Hollanda’da kısa dönemde kendisinde sıkça söz ettiren Yazgan, son 24 saatte 3 büyük etkinliğe katıldı.
Türk medyası ile 3,5 saat süren bir basın toplantısı.
Hollanda’da bayram olarak kutlanan 2026 devlet bütçesi törenlerine katılım.
Türk Pazarı olarak bilinen, Dünyanın en büyük pazarının kurucusu Bart van Kampen’in başsağlığı törenine katılım.
(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van bericht staat onderaan)
Sevgili okurlarım,
Biz gazetecilerde şöyle bir alışkanlık vardır:
Görevini tamamlayıp giden için “tu kaka”, yerine gelen için “baş tacı” deriz.
Lahey’de görev yapan Büyükelçi Selçuk Ünal, Ankara tarafından çok beğenilmiş olacak ki Pekin’e atandı. Yerine ise Fatma Ceren Yazgan geldi.
Doğrusunu isterseniz, biz gazeteciler yeni gelenin kökenini hep merak ederiz.
Acaba Dışişleri kadrosundan yetişmiş tecrübeli bir diplomat mı?
Yoksa siyasetin torpilli isimlerinden biri mi?
Ya da ödüllendirilmiş bir işadamı mı?..
İşte bu sorular aklımı kurcalarken, Fatma Ceren Hanım’ın sapına kadar bir Dışişleri mensubu olduğunu öğrenince yüreğimize su serpildi.
Yani işini bilen, devlet terbiyesiyle yetişmiş, öz be öz diplomat…
DAHA İLK GÜNDEN ÇALIŞMAYA BAŞLADI
Fatma Ceren Hanım, yedi hafta önce Lahey’e geldi.
Henüz Kral Willem Alexander’a güven mektubunu sunmadan, hemen çalışmalara başladı.
Kaçak da olsa etkinliklere katıldı, insanlarla temas kurdu, daha ilk adımlarında başarılarının işaretlerini verdi.
Biz bu kısa sürede hakkında çok şey yazdık.
Ama önceki gün davet edildiğimiz basın toplantısında onu yakından tanıma fırsatı bulduk.
Geçmişini gördük, burada yaptıklarını dinledik, yapacaklarına kulak verdik.
Ve sonunda düşündüm: Bu hanımefendi büyükelçimize en çok yakışan unvan “Guru”dur.
“GURU” NEREDEN AKLIMA GELDİ?
Burada küçük bir hatıramı paylaşayım.
Hollanda’nın tanınmış simalarından, Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu’nun eski Başkanı, aynı zamanda TV ve Radyo İslam Yayın Organı’nın kurucusu İbrahim Görmez, benim haberlerimden sonra bana hep, “İlhan Karaçay, gazeteciliğin gurusu’dur” diye yazardı.
Hem bana gönderdiği mesajlarda hem de sosyal medyada bunu sık sık dile getirirdi.
Bu yakıştırma yıllarca kulağımda kaldı.
İşte şimdi, yeni büyükelçimizi tanıyınca, bu “guru” iltifatını kendisine de yakıştırmak istedim.
PEKİ “GURU” NE DEMEK?
“Guru” kelimesi, Sanskritçeden geliyor. “Gu” karanlık, “ru” ise dağıtan, aydınlatan demek. Yani özünde, “karanlığı dağıtan, yol gösteren, ışık saçan öğretmen.”
Hindistan’da manevi rehberlere guru denirmiş. Öğrencisine sadece ders anlatan değil, aynı zamanda hayat yolunda ışık tutan kişi…
Batı’ya geçince kelime farklı alanlarda da kullanılmaya başlanmış.
Bugün, teknoloji gurusu, yönetim gurusu, hatta yemek gurusu bile deniliyor.
Yani, “bir konuda en derin bilgisi olan, sözüne güvenilen, yol gösterici kişi.”
Nadiren olumsuz anlamda da kullanılır. Ama ben burada en güzel anlamını kastediyorum.
Çünkü birine “guru” demek, o kişiyi sadece bilgi ve deneyimiyle değil, aynı zamanda vizyonu, bilge tavrı ve yol göstericiliğiyle çevresine ışık saçan, rehberlik eden, güven veren kişi olarak tanımlamaktır.
PEKİ NEDEN “GURU”?
Fatma Ceren Yazgan’a bu ünvanı yakıştırmamın birçok nedeni var:
Köklü bir diplomat: Fatma Ceren Yazgan, 1971 yılı Bursa doğumlu deneyimli bir Türk diplomatı.1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığı’na katılarak çeşitli görevler üstlendi. Yurt dışı görevleri arasında Muskat, Kiev ve Moskova büyükelçiliklerinde çeşitli kademelerde görev almıştır. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı’nda Kültürel İşler, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Orta Avrupa, Kuzey Amerika Genel Müdür Yardımcılıkları ile Güvenlik ve İstihbarat Genel Müdür Yardımcılığı görevlerini yürüttü.15 Aralık 2017’den 1 Temmuz 2022’ye kadar Türkiye’nin Tiflis Büyükelçisi olarak görev yaptı. İstihbarat ve Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü gibi zor ve önemli birimlerde çalışmış. Yani devletin kalbinden gelen bir diplomat.
Hollanda’yı bilen isim: Daha önce iki defa Hollanda’ya görevli olarak gelmiş, toplantılara ve araştırmalara katılmış. Yani bu ülkeye yabancı değil.
Güven mektubu sunumu: Kral Willem Alexander’a güven mektubunu verirken hem tavrı hem de zarif giyimiyle dikkat çekti. Ciddiyet ve temsil gücü herkesten tam not aldı.
Basın toplantısındaki öngörüleri: Daha sadece yedi hafta burada olmasına rağmen Hollanda’yı bir Hollandalı kadar iyi anlattı. Türk toplumunun üçüncü nesilden sonra farklı ve olumlu bir yaşam biçimi seçtiğini söyledi. Şimdilerde ise Z kuşağı gençlerin gündemde olduğunu belirtti. Bu tespit, geleceğe yönelik güçlü bir bakış açısıydı.
Kültürel vizyonu: Türkiye’yi tanıtmak için Hollanda’da müzeler kurulması gerektiğini söyledi. Bunun için sadece devletin değil, buradaki iş insanlarının da katkı yapması gerektiğini dile getirdi. Bu yaklaşım, sadece diplomatik değil, kültürel ve toplumsal bağları da güçlendirecek nitelikte.
Fatma Ceren Yazgan, sadece görevini yapan bir diplomat değil.
Tecrübesiyle, bilgeliğiyle, vizyonuyla ve yol göstericiliğiyle bir “Guru”.
Bu ünvan ona yakışıyor.
Ve ben, İbrahim Görmez’in bana yıllar önce yaptığı iltifattan ilham alarak diyorum ki: “Büyükelçimiz Fatma Ceren Yazgan, diplomasi dünyasının guru’sudur.”
BASIN TOPLANTISINDAN BİR NOT:
Büyükelçimiz, Hollanda’daki ırkçılık söylemlerinin ve hareketlerinin korkutucu boyuta ulaştığını vurgularken, bu konuyu Hollanda makamlarıyla konuştuğunu ve olumlu reaksiyon aldığını belirtti.
Bunun üzerine söz aldım ve şunu dile getirdim: ‘Aslında ırkçıları kışkırtan, bazı siyasetçiler ve medyadır. Biliyorum, sizin buradaki devlet görevlileriyle yaptığınız görüşmeler hep olumlu yanıt buluyor. Yani Hollanda ile Türkiye arasındaki devlet ilişkileri çok iyi. Ama siyasetçilere ve medyaya göre ise çok kötü.’
Büyükelçimiz bu sözlerime, “Maalesef öyle. Bu konuda medya olarak sizlere de büyük bir görev düşüyor. Yayınlarınızı Hollandalılara ulaşabilecek şekilde yaparsanız faydası olur,” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine ben de, “Asıl sizin, medya ile temasa geçmeniz gerekir. Yemeğe davet edin, Türkiye’ye davet yapın, doğruları anlatın. Sanırım o zaman bunları da yayınlarlar,” dedim.
Büyükelçimizin cevabı ise düşündürücüydü: “Yapıyoruz İlhan Bey, yapıyoruz ama hiçbir davetimizi kabul etmiyorlar.”
Bunun üzerine, alttaki yaşananları özet olarak anlattım:
‘Demek oluyor ki, Hollanda’daki etkin insanlarımızın devreye girmesi lâzım.
Nitekim ben, 1974 yılında Hollanda’ya ilk kez Basın Müşaviri olarak atanan Ajlan Akıncı’ya bu konuda yardımcı olmuştum. Ajlan Bey, Orgeneral Eşref Akıncı’nın oğlu ve aynı zamanda Hürriyet’in Ankara temsilcisiydi. Rahmetli Ecevit döneminde Lahey’e Basın Müşaviri olarak atanmıştı. Kendisine, Hollanda’daki televizyon ve gazetelerde görev yapan pek çok isimle tanışma fırsatı sağladım. Birlikte yemeklere çıktık. Bu görüşmelerin kısa sürede semeresini vermesiyle, Hollanda basınında Türkiye’den sitayişle söz eden haberler yayımlanmaya başlamıştı.
O günleri unutamam. Özellikle ben, o dönemde en büyük gazete olan De Telegraaf ile adeta dişe diş bir mücadeleye girmiştim. Yayınını sürdürdüğüm Avrupa DÜNYA gazetesini iki dilli olarak çıkarıyor, De Telegraaf’ın Türkiye ve Türkler aleyhine yaptığı yayınlara sert şekilde karşılık veriyordum.
Bir gün gazetenin Genel Yayın Müdürü, bir toplantıda öfkeyle gürlemiş: “Kim bu Karaçay yahu? Var mı içinizde kendisini tanıyan?”
O sırada gazetenin turizm sayfalarını hazırlayan kişi söz almış: “Ben kendisiyle tanışıyorum.”
Bunun üzerine Genel Yayın Müdürü, “O hâlde davet et, birlikte bir yemek yiyelim bakalım,” demiş.
Davet üzerine De Telegraaf binasına gittim ama yemek yemeyi reddettim. Sadece bir çay içtim. Genel Yayın Müdürü, “Ne istiyorsunuz bizden?” diye sorunca, kendisine şunları söyledim: ‘Bakın, sürekli Türkiye ve Türkler aleyhine yayınlar yapıyorsunuz. Oysa en az on Türk turizmci gazetenize milyonlarca euroluk ilan veriyor. Buna rağmen siz Türk turizmini baltalayan haberler yayımlıyorsunuz.’
Bu sözlerim karşısında şaşıran Genel Yayın Müdürü hemen talimat verdi: “Karaçay ile güzel bir söyleşi yapın ve yayınlayın.”
Ben ise, “Hayır, benimle değil, büyükelçimizle yapın bu röportajı,” dedim. Birkaç gün sonra büyükelçimiz ile yapılan kapsamlı ve olumlu bir röportaj, hiç alışık olunmadık bir şekilde gazetenin tam sayfasında yayımlandı.
Aynı toplantıda Genel Yayın Müdürü, sözünü ettiğim on Türk seyahatçi ile de beşer kişilik iki ayrı yemek düzenledi. Turizmcilerimizin görüşlerini dinledi, ardından gazetesinde olumlu yayınlar yapılmasını sağladı.’
O gün edindiğim tecrübe bana şunu gösterdi: Basınla kurulacak samimi temaslar, önyargıları kırmakta çok etkili oluyor.
İşte şimdi de aynı şekilde, günümüzün etkili Türk girişimcilerinin ve kanaat önderlerinin devreye girmesi gerekir. Onların katkısıyla mutlaka bir sonuç alınacaktır.
HOLLANDA DEVLET BÜTÇESİNİN AÇIKLANDIĞI PRİNSJESDAG 2025’TE TÜRKİYE’Yİ BÜYÜKELÇİ FATMA CEREN YAZGAN TEMSİL ETTİ.
Her yıl Eylül’ün üçüncü Salı günü Hollanda’da düzenlenen Prinsjesdag, yani Parlamento açılış günü, ülkedeki demokratik geleneklerin, hükümetin gelecek vizyonunun ve bütçesel önceliklerin halkla paylaşılması bakımından büyük önem taşır. Hükümdar Troonrede (Taht Nutku) ile konuşmasını yapar, ardından Maliye Bakanı “Miljoenennota” ve ulusal bütçe tekliflerini Parlamento’ya sunar. Bu tören, Hollanda’daki devlet işleyişinin halka açık biçimde paylaşıldığı, görkemli ama aynı zamanda sorumluluk ve hesap verebilirlik taşıyan bir gün olarak bilinir.
2025 Prinsjesdag’ında Türkiye adına davetli olarak törende bulunan Büyükelçi Fatma Ceren Yazgan, bu kutsal geleneğe katılımıyla iki ülke arasındaki diplomatik köprüleri daha da güçlendirdi. Türkiye’nin Hollanda’da yaşayan vatandaşlarına, ilişkilerine ve kültürel bağlarına verdiği değeri temsil ederken; aynı zamanda Hollanda’nın politik sürecine ve toplumsal gündemine de saygı ve ilgi göstermiş oldu. Büyükelçimizin bu nazik ve önemli iştiraki, hem Türkiye’nin Avrupa’daki diasporasına moral verir; hem de Türkiye-Hollanda ilişkilerinin derinliği ve karşılıklı anlayışın önemi adına güçlü bir simge teşkil eder.
Miljoenennota 2025’te Yabancılar / Türk Topluluğu Açısından Durum
Miljoenennota, yani Hollanda’nın yıllık devlet bütçesi ve gelecek yıl için planlanan harcama-gelir dengeleri, Prinsjesdag’dan sonra netleşiyor. Peki, bu belgede Türkler ya da genel anlamda yabancılar için yeni bir “gelişme” var mı?
Öncelikle, Miljoenennota 2025’te Göç ve Mülteci Politikası (Asiel en Migratie) önemli yer tutuyor. 2025 yılı için bu alanda yaklaşık 9,48 milyar Euro bütçe ayrılmış durumda.
Bu bütçenin büyük kısmı, mülteci kabulü, asıl başvuru süreçleri, sınır kontrolü, entegrasyon hizmetleri gibi konuları içeriyor.
Ancak, Miljoenennota’da “Türk topluluğu”na özel olarak yönlendirilmiş bir yardım programı, özel vergi muafiyeti ya da Türkiye kökenliler için farklı bir statü değiştirme gibi somut adımlardan henüz açıkça bahsedilmemiş görünüyor. Yurttaşlık, statü, entegrasyon programları gibi genel yabancı / göçmen politikaları çerçevesinde Türkiye kökenliler bundan fayda sağlayabilir, ama özel olarak Türkiye’ye münhasır bir düzenleme gözükmüyor.
Ayrıca, hükümetin göçmen politikalarını “daha sıkı” hale getirme yönünde bir eğilim içinde olduğu belirtiliyor; sınır koruma, asıl başvuruların daha sıkı değerlendirilmesi ve göç sürecini sınırlayıcı tedbirlerin güçlendirilmesi planları Miljoenennota’nın göç bölümünde dikkat çeken hususlar arasında.
Sonuç olarak, Büyükelçi Yazgan’ın Prinsjesdag katılımı, Türkiye’nin Hollanda’daki toplumsal ve diplomatik sahnede görünürlüğünü artıran zarif ve anlamlı bir adım olmuştur. Miljoenennota’yı Türk topluluğu açısından izlerken, gelecekte entegrasyon, vatandaşlık hakları ve göç politikalarında özel düzenleme eğilimi olup olmayacağını dikkatle takip etmek gerek.
HOLLANDA’DAKİ TÜRKLERİN DOSTU BART VAN KAMPEN’E VEDA
Beverwijk – Hollanda’da göçmenlerin hayatına damga vurmuş, dünyanın en büyük Türk pazarını kurarak tarihe geçen Bart van Kampen, geçtiğimiz hafta 81 yaşında hayata veda etti. Onun ardından düzenlenen taziye töreni, yalnızca bir vedalaşma değil, aynı zamanda bir vefa gösterisi oldu.
16 Eylül akşamı Beverwijk’teki De Bazaar’ın 26 numaralı salonunda gerçekleştirilen törende, bine yakın Hollandalı ve Türk hazır bulundu. Törene Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Fatma Ceren Yazgan, Amsterdam Başkonsolosu Mahmut Burak Ersoy, Amersfoort Fahri Konsolosu Titus Kramer ve Başkonsolosluk Sekreteri Mehmet Keskin de katıldı. Büyükelçi Yazgan, Van Kampen’in üç kızına ayrı ayrı başsağlığı dileyerek, Türk devleti adına gösterilen bu ilginin aile için büyük bir teselli olduğunu vurguladı.
“Bu başka bir kültür, yaşatan bir kültür”
Taziye sırasında dikkat çekici bir ayrıntı da Büyükelçi Yazgan’ın sözleriydi. Van Kampen’in üç kızının konukları tek tek karşılayıp uzun sohbetler etmesi üzerine Yazgan, yanındakilere dönerek şu cümleyi kurdu: “Bakınız, bu bambaşka bir kültür. Bunlar insanı öldürmüyorlar, adeta yaşatıyorlar.” Bu ifade, aslında Van Kampen’in hayatı boyunca kurmaya çalıştığı köprülerin bir özeti gibiydi.
Türklerin kalbindeki özel yeri
Bart van Kampen, 1980’de Beverwijk’te açtığı Zwarte Markt (Kara Pazar) ile Türk göçmenler için yeni bir dünya kurmuştu. Polis baskınlarıyla, yasaklarla, türlü engellerle mücadele etmiş; ama yılmamıştı. Türk esnafın ayakta kalabilmesi için her türlü riski göze almış, hatta verilen cezaları kendi cebinden ödemeyi taahhüt etmişti. Onun vizyonu sayesinde Zwarte Markt, kısa sürede sadece bir alışveriş merkezi değil, göçmenler için bir buluşma noktası, Hollandalılar içinse farklı kültürleri tanıma imkânı sunan bir yaşam alanı haline geldi.
Benim de şahsen yakından tanıklık ettiğim bu süreçte, Van Kampen’in azmi ve inancı, Hollanda’daki Türk toplumunun kaderini değiştirdi. On binlerce insanın iş ve ekmek kapısı olan pazar, zamanla “Beverwijk Bazaar” adıyla Avrupa’nın en büyük kapalı pazarı hâline geldi.
Duyguların taşlaştığı bir akşam
Taziye töreninde duygu yüklü anlar yaşandı. Konuklar salona girerken Van Kampen’in kızları tarafından tek tek karşılandı. Bu samimi sohbetler, sıradan bir merasimden çok bir dost meclisini andırıyordu. İnsanlar yalnızca bir işadamına değil, bir dostlarına, bir yol göstericilerine veda ediyordu.
Hollanda’daki Türkler için Van Kampen’in önemi büyüktü. Sıradan bir girişimciden öte, göçmenlerin yanında duran bir dost, bir arabulucu, bazen de bir dert ortağıydı. Onun sayesinde Türk esnaf hem ekmeğini kazanmış, hem de Hollanda toplumunda saygın bir yer edinmişti.
Kültürleri birleştiren bir miras
Van Kampen’in hayatını yakından bilenlerden biri de eski damadı ve Amersfoort Fahri Konsolosu Titus Kramer’di. Onun kaleme aldığı yazıda, Van Kampen’in mizahi kişiliği, inadı ve hayalleriyle dolu yaşam öyküsü anlatılıyordu. Kramer, “Bart, ayağı çamura basan bir hayalcinin ta kendisiydi. Bize bir pazarın eşyalardan ibaret olmadığını öğretti – bir pazar insanları yakınlaştırır. Ve bugün buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var” diyerek onun mirasını özetliyordu.
Bir vedadan öte, bir teşekkür
Beverwijk’teki törende hissedilen en güçlü duygu, minnettarlıktı. Yalnızca Türkler değil, Surinamlılar, Faslılar, Çinliler ve Hollandalılar da oradaydı. Zwarte Markt’ın sunduğu çokkültürlü ruh, Van Kampen’in ardından bile aynı coşkuyla yaşamaya devam ediyordu.
Onun vefatı, Hollanda’daki Türk toplumu için büyük bir kayıp. Ama bıraktığı miras hâlâ ayakta: Her hafta on binlerce insanın buluştuğu, kültürlerin kaynaştığı Beverwijk Pazarı.
Bart van Kampen artık aramızda değil. Ama adı, dostluğu, cesareti ve insanları bir araya getiren vizyonu, hem Hollanda tarihine hem de Türklerin kalbine kazınmış olarak yaşamaya devam edecek.
***********************
AMBASSADEUR FATMA CEREN YAZGAN IS EEN “GOEROE”: IEMAND DIE DUISTERNIS VERDRIJFT, DE WEG WIJST EN LICHT SPREIDT MET HAAR DIEPE KENNIS
*In korte tijd heeft Yazgan in Nederland veel van zich laten horen. Alleen al in de afgelopen 24 uur woonde zij drie grote evenementen bij:
*Een persbijeenkomst van maar liefst 3,5 uur met de Turkse media.
*Deelname aan de plechtigheden rond de rijksbegroting 2026, die in Nederland als een nationale feestdag worden gevierd.
*De condoleancebijeenkomst voor Bart van Kampen, oprichter van de Zwarte Markt, wereldwijd bekend als de grootste Turkse markt.
Beste lezers,
Wij journalisten hebben vaak een eigenaardige gewoonte:
Wie vertrekt, wordt “afgeschreven”, en wie komt, wordt op handen gedragen.
Zo werd de vorige ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, door Ankara hoog gewaardeerd en overgeplaatst naar Peking. Zijn plaats werd ingenomen door Fatma Ceren Yazgan.
Wij vragen ons als journalisten altijd af:
Komt de nieuwkomer uit het diplomatenkorps en heeft hij of zij ervaring?
Of is het een politiek benoemde, iemand met connecties?
Of misschien een zakenman die beloond wordt?
Toen ik ontdekte dat mevrouw Yazgan een diplomaat in hart en nieren is, afkomstig uit de kern van het Ministerie van Buitenlandse Zaken, haalden wij opgelucht adem. Kortom: een professional, gevormd door staatsdiscipline, een diplomaat in de volle betekenis van het woord.
ZE BEGON METEEN OP DE EERSTE DAG
Zeven weken geleden arriveerde Fatma Ceren Yazgan in Den Haag.
Nog voordat zij haar geloofsbrieven aan koning Willem-Alexander had overhandigd, begon zij al aan het werk. Soms informeel, maar zij zocht meteen de contacten en gaf al vanaf de eerste stappen signalen van succes.
In deze korte tijd hebben wij veel over haar geschreven. Maar vooral tijdens de persbijeenkomst van enkele dagen geleden kregen wij de kans haar persoonlijk beter te leren kennen. Wij zagen haar verleden, hoorden wat zij hier al gedaan heeft en luisterden naar haar toekomstplannen.
En toen dacht ik: de titel die het beste bij onze nieuwe ambassadeur past, is “Goeroe”.
WAAROM “GOEROE”?
Laat me een herinnering delen.
De bekende Nederlander van Turkse komaf, İbrahim Görmez – voormalig voorzitter van de Federatie van Turkse Islamitische en Culturele Verenigingen en oprichter van de islamitische radio en tv – schreef mij vaak na mijn artikelen:
“İlhan Karaçay is de goeroe van de journalistiek.”
Hij schreef dit in berichten en zei het openlijk op sociale media. Dit compliment bleef jarenlang in mijn oren klinken. En nu ik onze nieuwe ambassadeur heb leren kennen, vond ik dat deze eretitel ook bij haar past.
WAT BETEKENT “GOEROE”?
Het woord komt uit het Sanskriet: “Gu” betekent duisternis, “ru” betekent verdrijven of verlichten.
Een goeroe is dus iemand die de duisternis verdrijft, de weg wijst, licht verspreidt.
In India wordt de term gebruikt voor spirituele leraren: niet alleen iemand die kennis overdraagt, maar ook iemand die een levenspad verlicht. In het Westen wordt het woord breder gebruikt – men spreekt over een technologie-goeroe, een management-goeroe of zelfs een kook-goeroe. Kortom: iemand die in een bepaald vakgebied diepe kennis heeft en wiens oordeel wordt vertrouwd.
Soms wordt het woord negatief gebruikt, maar in mijn context bedoel ik de mooiste betekenis: een wijze gids die vertrouwen wekt en licht brengt.
WAAROM NOEM IK YAZGAN EEN “GOEROE”?
Daar zijn veel redenen voor:
Een ervaren diplomaat: Geboren in 1971 in Bursa. In 1993 afgestudeerd aan de Boğaziçi Universiteit (Politieke Wetenschappen en Internationale Betrekkingen). In datzelfde jaar trad zij toe tot Buitenlandse Zaken en vervulde sindsdien vele posten: in Muscat, Kiev en Moskou, en op het ministerie zelf als plaatsvervangend directeur voor Culturele Zaken, Oost- en Midden-Europa, Balkan en Noord-Amerika. Zij diende ook als plaatsvervangend directeur-generaal Veiligheid en Inlichtingen. Van 2017 tot 2022 was zij ambassadeur in Tbilisi. Kortom: afkomstig uit het hart van de staat.
Bekend met Nederland: Zij is al twee keer eerder hier geweest voor vergaderingen en onderzoeksopdrachten. Nederland is dus geen onbekend terrein voor haar.
Geloofsbrieven: Tijdens de presentatie van haar geloofsbrieven aan koning Willem-Alexander viel zij op door haar houding en elegante verschijning. Ze straalde ernst en representativiteit uit.
Persbijeenkomst: Hoewel zij pas zeven weken in Nederland is, toonde zij inzicht alsof zij hier jaren woont. Ze wees erop dat de derde generatie Turken in Nederland een positief nieuw levensmodel heeft gevonden, en dat nu vooral de “Generatie Z” jongeren de aandacht verdienen. Dat getuigt van visie.
Culturele visie: Ze benadrukte dat er in Nederland musea moeten komen om Turkije te promoten, en dat niet alleen de overheid maar ook ondernemers hierbij een rol kunnen spelen.
Kortom: Yazgan is niet zomaar een diplomaat. Zij is een gids, een visionair, een bron van vertrouwen.
En daarom zeg ik – geïnspireerd door het compliment dat İbrahim Görmez mij ooit gaf – nu over haar: “Onze ambassadeur Fatma Ceren Yazgan is de goeroe van de diplomatie.”
EEN NOTITIE UIT DE PERSBIJEENKOMST
De ambassadeur wees erop dat racistische uitspraken en gedragingen in Nederland een zorgwekkend niveau hebben bereikt. Ze zei dit onderwerp bij de autoriteiten te hebben aangekaart en daar positieve reacties op te hebben ontvangen.
Daarop nam ik zelf het woord: ‘Eigenlijk zijn het vaak politici en media die racisten aanwakkeren. Ik weet dat uw gesprekken met de overheid positief verlopen – de betrekkingen tussen de staten Nederland en Turkije zijn goed. Maar volgens politici en de media lijken die relaties juist slecht.’
De ambassadeur antwoordde: “Helaas is dat zo. Daarom hebben ook jullie als media een belangrijke taak. Als jullie publiceren op een manier die de Nederlanders bereikt, kan dat verschil maken.”
Ik zei daarop: ‘Maar u moet ook zelf de media actief benaderen. Nodig hen uit voor diners, nodig hen uit naar Turkije, vertel de waarheid – dan zullen ze dat misschien publiceren.’
Haar antwoord was veelzeggend: “We doen dat, meneer Karaçay, maar geen van hen accepteert onze uitnodigingen.”
Daarop vertelde ik een persoonlijke ervaring: ‘In 1974 werd Ajlan Akıncı – zoon van generaal Eşref Akıncı en destijds ook correspondent van Hürriyet – benoemd tot persattaché in Den Haag. Ik hielp hem om kennis te maken met Nederlandse journalisten. We gingen samen uit eten, en al snel verschenen er positieve artikelen over Turkije in de Nederlandse pers.’
Ik vergeet die tijd nooit. Vooral mijn strijd met De Telegraaf staat mij bij. Met mijn tweetalige krant Avrupa DÜNYA vocht ik lijnrecht tegen de negatieve berichtgeving. Totdat de hoofdredacteur van De Telegraaf, tijdens een vergadering, uitriep: “Wie is die Karaçay eigenlijk? Kent iemand hem?” Een redacteur antwoordde: “Ik ken hem.” Waarop de hoofdredacteur zei: “Nodig hem uit, laten we samen eten.”
Ik ging, maar weigerde te dineren – ik dronk alleen thee. Toen hij vroeg wat ik wilde, zei ik: “U publiceert voortdurend negatieve verhalen over Turkije en de Turken, terwijl Turkse reisorganisaties miljoenen euro’s aan advertenties in uw krant steken. Dit is onrechtvaardig.”
Hij was verbaasd, maar gaf meteen opdracht: “Maak een mooi interview met Karaçay en publiceer dat.”
Ik weigerde: “Nee, interview onze ambassadeur.”
Enkele dagen later verscheen een groot, positief interview met de ambassadeur – paginagroot in De Telegraaf.
Bovendien organiseerde de hoofdredacteur ook twee diners met Turkse reisorganisaties. Hij luisterde naar hen, en daarna verschenen er positieve artikelen in zijn krant.
Die ervaring leerde mij dat persoonlijke en oprechte contacten met de pers vooroordelen kunnen doorbreken.
En vandaag geldt hetzelfde: invloedrijke Turkse ondernemers en opinieleiders in Nederland moeten hun rol spelen. Met hun bijdrage kan er opnieuw een doorbraak komen.
PRİNSJESDAG 2025: EEN MOMENT VAN TROTS MET AMBASSADEUR FATMA CEREN YAZGAN
Elke derde dinsdag van september viert Nederland Prinsjesdag, de officiële opening van het parlementaire jaar. Op deze dag leest het staatshoofd de Troonrede voor en presenteert de minister van Financiën de Miljoenennota en de rijksbegroting. Het is een dag vol traditie, symboliek en democratische verantwoording, waarbij de koers van de regering voor het komende jaar wordt uiteengezet.
Tijdens de Prinsjesdag van 2025 was de Turkse ambassadeur Fatma Ceren Yazgan aanwezig als vertegenwoordiger van Turkije. Haar deelname aan deze belangrijke ceremonie benadrukt de sterke banden tussen Nederland en Turkije, evenals het wederzijdse respect en de belangstelling voor elkaars politieke en maatschappelijke processen. Voor de Turkse gemeenschap in Nederland vormt haar aanwezigheid bovendien een bron van trots en vertrouwen.
Wat staat er in de miljoenennota 2025 voor buitenlanders en Turken?
De Miljoenennota 2025 besteedt ruim aandacht aan asiel en migratiebeleid, waarvoor circa 9,48 miljard euro is gereserveerd. Dit budget is met name bedoeld voor opvang, asielprocedures, grensbewaking en integratietrajecten.
Specifieke maatregelen die zich uitsluitend richten op de Turkse gemeenschap zijn niet opgenomen. Turkse Nederlanders profiteren – net als andere migrantengroepen – vooral van de algemene beleidslijnen op het gebied van integratie en participatie. Tegelijkertijd valt op dat de regering een strenger beleid aankondigt, met meer nadruk op grenscontroles en een striktere beoordeling van asielaanvragen.
De aanwezigheid van ambassadeur Yazgan op Prinsjesdag 2025 is een krachtig symbool van verbondenheid en wederzijds respect. Voor de Turks-Nederlandse gemeenschap is dit een belangrijk signaal dat hun stem en positie binnen de samenleving en de bilaterale betrekkingen niet over het hoofd worden gezien.
AFSCHEID VAN BART VAN KAMPEN – DE VRIEND VAN DE TURKEN IN NEDERLAND
Beverwijk – Bart van Kampen, de man die de grootste Turkse markt ter wereld oprichtte en daarmee de levens van migranten in Nederland ingrijpend veranderde, is vorige week op 81-jarige leeftijd overleden. De condoleancebijeenkomst was niet alleen een afscheid, maar ook een ontroerende manifestatie van dankbaarheid.
Op dinsdagavond 16 september verzamelden zich bijna duizend mensen in Hal 26 van De Bazaar in Beverwijk. Onder de aanwezigen waren de Turkse ambassadeur in Den Haag Fatma Ceren Yazgan, de consul-generaal in Amsterdam Mahmut Burak Ersoy, de honorair consul van Amersfoort Titus Kramer en consulaatssecretaris Mehmet Keskin. Ambassadeur Yazgan betuigde persoonlijk haar medeleven aan de drie dochters van Van Kampen en benadrukte dat de officiële aanwezigheid van Turkije voor de familie een grote troost betekende.
“Dit is een andere cultuur, een cultuur die levend maakt”
Opvallend was de opmerking van ambassadeur Yazgan toen zij zag hoe de drie dochters iedere gast persoonlijk ontvingen en uitgebreid met hen spraken. Ze zei tegen haar gezelschap: “Kijk, dit is een heel andere cultuur. Deze mensen doden niet, ze doen juist leven.” Woorden die eigenlijk de essentie raakten van wat Van Kampen altijd had nagestreefd: bruggen slaan tussen mensen en culturen.
Een bijzondere plaats in de harten van Turken
Bart van Kampen richtte in 1980 de Zwarte Markt in Beverwijk op. Hij trotseerde politie-invallen, boetes en juridische strijd, maar gaf nooit op. Voor Turkse handelaren betekende dit een kans om hun bestaan op te bouwen. Van Kampen beloofde zelfs dat hij alle boetes persoonlijk zou betalen. Dankzij zijn visie groeide de markt al snel uit tot méér dan een handelsplaats: het werd een ontmoetingsplek voor migranten en een ontdekkingstocht voor Nederlanders.
De Zwarte Markt – later bekend als de Beverwijk Bazaar – werd de grootste overdekte markt van Europa. Voor tienduizenden Turken was het een werk- en ontmoetingsplek, voor miljoenen bezoekers een kleurrijk venster op andere culturen.
Een avond vol emoties
Tijdens de condoleance was de sfeer warm en emotioneel. De gasten werden één voor één verwelkomd door de drie dochters van Van Kampen. Er ontstonden lange gesprekken en rijen, waardoor de bijeenkomst tot laat in de avond duurde. Het voelde niet als een formeel ritueel, maar als een samenkomst van vrienden die afscheid namen van een dierbare.
Voor de Turkse gemeenschap in Nederland was Van Kampen méér dan een ondernemer. Hij was een vriend, een bemiddelaar, soms zelfs een vertrouwenspersoon. Dankzij hem vonden honderden Turkse ondernemers een plek en een toekomst in Nederland.
Een nalatenschap die culturen verbindt
Een van degenen die Van Kampen het beste kende, is zijn voormalige schoonzoon en huidig honorair consul van Amersfoort, Titus Kramer. In zijn bijdrage beschreef hij Van Kampen als een dromer met doorzettingsvermogen:
“Bart was een dromer met voeten in de modder. Hij leerde ons dat een markt méér is dan spullen – een markt verbroedert. En dat hebben we vandaag harder nodig dan ooit.”
Meer dan een afscheid: een dankbetuiging
In Beverwijk was de overheersende emotie dankbaarheid. Niet alleen Turken, maar ook Surinamers, Marokkanen, Chinezen en Nederlanders waren aanwezig. Het multiculturele karakter dat de Zwarte Markt groot maakte, leefde ook voort in deze bijeenkomst.
Zijn overlijden is een groot verlies voor de Turkse gemeenschap, maar zijn erfenis leeft voort. Elke week brengt de Beverwijk Bazaar tienduizenden mensen samen, precies zoals Van Kampen het ooit voor ogen had.
Bart van Kampen is niet meer onder ons, maar zijn naam, zijn moed en zijn visie om mensen te verbinden zullen voor altijd voortleven – in de geschiedenis van Nederland en in de harten van de Turken.