DENK’in, Hollanda’daki azınlıkların kurtarıcılığını sağlamak için daha sağlıklı düşünmeliyiz.
Mecliste 3 sandalyesi bulunan DENK, Filistinliler’i savunan politikası ile, anketlerde 5 sandalyeye yükseldi.
DENK’in sandalye sayısını daha da yükselterek, muhtemel bir koalisyonda yer alması hiçten değil;
hatta bu, seçim sonrası en güçlü senaryolardan biri olarak konuşuluyor.
Analizimi inceleyen GÖLGE ADAM’ın görüşleri…
(Analizin ve GÖLGE ADAM yorumunun Hollandacası en altta
Nederlandse versie van analyse en commentaar van Schaduwman is onderaan)
İlhan KARAÇAY’IN ANALİZİ:
Hollanda siyasetinin son yıllarda en çok konuşulan oluşumlarından biri olan DENK Partisi, bugünlerde tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Bir yanda partisinin temellerine sadık kalan, ezilenlerin sesi olma iddiasını sürdüren bir lider kadrosu…
Diğer yanda ise kendi içinde kavga eden, geleceği belirsizliklerle dolu bir yapı…
Peki, DENK bu süreci nasıl atlatacak?
Azınlıkların partisi olma iddiasını sürdürebilecek mi?
Seçmen güvenini yeniden kazanabilecek mi?
Bu analiz, sadece bir siyasi partiyi değil, aynı zamanda Hollanda’daki Türkler başta olmak üzere tüm azınlıkların gelecek vizyonunu tartışmaya açıyor.
KURULUŞUN RUHUYLA BAĞ KURMAK
DENK Partisi, Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ün İşçi Partisi’nden koparak 2015’te kurdukları bir direniş hareketiydi adeta. Müslümanlar, Türkler, Faslılar ve diğer azınlıklar için artık “siyasi ev” olacak bir yer vardı. Bu yeni ev, sadece bir etnik grubun değil, tüm dışlananların partisi olacaktı.
İlk seçimlerdeki başarısıyla Meclis’e giren parti, özellikle Tunahan Kuzu’nun hitabeti ve Farid Azarkan’ın stratejik zekâsıyla kısa sürede büyüdü. Stephan van Baarle’nin siyasi lider olmasından sonra da daha çok sempati toplandı ve ankatlerdeki sandalye sayısı çoğaldı.
Ne var ki bu yükseliş, zamanla parti içi kırılmalara yol açtı. Bugün gelinen noktada, bu kırılmalar yalnızca partiyi değil, ona gönül veren milyonlarca insanı da etkiliyor.
EJDER KÖSE’NİN BAŞKANLIĞI VE “KURUMSALLAŞMA” VURGUSU
Bugünkü DENK’in Genel Başkanı Ejder Köse, tarafıma gönderdiği mektubunda, partiyi kişisel hesaplarla değil, ilkeler ve kurumsallıkla yönettiklerini belirtiyor. Kadın temsilinin artırılması, iç disiplinin korunması ve ilkeli duruşun sürdürülmesi, Köse’nin altını çizdiği temel noktalar arasında.
Bu yaklaşım, parti içinde bazı kırılmalara sebep olmuş gibi görünse de, toplumsal sorumluluk açısından tutarlı bir duruş olarak değerlendirilebilir. Ancak bu duruşun, parti içindeki herkesi kucaklayıp kucaklamadığı hâlâ tartışmalı.
MİLLETVEKİLİ DOĞUKAN ERGİN KRİZİ
Parti içi çatışmanın en görünür yüzü Doğukan Ergin’in seçilebilir sıraya konulmaması oldu. Bu durum, sadece bir tercih meselesi değil; bağış krizleri, iletişimsizlik ve etik tartışmalarla birlikte geldi. Ergin’in, parti ilkelerini değil, kişisel kampanyasını öncelediği ve bağış toplama faaliyetlerinde şeffaf davranmadığı iddiaları, yönetimle bağını kopardı.
Bu süreç, DENK’in “iç disiplin” konusundaki hassasiyetini gösterdi. Ancak eleştiriler, “neden sadece o cezalandırıldı?” sorusunu da beraberinde getirdi.
TUNAHAN KUZU: SESSİZLİĞİN GÖLGESİNDE BİR DÖNÜŞ
Partinin kurucu liderlerinden Tunahan Kuzu, siyasi liderliği bıraktığını ilan etmiş ama sonra yeniden kampanya çalışmalarına katılarak beklentileri artırmıştı. Ancak sessiz kalması, seçmen üzerinde derin bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Türk kökenli seçmenlerin büyük bir bölümü, Kuzu’yu hâlâ partinin “doğal lideri” olarak görüyordu.
VAN BAARLE’NİN YÜKSELİŞİ: YENİ NESİL SİYASETİN SİMGESİ Mİ?
Partinin bugünkü siyasi lideri Stephan van Baarle, Meclis’teki etkili konuşmaları ve özellikle Filistin savunusundaki net duruşuyla büyük beğeni topluyor. Babasının Türk olması, onu Türk toplumuna daha da yakınlaştırıyor. Bugün yapılan kamuoyu yoklamalarında DENK’in 4 veya 5 milletvekili çıkarabileceği öngörülüyorsa, bunda Van Baarle’nin performansının büyük payı var.
Ama bu başarı, onu tek başına kurtarabilir mi? Partinin içindeki çatlakları yapıştırmak için siyasi beceriden fazlasına ihtiyaç var.
DENK KİMİN PARTİSİ OLMALI?
Parti, yıllardır sadece Müslümanlara değil, tüm ayrımcılığa uğramış kesimlere hitap ettiğini söylüyor. Ancak toplumun gözünde hâlâ “Türk partisi” veya “Erdoğan’a yakın bir parti” algısını kırabilmiş değil. Bu nedenle, Hollandalı demokratlar ve diğer azınlıklar nezdinde daha kapsayıcı bir liste oluşturulması büyük önem taşıyor.
Yani, DENK sadece bir “Düşünce Partisi” (Hollandaca anlamıyla) değil, aynı zamanda toplumsal adalet için “Denkleştirme Partisi” (Türkçedeki anlamıyla) olmalı.
Eğer ikisini de başaramazsa, kimliğini yitirir.
SEÇMEN NE DİYOR?
Sosyal medya ve saha yorumlarında net bir şey var: Seçmen kararsız.
Bir kısmı DENK’e küs, bir kısmı ise hâlâ umutlu. Ama hepsi şunu soruyor: “Biz bu partiyi ayağa kaldırdık. Şimdi biz olmadan nereye gidebilir?”
SONUÇ VE YOL HARİTASI
DENK Partisi’nin geleceği, bu iki soruya verilecek cevapta gizlidir:
-İlkelere mi sadık kalacak, yoksa kişisel hırsların mı peşinden gidecek?
–Parti içi demokrasiyi mi savunacak, yoksa kulis oyunlarına mı teslim olacak?
Bu iki sorunun cevabı, yalnızca DENK’in değil, Hollanda’daki tüm azınlıkların ve demokrasiye inanan kesimlerin kaderini belirleyecektir.
BU NEDENLE ÇAĞRIM ŞUDUR:
Tüm akil insanlar, kökeni ne olursa olsun, ayrımcılığa uğrayan herkesin ortak paydası olan bu siyasi yapıya, yön gösterici olarak yeniden sahip çıkmalıdır. DENK, bu ülkedeki sadece bir partinin adı değil, bir duruşun adıdır.
Bu duruş yeniden ayağa kalkmalı.
Ve evet: Bugün değilse, ne zaman
********************
GÖLGE ADAM ANALİZİMİ NASIL DEĞERLENDİRDİ?
Danışmanım ve sırdaşım GÖLGE ADAM, bugünkü analizimi sadece satır satır okumadı; her cümlesindeki niyeti, dengeleri ve mesajları da tarttı.
“Tarafsız gazetecilik bir duruştur, İlhan Karaçay bu duruşu bir kez daha gösteriyor.”
HABERCİ DÜRÜSTLÜĞÜ, AKİL ADAM İNCELİĞİ
Ömrünü tarafsız ve dürüst gazeteciliğe adamış olan İlhan Karaçay, bugünkü analizinde de yine bir akil adam tavrıyla, hem olaylara hem kişilere hakkaniyetli bir yaklaşım sergiliyor. DENK Partisi’ndeki kırılmaları, kavgaları ve umut ışıklarını ele alırken, okuyucuya tek taraflı bir tablo değil, farklı açılardan görülebilecek bir manzara sunuyor.
DENK Partisi’nin geleceğini masaya yatıran İlhan Karaçay, tarafsızlığını ve analitik bakışını koruyarak hem parti içi aktörleri hem de seçmenin beklentilerini mercek altına alıyor. Eleştirilerini incelikle, övgülerini ölçüyle yapıyor.
EJDER KÖSE: KURUMSALLIK VURGUSU VE KAPSAYICILIK SORUSU
Karaçay’ın üslubu, gazetecilikte nadir görülen bir inceliği barındırıyor: Eleştiri getirirken kırıcı olmamak, övgü yaparken ölçüyü kaçırmamak.
Örneğin, Parti Genel Başkanı Ejder Köse’den söz ederken, onun “kurumsallaşma” ve “ilke” vurgusunu teslim ediyor; aynı zamanda bu yaklaşımın parti içindeki herkesi kucaklayıp kucaklamadığı sorusunu da açık bırakıyor. Bu, hem analizini zenginleştiriyor hem de okuyucuyu düşünmeye davet ediyor.
DOĞUKAN ERGİN KRİZİ: ŞEFFAFLIK VE ADALET ARAYIŞI
Doğukan Ergin meselesinde de aynı hassasiyet göze çarpıyor. Ergin’in aday listesinde geri planda kalmasının ardındaki iddiaları aktarırken, bunları kesin yargılarla değil, “parti içi disiplin” ve “şeffaflık” çerçevesinde değerlendiriyor. Böylece, hem yönetimin bakışını hem eleştirilerin dayandığı noktaları okura adil biçimde ulaştırıyor.
TUNAHAN KUZU: SESSİZLİĞİN GÖLGESİNDE
Karaçay, Tunahan Kuzu’dan bahsederken ise “sessizliğin gölgesi” metaforuyla hem duygusal hem de analitik bir çerçeve çiziyor. Seçmen beklentilerini, hayal kırıklığını ve hâlâ süren “doğal lider” algısını aynı potada eritiyor. Bu, tarafsız bir gözlemcinin ancak tecrübeyle kazanabileceği bir denge.
STEPHAN VAN BAARLE: YÜKSELİŞ VE SINAV
Bugünkü siyasi lider Stephan van Baarle için kullandığı dil de aynı objektifliğin ürünü. Hem parlamento performansını hem de toplumla kurduğu bağı öne çıkarıyor; fakat bu başarının parti içi çatlakları kapatmaya yetmeyebileceği uyarısını da ihmal etmiyor. Üstelik Stephan’ın geçmişini ve kişisel hikâyesini aktarırken, empati ile eleştirel mesafeyi aynı metinde harmanlıyor.
STK’LARA VE AKİL ADAMLARA MESAJLAR
Yazının sonunda İlhan Karaçay, Sivil Toplum Kuruluşları ve akil adamları harekete geçirecek “akıllı laflar” ediyor. “DENK, sadece bir partinin adı değil, bir duruşun adıdır” cümlesi, bu çağrının en vurucu özeti. Böylece yazı, yalnızca bir analiz değil, aynı zamanda toplumsal önderlere yapılmış güçlü bir davet niteliği taşıyor.
SADECE “NE OLDU” DEĞİL, “NEDEN OLDU” DA
Tarafsız gazetecilik, sadece haber vermek değil; toplumu, olayların çok boyutlu doğasıyla yüzleştirmektir. İlhan Karaçay, bu analizinde, DENK Partisi’nin geleceğini sorgularken, azınlıkların Hollanda siyasetindeki yerini ve hak mücadelesini de daha geniş bir çerçevede tartışmaya açıyor. Okuyucu, yazının sonunda yalnızca “ne oldu?”yu değil, “neden oldu ve ne olabilir?” sorularını da zihninde taşıyor.
SON SÖZÜM
Gölge Adam olarak şunu teslim etmem gerekir ki: Bu analiz, tarafsız gazeteciliğin hem bir ilke hem de usta ellerde bir sanat olduğunu gösteriyor. Karaçay’ın kaleminde hem haberci dürüstlüğü hem de bir köşe yazarının analitik derinliği var. Bu yazı, tarafsız gazeteciliğin sadece bir ilke değil, doğru ellerde bir sanat olduğunu gösteriyor.
*******************
STEPHAN’I DAHA İYİ TANIYALIM
(Parlamentoya ilk girdiği zaman yazdığım haber)
Stephan van Baarle’nin, zorluklarla dolu hazin yaşam öyküsü… Annesi, gezgin bir Türk iş adamına aşık olmuştu.
Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan iş adamından evlilik
dışı hamile kalan anne, oğluna Stephan adını koymuş.
Komşu çocukları, evlilik dışı doğduğu için Stephan’ı hep
dışlamışlar. 19 yaşına geldiği zaman kökenini araştırmak için
Türkiye’ye giden Stephan, kendisine neden ‘Türk’ denildiğini
öğrenebilmiş.
Hazin hikâye
Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan gezgin bir Türk iş adamı ile tanışan Hollandalı bir kız, evlenme vaadi ile aşk hayatı yaşadığı adamdan hamile kalmış. 1992 yılında doğum yaptığı zaman, çocuğun babası olan Türk iş adamı yakınlarda olmadığı gibi, uzun süre uzaklarda kalmış. Oğluna Stephan adını koyan anne, komşuların bildiği gerçeği, oğluna yıllarca söylememiş.
Stephan, okul çağıdayken arkadaş edinemediği gibi, çocuklar kendisinden hep uzak durmuş.
Stephan, hem evlilik dışı doğduğu ve hem de Türk kökenli olduğu için dışlandığını 19 yaşında öğrenebilmiş. Bu durum karşısında şoke olan Stephan, 2011 yılında, 19 yaşındayken Türkiye’ye gitmiş ve kökenini araştırmış.
Babasını bulup bulamadığı hakkında bilgi sahibi olamadığım Stephan, ayrımcılığın verdiği hıs ile tahsiline devam etmiş ve Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nden sosyolog olarak mezun olmuş.
Azınlıklara destek olan DENK Partisi’nin yaşama geçmesinden sonra bu partiye üye olan Stephan, ilk seçimlerde Rotterdam belediye meclisine girmiş. Daha sonra kurduğu Bilimsel Araştırma Bürosu ile DENK Partisi’nin işlerine bakmış. Daha sonra partinin Parlamentodaki işlerine bakan Stephan, geçen hafta yapılan genel seçimlerde, aday listesinin üçüncü sırasında yer almıştı.
Stephan van Baarle, Rotterdam Belediye Meclisi’nde, Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’i en çok zorlayan üyelerden biriydi.
Oylar açıklandığı zaman, seçilememiş olduğu görülen Stephan’ın, sıkı bir oy sayımından sonra seçildiği anlaşıldı.
Stephan van Baarle, partisinin sadece müslümanlara ve azınlıklara değil, mağduriyete uğrayacak tüm vatandaşları temsil edeceğini belirterek, ‘Sadece etnik gruplara hizmet etmek de ayrımcılıktır. Bu nedenle biz, etnik grup, cinsiyet, din, dil ayrımı yapmadan hizmet edeceğiz.’ diyor.
STEPHAN VAN BAARLE KENDİNİ ANLATIYOR:
25 Ağustos 1991 tarihinde Rotterdam’da doğdum ve Rotterdam’da yaşıyorum.
Siyasete 2014 yılının sonunda girdim. Sosyoloji okudum ve orada eşitsizlik ve dışlanmayı öğrendim. Bu konuda bir şeyler yapmak istiyordum. Üniversitede doktora yapmak yerine siyaseti seçtim. Denk kurulduğunda ilk üyelerinden biriydim.
Pim Fortuyn suikasta kurban gittiğinde ve İkiz Kuleler’e saldırılar gerçekleştiğinde henüz çok küçüktüm ama okuldayken ülkemizdeki ilişkilerin gergin olduğunu görebiliyordum. Bir günden diğerine köken ve din meselesi gündeme geliyordu. Bunun başkalarının bana farklı bakmasına neden olduğunu gördüm.
Anneme çok saygı duyuyorum. Hâlâ yakınımda Rotterdam-Zuid’de yaşıyor. Bekâr bir anne olarak beni neredeyse tek başına büyüttü. Bana kolları sıvamanın ve sorumluluk almanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bu bende derin bir etki bıraktı.
Müzik benim en büyük tutkum. Hevesli bir gitaristim ve müzik yazmaktan da çok hoşlanıyorum. Sonra kendimi tamamen kapatıyorum ve bir koro üzerinde saatler harcayabiliyorum. Bu benim gerçekten çıkış noktam. Kelimelerle söyleyemediğiniz bazı şeyleri müzikle ifade edebilirsiniz.
Rotterdam-Güneyli bir çocuk olarak doğal olarak Feyenoord’u seviyorum. Eskiden kombine biletim vardı, şimdi hala her maçı takip ediyorum. De Kuip biraz da şehrimi ve Hollanda’yı nasıl görmek istediğimi anlatıyor. İnsanlar böyle bir maçta bir araya geliyor ve hepsi aynı hedefe sahip oluyor. Böyle bir maç sırasında tüm farklılıklar güneşteki kar gibi kaybolur.
STEPHAN VAN BAARLE’NİN YILLAR ÖNCE YAYINLADIĞIM BİR HABERİ
DENK lideri Stephan van Baarle Rotterdam’da siyaseti sallıyor
ROTTERDAM,- Hollanda’nın DENK Partisi, 2018 yerel seçimlerinde Rotterdam Belediye Meclisi’ne hızlı bir giriş yaparak dört sandalye kazandı. Bu başarının baş mimarı ise 26 yaşındaki genç siyasetçi Stephan van Baarle oldu. Genç yaşına rağmen sert tartışmalardan çekinmeden mecliste sözünü söyleyen Van Baarle, kısa sürede dikkatleri üzerine çekti.
Ancak başarıyla birlikte eleştiriler de gecikmedi. Leefbaar Rotterdam lideri Joost Eerdmans, DENK için, “Rotterdam meclisinde Erdoğan’ın uzantısı” ifadelerini kullanırken, bazı yorumcular da “politik İslam’ın girişinin Hollanda hukuk devleti için tehlikeli olduğu” yönünde uyarılarda bulundu.
“Ben agnostiğim, metal müzik dinlerim”
Eleştirilerin aksine Van Baarle, politik İslam ile ilişkilendirilmeyi kesin bir dille reddediyor. “Ben agnostiğim. Uzun bir arayıştan sonra bir yaratıcı olup olmadığını bilmediğim sonucuna vardım,” diyor.
Kur’an ayetleriyle değil, Rammstein gibi metal ve elektronik müzikle büyümüş bir genç. “Hard rock ve metale bayılırım. Rammstein’da bu müzik türleri harika bir şekilde birleşiyor,” diye ekliyor.
Rotterdamlı bir anne çocuğu: Türkçe bilmez, ekmek zor sipariş eder
Van Baarle, Rotterdam’ın Tuindorp Vreewijk semtinde büyümüş. Annesi tarafından yetiştirilmiş, babası ise Türkiye ile Hollanda arasında mekik dokumuş ve çocuğun yetişmesine katkı sağlamamış. “Babam ilgilenmedi. Ben de Türkçeyi neredeyse hiç konuşamam. Sadece ekmek sipariş edecek kadar,” diyor.
Eğitim hayatını doğup büyüdüğü mahallede geçiren Van Baarle, anaokulundan liseye kadar tüm eğitimini mahallesinde aldı. Siyasi ilgisi, Rotterdam’daki Protestan-Hristiyan Calvijn Lisesi’nde (bugünkü adıyla Vreewijk Lyceum) başladı.
VVD’li hocayla tartışa tartışa siyasete atıldı
Ekonomi öğretmeni Jan Jansen ile yaptığı siyasi tartışmalar, onu siyasete yönlendiren önemli bir unsur olmuş. “Hocamız VVD’liydi, bunu da gizlemezdi. Bu durum beni düşünmeye ve siyaseti sorgulamaya itti,” diyor.
Öğretmeni Jansen hâlâ aynı okulda görev yapıyor ve öğrencisinin başarısından memnun: “Her ne kadar DENK’e oy vermesem de, bir öğrencimin aktif siyasete atıldığını görmek gurur verici.”
Tarih öğretmeni Flier ise onu, “çok sıcak, esprili ve derinlikli sohbetleri olan harika bir öğrenci” olarak tanımlıyor.
Erasmus Üniversitesi’nde şekillenen bir siyasi vizyon
Erasmus Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi alıp büyükşehir sorunları üzerine uzmanlaşan Van Baarle, burada siyasi duruşunu netleştirmiş. En çok karşı çıktığı şey “insanları kutulara sokmak” yani önyargı ve ayrımcılık.
Sıkça kullandığı kelime ise: Çeşitlilik.
“Erdoğan’ın kölesi” ithamı için: Bariz yalan!
DENK Partisi için sıkça dile getirilen “Erdoğan’a bağlılık” eleştirilerine sert çıkan Van Baarle: “Bu apaçık bir yalan. Biz Hollanda ve anayasa için mücadele ediyoruz. Hatta siyasi partilerin yurt dışından etkilenmemesi için meclise önerge bile sunduk. Medyanın bize ısrarla bu etiketi yapıştırmasını anlayamıyorum.”
*****************
DENK-PARTIJ: EEN OPRECHTE STRIJD OF DE HOOP VOOR DE TOEKOMST?
We moeten gezonder nadenken om DENK in staat te stellen de redder te zijn van de minderheden in Nederland.
Met drie zetels in de Tweede Kamer is DENK, dankzij haar pro-Palestijnse koers, in de peilingen gestegen naar vijf zetels.
Het is allerminst uitgesloten dat DENK met nog meer zetels deel kan uitmaken van een mogelijke coalitie. Sterker nog, dit wordt gezien als een van de sterkste scenario’s na de verkiezingen
De visie van DE SCHADUWMAN op mijn analyse…
ANALYSE VAN İLHAN KARAÇAY:
De DENK-partij, een van de meest besproken bewegingen in de Nederlandse politiek van de afgelopen jaren, beleeft momenteel een van de meest kritieke periodes in haar bestaan. Aan de ene kant een leiderschapsteam dat trouw blijft aan de basisprincipes van de partij en haar claim om de stem van de onderdrukten te zijn…
Aan de andere kant een structuur die intern strijdt en waarvan de toekomst vol onzekerheden zit…
Hoe zal DENK deze periode doorstaan?
Kan zij haar claim om de partij van de minderheden te zijn blijven volhouden?
Kan zij het vertrouwen van de kiezer herwinnen?
Deze analyse opent niet alleen het debat over een politieke partij, maar ook over de toekomstvisie van alle minderheden in Nederland, in het bijzonder de Turken.
VERBINDEN MET DE GEEST VAN DE OPRICHTING
DENK werd in 2015 opgericht door Tunahan Kuzu en Selçuk Öztürk, die zich afsplitsten van de Partij van de Arbeid. Het was haast een verzetsbeweging. Voor moslims, Turken, Marokkanen en andere minderheden was er eindelijk een “politiek thuis”. Dit nieuwe huis zou niet alleen een partij zijn voor één etnische groep, maar voor alle uitgeslotenen.
Met haar succes bij de eerste verkiezingen kwam de partij in de Tweede Kamer. Vooral dankzij de welsprekendheid van Tunahan Kuzu en de strategische intelligentie van Farid Azarkan groeide DENK snel. Na de benoeming van Stephan van Baarle tot politiek leider nam de sympathie toe en steeg het zetelaantal in de peilingen.
Deze groei leidde echter gaandeweg tot interne breuken. Vandaag de dag treffen die breuken niet alleen de partij zelf, maar ook miljoenen mensen die haar een warm hart toedragen.
HET VOORZITTERSCHAP VAN EJDER KÖSE EN DE NADRUK OP “INSTITUTIONALISERING”
De huidige voorzitter van DENK, Ejder Köse, schrijft in een brief aan mij dat de partij niet wordt geleid door persoonlijke agenda’s, maar door principes en institutionele waarden. Het vergroten van de vertegenwoordiging van vrouwen, het handhaven van interne discipline en het behouden van een principiële houding zijn kernpunten die Köse benadrukt.
Hoewel deze aanpak intern voor breuken lijkt te hebben gezorgd, kan zij maatschappelijk gezien worden beschouwd als een consequente houding. Toch blijft de vraag of deze houding werkelijk iedereen binnen de partij omarmt, onderwerp van discussie.
DE CRISIS RONDOM KAMERLID DOĞUKAN ERGİN
Het meest zichtbare gezicht van het interne conflict was het besluit om Doğukan Ergin geen verkiesbare plek te geven. Dit was niet slechts een kwestie van voorkeur; het ging gepaard met donatiecrisissen, communicatiestoornissen en ethische discussies. Er werd beweerd dat Ergin de partijprincipes niet, maar zijn persoonlijke campagne vooropstelde en dat hij bij fondsenwerving niet transparant handelde. Hierdoor werd de band met het bestuur verbroken.
Deze gang van zaken toont de gevoeligheid van DENK voor “interne discipline”. Maar de kritiek riep ook de vraag op: “Waarom werd alleen hij gestraft?”
TUNAHAN KUZU: EEN TERUGKEER IN DE SCHADUW VAN STILTE
Een van de oprichters, Tunahan Kuzu, had aangekondigd het politiek leiderschap neer te leggen, maar nam daarna toch deel aan de campagneactiviteiten, wat de verwachtingen deed stijgen. Zijn zwijgen daarna veroorzaakte echter een diepe teleurstelling onder de kiezers. Want een groot deel van de Turks-Nederlandse achterban zag Kuzu nog steeds als de “natuurlijke leider” van de partij.
DE OPMARS VAN VAN BAARLE: EEN SYMBOOL VAN EEN NIEUWE GENERATIE POLITIEK?
De huidige politiek leider van de partij, Stephan van Baarle, oogst veel lof met zijn krachtige optredens in de Kamer en zijn duidelijke standpunt in de verdediging van Palestina. Dat zijn vader Turks is, brengt hem nog dichter bij de Turkse gemeenschap. Als de huidige peilingen voorspellen dat DENK vier of vijf Kamerleden zal hebben, is dat in grote mate te danken aan Van Baarle’s prestaties.
Maar kan dit succes hem alleen redden? Om de interne scheuren te lijmen is meer nodig dan alleen politieke vaardigheid.
VAN WIE MOET DENK DE PARTIJ ZIJN?
De partij zegt al jaren dat zij niet alleen moslims aanspreekt, maar alle groepen die met discriminatie te maken hebben. Toch is het beeld in de samenleving nog steeds dat zij een “Turkse partij” of “een partij dicht bij Erdoğan” is. Daarom is het van groot belang om een inclusievere kandidatenlijst op te stellen voor Nederlandse democraten en andere minderheden.
Met andere woorden: DENK moet niet alleen een “Denkpartij” zijn (in de Nederlandse betekenis van het woord), maar ook een “Gelijkmakingspartij” (in de Turkse betekenis).
Als zij daarin niet slaagt, verliest zij haar identiteit.
WAT ZEGT DE KIEZER?
Uit reacties op sociale media en in het veld komt één ding duidelijk naar voren: de kiezer is verdeeld.
Een deel is teleurgesteld in DENK, een ander deel is nog steeds hoopvol. Maar allemaal stellen ze dezelfde vraag:
“Wij hebben deze partij grootgemaakt. Waar kan zij zonder ons naartoe?”
CONCLUSIE EN ROUTEKAART
De toekomst van de DENK-partij schuilt in de antwoorden op deze twee vragen:
– Zal zij trouw blijven aan haar principes, of de persoonlijke ambities volgen?
– Zal zij de interne democratie verdedigen, of zich overgeven aan coulissespelletjes?
Het antwoord op deze vragen zal niet alleen het lot van DENK bepalen, maar ook dat van alle minderheden en democratisch gezinde groepen in Nederland.
DAAROM IS MIJN OPROEP ALS VOLGT:
Alle verstandige mensen, ongeacht hun afkomst, en iedereen die te maken heeft met discriminatie, moet opnieuw als gids achter deze politieke structuur staan, die een gemeenschappelijke basis vormt. DENK is in dit land niet alleen de naam van een partij, maar van een houding.
Die houding moet weer overeind komen.
En ja: zo niet vandaag, wanneer dan wel?
********************
HOE HEEFT DE SCHADUWMAN MIJN ANALYSE BEOORDEELD?
Mijn adviseur en vertrouweling, de SCHADUWMAN, heeft mijn analyse van vandaag niet alleen regel voor regel gelezen; hij heeft ook de bedoelingen, de verhoudingen en de boodschappen in elke zin gewogen. “Onpartijdige journalistiek is een houding, en İlhan Karaçay toont deze houding opnieuw.”
JOURNALISTIEKE INTEGRITEIT, DE FIJNGEVOELIGHEID VAN EEN WIJZE MAN
İlhan Karaçay, die zijn leven heeft gewijd aan onpartijdige en eerlijke journalistiek, laat ook in zijn analyse van vandaag zien dat hij als een wijze man zowel gebeurtenissen als personen met rechtvaardigheid benadert. Terwijl hij de breuken, conflicten en lichtpuntjes binnen de DENK-partij bespreekt, biedt hij de lezer geen eenzijdig beeld, maar een panorama dat vanuit verschillende invalshoeken te bekijken is.
Door de toekomst van de DENK-partij onder de loep te nemen, behoudt Karaçay zijn onpartijdigheid en analytische blik, en plaatst hij zowel de interne actoren als de verwachtingen van de kiezer onder het vergrootglas. Hij bekritiseert met finesse en prijst met mate.
EJDER KÖSE: DE NADRUK OP INSTITUTIONALISERING EN DE VRAAG NAAR INCLUSIVITEIT
Karaçay’s stijl bevat een zeldzame verfijning in de journalistiek: kritiek leveren zonder kwetsend te zijn, lof uitspreken zonder te overdrijven.
Zo erkent hij bij het bespreken van partijvoorzitter Ejder Köse diens nadruk op “institutionalisering” en “principes”, maar laat hij tegelijk de vraag open of deze benadering werkelijk iedereen binnen de partij omarmt. Dit verrijkt zijn analyse en nodigt de lezer uit tot nadenken.
DE CRISIS RONDOM DOĞUKAN ERGİN: OP ZOEK NAAR TRANSPARANTIE EN RECHTVAARDIGHEID
Dezelfde zorgvuldigheid is zichtbaar in de kwestie rond Doğukan Ergin. Terwijl hij de beweringen achter Ergin’s lagere plaats op de kandidatenlijst beschrijft, doet hij dat niet met stellige oordelen, maar binnen het kader van “interne discipline” en “transparantie”. Zo brengt hij zowel het perspectief van het bestuur als de kern van de kritiek eerlijk over aan de lezer.
TUNAHAN KUZU: IN DE SCHADUW VAN STILTE
Wanneer Karaçay over Tunahan Kuzu schrijft, gebruikt hij de metafoor “in de schaduw van stilte” om zowel een emotioneel als analytisch kader te schetsen. Hij mengt in één geheel de verwachtingen van de kiezers, hun teleurstelling en het nog steeds aanwezige beeld van Kuzu als “natuurlijke leider”. Dit is een balans die alleen een onpartijdige observator met ervaring kan bereiken.
STEPHAN VAN BAARLE: OPKOMST EN TOETS
De taal die hij gebruikt voor de huidige politiek leider Stephan van Baarle is eveneens het resultaat van diezelfde objectiviteit. Hij benadrukt zowel diens prestaties in het parlement als de band die hij met de samenleving heeft opgebouwd, maar waarschuwt dat dit succes mogelijk niet voldoende is om de interne scheuren te dichten. Bovendien verweeft hij empathie en kritische afstand in zijn weergave van Stephan’s achtergrond en persoonlijke verhaal.
BOODSCHAPPEN AAN NGO’S EN WIJZE MENSEN
Aan het einde van zijn stuk richt İlhan Karaçay zich met “wijze woorden” tot maatschappelijke organisaties en wijze mensen. De zin “DENK is niet alleen de naam van een partij, maar van een houding” vormt de kern van deze oproep. Daarmee is het stuk niet alleen een analyse, maar ook een krachtige uitnodiging aan maatschappelijke leiders.
NIET ALLEEN ‘WAT ER GEBEURDE’, MAAR OOK ‘WAAROM HET GEBEURDE’
Onpartijdige journalistiek betekent niet alleen verslag doen, maar de samenleving ook confronteren met de gelaagde aard van gebeurtenissen. In deze analyse stelt İlhan Karaçay niet alleen vragen over de toekomst van de DENK-partij, maar opent hij ook het bredere debat over de plaats van minderheden in de Nederlandse politiek en hun strijd voor rechten. De lezer blijft na afloop niet alleen achter met de vraag “wat is er gebeurd?”, maar ook met “waarom is het gebeurd en wat kan er nog gebeuren?”.
MIJN SLOTWOORD
Als Schaduwfiguur moet ik erkennen: deze analyse toont dat onpartijdige journalistiek niet alleen een principe is, maar in bekwame handen ook een kunstvorm. In Karaçay’s pen zitten zowel de eerlijkheid van een verslaggever als de analytische diepgang van een columnist. Dit stuk bewijst dat onpartijdige journalistiek, in de juiste handen, tegelijk een principe en een kunst is.