400 yıllık dostluğu taçlandıran ‘Ortak Miras’ sergisi 31 Ocak 2026’ya kadar açık kalacak.
Proje koordinatörü ve Hollanda NP2E Yönetim Kurulu Başkanı Gülay Fitöz’ün büyük başarısı.
Öğretim üyesi ve ünlü sanatçı Ümran Özbalcı Aria, projeyi değerlendirdi.
(Haberin Hollandacası en altta. De Nederlandse versie staat onderaan)
İlhan KARAÇAY yazdı
İzmir’in kalbinde, Tarihi Bıçakçı Han’ın taş duvarları içinde, Türkiye ile Hollanda arasındaki 400 yılı aşkın dostluğun hikâyesi bu kez resimle, halıyla, çiniyle ve insan öyküleriyle anlatılıyor.
Hollanda’dan NP2E(A New Path to Equality-Eşitlik İçin Yeni Bir Yol) Yönetim Kurulu Başkanı ve Proje Koordinatörü Gülay Fitöz’ün öncülüğü, Konak Belediyesi ve Hollanda Krallığı Ankara Büyükelçiliği’nin iş birliği ile hazırlanan “Ortak Miras” sergisi, yalnızca bir sanat etkinliği değil, iki ülke arasındaki uzun soluklu dostluğun ve ortak hafızanın günümüze uzanan görsel bir belgesi niteliğinde.
Bu sergiyi, ilhankaraçay.com adına gözlemci olarak izleyen, ünlü sanatçımız ve akademisyen Ümran Özbalcı Aria’nın ayrıntılı aktarımı ve değerlendirmeleri ışığında kaleme alıyorum.
ORTAK MİRASIN KALBİ BİR İZMİR HİKÂYESİ
İzmir’de açılan bir kültür sanat etkinliğinin odağında Hollanda’dan Gülay Fitöz ve Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands varsa, o etkinlik, Hollanda’daki biz Türkler için de ayrı bir gurur vesilesi demektir.
Gülay Fitöz’ü, Anadolu kadınının el emeği göz nuru halılarını dünyaya tanıtan projelerinden zaten tanıyoruz. Bergama Halıcılık Kadın Kooperatifi kurucusu Kadriye Yakar ile birlikte, Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği, İstanbul Başkonsolosluğu ve Menderes Halk Eğitim Müdürlüğü desteğiyle Anadolu kadınının halı sanatını daha önce de görünür kılmıştı. Şimdi bu birikim, “Ortak Miras” başlığı altında çok daha geniş ve çok katmanlı bir kültür köprüsüne dönüşmüş durumda.
Konak Belediyesi ile Hollanda Krallığı Ankara Büyükelçiliği işbirliğinde hazırlanan serginin açılışı, Tarihi Bıçakçı Han’da yapıldı. Törene Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu, Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands, Hollanda İzmir Fahri Konsolosu Oğuz Özkardeş, çeşitli ülkelerin konsolosluk temsilcileri, Konak Belediyesi meclis üyeleri ve bürokratları, akademisyenler, sanatçılar, muhtarlar ve özellikle de projenin kalbinde yer alan kadın kooperatiflerinin temsilcileri katıldı.
BIÇAKÇI HAN’DA ZAMANIN İÇİNDEN GEÇEN SERGİ
Bıçakçı Han, İzmir’in tarihsel ticaret hafızasını taşıyan, her köşesinde Akdeniz’in kokusunu duyduğunuz bir mekân. İşte bu hanın kemerli koridorlarında ve taş avlusunda, Türkiye ve Hollanda arasında dört asırdır süren keşif, ticaret ve kültürel etkileşim, birbirini tamamlayan eserlerle anlatılıyor.
SERGİDE NELER VAR?
17’nci yüzyıl Hollanda ressamı Pieter de Hooch’un “Masa Başında Lavta Çalan Bir Kadın ve Şarkı Söyleyen Çift” adlı tablosunda görülen Bergama halısının, Bergama Halıcılık ve El Sanatları Kooperatifi tarafından yeniden dokunmuş hali.
Kahramanmaraş depremleri sonrasında deprem bölgesindeki kadın ve çocuklarla birlikte hazırlanan “İnci Küpeli Kız” nakış tablo projesi.
Delft Mavisi çiniler ve Osmanlı ile Hollanda lalelerini buluşturan çalışmalar.
Ticaret ve diplomasi tarihinde önemli yeri olan Levanten bağlarını, İzmir’deki Hollandalı varlığını ve iki ülke arasındaki kadın hareketini anlatan panolar.
Panolarda, “Halılarla Dokunan Bağlar”, “400 Yıllık Öykü”, “Diplomat Cornelis Haga”, “Delft Mavisi”, “İzmir’de Hollandalılar”, “Rosa Manus” gibi başlıklar, sergiye yalnızca estetik değil, sağlam bir tarihsel zemin de kazandırıyor. Böylece ziyaretçi, sadece güzel eserler görmüyor, aynı zamanda 400 yılı aşan bir dostluk hikâyesini satır satır okuyor.
GÜLAY FİTÖZ’ÜN İMZASI VE KADIN EMEĞİNİN GURURU
Projenin arkasındaki isim, Hollanda NP2E Yönetim Kurulu Başkanı Gülay Fitöz. Kendisi, yıllardır Hollanda ile Türkiye arasında kültürel köprüler kuran üretken bir isim. “Ortak Miras” sergisi, tam anlamıyla onun ısrarlı emeğinin, kurumlar arası iş birliği kurma becerisinin ve özellikle de kadın emeğine duyduğu saygının bir sonucu.
Fitöz, serginin en sembolik eserlerinden biri olan Bergama halısı için, “311.856 düğümden oluşan halının yaklaşık 40 kadınımız tarafından örülmesi, her bir düğümün İzmirli kız kardeşlerimin ellerinde nasıl can bulduğunu izlemek büyük bir sevinçti” derken, aslında projenin ruhunu da özetliyor. Her düğüm, hem bir sanat emeği hem de iki ülke arasındaki bağın yeni bir halkası.
BERGAMA HALISI: BİR TABLONUN İÇİNDEN ÇIKIP GERÇEĞE DÖNEN MİRAS
Serginin odak noktalarından biri, 17. yüzyıl Hollanda resim sanatının Altın Çağ ustalarından Pieter de Hooch’un tablosunda yer alan halının yeniden dokunmuş hali. Bu halı, yalnız sanat tarihine değil, kültürler arası alışverişe de ışık tutuyor.
Halı, Bergama Halıcılık ve El Sanatları Kooperatifi’nin kurucusu Kadriye Yakar ve ekibi tarafından, doğal yün ve özgün renklere sadık kalınarak yeniden üretildi. Ümran Özbalcı Aria’nın aktardığına göre, tablonun önünde sergilenen keçi yününden iplik yumakları, 400 yıl önceki üretim anlayışına gösterilen saygının somut bir işareti.
Anadolu halılarının Avrupa’ya yolculuğu, aslında eski bir hikâye. Orta Asya’dan başlayarak Anadolu’ya, oradan da tüccarlar aracılığıyla Avrupa’ya uzanan halı sanatı, 17. yüzyıl Amsterdam’ında büyük bir prestij unsuru haline gelmişti. O dönemde Anadolu halıları çoğu zaman yere değil, masaların üzerine seriliyor, evlerin itibarı adeta bu halıyla gösteriliyordu. Rembrandt, Vermeer ve Pieter de Hooch gibi ustaların tablolarında bu halıları görmemiz hiç de tesadüf değil.
Bergama halısının üzerindeki geometrik motifler de ayrı bir dil konuşuyor. İç içe geçmiş iki sekizgen madalyondan dıştaki mavi olan yıldızı, içteki sarı olan güneşi simgeliyor. Bu ikili, göğü ve ilahi varlığı temsil ediyor. Halı, tabloda adeta masayı kutsal bir taht haline getiriyor ve üzerinde oturan kadını “kutsal dişi” konumuna yükseltiyor. Bir ayağı yerde, diğer ayağı hafifçe kalkmış figürün duruşu, yer ile göğü, dünyevi ile ilahiyi bir araya getiren bir köprü gibi yorumlanıyor.
Bugün Bıçakçı Han’da sergilenen bu halı, sadece bir yeniden üretim değil. Aynı zamanda Anadolu’dan yüzyıllar önce Avrupa’ya uzanan kültürel akışın, günümüzde yeniden okunması ve iki ülke arasında saygı dolu bir hatırlama jesti.
“İNCİ KÜPELİ KIZ”: DEPREM YARASINA SANATLA SARILAN ELLER
Serginin ziyaretçileri en çok etkileyen bölümlerinden biri de “İnci Küpeli Kız” nakış tablo projesi. 2023 yılı Hollanda’da “Johannes Vermeer Yılı” olarak kutlanırken, Kahramanmaraş’ta yaşanan büyük deprem felaketi, Türkiye’nin güneyinde hayatları altüst etmişti.
Bu ağır tablo içinde, Kahramanmaraş Down Sendromu Derneği ve Hollanda Büyükelçiliği iş birliğiyle, Down+1 Konteyner Sokağı’nda yaşayan kadın ve çocuklarla özel bir proje yürütüldü. Ailelerin sandıklarından çıkan kumaşlar, iplikler, atölyede buldukları her parça bir araya geldi ve Vermeer’in dünyaca ünlü “İnci Küpeli Kız”ı, dev bir nakış çalışması olarak yeniden hayat buldu.
Konteynerlerin gölgesinde, zor şartlar altında üretilen bu eser, sanatın iyileştirici ve birleştirici gücünün belki de en çarpıcı örneklerinden biri. Genç kızın ikonik bakışı, bu kez “Kaygı yok, görüyoruz ve her zaman umut vardır” der gibi. Hollanda Büyükelçisi Joep Wijnands’ın bu kampı ziyaret etmesi, proje için ayrı bir moral olmuş. Wijnands’ın bu sergide “dayanışma” kelimesini sık sık kullanması boşuna değil.
Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu, açılış konuşmasında hem Konak’ın kültür sanat vizyonunu, hem de bu serginin simgesel değerini vurguladı.
Mutlu, Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkilerin yalnızca diplomatik bir dostluktan ibaret olmadığını, yüzyıllar boyunca merak, etkileşim ve karşılıklı saygı ile güçlenen köklü bir bağ oluşturduğunu hatırlattı. “Bu mirası sahiplenmek sadece kültürel bir görev değil, aynı zamanda karşılıklı dostluğumuza duyduğumuz saygının bir ifadesidir” cümlesi, salonun genel havasını da özetliyordu.
Başkan Mutlu, Konak’ı yeniden İzmir’in kültür ve sanat kenti haline getirme hedefini anımsatarak, tarihin, sanatın, bilginin ve uluslararası iş birliğinin buluştuğu her etkinliğin, Konak’ın ruhunu geleceğe taşıdığını ifade etti. “Ortak Miras” sergisinin de uzun soluklu ve güçlü bir iş birliğinin ürünü olduğunu belirterek, emeği geçen herkese teşekkür etti ve serginin Türkiye ile Hollanda arasındaki dostluk köprüsüne yeni bir taş daha eklemesini diledi.
BÜYÜKELÇİ WIJNANDS: “İZMİR, ZİYARETÇİSİNİ, EVİNE ZEYTİN VE YENİ BİR İŞ FİKRİYLE GÖNDEREN DOST GİBİ”
Hollanda Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands, Ortak Miras Proje Koordinatörü (NP2E)Yönetim Kurulu Başkanı Gülay Fitöz (sağda), 17.yy Hollanda Resim Sanatı kitap yazarı Ümran Özbalcı Aria (solda).
Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands ise açılışta yaptığı sıcak konuşmayla dikkat çekti. Konuşmasına Türkçe sözlerle başlayan Wijnands, İzmirli ağzıyla sarf ettiği “Hadi gari” ifadesiyle salona samimi bir tebessüm yaydı.
Wijnands, Türkiye ve Hollanda arasındaki ilişkilerin 17. yüzyıla, Hollanda Levanten ticaret anlaşmasına kadar uzandığını anlattı. 1612’de ilk Hollanda konsolosluğunun İzmir’de kurulmuş olmasını hatırlatarak, bu şehrin o dönemden beri Akdeniz’de ticaret ve değişimin önemli bir merkezi olduğunu söyledi.
İzmir için yaptığı benzetme ise salondaki herkesin hafızasına kazındı. Wijnands, “Şehirlerin kişilikleri olsaydı, İzmir, akşam yemeğine kalmanız için ısrar eden ve ardından sizi evinize zeytin ve yeni bir iş fikriyle gönderen bir dost olurdu” diyerek, kentin misafirperverliğini ve üretken ruhunu tarif etti.
Büyükelçi, ilişkilerin bugün sadece ticaretle sınırlı olmadığını, 1960’lardan bu yana işçi göçüyle birlikte iki ülke arasında yeni bir köprü kurulduğunu vurguladı. Hollanda’daki Türk toplumunun artık Hollanda toplumunun ayrılmaz bir parçası olduğunu, kültürü, eğitimi, bilimi ve iş dünyasını zenginleştirdiğini belirtti. “Ortak miras, düğüm düğüm birlikte inşa ettiğimiz bir şey” diyen Wijnands, hem Bergama halısını dokuyan kadınlara, hem de deprem bölgesinde sanatla nefes almaya çalışan çocuklara özel teşekkürlerini iletti.
LALE SOĞANLARI VE DOSTLUĞUN SİMGESİ
Açılış töreninin duygusal anlarından biri de, Büyükelçi Wijnands’ın, Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu’ya lale soğanları armağan ettiği andı. Lale, hem Osmanlı hem Hollanda tarihinde güçlü bir sembol.
Başkan Mutlu, lale soğanlarının kentin farklı noktalarına dikilmesi için Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne talimat verdi. Laleler açtığında fotoğraflarının Hollanda tarafına iletileceğini söylemesi, bu jesti kalıcı bir dostluk sembolüne dönüştürdü. İzmir sokaklarında açacak her lale, Türkiye ile Hollanda arasındaki ortak mirasın renkli bir imzası olacak.
SERGİNİN YOLCULUĞU: İZMİR’DEN TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR YANINA
“Ortak Miras” sergisi, 2 Aralık ile 31 Ocak tarihleri arasında, hafta içi her gün 09.30–17.30 saatleri arasında Tarihi Bıçakçı Han’da ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyor. İlk durağı Konak olan sergi, önümüzdeki yıl Türkiye’nin farklı şehirlerine taşınacak ve böylece daha geniş bir kitleye ulaşacak.
Hollanda Krallığı Ankara Büyükelçiliği iş birliğiyle hazırlanan bu kapsamlı oluşum, aslında 400 yıllık bir bağın sanatsal tanıklığı. Bir tarafta Altın Çağ tablolarının içine yerleştirilmiş Anadolu halıları, diğer tarafta bir deprem kampında sandıklardan çıkan ipliklerle yeniden doğan “İnci Küpeli Kız”. Arada ise lale soğanları, Delft Mavisi çiniler, Levanten tüccarlar, Cornelis Haga’dan işçi göçüne uzanan uzun bir yol.
Türkiye’nin tanınmış, eğitimci sanatçılarından Ümran Özbalcı Aria, yayınladığı eserleri ile de takdir toplayan bir isimdir. İzmir’deki sergiyi gözlemci olarak izleyen sanatçı, son eseri olan “17. YÜZYIL HOLLANDA RESMİNDE PORTRE” kitabını, Hollanda’nın Türkiye Büyükelçisi Joep Wijnands’a sundu.
GEÇMİŞTEN GELECEĞE UZANAN KÖPRÜ
İzmir’deki bu sergi, geçmişe gömülmüş diplomasiyi, sanat tarihinin tozlu sayfalarındaki halıları ve kâğıt üzerinde kalmış ticaret anlaşmalarını bugünün insanıyla yeniden buluşturuyor. Üstelik bunu kuru bir tarih anlatısıyla değil, kadınların düğüm düğüm işlediği halılar, çocukların umutla dokuduğu nakışlar ve iki ülkenin ortak sembollerini yan yana getiren eserler aracılığıyla yapıyor.
Serginin gerçekleşmesinde rol oynayanlar arasında bulunanHollanda Ankara Büyükelçiliği Kültür Müşaviri Eray Ergeç, Ortak Miras Proje Koordinatörü Gülay Fitöz, Bergama Halıcılık ve El Sanatları Kadın Kooperatifi kurucusu Kadriye Yakar ve isimsiz kahramanlar bir arada…
Hollanda’daki biz Türkler için bu serginin ayrı bir anlamı var. Çünkü hem geldiğimiz toprakların kültürel zenginliğini hem de yıllardır yaşadığımız ülkenin sanatsal birikimini aynı mekânda, yan yana görüyoruz. Bu tablo, göç hikâyesinin de sessiz ama güçlü bir izdüşümü.
“Ortak Miras” sergisi, geçmişten bugüne uzanan bu köprünün sanatsal bir durak noktası. Dileğimiz, bu serginin yeni projelere, yeni iş birliklerine, yeni dostluklara kapı açması. İzmir’e yolu düşen herkese, Tarihi Bıçakçı Han’a uğrayıp bu hikâyeyi yerinde görmelerini içtenlikle tavsiye ediyorum.
NP2E VE “ORTAK MİRAS” SERGİSİNİN ARKA PLANINDAKİ KURUM
İzmir’de açılan “Ortak Miras” sergisinin arkasında yer alan kurumlardan biri olan NP2E (A New Path to Equality-Eşitlik İçin Yeni Bir Yol) Hollanda merkezli bir sivil toplum kuruluşu olarak faaliyet gösteriyor. Yönetim Kurulu Başkanlığını Gülay Firtöz’ün yürüttüğü NP2E, kadınların ve gençlerin insan hakları, toplumsal eşitlik ve kültürel hafıza alanlarında çalışmalar yürütüyor.
NP2E, eşitliğin yalnızca hukuki düzenlemelerle değil, kültür, sanat, eğitim ve toplumsal farkındalık yoluyla güçlenebileceği anlayışıyla hareket ediyor. Bu doğrultuda sergiler, paneller, akademik çalışmalar ve kültürel projeler aracılığıyla, farklı toplumların ortak değerlerini ve paylaşılan mirasını görünür kılmayı hedefliyor.
İzmir’de sanatseverlerle buluşan “Ortak Miras” sergisi de bu yaklaşımın somut örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Sergi, farklı coğrafyalardan gelen ortak kültürel izleri ve insanlık hafızasını sanat yoluyla anlatırken, NP2E’nin eşitlik, birlikte yaşama ve ortak değerler eksenindeki misyonunu da yansıtıyor.
Kuruluş, uluslararası iş birlikleriyle yürüttüğü projelerde kadınların, gençlerin ve kültürel aktörlerin sesini öne çıkarmayı amaçlıyor. NP2E, sanatın dönüştürücü gücünü kullanarak, toplumsal eşitlik ve insan hakları konularında kalıcı bir farkındalık yaratmayı hedefliyor.
GÜLAY FİTÖZ’DEN “İLHAMIN BAŞLANGICI”
SERGİYE ‘GÖZLEMCİ’ OLARAK KATILAN ÜNLÜ SANATÇIMIZ ÜMRAN ÖZBALCI ARİA ANLATIYOR:
PIETER DE HOOCH’UN HAYATI
Pieter de Hooch (20 Aralık 1629 (vaftiz) – 24 Mart 1684 (mezar)), açık kapılı, sessiz ev sahnelerini konu alan tür çalışmalarıyla ünlü Hollandalı bir Altın Çağ ressamıydı. Delft St. Luke Loncası’nda Jan Vermeer ile çağdaştı ve eserleri, temaları ve üslubu paylaşıyordu.
De Hooch, Rotterdam’da bir duvarcı olan Hendrick Hendricksz de Hooch ve bir ebe olan Annetge Pieters’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Beş çocuğun en büyüğüydü ve tüm kardeşlerinden daha uzun yaşadı.Erken yaşamı hakkında çok az şey biliniyor ve arşiv kayıtlarının çoğu Rotterdam, Delft ve Amsterdam’da çalıştığını gösteriyor. İlk biyografi yazarı Arnold Houbraken’e göre, Jacob Ochtervelt ile aynı dönemde Haarlem’de manzara ressamı Nicolaes Berchem’den sanat eğitimi almış ve hanımlar ve beylerle sohbet ederken yaptığı “kamergezichten” veya “oda manzaraları” ile tanınıyordu.
Pieter de Hooch – 19 yaşlarında yaptığı tahmin edilen Otoportresi,1648-1649
Ancak De Hooch’un çalışmaları, iç mekanlardaki figürleri düzenlemeye özel bir ilgisi olan yaşlı bir Rotterdam ressamı olan Hendrik Sorgh’un ruhunu sürdürüyor gibi görünüyor. 1650’den itibaren Rotterdam’da Justus de la Grange adlı bir keten tüccarı ve sanat koleksiyoncusunun yanında ressam ve hizmetçi olarak çalıştı. Tüccara olan hizmeti, Lahey, Leiden ve 1652’de taşındığı Delft’e yaptığı seyahatlerde ona eşlik etmesini gerektiriyordu. De Hooch’un bu dönemde eserlerinin çoğunu, yemek ve diğer menfaatler karşılığında la Grange’a devretmiş olması muhtemeldir; zira bu, o dönemde ressamlar arasında yaygın bir ticari anlaşmaydı ve daha sonra yapılan bir envanterde la Grange’ın on bir resmine sahip olduğu kaydedildi.
De Hooch, 1654’te Delft’te Jannetje van der Burch ile evlendi ve yedi çocuğunun babası oldu. Delft’teyken, Delft Okulu’nun ilk üyelerinden ressamlar Carel Fabritius ve Nicolaes Maes’ten de ders aldığına inanılıyor. 1655’te (Vermeer’den iki yıl sonra) Saint Luke ressamlar loncasına üye oldu. Kızı Anna, 14 Kasım 1656’da Delft’te doğdu. Eşinin 1660’ta Amsterdam’da bir vaftiz törenine katılmış olması, o dönemde Amsterdam’a taşınmış olduğu anlamına gelse de, trekschuit’in başarısı sayesinde Amsterdam’a bir günde kolayca gidilebildiği sonucuna varılmıştır.
De Hooch’un ilk dönem eserleri çoğunlukla Adriaen van Ostade tarzında ahırlarda ve meyhanelerde asker ve köylü sahnelerinden oluşuyordu; ancak bunları konuya ilgi duymaktan ziyade ışık, renk ve perspektifte büyük bir beceri geliştirmek için kullanmıştı. 1650’lerin ortalarında ailesini kurduktan sonra, odağını ev sahnelerine çevirdi. Bunlar muhtemelen kendi ailesine aitti, ancak varlıklı kadınların emzirdiği ve çocuk baktığı eserleri, annesinin vizitlerine ebe olarak katıldığını da gösterebilir.
Eserleri, gündelik hayatın sıradan ayrıntılarına dair zekice bir gözlem sunarken aynı zamanda düzenli bir ahlak hikâyesi işlevi de görüyordu. Bu resimler, genellikle de Hooch ile aynı dönemde Delft’te yaşayan Vermeer’inkilere benzer, sofistike ve hassas bir ışık kullanımı sergiliyordu.
De Hooch ve Vermeer’in temaları ve kompozisyonları da oldukça benzerdir. 19. yüzyıl sanat tarihçileri, Vermeer’in de Hooch’un eserlerinden etkilendiğini varsaymışlardı ve PDH, figürleri iç geometriyle birleştirmeye özel bir ilgi göstermiştir (bkz. Anne, Çocuk ve Hizmetçi ile İç Mekan, yaklaşık 1656 ve diğerleri). Altın Parayı Tartan Kadın ile İç Mekan’ın röntgeni, De Hooch’un önce boş sandalyede başka bir figür denediğini gösteriyor; bu da onun tuvalinin Vermeer’in alıntıladığı daha özgün model olduğunu gösteriyor.
De Hooch, Emanuel de Witte ile de temaları ve kompozisyonları paylaşıyordu; ancak De Witte, 1651’de Amsterdam’a taşındıktan sonra kendini esas olarak kilise iç mekan sahnelerini resmetmeye adadı. De Witte, resimlerini nesnelerle doldurarak odaların kendisiyle daha fazla meşgul görünüyor; De Hooch ise daha çok insanlarla ve insanların birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgileniyor ve sahneyi desteklemeyen herhangi bir ekstra nesneyi odalarından uzak tutuyor.
1660’larda Amsterdam’daki zengin müşterileri için resim yapmaya başladı ve mermer zeminli ve yüksek tavanlı gösterişli iç mekanlarda neşeli şirket sahneleri ve aile portreleriyle tanındı.
Amsterdam’da kaldığı süre boyunca ev sahneleri çekmeye devam etti, ancak hem iç mekanlar hem de iç mekanlardaki insanlar daha gösterişli görünüyordu.
De Hooch ayrıca bowling oynayan flört eden çiftleri de resmetmiştir. En yüksek kaliteli versiyonu Waddesdon Malikanesi’nde görülebilir. De Hooch’un Amsterdam’a taşınmasından kısa bir süre sonra üretilen bu eser, daha önceki sade Delft avlularının yerini alan erken dönem kır evi bahçelerinin tasvirlerinin iyi bir örneğidir. Bowling oynama teması, hem yüksek sanatta hem de popüler basılı kültürde bulunan “Aşk Bahçesi” ve “Aşk Oyunu” imgeleriyle ilişkilidir. İzleyiciye bakan kadın, bu aşk oyununun kahramanıdır.
De Hooch’un Amsterdam’daki yaşam düzenlemeleri hakkında çok az şey biliniyor, ancak Emmanuel de Witte ile teması olduğu biliniyor. 1670’te Konijnenstraat’ta yaşıyordu. Şehir surlarının dışında, ancak ailesinin kiliseye gittiği Westerkerk yakınlarında bir bölgede yaşıyordu. Çoğu akademisyen, de Hooch’un eserlerinin 1670 civarından sonra daha stilize hale geldiğine ve kalitesinin düştüğüne inanıyor. Eserleri, 1667’de 38 yaşında ölen ve onu genç bir aileyle bırakan karısının ardından yaşadığı üzüntüden etkilenmiş olabilir. 1680’den sonra de Hooch’un resim stili daha kaba ve koyu renkli hale geldi. 1684’te bir akıl hastanesinde öldüğü sık sık söylenir, ancak ölen aynı adı taşıyan oğluydu. Ölüm tarihi bilinmiyor.
Turing Vakfı, 2017 yılında Delft Prinsenhof Müzesi ve Rijksmuseum için, koleksiyonlarındaki eserlere odaklanan ve 2019-2020 yıllarında ortak bir sergide sunulacak yeni bir genel bakış sergisi üzerinde çalışmak üzere yeni bir araştırma projesine sponsor oldu.
BIÇAKÇI HAN’I TANIYALIM
Bıçakçı Han –Basmane – ( Konak Merkez)
Konak ilçesi Basmane semti 1270 Sokakta bulunur.
Kentte ticaretin yoğunlaştığı bölgenin dışında, konutların arasında yer alan Bıçakçı Han Dikdörtgen planlı olan hanın dar cephesi Kemer Caddesi, diğer adıyla Kervan Köprüsü Caddesi’ne bakıyor. Hanın 65 metre uzunlukta ve 10 metre genişliğindeki büyük avlusu kâgir oda grubuna kadar uzanıyormuş. Avlunun sağında ve solunda yer alan kâgir mekânlar halen bulunuyor.
Bıçakçı Han’ın çevresi, İzmir’in merkez alanlarına erişen ana yol üzerinde olmasında rağmen uzun zaman gelişim gösterememiş. 19. yüzyılın başından itibaren Ege adalarından gelen fakir Rum göçmenler tarafından iskân edilmeye başlamış. Eski bir Türk yerleşim alanına bitişik olan yörede Rum cemaatin desteğiyle yapılan kiliseye verilen Aya Vukla (Aziz Vukolos) ismi, aynı zamanda yeni mahallenin de adı olmuş. Bıçakçı Han’ın karşısında, Basmane Garı’na ulaşan raylarla yol arasında, günümüzde peronlara terk edilmiş küçük bir Türk mezarlığı da yer alıyormuş.
Kasaba Demiryolu’nun çalışmaya başlamasıyla gelişen yörede filizlenen hanın çevresinde oteller yer almaya başlamış. Bıçakçı Han’da da kervanlar ve kervancılar konaklamış. Kervanlar sonraları İzmir’e gelmez olunca, han 1950’li yıllara kadar kente gelen ve giden malların depolanması amacıyla kullanılmış. Bu arada boşalan odalarının bazılarında düşük gelirli kişi ve ailelerin de konakladığı bir ‘aile evi’ olarak da değerlendirilmiş.
*********************
DE IN İZMİR GEOPENDE “NEDERLAND & TURKIJE TENTOONSTELLING” TREKT GROTE BELANGSTELLING…
De tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed”, die 400 jaar vriendschap bekroont, blijft open tot en met 31 januari 2026.
Een groot succes van projectcoördinator en voorzitter van het Nederlandse NP2E-bestuur, Gülay Fitöz.
Universitair docent en gerenommeerd kunstenaar Ümran Özbalcı Aria beoordeelde het project.
İlhan KARAÇAY schreef
In het hart van İzmir, binnen de stenen muren van de historische Bıçakçı Han, wordt het meer dan 400 jaar oude vriendschapsverhaal tussen Turkije en Nederland dit keer verteld met schilderijen, tapijten, tegels en menselijke verhalen.
De tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed”, voorbereid onder leiding van Gülay Fitöz, voorzitter van het NP2E-bestuur in Nederland en tevens projectcoördinator, en gerealiseerd in samenwerking met de gemeente Konak en de Ambassade van het Koninkrijk der Nederlanden in Ankara, is niet alleen een kunstevenement. Zij vormt ook een visueel document van de langdurige vriendschap en het gedeelde geheugen van beide landen dat tot vandaag reikt.
Ik schrijf dit artikel aan de hand van de gedetailleerde observaties en evaluaties van onze gerenommeerde kunstenaar en academica Ümran Özbalcı Aria, die de tentoonstelling als waarnemer voor ilhankaracay.com heeft gevolgd.
HET HART VAN HET GEMEENSCHAPPELIJK ERFGOED: EEN VERHAAL UIT İZMİR
Wanneer bij een cultureel kunstproject in Izmir de naam van Gülay Fitöz uit Nederland en die van de Nederlandse ambassadeur in Ankara, Joep Wijnands, centraal staan, is dat ook voor ons Turken in Nederland een bron van bijzondere trots.
Wij kennen Gülay Fitöz al van haar projecten waarmee zij handgeweven tapijten van Anatolische vrouwen internationaal onder de aandacht bracht. Samen met Kadriye Yakar, oprichtster van de Bergama Tapijtweefsters Vrouwencoöperatie, maakte zij met steun van de Nederlandse ambassade in Ankara, het consulaat-generaal in İstanbul en het Volksopleidingscentrum van Menderes de tapijtkunst van Anatolische vrouwen eerder zichtbaar. Deze opgebouwde ervaring is nu onder de titel “Gemeenschappelijk Erfgoed” uitgegroeid tot een veel bredere en meerlagige culturele brug.
De opening van de tentoonstelling, voorbereid in samenwerking tussen de gemeente Konak en de Nederlandse ambassade in Ankara, vond plaats in de historische Bıçakçı Han. Aan de ceremonie namen onder anderen deel de burgemeester van Konak Nilüfer Çınarlı Mutlu, de Nederlandse ambassadeur Joep Wijnands, de honorair consul van Nederland in Izmir Oğuz Özkardeş, vertegenwoordigers van verschillende consulaten, gemeenteraadsleden en ambtenaren van Konak, academici, kunstenaars, wijkhoofden en vooral de vertegenwoordigers van de vrouwencoöperaties die de kern van het project vormen.
EEN TENTOONSTELLING DIE DOOR DE TIJD HEEN GAAT IN DE BIÇAKÇI HAN
De Bıçakçı Han is een plek die het historische handelsgeheugen van İzmir draagt en waar u in elke hoek de geur van de Middellandse Zee voelt. In de gewelfde gangen en de stenen binnenplaats van deze han wordt de vier eeuwen durende ontdekking, handel en culturele interactie tussen Turkije en Nederland verteld aan de hand van elkaar aanvullende werken.
WAT IS ER TE ZIEN OP DE TENTOONSTELLING?
Het opnieuw geweven Bergama-tapijt dat te zien is op het schilderij “Een vrouw die luit speelt aan tafel met een zingend paar” van de zeventiende-eeuwse Nederlandse schilder Pieter de Hooch, vervaardigd door de Bergama Tapijt- en Handwerkcoöperatie.
Het borduurproject “Meisje met de Parel”, gerealiseerd samen met vrouwen en kinderen uit het aardbevingsgebied na de aardbevingen in Kahramanmaraş.
Werken die Delfts blauw combineren met Ottomaanse en Nederlandse tulpen.
Panelen die de Levantijnse netwerken in de handels- en diplomatieke geschiedenis, de Nederlandse aanwezigheid in İzmir en de vrouwenbeweging tussen beide landen belichten.
Titels als “Met tapijten verweven banden”, “Een verhaal van 400 jaar”, “Diplomaat Cornelis Haga”, “Delfts blauw”, “Nederlanders in Izmir” en “Rosa Manus” geven de tentoonstelling niet alleen esthetische waarde, maar ook een solide historische basis. Zo ziet de bezoeker niet alleen mooie werken, maar leest hij regel voor regel een vriendschapsverhaal van meer dan vier eeuwen.
DE HANDTEKENING VAN GÜLAY FİTÖZ EN DE TROTS OP VROUWENARBEID
De drijvende kracht achter het project is Gülay Fitöz, voorzitter van het NP2E-bestuur in Nederland. Zij is al jaren een productieve bruggenbouwer tussen Turkije en Nederland. De tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed” is het resultaat van haar volhardende inzet, haar vermogen om interinstitutionele samenwerking tot stand te brengen en vooral van haar diepe respect voor vrouwenarbeid.
Over een van de meest symbolische werken van de tentoonstelling, het Bergama-tapijt, zegt Fitöz: “Het was een groot genoegen om te zien hoe een tapijt van 311.856 knopen door ongeveer 40 van onze vrouwen werd geweven en hoe elke knoop tot leven kwam in de handen van mijn zusters uit İzmir.” Daarmee vat zij in feite ook de ziel van het project samen. Elke knoop is zowel een artistieke inspanning als een nieuwe schakel in de band tussen twee landen.
HET BERGAMA-TAPIJT: EEN ERFGOED DAT UIT EEN SCHILDERIJ NAAR DE REALITEIT TERUGKEERT
Een van de focuspunten van de tentoonstelling is het opnieuw geweven tapijt dat voorkomt op het schilderij van Pieter de Hooch, een van de meesters van de Gouden Eeuw van de zeventiende-eeuwse Nederlandse schilderkunst. Dit tapijt werpt niet alleen licht op de kunstgeschiedenis, maar ook op de interculturele uitwisseling.
Het tapijt werd opnieuw geproduceerd door Kadriye Yakar, oprichtster van de Bergama Tapijt- en Handwerkcoöperatie, en haar team, met trouw aan natuurlijke wol en originele kleuren. Volgens Ümran Özbalcı Aria vormen de tentoongestelde strengen geitenwol voor het schilderij een tastbaar teken van respect voor de productiewijze van 400 jaar geleden.
De reis van Anatolische tapijten naar Europa is in feite een oud verhaal. De tapijtkunst, die begon in Centraal-Azië, via Anatolië naar Europa reisde en door handelaren werd verspreid, werd in het zeventiende-eeuwse Amsterdam een belangrijk statussymbool. In die periode werden Anatolische tapijten vaak niet op de vloer gelegd, maar over tafels gedrapeerd, waarbij de status van een huis bijna door het tapijt werd bepaald. Dat wij deze tapijten terugzien op schilderijen van meesters als Rembrandt, Vermeer en Pieter de Hooch is dan ook geen toeval.
Ook de geometrische motieven op het Bergama-tapijt spreken een eigen taal. De buitenste blauwe ster van de twee in elkaar verweven achthoekige medaillons symboliseert de hemel, terwijl de binnenste gele de zon voorstelt. Samen vertegenwoordigen zij het firmament en de goddelijke aanwezigheid. In het schilderij verandert het tapijt de tafel bijna in een heilige troon en verheft het de vrouw die eraan zit tot een “heilige vrouwelijke” figuur. De houding van de figuur, met één voet op de grond en de andere licht opgetild, wordt geïnterpreteerd als een brug die aarde en hemel, het aardse en het goddelijke samenbrengt.
Het tapijt dat vandaag in de Bıçakçı Han wordt tentoongesteld, is daarom niet louter een reproductie. Het is tevens een hedendaagse herlezing van de culturele stroom die eeuwen geleden vanuit Anatolië naar Europa liep en een respectvol gebaar van herinnering tussen twee landen.
“HET MEISJE MET DE PAREL”: HANDEN DIE MET KUNST DE WOND VAN DE AARDBEVING VERZORGEN
Een van de delen die bezoekers het meest raakt, is het borduurproject “Het Meisje met de Parel”. Terwijl 2023 in Nederland werd gevierd als het “Johannes Vermeer Jaar”, zette de grote aardbevingsramp in Kahramanmaraş het leven in het zuiden van Turkije volledig op zijn kop.
Binnen dit zware kader werd in samenwerking tussen de Kahramanmaraş Downsyndroomvereniging en de Nederlandse ambassade een bijzonder project uitgevoerd met vrouwen en kinderen die wonen in de Down+1 Containerstraat. Stoffen uit de kisten van families, garens en alles wat men in het atelier kon vinden, werden samengebracht en Vermeers wereldberoemde “Meisje met de Parel” kwam opnieuw tot leven als een gigantisch borduurwerk.
Dit werk, tot stand gekomen in moeilijke omstandigheden en in de schaduw van containers, is misschien wel een van de meest treffende voorbeelden van de helende en verbindende kracht van kunst. De iconische blik van het jonge meisje lijkt dit keer te zeggen: “Er is geen angst, wij zien jullie en er is altijd hoop.” Het bezoek van ambassadeur Joep Wijnands aan deze campagne gaf het project extra morele steun. Dat Wijnands in deze tentoonstelling het woord “solidariteit” vaak gebruikt, is dan ook allesbehalve toevallig.
BURGEMEESTER MUTLU: “DIT ERFGOED OMARMEN IS EEN UITDRUKKING VAN ONS RESPECT VOOR VRIENDSCHAP”
De Burgemeester van Konak, Nilüfer Çınarlı Mutlu, benadrukte in haar openingstoespraak zowel de cultuur- en kunstvisie van Konak als de symbolische waarde van deze tentoonstelling.
Mutlu herinnerde eraan dat de betrekkingen tussen Turkije en Nederland niet slechts uit een diplomatieke vriendschap bestaan, maar door de eeuwen heen zijn uitgegroeid tot een diepgewortelde band die werd versterkt door nieuwsgierigheid, interactie en wederzijds respect. Haar woorden “Dit erfgoed omarmen is niet alleen een culturele plicht, maar ook een uitdrukking van het respect dat wij voelen voor onze wederzijdse vriendschap” vatten ook de algemene sfeer in de zaal treffend samen.
De burgemeester wees opnieuw op het doel om Konak weer tot een cultuur- en kunststad van Izmir te maken en benadrukte dat elke activiteit waarin geschiedenis, kunst, kennis en internationale samenwerking samenkomen, de ziel van Konak naar de toekomst draagt. Zij gaf aan dat de tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed” het resultaat is van een langdurige en krachtige samenwerking, bedankte iedereen die hieraan heeft bijgedragen en sprak de wens uit dat deze tentoonstelling een nieuwe steen toevoegt aan de vriendschapsbrug tussen Turkije en Nederland.
AMBASSADEUR WIJNANDS: “İZMİR IS ALS EEN VRIEND DIE JE MET OLIJVEN EN EEN NIEUW ZAKELIJK IDEE NAAR HUIS STUURT”
De Nederlandse ambassadeur in Ankara, Joep Wijnands, projectcoördinator van Gemeenschappelijk Erfgoed en voorzitter van het NP2E-bestuur Gülay Fitöz (rechts) en auteur over de zeventiende-eeuwse Nederlandse schilderkunst Ümran Özbalcı Aria (links).
De Nederlandse ambassadeur Joep Wijnands trok bij de opening de aandacht met zijn warme toespraak. Hij begon zijn speech met Turkse woorden en zorgde met de uitdrukking “Hadi gari”, uitgesproken in Izmirs dialect, voor een oprechte glimlach in de zaal.
Wijnands vertelde dat de betrekkingen tussen Turkije en Nederland teruggaan tot de zeventiende eeuw en tot het Nederlandse Levantijnse handelsverdrag. Hij herinnerde eraan dat in 1612 het eerste Nederlandse consulaat in Izmir werd geopend en stelde dat deze stad sinds die tijd een belangrijk centrum van handel en uitwisseling in het Middellandse Zeegebied is geweest.
Zijn vergelijking over İzmir maakte diepe indruk op het publiek. Wijnands zei: “Als steden een persoonlijkheid hadden, dan zou Izmir een vriend zijn die erop staat dat je blijft eten en je daarna met olijven en een nieuw zakelijk idee naar huis stuurt.” Met deze woorden schetste hij de gastvrijheid en de productieve geest van de stad.
De ambassadeur benadrukte dat de relaties zich vandaag de dag niet beperken tot handel alleen, maar dat sinds de jaren zestig met de arbeidsmigratie een nieuwe brug tussen beide landen is ontstaan. Hij stelde dat de Turkse gemeenschap in Nederland inmiddels een onlosmakelijk deel vormt van de Nederlandse samenleving en deze verrijkt op het gebied van cultuur, onderwijs, wetenschap en het bedrijfsleven.
“Gemeenschappelijk erfgoed is iets dat wij samen, knoop voor knoop, hebben opgebouwd”, aldus Wijnands, die zowel de vrouwen bedankte die het Bergama-tapijt hebben geweven als de kinderen in het aardbevingsgebied die met kunst proberen adem te halen.
TULPENBOLLEN ALS SYMBOOL VAN VRIENDSCHAP
Een van de emotionele momenten van de opening was het gebaar waarbij ambassadeur Wijnands tulpenbollen overhandigde aan burgemeester Nilüfer Çınarlı Mutlu. De tulp is een krachtig symbool in zowel de Ottomaanse als de Nederlandse geschiedenis.
Burgemeester Mutlu gaf de directie Parken en Tuinen opdracht om de tulpenbollen op verschillende plekken in de stad te planten. Haar belofte dat foto’s van de bloeiende tulpen naar Nederland zullen worden gestuurd, maakte van dit gebaar een blijvend symbool van vriendschap. Elke tulp die in de straten van Izmir zal bloeien, wordt zo een kleurrijke handtekening van het gemeenschappelijk erfgoed van Turkije en Nederland.
DE REIS VAN DE TENTOONSTELLING: VAN İZMİR NAAR HEEL TURKIJE
De tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed” is van 2 december tot en met 31 januari op werkdagen gratis te bezoeken in de historische Bıçakçı Han, telkens tussen 09.30 en 17.30 uur. Na Konak zal de tentoonstelling volgend jaar naar verschillende steden in Turkije reizen en zo een breder publiek bereiken.
Deze omvangrijke opzet, voorbereid in samenwerking met de Ambassade van het Koninkrijk der Nederlanden in Ankara, is in wezen een artistieke getuigenis van een band van 400 jaar. Aan de ene kant zien we Anatolische tapijten die hun plaats hebben gevonden in schilderijen uit de Gouden Eeuw, aan de andere kant het “Meisje met de Parel” dat in een aardbevingskamp opnieuw tot leven kwam met garens uit oude kisten. Daartussen liggen tulpenbollen, Delfts blauw, Levantijnse handelaren en een lange weg die loopt van Cornelis Haga tot de arbeidsmigratie.
De bekende Turkse kunstenaar en docent Ümran Özbalcı Aria, die ook veel waardering oogst met haar gepubliceerde werken, volgde de tentoonstelling in Izmir als waarnemer. Zij overhandigde haar meest recente boek, “PORTRET IN DE ZEVENTIENDE-EEUWSE NEDERLANDSE SCHILDERKUNST”, aan de Nederlandse ambassadeur in Turkije, Joep Wijnands.
EEN BRUG VAN HET VERLEDEN NAAR DE TOEKOMST
Deze tentoonstelling in İzmir brengt diplomatie die in het verleden is blijven steken, tapijten uit de stoffige pagina’s van de kunstgeschiedenis en handelsverdragen die op papier zijn gebleven opnieuw samen met de mens van vandaag. En dat gebeurt niet via een droge historische vertelling, maar via tapijten die knoop voor knoop door vrouwen zijn geweven, borduurwerken die door kinderen met hoop zijn gemaakt en kunstwerken die de gedeelde symbolen van twee landen naast elkaar plaatsen.
Voor ons Turken in Nederland heeft deze tentoonstelling een bijzondere betekenis. Wij zien hier namelijk zowel de culturele rijkdom van het land waar wij vandaan komen als het artistieke erfgoed van het land waarin wij al jaren leven, samen en naast elkaar in één ruimte. Dit beeld is ook een stille maar krachtige weerspiegeling van het migratieverhaal.
Tot degenen die een rol speelden bij de totstandkoming van de tentoonstelling behoren onder meer Eray Ergeç, cultureel adviseur van de Nederlandse ambassade in Ankara, Gülay Fitöz, projectcoördinator van het programma Gemeenschappelijk Erfgoed, Kadriye Yakar, oprichter van de Vrouwencoöperatie voor Tapijtweven en Ambachten in Bergama, en ook de naamloze helden die dit alles mogelijk maakten.
De tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed” vormt een artistieke halte op deze brug die van het verleden naar het heden reikt. Onze wens is dat deze tentoonstelling de deur opent naar nieuwe projecten, nieuwe samenwerkingen en nieuwe vriendschappen. Iedereen die Izmir bezoekt, raad ik van harte aan om langs de historische Bıçakçı Han te gaan en dit verhaal ter plaatse te ervaren.
NP2E EN DE INSTELLING ACHTER DE TENTOONSTELLING “GEMEENSCHAPPELIJK ERFGOED”
Een van de organisaties achter de in İzmir geopende tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed” is NP2E (A New Path to Equality, Een Nieuwe Weg naar Gelijkheid), een in Nederland gevestigde maatschappelijke organisatie. NP2E, waarvan Gülay Fitöz het voorzitterschap van het bestuur vervult, werkt op het terrein van mensenrechten, sociale gelijkheid en cultureel geheugen, met bijzondere aandacht voor vrouwen en jongeren.
NP2E gaat uit van de overtuiging dat gelijkheid niet alleen door wettelijke regelingen kan worden versterkt, maar ook via cultuur, kunst, onderwijs en maatschappelijke bewustwording. Vanuit die visie wil de organisatie met tentoonstellingen, panels, academische studies en culturele projecten de gezamenlijke waarden en het gedeelde erfgoed van verschillende samenlevingen zichtbaar maken.
De tentoonstelling “Gemeenschappelijk Erfgoed”, die in Izmir kunstliefhebbers ontmoet, is een concreet voorbeeld van deze benadering. Terwijl de tentoonstelling gezamenlijke culturele sporen uit uiteenlopende regio’s en het menselijk geheugen via kunst vertelt, weerspiegelt zij ook de missie van NP2E, die draait om gelijkheid, samenleven en gedeelde waarden.
In projecten die de organisatie met internationale samenwerkingen uitvoert, wil NP2E de stemmen van vrouwen, jongeren en culturele actoren nadrukkelijk naar voren brengen. Door de transformerende kracht van kunst te benutten, streeft NP2E ernaar blijvende bewustwording te creëren rond sociale gelijkheid en mensenrechten.
VAN GÜLAY FITÖZ: “HET BEGIN VAN DE INSPIRATIE”
ONZE BEKENDE KUNSTENAAR ÜMRAN ÖZBALCI ARIA, DIE ALS ‘WAARNEMER’ AAN DE TENTOONSTELLING DEELNAM, VERTELT:
HET LEVEN VAN PIETER DE HOOCH
Pieter de Hooch (20 december 1629, doopdatum, en 24 maart 1684, begrafenisdatum) was een Nederlandse schilder uit de Gouden Eeuw, bekend om zijn genrescènes met stille interieurs waarin vaak een deur openstaat. In het Delftse Sint Lucasgilde was hij een tijdgenoot van Jan Vermeer en hij deelde met hem thema’s en stijlkenmerken.
De Hooch werd in Rotterdam geboren als zoon van Hendrick Hendricksz de Hooch, een metselaar, en Annetge Pieters, een vroedvrouw. Hij was de oudste van vijf kinderen en hij overleefde al zijn broers en zussen. Over zijn vroege leven is weinig bekend. Archiefstukken wijzen erop dat hij werkzaam was in Rotterdam, Delft en Amsterdam. Volgens zijn eerste biograaf Arnold Houbraken volgde hij in Haarlem in dezelfde periode als Jacob Ochtervelt kunstonderwijs bij de landschapsschilder Nicolaes Berchem, en hij stond bekend om zijn “kamergezichten”, ofwel “kamerinterieurs”, waarin dames en heren met elkaar converseren.
Pieter de Hooch, zelfportret, naar schatting gemaakt toen hij ongeveer 19 was, 1648-1649.
Toch lijkt het werk van De Hooch ook de geest voort te zetten van Hendrik Sorgh, een oudere Rotterdamse schilder die bijzondere belangstelling had voor de ordening van figuren in interieurs. Vanaf 1650 werkte De Hooch in Rotterdam voor Justus de la Grange, een linnenhandelaar en kunstverzamelaar, waarbij hij zowel als schilder en als bediende optrad. Zijn dienstverband verplichtte hem om La Grange te vergezellen op reizen naar Den Haag, Leiden en Delft, waarheen hij in 1652 verhuisde. Het is waarschijnlijk dat De Hooch in deze periode veel van zijn werken aan La Grange afstond in ruil voor maaltijden en andere voordelen. Dit was destijds een gangbare handelsafspraak onder schilders. Later werd in een inventaris genoteerd dat La Grange elf schilderijen van hem bezat.
De Hooch trouwde in 1654 in Delft met Jannetje van der Burch en werd vader van zeven kinderen. In Delft wordt aangenomen dat hij ook lessen volgde bij Carel Fabritius en Nicolaes Maes, die tot de vroege leden van de Delftse School worden gerekend. In 1655, twee jaar na Vermeer, werd hij lid van het Sint Lucasgilde. Zijn dochter Anna werd op 14 november 1656 in Delft geboren. Dat zijn vrouw in 1660 in Amsterdam aanwezig was bij een doopplechtigheid kan erop wijzen dat hij in die periode al naar Amsterdam was verhuisd, al is ook geopperd dat Amsterdam toen al gemakkelijk binnen één dag bereikbaar was dankzij de trekschuit.
De vroege werken van De Hooch bestonden vooral uit soldaten- en boerenscènes in stallen en herbergen, in de stijl van Adriaen van Ostade. Hij gebruikte deze onderwerpen vermoedelijk minder uit thematische belangstelling, en meer om grote vaardigheid te ontwikkelen in licht, kleur en perspectief. Nadat hij halverwege de jaren 1650 een gezin had gesticht, verlegde hij zijn focus naar huiselijke scènes. Die waren mogelijk geïnspireerd op zijn eigen omgeving, maar zijn voorstellingen van welgestelde vrouwen die kinderen voeden en verzorgen kunnen ook verwijzen naar het feit dat zijn moeder als vroedvrouw bij huisbezoeken aanwezig was.
Zijn werk biedt een scherpzinnige observatie van alledaagse details, terwijl het tegelijk vaak fungeert als een ordelijk moreel verhaal. Deze schilderijen tonen doorgaans een verfijnd en gevoelig gebruik van licht, vergelijkbaar met dat van Vermeer, die in dezelfde periode in Delft leefde.
De thema’s en composities van De Hooch en Vermeer vertonen eveneens grote overeenkomsten. Negentiende-eeuwse kunsthistorici veronderstelden dat Vermeer door De Hooch werd beïnvloed. De Hooch had een uitgesproken belangstelling om figuren te verbinden met de innerlijke geometrie van de ruimte, zoals te zien is in Interieur met moeder, kind en dienstmeid, circa 1656, en andere werken. Röntgenonderzoek van Interieur met vrouw die een gouden munt weegt laat zien dat De Hooch eerst een extra figuur op een lege stoel probeerde, wat erop kan wijzen dat zijn doek het oorspronkelijker model was waaruit Vermeer later citeerde.
De Hooch deelde thema’s en composities ook met Emanuel de Witte, maar De Witte, die in 1651 naar Amsterdam verhuisde, richtte zich vooral op kerkinterieurs. De Witte lijkt meer bezig met de ruimtes zelf en vult zijn schilderijen met objecten, terwijl De Hooch vooral geïnteresseerd is in mensen en in hun onderlinge relaties, en daarom extra objecten die de scène niet ondersteunen buiten beeld houdt.
In de jaren 1660 begon hij te schilderen voor rijke klanten in Amsterdam en hij werd bekend om vrolijke gezelschappen en familieportretten in weelderige interieurs met marmeren vloeren en hoge plafonds. Tijdens zijn verblijf in Amsterdam bleef hij huiselijke scènes maken, maar zowel de interieurs als de personen daarin kregen een meer pronkende uitstraling.
De Hooch schilderde ook flirtende koppels die kegelen. De versie van de hoogste kwaliteit is te zien in Waddesdon Manor. Dit werk, gemaakt kort na zijn verhuizing naar Amsterdam, is een goed voorbeeld van vroege afbeeldingen van tuinen bij landhuizen die de plaats innemen van de eenvoudigere Delftse binnenplaatsen uit zijn eerdere periode. Het thema van het kegelen wordt geassocieerd met beeldmotieven als “De Liefdestuin” en “Het Liefdesspel”, die zowel in de hoge kunst als in populaire drukcultuur voorkomen. De vrouw die de toeschouwer aankijkt, is de heldin van dit liefdesspel.
Over zijn woonsituatie in Amsterdam is weinig bekend, al is het wel bekend dat hij contact had met Emmanuel de Witte. In 1670 woonde hij in de Konijnenstraat. Hij woonde buiten de stadsmuren, maar in een gebied nabij de Westerkerk waar zijn familie de kerk bezocht. Veel onderzoekers menen dat zijn werken na ongeveer 1670 gestileerder werden en dat de kwaliteit afnam. Dat kan samenhangen met zijn verdriet na het overlijden van zijn vrouw, die in 1667 op 38-jarige leeftijd stierf en hem achterliet met een jong gezin. Na 1680 werd De Hoochs schilderstijl grover en donkerder. Er wordt vaak gezegd dat hij in 1684 in een psychiatrische inrichting stierf, maar degene die daar overleed was zijn zoon met dezelfde naam. De exacte sterfdatum van Pieter de Hooch is onbekend.
De Turing Foundation sponsorde in 2017 een nieuw onderzoeksproject voor Museum Prinsenhof Delft en het Rijksmuseum, gericht op een nieuw overzicht van werken uit hun collecties, met als doel deze in 2019 en 2020 in een gezamenlijke tentoonstelling te presenteren.
MAAK KENNIS MET DE BIÇAKÇI HAN
Bıçakçı Han, Basmane, Konak-centrum
De han ligt in de wijk Basmane van het district Konak, aan de 1270 Sokak.
De Bıçakçı Han bevindt zich tussen woonhuizen en ligt buiten het gebied waar de handel in de stad het meest geconcentreerd was. De han heeft een rechthoekig grondplan. De smalle voorgevel kijkt uit op de Kemer Caddesi, die ook bekendstaat als de Kervan Köprüsü Caddesi. De grote binnenplaats, die ongeveer 65 meter lang en 10 meter breed is, zou tot aan de groep gemetselde kamers hebben doorgelopen. De gemetselde ruimtes aan de rechter- en linkerzijde van de binnenplaats zijn nog steeds aanwezig.
Hoewel de omgeving van de Bıçakçı Han op een hoofdroute ligt die toegang geeft tot de centrale delen van Izmir, kende het gebied lange tijd weinig ontwikkeling. Vanaf het begin van de negentiende eeuw begon het gebied bewoond te raken door arme Griekse migranten die uit de Egeïsche eilanden kwamen. De naam Aya Vukla (Sint Voukolos), gegeven aan een kerk die met steun van de Griekse gemeenschap werd gebouwd in een gebied dat aansloot op een oude Turkse nederzetting, werd ook de naam van de nieuwe buurt. Tegenover de Bıçakçı Han, tussen de spoorlijnen die naar station Basmane lopen en de weg, bevond zich volgens overlevering ook een kleine Turkse begraafplaats die tegenwoordig aan de perrons is overgelaten.
Nadat de Kasaba-spoorlijn in gebruik werd genomen, begon de omgeving te groeien en verschenen er hotels rond de han. In de Bıçakçı Han verbleven ook karavanen en karavaanreizigers. Toen karavanen later niet meer naar Izmir kwamen, werd de han tot in de jaren vijftig gebruikt voor de opslag van goederen die de stad in en uit gingen. In deze periode werden sommige leegstaande kamers ook gebruikt als een soort “familiehuis” waar mensen en gezinnen met een laag inkomen konden verblijven.