Avrupa limanlarına gönderilen Karadeniz Gemisi’nde, Kütahya Çinileri, halılar, Hacı Bekir lokumları, kehribar ve kıymetli taşlarla yapılmış süslemeler, yerli bezler ve işlemeler, antikalar, hububat, tıbbi ilaç, ahşap ve deri mamülleri, madenler, Bursa ve Hereke kumaşları teşhiri yanında, Türk insanının modernliği sergilenmişti.

Son günlerde kendisinde sitayişle söz edilen Eray Ergeç’in arşivlerde bulduğu veriler ile bir dökümanter yapılmıştı. İşte o dökümanterin hikâyesi.

Eray Ergeç, Hollanda’ya kazandırdığımız Türk lalesi hikâyesini yeniden canlandırmak için, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na, Hollanda Başkonsolosu taraından şlale hediye edilmesine de ön ayak olmuştu. (Haberi en altta)

metin, vapur, gemi, dağ içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

İlhan KARAÇAY derledi:

Hollanda televizyonu, Atatürk’ün 96 yıl önce Avrupa gezisine çıkan Karadeniz Gemisi hakkında “Türkiye 1926”dan bu yana Avrupalı olmak istiyor” başlıklı bir belgesel yayınlamıştı.
Üçüncü Kanal’da yayınlanan, ‘Andere Tijden’ (Başka Zamanlar) adlı programda, 1926 yılında Karadeniz Gemisi’nin 3 aylık Avrupa gezisi anlatıldı.
“Türkiye 1926’dan bu yana Avrupalı olmak istiyor” başlığıyla yayınlanan belgeselde, Türkiye’nin AB’ye üyelik başvurusuyla değil, cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarından bu yana çağdaş batı değerlerini benimsemiş bir ülke olduğu görüşüne yer verildi. Belgeselde, Türkiye’nin Karadeniz Gemisi ile başlayan tanıtım gezisinde, Batı ile arasındaki bütün engelleri kaldırmak istediği, bunun için “Seyyar Sergi” adıyla 1926 yılında 12 ülkenin 16 limanına uğradığı, bunlar arasında Amsterdam’ın da yer aldığı anlatıldı.

harita içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturulduKaradeniz Vapuru’nun seyahatinde izleyeceği güzergah haritası.

Hollanda’dan 1924 yılında alınan Karadeniz Gemisi, 1926’da üç aylık bir süre için dönemin tanınmış sanat ve kültür adamları ve Türk ihraç ürünlerinin yer aldığı bir sergiyle Avrupa ülkeleri turuna çıktı. Ziyaretler sırasında, gemideki sergi gezildi, akşamları ise balo düzenlendi. Zeki Üngör yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dans edildi. Ziyaret edilen kentin ileri gelenleri bu balolara katıldı. Belgeseli hazırlayan Fatush Production, tura katılanlar arasında Vala Nurettin, Kemalettin Kamu, Celal Esat Arseven, Bal Mahmut, ilk kadın milletvekili Mebrure Gönenç, Celal Bayar’ın gelini Zekiye Hanım ve Galip Bahtiyar. Atatürk tanıtım turuna gemiyi teftiş ettikten sonra Mudanya’dan katıldı ve Bandırma’da indi.

kişi, poz, dik, grup içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Hollanda’dan 1924 yılında (Rotterdamsche Lloyd) firmasından alınan Karadeniz Gemisi, Atatürk’ün isteğiyle 1926 yılında Batı’ya üç aylık bir süre için, dönemin tanınmış sanat ve kültür adamları ve Türk ihraç ürünlerinin yer aldığı bir sergiyle, Avrupa ülkeleri turuna çıktı.13 Haziran 1926 sabahı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Mudanya Limanında gemiyi denetledikten sonra, bu yüzer serginin tarihi misyonunu tamamlaması dileğiyle startı verildi ve 10/07/1926’da S/S Karadeniz doğduğu sulara dönmenin sevinci içinde Hollanda kara sularındaydı. Gemi, Amsterdam’da Venler Doku’na alındı ve serginin ziyareti süresince halka sunulan etkinliklerin en unutulmazı, Zeki Öngören şefliğindeki orkestranın Centraal Park’ta verdiği klasik Batı Müziği konseriydi. 10 Temmuz 1926 günü Amsterdam limanına vardığında, geminin güvertesinde çalınan Hollanda Milli Marşı, Hollandalıları çok duygulandırdı ve binlerce ziyaretçi gemiye akın etti. Aynı gün Amsterdam Belediye Başkanı Willem de Vlugt ve T.C.Lahey Büyükelçisi Esat Bey de gemiyi karşılayıp gezdiler.

BELGESELİN ORTAYA ÇIKIŞ ÖYKÜSÜ

Her şey Hollanda’daki Fatusch firmasından araştırmacı Eray Ergeç’in, gazete ve arşivlerini tararken, 1926 yılında Hollanda’ya gelen bir Türk sergi gemisinin haberini görmesiyle başladı. Haber, Atatürk’ün isteğiyle, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak amacıyla Avrupa limanlarını dolaşan seyyar sergi gemisi Karadeniz’in, Amsterdam limanına konuk oluşunu anlatıyordu.

Tarihin tozlu raflarında unutulan bu gemi ve düzenlenen sefer üzerine başlayan araştırmaların kapsamı, devreye Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bülent Çaplı ve ekibinin girmesiyle genişletildi. Bülent Özkam’ın desteğiyle ulaşılan arşivler taranıp, serginin son tanıkları ve onların yakınlarıyla görüşmeler yapıldıkça, gemi ve seyahatle ilgili ilginç hikayeler ortaya çıkmaya başladı.

açık hava, kişi, eski, grup içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

İki yılı aşkın bir süre boyunca, dünyanın önemli  arşivlerinde konu ve döneme dair araştırmalar yapıldı. Karadeniz’in Avrupa limanlarındaki ziyaretlerini gösteren görüntü, fotoğraf ve belgelere ulaşıldı. Seyyar serginin izini süren ekip, Garanti Bankası ve Netherlands Culture Fund’un katkılarıyla hazırladığı belgeselle Karadeniz gemisini gün ışığına çıkardı.

Genel koordinatörlüğünü Fatusch firmasından Gülay Orhan’ın üstlendiği  belgeselin hazırlıkları, dört merkezden sürdürüldü. Araştırma ve koordinasyon için Amsterdam kullanılırken, Bülent Çaplı ve Bülent Özkam çalışmalarını Ankara’dan yürüttü. Metin, Tannur Arat ve Nedim Olgun tarafından Ankara’da kaleme alınırken, belgeselin ” seyir defteri” bölümleri Kaptan Süreyya Gürsu, Celal Esat Arseven  ve Orhan Kızıldemir’in anılarından derlenerek hazırlandı. Birçok başarılı belgesel ve reklam filminin müziklerine imza atan Emre Irmak, belgeselin özgün müziklerini İstanbul’da yaptı. Belgeselin yönetmeni Soner Sevgili ise projeye ekibiyle birlikte Denizli’den katıldı. Kurgu ve post prodüksiyon, Kapo yönetimindeki genç bir ekip tarafından gerçekleştirildi.

KARADENİZ GEMİSİ HAKKINDA

* 4.731 gros tonluk Karadeniz gemisi, Avrupa yolculuğu öncesinde Haliç’e alınarak 3 ay boyunca bakım ve onarımdan geçti. Sefer kabiliyetini artırmak amacıyla her yeri elden geçirilen gemide, teksimatı Mimar Asım Bey tarafından yapılan satış ve numune daireleri oluşturuldu.

metin, iç mekan içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Satış dairesine tekel ürünleri, İş Bankası şubesi, Kütahya Çinileri, halılar, Hacı Bekir lokumları, kehribar ve kıymetli taşlarla yapılmış süslemeler, yerli bezler ve işlemeler, sanayi nefise meşheri ve antikalar yerleştirildi. Numune dairesinde ise hububat, tıbbi ilaç, ahşap ve deri mamülleri, Beykoz fabrikası ürünleri, madenler, Bursa ve Hereke kumaşları teşhir edildi.

*Geminin sigara salonu, istihbarat bürosu olarak ayrıldı. Kışlık bahçesine TCDD’ nin reklamları kondu.

* Seferde, bir süvari, bir 2. kaptan, üç 3. kaptan , 7 güverte zabiti kaptan, bir doktor , 2 telsiz memuru ve 7 makine zabiti görev aldı.

* Kamalaralarda çalışacaklar, güverte ve makina görevlileriyle birlikte toplam 125 kişilik bir kadro oluştu.

* 95 kişilik sergi heyeti ve memurlarının yanı sıra, 47 kişiik Riyaset-i Cumhur Orkestrası, iaşe işleriyle meşgul olan 18 kişi de dahil edildiğinde, sefere toplam 285 kişi katıldı.

* Limanlara giriş-çıkış için 44 kılavuz kaptanın eşlik ettiği Karadeniz gemisinin seferi, 40 gün 16 saati seyir, 16 gün 6 saati limanda olmak üzere toplam 86 gün 22 saat sürdü. 2.778 ton kömür tüketerek 9.986 deniz mili kat eden gemi, 12 Avrupa ülkesinin 16 limanına uğradı.

* Gemide 16 balo düzenlendi, hariçte 36 ziyafete iştirak edildi.

* Sefer masraflarının 600.000 lira olduğu, bütün limanlarda gemiyi ziyaret edenlerin 65.000 kişiye ulaştığı tahmi ediliyor.

kişi, yer, dik, grup içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

SEKSEN ALTI GÜN SÜREN YOLCULUK

Belgeseli izleyenler, Avrupa yolculuğu öncesi Haliç’te üç ay süren özel bir bakıma alınmış Karadeniz Vapuru’nun dümen suyuna kapılıp, tam seksen altı gün süren yolculuğu, sefere katılan sanatçı, gazeteci, milletvekili, öğretmen, müzisyen ve denizcilerden oluşan toplam 285 kişinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni “dosta düşmana tanıtmak için” nasıl olağanüstü bir çaba gösterdiğini, henüz üç yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti milletvekillerinin buna kaynak bulmak için nasıl çırpındıklarını ibret ve gururla izliyor.

Ticaret Vekili Ali Cenani Bey’in meclis kürsüsünde, “Efendiler… Bir ticaret sergisi meydana getirmek kolay bir şey değildir. Bunun yerine bir seyyar sergi teşkilini düşündüm. Seyr-i Sefain’den bir vapur alalım. Mesela Karadeniz Vapuru’nu…” diye başlayan konuşmasının yarattığı ateşi, hummalı çalışmaları ve sonunda Marmara’nın solgun mavi sularını köpürterek yola çıkan beyaz bir geminin, Dolmabahçe’deki bir yatta, mavi gözleri çakmak çakmak, sarışın bir adam tarafından beyaz bir mendil sallanarak nasıl uğurlandığını görüyor. O sarışın adamın daha yedi yıl önce, 19 Mayıs 1919’da ülkeyi kurtarmak için Samsun’a böyle bir vapur yolculuğu yapmış olduğunu düşünenler de bir cumhuriyetin nasıl doğduğunu görüp alabildiğine gururlanıyor.

tablo içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Kaynak: Lemi Özgen SkyLife Dergisi – Şubat 2007
Fotoğraf kaynağı: Lemi Özgen SkyLife Dergisi – Şubat 2007

kişi, kalabalık, eski içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Değerli Okurlarım, Atatürk’ün, modern Türkiye’yi sergilemek için Avrupa limanlarına gönderdiği Karadeniz Gemisi ile ilgili olarak pek çok yayın yapılmıştı. Bu yayınlarda bazı hayalci yazarlar, Türk imajının bir parçası olan Fes konusunu suistimal etmişlerdir. Sizlere, o zaman Hollandalı bayan yazar Laura van Hasselt’in kaleme almış olduğu yazıyı tercüme olarak sunuyorum. Van Hasselt, Hollandalı bir meslektaşının, Fes konusunu nasıl suistimal ettiğini anlatan yazısının orijinal Hollandacasını altta bulacaksınız. Önce haberin tercümesi:

Sergi gemisi SS Karadeniz Amsterdam’ı ziyaret etti

içerik_2

Gemide Türk ürünlerinden bir seçki vardı ve seçkin bir grup gemiyle yola çıktı. Devlet orkestrası dahil. Temmuz 1926’da SS Karadeniz vapuru birkaç günlüğüne Amsterdam’a uğradı. Kemal Atatürk’ün modern Türkiye’sini tanıtmak için yüzen bir sergi. Ziyaret oldukça heyecan yarattı, ancak stereotipi klişeler inatçı kaldılar.

“Güzel bir Pazar günü, Amsterdam’ın yarısı dışarı çıkmıştı; diğer yarısı ise Vondelpark’ta temiz havanın ve yeşilliğin tadını çıkaracak.” diye yazmıştı Aigemeen Handelsblad muhabiri.
Günlerden 12 Temmuz 1926. Muhabire göre, dünya hâlâ güzel bir şekilde yaşamanın peşinde. Bir gün önce öğle üzeri Vondelpark’ta bir müzik programı izlemiş. Orada binlerce kişi tarafından izlenen orkestra, Karadeniz’in yolcularından oluşan fesli adamlardan kurulmuş. Bu son cümle çok çarpıcıdır. 1926’nın Amsterdam’ında böylesi egzotik ve fesli bir orkestrayı binlerce kişinin izlemiş olması çok ilginçti. Ama bu yazılan olmadı. Fesli bir tek kişi bile yoktu. Zira Türkiye’de fes kullanmak bir yıl önce yasaklanmıştı ve bunun cezası ölümdü. Amsterdam’daki Türk orkestrasında bir kişi dahi fesli değildi. Kimi fötr şapkalı, kimi de açık başlıydı. Fesli insanları kafasında yaratan tek kişi Algemeen Handelsblad muhabirinin kendisiydi.

Daha çok ‘Atatürk’ olarak anılan Mustafa Kemal Paşa, Türkiye’den uzaklarda yapılan bu gösterilerden gelen raporları dikkatle izliyordu. Vondelpark’taki gösterinin amacı, modern Türklerin artık fes veya peçe takmadığını göstermekti. Ayrıca, mükemmel Batı müziği de icra edebilen Türk orkestrası caz müziği ve hatta Schubert’ten de parçalar sundular. Ama gazetede bu güzellikler yoktu. Ne mutlu ki, Neyse ki, Türkiye cumhurbaşkanının Algemeen Handelsblad’ı görme ve okuma şansı yüksek değildi.

ELİT LAİKLER

Fes yasağı, ‘Türklerin Babası’ anlamına gelen Atatürk’ün radikal reform programının bir parçasıydı. Daha üç yıl önce Türkiye Cumhuriyeti ilan etmişti. 1923’te asırlık Osmanlı İmparatorluğu (‘Avrupa’nın hasta adamı’) ile padişahlar, türban ve fes dönemi sona erdi. Artık Türkiye çağdaş olmak zorundaydı. Atatürk, kendisi için fazla dindar, fazla eski kafalı veya fazla Doğulu olan her şeye savaş açtı. Yeni Türkiye cumhuriyetçi, laik ve her şeyden önce Avrupalı ​​olmalıydı. 1920’lerde Avrupa Birliği olsaydı ilk kapıyı Atatürk çalardı.
1926 yazında, yeni Türkiye’yi tanıtmak için, bir sergi gemisi önemli Avrupa limanından geçti: SS Karadeniz. Buharlı gemi aslen Rotterdam’dan geldi. SS Wilis olarak, yıllarca Hollanda’nın Doğu Hint Adaları’nda, Rotterdamsche Lloyd için yelken açmıştı. 1924’te Wilis, Türkiye’ye satıldı ve burada yeniden adlandırıldı ve modern Türkiye hakkında yüzen bir sergiye dönüştürüldü. Gemide her türlü Türk ürünü ve laik seçkinlerden seçilmiş bir grup vardı. Yazarlar, gazeteciler, mimarlar, filozoflar, işadamları, koca bir banka şubesi… Ve tüm devlet orkestrası, 50 kişilik.
Karadeniz, Haziran 1926’da Konstantinopolis’ten ayrıldı (resmi olarak 1930’dan itibaren İstanbul). Cezayir üzerinden 10 Temmuz’da Amsterdam’a gitmeden önce Barselona, ​​​​Le Havre, Liverpool ve Londra’ya gitti.
“Çok bulutluydu. Küçük dalgaların okşamasıyla Amsterdam’a doğru yola çıktık. Gemi bir kadının kalçası gibi hafifçe sallanıyor.” diye yazmış Kaptan Süreya Gürsu anılarında. Karadeniz, Hollanda-Amerika Hattı’nın Westerdoksdijk üzerindeki iskelesinde dört gün boyunca izlendi. Gemi daha sonra Hamburg, Stockholm, Leningrad, Kopenhag, Anvers, Marsilya, Napoli ve nihayet tekrar Konstantinopolis’e devam etti.

BAŞ OKŞAMA

2004’te, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliğine ilişkin kararından hemen önce, tarih programı ‘Andere Tijden (Başka Zamanlar)’ Karadeniz hakkında bir program yayınlamıştı. İki yıl sonra da ‘‘A Voyage into the Future’ (Geleceğe Yolculuk’) belgeseli takip etti).
Andere Tijden programında, sağ kalan son yolculardan biri olan Nevin Demirhan Pertev ile bir söyleşi yapmıştı. Nevin hanım, Almanya’da eğitim görmüş, Türk ordusunda general olan babasıyla seyahate çıkmasına izin verildiğinde henüz 16 yaşındaydı. Türk cumhurbaşkanının kafileye kişisel olarak iyi yolculuklar dilemek için Mudanya’ya nasıl geldiğini anlattı. Nevin hanım, o zaman elini öpmek istediği Atatürk’ün buna izin vermediğini ve türbansız açık başını okşadığını ve eğitimini tamamlaması için tavsiyede bulunduğunu anlatırken gözleri dolmuştu.
Eğitim, Atatürk’ün odak noktalarından biriydi. Sadece erkekler için değil, kadınlar için de. O zamanlar için istisnai olarak özgürdü. Örneğin, 1923’te göreve geldiğinde kadınlara oy hakkını kazandırdı. (Belçikalılar bunu ancak 1948’de yaptı. Hollanda ise, Atatürk’ten biraz önce davranmıştı.1919’da).
Atatürk, kadınların peçe kullanmasına açık bir muhalifti. Peçe hiçbir zaman tamamen yasaklanmadı. Ama pek çok Hollandalı’nın ve Amstedam Belediye Başkanı Willem de Vlugt’ün şaşkın bakışları arasında, Karadeniz gemisindeki kadınların hiç biri peçe takmamıştı.

Karadeniz gemisindeki gazeteci Bedia Arseven, Belediye Başkanı De Vlugt’u gezdirip bilgi vermişti. Arseven daha sonra The Illustrated Dergisi İçin “Güverteden mektuplar” başlıklı anılar yazdı. Amsterdam Belediye Başkanının “modern zarafetine” iltifat ettiğini, hatta peçe takmamasına şaşırdığını yazan Arseven. Aynı şaşkınlığı diğer ziyaretçilerin de yaşadığını belirtti.

Kaptan Gürsu ise anılarında şunları yazdı: “Bizim devrimimizle on dört asırlık gelenek çöktü ve kadınlarımız siyah örtü ve peçelerinin altından çıktılar. Artık modernler, çekici ve değerli görünüyorlar.” 

Algemeen Handelsblad  gazetesi de, ziyaretçileri Karadeniz’i gezdiren “Kemal Paşa diyarından enfes kızlar” nedeniyle şaşırmıştı tabii…

Halılar, gül yağı ve afyon

Amsterdam’a gelen diğer ziyaretçiler de etki antında kalmışlardı.  Rotterdamsche Courant gazetesi ise şunları yazmıştı: “Bu sabah Karadeniz’de gördüğümüz ürünler çok çeşitliydi. Halılar, ipek, tiftik, yün, badem, gül yağı, sabun, kehribar, lületaşı listenin başında yer alanlardı. Ağırlıklı olarak Çekoslovakya’nın alıcısı olduğu, keten püskülü ve keten, Adana’dan, doğrudan pamuk ağacından hasat ediliyor. Tütün, afyon ve sigaralar İzmir’den getirilmiş.
Afyon? Bu uyuşturucu, tütün ve sigarayla dünyanın en doğal şeyiymiş gibi aynı kefedeymiş gibi söz ediliyor. Aslında bu böyledir de…. Hollanda, koloniler sayesinde yüzyıllardır afyonla ilgili bir deneyime sahipti.  Doğu Hint Adaları’nda afyonun ithalatı, dağıtımı ve hazırlanması Hollanda devletinin elindeydi. 1919’dan bu yana bir afyon yasası vardı, ancak afyonun gerçekten kara listeye alınması, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olacaktı. Bu nedenle bir Türk gemisi Hollanda’da ve diğer Avrupa limanlarında herhangi bir sorun yaşamadı.

NRC Gazetesine göre Hollanda, 1923’te Türkiye’den en az 111.651 kilo afyon ithal etti. Bu da ülkemizi İzmir’den en büyük uluslararası afyon alıcısı haline getirdi. Gazete, bunun nedenlerinden birini İzmir’den transit taşımaya bağlıyor.

Karadeniz’de, ayrı bir oda Türk Sanat Okulu tarafından heykel ve tablolarla süslendi. Doğal olarak gemide büyük bir Atatürk portresi de vardı. Gemide ziyaretçiler sadece bakmakla kalmıyor, aynı zamanda satın alabiliyorlardı. Örneğin puro boruları veya kolyeler.

Belediye başkanının yanı sıra Amsterdam Ticaret Odası başkan yardımcıları, H.R. du Mosch ve Lousbergh ve liman şefi W.M. van de Poll da yüzen sergiyi ziyaret etti. Ve tabii ki Türk konsolosu.
Sonuç olarak, çok başarılı bir ziyaret oldu.

 Üstteki haberin orijinal Hollandacası:

Tentoonstellingsschip SS Karadeniz bezoekt Amsterdam
Tekst: Laura van Hasselt

inhoud_2

Aan boord was een keur aan Turkse producten en een select gezelschap voer mee. Inclusief het staatsorkest. In juli 1926 deed het stoomschip de SS Karadeniz enige dagen Amsterdam aan. Een drijvende tentoonstelling die het moderne Turkije van Kemal Atatürk moest promoten. Het bezoek baarde veel opzien, maar de stereotiepen bleken hardnekkig.

“Op een mooien Zondag trekt half Amsterdam naar buiten; de andere helft – eenige overdrijving hierbij neme men voor lief – gaat van frissche lucht en groen genieten in het Vondelpark.” Het is 12 juli 1926 en de wereld zit nog prettig overzichtelijk in elkaar. Althans voor deze journalist van het Algemeen Handelsblad. Hij is de dag daarvoor bij een muziekmiddag in het Vondelpark geweest. Hoogtepunt was het optreden van een Turks orkest, opvarenden van het tentoonstellingsschip SS Karadeniz. “Er waren duizenden en duizenden, die naar de muzikale prestaties van de mannen, getooid met de fez, hebben geluisterd.”
Die laatste zin is opvallend. Niet vanwege de duizenden toehoorders, want zo’n exotisch optreden maakte je niet elke dag mee in het Amsterdam van 1926. Het vooruitzicht ‘echte’ Turken te zien, zal vast heel wat publiek hebben getrokken. Nee, opvallend zijn die musici “getooid met de fez”. De fez was namelijk sinds een jaar verboden in Turkije. En niet zo’n beetje ook: op het dragen van het traditionele Turkse hoofddeksel stond de doodstraf.
Waarom zouden deze Turken in Amsterdam, onder het oog van al die toeschouwers, dat risico lopen? Natuurlijk deden ze dat ook niet – ze zouden wel gek zijn. Op foto’s van het concert in het Vondelpark is geen enkele Turk te zien die een fez draagt. Sommigen hebben een hoed op, anderen zijn blootshoofds, maar een fez is nergens te zien. Behalve dan in het hoofd van de journalist van het Algemeen Handelsblad. Stereotiepe beelden kunnen verbazend hardnekkig zijn.
Mustafa Kemal Pasja, beter bekend als Atatürk, moet in het verre Turkije stevig hebben gestampvoet, tenminste als hem verslag is gedaan. Doel van het optreden in het Vondelpark was om te laten zien dat moderne Turken juist géén fez of sluier meer droegen. En dat ze bovendien uitstekend Westerse muziek konden spelen – jazz bijvoorbeeld of Schubert, zoals die zondag in Amsterdam. Maar dat stond dan weer niet in de krant. Gelukkig is de kans niet heel groot dat de president van Turkije het Algemeen Handelsblad is voorgelezen.

Seculiere elite
Het verbod op de fez was onderdeel van een radicaal hervormingsprogramma van Atatürk, wat zoveel betekent als ‘Vader der Turken’. Nog maar drie jaar eerder had hij de republiek Turkije uitgeroepen. In 1923 kwam er een definitief einde aan het eeuwenoude Ottomaanse Rijk (‘de zieke man van Europa’) en de tijd van de sultans, de tulband en de fez. Voortaan moest Turkije modern zijn. Atatürk trok ten strijde tegen alles wat hem te religieus, te ouderwets of te Oosters was. Het nieuwe Turkije moest republikeins zijn, seculier en vooral: Europees. Als er in de jaren twintig een Europese Unie had bestaan, had Atatürk als eerste aangeklopt.
Om het nieuwe Turkije te promoten reisde in de zomer van 1926 een tentoonstellingsschip langs een aantal grote Europese havens: de SS Karadeniz (‘Zwarte Zee’). Het stoomschip kwam oorspronkelijk uit Rotterdam. Als de SS Wilis had het jarenlang op Nederlands-Indië gevaren voor de Rotterdamsche Lloyd. In 1924 werd de Wilis verkocht aan Turkije, waar het een nieuwe naam kreeg en werd omgebouwd tot een drijvende tentoonstelling over het moderne Turkije. Met aan boord allerlei Turkse producten en een select gezelschap uit de seculiere elite. Schrijvers, journalisten, architecten, filosofen, zakenlui, een heel bankkantoor… En het voltallige staatsorkest, 50 man sterk.
De Karadeniz vertrok in juni 1926 uit Constantinopel (vanaf 1930 officieel Istanbul). Via Algiers voer het naar Barcelona, Le Havre, Liverpool en Londen, om op 10 juli af te koersen op Amsterdam. “Het was zwaar bewolkt. Met de liefkozing van kleine golven gingen we op weg naar Amsterdam. Het schip deint lichtjes, als de heup van een vrouw.” Zo beschrijft kapitein Süreya Gürsu in zijn memoires de tocht van IJmuiden naar Amsterdam. Daar was de Karadeniz vier dagen te bezichtigen aan de steiger van de Holland-Amerika Lijn, aan de Westerdoksdijk. Daarna ging het schip verder naar Hamburg, Stockholm, Leningrad, Kopenhagen, Antwerpen, Marseille, Napels en tenslotte weer Constantinopel.

Aai over het hoofd
In 2004, vlak voor een besluit van de Europese Unie over toetreding van Turkije, zond het geschiedenisprogramma Andere Tijden een programma uit over de Karadeniz (twee jaar later gevolgd door de documentaire ‘A Voyage into the Future’). In Andere Tijden vertelde een van de laatst overgebleven opvarenden over de reis. Nevin Demirhan Pertev was nog maar 16 jaar toen ze mee mocht op de reis, met haar vader, een generaal in het Turkse leger die in Duitsland had gestudeerd. Ze herinnert zich hoe de Turkse president aan boord kwam in Mudanya om het gezelschap persoonlijk een goede reis te wensen. Ze wilde zijn hand kussen, maar hij wimpelde het gebaar af. In plaats daarvan gaf hij haar een aai over het sluierloze hoofd en zei dat ze vooral haar studie moest afmaken.
Onderwijs was een van de speerpunten van Atatürk. Niet alleen voor mannen, maar ook voor vrouwen. Hij was uitzonderlijk geëmancipeerd voor die tijd. Zo voerde hij direct bij zijn aantreden in 1923 het vrouwenkiesrecht in. (Ter vergelijking: de Belgen deden dat pas in 1948 en Nederland was net iets eerder, in 1919). Atatürk was ook een verklaard tegenstander van de sluier voor vrouwen. Helemaal verboden is de sluier nooit geweest, maar geen van de vrouwen aan boord van de Karadeniz droeg er een – tot verbazing van velen, onder wie de Amsterdamse burgemeester, Willem de Vlugt.
De Vlugt kreeg een rondleiding van Bedia Arseven, een vrouwelijke journaliste die ook meereisde op de Karadeniz. Voor het Turkse Het geïllustreerde tijdschrift schreef ze “brieven van de boot”. Daarin vertelt ze dat de burgemeester haar complimenteerde met haar “moderne elegantie”, maar zich verbaasde over het feit dat ze geen sluier droeg. Dat laatste gold voor meer bezoekers van de tentoonstelling. Kapitein Gürsu schreef in zijn memoires: “Door onze revolutie zijn veertien eeuwen van traditie ingestort en zijn onze vrouwen onder hun zwarte doeken en sluiers te voorschijn gekomen. Ze zijn nu modern en zien er aantrekkelijk en waardig uit.” Ook het Algemeen Handelsblad was aangenaam verrast door de “bekoorlijke kortgeknipte dochteren uit het land van Kemal Pasja” die de bezoekers rondleidden op de Karadeniz.

Tapijten, rozenolie en opium
Ook verder waren de bezoekers in Amsterdam onder de indruk. De Nieuwe Rotterdamsche Courant schreef: “Het is wèl een verscheidenheid van producten, die we hedenochtend aanschouwden aan boord van de Kara-Deniz.” Er volgt een opsomming van al het moois aan boord: tapijten, zijde, mohair, wol, amandelen, rozenolie, zeep, amber, meerschuim (een Turkse steensoort). En de “voortbrengselen uit het plantenrijk”. Vlas, katoen uit Adana (“welke direct van den katoenboom wordt geoogst en waarvan vooral Tsjecho-Slowakije afneemster is”), tabak en sigaretten, opium uit Smyrna etc.
Opium? De drug wordt in één adem genoemd met tabak en sigaretten alsof het de normaalste zaak van de wereld is. En dat was het in zekere zin ook. Dankzij de koloniën had Nederland al eeuwenlang ervaring met opium. Sterker nog, de invoer, distributie en bereiding van opium in Nederlands-Indië waren in handen van de Nederlandse staat. Er bestond sinds 1919 wel een opiumwet, maar het zou tot na de Tweede Wereldoorlog duren voor opium echt op de zwarte lijst kwam. Vandaar dat een Turks schip zonder enig probleem met een voorraad in Nederland kon aanmeren – in heel Europa trouwens. Volgens de NRC importeerde Nederland in 1923 maar liefst 111,651 kilo uit Turkije. Daarmee was ons land de grootste internationale afnemer van opium uit Smyrna. Wel, voegt de krant eraan toe “in hoofdzaak echter voor transito-verkeer.”
Een aparte ruimte in de Karadeniz was met beelden en schilderijen ingericht door de Turkse Hogeschool voor de Kunsten. Vanzelfsprekend hing er ook een groot portret van Atatürk in het schip. Bezoekers konden aan boord niet alleen kijken, maar ook kopen. Sigarenpijpjes bijvoorbeeld, of halskettingen. Behalve de burgemeester, brachten ook de vice-voorzitters van de Amsterdamse Kamer van Koophandel, de heren H. R. du Mosch en Lousbergh, en havenmeester W.M. van de Poll een bezoek aan de drijvende tentoonstelling. En natuurlijk de Turkse consul. Al met al was het een zeer geslaagd bezoek.

BELGESELİ İZLEMEK İÇİN ALTTAKİ FOTOĞRAFA TIKLAYINIZ:

 https://www.youtube.com/watch?v=mPNXKiT1Vb0

İSTANBUL LALESİ, BELEDİYE BAŞKANI İMAMOĞLU’NA SUNULDU

Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Bart van Bolthuis, orijinal ‘İstanbul Lalesi’ni Hollanda’dan getirerek İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na hediye etti.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

çayır, açık hava, ağaç, zemin içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturulduiç mekan, bitki, çiçek, tablo içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği’nde göreve başladıktan sonra, iki ülke arasındaki ilişkilerin önemini ortaya sermek için büyük uğraş veren Eray Ergeç, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan ve ‘Büyük jest’ olarak kabul edilecek etkinliklerden, bir yenisinin daha haberini verdi.


Türkiye’den götürülen lale soğanlarını, iyi bir üretim sistemi ile çoğaltarak dünyanın dört bir tarafına satan ve bu nedenle zengin olan Hollandalılar, Türkiye’ye bu konudaki minnet borçlarını ödeyebilmek için ‘Atatürk’ adını verdikleri bir lale türü yetiştirmişlerdi.

Hollandalılar’ın son jestleri, yine bir lale sunumuyla gerçekleşti.
Lale çeşitleri arasında öyle bir güzeli vardı ki, son zamanlarda bu çeşit görünmez olmuştu.
Sözü edilen lale, Osmanlı döneminde İstanbul’un bazı köylerinde yetişiyordu ve bu nedenle de adına ‘İstanbul Lalesi’ denmişti.
İşte Hollandalılar bu kez nesli hemen hemen tükenmekte olan o laleyi yeniden buldular ve üretimini çoğaltmaya başlayarak dünya piyasasına sürme hazırlığına girdiler. Yeniden çoğaltılan ‘İstanbul Lalesi’ni, İstanbul’a getirip Belediye Başkanı’na hediye etme fikri kimden çıktı bilmiyorum ama, bunda Eray Ergeç’in katkısı olduğuna inanıyorum.

Hollanda’dan İstanbul’a götürerek, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na hediye eden Başkonsolos Barth van Bolthuis şu açıklamayı yaptı:

“Bu orijinal İstanbul Lalesi, dün Amsterdam’dan geldi. Bu güzel lalenin hikayesi 16. yüzyılda İstanbul’da Osmanlı bahçelerinde başladı. Laleler 17. yüzyılda Hollanda’ya gönderildi ve biz farklı laleler ürettik. Ticaretine başlayıp bütün dünyaya gönderdik. Şu an dünyada bir numaralı çiçek ihracatçısı olduk. Bütün bunların tarihi İstanbul lalesine uzanıyor. Umuyorum ki, 3 yüzyıl boyunca bizlere baharın ışığını vermiş olan bu orijinal lale, şimdi de içinde bulunduğumuz zorlu mücadelede, bizlere güven ve iç huzur için ilham olur.”

Getirilen lalenin Hollanda’da hala çok nadir yetiştirildiğini bildiren van Bolthuis, laleyi İstanbul’a getirmenin kendisi için bir onur olduğunu kaydetti.
Aslında, bir hafta önce Hollanda’ya İmamoğlu ile birlikte gitme planı yaptıklarını, ama koronavirüs nedeniyle bu planı uygulayamadıklarını belirten Bolthuis, Amsterdam seyahati sırasında İmamoğlu’na sürpriz yapmayı planladıklarını da kaydetti.

İMAMOĞLU: ÇOK DEĞERLİ BİR JEST

ağaç, açık hava, kişi, çayır içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

İstanbul Belediye Başkanı Başkanı Ekrem İmamoğlu Hollanda Başkonsolosu Bolhuis’e teşekkür etti.

 “Kıymetli Başkonsolosumuz Bolthuis’e teşekkür ediyorum. Bu günlerde Covid-19 mücadelesinden dolayı aslında birçok etkinliğimiz ya da birçok tasarladığımız düzenin dışında bir hayat yaşıyoruz. Korunarak ya da birbirimizi uzaktan selamlayarak. Onun için ben de buradan sizi selamlıyorum. Bu güzel İstanbul Lalesi için de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz lalenin ana vatanındayız, İstanbuldayız. Tabi 16. yüzyılda Hollanda’ya soğan gitmesiyele beraber Hollanda’da da yetiştirilmeye başlandı. Artık bütün dünya laleyi biliyor, İstanbul’da doğduğunu biliyor. Bu manada bu güzel İstanbul Lalesi’ni kendi yetiştirdikleri laleyi bize hediye etmelerini de çok değerli bir jest olarak görüyorum. Bu ve buna benzer kültürel köprülerin, Hollanda ile olan güzel ilişkilerimizi daha yukarılara daha iyi seviyelere taşımasını diliyorum. Bu noktada İstanbul her zaman üzerine düşen vazifeyi, sorumluluğu yerine getirecektir. Hollanda Türkiye ilişkilerinin daha iyi noktaya gitmesi için de yoğun çabalar içinde olacaktır. Elbette ben buradan bütün İstanbul halkı adına Hollanda’da Covid-19 sürecinde hayatını kaybedenlere de rahmet diliyorum. Umut ediyorum önümüzdeki günler, aylar ve yıllar hep birlikte elele bütün dünyanın bütünleşmesi ile insanlık adına güzel günler bizimle olsun. En az şu güzel lale kadar güzel günlerde buluşmak dileğiyle çok teşekkür ediyorum.”

Sohbeti başlat
1
Yardımcı olabilir miyim?
Merhaba, yardımcı olabilir miyim?