Hollanda İçişleri eski Bakanı’nın eşi olduğu için, Türk kuruluşlarının protokol listesinde bulunan bu siyasetçinin gördüğü lütuf, yurttaşlarımızı üzüyor.
Dün yayınladığım, Asala tarafından öldürülen Ahmet Benler haberinden sonra yurttaşlarımızın gündemine oturan bu siyasetçi, sözde ‘Ermeni Soykırımı’nın, Türk toplumu tarafından içselleştirilmesine çalışacağını belirtmişti.
Coşkun Çörüz isimli siyasetçi, bu davayı, ülkedeki Türk toplumu içinde en sert muhaliflere, örneğin Bozkurtlar
gibi milliyetçi gruplara karşı da savunmaya hazır olduğunu söylemişti.
(Haberin Hollandacası en sonda Nederlandse versie van het nieuws staat onderaan)
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da Türk toplumunun yakından tanıdığı bir isim olan, CDA (Hristiyan Demokratlar Birliği) partisinin eski milletvekili Coşkun Çörüz, yeniden gündemde. Nedeni ise, yıllar önce yaptığı ve sözde “Ermeni soykırımı”nın Hollanda’daki Türk toplumu tarafından “içselleştirilmesi gerektiğini” savunan açıklamaları.
Bu çıkışıyla büyük tepki çeken Çörüz’ün, Hollanda İçişleri eski Bakanı olan Judith Uitermark’ın eşi olması nedeniyle Türk kuruluşlarının bazı etkinliklerinde ön sıralarda yer alması, yurttaşlarımız arasında rahatsızlık yaratıyordu.
Coşkun Çörüz’ün eşi Judith Uitermark, şimdi düşük vaziyette olan Hollanda hükümetinde İçişleri Bakanlığı yapıyordu. Partisinin koalisyondan çekilmesi ile, kendisi de Bakanlıktan çekildi. Eşi Bakan olan Coşkun Çörüz de, Türk kuruluşları tarafından protokolün ön sıralarına alınmıştı. Üstteki fotoğraflarda, Lahey eski Büyükelçimiz Selçuk Ünal’ın da katıldığı DTİK’in yemekli toplantısından görüntüler var.
Üstteki fotoğraflarda da, aynı çift, Amsterdam’daki Türk Bilgi ve Belge Merkezi tarafından organize edilen Kadınlarımızın Yeri programında ve Yunus Emre Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantılarda görülüyor.
Türk toplumundan bazı temsilciler, “ASALA’nın katlettiği diplomatlarımızın hatırasına saygı duymayan, Türk milletine haksızlık eden bir siyasetçiye bu denli protokol lütfu gösterilmesi üzücü” diyerek tepkilerini dile getiriyor.
ASALA ŞEHİDİ AHMET BENLER ANMASI VE GÜNDEME GELEN TEPKİLER
Önceki gün, lanet olası ASALA terör örgütü tarafından şehit edilen, Lahey Büyükelçimiz Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler için düzenlenen anma töreni sırasında, bazı yurttaşlar bu konuyu yeniden gündeme getirdi.
Gazeteci olarak bana ulaşan birçok kişi, “Türk diplomatları katleden ASALA’yı kınamak yerine, Ermeni iddialarını meşrulaştıran bir Türk kökenli siyasetçinin onurlandırılması kabul edilemez” görüşünü paylaştı.
Yurttaşlarımız bu durumu, bir gazeteci olarak bana şikâyet edip duruyorlardı.
Ben ise bunu yazmaktan imtina ediyordum.
Ama, önceki gün, lanet olası ASALA tarafından öldürülen, Lahey Büyükelçimizi oğlu Ahmet Benler’in anma törenini yazarken bu konuya da değinmek istedim.
O günün anlamını bozmamak için, bu konuyu erteledim ve bugüne aldım.
“ERMENİ SOYKIRIMI” KONUSUNDAKİ AÇIKLAMALARI
Coşkun Çörüz’ün bu konudaki tutumu, 6 Ekim 2006 tarihinde Hollanda’nın Trouw gazetesinde Eildert Mulder imzasıyla yayımlanan bir röportajla netleşmişti.
Haberde, Çörüz şu ifadeleri kullanmıştı: “Hollanda toplumunda Ermeni soykırımı üzerine bir tartışma başlatmak istiyorum. 2004 yılında Hristiyan Birlik Partisi’nin önerisiyle Meclis’ten geçen ve 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak nitelendiren kararı herkesin kabul etmesi gerekir. Artık bu konuyu halka anlatmanın zamanı geldi.”
Çörüz, Türk toplumundaki en sert muhaliflere, özellikle de milliyetçi çevrelere karşı bu görüşü savunmaya hazır olduğunu da belirtmişti: “Bu zor bir tartışma olacak. Ama hedefim, Türk toplumunun 2004’teki kararı içselleştirmesi” diyen Çörüz, daha önce “namus cinayetleri” konusundaki tabuların da zamanla yıkıldığını hatırlatarak benzer bir sürecin Ermeni meselesinde de yaşanabileceğini savunmuştu.
TÜRK TOPLUMUNDAN GELEN ELEŞTİRİLER
Bugün Hollanda’daki Türk toplumu, bir yandan geçmişteki terör saldırılarıyla acısını yaşamaya devam ederken, diğer yandan kendi kökenlerinden gelen bir siyasetçinin bu tür söylemlerini derin bir hayal kırıklığıyla izliyor.
Yurttaşlar, “ASALA kurbanlarını anarken, bu cinayetleri unutturmaya çalışan, Türk milletini soykırımla suçlayan bir kişiye protokolde yer verilmesi hem etik hem de vicdani değildir” diyor.
Son olarak şunu söyleyebilirim: Hollanda’da uzun yıllar Türk toplumunu temsil ettiğini iddia eden Coşkun Çörüz’ün, geçmişte “Ermeni soykırımını Türklerin kabul etmesi gerekir” yönündeki sözleri, bugün hâlâ tepki çekmeye devam ediyor.
ASALA’nın kanlı saldırılarında hayatını kaybeden diplomatlarımızın hatırası tazelenirken, bu sözler yurttaşlarımızın hafızasında acı bir yara olarak duruyor.
Türk toplumunun beklentisi ise açık:
Tarihi çarpıtan ve Türk milletine iftira atan her türlü söylem karşısında sessiz kalınmaması, milli değerlerimize sahip çıkılması.
COŞKUN ÇÖRÜZ’ÜN SİYASİ KARİYERİ VE EŞİ JUDITH UITERMARK İLE YAŞAMI
2001–2012 yılları arasında Hollanda Temsilciler Meclisi’nde görev yapan Coşkun Çörüz, entegrasyon, güvenlik ve adalet konularında aktif rol oynamış bir siyasetçidir. Haarlem kentinde belediye meclis üyeliğiyle başlayan siyasi yaşamı, CDA saflarında ulusal düzeye taşınmıştır.
Eşi Judith Uitermark ise Hollanda siyasetinde ve kamu yönetiminde tanınmış bir isimdir. 2025’in geçen ayına kadar Hollanda İçişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş, partisi koalisyondan çekilince bakanlık görevinden ayrılmıştır.
Judith ve Coşkun çifti, 1990’lı yıllarda Haarlem Belediye Meclisi’nde tanışmış, kamu hizmetine olan ortak tutkuları onları hem mesleki hem de özel yaşamda birbirine yakınlaştırmıştır.
Uitermark, hukuk ve kamu yönetimi eğitimi alırken başladığı bu kariyerinde, “Kuralların insanlar üzerindeki etkisini anlamak istedim, kitaplar bana bunu öğretemezdi” diyerek halka dokunan bir yönetim anlayışını savunmuştur.
BAKALIM GÜNLER NE GETİRECEK?: ÇÖRÜZ’E SAMİMİ SÖZLERİM:
Coşkun Çörüz hakkında kaleme aldıklarım, elbette kendisi ve eşi için üzücü olacaktır. Ancak, Çörüz’ün, bizim için ‘sözde’ ama kendisi için ‘varit’ olan Ermeni soykırımı iddiasını açıkça dile getirmesi ve bunu medyaya da yansıtması, benim şimdi yazacak olduklarımı bağışlatacak cinstendir.”
Kendisi, yıllar boyunca hem Hollanda’daki Türk toplumu içinde tanıdığı kişiler, hem de yakın dostlarıyla saygıdeğer bir ilişki kurmuştur. Bu nedenle, yaptığı açıklamalar yalnızca beni değil, onu seven ve güvenen pek çok kişiyi de hayal kırıklığına uğratmıştır.
Dilerim ki, zamanın getireceği gelişmelere baktığında, söylediği sözlerin yol açtığı kırgınlıkları fark eder.
Ve umarım ki, bu yanlış değerlendirmesini düzeltecek yeni bir beyanıyla, incittiği gönülleri onarır, yeniden Türk toplumunun vicdanında yer bulur.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Coşkun Çörüz’ün yıllar önce dile getirdiği sözler, bugün hâlâ Hollanda’daki Türk toplumu arasında yankı bulmaya devam ediyor. Bu yankının nedeni yalnızca tarihî bir tartışma değildir. Esas mesele, bir Türk kökenli siyasetçinin, kendi toplumunun en derin acılarını ve haksızlığa uğramışlık duygusunu göz ardı etmesidir.
ASALA terörünün karanlık yıllarında, diplomatlarımızı hedef alan kanlı saldırıların acısı hâlâ tazeyken, bu saldırıların gölgesinde “soykırımın içselleştirilmesi” çağrısında bulunmak, sadece siyasi bir tercih değil, vicdani bir kopuştur.
Bizim için “sözde” olan bu iddialar, Çörüz için “varit” olabilir. Ama unutulmamalıdır ki, tarih, siyasetçilerin beyanlarıyla değil, milletlerin hafızasıyla yazılır. Türk milleti, yüz yıl önce yaşanan trajik olayların hesabını çoktan vicdanında vermiştir. Bugün yapılması gereken, bu acıları siyasete malzeme etmek değil, ortak bir geleceğe yönelmektir.
Coşkun Çörüz’ün bugünkü suskunluğu, geçmişteki sözlerinin ağırlığını azaltmıyor. Aksine, Türk toplumunda derin bir kırgınlık yaratmaya devam ediyor. Oysa ki, yıllar boyunca Türk toplumu içinde saygın bir konum edinmiş, dostluklar kurmuş bir isim olarak, ondan beklenen şey pişmanlık ya da savunma değil; gerçeği görme cesaretiydi.
Tarihin bu hassas sayfasında, bizler için önemli olan, kimin ne dediği değil, milletimizin onurudur. Çünkü biz, tarihimizi inkâr ettirmeyeceğiz, ama düşmanlık da üretmeyeceğiz. Gerçeği savunmak, kinle değil bilgiyle olur.
Coşkun Çörüz’ün bir gün bu gerçeği fark edeceğine ve kendi toplumunun vicdanında yeniden yer bulacağına inanmak istiyorum. Çünkü hiçbir siyasi kariyer, bir milletin onurundan daha değerli değildir.
—————————————————————————————————————-
——————————————————————————————————————— Yukarıdaki, okuyucu mektupları bölümünde, Coşkun Çörüz’ün söylemlerini referans olarak gösteren biri, Coşkun Çörüz’ün Türk kökenli bir Hollanda milletvekili olduğu belirtiliyor ve 1915 olaylarını ‘Ermeni soykırımı’ olarak tanıdığı ifade ediliyor.
Not: Protokol gereği, davetlerden eksik olmayan Coşkun Çörüz’ü, Ahmet Benler’i anma töreninde görmeyenler şaşırmamışlardır herhalde.
Hollanda medyasında Coşkun Çörüz hakkında yayınlanan haberlerde, birebir tercüme ile şunlar yazılıydı:
CDA MİLLETVEKİLİ CÖRÜZ: ŞİMDİ SOYKIRIM ÜZERİNE KONUŞMA ZAMANI HERKES 2004 TARİHLİ SOYKIRIM KARŞITI ÖNERGEYİ KABUL ETMELİ
Eildert Mulder – 6 Ekim 2006
CDA milletvekili Coşkun Çörüz, Hollanda toplumunda Ermeni soykırımı üzerine bir tartışma başlatmak istiyor.
Bu konuda çıkış noktası, 1915’te Ermenilere yapılan toplu katliamları soykırım olarak nitelendiren ve tüm Temsilciler Meclisi’nin desteklediği 2004 tarihli ChristenUnie önergesi.
Çörüz: “Hükûmet bu önergeyi benimsedi, Avrupa Parlamentosu da aynı şekilde kabul etti. Şimdiye kadar siyasi çevrelerde tartıştık, ama artık halkla konuşmanın zamanı geldi. Artık konuyu tabana taşımamız gerekiyor.”
Türk kökenli olan Çörüz, son üç haftadır Ermeni soykırımı konusundaki tartışmalar sırasında sessiz kalmıştı.
Ancak Trouw gazetesine yaptığı açıklamada, ChristenUnie’nin önergesinin tamamen arkasında olduğunu açıkça belirtiyor.
Çörüz, bu önergeyi, ülkedeki Türk toplumu içinde en sert muhaliflere, örneğin Bozkurtlar gibi milliyetçi gruplara karşı da savunmaya hazır olduğunu söylüyor.
Bu konunun “zor ve hassas bir tartışma” olacağını öngörüyor.
Amaç, Hollanda’daki Türk toplumunun 2004 tarihli önergeyi “içselleştirmesi”.
Çörüz, sert muhalifleri ikna etmenin de mümkün olduğuna inanıyor ve daha önce tabu konular olan namus cinayetleri üzerine yürütülen tartışmaları örnek gösteriyor.
Çörüz: “O zaman da pek çok tabu ve inkâr biçimiyle karşılaşıyorduk. Namus cinayetleri yoktur, çünkü din buna karşıdır, deniyordu. Oysa elbette vardı. Camileri işin içine katmak zordu, çünkü bu durumda suçun dine yükleneceği düşünülüyordu. Bazen uzun zaman alır, ama sonunda konu bir şekilde gündeme gelir. Geçen yıl Nieuwspoort’ta, namus cinayetleriyle mücadele için çok somut öneriler içeren bir eylem planı açıklandı. Bütün Diyanet camileri ve birçok kurum oradaydı.”
Çörüz, Ermeni soykırımı konusundaki tartışmanın da aynı biçimde yürütülmesini istiyor — yalnızca Ermeniler ve Türkler arasında değil, aynı zamanda Türkler arasında da.
Onun için hedef açıktır: 2004 tarihli soykırım karşıtı önergenin toplum tarafından kabul edilmesi.
ChristenUnie, geçtiğimiz haziranda bir yasa teklifi sundu. Bu teklif, soykırımı aşağılayıcı biçimde inkâr edenlere en fazla bir yıl hapis cezası öngörüyor.
Teklif, 1915’te Ermenilere yapılanları inkâr edenleri de kapsıyor.
Ancak ceza uygulanabilmesi için, inkârcıların nefret kışkırtması ya da insanları bilerek incitmesi gerekiyor.
Bunu sürekli yapanlar ise iki yıla kadar hapis cezası alabilecek.
Ayrıca, Coşkun Çörüz’ün, kendisine göre varit olan Ermeni Soykırımı konusunu, okul kitaplarına koydurmak için mücadele edeceği şeklinde beyanat verdiği de söyleniyor.
******************
EEN NEDERLANDSE POLITICUS VAN TURKSE AFKOMST DIE DE DADEN VAN LAFFE ASALA NEGEERT, KRIJGT KRITIEK: COŞKUN ÇÖRÜZ ONDER VUUR
Omdat hij de echtgenoot is van de voormalige Nederlandse minister van Binnenlandse Zaken, staat deze politicus op de protocollijsten van Turkse organisaties — iets wat veel van onze landgenoten stoort.
Na mijn bericht over Ahmet Benler, die door Asala werd vermoord, kwam deze politicus opnieuw in de belangstelling. Hij had eerder verklaard dat hij zou proberen de zogenaamde “Armeense genocide” door de Turkse gemeenschap te laten internaliseren.
Coşkun Çörüz, zoals deze politicus heet, zei dat hij deze zaak zelfs tegenover de meest felle tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap — zoals nationalistische groepen als de Grijze Wolven — zou verdedigen.
(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van het nieuws staat onderaan)
Geschreven door: İlhan KARAÇAY
Coşkun Çörüz, een naam die goed bekend is binnen de Turkse gemeenschap in Nederland en oud-parlementslid van de CDA (Christen-Democratisch Appèl), is opnieuw onderwerp van gesprek.
De reden is zijn uitspraken van jaren geleden, waarin hij betoogde dat de zogenaamde “Armeense genocide” door de Turkse gemeenschap in Nederland geaccepteerd en geïnternaliseerd moest worden.
De echtgenote van Coşkun Çörüz, Judith Uitermark, was minister van Binnenlandse Zaken in het inmiddels demissionaire Nederlandse kabinet.
Toen haar partij zich uit de coalitie terugtrok, legde zij haar functie neer.
Haar echtgenoot, Coşkun Çörüz, kreeg bij Turkse organisaties vaak een plaats op de eerste rij van het protocol. Op de foto’s hierboven zijn beelden te zien van het diner van DTİK, waaraan ook onze voormalige ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, deelnam.
Op de foto’s hierboven is hetzelfde echtpaar te zien tijdens het programma “De Plaats van Onze Vrouwen”, georganiseerd door het Turks Informatie- en Documentatiecentrum in Amsterdam, en tijdens bijeenkomsten georganiseerd door het Yunus Emre Instituut.
Deze uitspraak veroorzaakte destijds veel verontwaardiging. Het feit dat Çörüz, als echtgenoot van Judith Uitermark — voormalig minister van Binnenlandse Zaken van Nederland — bij Turkse evenementen een ereplaats kreeg, zorgde voor wrevel onder onze landgenoten.
Judith Uitermark bekleedde tot voor kort de functie van minister van Binnenlandse Zaken in het inmiddels demissionaire kabinet. Nadat haar partij zich uit de coalitie had teruggetrokken, nam ook zij ontslag.
Haar echtgenoot, Coşkun Çörüz, werd vervolgens door verschillende Turkse organisaties in de protocollaire ereplaatsen opgenomen.
Sommige vertegenwoordigers van de Turkse gemeenschap verklaarden: “Het is pijnlijk om te zien dat een politicus die geen respect toont voor de nagedachtenis van onze door ASALA vermoorde diplomaten en die de Turkse natie onrecht aandoet, met zoveel eer wordt bejegend.”
HERDENKING VAN ASALA-SLACHTOFFER AHMET BENLER EN DE REACTIES
Tijdens de herdenkingsceremonie voor Ahmet Benler, de zoon van onze vermoorde ambassadeur Özdemir Benler, die door de verdoemde terreurorganisatie ASALA werd vermoord, werd dit onderwerp opnieuw aangesneden.
Vele mensen namen contact met mij op en zeiden: “Het is onaanvaardbaar dat een politicus van Turkse afkomst, in plaats van de moorden van ASALA te veroordelen, de Armeense beweringen legitimeert en toch wordt geëerd.”
Onze landgenoten bleven deze kwestie bij mij aankaarten.
Ik had mij tot nu toe onthouden van het schrijven erover.
Maar toen ik het verslag maakte van de herdenking van Ahmet Benler, kon ik er niet langer omheen.
Om de betekenis van die dag niet te verstoren, stelde ik het uit — tot vandaag.
UITSPRAKEN OVER DE “ARMEENSE GENOCIDE”
Çörüz’ houding over dit onderwerp werd duidelijk in een interview dat op 6 oktober 2006 verscheen in de krant Trouw, geschreven door Eildert Mulder.
Daarin zei Çörüz: “Binnen de Nederlandse samenleving wil ik een discussie starten over de Armeense genocide. De motie van 2004, ingediend door de ChristenUnie en aangenomen door de Tweede Kamer, waarin de gebeurtenissen van 1915 als ‘genocide’ worden erkend, moet door iedereen worden geaccepteerd. Het is tijd om dit aan het publiek uit te leggen.”
Çörüz voegde eraan toe dat hij bereid was dit standpunt te verdedigen, zelfs tegenover de felste tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap, met name de nationalistische kringen: “Het zal een moeilijke discussie worden. Maar mijn doel is dat de Turkse gemeenschap de beslissing van 2004 internaliseert,” zei hij.
Hij verwees daarbij naar eerdere discussies over eerwraak en taboes die in de loop der tijd doorbroken werden — volgens hem zou hetzelfde moeten gebeuren met de Armeense kwestie.
KRITIEK UIT DE TURKSE GEMEENSCHAP
Vandaag de dag leeft de Turkse gemeenschap in Nederland nog steeds met het verdriet van de terreuraanslagen uit het verleden.
Dat juist een politicus van Turkse afkomst zulke uitspraken doet, wordt door velen ervaren als een bittere teleurstelling.
Landgenoten zeggen: “Terwijl we onze door ASALA vermoorde diplomaten herdenken, is het moreel en ethisch onaanvaardbaar dat iemand die deze misdaden relativeert en de Turkse natie van genocide beschuldigt, een ereplaats krijgt.”
Coşkun Çörüz, die jarenlang beweerde de Turkse gemeenschap in Nederland te vertegenwoordigen, blijft kritiek ontvangen op zijn uitspraken uit het verleden dat “de Turken de Armeense genocide moeten erkennen”.
Terwijl de herinnering aan onze diplomaten die door ASALA werden vermoord levend wordt gehouden, blijven zijn woorden als een pijnlijke wond bestaan in het geheugen van de gemeenschap.
De verwachting van de Turkse gemeenschap is duidelijk:
Er mag niet gezwegen worden tegenover elke poging om de geschiedenis te verdraaien of de Turkse natie te beledigen; onze nationale waarden moeten worden verdedigd.
POLITIEKE LOOPBAAN VAN COŞKUN ÇÖRÜZ EN ZIJN LEVEN MET JUDITH UITERMARK
Tussen 2001 en 2012 was Coşkun Çörüz lid van de Tweede Kamer, waar hij actief was op het gebied van integratie, veiligheid en justitie. Zijn politieke loopbaan begon in de gemeenteraad van Haarlem en bracht hem later op nationaal niveau binnen de CDA.
Zijn echtgenote, Judith Uitermark, is een bekende figuur in de Nederlandse politiek en publieke sector. Tot vorige maand was zij minister van Binnenlandse Zaken, maar nadat haar partij zich uit de coalitie had teruggetrokken, legde zij haar functie neer.
Judith en Coşkun leerden elkaar kennen in de jaren negentig, toen zij beiden actief waren in de gemeentepolitiek van Haarlem. Hun gezamenlijke toewijding aan publieke dienst bracht hen dichter bij elkaar — zowel professioneel als privé.
Uitermark, opgeleid in rechten en bestuurskunde, zei ooit: “Ik wilde begrijpen wat regels met mensen doen — dat leer je niet uit boeken.”
Daarmee onderstreepte zij haar streven naar een bestuur dat dichtbij de burger staat.
LATEN WE AFWACHTEN WAT DE TIJD ZAL BRENGEN:
MIJN OPRECHTE WOORDEN AAN ÇÖRÜZ
Wat ik over Coşkun Çörüz heb geschreven, zal ongetwijfeld pijnlijk zijn voor hem en zijn echtgenote.
Maar het feit dat Çörüz de – voor ons zogenoemde, maar voor hem ‘echte’ – Armeense genocide openlijk heeft uitgesproken en dit ook via de media heeft laten weerklinken, maakt wat ik nu schrijf volkomen te begrijpen.
Hij heeft jarenlang met respectvolle banden geleefd binnen de Turkse gemeenschap in Nederland en had vele goede vrienden. Daarom hebben zijn uitspraken niet alleen mij, maar ook velen die hem kenden en waardeerden, diep teleurgesteld.
Ik hoop dat Çörüz, wanneer hij in de toekomst op de ontwikkelingen terugkijkt, zal beseffen hoeveel harten hij heeft gekwetst.
En ik wens dat hij met een nieuwe verklaring, waarin hij zijn vergissing rechtzet, de beschadigde gevoelens weer zal helen en zijn plaats in het geweten van de Turkse gemeenschap zal terugvinden.
CONCLUSIE EN BEOORDELING
De uitspraken die Coşkun Çörüz jaren geleden deed, blijven vandaag de dag nog steeds resoneren binnen de Turkse gemeenschap in Nederland. De reden daarvoor is niet slechts een historisch debat, maar vooral het gevoel dat een politicus van Turkse afkomst de diepste emoties en het rechtvaardigheidsgevoel van zijn eigen gemeenschap heeft genegeerd.
Terwijl de pijn van de bloedige aanslagen van de terroristische organisatie ASALA nog steeds voelbaar is, wordt het als pijnlijk ervaren dat iemand in die context oproept om de zogenaamde “Armeense genocide” te aanvaarden en te internaliseren. Dat is niet enkel een politieke keuze, maar ook een morele verwijdering van de eigen wortels.
Voor ons blijft dit een zogenaamde genocide, maar voor Çörüz is ze blijkbaar waar. Toch mag men niet vergeten dat de geschiedenis niet wordt geschreven door politieke uitspraken, maar door het geheugen van volkeren. Het Turkse volk heeft al lang geleden met zijn geweten afgerekend over wat er honderd jaar geleden is gebeurd. Wat nu nodig is, is niet het politiseren van dat verleden, maar het bouwen aan een gezamenlijke toekomst.
De stilte van Coşkun Çörüz vandaag vermindert niet de zwaarte van zijn vroegere woorden. Integendeel, ze wekt nog steeds teleurstelling en verdriet binnen de Turkse gemeenschap. Van iemand die jarenlang gerespecteerd werd en vriendschappen opbouwde binnen die gemeenschap, werd niet spijt of verdediging verwacht, maar moed om de waarheid te erkennen.
In dit gevoelige hoofdstuk van de geschiedenis gaat het voor ons niet om wat iemand zegt, maar om de eer van ons volk. Wij zullen onze geschiedenis niet laten ontkennen, maar ook geen vijandschap zaaien. De waarheid verdedigen doe je niet met haat, maar met kennis.
Ik wil geloven dat Coşkun Çörüz op een dag dit inzicht zal krijgen en opnieuw een plaats zal vinden in het geweten van de Turkse gemeenschap. Want geen enkele politieke loopbaan is waardevoller dan de eer van een volk.
—————————————————————————————————————-
———————————————————————————————————————In de bovenstaande rubriek met lezersbrieven verwijst iemand naar de uitspraken van Coşkun Çörüz als referentie. Daarbij wordt vermeld dat Coşkun Çörüz een Nederlands parlementslid van Turkse afkomst is en dat hij de gebeurtenissen van 1915 heeft erkend als de ‘Armeense genocide’.
Noot: Volgens het protocol ontbreekt Coşkun Çörüz zelden bij officiële uitnodigingen.
Dat hij echter niet aanwezig was bij de herdenking van Ahmet Benler, zal waarschijnlijk niemand hebben verbaasd.
In de Nederlandse media stond over Coşkun Çörüz het volgende geschreven:
CDA-KAMERLID CÖRÜZ: NÚ PRATEN OVER GENOCIDE IEDEREEN MOET STRAKS ANTI-GENOCIDE-MOTIE UIT 2004 AANVAARDEN
door Eildert Mulder – gepubliceerd op 6 oktober 2006
CDA-Kamerlid Coskun Cörüz wil binnen de Nederlandse samenleving een debat op gang brengen over de Armeense genocide.
Uitgangspunt daarbij is de door de hele Tweede Kamer gesteunde motie van de ChristenUnie uit 2004, die de massamoorden op de Armeniërs in 1915 een genocide noemt.
Cörüz: „De regering heeft die motie overgenomen en het Europese parlement ook. Tot nu toe zijn we bezig geweest in politieke gremia maar nu is de tijd om de discussie met het publiek aan te gaan. De vertaalslag naar beneden moet er nu komen.”
Cörüz, zelf van Turkse komaf, heeft bij het tumult over de Armeense genocide in de afgelopen drie weken zijn mond niet opengedaan.
Maar tegen Trouw laat hij er geen twijfel over bestaan dat hij volledig achter de motie van de ChristenUnie staat.
Hij is bereid die motie ook te verdedigen tegenover de felste tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap, zoals de nationalistische Grijze Wolven.
Hij voorspelt een heikele discussie.
Doel daarvan moet zijn dat de Turkse gemeenschap in Nederland de motie van 2004 „verinnerlijkt.”
Cörüz is optimistisch over de mogelijkheid om ook felle tegenstanders te overtuigen en wijst op eerdere debatten over onderwerpen die beladen waren met taboes, zoals eerwraak.
Cörüz: „Ook daar kwam je allerlei taboes en vormen van ontkenning tegen. Er werd gezegd dat eerwraak niet bestond omdat de godsdienst daartegen is. Maar het speelde natuurlijk wel. Het was moeilijk om moskeeën erbij te betrekken, want dan leek het alsof de godsdienst de schuld kreeg. Het kan soms lang duren maar dan staat iets ineens toch op de agenda. Vorig jaar werd een actieplan tegen eerwraak gepresenteerd in Nieuwspoort, met allerlei concrete voorstellen. Alle Diyanetmoskeeën en allerlei andere organisaties waren aanwezig.”
Op een vergelijkbare manier wil Cörüz het debat over de Armeense genocide laten voeren — tussen Armeniërs en Turken, maar ook tussen Turken onderling.
Het einddoel staat voor hem vast: maatschappelijke aanvaarding van de anti-genocide-motie van 2004.
De ChristenUnie kwam in juni met een initiatiefwetsvoorstel, dat een celstraf van maximaal één jaar stelt op de beledigende ontkenning van genocide.
Het wetsvoorstel richt zich ook op het ontkennen van wat er in 1915 met de Armeniërs is gebeurd.
Voorwaarde voor strafbaarstelling is wel dat genocideontkenners aanzetten tot haat, of weten dat mensen worden gekrenkt.
Wie dat regelmatig doet, kan voor twee jaar de cel in.
Bovendien wordt er gezegd dat Coşkun Çörüz heeft verklaard dat hij zal strijden om volgens hem het bestaande onderwerp van de Armeense Genocide in schoolboeken op te laten nemen.
6 Yorumlar
Ibrahim Gormez
16 Ekim 2025 üzerinde 08:43 de
Bu adamin milletvekili olmasi icin ben CDA ya mektup bile yazdim CDA ya uye olan ilk Turklerdenium Talip Demirhandan sonra bu milletvekili olabilmek icin benden yardim istedi bende kendisini tanidigimdan bunu yaptim ellerim kirilsa idide yapmasa idim ben ermeni terorunden 1915 li yillarda gozlerini kaybetmis bir babanin ogluyum gozlerini kor eden ermeni doktorlar bilerek isteyerek yuzlerce cocugun gozlerini kor etmisler rahmetli babamim anlattiklari gunlerce gozlerindeki acidan gece gunduz feryat ettikler idi memleketi bitlisten ermenilerin ruslarida arkalarina aldiklari ve tum vatandaslari surdukleri en sonunda halep,e geldikleri daha sonra mubadeleden sonra istanbula getirildiklerini ve darulacezeye birakilkdikl;arin soyadi kanunu ciktiginda nufus memurunun babama senin gozlerin gormuyor soyadinda gormez olsun demesi ile bu soyadini almis bir babanin ve bu soyadini ben ve tum aile fertlerim serefle kullanip ulkemiz ve insanlar icin yararli calismalar yaptik bu bir sandalye ugruna gecmisini inkar eden Coskun coruze verdigim destekten utaniyor ve haram olsun diyorum ,
Sayın Karacay,
Benim, ahlaki çerçeve ve terbiye ile yazmış olduğum yorumu mu sildiniz!
Çünkü sizden farklı düşünüyordum.
Biraz önce yazdıklarımı, sizin hakkınızda ne düşündüğümü gözlerinizin içine baka baka söyleyeceğim. Belki de bir toplantıda!..
Saygılarımla…
İlhan Karaçay
17 Ekim 2025 üzerinde 12:38 de
Sayın Atsız, sizin mesajınızı atmadım. Sayfada duruyor.
Aksine, size cevap yazmak ile meşguldum.
İşte size cevabım.
Umarım, mektubumdan memnun kalırsınız ve kabalaşma yoluna gitmezsiniz.
Selamlar.
Geachte heer Atsız,
Allereerst wil ik u bedanken voor uw uitgebreide en beleefde brief.
Ik waardeer het dat u de moeite heeft genomen om te reageren, al deel ik uw conclusies niet.
Laat mij meteen duidelijk stellen: het onderwerp van mijn artikel was niet de persoon Coşkun Çörüz – niet zijn levensloop, niet zijn verdiensten, niet zijn karakter – maar zijn duidelijk geformuleerde politieke houding met betrekking tot de zogenaamde Armeense genocide.
Mijn stuk ging over zijn uitspraak in de Nederlandse media, waarin hij pleitte voor het “verinnerlijken” van deze beschuldiging door de Turkse gemeenschap. Dat is geen klein detail, maar een fundamentele stellingname die, uitgesproken door iemand van Turkse afkomst die jarenlang door zijn landgenoten met respect werd bejegend, diepe teleurstelling en pijn heeft veroorzaakt binnen diezelfde gemeenschap.
HET GAAT NIET OM DE PERSOON, MAAR OM HET STANDPUNT
De heer Çörüz verklaarde in 2006 in de krant Trouw dat hij het belangrijk vond dat de Turkse gemeenschap in Nederland de motie uit 2004 – waarin de gebeurtenissen van 1915 als “genocide” worden erkend – zou aanvaarden en internaliseren.
Hij zei bovendien bereid te zijn dit standpunt te verdedigen tegenover de felste tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap, waaronder nationalistische groeperingen.
Dat is zijn goed recht, maar zulke woorden hebben een prijs.
Een dergelijk uitgesproken standpunt over een kwestie die door miljoenen Turken wereldwijd als een historische onrechtvaardigheid wordt ervaren, raakt aan het diepste niveau van collectieve herinnering en emotie.
Voor veel Turkse Nederlanders, wier families de terreur van de Armeense organisatie ASALA hebben meegemaakt of herdacht, is dit geen academische discussie maar een open wond.
Mijn artikel ging dus niet over de vraag of Coşkun Çörüz een goed of slecht mens is, maar over de morele en emotionele impact van zijn woorden op een gemeenschap waarvan hij zelf deel uitmaakt.
HET ASALA-TRAUMA EN HET GEMIS AAN EMPATHIE
De moorden die de Armeense terreurorganisatie ASALA in de jaren zeventig en tachtig pleegde op Turkse diplomaten hebben een litteken achtergelaten dat nog steeds voelbaar is.
Wanneer men in die context spreekt over het “accepteren van de Armeense genocide”, zonder die collectieve pijn in overweging te nemen, dan getuigt dat van een gebrek aan empathie.
Een journalist mag daar niet blind voor blijven.
Mijn taak is niet om te vleien, maar om de gevoelens en gevoeligheden van mijn gemeenschap zichtbaar te maken.
U noemt mijn artikel “tegenstrijdig” omdat ik enerzijds schrijf dat Turkse organisaties de heer Çörüz uitnodigen, en anderzijds dat burgers daar verdrietig om zijn.
Maar dat ís juist de kern van de zaak: binnen één gemeenschap bestaan verschillende stemmen, en het is journalistiek eerlijk om dat spanningsveld te laten zien in plaats van het te verdoezelen.
OVER HET “PROTOCOL”-ASPECT
In mijn bericht vermeldde ik dat de heer Çörüz vaak voorkomt op protocollijsten van Turkse organisaties, vooral sinds zijn echtgenote Judith Uitermark minister van Binnenlandse Zaken werd.
Dat is geen beschuldiging, maar een feitelijke observatie.
Voorheen zagen we hem zelden bij zulke bijeenkomsten. Pas toen zijn echtgenote in het kabinet zitting nam, verscheen hij vaker op de eerste rijen bij officiële evenementen.
Dat mag toeval zijn, maar het is legitiem voor een journalist om dat te benoemen, zeker wanneer die zichtbaarheid als een vorm van eer wordt ervaren door dezelfde gemeenschap die zich juist gekwetst voelt door zijn eerdere uitspraken.
Het erkennen van iemands loopbaan en toewijding sluit kritiek op de maatschappelijke gevolgen van zijn woorden niet uit.
Wie ooit als vertegenwoordiger van de Turkse gemeenschap werd gezien, draagt ook de verantwoordelijkheid om zorgvuldig met die positie om te gaan.
DE UITSPRAAK OVER MAROKKAANSE JONGEREN
U schrijft dat de heer Çörüz altijd opkwam voor rechtvaardigheid en sociale orde. Dat is te respecteren, maar we mogen ook niet vergeten dat hij als parlementariër een uitspraak deed die destijds veel stof deed opwaaien:
tijdens debatten over probleemgedrag van Marokkaanse jongeren stelde hij dat niet alleen de jongeren zelf, maar ook hun ouders gestraft moesten worden.
Ik heb die uitspraak destijds fel bekritiseerd, omdat zulke generaliserende voorstellen bijdragen aan stigmatisering in plaats van aan oplossing.
Ik noem dit voorbeeld niet om hem te kleineren, maar om te onderstrepen dat de woorden van een politicus zwaar wegen – ze kunnen verbinden, maar ook verdelen.
En precies daarom is zijn houding over de Armeense kwestie zo gevoelig: het gaat om de grenzen van morele verantwoordelijkheid in het publieke debat.
HET DOEL VAN MIJN ARTIKEL
Mijn tekst had één doel: de gevoelens van een gemeenschap verwoorden die zich miskend voelt door uitspraken die haar nationale waardigheid in twijfel trekken.
Ik heb nergens beweerd dat de heer Çörüz geen verdiensten heeft, of dat zijn inzet voor de samenleving niet oprecht zou zijn.
Maar ik blijf erbij dat zijn woorden over de “interne acceptatie van de Armeense genocide” niet alleen politiek, maar ook menselijk kwetsend waren voor een groot deel van de Turkse Nederlanders.
Wanneer men spreekt over “de eer van een volk”, bedoelt men niet trots om zichzelf, maar de weigering om een onrechtvaardige beschuldiging als waarheid te aanvaarden.
EEN OPROEP TOT HERBEZINNING
Mijn wens is eenvoudig: dat de heer Çörüz na al die jaren zijn vroegere uitspraken nog eens beziet, met de wijsheid die de tijd brengt.
Dat hij inziet hoeveel mensen hij destijds – onbedoeld wellicht – heeft gekwetst.
En dat hij, als iemand die jarenlang met respect binnen de Turkse gemeenschap leefde, ooit de moed vindt om te zeggen:
“Ik begrijp waarom dit zo gevoelig lag.”
Dat zou geen teken van zwakte zijn, maar juist van kracht: het vermogen om te luisteren naar het hart van zijn eigen gemeenschap.
De waarheid hoeft niet met boosheid verdedigd te worden; zij vraagt om kennis, empathie en rechtvaardigheid.
TOT SLOT
Ik heb niemand willen demoniseren.
Maar in een democratische samenleving moeten publieke uitspraken ook publiek besproken kunnen worden.
Mijn artikel was zo’n bespreking – geen aanval, maar een spiegel.
Ik hoop dat de heer Çörüz, en ook de organisaties die hem blijven eren, begrijpen dat het hier niet gaat om afgunst of vijandigheid, maar om de wens om respectvol met ons collectieve geheugen om te gaan.
Wie de pijn van zijn volk negeert, hoe goedbedoeld ook, vergroot de afstand.
Laten we hopen dat deze discussie niet leidt tot meer verdeeldheid, maar juist tot meer begrip –
dat we samen blijven zoeken naar manieren om de waarheid te verdedigen zonder haat,
en de waardigheid te bewaren zonder verheerlijking.
Met vriendelijke groet,
İlhan KARAÇAY
SAYIN ATSIZ’A CEVABIMIN TÜRKÇESİ
Sayın Atsız,
Öncelikle uzun ve nazik mektubunuz için teşekkür ederim.
Zahmet edip düşüncelerinizi paylaştığınız için memnunum, ancak vardığınız sonuçların bir kısmına katılmıyorum.
Başından söyleyeyim: Benim yazımın konusu Coşkun Çörüz’ün kişiliği, yaşam öyküsü ya da geçmişteki başarıları değildir.
Konu, onun sözde Ermeni soykırımı konusundaki açık ve net siyasi tutumudur.
Benim yazım, Çörüz’ün Hollanda medyasına verdiği demeçte, “bu iddiaların Türk toplumu tarafından içselleştirilmesi gerektiğini” savunmasına ilişkindir.
Bu, önemsiz bir detay değil, tam tersine derin bir kırılmanın sebebidir.
Çünkü bu sözler, yıllarca Türk toplumunun içinde saygı görmüş birinin ağzından çıktığında, aynı toplumda derin bir hayal kırıklığı ve acı yaratmıştır.
KONUMUZ KİŞİ DEĞİL, AÇIKÇA İFADE EDİLMİŞ BİR TUTUMDUR
Sayın Çörüz, 2006 yılında Hollanda’nın Trouw gazetesine verdiği demeçte, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan 2004 tarihli Meclis kararının Türk toplumu tarafından kabul edilmesi ve içselleştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ayrıca bu görüşü, Türk toplumu içindeki en sert muhaliflere karşı bile savunacağını da açıkça belirtmiştir.
Bu, elbette onun hakkıdır. Ancak bu kadar net bir siyasi tavır, tarihsel olarak büyük bir haksızlık olarak görülen bir konuda, Türk milletinin en derin duygularına dokunur.
ASALA terörünün yarattığı acıları hâlâ unutmamış olan Hollanda’daki Türkler için bu mesele sadece akademik bir tartışma değildir, hâlâ kanayan bir yaradır.
Dolayısıyla benim yazım, Çörüz’ün “iyi” ya da “kötü” biri olup olmadığıyla değil, sözlerinin toplumsal ve vicdani etkisiyle ilgilidir.
ASALA TRAVMASI VE EMPATİ EKSİKLİĞİ
1970’li ve 80’li yıllarda ASALA terör örgütü tarafından diplomatlarımızın katledilmesi, hâlâ unutulmamış bir travmadır.
Böyle bir acı geçmişin varlığını dikkate almadan, “Ermeni soykırımının kabul edilmesi gerektiği” yönünde konuşmak, kaçınılmaz olarak empati eksikliği olarak algılanır.
Bir gazeteci bu acıyı görmezden gelemez.
Benim görevim pohpohlamak değil, toplumumun hislerini yansıtmaktır.
Siz yazımda bir çelişki olduğunu söylüyorsunuz: Hem “Türk kuruluşları Çörüz’ü davet ediyor” diyorsunuz, hem de “vatandaşlar bundan rahatsız” diyorsunuz diyorsunuz.
Ama tam da mesele bu — aynı toplum içinde farklı sesler vardır.
Gazetecinin görevi bu farklı sesleri gizlemek değil, görünür kılmaktır.
PROTOKOL KONUSUNA GELİNCE
Yazımda, Sayın Çörüz’ün özellikle eşi Judith Uitermark’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Türk kuruluşlarının protokol listelerinde sıkça yer aldığını belirttim.
Bu bir suçlama değil, somut bir gözlemdir.
Önceleri kendisini bu tür etkinliklerde pek görmezdik.
Eşi bakan olduktan sonra ise, resmi toplantıların ön sıralarında sık sık görünmeye başladı.
Bu bir rastlantı olabilir, ama gazeteci olarak bunu belirtmek doğal ve gereklidir.
Çünkü geçmişte sözleriyle toplumu incitmiş bir kişinin, aynı toplumun etkinliklerinde “onur konuğu” gibi ağırlanması, ister istemez yeni kırgınlıklara yol açar.
Birinin kariyerini ve emeğini kabul etmek, onun sözlerinin yol açtığı duygusal etkiyi sorgulamaya engel değildir.
Hele ki kendisi uzun yıllar “Türk toplumunu temsil eden siyasetçi” olarak görülmüş biriyse, bu temsilin sorumluluğunu da taşımak durumundadır.
FASLI GENÇLER HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Siz Çörüz’ün her zaman adaleti ve toplumsal düzeni savunduğunu yazmışsınız.
Bu elbette saygıdeğer bir niyettir.
Ama unutmayalım ki kendisi milletvekiliyken yaptığı bir açıklamayla da büyük tartışma yaratmıştı:
Faslı gençlerin davranışları konuşulurken, “Sadece gençler değil, onların ebeveynleri de cezalandırılmalıdır” demişti.
Ben o dönemde bu sözü haber yapmış ve eleştirmiştim.
Çünkü böyle genelleyici yaklaşımlar, çözüm üretmek yerine damgalamayı derinleştirir.
Bunu bugün anmamın sebebi, Çörüz’ü kötülemek değil, siyasetçinin sözlerinin toplum üzerinde ağır bir etkisi olabileceğini göstermektir.
Ermeni iddiaları konusunda da mesele tam olarak budur: Kamuoyu önünde söylenen her söz, o toplumun duygularına dokunur.
YAZIMIN AMACI
Benim amacım basit:
Toplumun, milli onurunu hedef alan söylemler karşısında hissettiği kırgınlığı dile getirmek.
Çörüz’ün topluma hizmet etmiş biri olduğunu inkâr etmedim, etmiyorum da.
Ama şunu söylüyorum: “Ermeni soykırımı Türk toplumu tarafından içselleştirilmelidir” sözleri, sadece siyasi değil, insani olarak da incitici olmuştur.
Bir milletin onurundan söz ederken kastettiğim, kibir değil; haksız bir ithamı “doğru” olarak kabullenmeme iradesidir.
YENİDEN DÜŞÜNME ÇAĞRISI
Benim dileğim açık:
Sayın Çörüz, aradan geçen yıllardan sonra o sözlerine yeniden bakabilsin.
O sözlerin, istemeden de olsa, ne kadar çok insanı yaraladığını fark etsin.
Ve bir gün, yıllarca dostluk ve saygı gördüğü toplumuna dönüp diyebilsin ki:
“Bu konunun neden bu kadar hassas olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.”
Bu bir zayıflık değil, aksine bir olgunluk göstergesi olurdu.
Çünkü hakikat öfkeyle değil, bilgiyle ve vicdanla savunulur.
SON SÖZ
Benim niyetim kimseyi kötülemek değildir.
Ama bir demokraside, kamuya açık sözler de kamu önünde tartışılabilir.
Benim yazım bir saldırı değil, bir aynadır.
Dilerim ki Sayın Çörüz ve onu hâlâ onurlandıran bazı kuruluşlar, bunun bir düşmanlık değil, toplumumuzun ortak hafızasına saygı çağrısı olduğunu anlar.
Kendi halkının acısına sırtını dönmek, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, uzaklaştırır.
Umarım bu tartışma daha fazla bölünmeye değil, daha fazla anlayışa yol açar.
Gerçeği öfke olmadan, onurumuzu da övünmeden koruyabildiğimiz bir zeminde buluşmak dileğiyle.
Atsiz
16 Ekim 2025 üzerinde 13:24 de
Sayın Karaçay,
‘Haberinize’ yanlış ve çarpıtılmış cümleyle başlamış olmanız hemen dikkatle göz kamastırıyor :
‘Hollanda İçişleri eski Bakanı’nın eşi olduğu için, Türk kuruluşlarının protokol listesinde bulunan bu siyasetçinin gördüğü lütuf, yurttaşlarımızı üzüyor.’
Sayın Coruz gençliğinden beri Türk gençlerine örnek bir genç ve insan olarak siyasete atılmıştır. Türk insanın haklarını ve muhafazakar bir aileden gelmesi dolayısıyla, özellikle inanan insanların haklarını savunmuştur. Siyaset yapmak için CDA’yı seçmesinin arkasındaki motivasyon da burada yatmaktadır. Çalışkanlığıyla içinde yaşadığı topluma Türk ve müslüman kimliği ile hizmet etmek için elinden geleni yapmaya çalışmıştır.
Yani demem o dur ki…. Coşkun eşinin nüfuzu ile değil, kendi emeği ve kendinin haketmiş olduğu bir iltifatla Türk kuruluşlarını protokol listesinde yeralmaktadır. Kaldı ki davet eden kuruluşlar Türk kuruluşları ve davet edilen kişi ise Hollanda siyasetine vakıf bir Türk asıllı insan.
Bunun yanında haberinizin, çelişkiyle dolu; Sayın Coruz’un, protokol listesinde bulunmasından dolayı yurttaşlarımızın üzüldüğünü belirtiyorsunuz… Oysa Coruz’u davet edenler ise Türk kuruluşları, yani yurttaşlarımızın kuruluşları. Bu ne lahana bu ne turşu!.. Bu yaklaşımızından şu anlam çıkıyor. Yurttaşlarımızın kuruluşları yurttaşlarımızı temsil etmiyor!..
Üzülerek belirtmeliyim ki Türkiye’deki siyasi atmosfer ve onun içinde yer alan ‘gazetecelik ve habercilik’ meslek anlayışı, sayenizde Hollanda’ya da taşınmaya çalışılıyor. Sevgili Coşkun’un adını içinde Asala bulunan cümlelerle oluşturulmuş bir hikaye içinde anmanız ne benim vicdanıma ne de Türklerin ve müslümanların vicdanına sığmamıştır, sığmayacaktır.
Coşkun Coruz hakkındaki bu haberinizin üslubunu ve onun hakkında yaratmak istediğiniz imajı çirkin buluyor ve kınıyorum.
Geachte heer Atsız,
Allereerst wil ik u bedanken voor uw uitgebreide en beleefde brief.
Ik waardeer het dat u de moeite heeft genomen om te reageren, al deel ik uw conclusies niet.
Laat mij meteen duidelijk stellen: het onderwerp van mijn artikel was niet de persoon Coşkun Çörüz – niet zijn levensloop, niet zijn verdiensten, niet zijn karakter – maar zijn duidelijk geformuleerde politieke houding met betrekking tot de zogenaamde Armeense genocide.
Mijn stuk ging over zijn uitspraak in de Nederlandse media, waarin hij pleitte voor het “verinnerlijken” van deze beschuldiging door de Turkse gemeenschap. Dat is geen klein detail, maar een fundamentele stellingname die, uitgesproken door iemand van Turkse afkomst die jarenlang door zijn landgenoten met respect werd bejegend, diepe teleurstelling en pijn heeft veroorzaakt binnen diezelfde gemeenschap.
HET GAAT NIET OM DE PERSOON, MAAR OM HET STANDPUNT
De heer Çörüz verklaarde in 2006 in de krant Trouw dat hij het belangrijk vond dat de Turkse gemeenschap in Nederland de motie uit 2004 – waarin de gebeurtenissen van 1915 als “genocide” worden erkend – zou aanvaarden en internaliseren.
Hij zei bovendien bereid te zijn dit standpunt te verdedigen tegenover de felste tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap, waaronder nationalistische groeperingen.
Dat is zijn goed recht, maar zulke woorden hebben een prijs.
Een dergelijk uitgesproken standpunt over een kwestie die door miljoenen Turken wereldwijd als een historische onrechtvaardigheid wordt ervaren, raakt aan het diepste niveau van collectieve herinnering en emotie.
Voor veel Turkse Nederlanders, wier families de terreur van de Armeense organisatie ASALA hebben meegemaakt of herdacht, is dit geen academische discussie maar een open wond.
Mijn artikel ging dus niet over de vraag of Coşkun Çörüz een goed of slecht mens is, maar over de morele en emotionele impact van zijn woorden op een gemeenschap waarvan hij zelf deel uitmaakt.
HET ASALA-TRAUMA EN HET GEMIS AAN EMPATHIE
De moorden die de Armeense terreurorganisatie ASALA in de jaren zeventig en tachtig pleegde op Turkse diplomaten hebben een litteken achtergelaten dat nog steeds voelbaar is.
Wanneer men in die context spreekt over het “accepteren van de Armeense genocide”, zonder die collectieve pijn in overweging te nemen, dan getuigt dat van een gebrek aan empathie.
Een journalist mag daar niet blind voor blijven.
Mijn taak is niet om te vleien, maar om de gevoelens en gevoeligheden van mijn gemeenschap zichtbaar te maken.
U noemt mijn artikel “tegenstrijdig” omdat ik enerzijds schrijf dat Turkse organisaties de heer Çörüz uitnodigen, en anderzijds dat burgers daar verdrietig om zijn.
Maar dat ís juist de kern van de zaak: binnen één gemeenschap bestaan verschillende stemmen, en het is journalistiek eerlijk om dat spanningsveld te laten zien in plaats van het te verdoezelen.
OVER HET “PROTOCOL”-ASPECT
In mijn bericht vermeldde ik dat de heer Çörüz vaak voorkomt op protocollijsten van Turkse organisaties, vooral sinds zijn echtgenote Judith Uitermark minister van Binnenlandse Zaken werd.
Dat is geen beschuldiging, maar een feitelijke observatie.
Voorheen zagen we hem zelden bij zulke bijeenkomsten. Pas toen zijn echtgenote in het kabinet zitting nam, verscheen hij vaker op de eerste rijen bij officiële evenementen.
Dat mag toeval zijn, maar het is legitiem voor een journalist om dat te benoemen, zeker wanneer die zichtbaarheid als een vorm van eer wordt ervaren door dezelfde gemeenschap die zich juist gekwetst voelt door zijn eerdere uitspraken.
Het erkennen van iemands loopbaan en toewijding sluit kritiek op de maatschappelijke gevolgen van zijn woorden niet uit.
Wie ooit als vertegenwoordiger van de Turkse gemeenschap werd gezien, draagt ook de verantwoordelijkheid om zorgvuldig met die positie om te gaan.
DE UITSPRAAK OVER MAROKKAANSE JONGEREN
U schrijft dat de heer Çörüz altijd opkwam voor rechtvaardigheid en sociale orde. Dat is te respecteren, maar we mogen ook niet vergeten dat hij als parlementariër een uitspraak deed die destijds veel stof deed opwaaien:
tijdens debatten over probleemgedrag van Marokkaanse jongeren stelde hij dat niet alleen de jongeren zelf, maar ook hun ouders gestraft moesten worden.
Ik heb die uitspraak destijds fel bekritiseerd, omdat zulke generaliserende voorstellen bijdragen aan stigmatisering in plaats van aan oplossing.
Ik noem dit voorbeeld niet om hem te kleineren, maar om te onderstrepen dat de woorden van een politicus zwaar wegen – ze kunnen verbinden, maar ook verdelen.
En precies daarom is zijn houding over de Armeense kwestie zo gevoelig: het gaat om de grenzen van morele verantwoordelijkheid in het publieke debat.
HET DOEL VAN MIJN ARTIKEL
Mijn tekst had één doel: de gevoelens van een gemeenschap verwoorden die zich miskend voelt door uitspraken die haar nationale waardigheid in twijfel trekken.
Ik heb nergens beweerd dat de heer Çörüz geen verdiensten heeft, of dat zijn inzet voor de samenleving niet oprecht zou zijn.
Maar ik blijf erbij dat zijn woorden over de “interne acceptatie van de Armeense genocide” niet alleen politiek, maar ook menselijk kwetsend waren voor een groot deel van de Turkse Nederlanders.
Wanneer men spreekt over “de eer van een volk”, bedoelt men niet trots om zichzelf, maar de weigering om een onrechtvaardige beschuldiging als waarheid te aanvaarden.
EEN OPROEP TOT HERBEZINNING
Mijn wens is eenvoudig: dat de heer Çörüz na al die jaren zijn vroegere uitspraken nog eens beziet, met de wijsheid die de tijd brengt.
Dat hij inziet hoeveel mensen hij destijds – onbedoeld wellicht – heeft gekwetst.
En dat hij, als iemand die jarenlang met respect binnen de Turkse gemeenschap leefde, ooit de moed vindt om te zeggen:
“Ik begrijp waarom dit zo gevoelig lag.”
Dat zou geen teken van zwakte zijn, maar juist van kracht: het vermogen om te luisteren naar het hart van zijn eigen gemeenschap.
De waarheid hoeft niet met boosheid verdedigd te worden; zij vraagt om kennis, empathie en rechtvaardigheid.
TOT SLOT
Ik heb niemand willen demoniseren.
Maar in een democratische samenleving moeten publieke uitspraken ook publiek besproken kunnen worden.
Mijn artikel was zo’n bespreking – geen aanval, maar een spiegel.
Ik hoop dat de heer Çörüz, en ook de organisaties die hem blijven eren, begrijpen dat het hier niet gaat om afgunst of vijandigheid, maar om de wens om respectvol met ons collectieve geheugen om te gaan.
Wie de pijn van zijn volk negeert, hoe goedbedoeld ook, vergroot de afstand.
Laten we hopen dat deze discussie niet leidt tot meer verdeeldheid, maar juist tot meer begrip –
dat we samen blijven zoeken naar manieren om de waarheid te verdedigen zonder haat,
en de waardigheid te bewaren zonder verheerlijking.
Met vriendelijke groet,
İlhan KARAÇAY
SAYIN ATSIZ’A CEVABIMIN TÜRKÇESİ
Sayın Atsız,
Öncelikle uzun ve nazik mektubunuz için teşekkür ederim.
Zahmet edip düşüncelerinizi paylaştığınız için memnunum, ancak vardığınız sonuçların bir kısmına katılmıyorum.
Başından söyleyeyim: Benim yazımın konusu Coşkun Çörüz’ün kişiliği, yaşam öyküsü ya da geçmişteki başarıları değildir.
Konu, onun sözde Ermeni soykırımı konusundaki açık ve net siyasi tutumudur.
Benim yazım, Çörüz’ün Hollanda medyasına verdiği demeçte, “bu iddiaların Türk toplumu tarafından içselleştirilmesi gerektiğini” savunmasına ilişkindir.
Bu, önemsiz bir detay değil, tam tersine derin bir kırılmanın sebebidir.
Çünkü bu sözler, yıllarca Türk toplumunun içinde saygı görmüş birinin ağzından çıktığında, aynı toplumda derin bir hayal kırıklığı ve acı yaratmıştır.
KONUMUZ KİŞİ DEĞİL, AÇIKÇA İFADE EDİLMİŞ BİR TUTUMDUR
Sayın Çörüz, 2006 yılında Hollanda’nın Trouw gazetesine verdiği demeçte, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan 2004 tarihli Meclis kararının Türk toplumu tarafından kabul edilmesi ve içselleştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ayrıca bu görüşü, Türk toplumu içindeki en sert muhaliflere karşı bile savunacağını da açıkça belirtmiştir.
Bu, elbette onun hakkıdır. Ancak bu kadar net bir siyasi tavır, tarihsel olarak büyük bir haksızlık olarak görülen bir konuda, Türk milletinin en derin duygularına dokunur.
ASALA terörünün yarattığı acıları hâlâ unutmamış olan Hollanda’daki Türkler için bu mesele sadece akademik bir tartışma değildir, hâlâ kanayan bir yaradır.
Dolayısıyla benim yazım, Çörüz’ün “iyi” ya da “kötü” biri olup olmadığıyla değil, sözlerinin toplumsal ve vicdani etkisiyle ilgilidir.
ASALA TRAVMASI VE EMPATİ EKSİKLİĞİ
1970’li ve 80’li yıllarda ASALA terör örgütü tarafından diplomatlarımızın katledilmesi, hâlâ unutulmamış bir travmadır.
Böyle bir acı geçmişin varlığını dikkate almadan, “Ermeni soykırımının kabul edilmesi gerektiği” yönünde konuşmak, kaçınılmaz olarak empati eksikliği olarak algılanır.
Bir gazeteci bu acıyı görmezden gelemez.
Benim görevim pohpohlamak değil, toplumumun hislerini yansıtmaktır.
Siz yazımda bir çelişki olduğunu söylüyorsunuz: Hem “Türk kuruluşları Çörüz’ü davet ediyor” diyorsunuz, hem de “vatandaşlar bundan rahatsız” diyorsunuz diyorsunuz.
Ama tam da mesele bu — aynı toplum içinde farklı sesler vardır.
Gazetecinin görevi bu farklı sesleri gizlemek değil, görünür kılmaktır.
PROTOKOL KONUSUNA GELİNCE
Yazımda, Sayın Çörüz’ün özellikle eşi Judith Uitermark’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Türk kuruluşlarının protokol listelerinde sıkça yer aldığını belirttim.
Bu bir suçlama değil, somut bir gözlemdir.
Önceleri kendisini bu tür etkinliklerde pek görmezdik.
Eşi bakan olduktan sonra ise, resmi toplantıların ön sıralarında sık sık görünmeye başladı.
Bu bir rastlantı olabilir, ama gazeteci olarak bunu belirtmek doğal ve gereklidir.
Çünkü geçmişte sözleriyle toplumu incitmiş bir kişinin, aynı toplumun etkinliklerinde “onur konuğu” gibi ağırlanması, ister istemez yeni kırgınlıklara yol açar.
Birinin kariyerini ve emeğini kabul etmek, onun sözlerinin yol açtığı duygusal etkiyi sorgulamaya engel değildir.
Hele ki kendisi uzun yıllar “Türk toplumunu temsil eden siyasetçi” olarak görülmüş biriyse, bu temsilin sorumluluğunu da taşımak durumundadır.
FASLI GENÇLER HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Siz Çörüz’ün her zaman adaleti ve toplumsal düzeni savunduğunu yazmışsınız.
Bu elbette saygıdeğer bir niyettir.
Ama unutmayalım ki kendisi milletvekiliyken yaptığı bir açıklamayla da büyük tartışma yaratmıştı:
Faslı gençlerin davranışları konuşulurken, “Sadece gençler değil, onların ebeveynleri de cezalandırılmalıdır” demişti.
Ben o dönemde bu sözü haber yapmış ve eleştirmiştim.
Çünkü böyle genelleyici yaklaşımlar, çözüm üretmek yerine damgalamayı derinleştirir.
Bunu bugün anmamın sebebi, Çörüz’ü kötülemek değil, siyasetçinin sözlerinin toplum üzerinde ağır bir etkisi olabileceğini göstermektir.
Ermeni iddiaları konusunda da mesele tam olarak budur: Kamuoyu önünde söylenen her söz, o toplumun duygularına dokunur.
YAZIMIN AMACI
Benim amacım basit:
Toplumun, milli onurunu hedef alan söylemler karşısında hissettiği kırgınlığı dile getirmek.
Çörüz’ün topluma hizmet etmiş biri olduğunu inkâr etmedim, etmiyorum da.
Ama şunu söylüyorum: “Ermeni soykırımı Türk toplumu tarafından içselleştirilmelidir” sözleri, sadece siyasi değil, insani olarak da incitici olmuştur.
Bir milletin onurundan söz ederken kastettiğim, kibir değil; haksız bir ithamı “doğru” olarak kabullenmeme iradesidir.
YENİDEN DÜŞÜNME ÇAĞRISI
Benim dileğim açık:
Sayın Çörüz, aradan geçen yıllardan sonra o sözlerine yeniden bakabilsin.
O sözlerin, istemeden de olsa, ne kadar çok insanı yaraladığını fark etsin.
Ve bir gün, yıllarca dostluk ve saygı gördüğü toplumuna dönüp diyebilsin ki:
“Bu konunun neden bu kadar hassas olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.”
Bu bir zayıflık değil, aksine bir olgunluk göstergesi olurdu.
Çünkü hakikat öfkeyle değil, bilgiyle ve vicdanla savunulur.
SON SÖZ
Benim niyetim kimseyi kötülemek değildir.
Ama bir demokraside, kamuya açık sözler de kamu önünde tartışılabilir.
Benim yazım bir saldırı değil, bir aynadır.
Dilerim ki Sayın Çörüz ve onu hâlâ onurlandıran bazı kuruluşlar, bunun bir düşmanlık değil, toplumumuzun ortak hafızasına saygı çağrısı olduğunu anlar.
Kendi halkının acısına sırtını dönmek, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, uzaklaştırır.
Umarım bu tartışma daha fazla bölünmeye değil, daha fazla anlayışa yol açar.
Gerçeği öfke olmadan, onurumuzu da övünmeden koruyabildiğimiz bir zeminde buluşmak dileğiyle.
Bu adamin milletvekili olmasi icin ben CDA ya mektup bile yazdim CDA ya uye olan ilk Turklerdenium Talip Demirhandan sonra bu milletvekili olabilmek icin benden yardim istedi bende kendisini tanidigimdan bunu yaptim ellerim kirilsa idide yapmasa idim ben ermeni terorunden 1915 li yillarda gozlerini kaybetmis bir babanin ogluyum gozlerini kor eden ermeni doktorlar bilerek isteyerek yuzlerce cocugun gozlerini kor etmisler rahmetli babamim anlattiklari gunlerce gozlerindeki acidan gece gunduz feryat ettikler idi memleketi bitlisten ermenilerin ruslarida arkalarina aldiklari ve tum vatandaslari surdukleri en sonunda halep,e geldikleri daha sonra mubadeleden sonra istanbula getirildiklerini ve darulacezeye birakilkdikl;arin soyadi kanunu ciktiginda nufus memurunun babama senin gozlerin gormuyor soyadinda gormez olsun demesi ile bu soyadini almis bir babanin ve bu soyadini ben ve tum aile fertlerim serefle kullanip ulkemiz ve insanlar icin yararli calismalar yaptik bu bir sandalye ugruna gecmisini inkar eden Coskun coruze verdigim destekten utaniyor ve haram olsun diyorum ,
SEN DE SÜPERSİN KARDEŞ…
Sayın Karacay,
Benim, ahlaki çerçeve ve terbiye ile yazmış olduğum yorumu mu sildiniz!
Çünkü sizden farklı düşünüyordum.
Biraz önce yazdıklarımı, sizin hakkınızda ne düşündüğümü gözlerinizin içine baka baka söyleyeceğim. Belki de bir toplantıda!..
Saygılarımla…
Sayın Atsız, sizin mesajınızı atmadım. Sayfada duruyor.
Aksine, size cevap yazmak ile meşguldum.
İşte size cevabım.
Umarım, mektubumdan memnun kalırsınız ve kabalaşma yoluna gitmezsiniz.
Selamlar.
Geachte heer Atsız,
Allereerst wil ik u bedanken voor uw uitgebreide en beleefde brief.
Ik waardeer het dat u de moeite heeft genomen om te reageren, al deel ik uw conclusies niet.
Laat mij meteen duidelijk stellen: het onderwerp van mijn artikel was niet de persoon Coşkun Çörüz – niet zijn levensloop, niet zijn verdiensten, niet zijn karakter – maar zijn duidelijk geformuleerde politieke houding met betrekking tot de zogenaamde Armeense genocide.
Mijn stuk ging over zijn uitspraak in de Nederlandse media, waarin hij pleitte voor het “verinnerlijken” van deze beschuldiging door de Turkse gemeenschap. Dat is geen klein detail, maar een fundamentele stellingname die, uitgesproken door iemand van Turkse afkomst die jarenlang door zijn landgenoten met respect werd bejegend, diepe teleurstelling en pijn heeft veroorzaakt binnen diezelfde gemeenschap.
HET GAAT NIET OM DE PERSOON, MAAR OM HET STANDPUNT
De heer Çörüz verklaarde in 2006 in de krant Trouw dat hij het belangrijk vond dat de Turkse gemeenschap in Nederland de motie uit 2004 – waarin de gebeurtenissen van 1915 als “genocide” worden erkend – zou aanvaarden en internaliseren.
Hij zei bovendien bereid te zijn dit standpunt te verdedigen tegenover de felste tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap, waaronder nationalistische groeperingen.
Dat is zijn goed recht, maar zulke woorden hebben een prijs.
Een dergelijk uitgesproken standpunt over een kwestie die door miljoenen Turken wereldwijd als een historische onrechtvaardigheid wordt ervaren, raakt aan het diepste niveau van collectieve herinnering en emotie.
Voor veel Turkse Nederlanders, wier families de terreur van de Armeense organisatie ASALA hebben meegemaakt of herdacht, is dit geen academische discussie maar een open wond.
Mijn artikel ging dus niet over de vraag of Coşkun Çörüz een goed of slecht mens is, maar over de morele en emotionele impact van zijn woorden op een gemeenschap waarvan hij zelf deel uitmaakt.
HET ASALA-TRAUMA EN HET GEMIS AAN EMPATHIE
De moorden die de Armeense terreurorganisatie ASALA in de jaren zeventig en tachtig pleegde op Turkse diplomaten hebben een litteken achtergelaten dat nog steeds voelbaar is.
Wanneer men in die context spreekt over het “accepteren van de Armeense genocide”, zonder die collectieve pijn in overweging te nemen, dan getuigt dat van een gebrek aan empathie.
Een journalist mag daar niet blind voor blijven.
Mijn taak is niet om te vleien, maar om de gevoelens en gevoeligheden van mijn gemeenschap zichtbaar te maken.
U noemt mijn artikel “tegenstrijdig” omdat ik enerzijds schrijf dat Turkse organisaties de heer Çörüz uitnodigen, en anderzijds dat burgers daar verdrietig om zijn.
Maar dat ís juist de kern van de zaak: binnen één gemeenschap bestaan verschillende stemmen, en het is journalistiek eerlijk om dat spanningsveld te laten zien in plaats van het te verdoezelen.
OVER HET “PROTOCOL”-ASPECT
In mijn bericht vermeldde ik dat de heer Çörüz vaak voorkomt op protocollijsten van Turkse organisaties, vooral sinds zijn echtgenote Judith Uitermark minister van Binnenlandse Zaken werd.
Dat is geen beschuldiging, maar een feitelijke observatie.
Voorheen zagen we hem zelden bij zulke bijeenkomsten. Pas toen zijn echtgenote in het kabinet zitting nam, verscheen hij vaker op de eerste rijen bij officiële evenementen.
Dat mag toeval zijn, maar het is legitiem voor een journalist om dat te benoemen, zeker wanneer die zichtbaarheid als een vorm van eer wordt ervaren door dezelfde gemeenschap die zich juist gekwetst voelt door zijn eerdere uitspraken.
Het erkennen van iemands loopbaan en toewijding sluit kritiek op de maatschappelijke gevolgen van zijn woorden niet uit.
Wie ooit als vertegenwoordiger van de Turkse gemeenschap werd gezien, draagt ook de verantwoordelijkheid om zorgvuldig met die positie om te gaan.
DE UITSPRAAK OVER MAROKKAANSE JONGEREN
U schrijft dat de heer Çörüz altijd opkwam voor rechtvaardigheid en sociale orde. Dat is te respecteren, maar we mogen ook niet vergeten dat hij als parlementariër een uitspraak deed die destijds veel stof deed opwaaien:
tijdens debatten over probleemgedrag van Marokkaanse jongeren stelde hij dat niet alleen de jongeren zelf, maar ook hun ouders gestraft moesten worden.
Ik heb die uitspraak destijds fel bekritiseerd, omdat zulke generaliserende voorstellen bijdragen aan stigmatisering in plaats van aan oplossing.
Ik noem dit voorbeeld niet om hem te kleineren, maar om te onderstrepen dat de woorden van een politicus zwaar wegen – ze kunnen verbinden, maar ook verdelen.
En precies daarom is zijn houding over de Armeense kwestie zo gevoelig: het gaat om de grenzen van morele verantwoordelijkheid in het publieke debat.
HET DOEL VAN MIJN ARTIKEL
Mijn tekst had één doel: de gevoelens van een gemeenschap verwoorden die zich miskend voelt door uitspraken die haar nationale waardigheid in twijfel trekken.
Ik heb nergens beweerd dat de heer Çörüz geen verdiensten heeft, of dat zijn inzet voor de samenleving niet oprecht zou zijn.
Maar ik blijf erbij dat zijn woorden over de “interne acceptatie van de Armeense genocide” niet alleen politiek, maar ook menselijk kwetsend waren voor een groot deel van de Turkse Nederlanders.
Wanneer men spreekt over “de eer van een volk”, bedoelt men niet trots om zichzelf, maar de weigering om een onrechtvaardige beschuldiging als waarheid te aanvaarden.
EEN OPROEP TOT HERBEZINNING
Mijn wens is eenvoudig: dat de heer Çörüz na al die jaren zijn vroegere uitspraken nog eens beziet, met de wijsheid die de tijd brengt.
Dat hij inziet hoeveel mensen hij destijds – onbedoeld wellicht – heeft gekwetst.
En dat hij, als iemand die jarenlang met respect binnen de Turkse gemeenschap leefde, ooit de moed vindt om te zeggen:
“Ik begrijp waarom dit zo gevoelig lag.”
Dat zou geen teken van zwakte zijn, maar juist van kracht: het vermogen om te luisteren naar het hart van zijn eigen gemeenschap.
De waarheid hoeft niet met boosheid verdedigd te worden; zij vraagt om kennis, empathie en rechtvaardigheid.
TOT SLOT
Ik heb niemand willen demoniseren.
Maar in een democratische samenleving moeten publieke uitspraken ook publiek besproken kunnen worden.
Mijn artikel was zo’n bespreking – geen aanval, maar een spiegel.
Ik hoop dat de heer Çörüz, en ook de organisaties die hem blijven eren, begrijpen dat het hier niet gaat om afgunst of vijandigheid, maar om de wens om respectvol met ons collectieve geheugen om te gaan.
Wie de pijn van zijn volk negeert, hoe goedbedoeld ook, vergroot de afstand.
Laten we hopen dat deze discussie niet leidt tot meer verdeeldheid, maar juist tot meer begrip –
dat we samen blijven zoeken naar manieren om de waarheid te verdedigen zonder haat,
en de waardigheid te bewaren zonder verheerlijking.
Met vriendelijke groet,
İlhan KARAÇAY
SAYIN ATSIZ’A CEVABIMIN TÜRKÇESİ
Sayın Atsız,
Öncelikle uzun ve nazik mektubunuz için teşekkür ederim.
Zahmet edip düşüncelerinizi paylaştığınız için memnunum, ancak vardığınız sonuçların bir kısmına katılmıyorum.
Başından söyleyeyim: Benim yazımın konusu Coşkun Çörüz’ün kişiliği, yaşam öyküsü ya da geçmişteki başarıları değildir.
Konu, onun sözde Ermeni soykırımı konusundaki açık ve net siyasi tutumudur.
Benim yazım, Çörüz’ün Hollanda medyasına verdiği demeçte, “bu iddiaların Türk toplumu tarafından içselleştirilmesi gerektiğini” savunmasına ilişkindir.
Bu, önemsiz bir detay değil, tam tersine derin bir kırılmanın sebebidir.
Çünkü bu sözler, yıllarca Türk toplumunun içinde saygı görmüş birinin ağzından çıktığında, aynı toplumda derin bir hayal kırıklığı ve acı yaratmıştır.
KONUMUZ KİŞİ DEĞİL, AÇIKÇA İFADE EDİLMİŞ BİR TUTUMDUR
Sayın Çörüz, 2006 yılında Hollanda’nın Trouw gazetesine verdiği demeçte, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan 2004 tarihli Meclis kararının Türk toplumu tarafından kabul edilmesi ve içselleştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ayrıca bu görüşü, Türk toplumu içindeki en sert muhaliflere karşı bile savunacağını da açıkça belirtmiştir.
Bu, elbette onun hakkıdır. Ancak bu kadar net bir siyasi tavır, tarihsel olarak büyük bir haksızlık olarak görülen bir konuda, Türk milletinin en derin duygularına dokunur.
ASALA terörünün yarattığı acıları hâlâ unutmamış olan Hollanda’daki Türkler için bu mesele sadece akademik bir tartışma değildir, hâlâ kanayan bir yaradır.
Dolayısıyla benim yazım, Çörüz’ün “iyi” ya da “kötü” biri olup olmadığıyla değil, sözlerinin toplumsal ve vicdani etkisiyle ilgilidir.
ASALA TRAVMASI VE EMPATİ EKSİKLİĞİ
1970’li ve 80’li yıllarda ASALA terör örgütü tarafından diplomatlarımızın katledilmesi, hâlâ unutulmamış bir travmadır.
Böyle bir acı geçmişin varlığını dikkate almadan, “Ermeni soykırımının kabul edilmesi gerektiği” yönünde konuşmak, kaçınılmaz olarak empati eksikliği olarak algılanır.
Bir gazeteci bu acıyı görmezden gelemez.
Benim görevim pohpohlamak değil, toplumumun hislerini yansıtmaktır.
Siz yazımda bir çelişki olduğunu söylüyorsunuz: Hem “Türk kuruluşları Çörüz’ü davet ediyor” diyorsunuz, hem de “vatandaşlar bundan rahatsız” diyorsunuz diyorsunuz.
Ama tam da mesele bu — aynı toplum içinde farklı sesler vardır.
Gazetecinin görevi bu farklı sesleri gizlemek değil, görünür kılmaktır.
PROTOKOL KONUSUNA GELİNCE
Yazımda, Sayın Çörüz’ün özellikle eşi Judith Uitermark’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Türk kuruluşlarının protokol listelerinde sıkça yer aldığını belirttim.
Bu bir suçlama değil, somut bir gözlemdir.
Önceleri kendisini bu tür etkinliklerde pek görmezdik.
Eşi bakan olduktan sonra ise, resmi toplantıların ön sıralarında sık sık görünmeye başladı.
Bu bir rastlantı olabilir, ama gazeteci olarak bunu belirtmek doğal ve gereklidir.
Çünkü geçmişte sözleriyle toplumu incitmiş bir kişinin, aynı toplumun etkinliklerinde “onur konuğu” gibi ağırlanması, ister istemez yeni kırgınlıklara yol açar.
Birinin kariyerini ve emeğini kabul etmek, onun sözlerinin yol açtığı duygusal etkiyi sorgulamaya engel değildir.
Hele ki kendisi uzun yıllar “Türk toplumunu temsil eden siyasetçi” olarak görülmüş biriyse, bu temsilin sorumluluğunu da taşımak durumundadır.
FASLI GENÇLER HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Siz Çörüz’ün her zaman adaleti ve toplumsal düzeni savunduğunu yazmışsınız.
Bu elbette saygıdeğer bir niyettir.
Ama unutmayalım ki kendisi milletvekiliyken yaptığı bir açıklamayla da büyük tartışma yaratmıştı:
Faslı gençlerin davranışları konuşulurken, “Sadece gençler değil, onların ebeveynleri de cezalandırılmalıdır” demişti.
Ben o dönemde bu sözü haber yapmış ve eleştirmiştim.
Çünkü böyle genelleyici yaklaşımlar, çözüm üretmek yerine damgalamayı derinleştirir.
Bunu bugün anmamın sebebi, Çörüz’ü kötülemek değil, siyasetçinin sözlerinin toplum üzerinde ağır bir etkisi olabileceğini göstermektir.
Ermeni iddiaları konusunda da mesele tam olarak budur: Kamuoyu önünde söylenen her söz, o toplumun duygularına dokunur.
YAZIMIN AMACI
Benim amacım basit:
Toplumun, milli onurunu hedef alan söylemler karşısında hissettiği kırgınlığı dile getirmek.
Çörüz’ün topluma hizmet etmiş biri olduğunu inkâr etmedim, etmiyorum da.
Ama şunu söylüyorum: “Ermeni soykırımı Türk toplumu tarafından içselleştirilmelidir” sözleri, sadece siyasi değil, insani olarak da incitici olmuştur.
Bir milletin onurundan söz ederken kastettiğim, kibir değil; haksız bir ithamı “doğru” olarak kabullenmeme iradesidir.
YENİDEN DÜŞÜNME ÇAĞRISI
Benim dileğim açık:
Sayın Çörüz, aradan geçen yıllardan sonra o sözlerine yeniden bakabilsin.
O sözlerin, istemeden de olsa, ne kadar çok insanı yaraladığını fark etsin.
Ve bir gün, yıllarca dostluk ve saygı gördüğü toplumuna dönüp diyebilsin ki:
“Bu konunun neden bu kadar hassas olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.”
Bu bir zayıflık değil, aksine bir olgunluk göstergesi olurdu.
Çünkü hakikat öfkeyle değil, bilgiyle ve vicdanla savunulur.
SON SÖZ
Benim niyetim kimseyi kötülemek değildir.
Ama bir demokraside, kamuya açık sözler de kamu önünde tartışılabilir.
Benim yazım bir saldırı değil, bir aynadır.
Dilerim ki Sayın Çörüz ve onu hâlâ onurlandıran bazı kuruluşlar, bunun bir düşmanlık değil, toplumumuzun ortak hafızasına saygı çağrısı olduğunu anlar.
Kendi halkının acısına sırtını dönmek, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, uzaklaştırır.
Umarım bu tartışma daha fazla bölünmeye değil, daha fazla anlayışa yol açar.
Gerçeği öfke olmadan, onurumuzu da övünmeden koruyabildiğimiz bir zeminde buluşmak dileğiyle.
Sayın Karaçay,
‘Haberinize’ yanlış ve çarpıtılmış cümleyle başlamış olmanız hemen dikkatle göz kamastırıyor :
‘Hollanda İçişleri eski Bakanı’nın eşi olduğu için, Türk kuruluşlarının protokol listesinde bulunan bu siyasetçinin gördüğü lütuf, yurttaşlarımızı üzüyor.’
Sayın Coruz gençliğinden beri Türk gençlerine örnek bir genç ve insan olarak siyasete atılmıştır. Türk insanın haklarını ve muhafazakar bir aileden gelmesi dolayısıyla, özellikle inanan insanların haklarını savunmuştur. Siyaset yapmak için CDA’yı seçmesinin arkasındaki motivasyon da burada yatmaktadır. Çalışkanlığıyla içinde yaşadığı topluma Türk ve müslüman kimliği ile hizmet etmek için elinden geleni yapmaya çalışmıştır.
Yani demem o dur ki…. Coşkun eşinin nüfuzu ile değil, kendi emeği ve kendinin haketmiş olduğu bir iltifatla Türk kuruluşlarını protokol listesinde yeralmaktadır. Kaldı ki davet eden kuruluşlar Türk kuruluşları ve davet edilen kişi ise Hollanda siyasetine vakıf bir Türk asıllı insan.
Bunun yanında haberinizin, çelişkiyle dolu; Sayın Coruz’un, protokol listesinde bulunmasından dolayı yurttaşlarımızın üzüldüğünü belirtiyorsunuz… Oysa Coruz’u davet edenler ise Türk kuruluşları, yani yurttaşlarımızın kuruluşları. Bu ne lahana bu ne turşu!.. Bu yaklaşımızından şu anlam çıkıyor. Yurttaşlarımızın kuruluşları yurttaşlarımızı temsil etmiyor!..
Üzülerek belirtmeliyim ki Türkiye’deki siyasi atmosfer ve onun içinde yer alan ‘gazetecelik ve habercilik’ meslek anlayışı, sayenizde Hollanda’ya da taşınmaya çalışılıyor. Sevgili Coşkun’un adını içinde Asala bulunan cümlelerle oluşturulmuş bir hikaye içinde anmanız ne benim vicdanıma ne de Türklerin ve müslümanların vicdanına sığmamıştır, sığmayacaktır.
Coşkun Coruz hakkındaki bu haberinizin üslubunu ve onun hakkında yaratmak istediğiniz imajı çirkin buluyor ve kınıyorum.
Geachte heer Atsız,
Allereerst wil ik u bedanken voor uw uitgebreide en beleefde brief.
Ik waardeer het dat u de moeite heeft genomen om te reageren, al deel ik uw conclusies niet.
Laat mij meteen duidelijk stellen: het onderwerp van mijn artikel was niet de persoon Coşkun Çörüz – niet zijn levensloop, niet zijn verdiensten, niet zijn karakter – maar zijn duidelijk geformuleerde politieke houding met betrekking tot de zogenaamde Armeense genocide.
Mijn stuk ging over zijn uitspraak in de Nederlandse media, waarin hij pleitte voor het “verinnerlijken” van deze beschuldiging door de Turkse gemeenschap. Dat is geen klein detail, maar een fundamentele stellingname die, uitgesproken door iemand van Turkse afkomst die jarenlang door zijn landgenoten met respect werd bejegend, diepe teleurstelling en pijn heeft veroorzaakt binnen diezelfde gemeenschap.
HET GAAT NIET OM DE PERSOON, MAAR OM HET STANDPUNT
De heer Çörüz verklaarde in 2006 in de krant Trouw dat hij het belangrijk vond dat de Turkse gemeenschap in Nederland de motie uit 2004 – waarin de gebeurtenissen van 1915 als “genocide” worden erkend – zou aanvaarden en internaliseren.
Hij zei bovendien bereid te zijn dit standpunt te verdedigen tegenover de felste tegenstanders binnen de Turkse gemeenschap, waaronder nationalistische groeperingen.
Dat is zijn goed recht, maar zulke woorden hebben een prijs.
Een dergelijk uitgesproken standpunt over een kwestie die door miljoenen Turken wereldwijd als een historische onrechtvaardigheid wordt ervaren, raakt aan het diepste niveau van collectieve herinnering en emotie.
Voor veel Turkse Nederlanders, wier families de terreur van de Armeense organisatie ASALA hebben meegemaakt of herdacht, is dit geen academische discussie maar een open wond.
Mijn artikel ging dus niet over de vraag of Coşkun Çörüz een goed of slecht mens is, maar over de morele en emotionele impact van zijn woorden op een gemeenschap waarvan hij zelf deel uitmaakt.
HET ASALA-TRAUMA EN HET GEMIS AAN EMPATHIE
De moorden die de Armeense terreurorganisatie ASALA in de jaren zeventig en tachtig pleegde op Turkse diplomaten hebben een litteken achtergelaten dat nog steeds voelbaar is.
Wanneer men in die context spreekt over het “accepteren van de Armeense genocide”, zonder die collectieve pijn in overweging te nemen, dan getuigt dat van een gebrek aan empathie.
Een journalist mag daar niet blind voor blijven.
Mijn taak is niet om te vleien, maar om de gevoelens en gevoeligheden van mijn gemeenschap zichtbaar te maken.
U noemt mijn artikel “tegenstrijdig” omdat ik enerzijds schrijf dat Turkse organisaties de heer Çörüz uitnodigen, en anderzijds dat burgers daar verdrietig om zijn.
Maar dat ís juist de kern van de zaak: binnen één gemeenschap bestaan verschillende stemmen, en het is journalistiek eerlijk om dat spanningsveld te laten zien in plaats van het te verdoezelen.
OVER HET “PROTOCOL”-ASPECT
In mijn bericht vermeldde ik dat de heer Çörüz vaak voorkomt op protocollijsten van Turkse organisaties, vooral sinds zijn echtgenote Judith Uitermark minister van Binnenlandse Zaken werd.
Dat is geen beschuldiging, maar een feitelijke observatie.
Voorheen zagen we hem zelden bij zulke bijeenkomsten. Pas toen zijn echtgenote in het kabinet zitting nam, verscheen hij vaker op de eerste rijen bij officiële evenementen.
Dat mag toeval zijn, maar het is legitiem voor een journalist om dat te benoemen, zeker wanneer die zichtbaarheid als een vorm van eer wordt ervaren door dezelfde gemeenschap die zich juist gekwetst voelt door zijn eerdere uitspraken.
Het erkennen van iemands loopbaan en toewijding sluit kritiek op de maatschappelijke gevolgen van zijn woorden niet uit.
Wie ooit als vertegenwoordiger van de Turkse gemeenschap werd gezien, draagt ook de verantwoordelijkheid om zorgvuldig met die positie om te gaan.
DE UITSPRAAK OVER MAROKKAANSE JONGEREN
U schrijft dat de heer Çörüz altijd opkwam voor rechtvaardigheid en sociale orde. Dat is te respecteren, maar we mogen ook niet vergeten dat hij als parlementariër een uitspraak deed die destijds veel stof deed opwaaien:
tijdens debatten over probleemgedrag van Marokkaanse jongeren stelde hij dat niet alleen de jongeren zelf, maar ook hun ouders gestraft moesten worden.
Ik heb die uitspraak destijds fel bekritiseerd, omdat zulke generaliserende voorstellen bijdragen aan stigmatisering in plaats van aan oplossing.
Ik noem dit voorbeeld niet om hem te kleineren, maar om te onderstrepen dat de woorden van een politicus zwaar wegen – ze kunnen verbinden, maar ook verdelen.
En precies daarom is zijn houding over de Armeense kwestie zo gevoelig: het gaat om de grenzen van morele verantwoordelijkheid in het publieke debat.
HET DOEL VAN MIJN ARTIKEL
Mijn tekst had één doel: de gevoelens van een gemeenschap verwoorden die zich miskend voelt door uitspraken die haar nationale waardigheid in twijfel trekken.
Ik heb nergens beweerd dat de heer Çörüz geen verdiensten heeft, of dat zijn inzet voor de samenleving niet oprecht zou zijn.
Maar ik blijf erbij dat zijn woorden over de “interne acceptatie van de Armeense genocide” niet alleen politiek, maar ook menselijk kwetsend waren voor een groot deel van de Turkse Nederlanders.
Wanneer men spreekt over “de eer van een volk”, bedoelt men niet trots om zichzelf, maar de weigering om een onrechtvaardige beschuldiging als waarheid te aanvaarden.
EEN OPROEP TOT HERBEZINNING
Mijn wens is eenvoudig: dat de heer Çörüz na al die jaren zijn vroegere uitspraken nog eens beziet, met de wijsheid die de tijd brengt.
Dat hij inziet hoeveel mensen hij destijds – onbedoeld wellicht – heeft gekwetst.
En dat hij, als iemand die jarenlang met respect binnen de Turkse gemeenschap leefde, ooit de moed vindt om te zeggen:
“Ik begrijp waarom dit zo gevoelig lag.”
Dat zou geen teken van zwakte zijn, maar juist van kracht: het vermogen om te luisteren naar het hart van zijn eigen gemeenschap.
De waarheid hoeft niet met boosheid verdedigd te worden; zij vraagt om kennis, empathie en rechtvaardigheid.
TOT SLOT
Ik heb niemand willen demoniseren.
Maar in een democratische samenleving moeten publieke uitspraken ook publiek besproken kunnen worden.
Mijn artikel was zo’n bespreking – geen aanval, maar een spiegel.
Ik hoop dat de heer Çörüz, en ook de organisaties die hem blijven eren, begrijpen dat het hier niet gaat om afgunst of vijandigheid, maar om de wens om respectvol met ons collectieve geheugen om te gaan.
Wie de pijn van zijn volk negeert, hoe goedbedoeld ook, vergroot de afstand.
Laten we hopen dat deze discussie niet leidt tot meer verdeeldheid, maar juist tot meer begrip –
dat we samen blijven zoeken naar manieren om de waarheid te verdedigen zonder haat,
en de waardigheid te bewaren zonder verheerlijking.
Met vriendelijke groet,
İlhan KARAÇAY
SAYIN ATSIZ’A CEVABIMIN TÜRKÇESİ
Sayın Atsız,
Öncelikle uzun ve nazik mektubunuz için teşekkür ederim.
Zahmet edip düşüncelerinizi paylaştığınız için memnunum, ancak vardığınız sonuçların bir kısmına katılmıyorum.
Başından söyleyeyim: Benim yazımın konusu Coşkun Çörüz’ün kişiliği, yaşam öyküsü ya da geçmişteki başarıları değildir.
Konu, onun sözde Ermeni soykırımı konusundaki açık ve net siyasi tutumudur.
Benim yazım, Çörüz’ün Hollanda medyasına verdiği demeçte, “bu iddiaların Türk toplumu tarafından içselleştirilmesi gerektiğini” savunmasına ilişkindir.
Bu, önemsiz bir detay değil, tam tersine derin bir kırılmanın sebebidir.
Çünkü bu sözler, yıllarca Türk toplumunun içinde saygı görmüş birinin ağzından çıktığında, aynı toplumda derin bir hayal kırıklığı ve acı yaratmıştır.
KONUMUZ KİŞİ DEĞİL, AÇIKÇA İFADE EDİLMİŞ BİR TUTUMDUR
Sayın Çörüz, 2006 yılında Hollanda’nın Trouw gazetesine verdiği demeçte, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan 2004 tarihli Meclis kararının Türk toplumu tarafından kabul edilmesi ve içselleştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ayrıca bu görüşü, Türk toplumu içindeki en sert muhaliflere karşı bile savunacağını da açıkça belirtmiştir.
Bu, elbette onun hakkıdır. Ancak bu kadar net bir siyasi tavır, tarihsel olarak büyük bir haksızlık olarak görülen bir konuda, Türk milletinin en derin duygularına dokunur.
ASALA terörünün yarattığı acıları hâlâ unutmamış olan Hollanda’daki Türkler için bu mesele sadece akademik bir tartışma değildir, hâlâ kanayan bir yaradır.
Dolayısıyla benim yazım, Çörüz’ün “iyi” ya da “kötü” biri olup olmadığıyla değil, sözlerinin toplumsal ve vicdani etkisiyle ilgilidir.
ASALA TRAVMASI VE EMPATİ EKSİKLİĞİ
1970’li ve 80’li yıllarda ASALA terör örgütü tarafından diplomatlarımızın katledilmesi, hâlâ unutulmamış bir travmadır.
Böyle bir acı geçmişin varlığını dikkate almadan, “Ermeni soykırımının kabul edilmesi gerektiği” yönünde konuşmak, kaçınılmaz olarak empati eksikliği olarak algılanır.
Bir gazeteci bu acıyı görmezden gelemez.
Benim görevim pohpohlamak değil, toplumumun hislerini yansıtmaktır.
Siz yazımda bir çelişki olduğunu söylüyorsunuz: Hem “Türk kuruluşları Çörüz’ü davet ediyor” diyorsunuz, hem de “vatandaşlar bundan rahatsız” diyorsunuz diyorsunuz.
Ama tam da mesele bu — aynı toplum içinde farklı sesler vardır.
Gazetecinin görevi bu farklı sesleri gizlemek değil, görünür kılmaktır.
PROTOKOL KONUSUNA GELİNCE
Yazımda, Sayın Çörüz’ün özellikle eşi Judith Uitermark’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Türk kuruluşlarının protokol listelerinde sıkça yer aldığını belirttim.
Bu bir suçlama değil, somut bir gözlemdir.
Önceleri kendisini bu tür etkinliklerde pek görmezdik.
Eşi bakan olduktan sonra ise, resmi toplantıların ön sıralarında sık sık görünmeye başladı.
Bu bir rastlantı olabilir, ama gazeteci olarak bunu belirtmek doğal ve gereklidir.
Çünkü geçmişte sözleriyle toplumu incitmiş bir kişinin, aynı toplumun etkinliklerinde “onur konuğu” gibi ağırlanması, ister istemez yeni kırgınlıklara yol açar.
Birinin kariyerini ve emeğini kabul etmek, onun sözlerinin yol açtığı duygusal etkiyi sorgulamaya engel değildir.
Hele ki kendisi uzun yıllar “Türk toplumunu temsil eden siyasetçi” olarak görülmüş biriyse, bu temsilin sorumluluğunu da taşımak durumundadır.
FASLI GENÇLER HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Siz Çörüz’ün her zaman adaleti ve toplumsal düzeni savunduğunu yazmışsınız.
Bu elbette saygıdeğer bir niyettir.
Ama unutmayalım ki kendisi milletvekiliyken yaptığı bir açıklamayla da büyük tartışma yaratmıştı:
Faslı gençlerin davranışları konuşulurken, “Sadece gençler değil, onların ebeveynleri de cezalandırılmalıdır” demişti.
Ben o dönemde bu sözü haber yapmış ve eleştirmiştim.
Çünkü böyle genelleyici yaklaşımlar, çözüm üretmek yerine damgalamayı derinleştirir.
Bunu bugün anmamın sebebi, Çörüz’ü kötülemek değil, siyasetçinin sözlerinin toplum üzerinde ağır bir etkisi olabileceğini göstermektir.
Ermeni iddiaları konusunda da mesele tam olarak budur: Kamuoyu önünde söylenen her söz, o toplumun duygularına dokunur.
YAZIMIN AMACI
Benim amacım basit:
Toplumun, milli onurunu hedef alan söylemler karşısında hissettiği kırgınlığı dile getirmek.
Çörüz’ün topluma hizmet etmiş biri olduğunu inkâr etmedim, etmiyorum da.
Ama şunu söylüyorum: “Ermeni soykırımı Türk toplumu tarafından içselleştirilmelidir” sözleri, sadece siyasi değil, insani olarak da incitici olmuştur.
Bir milletin onurundan söz ederken kastettiğim, kibir değil; haksız bir ithamı “doğru” olarak kabullenmeme iradesidir.
YENİDEN DÜŞÜNME ÇAĞRISI
Benim dileğim açık:
Sayın Çörüz, aradan geçen yıllardan sonra o sözlerine yeniden bakabilsin.
O sözlerin, istemeden de olsa, ne kadar çok insanı yaraladığını fark etsin.
Ve bir gün, yıllarca dostluk ve saygı gördüğü toplumuna dönüp diyebilsin ki:
“Bu konunun neden bu kadar hassas olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.”
Bu bir zayıflık değil, aksine bir olgunluk göstergesi olurdu.
Çünkü hakikat öfkeyle değil, bilgiyle ve vicdanla savunulur.
SON SÖZ
Benim niyetim kimseyi kötülemek değildir.
Ama bir demokraside, kamuya açık sözler de kamu önünde tartışılabilir.
Benim yazım bir saldırı değil, bir aynadır.
Dilerim ki Sayın Çörüz ve onu hâlâ onurlandıran bazı kuruluşlar, bunun bir düşmanlık değil, toplumumuzun ortak hafızasına saygı çağrısı olduğunu anlar.
Kendi halkının acısına sırtını dönmek, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, uzaklaştırır.
Umarım bu tartışma daha fazla bölünmeye değil, daha fazla anlayışa yol açar.
Gerçeği öfke olmadan, onurumuzu da övünmeden koruyabildiğimiz bir zeminde buluşmak dileğiyle.