üflemeli çalgılarda, koro bağırışlarında yankılanıyor.
En dokunaklı an, Priamos’un Aşil’in çadırına girip oğlu Hektor’un bedenini istemesidir. Priamos şöyle der: “Hiçbir babanın yapmadığı bir şeyi yapıyorum, oğlunu öldürenin ellerini öpüyorum.” Aşil, onun ellerini tutar ve oğlunun cesedini geri vereceğine söz verir. Ardından birlikte bir kadeh şarap eşliğinde ölümleri üzerine düşünürler. Paris’in Aşil’i, Aşil’in oğlunun da Priamos’u öldüreceğini…
Şimdi bu duygu yüklü sahneyi dinliyoruz. London Sinfonietta tarafından 1981’de kaydedilmiş:
8.Tippett – King Priam – Sahne 3:
“Priam! Here! What is this?” (1:49)
“I Clasp your knees…” (1:14)
“Old man, I am touched” (3:35)
Troya’yı geride bırakıyor ve Aeneas’la birlikte yeni bir şehir kurmak için yola çıkıyoruz: Roma. Yol üzerinde Kartaca‘ya uğruyoruz, burada Kraliçe Dido, Aeneas’a âşık olur. Ancak Aeneas’ın görevi açıktır: yeni bir şehir kurmak. Yoluna devam eder, Dido ise kederinden ölür. Şimdi Dido’nun ölüm sahnesini, Henry Purcell’in Dido and Aeneas operasından, Jessye Norman’ın seslendirdiği “When I am laid in earth” aryasıyla dinliyoruz.
9.Dido and Aeneas – When I am laid in earth – Jessye Norman: 5:23
İtalya’ya geldik ve artık Puccini’nin “O Mio Babbino Caro” aryasını dinlemeden yolumuza devam edemeyiz. Bu duygusal aryayı, Maria Callas kadar etkileyici seslendirebilen yok.
10.O mio babbino caro – Gianni Schicchi, Giacomo Puccini – Maria Callas: 2:38
Maria Callas’ın büyüleyici sesi. Bu opera divası muhteşem ama aynı zamanda trajik bir hayat yaşadı. Büyük aşkı Onassis, onu Jackie Kennedy için terk etti. Callas bunu asla atlatamadı, ardından o muhteşem sesi de onu terk etti. Hayatı adeta bir opera gibiydi. Şimdi onun sesinden, Verdi’nin “La Traviata” operasından “Addio, del passato” (Geçmişe Elveda) aryasını dinleyelim. Callas’tan etkilenmemek mümkün değil.
11.Addio, del Passato – Verdi, La Traviata – Maria Callas: 3:28
İtalya’dan ayrılıyor, güzel ada Curaçao‘ya geçiyoruz. Son yıllarda sıkça bulunduğum, harika dostluklar kurduğum, yaratıcı ve eleştirel insanlarla projeler geliştirdiğim bir yer. Valsleri, mazurkaları ve tumba’larıyla Curaçao müziğini tanıma şansım oldu. Şimdi dinleyeceğimiz:
Wim Statius Muller, önemli bir besteci ve piyanistti; aynı zamanda İç Güvenlik Teşkilatı’nda uzun yıllar yöneticilik yaptı. İlginç bir kombinasyon. Curaçao’nun Otrobanda mahallesindendi – zengin müzik geleneğiyle bilinir. Curaçaolu klasik müziğin öncüsü Jan Gerard Palm gibi pek çok önemli müzisyen Otrobanda kökenlidir. Şimdi, Palm ailesinin bir diğer üyesi Albert Palm’dan “Otrobanda”yı dinleyelim, piyanoda yine Marcel Worms.
13.Otrobanda – Albert Palm – Marcel Worms: 1:58
Curaçao’dayken, halkın sesi olan efsanevi Rudy Plaate’ı da anmak isterim. 1937 doğumlu Plaate, 400’den fazla şarkı yayınladı. Ada hayatı ve güzellikleri üzerine şarkılar söyledi. Papiamento dilinde şarkı söyleyen ilk sanatçılardandı. En bilinen eseri “Atardi” – Curaçao’nun resmi olmayan marşı, gün batımının güzelliğini anlatır. Ada kültürüne damgasını vurmuş en büyük müzisyenlerden biri. Selwyn de Wind’in belgeseli Atardi, kesinlikle izlemeye değer. Şimdi dinliyoruz:
14.Atardi – Carel Kraayenhof: 1:48
Carel Kraayenhof ile birlikte tekrar Hollanda’ya, Amsterdam’a dönüyoruz. Şimdi Amsterdam Klezmer Band’i dinleyeceğiz.
Müzikleri etkileyici, enerjik, heyecan verici ve bir yandan da rahatlatıcıdır. Klezmer, Balkan, ska, caz, çingene, doğu ezgileri ve zaman zaman hiphop’un harmanlandığı bir karışım.
Size dinletmek istediğim parça: “Musurlum”, diğer adıyla “Misirlou”. Bu şarkı pek çok kültürde yer bulmuş, uzun bir geçmişe sahip. Yunanistan, Türkiye ve Mısır bu parçayı sahiplenir. Dick Dale & The Del-Tones’un enstrümantal yorumu, surf müzikle özdeşleşmiş, Tarantino’nun Pulp Fiction filmindeki versiyonu ise hafızalara kazınmıştır. Dinliyoruz:
15.Musurlum – Amsterdam Klezmer Band: 4:47
Şimdi, benim için çok özel iki müzisyeni onurlandırmak istiyorum: Theo Loevendie ve Han de Vries.
Theo Loevendie, büyük bir caz müzisyeni ve besteci. Klasik müzik, caz, doğaçlama, tonal-atonal, batı-doğu ayrımı tanımamıştır. Birçok ödüllü eseri var. Şu anda 90’lı yaşlarında ve hâlâ zaman zaman Amsterdam’daki Cafe Welling’de sahne alıyor.
Aynı kafede karşılaşabileceğiniz bir diğer müzisyen: dünyaca ünlü obua virtüözü Han de Vries. Birçok prestijli ödül sahibi, onun için yazılmış pek çok yeni eser var. Obua sesine anında âşık olabilirsiniz. Ben oldum.
Önce Theo Loevendie’nin, Lucas ve Arthur Jussen kardeşler için özel olarak bestelediği iki piyano için yazılmış “Together” eserinden ilk bölümü dinleyeceğiz. Ardından, Han de Vries’in büyüleyici obua performansıyla Vivaldi’nin bir eserini.
16.Together I – Theo Loevendie – Lucas & Arthur Jussen: 2:12 17.Vivaldi: Obua Konçertosu, La Minör, RV 461: III. Allegro – Han de Vries: 2:31
Beraber yaptığımız bu güzel yolculuğun sonuna yaklaşıyoruz. Bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Umarım yeni sesler ve bilinmeyen diyarlar keşfetmişsinizdir. Farklı bakış açıları ve yeni hayal dünyaları edinmişsinizdir.
Bu huzursuz zamanlarda size en iyi dileklerimi sunuyorum. Sabahı, bir diğer büyük Hollandalı besteci Simeon ten Holt’un “Canto Ostinato” eseriyle kapatmak istiyorum.
18.Simeon ten Holt – Canto Ostinato, bölüm 1: 9:11
AŞAĞIDAKİ HOLLANDACA RADYO KONUŞMASININ ALTINDA, ATALAY KIZILAY’IN, ‘BEETHOVEN’İN TÜRK MARŞI HİKÂYESİ’Nİ ve ‘MOZART’IN TÜRK MARŞI’NIN HİKÂYESİ’Nİ BULACAKSINIZ.
(ONDER DE VOLGENDE NEDERLANDSTALIGE RADIOUITZENDING VIND JE HET VERHAAL VAN ‘BEETHOVEN’S TURKSE MARS’ EN ‘MOZART’S TURKSE MARS’ DOOR ATALAY KIZILAY.)
RADYO KONUŞMASININ ORİJİNAL HOLLANDACASI
Een goedemorgen met Günay Uslu
Dag, ik ben Günay Uslu, en ik mag u deze ochtend meenemen op een reis op de klanken van muziek. We beginnen in de 18de eeuw in Wenen en gaan van daaruit naar Istanbul, Rusland, via de Bosporus en de Dardanellen naar Troje. Na de van Troje varen we met Aeneas mee naar Carthago en Italië, vervolgens naar Curaçao. We ronden onze reis af in Nederland.
De reis is cultuurhistorisch. Onderweg zullen we verschillende kruisbestuivingen, culturele uitwisselingen en invloeden bespreken.
Ik hoop u mee te nemen naar andere werelden, en u te laten ervaren dat die andere werelden eigenlijk veel op die van ons lijken, met elkaar vervlochten zijn, met elkaar verbonden zijn. Soms zullen we de rafelranden opzoeken met een levenslied of een klezmerstuk, maar we zullen ons ook laten meevoeren op de golven van grote klassieken.
En zo’n meesterwerk is Die Entfuhrung aus dem Serail. U luisterde zojuist naar de ouverture, uitgevoerd door the Chamber Orchestra of Europe, gedirigeerd door Jannick Nezet Seguin, eredirigent van het Rotterdams Philharmonisch Orkest (2005).
‘De ouverture heb ik met Turkse muziek gecomponeerd’, schreef Mozart in een brief. En Turkse muziek bestond voor hem voornamelijk uit percussie instrumenten, de piccolo, de bekkens en de grote trom. Deze percussie-instrumenten werden bekend door de krijgsmuziek van de elitecorps van het Ottomaanse leger, de Janitsaren. Oftewel de ‘Yeni Ceri’s, dat ‘nieuwe troepen’ betekent. De Janitsaren waren een sterke militaire en politieke macht binnen het Ottomaanse Rijk, en buiten het Rijk werden ze gevreesd en bewonderd.
Die bewondering en verwondering was er ook voor de hofhouding van de sultans. Straks meer over die fascinatie voor de Ottomaanse Turken, maar nu eerst Mozarts eerdere werk, Zaide, die hij in 1779 componeerde. Ook dit werk speelde zich af in het paleis van de sultan. Mozart liep hiermee vooruit op Die Entfuhrung. Het lukte hem niet Zaide af te maken; het stuk raakte ook nog eens zoek. Later werden delen van het manuscript gevonden en pas in de 19de eeuw werd Zaide voor het eerst opgevoerd.
Wij gaan luisteren naar de aria Ruhe Sanft, gezongen door Beverly Sills, uitgevoerd door London Philharmonic Orchestra .
Mozart en zijn tijdgenoten hadden een grote fascinatie voor het Ottomaanse Rijk.
Eeuwenlang vormden de Ottomanen een bedreiging voor Europa. Ze stonden twee maal aan de poorten van Wenen, de muziekkorpsen van de Janitsaren waren akelig dichtbij. Maar dit veranderde in de 17de eeuw.
De Ottomanen werden in 1683 verslagen. Met het verdrag van Karlowitz kwam een einde aan de Grote Turkse Oorlog. En daarmee ook een einde aan de Turkse bedreiging. De banden werden vriendschappelijk en de Ottomanen gingen hun ‘Tulpenperiode’ in, misschien wel de meest extravagante periode aan het Ottomaanse hof. Dit voedde uiteraard de fascinatie voor de exotische Ottomaanse wereld. Turkse voorwerpen en taferelen werden onderdeel van de Europese literatuur, mode, interieur, architectuur, beeldende kunst, en uiteraard ook in de muziek.
Deze ontwikkeling wordt ook wel ‘Turkomanie’ genoemd. En in de architectuur ‘Alla Turca’. Denk aan de kiosken en paviljoens die in deze periode gemeengoed werden in Europa.
Zo opende in Wenen het eerste koffiehuis in 1865 en er kwamen zelfs piano’s op de markt met een speciaal Janitsaren-pedaal, waarmee je tijdens het pianospelen cymbaals en trommels kon bedienen. Componisten maakten dan ook veelvuldig gebruik van Turkse thema’s in hun opera’s en operettes, denk daarbij ook aan ‘Tamerlano’ van Handel en Rossini’s ‘Il Turco in Italia’.
Maar Mozarts Rondo alla Turca is een hoogtepunt in de muzikale kruisbestuiving tussen Oost en West. Je kunt de Janitsarenkorps overduidelijk horen in het pianostuk.
We gaan luisteren naar de jazz versie van de wereldbefaamde Turkse componist en pianist Fazil Say.
Alla Turca Jazz, OP. B Fazil Say : 1:35
Opzwepend, jazzy uitvoering van de Rondo door Fazil Say. Say komt later nog terug als we naar Troje gaan. Inmiddels zijn we in Istanbul belandt. Laten we dan ook maar meteen naar de 19de eeuw gaan. De Ottomaanse Sultan componeerde pianostukken en ontving diverse musici in zijn paleis, bijvoorbeeld Franz Liszt. Zijn hofhouding (met name de hofdames) kregen muzikale scholing, we weten ook dat de sultan opera’s in diverse grote Europese hoofdsteden heeft bezocht. We gaan luisteren naar Sultan Abdulaziz’s ‘Invitation a la Valse’, uitgevoerd door de Turkse componist en dirigent Emre Araci. En meteen daarna luisteren we naar een prachtig stuk van de vrouwelijke Turkse componist uit de 19de eeuw Kevser hanim: de Nihavend Longa. Dit werk is door vele musici over de hele wereld op de meest bijzondere manieren uitgevoerd. Ik laat u graag een klassieke versie horen van de Istanbul Chamber Orchestra, onder leiding van de Turkse dirigent Timur Selcuk.
La Invitation a la Valse: 2.32
Nihavend Longa: 2.02
Zoals u weet is de Bosporus voor de Russen de toegang tot de warme wateren en de tsaren hadden eeuwenlang het verlangen om de zeestraat en daarmee Istanbul te veroveren. voor ons is dit een mooie aanleiding om een uitstapje te doen naar Rusland. Dat doen we met het eerste pianoconcert van Tchaikovsky.
Tchaikovsky voltooide het pianoconcert in 1875. Het werk werd aanvankelijk niet goed ontvangen; er was veel kritiek. Men vond het te ingewikkeld. Maar dit veranderde in de loop der tijd en het werk werd razend populair. Ik hoorde het werk voor het eerst rond mijn 13de. In het kleine zolder appartementje van mijn zus in de Amsterdamse Jordaan. Daar woonde ik samen met mijn zus door de weeks. Ik werd meteen gegrepen door de hoorns, de indrukwekkende piano akkoorden en de romantische strijkers in het eerste deel. Dat later weer zachter wordt en aan het einde dramatisch en heftig.
Ik vond het groots. Er ging een andere wereld voor me open. Laten we luisteren naar het eerste deel van het pianoconcert van Tchaikovsky, uitgevoerd door Berliner Philharmoniker.
Pjotr Iljitsj Tchaikovsky, Pianoconcert nr. 1 in bes mineur, opus 23, Allegro non troppo e molto maestoso – Allegro con spirito, uitgevoerd door Yevgeny Kissin, Berliner Philharmoniker, Herbert Von Karajan in de jaren 80, uitgebracht in 2005: 23:39
We komen weer terug in Istanbul, passeren de Bosporus en varen naar de Dardanellen, naar Troje. De westkust van Turkije. Zoals u wellicht weet heb ik een proefschrift geschreven over de toe-eigening van het Homerische erfgoed in het late Ottomaanse Rijk. En nu moet ik uitkijken, want als ik niet oppas houd ik al snel een uitvoerige lezing over de Trojaanse Oorlog, de Ilias, het eerste geschreven werk van de Europese literatuur over oorlog, liefde, haat, wrok, rouw en uiteraard de helden: Hector, Achilles, Patrocles, Odysseus, Ajax, Agamemnon, Helena, Paris… Maar ook de opgravingen van Schliemann, de schat van Priamos, en de claims die liggen bij dit erfgoed, en hoe dit erfgoed de basis vormt van de Europese cultuur. De Ilias was zo populair dat het vanaf de 13de eeuw voor christus werd overgeleverd, geïnterpreteerd en geherinterpreteerd, eerst mondeling en later ook schriftelijk. Het is niet voor niets dat de voetbalvereniging van Amsterdam vernoemd is naar Ajax en ook de Achillespees vindt zijn oorsprong in dit verhaal.
Mijn persoonlijke fascinatie voor het verhaal over de Trojaanse oorlog is begonnen in mijn kindertijd. Elke zomer maakten mijn ouders met vier kinderen een reis door Europa, met de auto, soms een busje, met als bestemming een vissersplaatsje tussen Troje en Izmir. Volgens velen de geboortestad van Homerus, maar er zijn meer plekken die Homerus claimen.
Daar aan de kust van de Egeïsche zee met uitzicht op de Homerische sirenerotsen vierden wij onze zomers, zwemmend in de koele wateren die ons via de Dardanellen bereikten.
De verhalen over de Trojaanse helden waren een vast onderdeel van deze vakantie, met als hoogtepunt de ferry van Gallipoli naar Troje. Daar, terwijl we meedeinden op de golven van de Dardanellen, waar ooit duizenden Griekse schepen binnenvoeren om Troje te veroveren, vertelde mijn vader in geuren en kleuren over Hector, Paris, Helena en Priamos. De helden kwamen tot leven terwijl wij Europa achter ons lieten, en Troje in Klein Azie naar ons lonkte. Het was magisch. Elk jaar weer.
En magisch is ook de interpretatie van de Turkse componist Fazil Say uit 2019. We luisteren naar Heroes of Troy.
We blijven nog even in Troje. Een bijzonder muzikaal verslag van de strijd om Troje is King Priam van Sir Michael Tippett, met oorlogsmuziek in de blazers en kreten van het koor op de achtergrond.
Het deel waarin Priamos bij Achilles in de tent komt om het lichaam van zijn zoon Hector te vragen is intiem en droevig. Priamos zegt: ik doe datgene wat geen andere vader heeft gedaan, de handen kussen van de persoon die zijn zoon heeft vermoordt. Waarop Achilles zijn handen vastpakt en hem beloofd om het lichaam van zijn zoon terug te geven. Vervolgens mijmeren ze samen onder het genot van een beker wijn over hun dood. Dat Paris Achilles zal doden en de zoon van Achilles weer Priamos.
We luisteren naar dit ontroerende stuk uit de opera van Tippett, uitgevoerd door London Sinfonietta, een opname uit 1981.
We laten Troje achter ons en vluchten met Aeneas om een nieuwe stad te stichten: Rome. Onderweg doen we uiteraard Carthago aan, waar koningin Dido verliefd wordt op Aeneas. Maar Aeneas heeft een duidelijke opdracht om die nieuwe stad te stichten en moet verder. Dido sterft van verdriet. We luisteren naar de sterfscène van Dido met de aria ‘When I am laid in earth’ uit Dido en Aeneas van Henry Purcell. Gezongen door Jessye Norman.
12. Dido en Aeneas van Henry Purcell. Gezongen door Jessye Norman 5:23
We zijn in Italië aangekomen, en eigenlijk kunnen we niet verder reizen zonder naar O Mio Babbino Caro van Puccini te luisteren. En deze sentimentele aria kan niemand zo mooi zingen als de sopraan Maria Callas.
De betoverende stem van Maria Callas. De operadiva had een spectaculair, maar ook een tragisch leven. Haar grote liefde Onassis verliet haar voor een andere vrouw, niemand minder dan Jacky Kennedy. Ze kwam daar niet overheen en vervolgens liet haar ongelofelijk mooie stem haar ook in de steek. En dat maakt haar leven ook een opera. Ik wil graag met u luisteren naar Addio, del Passato van Verdi, uit La Traviata. Het is onmogelijk om niet geraakt de worden door Callas.
14. Addio, del Passato van Verdi, La Traviata 3:28
We gaan Italië verlaten, en maken een reis naar het prachtige eiland Curaçao. Het land waar ik de afgelopen jaren veel ben geweest, waar ik mooie resorts heb mogen ontwikkelen met buitengewoon betrokken en kritische denkers, waar ik bijzondere vriendschappen heb kunnen maken en waar ik de Curaçaose muziek heb mogen ontdekken, met de walsen, de mazurka’s en tumba’s. We luisteren naar…
15. El Curacao van Wim Statius Muller, met Marcel Worms op de piano (1:25)
Wim Statius Muller was een belangrijke componist en pianist, maar ook jarenlang leidinggevende bij de Binnenlandse Veiligheidsdienst. Een bijzondere combinatie. Hij kwam uit Otrobanda, een wijk in Willemstad, dat bekend staat om de rijke muzikale traditie. Veel bekende Curaçaose musici hebben wortels in Otrobanda, waaronder de grondlegger van de klassieke Curaçaose muziek Jan Gerard Palm. De familie Palm kent vele generaties musici. We gaan luisteren naar Otrobanda van Albert Palm, met Marcel Worms op de Piano.
16. Otrobanda van Albert Palm, met Marcel Worms op de Piano 1:58
We blijven nog even op Curacao. En staan stil bij de legende Rudy Plaate, de stem van het volk. Rudy Plaate werd in 1937 geboren op Curaçao. Hij bracht meer dan 400 nummers uit. Nummers over het leven en de schoonheid van het eiland. Hij zong in het Papiamentu, en dat was in die tijd niet gangbaar. Zijn meest bekende lied is Atardi, het onofficiële volkslied van Curacao dat over de schoonheid van het eiland bij zonsondergang gaat. Rudy Plaate is een van de grootste muzikanten van het eiland. De documentaire Atardi van Selwyn de Wind, die ik zelf in een overvolle bioscoop op Curacao heb kunnen zien, is beslist een aanrader. We luisteren naar Atardi, uitgevoerd door Carel Kraayenhof.
17. Atardi, Carel Kraayenhof (1:48).
En met Carel Kraayenhof komen we weer terug naar Nederland, naar Amsterdam. We gaan luisteren naar Amsterdam Klezmer Band.
De muziek van de Amsterdam Klezmer Band is meeslepend, enerverend en opwindend, maar zorgt er ook voor dat je je kan ontladen. Het is een mix van klezmer, balkan, ska, jazz, gipsy en oriëntaals, en soms ook hiphop.
Het nummer dat ik u wil laten horen is Musurlum, of ook wel bekend als Misirlou. Dit lied heeft een lange geschiedenis en is in het repertoire van verschillende culturen te vinden. Oorspronkelijk komt het lied uit landen in het oostelijke middellandse zeegebied. Griekenland, Turkije en Egypte claimen het lied, maar ondertussen is het lied ook van surf liefhebbers door de ruige versie van Dick Dale & The Del-Tones. Ook de versie van Tarantino in Pulp Fiction is diep verankerd in ons collectief geheugen. We luisteren naar de Amsterdam Klezmer Band, ‘Musurlum’.
18. Amsterdam Klezmer Band, Musurlum 4:47
Nu we in Amsterdam zijn wil ik twee belangrijke musici eren. Musici die mij heel dierbaar zijn. Die ik ook persoonlijk ken en koester. Theo Loevendie en Han de Vries.
Theo Loevendie, de grote jazzmusicus en componist heeft zich nooit laten beperken door scheidslijnen tussen klassieke muziek, Jazz en improvisatie, tonaal-atonaal of westers-niet-westers. Zijn composities zijn met diverse prijzen bekroond, en deze legende is inmiddels in de 90 en treedt nog steeds wel eens op in Cafe Welling in Amsterdam.
Het café waar je mogelijk ook Han de Vries tegen het lijf kan lopen. De wereldberoemde hoboïst, winnaar van vele prestigieuze prijzen, voor wie veel bekende componisten nieuwe stukken hebben geschreven. Er wordt vaak gezegd dat je op slag verliefd kan worden op de hoboklank van Han de Vries. Dat geldt voor mij in ieder geval.
Eerst luisteren we naar het eerste deel van ‘Together’, op de piano Arthur en Lucas Jussen. ‘Together’ is een stuk voor twee piano’s en Theo Loevendie heeft dit werk speciaal voor de gebroeders Lucas gecomponeerd. Daarna laten we ons meevoeren op de magische hobo van Han de Vries, die een stuk van Vivaldi opvoert.
19. Together: I, Theo Loevendie, op de piano Lucas en Arthur Jussen 2:12
20. Vivaldi: Oboe Concerto in A Minor, RV 461: III. Allegro 2:31
We zijn bijna aan het einde gekomen van de mooie reis die ik met u heb kunnen maken. Ik wil u bedanken voor uw gezelschap en ik hoop dat u nieuwe geluiden en onbekende oorden heeft kunnen ontdekken. Dat u andere inzichten heeft gekregen en ruimte voor nieuwe fantasieën en dromen.
Ik wens u in deze onrustige tijden alle goeds en wil de ochtend afsluiten met een andere grote Nederlandse componist Simeon ten Holt: Canto Ostinato.
21. Simeon ten Holt: Canto Ostinato:, section 1, 9:11.
Beethoven 1811 yılında yazdığı op. 113 ‘Atina Harabeleri’ (Die Ruinen von Athen) adlı sahne yapıtındaki ‘Derviş Korosu’nu bestelerken beste-i kadim dügah Mevlevi Ayini’nden esinlenmiş. Tabii bunu küçük bir esinlenme öyküsü olarak değil de Beethoven’ın Türk müziği hakkında genelde varsayılandan çok daha fazla bilgisi olduğu gerçeğiyle ele alırsak her şey daha anlamlı oluyor. Hem böylelikle soprano ve müzikolog Çimen Seymen’in ‘Müsenna’sını, Jordi Savall’ın ‘İstanbul’unu daha doğru biçimlerde yorumlayabiliriz. Yani diyoruz ki; Avrupa ve Türk müziklerinin yüzleri birbirine dönüktür ve birbirine gülümseyerek bakan iki yüzdür onlarınki.
Beethoven “Derviş Korosu”nu bestelerken Fransız tüccar Jean Antoine du Loir’ın İstanbul’da dinleyip 1654’te Paris’te yayımladığı notalardan yararlanmış. Ve ‘Atina Harabeleri’ bugüne kadar bir bölümü dışında Türkiye’de hiç sahnelenmediği için durum kimsenin dikkatini çekmemiş. Oysa ki ele geçen bulgular ışığında ‘Derviş Korosu’nu, uluslararası sanat müziğinde varlığını sürdüren Mevlevi müziği etkilerinin, ilk örneği olarak kabul etmemiz gerekiyor. Üstelik Beethoven’ın Türk müziğine 1808’de başlayan ilgisi, bestelediği Türk özelliklerine sahip eserlerle ölümüne kadar gelişerek devam etmiş. Yazdığı birkaç Türk Marşı‘nın da ötesinde, en son ve en büyük eseri kabul edilen 9. Senfoni’nin son bölümüne, mehter müziğinin özelliklerini yansıtan bir ‘Türk Müziği’ bile eklemiştir.
200 yıldır bilinmeyen konu
Beethoven’ın Türk Müziğine ilgi duyduğu ve etkilendiği kabul edilir bir gerçek olsa da bu derecede bir etki neredeyse 200 yıldır bilinmeyen bir konuydu. Çünkü Beethoven’ın Mevlevi müziğinden nasıl etkilendiği konusunda bugüne dek değişik görüşler öne sürülmüş. Örneğin müzikteki şarkiyatçılığın babalarından Saint-Saens, 1872’de Kahire’de bir Mevlevi ayini dinledikten sonra yazdığı bir mektupta Beethoven’ın ‘Derviş Korosu’nu dahice bir sezgiyle düşünüp bulmasının olanaksız olduğunu belirtirken Ahmet Adnan Saygun bundan 50 yıl sonra “Beethoven ‘Mevleviler Korosu’nda sanki, sezişi ile Türk dünyasına nüfuz etmiştir” diye yazmış. Lawrence Kramer, Nicholas Mathew ve Eric Rice gibi müzikologlar ise bu yapıtın Avrupa sanat müziği ilkelerine ve besteleme tekniklerine asla uymayan niteliklerine dikkat çekmiştir.
Sorulması gereken önemli sorulardan biri Beethoven’ın Du Loir’ın kitabını nasıl bulduğu. Kesin yanıtı yok. Beethoven bunu Goethe’den, Kotzebue’den ya da başka bir şekilde elde etmiş olabilir. İki yapıtın yazılış tarihleri arasında 160 yıla yakın bir zaman var. Bu da Türk müziğinin doruk noktaya ulaştığı bir dönemde ilahinin Avrupa’da Beethoven’ın eline geçmesi için yeterli bir süre. Demek oluyor ki; ‘Derviş Korosu’nun taşıdığı özelliklerle yetinmeyen Beethoven bunu geliştirmek için Du Loir’ın mektuplarını, yani Mevlevi müziğiyle ilgili gözlemlerini okumuş olmalı. Hatta parçada kastanyetlere yer verme fikri de büyük olasılıkla Du Loir’dan kaynaklanıyor. Nitekim Du Loir mektuplarının birinde kastanyete benzeyen çalparadan söz etmiş ve kadınların raksını betimlerken çalpara çalındığını da belirtmiş. Aynı şekilde Beethoven da ‘Derviş Korosu’nu bestelerken kastanyetlerden başka bir vurmalı çalgı istememiş fakat ‘Türk müziği’ olarak nitelenen diğer yapıtlarının çalgılamasında hiçbir zaman kastanyetleri kullanmamış.
‘Derviş Korosu’nun hızı
Peki bu çalışmanın günümüz performans pratiğine nasıl bir etkisi ya da katkısı olacak? Beethoven, coşkulu bir ritim için parçanın temposunu ‘canlı, hızlı ancak çok çabuk değil’ olarak belirlemiş. Bu, metronom değeri olarak dakikada 120-168 vuruş anlamına geliyor. Bundan ötürü ‘Derviş Korosu’ kimi zaman hızlı kimi zaman da daha az hızlı yorumlanmış şimdiye kadar. Parçanın değişik kayıtları da zaten birbirinden çok farklı seslendirilmiş. Hatta bazı orkestra şefleri parçayı bir marş havasında yorumlamakta bile sakınca görmemiş. Her şefin elbette kendine has bir yorumu olacaktır ancak elimizdeki çalışma dakikada 120 vuruştan daha hızlı seslendirilmemesi gerektiği sonucunu ortaya koyuyor…
Prof. Feza Tansuğ, Nihavent Longa
Bana Kemani Kevser Hanım’ı hatırlattı sohbette… Tarihe meraklıdır…
Doğrusunu söylersem ben de bilmiyordum… Duymamıştım… Fazla bilgi de yok… 1880’li yıllarda İstanbul’da doğmuş… Sultan 2. Abdülhamid dönemi… Osmanlı Devleti’nin ilk resmi konservatuvarı olan Darülelhan’da (Nağmelerin Evi) keman öğretmeniymiş… 1915-1924 arasında Sultanahmet’te, Alemdar Caddesi’ndeki çınarın karşısındaymış konservatuar… Öğrenim süresi hazırlık ve dört yılmış… Türk müziğinin yanında Batı müziği eğitimi de verilmiş, ama nedense 22 Ocak 1927’de kapatılmış… Araştırdıkça merakım arttı…
Gerek konservatuar gerekse Kevser Hanım’la ilgili tüm bilgiler Şamlı Selim’den… Udi Şamlı Selim Efendi’den… ‘Şam’ lakaplı Selim, dönemin Osmanlı toprağı olan bugün Tel Aviv’in Jaffa semtinde doğmuş, daha sonra Şam ve Halep’te yaşamış… 1876’da doğmuş, 1942’de vefat etmiş… Tevfik ve İskender Kutmani kardeşlerin en büyüğü… Önce İzmir’e daha sonra İstanbul’a gelmiş… Burada ud dersleri vermiş… Kardeşleriyle ud yapıp satmış, ayrıca nota dergisi yayınlamış… Nota derginin tavsiye bölümünde mesela piyano ve keman dersi almak isteyenlere Kevser Hanım önerilmiş…
Kevser Hanım’a ait olduğu kesin bilinen dört eser var…
‘Nihavend Longa’
‘Çanakkale Marşı (Çanakkale Türküsü)’,
‘Tercüman olsun rebab-ı sineme her karda’
‘İçin dostlar cabadan, hovardayım babadan (Hicaz Kanto)’
Son ikisini duymadım ama ilk ikisini hemen herkes bilir… Longa, eğlence müziğinin en önemli türlerinden biri… Özellikle Nihavent Longa, Kerem’in deyimiyle kadim bir eserdir… Filmlerde, her yerde sık sık çalınır… Müthiş neşe saçar… Evrenseldir… Kerem, ‘Ludwig van Beethoven’in ‘Ode an die Freude’ si ile yarışır’ diyor… ‘Ode an die Freude’ Beethoven’in 9. Senfoni’sinin dördüncü bölümüdür… Ünlü Alman şairi Friedrich Schiller’in bir şiiri üzerine bestelemiş…
Rahmetli Kemani Kevser Hanım’ın eserlerini başkaları alıp biraz değiştirmiş, ya kendine mal etmiş veya Kevser Hanım’dan hiç bahsetmemiş… Eserleri ezgisel veya sözel açıdan değişikliğe uğramış… Allah’tan Şamlı Selim varmış… Notalarını, sözlerini Kevser Hanım’ın adıyla o dönemler ‘Risale-i Musikiyye/Musiki Gazetesi’ nde yayınlayıp tarihe not düşmüş… Kevser Hanım’a belki bilinçli belki de bilinçsizce yıllarca haksızlık yapılmış… Ama artık araştırmacılar, otoriteler hakkını teslim etmiş…
Bence hemen youtube girin ve şu kasvetli günlerde ‘Nihavent Longa’yı bir kere olsun dinleyin… Veya İstanbul Filarmoni Derneği’nin hazırladığı, ‘Turkish Virtuosi – Evde Kal’ adlı adlı kısa videosunu izleyin… İşte orada onbir sanatçının icra ettiği eser ‘Nihavet Longa’… 1950lilerde vefat ettiği sanılan Kevser Hanım’ın ruhu şad olsun…
Halit Çelikbudak
MOZART VE TÜRK MARŞI’NIN HİKAYESİ
Atalay Kızılay
27 Ocak 1756 Salzburg doğumlu olan Avusturyalı besteci Wolfgang Amadeus Mozart, kendisi de bir besteci ve keman öğretmeni olan Leopold Mozart’ın oğludur. Müziğe üstün yeteneği küçük yaşta belirmiş bir müzik dehası olarak tanınır. Altı yaşında ileri derecede keman ve iyi derecede piyano çalan Mozart, daha o yaşta beste yapmaya başlar. Otuz beş yıllık kısa ömründe, el attığı bütün tür ve biçimleri geliştirerek tüm türlerin en güzel örneklerini verir. Böylece eserleri ve tarzı ile müzik tarihine damgasını vurur.
Klasik müzik tarihinin en büyük dehası olarak kabul edilen Mozart, çağdaşlarına ve ardından gelen bestecilere ilham kaynağı olmuştur. Kısa bir süre Beethoven’ın da öğretmenliğini yapan Mozart için Beethoven onu şu sözlerle anlatır: “Yaşamım boyunca, kendimi Mozart’ın büyük hayranları arasında saydım ve son nefesime kadar da öyle kalacağım.”
Wolfgang Amadeus Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart’ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriyle gençlik çağlarından başlayarak ilgilenmiştir.
Osmanlıların Viyana’yı kuşatmaları sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir. Kuşatma dağılıp Viyana kurtulunca, daha önce korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamıştır. Osmanlı giysileri hem erkekler hem de kadınlar arasında moda olmuş Mozart’ın da tiryakisi olduğu Türk kahvesi Viyanalıların yaşamına bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Mehter takımının vurmalı ve üflemeli çalgıları da Avrupa askeri bandolarını etkilemiş mehter müziğinden Mozart başta olmak üzere çok sayıda besteci yararlanmıştır.
Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18. yüzyılda Avrupa’da “Türk Operası” akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında en ölümsüz olanı ise Mozart’ın ‘Saraydan Kız Kaçırma” adlı eseri olmuştur.
Korsanlar tarafından kaçırılarak Osmanlı sarayına ya da paşa konağına satılan bir Avrupalı genç kızın vatanındaki sevgilisi tarafından bin türlü hile ve desiseye başvurularak kaçırılması temasını işleyen “Saraydan Kız Kaçırma” operası, Mozart’ın Türk müziği motiflerine ve harem hikâyelerine olan ilgisinin bir ürünüdür. Bu ünlü eser, Mozart’ın yeni yerleşik olduğuViyana’da kendisine duyulan hayranlığın artmasına, imparatorun gözüne girmesine ve Alman operasının İtalyan stilinin egemenliğinden bir ölçüde kurtulmasına yol açmıştır.
Mozart’ın Türk müziğinin ritmik, ezgisel ve tınısal özelliklerine duyduğu ilgi ve sevda sadece operalarla sınırlı kalmamıştır. Dünyanın “Türk Marşı” diye adlandırdığı ünlü eser, Mozart’ın en sevilen eserleri arasındaki yerini bu yüzyılımızda da korumaktadır. “Türk Marşı” aslında K.V. 331 La major piyano sonatının “Alla Turca” başlıklı son rondo bölümüdür.
Türk Modası
Güçlü devletler dünyada daima merak uyandırıcı ve ilgi çekici olmuştur. Bugünün hâkim medeniyeti Batı, tüm dünya üzerinde nasıl bir etki uyandırıyorsa bir zamanların en güçlü devleti olan Osmanlı da aynı etkiyi uyandırmıştı. Nitekim bu dönemde Avrupa’da Osmanlı kültürü etkili oldu. Bu dönem ‘Turquerie Modası’ kısa sürede bütün Avrupa’yı etkisi altına aldı. Türk giysileri dahi hem kadınlar hem de erkekler arasında artık moda olmuştu.
Mehter ise bu etkiyi en net ve kanıtlarıyla gördüğümüz alanı oluşturuyor. Başta Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Almanya olmak üzere Avrupa kültür çevresinde ‘Mehter Müziği’ şanını git gide tırmandırdı.
Kimine göre Mozart’ın Türk ve Yakındoğu müziğine ilgi duyması, yakın arkadaşı Nijerli bir Müslüman olan AngeJo Soliman’ın etkisidir. Kimine göre dönemin imparatoriçesi Marie Thenlse’ın Türklerle zaman zaman barışmaya yönelik politikalarında Mozart’a beste siparişlerinde bulunmasıdır ve devlettin isteği ve yönlendirmesi üzerine de Mozart, Osmanlı konularını müziğinde yazmaya başlamıştır. Mozart’ın Türk müziğine olan ilgisinde bir diğer iddia ise bir kadın. Zaide isimli bir Türk kızına aşık olan Mozart’ın bu aşkı için Zaide operasını bestelediği söylenir. Hatta 1780’de bestelenen Zaide, Mozart’ın yarım kalan tek eseri olarak efsaneleşir.
Mozart neden Türk Marşı başta olmak üzere pek çok Türk üslubunda müzik besteledi? Sorusuna verilecek çok farklı cevaplar olsa da en doğrusu dönemin şartlarına bakınca ortaya çıkıyor. O da çağın en üstün devletinin, tüm yönleriyle dünyaya ilham veriyor olduğu gerçeği. Mozart’ın çağdaşı olan tüm müzisyenler bu dönemde Türk müziğini eserlerine yansıttılar. Ancak Mozart, en büyük bestekâr olarak en güçlü etkiyi yarattı. Mozart, ölümsüz eserleriyle Osmanlı’nın döneme olan etkisini ölümsüz kıldı…
Avrupa halkının mehter müziğine duyduğu beğeni ve Türk yaşamına duyduğu merak dönemin sanatçılarını da Türk stiline yönlendirdi. Avrupa’yı saran Türk modası kendisini en sistemli şekilde müzikte göstermişti. Bu yeni moda akımının müzikteki adı ise Alla Turca oldu. Türklerle aynı enstrümanları kullanmadıkları için “Türk Müziği renklerini” anımsattığı düşünülerek bas davul, yan davul, ziller, üçgen ve tef batı müziğine girdi. Öyle ki bu enstrümanlar, batı müziğinde doğrudan “Türk rengi” anlamına geliyordu. Pek çok müzisyen bu stilde besteler yapıyor, operalarda, konserlerde Türk ezgileri hayat buluyordu. Avrupa’da moda olan Alla Turca akımı, Türk kültürünü, enstrümanlarını ve müziğini yakından tanıma fırsatı bulan Mozart, Beethoven gibi büyük müzisyenleri etkisi altına alacaktı.
Alla Turca stilinin Avrupa’yı kasıp kavurduğu bir dönemde Viyana’da bulunan Mozart, devrinin en üstün müzisyeni olarak Alla Turca stilini de en kuvvetli uygulayan bestekâr oldu. Gelmiş geçmiş en büyük müzisyenlerden biri olan Mozart’ın Alla Turca stili eserler bestelemesi Türk modasının adeta geleceğe taşınmasını sağladı.
Peki Mozart Mehter müziğini dinlemiş midir? Yoksa modaya mı uymuştur? Bu soru pek çok yerli ve yabancı araştırmacı için cevabı tam olarak bulunamamış bir merak konusu. Mozart bir yerde Mehter Müziğini dinlemiş olabilir ama dinlemeyerek mevcut Alla Turca akımının izinden de gitmiş olabilir. Ancak Mozart babasına yazdığı mektuplarda mehteri dinlemeyi çok istediğini yazmıştır.
Bizzat dinlemiş olsun ya da olmasın Mozart’ın Alla Turca stili besteleri kuşkusuz mehter müziği etkisiyle doğar. Hatta Mozart’ı bugün hala en büyük müzisyenlerden kabul etmemizi sağlayan en önemli 4 eserinden biri olan “Saraydan Kız Kaçırma”, bu etkileri yansıtan en önemli eserlerden biridir. Üstelik bu eser Milli Alman Operası’nın da hala ilk mükemmel eseri sayılır.
Mozart’ın Türkleri ve Türk Müziği motiflerini konu pek çok alan piyano sonatı, konçerto, opera ve baleleri vardır. 1775’de yazdığı La maj. No:5 keman konçertosu ‘Türk Konçertosu’, 1778’de Paris’te yazdığı La maj. Piyano sonatının son bölümü ‘Rondo-Alla Turca’ ve 1782’de yazdığı ‘Die Entführung aus dem Serail’ (Saraydan Kız Kaçırma) Operası bunlardan en ünlüleridir. Ayrıca K.109 ‘Le Gelosie del Seraglio’ adlı bale müziğinde, K.334 ‘Zaide’ ve K.422 ‘L’oca del Cairo’(Kahire Kazı) operalarında da Türk Müziği motifleri görülmektedir. Mozart Türk stilinde 40’ı aşkın eser vermiştir.
Saraydan Kız Kaçırma
Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18. yüzyılda Avrupa’da “Türk Operası” akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında en ölümsüz olanı ise Mozart’ın ‘Saraydan Kız Kaçırma” adlı eseri olmuştur.
Mozart’ın en ünlü bestelerinin başında gelen Saraydan Kız Kaçırma, çok belirgin şekilde Türk etkisi taşır. Giriş ve kapanış nakaratlarında yüksek ses aralığı ve melodi enstrümanlarının tınısı, ağır davullar, ziller ve üçgenin yoğun kullanımı güçlü bir Türk etkisini gösterir. Üstelik operanın hikâyesi de Türk etkisi altındadır. ozart bu eserinde müzik kadar konu itibariyle de geniş ölçüde Türk adet ve geleneklerine yer vermiştir.
Üstelik Türk bağışlayıcılığı ile ilgili bir konuyu işleyip geliştirmekten çekinmemiştir. Opera İstanbul’da bir sarayda geçer ve Osmanlı Padişahı Selim, oyunda yüce gönüllü ve bağışlayıcı biri olarak anlatılır.
Ölümünden bu yana geçen iki asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve güzellikler bulmuştur. Eserlerindeki derin anlam ruhlara işledikçe Mozart’ın insanlığa yardımı daha da önem kazanacaktır.
Yaşamı ve Gezi yılları
1771’de Mozart.
İlk yıllarında, Mozart birçok kez Avrupa gezisine çıktı. Bunlardan ilki 1762 yılında, Bavyera Elektörlüğü‘nün başkenti Münih‘te, Bavyera Kurfüstü (Elektör prensi) lll. Maximillian‘ın sarayında verdiği konserdir. Aynı yıl Prag ve Viyana‘da da imparatorluk saraylarında konserler vermiştir. Konser turu, üç buçuk yıl sürer ve Wolfgang babası ile beraber Münih, Mannheim, Paris, Londra (burada ünlü İtalyan çelist Giovanni Battista Cirri ile çalmıştır), Lahey, tekrar Paris, Zürih, Donaueschingen ve Münih‘te konserler vermiştir. Bu gezisi sırasında, Mozart birçok ünlü müzisyenle tanışır ve kendisi de bu müzisyenlerin eserlerine aşinalık kazanır. En önemli esin kaynaklarından biri Johann Sebastian Bach‘ tır. Bach’ın eserleri birçok kez Mozart’ın esinlendiği eserler olarak gösterilmiştir. Tekrar Viyana’ya 1767’de giden ikili, burada 1768 yılının kasım ayına kadar kalırlar. Bu gezi sırasında Mozart çiçek hastası olur. Sonradan iyileşmesi babası Leopold tarafından Tanrı’nın oğlu için sevgisini temsil etmektedir.[1]
Salzburg’da geçen bir yıl sonunda, üç kez İtalya‘ya yolculuğa çıkmıştır. 1769 Kasım’ından 1771 Mart’ına kadar, 1771’in Ağustos’undan Kasım ayına kadar ve 1772 Ekim’i 1773 Mart’ı arası dönemde Mozart üç opera besteler: “Mitridate Rè di Ponto” (1770), “Ascanio in Alba” (1771) ve “Lucio Silla” (1772). Üç opera da Milano‘da oynanmıştır. Bu gezilerin ilkinde, Mozart Venedik‘te Andrea Luchesi ve G.B. Martini ile Bologna‘da buluşur, Accademia Filarmonicanın bir üyesi olarak kabul edilir. İtalya’daki yolculuğunun efsanevi bir hikâyesi de Gregorio Allegri‘nin Miserere‘sini Sistina Şapeli‘de duyup tamamını hafızasına yazmasıdır. Yalnız bunu yaparken parçadaki küçük hataları düzeltir ve böylece Vatikan malının ilk yasadışı kopyasını üretmiş olur.
23 Eylül 1777’de annesi ile beraber Mozart, Münih, Mannheim ve Paris’i kapsayan bir Avrupa turuna çıkar. Mannheim’da, o dönemin en iyisi Mannheim Orkestrası ile çalar. Aloysia Weber‘e aşık olur, ancak daha sonra ikili ayrılır. Dört yıl sonra da Aloysia’nın kız kardeşi Constanze ile evlenir. Paris’e başarısız bir ziyareti sırasında, annesi 1778 yılında ölür.
Mozart’ın Viyana’daki evi.
1780 yılında, Mozart’ın ilk büyük operası İdomeneo Münih’te oynanır. Ertesi yıl patronu Prens Başpiskopos Colloredo ile Viyana’yı ziyaret eder. Salzburg’a geri döndüklerinde, opera şefi olan Mozart, isyanını arttırır ve başpiskoposun müzik işleriyle ilgilenmek istemez. Bu düşüncelerini söylemesiyle de başpiskopos desteğini çeker. Mozart bundan sonra, aristokrasinin ilgisiyle özgür olarak Viyana’da müziğini geliştirmek için yerleşir. Bu bir nebze de Türktarihi için önem taşır. Türklerin Avrupa’da moda olduğu o yıllarda, Mehter ritminden esinlenen Mozart, 11 numaralı La Majör Piyano Sonatı’nın (K. 311) 3. bölümünde “Ronda alla Turca” (Türk Marşı)’nı besteler. Ayrıca Viyana’da Türk elçinin kızı Zaide adına opera besteler.
4 Ağustos 1782’de, babasının istememesine rağmen Constanze Weber (d. 1763 – ö. 1842) ile evlenir. Constanze’nin babası Fridolin Weber, Carl Maria von Weber‘in Franz Anton Weber‘den üvey kardeşidir. 6 çocukları olmasına rağmen, sadece 2 tanesi çocukluktan sonra yaşar: Carl Thomas Mozart (d. 1784 – ö. 1858) ve Franz Xaver Wolfgang Mozart (d. 1791 – ö. 1844) (daha sonra küçük bir bestekâr olmuştur). İki çocuğu da evlenmemiş, yetişkinliğe erişebilen çocuğu olmamıştır. Carl’ın Constanza isminde bir kızı olur, o da 1833’te çocukken ölür.
1782 yılı Mozart’ın kariyeri için verimli bir yıldır: operası (Saraydan Kız Kaçırma (Die Entführung aus dem Serail)) müthiş bir başarıya ulaşır. Bu operasında bahsedilen saray, Topkapı Sarayı olmayıp, Akdeniz kıyılarında bir yazlık saraydır yani yazlık köşktür. Opera, Türklerin bulunduğu Osmanlı ülkelerinde geçmektedir. Selim Paşa‘nın ve harem ağası Osman’ın tutsağı olan Konstanze ve İngiliz hizmetkarı Blonde’yi, Konstanze’nin nişanlısı bir İspanyol soylusu olan Belmonto kaçırmaya çalışır. En sonunda da Selim Paşa Belmont ve Konstanze’nin birleşmesine razı olur. Ardından konserlere çıkan Mozart, kendi piyano konçertolarının yönetmenliğinin yanı sıra, solo olarak da enstrümanlar çalar.
1783 yılında Wolfgang ve Constanze, babası Leopold’u Salzburg’da ziyaret ederler ancak babası Constanze’yi iyi karşılamaz. Ancak bu ilham, Mozart’ın duasal eserlerinden biri, Große Messe (Do Minör Büyük Ayini) henüz bitmemiş olsa da Salzburg’da gösterime girer ve hâlâ en tanınmış eserlerindendir. Wolfgang eşi Constanze’nin Leopold’ün sevgisini almak için başrolde solo şarkı söylemesini sağlar.
1780’lerin ortalarında Mozart.
Viyana’daki ilk yıllarında, Mozart Beethoven’ın da hocası olan 100′ ün üzerinde senfoni bestelemiş Joseph Haydn ile tanışır ve arkadaş olurlar. Haydn ne zaman Viyana’yı ziyaret etse beraber yaylı kuartet çalarlar. Mozart’ın Haydn’a çaldığı 6 kuartet (K. 387, K. 421, K. 428, K. 458, K. 464, and K. 465) 1782 ile 1785 yılları arasında yazılmıştır. Bunlar Haydn’ın Opus 33 setine karşı bir yanıttır. Haydn’a yazdığı bir mektupta Mozart şu sözleri yazar:
“Çocuklarını büyük bir dünyaya göndermeye karar veren bir baba, onlara o dönemde meşhur bir insanın koruması ve öncülük etmesi gerektiğini düşünmüştü. Sonunda en iyi dostlar haline gelmişlerdi. Ben de aynı yolla, size 6 çocuğumu gönderiyorum… Lütfen onları nezaketle; bir baba, bir yol gösterici ve bir arkadaş olarak alınız!… Ancak, size yalvarıyorum; lütfen babalarının gözlerinden kaçan hatalar için anlayış gösteriniz ve saygı duyduğum cömert dostluğunuzu esirgemeyiniz.”
Haydn bunun üzerine Mozart’a büyük bir hayranlık duydu ve Mozart’ın son 3 serisini dinledikten sonra babası Leopold’a “Tanrı ve dürüst insanlığım üzerine size derim ki, çocuğunuz yüz yüze veya ismiyle tanıdığım en büyük bestekârdır. Zevk ve daha önemlisi, bestekârlığın en derin bilgisine sahip.“
1782 ila 1785 yılları arasında, Mozart piyano konçertolarında solo olarak çıktığı seri konserler verir ve bunlar en güzel çalışmaları olarak kabul edilir. Bu konserler finansal açıdan da başarılı olmuştur. 1785’ten sonra ise, Mozart sahneye daha az çıkar ve sadece birkaç konçerto yazar. Maynard Solomon bunu Mozart’ın elindeki yaralardan dolayı olduğunu söylemektedir, başka bir bakış açısına göre ise halk artık ona aynı ilgi göstermemiştir.
Mozart 18’inci yüzyıl Avrupa’sındaki Aydınlanma Çağı‘ndan da esinlenir ve 1784 yılında Mason olur. Locası spesifik olarak deist yerine katoliktir ve babası 1787’de ölmeden önce de babasını kendi inanışına çekmeye çalışır. Sihirli Flüt (Die Zauberflöte), sondan ikinci operası, da masonik alegoriler içermektedir. Ayrıca Mozart, Haydn ile aynı mason locasındadır.
Mozart hayatında nadiren maddi zorluklar yaşamıştır. Ancak, bu yaşadığı zorluklar birçok kez abartılmış ve romantikleştirilmiştir. Arkadaşlarından birçok kez borç almıştır ve pek çok borcu ödenmemiş şekilde ölmüştür. 1784 ile 1787 arasında bugün de ziyaret edilen Domgasse 5’te Aziz Stephen Katedrali arkasında, yedi odalı bir apartmanda yaşamıştır. Burada 1786’da ” Figaro’nun Düğünü (La nozze di Figaro) operasını bestelemiştir.
Figaro’nun Düğünü’nün 1786 yılındaki ilanı. (Prag)
Mozart’ın Prag ve halkıyla özel bir ilişkisi vardır. Buradaki seyircisi, Figaro’yu Viyana’dakilerden daha fazla kutlamıştır. “Meine Prager verstehen mich” (Praglılarım beni anlıyor) sözü de Bohemya‘da oldukça ünlü olmuştur. Birçok turist, Prag’daki izlerini takip eder ve Mozart Müzesi, yaşadığı Bertramka Villası‘nda oda orkestralarını dinlerler. Prag şehri, Mozart’a hayatının geri kalanında finansal olarak komisyonlar aracılığıyla destek sağlamıştır. Don Giovanni 29 Ekim 1787’de Estates Tiyatro’sunda gösterime girmiştir. Mozart son operası Titus’un merhameti (La Clemenza di Tito) 6 Eylül 1791’de, yine bu şehirde Leopold II’nın Bohemya Krallığı taç giyme töreninde gerçekleşmiştir. Mozart bu görevi, Antonio Salieri‘nin açıkça reddetmesi üzerine almıştır.
Son hastalığı ve ölümü
Mozart’ın son hastalığı ve ölümü incelenmesi oldukça zor bir konudur. Romantik efsaneler ve birbiriyle uyuşmayan teoriler mevcuttur. Birçok araştırmacı, Mozart’ın hastalığının yükselme durumunda anlaşamaz. Özellikle hangi noktada Mozart hastalığı hakkında haberdar oldu ve bu eserlerini etkiledi. Romantik bakış açısı, hastalığının giderek kötüye gittiğine ve bunun da eserlerine paralel bir şekilde yansıdığını savunur. Bunun karşısında ise, günümüzdeki bazı araştırmacılar, durumunun iyi olduğunu ve ölümünün ailesi ve arkadaşlarında ani bir şok etkisi yarattığını belirtirler. Mozart’ın son sözleri: “Ölümün tadı dudaklarımda… Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum” der. Hastalığının asıl sebebi de bir varsayımdır. Ölüm kayıtları “hitziges Frieselfieber” (mühim darı tanesi ateşi) der ve bu, sebebi modern tıpta açıklanabilen bir tanım değildir. Birçok teori önerilmiştir, bunların arasında, trişinoz, cıva zehirlenmesi ve ateşli romatizma da vardır. Hastaların kanatılması o dönemde genelde uygulanan bir anlayıştı ve bu da sebepler arasında gösterilir.
Mozart, 5 Aralık 1791 tarihinde gece 1 sularında Viyana’da ölür. Hastalığının yükselmesi ile, son çalışması Requiem ile birlikte Zauberflöte’dir. Yalnız Zauberflöte’yi ölümünden önce bitirir ve sahnelere çıkarıp ünlü yapar, ama Requiem’i bitiremeden ölür. Bu iki çalışmasına daha ölümünden birkaç gün önce başlamıştır. Popüler efsaneye göre, Requiem’de Mozart kendi ölümünü düşünerek bu besteyi yapmıştır ve bu dünya sonrasından bir haberci bunu maddi olarak desteklemiştir. Belgesellerdeki bulgular, bu anonim desteğin Schloss Stuppach Kontu Franz Walsegg tarafından geldiğini ispatlamıştır. Eserin büyük çoğunluğu da, Mozart’ın sağlığı yerindeyken yazılmıştır. Genç bir bestekâr ve Mozart’ın öğrencisi Franz Xaver Süssmayr, Constanze tarafından Requiem’i bitirmesi için görevlendirir. İlk görevlendirilen Süssmayr değildir, Constanze öncelikle Joseph Eybler‘e başvurur, ancak Joseph Leopold Eybler beceremez ve görevi reddeder.
Ölmeden 1 yıl önce Mozart.
İsminin yazılı olmadığı bir mezar taşı ile gömülü olduğu için, genelde Mozart’ın parasız ve unutulmuş olarak öldüğü söylenir. Ancak, Viyana’da eskisi kadar yüksek yaşam standartlarında yaşamasa da, komisyonlardan iyi bir gelir elde ediyordu. Yılda yaklaşık olarak 10,000 florin kazanıyordu, bu da 2006’ya göre 42,000 Dolar (ya da 1.392.258 TL) etmektedir. Söz konusu miktar O’nu 18’inci yüzyılda Dünya’da en fazla para kazanan %5’in içerisine sokar. Ancak, servetini kontrol edemiyordu. Annesi hakkında “Wolfgang ne zaman yeni bir şeyler kazanırsa, kendisini ve malını etrafına veriyordu” demiştir. Oldukça masraflı yaşamı da, onu birçok kez kredi almaya yöneltmiştir. Birçok yalvarış mektupları hâlâ günümüzde vardır, ama fakirliğine değin harcamalarına olduğu kadar fazla bir delil yoktur. Toplu bir mezarda değil, 1785 Avusturya kanunlarına göre halka ait bir mezara gömülmüştür.
St. Marx mezarlığındaki orijinal mezarı kaybolsa da, anıtsal mezar taşları buraya ve Zentralfriedhof‘a yerleştirilmiştir. 2005’te Avusturya‘nın Inssbruk Üniversitesi ve Maryland-Rockville’deki DNA laboratuvarlarında, Avusturya Müzesi’ndeki Mozart’ın kafatasının ona ait olup olmadığı araştırılmış ve bu anneannesinin ve yeğeninin DNA’leriyle karşılaştırılmıştır. Test sonuçları yetersiz kalmıştır ve DNA örneklerinin birbiriyle bir alakasını bulamamışlardır.
1809’da Constanze Danimarkalı diplomat Georg Nikolaus von Nissen (d. 1761 – ö. 1826) ile evlenir. Yeni eşi de Mozart’ın büyük bir hayranıdır ve Mozart üzerine bir biyografi yazar. Ömrü süresince bunu bitiremese de, öldükten sonra, Constanze bitirmiş ve yayınlamıştır.
Dünya tarihinin belki de gelmiş geçmiş en büyük müzik dehasının sadece 35 yıllık bir ömür yaşaması ve bu ömre 626 ölümsüz eser bırakması, kendisi belki de müzik dünyasının en büyük kazançlarından biri olsa da, kısa ömrü de müzik dünyasının en büyük kaybıdır.
Ölümünden bu yana geçen iki asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve güzellik bulmuştur. Eserlerindeki derin anlam ruhlara işledikçe Mozart’ın insanlığa yardımı daha da önem kazanacaktır.
Yapıtları, müzik tarzı ve yenilikleri
Tarzı
Requiem’in son sayfası.
Mozart’ın müziği, Haydn’ınki gibi, klasik müziğin ilk örneklerindendir. Çalışmaları, o dönemin tarzını değiştirmiş ve barok tarzı ile de karışımını sağlamıştır. Mozart’ın kendine ait tarzı klasik müziğin tamamının gelişimine paraleldir. Çok yönlü bir besteciydı ve hemen hemen her türde müzik yazardı. Bunların arasında senfoni, opera, solo konçerto, oda orkestrası, yaylı kuartet ve yaylı kentet ve piyano sonatları da vardır. Bu türlerin hiçbiri yeni değildi, ama piyano konçertosu Mozart’ın tek başına geliştirdiği ve popüler ettiği bir türdür. Ayrıca önemli sayıda dini müzik de yayımladı, bunların arasında ayin müzikleri de vardı ve birçok dans müziği de besteledi; divertimenti, serenadlar ve diğer hafif eğlenceli türlerde.
Mozart ilk yıllarından beri müthiş bir kulağa sahipti. Duyduğu her müziği hafızasına bir daha çıkmayacak üzere yazabiliyordu. Gezilerinin de oldukça fazla olmasından dolayı, nadir bir tecrübe koleksiyonu edindi. Londra’da bir çocuk olarak J. S. Bach ile karşılaştı ve müziğini dinledi. Paris, Mannheim ve Viyana’da da buradaki bestekârlarla karşılaştı. Muhteşem Mannheim orkestrasıyla beraber çalıştı. İtalyan açılışları ve opera buffalarıyla karşılaştı. Bunların hepsi, gelişiminde önemli bir rol oynadı. Londra ve İtalya’da galant tarzı o dönemde oldukça popülerdi. Basit, hafif müzik, sesin yavaşlamasına bir tutku, vurgulara önem veren, hakim ve ana notanın üstündeki dördüncü ve altındaki notayı çıkartarak, simetrik cümlelerle ve açık bir mimari sundu. Bu tarzın etrafında gelişen klasik müzik, Barok’un komplike tarzına bir tepkiydi. Mozart’ın ilk çalışmaları, İtalyan uvertürleriydi. Diğerleri J.C. Bach’ın eserlerine oldukça benzerdi ve başkaları da Viyana’daki eserlerin değişik bir şekilde vurgulanmasıydı. Mozart’ın en tanınan özelliklerinden biri de belli bir düzenin uyumuydu; sesin yavaşlamasına ana nota etrafında yöneliyordu ama Mozart, bunu değiştirerek uyumu ses yavaşlamasının daha güçlü yarıya geçmesini sağlamıştı. Mozart’ın Phrygian anlayışı da bunu gösterir.
Mozart olgunlaştıkça, Barok müziğinden birtakım yeni özellikler daha adapte etmiştir. Örnek olarak, 29. Senfoni’nin La Majör (K. 201)’ünde kontrpuana ait iki veya daha çok sayıda melodinin bir arada çalınmasından meydana gelmiş tema kullanıyordu ilk hareketinde ve düzensiz ifade uzunluklarını denemiştir. 1773’teki bazı kuartetleri fugal finalleri vardır ve büyük olasılıkla Haydn’dan esinlenmiştir. O da bunu opus 20 setinde kullanmıştır. Fırtına ve Gerilim akımının etkisi, Alman edebiyatını “Romantizm” akımına doğru yöneltirken, müzikte de bestecileri etkilemiştir.
Mozart’ın çalışma hayatında odağı enstrümantal müzikle operalar arasında gitmiş gelmiştir. Avrupa’da o anda bulunan iki tarzda da operalar yazmıştır. “Figaro’nun Düğünü”, “Don Giovanni” ve “Cosi fan tutte” (Bütün Kadınlar Böyle Yapar) [opera buffa] tarzında iken “İdomeneo” ve “Sihirli Flüt” [opera seria] tarzındadır. Daha sonraki operalarında da enstrümanların, orkestranın, ton renginin psikolojik ve duygusal hisleri ve dramatik geçişleri ifade edebilmek için yeni yöntemler geliştirmiştir. Senfonilerinde çözülemeyecek seviyede komplike bir şekilde orkestrasını kullanması, orkestranın psikolojik etkilerini geliştirmiş ve daha sonra da opera olmayan eserlerinde de görülmüştür.
Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart’ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriyle gençlik çağlarıyla başlayarak ilgilenmiştir. Osmanlıların Viyana’yı kuşatması sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir.
Etkisi
Mozart’ın el yazısı ve imzası.
Mozart’ın nesiller boyunca, tüm müzik türlerinin bestekârlar üzerindeki etkisi oldukça büyüktür. Mozart’dan sonraki tüm önemli bestekârlar Mozart’ın büyüklüğünden bahsetmiştir. Rossini hakkında “O bir dahi kadar bilgili ve bilge kadar dahi olan tek müzisyendi.” demiştir. Ludwig van Beethoven’in Mozart hayranlığı da açıktır. Beethoven, Mozart’ı birçok kez kendisine örnek olarak almıştır. Örnek olarak, Beethoven’in Sol majör 4. Piyano Konçertosu Mozart’ın Do majör Piyano Konçerto’suna (K.503) bir göstergedir. Beethoven’in apartmanında öğrencilerinden birine, Mozart’ın Do majör kuartet’ini (K.464) gösterip “Ah, ne eser. Bu, Mozart’ın ‘İşte benim yapabileceğim bu, dinleyebilecek kulakların olsaydı!’ demesidir.” demiştir. Beethoven’in daha birçok eseri Mozart’ın eserlerine benzemekte ve çağrıştırmaktadır. Bunlara Beethoven’in Do minör 3. Piyano Konçertosu ile Mozart’ın Do minör 24. Piyano Konçerto’su da dahildir. İkisi de Haydn öğrencisi olup buluştuklarına inanılır ve Mozart’ın da Beethoven hakkında “Dünyaya hakkında bahsedilecek bir şey bırakacak.” dediği söylenmektedir. Çaykovski, “Mozartiana”yı Mozart’ı övmek için yazmıştır. Max Reger’in 1914’te yazdığı “Mozart Tema”sı da en tanınmış eserlerinden biridir.
Buna ek olarak Mozart, Frédéric Chopin, Franz Schubert, Peter İlyiç Çaykovski, Robert Schumann ve birçok besteci tarafından en iyi olarak gösterilmiştir. Hatta Frédéric Chopin, cenazesinde kendi yazdığı cenaze müziğini değil Mozart’ın Requiem’inin çalınmasını istemiştir.
Mozart popüler müzik için de bir ilham kaynağı olarak kalmıştır. Jazz’dan, Rock’a, hatta Heavy Metal’e kadar. Jazz piyanisti Chick Corea, Mozart’ın piyano konçertolarını çalarken kendisini konçertolar yazmaya esinlenmiştir.
Mozart öldükten sonra, eserlerinin dizilimi için birçok defa uğraşılmıştır. Ancak, bunu 12 yıllık bir uğraşı sonunda, 1862’de Ludwig von Köchel başarır. Mozart’ın hâlen eserleri Köchel’in katalog numaralarına göre sıralandırılmıştır. Bu nedenle, örnek olarak La majör 23. Piyano Konçertosu demek yerine, basitçe “K. 488” ya da “KV. 488” diye yazılır. Buradaki KV’nin açılımı Köchel Verzeichnis (Köchel Dizini)’dir. Bu katalog 6 kez revizyona gitmiş, Mozart’ın eserleri de K.1 den K.626’ya kadar numaralandırılmıştır.
Söylenceler ve uyuşmazlıklar
Mozart bestekârlar arasında doğal olmayan bir efsane yumağıyla karşılaştı. Bir bakıma çünkü ilk biyografisini yazanlar onu şahsen tanıyorlardı. Bir ürün sunabilmek için hayali öğeler eklemek zorunda kalıyorlardı. Bu söylenceler, Mozart öldükten sonra başladı ama pek azı belli kanıtlar etrafındaydı. Bunlardan biri de Mozart’ın Requiem’ini kendi ölümünü düşünerek yazması üzerineydi. Hayali sözleri, gerçek olaylardan ayırmak Mozart araştırmacılarının devam eden bir görevi haline gelmiştir, lakin efsaneleri gerçek olaylardan ayırmak gerekir. Dramatistler ve senaristler, araştırmacıların sorumluluklarından özgür olarak, bu efsaneleri oldukça iyi birer öğe olarak kullandılar.
– Başka bir tartışma konusu da Mozart’ın çocukluktan ölümüne kadar insanüstü dehasıdır. Bazıları ilk eserlerini basit ve unutulabilir bulurken diğerleri Mozart’ın 5 yaşında yazdığı esere bile hayranlık duyarlar. Her halukarda, ilk bestelerinin bir bölümü hâlâ oldukça popülerdir. K. 165 örnek olarak, Mozart tarafından 17 yaşındayken bestelenmiştir ve en tanınan eserlerden biridir. Başka bir söyleyiş de henüz 5 ya da 6 yaşındayken gözleri kapalı olarak ellerini çapraz bir şekilde tutup piyanoyu çalabildiğidir.
Mozart’ın mezarı.
Benjamin Simkin, Mozart üzerine yazdığı bir kitapta Mozart’ın Tourette sendromu yaşadığını öngörmüştür. Ancak, hiçbir Tourette sendrom uzmanı, organizasyonu veya psikiyatrist Mozart’ın böyle bir sendroma sahip olduğunu söylememiştir ve birçoğu da yeteri kadar delilin olmadığını vurgular.
Fiziksel Görünüş
1789’da Dora Stock tarafından yapılmış Mozart portresi (Salzburg Mozarteum).
Mozart’ın fiziksel görünüşü tenor Michael Kelly tarafından Anımsamalar adlı eserinde tanımlandı: “oldukça zayıf ve solgun, oldukça boş bir adam ve saçları oldukça dağınık olan küçük bir adam”. İlk biyografisi Niemetschek, “fiziği hakkında özel bir şey yoktu.” O küçüktü ve onun muazzam gözleri dışında onun muafiyeti dehasının hiçbir işaretini vermedi. ” Çocukluktaki çiçek hastalığı vakasının bir hatırlatıcısı olan yüz cildi lekeleri vardı. Zarif kıyafetleri severdi. Sesi, karısının daha sonra “bir tenor olduğunu, şarkı söylerken yumuşak olduğunu, ancak onu heyecanlandıran bir şey olduğunda ya da onu uygulamak gerektiğinde, hem güçlü hem de enerjik olduğunu” yazdı.
Mozart genellikle son teslim tarihlerine yaklaştıkça kompozisyonları büyük bir hızla bitirerek uzun ve sıkı çalıştı. Sık sık eskizler ve taslaklar yaptı; Beethoven’ın aksine, karısı ölümünden sonra onları yok etmeye çalıştı.
Mozart, Viyana müzik dünyasının merkezinde yaşadı ve önemli sayıda ve çeşitlilikte insan biliyordu: diğer müzisyenler, tiyatro sanatçıları, Salzburg’lular ve aristokratlar, İmparator II. Solomon, en yakın üç arkadaşını Gottfried von Jacquin, Kont August Hatzfeld ve Sigmund Barisani olarak görüyor; diğerleri arasında eski meslektaşı Joseph Haydn, şarkıcılar Franz Xaver Gerl ve Benedikt Schack ve boynuz oyuncusu Joseph Leutgeb vardı. Leutgeb ve Mozart, genellikle Mozart’ın pratik şakalarının poposu olarak Leutgeb ile ilginç bir dostça alay konusu taşıdılar.
Bilardodan ve dans etmekten zevk alıyordu ve evcil hayvanları seviyordu: bir kanarya, sığırcık, köpek ve eğlence amaçlı binicilik için bir atı vardı.