İlhan KARAÇAY’ın analizi: (İbret alınacak bu analizi
dosyalayıp saklayınız)
49 Yıl önce Rotterdam’da yaşanan Türk evlerine saldırı olayları, Hollanda tarihinde kara bir leke olarak kaldı.
Allah korusun, Türkiye’de patlak verecek bir olay, Rotterdam’dakine benzemez ve tam bir faciaya dönüşür.
Türkiye’de gündemde olan ‘Suriyeliler’ konusu, düşüncesiz bir şekilde sarf edilen bazı sözler ve uygulanmaya konulmak istenen bazı kurallar nedeniyle büyük tartışma konusu oluyor.
Bu konuda iktidar ve muhalefet mensuplarının, sonunun nereye varacağını hesap etmeden sarfettikleri sözler, Allah korusun büyük bir felakete yol açacak nitelikte.
Bu konudaki muhtemel bir tehlikeyi, Hollanda’dan örnekler vererek izah etmeye çalışacağım ama, Hollanda’daki Türk toplumu ile Türkiye’deki Suriyeli toplumunun konumu hakkında biraz bilgi vermem gerekecek.
Hollanda’daki Türkler, ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar sonrasında Hollanda’ya getirilmişlerdir. Hem de davul zurna eşiliğinde yapılan karşılama törenleriyle…
Anlaşmalar, Türkler’in buradaki geleceğini garanti altına alıyor ve uluslararası hukuk kuralları ile de perçinleniyordu.
Ne var ki, devletin alacağı yanlış kararlara karşı güvencesi olan Türklerin, halk karşısında bir güvencesi yoktu. Nitekim öyle de oldu.
Hollanda’ya gelişleri 10 yıl dolmadan, halkın belli bir kesimi tarafından, ‘İşimizi elimizden aldılar, sokaklarımızı pisletiyorlar ve gürültü yapıyorlar’ diye suçlanmaya başlanan Türk toplumu, bazı siyasetçilerin ve medya organlarının kışkırtmasıyla ağır bir baskı altında yaşamaya başladı.
Münferit olaylardan sonra, 1972 yılında Rotterdam’da ve 1976 yılında da hemen yakındaki Schiedam’da, Türk evlerine ve işyerlerine saldırıların yapıldığı acı olaylar yaşandı.
Sizelere bu olayları gazete kupürleri ile anlatmadan önce, Türkiye’deki Suriyeliler’in konumu hakkında bilgi vermek istiyorum.
Türkiye’deki, sayıları beş milyon olduğu belirtilen Suriyeliler, Türk devleti tarafından getirilmedi ve güvence altına alınmak için de anlaşma yapılmadı. Suriyeliler, ülkelerinde çıkan iç savaş nedeniyle, gümrük kapılarından değil, sınırlardan kaçarak Türkiye’ye sığındılar. Türkiye, ölümden kaçan bu çaresiz insanları, gerek insanlık borcu ve gerekse uluslararası kurallar gereği kabul etti. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, uluslararası bir kuralın gereği olarak kabul edilmeliydi ama, ülkelerinde ortam normale döndüğü zaman da, ülkelerine geri gönderilebilirdi.
Zira, Hollanda’daki Türkler, hakları güvence altına alınmış göçmenlerdi, Suriyeliler ise sadece sığınmacıydı.
Türkiye’deki Suriyelilerin konumu her ne kadar dezavantajlıysa da, bu insanlar için söylenecek sözler rencide edici olmamalıdır. Bu insanlar, güvenceleri olmadığı için ve kendilerine bir söz verilmiş olmadığı için geri gönderilebilir ama, ortamın normale dönüşmesi beklenmelidir. Zira bu konudaki uluslararası kurallar da işlemektedir.
‘Bolu Beyi’ gibi ortaya çıkan Beldiye Başkanı’nın, Suriyeliler’i geri dönüşe zorlamak amacıyla koymak istediği kural, 10 yaşında bir çocuğun dahi yapmayacağı saçma bir kuraldır.
10 yaşında bir çocuğun sahip olduğu zekâya bile sahip olmayan bu Bolu Beyi, yabancılar için elektrik, su ve vergileri tam on misli daha fazla alacağını ilan ederek, tüm dünyada komik duruma düştü.
Ne gariptir ki, bu Bolu Beyi’ni alkışlayanlar oldu.
Suriyeliler’in varlığından rahatsız olan insanlar tabii ki geri gönderilmelerini arzu edebilirler ama, gerek insanlık adına ve gerekse uluslararası kurallar adına sabırlı olmalılar.
Hollanda’da yaşanan her olay sonrasında, inisiyatifi ele alıp, Türkler’i savunmaya soyunan naçizane şahsım, Hollanda parlamentosunda kürsüye çıkarak ve televizyonlarda konuşarak hak aradım. Tabii ki bunu yaparken, gerek Hollanda demokrasisi ve gerekse halkın toleranslı oluşundan yararlandım.
Şimdi sorarım sizlere, Suriyeliler içinden bir İlhan Karaçay çıkarsa, ve Hollanda’da yapılanları Türkiye’de yaparsa ne olur?
Facebook’ta, Türkiye’deki bir Suriyeli’nin görüntüsü yayınlandı. Bu Suriyeli çok bozuk Türkçesi ile, ‘Ne istiyorsunuz bizden kardeşim? Biz burada çalışıyoruz, vergi veriyoruz…’ gibisinden laflar ediyordu ama hiç de sempatik gelmiyordu. Bu adama yapılan reaksiyonları gördünüz mü? Allah korusun, yarın bu laflar sokaklarda söylenmeye başlandığı zaman ne olur biliyor musunuz? Sonuçta, Suriyeliler de kendilerini savunmaya çalışacaklardır.
Suriyeliler’den korktuğumuz için değil, insan haklarına ve uluslararası kurallara saygılı olduğumuz için, rencide edici sözler sarfetmemeliyiz.
Şimdi, Hollanda’da bulunan, hakları güvence altına alınmış göçmen bir Türk toplumu ile, hakları güvence altında olmayan, iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriye toplumu arasındaki farkı anladık değil mi?
Bu anlayış ile hareket etmenin de bir insanlık borcu olduğunu vurgulayarak, tam 49 yıl önce yine bir ağustos ayında yaşanmış olan Rotterdam ve 45 yıl önce yaşanmış Schiedam olaylarını, gazete kupürleri ile anlatayım.
ROTTERDAM OLAYLARI
1972 yılının bir ağustos gecesiydi. Rotterdam’a 100 km. mesafede bulunan Zeist kasbasındaki evimin telefonu çaldığı zaman gece saat 00.30’du. Bana bağlı olarak çalışan muhabirlerimizden Senan Bilgin arıyordu: ‘Abi çabuk gel, burada büyük olaylar yaşanıyor. Türk evlerine saldırılıyor ve otomobilleri yakılıyor.’
Böyle bir cümleyi duyunca hemen yola koyulmak şart olmuştu tabii…
Ondan sonrası malûm. Kahvehane ve pansiyon sahibi bir Türk’e kızmış olan mahalle halkı ortalığı kasıp kavuruyordu.
Polis vardı ama, saldırılar sabaha kadar sürmüştü.
Sonra ortalık sakinleşti.
1972 Yılında Rotterdam’da meydana gelen olaylar sırasında, ünlü programcı
Jaap van Meekren, olayları görüntülerken benimle de bir röportaj yapmıştı. Söyleşide, refah içinde ama sevgisiz gelişen Hollanda gençliğinden söz etmiştim.
‘Oh’ demiştik ve bu kadarla kurtulmuş olduğumuza sevinmiştik.
Ama umduğumuz olmadı. Ertesi günün akşamı toplanan mahalle gençleri, saldırıları sürdürmüştü. Polis yine vardı ama nafile…
Evlerimiz ve otomobillerimiz yine alevler içindeydi.
İş bununla bitecek diye düşünmüştük ama, maalesef yine olmadı. Bu kez, ülkenin dört bir yanından gençler, örgütlü bir şeklide Rotterdam’a gelmeye başlamışlardı. Her akşam saatlerinde gençler Rotterdam’a geliyor ve saldırıları sürdürüyorlardı. Bu tam bir hata böyle sürdü.
Gazete kupürlerinde göreceğiniz gibi, bu olaylar Türkiye’de manşetlerden düşmediği gibi, dünyada da haber konusu olmuştu.
IRKÇI SALDIRILARA, SOKAK KAVGASI DİYEN BAŞKONSOLOS
55 yıldır görev yaptığım Hollanda’da, tesadüf ya, Rotterdam’a ilk gelen Başkonsolos Ali Namık Aykaç ile, gider ayak bozuşmuştum. (Başkonsolosluk daha önce Lahey’deydi)
Bozuşma nedenimiz şuydu:
Malum 1972’de Rotterdam olayları, tüm dünyada Hollanda’ya puan kaybettiren olaylardı.
Bir hafta süren ve yaralanıp hastanelere yatırılan Türkler olduğu halde, Başkonsolos Ali Namık Aykaç, özellikle benim Hürriyet’te yayınlanan haberler nedeniyle ayağa kalkan parlamentoya bilgi vermesi gerekenlere, ‘Burada yaşananlar adi bir sokak kavgasıdır’ şeklinde bir rapor sunmuştu.
Zamanın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner de mecliste ‘Rotterdam’da yaşananlar adi bir sokak olayıdır. Medya abartıyor’ gibi laflar etmişti.
‘Adi bir sokak kavgası’ denilen olayların vehametini anlatabilmek için, hastanede komada yatan Mustafa Albayrak’ın fotoğrafını çekmeyi başardım ve haber atlatma lüksünü bir kenara atarak tüm mdeyaya dağıttım. Bu fotoğraf Hollanda TV’sinin ana haber bülteninde de yayınlanmıştı.
Bunun üzerine gazetem benden ille de yaralı fotoğrafı istemişti. Ünlü parlamenterimiz Nebahat Albayrak çocuk iken yaşanan olaylarda, amcası Mustafa Albayrak, başına yediği bir taş darbesi ile komaya girmiş ve hastaneye yatırılmıştı. Akla gelemeyecek atraksiyonlar yaparak girdiğim hastanede Albayrak’ın fotoğrafını çektim ve birkaç yaralı fotoğrafıyla birlikte, haber atlatma lüksünü hiçe sayarak, hem Türk medyasına ve hem de Hollanda medyasına dağıttım. Böylece hem Rotterdam Başkonsolosumuza ve hem de Bakanımıza gerekli cevabı vermiştim.
Rotterdam olayları Hollanda gazetelerinde de boy boy yer alıyordu. Trouw gazetesi, Türk Bakan Uzuner, yaşananların ırkçı saldırı olmadığını düşünüyor’ başlığını kullanmıştı.
Başkonsolosomuzun bir skandal hareketi daha vardı.
Hollanda medyası kendisine, ‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz’ diye soru yöneltince, ‘Benim tayinim çıktı yarın gidiyorum, benden sonra gelecek olana sorun’ diye yersiz ve saçma bir cevap vermişti.
Rotterdamsch Nieuwsblad gazetesi, 12 ağustos 1972 sayısında, ‘Türk mahallesindeki tedhiş, şimdi polise karşı’ başlığıyla verdiği haberinde, ‘Almanya’daki Türkler’in trenlerle akın akın Rotterdam’a geleceği bildiriliyor’ diye yazdı.
Yukarıdaki kupürde, her ne kadar ‘Türk işçileri Hollanda’da halkla ve polisle çatışıyor’ gibi bir başlık kullanılmışsa da, Türk işçileri sadece kendilerini savunmakla yetinmişlerdi.
17 Ağustos 1972 tarihli Hollanda gazetesi ‘Het Vrije Volk’ ( Özgür Halk), olayları Hürriyet’te yayınlanan haberin kupürü ve ‘Bir hafta nefret ve şiddet’ başlığıyla yayınladı.
Utrechts Nieuwsblad gazetesi, ‘Türkler evlerinden çıkmaya cesaret edemiyorlar’ başlıklı haberinde, 62 kişinin tutuklandığı başlığını atarken, Türkiye’deki medyanın, Rotterdam olaylarında ılımlı davrandığını ve sadece Hürriyet’in olayları kendi muhabiri (bendeniz) ile takip ettiğini yazdı.
Rotterdamsch Nieuwsblad gazetesi, Hürriyet kupürü ile yayınladığı haberinde, genellikle Hürriyet’in haberinde yazılı olanların tercümesini kullandı. Gazete, Hürriyet’in ‘Türkler yasalara uygun hareket ederlerse, haklılıklarına halel gelmez’ sözlerini başlık olarak kullandı.
Rotterdam olaylarının üzerinden10 gün geçtikten sonra Rotterdm’a gelen Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner yurttaşlarımız ile görüşmüştü. O sırada Tahtın varisi olan Prenses Beatrix de yaptığı açıklamada, olaylardan utanç duyduğunu söylemişti.
Rotterdam olaylarının ardından, 1976 yılında bu kez Schiedam’da Türk evlerine ve işyerlerine saldırı başladı. Olaylar, bir Türk’ün işlemiş olduğu cinayet suçundan sonra başlatılmıştı.
Schiedam olayları da, Rotterdam’daki gibi günlerce sürmüştü. Türkler’in göç etmeye başlaması üzerine, kentin Belediye Başkanı, ‘Türkler giderse Schiedam ekonomisi çöker’ demişti.
Schiedam olaylarından sonra, Hollanda’ya özel olarak getirdiğimiz, ünlü yazar Murat Sertoğlu ile çeşitli toplantılar yapmış ve yurttaşlarımıza moral yüklemiştik. Toplantılardan birine Belediye Başkanı Lems eşiyle birlikte gelmişti.
Dilerim, yukarıda yazılanlar ve gazete kupürleri, Türkiye’de yaşanması muhtemel olan tatsız olaylar için bir ibret ve örnek teşkil eder, yetkililer ve etkililer de bu bret ve örneklere göre davranırlar.
Mutlu günler dileğimle…
Post Views:516
4 Yorumlar
MEHMET YAMAC
1 Ağustos 2021 üzerinde 11:55 de
İlhan Bey dostum, bu güzel çalışmanın ve belge niteliğindeki haberin mutlaka Türkiye’de yayınlanması gerekir. Elbette bir TV programı daha da etkili olacaktır. Cahil kesimin alacağı çok ders var bu olaydan. İzninle bu haberini Facebook’ta paylaşıyorum
Bu haber, 5 bini medya olmak üzere 27 bin adrese gitti. Yararlanmak isteyenler oluyor. Teşekkürler ve selamlar.
i.polat
2 Ağustos 2021 üzerinde 18:44 de
Tarih belgelerle konuşur.
En sıkşık bir dönemi yanşıyordum Hollanda da. Aynı zamanda elimde geldiğikadar günlük notlarımı almaya devam ediyordum. Fırsat bulup çalışma bakanımızla görüşürken sorunları içeren bilgiler verdimkendine. “İsmall bir rapor halinde bunları bana iletirmisnisz?”
O yıl benimde sorunlarımı içrene uzunca bir rapor hazırlayıp izine gittiğimde kendisine sunmak için bakanlığa gittim. Kapıcı,”Haberi vardır buyurun içeri” dyip beni içeri aldığında bakan bey telefonla bir biriye döner koltukta konuşuyordu. Bir veya iki dakika beni görmedi ma döner koltuk kapıya doğru dönünce,”Bir dakika,” deyip telefonu masaya koyup bni karşlayıp yan odadaki sekreterliğin çalışma bölümüne aldı ve konumasına devam etmektreydi.Çay molasndan sonra karşılıklı kısa grüşmeden sonra dosyayı kendisine verip çıkak istdğimde,”Sizin sorununuzu da görüşelim,”dedi.
Özür dilerim baknım siz bu dosyanın içeriğindki sorunları çözün benim sorunum önemli değil.
“Neden?”
Çünkü konuşmalarınızı dinledim.”
“Çokta alıngansınız.”
Teşekkür ederim bazen öyleyim. Evet, baka beyin konuşmaları ; “Bu makamda iken orayı alamazsak ne zaman alacağız….” idi.
Devrisi günü Büyük Millet Meclisinde öyle yemeği yerken,Meclis Palementer basın bölüm başkanı sayın..”Ne yaptınız”? sorusuna,dosyayı sayı bakana sundum dediğimde,dosyanı bir fotokopisin istediler ama bende fotokopisi yoktu.
Evet,zaman zaman böyle notlarla karşılaşıyorum arşivimde.
İlhan Bey dostum, bu güzel çalışmanın ve belge niteliğindeki haberin mutlaka Türkiye’de yayınlanması gerekir. Elbette bir TV programı daha da etkili olacaktır. Cahil kesimin alacağı çok ders var bu olaydan. İzninle bu haberini Facebook’ta paylaşıyorum
Bu haber, 5 bini medya olmak üzere 27 bin adrese gitti. Yararlanmak isteyenler oluyor. Teşekkürler ve selamlar.
Tarih belgelerle konuşur.
En sıkşık bir dönemi yanşıyordum Hollanda da. Aynı zamanda elimde geldiğikadar günlük notlarımı almaya devam ediyordum. Fırsat bulup çalışma bakanımızla görüşürken sorunları içeren bilgiler verdimkendine. “İsmall bir rapor halinde bunları bana iletirmisnisz?”
O yıl benimde sorunlarımı içrene uzunca bir rapor hazırlayıp izine gittiğimde kendisine sunmak için bakanlığa gittim. Kapıcı,”Haberi vardır buyurun içeri” dyip beni içeri aldığında bakan bey telefonla bir biriye döner koltukta konuşuyordu. Bir veya iki dakika beni görmedi ma döner koltuk kapıya doğru dönünce,”Bir dakika,” deyip telefonu masaya koyup bni karşlayıp yan odadaki sekreterliğin çalışma bölümüne aldı ve konumasına devam etmektreydi.Çay molasndan sonra karşılıklı kısa grüşmeden sonra dosyayı kendisine verip çıkak istdğimde,”Sizin sorununuzu da görüşelim,”dedi.
Özür dilerim baknım siz bu dosyanın içeriğindki sorunları çözün benim sorunum önemli değil.
“Neden?”
Çünkü konuşmalarınızı dinledim.”
“Çokta alıngansınız.”
Teşekkür ederim bazen öyleyim. Evet, baka beyin konuşmaları ; “Bu makamda iken orayı alamazsak ne zaman alacağız….” idi.
Devrisi günü Büyük Millet Meclisinde öyle yemeği yerken,Meclis Palementer basın bölüm başkanı sayın..”Ne yaptınız”? sorusuna,dosyayı sayı bakana sundum dediğimde,dosyanı bir fotokopisin istediler ama bende fotokopisi yoktu.
Evet,zaman zaman böyle notlarla karşılaşıyorum arşivimde.
Teşekkürler ve selamlar…