Uluslararası Futboltenisi Federasyonu, Türk sporuna yaptığı hizmetler için İlhan Karaçay’a ödül verdi.
Ödül alanlar arasında milli takım eski teknik direktörü Abdullah Avcı, Ogün Altıparmak ve Galatasaray‘ın eski antrenörü Ahmet Akcan var.
Futboltenisi Türkiye Başkanı Orhan İçin, Türk sporuna hizmet kriterini açıklarken, ‘Geçmişe bir göz atmak yeter’ dedi.
Uluslararası Futboltenisi Federasyonu tarafından ödüle layık görülen gazeteci İlhan Karaçay’ın ödülünü, milli takımlar eski teknik direktörü Abdullah Avcı verdi.
İSTANBUL (ÇAYPRESS),- Uluslararası Futboltenisi Federasyonu FİFTA’nın İstanbul’da düzenlediği 6’ıncı panelinde, Türk sporuna hizmet etmiş kişilere ödül dağıtıldı.
Aralarında gazeteci İlhan Karaçay, milli takım eski teknik direktörü Abdullah Avcı, Fenerbahçeli eski futbolcu Ogün Altıparmak ve Galatasaray‘ın eski antrenörü Ahmet Akcan’ın da bulunduğu 20 kişiye verilen ödüller için açıklama yapan Futboltenisi Türkiye Başkanı Orhan İçin, ‘hizmet’ kriteri için, ‘Geçmişe bakmak yeterlidir’ dedi.
Hollanda’da yaşayan gazeteci İlhan Karaçay’ın 1970, 1980 ve 1990’lı yıllarda, takip ettiği 6 dünya ve 7 Avrupa Şampiyonası yanında, çok sayıda final maçı izleyerek Türk sporseverlere büyük bir hizmet vermiş olduğunu belirten Orhan İçin, ‘Abdullah Avcı, Ahmet Akçam ve Ogün Altıparmak için açıklama yapmama gerek yok sanırım’ açıklamasında bulundu.
Uluslararası 6. Futboltenisi Paneli ve 6. Spor Yıldızları Ödül Töreni, Atatürk Havalimanı’ndaki TAV Airport Hotel’de yapıldı. Programın sunuculuğunu Olay TV’den Ufuk Gersman ve Sevgi Ercan yaparken, futboltenisinin vizyonu ele alındı.
Önceleri, ‘Ayak Tenisi’ ve ‘Ayak Voleybolu’ olarak anılan ve pek çok antrenörün ağ veya ip gerdirerek futbolculara yaptırdığı antremanların yararına değinen teknik adamlar, ‘Bizim eskiden ilkel bir şekilde ip gererek oynattığımız bu oyun, şimdilerde uluslar arası alanda profesyonelce bir spor haline geldi. Bu spor çeşidinin, futbolcular için büyük bir avantaj olduğunu göz ardı etmemek lazımdır’ diye konuştular.
Dünyanın dört bir yanından gelen Futboltenisi Federasyon Başkanları, Hollanda için İlhan Karaçay’ı (ortada) Başkan olarak seçtiler.
Uluslararası Futboltenisi Federasyonu’nun, panel ve ödül töreninden sonra, 16 ülke temsilcisinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirdiği toplantısında bir konuşma yapan FİFTA Başkanı Nogoteniski Savez, hiçbir ülke tarafından tanınmayan, UEFA ve FİFA’nın da tanımadığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, resmi üye olarak FİFTA’ya alındığını ve geçen yıl da Avrupa Şampiyonası’nın Kuzey Kıbrıs’ta yapıldığı belirtti.
Uluslararası Futboltenisi toplantısına katılanlardan bir görüntü. Solda FİFTA Başkanı Nogoteniski Savez, ortada Türkiye Başkanı Orhan İçin ve teknik direktör Abdullah Avcı.
Futboltenisi, Türkiye’de büyük ilgi görüyor. Öyle ki Bayanlar Milli Takimımız Dünya ikincisi olma başarısını elde ettiler.
*Sırf birkaç esnafın menfaatini korumak için, ülke turizmini
bilinçsizce baltalıyorlar
*Tarsus’ta yapılacak olan 8 bin yatak kapasiteli 11 otelin
akibeti de meçhul
İlhan KARAÇAY’ın analizi:
Adana’nın çekilmez trafiği nedeniyle, Çukurovalılar’ın kâbusu haline gelen uçak yolculuklarına bir çare ve ülke turizmine de katkı amacıyla plânlanan Çukurova Havalimanı projesi, 10 yılı aşkın bir zamandır gerçekleşemiyor.
Proje aşamasında, bazı Adanalı milletvekillerinin, sırf hemşehricilik ilkelliği nedeniyle baltalanmaya çalışılan Çukurova Havalimanı, yapılma kararının alınmasından sonra da baltalanmaya başlanmıştı.
Çukurova Havalimanı’nın tam 10 yıldır, projeyi sahiplenen yatırımcılar tarafından sabote edilemsinin ardında da bazı Adanalı milletvekilleri yer alıyor. Projeyi üstlenen müteahhit firmaları çeşitli şekillerde caydırma oyunlarında parmağı olan milletvekilleri, bu anlaşılmaz pespayeliği, birkaç esnafın menfaatini korumak için yapıyorlar.
Baltalamanın bir başka nedeni de Adana-Mersin çekişmesinin yarattığı hemşehricilik ilkelliğidir.
TAKSİCİLER
Çukurova Havalimanı’nın gerçekleşecek olmasına en çok karşı çıkan esnaf grubunu taksiciler oluşturuyor.
Mersin il sınırları içinde kurulacak olan Çukurova Havalimanı’nın taksi işletmeciliği, Adana’dan Mersin’e geçmiş olacak. Kaldı ki, yapılan ön tartışmalarda, bu işin iki şehir taksicileri arasında paylaşılabileceği konuşulmuştu.
Adana Havalimanı etrafında bulunan esnafların da hoşuna gitmeyen bu durum, Adana milletvekilleri için bir baskı unsuru oldu. Hemşehricilik ilkelliğinin yanında, seçimlerde oy kazanmak için, Çukurova Havalimanı’nın yapımını önlemek için hâlâ büyük çabalar sarfeden Adana CHP milletvekillerinden biri, (polemiğe girmemek için adını yazmıyorum), ihale olaylarındaki bir yığın olumsuzluğu dile getirdikten sonra bakın asıl niyetini nasıl açıklamış: “Yıllık 5-6 milyon insanımızın güvenle kullandığı Adana Havaalanı’nı size kapattırmayız”
Adana CHP milletvekili, ‘Adana Havaalanı’nı size kaptırmayız’ derken kimi kastediyor?
Hükümeti mi? Tabii ki hayır.
Müteahhitleri mi? Bu da hayır. ‘Size kaptırmayız’ dediği kitle tabii ki Mersinlilerdir.
Çukurova Havalimanı’nın yapımında yaşananlar tabii ki çok tuhaf ve üzücüdür. Önce işletmeci olacak müteahhitlere verilen ihaleler, çeşitli nedenlerle maalesef tamamlanamadı. Daha sonra bu iş devlet işletmesine bırakıldı ama bu kez taşeron müteahhitler su koyverdiler.
Çukurova Havalimanı’nın gerçekleşmesi halinde, Akdeniz sahillerimizin batısında gelişecek olan turizm hareketi, Akdeniz’in doğusunda da canlanacaktır. Bunun için bir proje hazırlanmıştı.
Mersin’in doğu kesiminde yer alan bir alana (yani Tarsus ve Adana’ya yakın olan) 8 bin yatak kapasiteli tam 11 otel kurulması planlanmıştı. Bunun için bedava yer tahsis edilmiş ve otel inşası için firmalar belirlenmişti. Ama yine türlü nedenlerle bu proje de sallantıda kaldı. (Bu konuyu yazımın sonunda detaylı yazacağım)
Şimdiki durumu ile, yani kapasite ve pahalılığı nedeniyle, Almanya’dan birkaç sefer dışında, yurtdışından uçuş talebi alamayan Adana Havalimanı’na karşın, yeni açılacak olan, kapasite ve pahalı olmaması nedeniyle ilgi çekecek olan Çukurova Havalimanı, Türk turizmi için büyük bir kazanç olacaktır.
Önceleri otel kapasitesi düşük olan Mersin, şimdilerde yapılan ve yapılmakta olan oteller ile turizme açılmış olacaktır. Hele hele, devletin planladığı yeni 11 dev otelin gerçekleşmesi halinde, Antalya, Alanya, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Çeşme gibi yerlere bir alternatif teşkil edecek olan Mersin için, tabii ki yeni, modern ve cazibeli bir havalimanına ihtiyaç olacaktır.
Sırf Mersin il sınırları içinde olduğu için, Adana’da da turizmin gelişmesine yol açacak olan Çukurova Havalimanı projesi, bu nedenle çok önemlidir.
Bilinçsizce davranışlar ile, bu projeyi baltalamak isteyenler bu ilkel sevdadan vazgeçmeli.
Aslında, Adana ve Mersin milletvekilleri bu konuda ortak hareket etmeli ve hem Mersin’deki 11 otel projesi ve hem de Çukurova Havalimanı projesi için ortak bir baskı oluşturmalılar.
YILAN HİKÂYESİNE DÖNEN HAVALİMANI VE 11 OTEL ÇIKMAZI
Çukurova Havalimanı:
Yap-İşlet-Devret modeliyle yatırım maliyeti 357 milyon Euro olarak belirlenip ihalesi 15 Aralık 2011’de, yer teslimi 15 Mart 2013’te gerçekleştirilen ve temeli 28 Mayıs 2013 tarihinde atılan Çukurova Bölgesel Havalimanı, sürekli tartışmalara neden oldu. İlk ihale tarihinden bu yana 9 yıl geçmesine karşın bu tartışmalar bitmedi. Havaalanında başlayan çalışmalar bir türlü tamamlanmayınca, yine çeşitli ihaleler düzenlendi. Son olarak 4 Şubat 2020’de yapılacağı duyurulan havalimanı üst yapı ihalesi 16 Mart 2020 tarihine ertelendi. Sonrasında ise Cengiz-Limak-Kalyon İnşaat Ortak Girişim Grubu’nun kaybettiği Çukurova Havalimanı ihalesini, Günbeton İnşaat-Terminal Yapı Ortak Girişimi kazandı. Bu sürecin ardından Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan görevden alınırken yerine atanan Bakan Adil Karaismailoğlu, bu ihaleyi iptal ettiklerini duyurdu. 26 Ekim 2020 tarihinde yapılacağı açıklanan yeni ihale de 20 Kasım 2020 tarihine ertelendi. Son yapılan ihalede en yüksek teklifi 297 milyon 100 bin Euro artı KDV karşılığında Favori İşletmecilik A.Ş. / YAKO Tekstil Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş. ortak girişimi verdi.
Bakan Adil Karaismailoğlu, yıllardır sürüncemde olan Çukurova Havalimanı için umut verici bir açıklama yaptı.
Karaismailoğlu, Çukurova’ya yakışacak bir havalimanı için çalıştıklarını belirterek, “Çukurova bölgesine yakışır bir havalimanı yapmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Bütün çalışmalar hızlı bir şekilde devam ediyor. Şu an pist çalışmasının üzerindeyiz. İnşallah yıl sonuna kadar bütün altyapı çalışmalarımızı tamamlayacağız. Önümüzdeki yılın başlarında havalimanı yol bağlantılarını da bitirmiş olacağız” diyen Karaismailoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“İlk aşamada, birinci etapta 8 milyon yolcuya hizmet edecek havalimanı terminali projelerini tamamladık. Devamında da 12 milyon yolcuya hizmet edebilecek kapasitede bir havalimanı projelendirdik. İnşallah önümüzdeki günlerde ihalesini yapıp bu yıl içerisinde inşaatına başlayıp en geç 2 yıl içerisinde de inşaatını tamamlama hedefi içerisindeyiz.” Karaismailoğlu, projenin takipçisi olacaklarını ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı: “Hizmetin bir an önce sağlanması için Çukurova’nın özlemle beklediği, onlara, milletimize yakışır bir havalimanını önümüzdeki 2 yıl içerisinde faaliyete alacağız ve Çukurova Bölgesel Havalimanı bu bölgeye hizmet verecek.” Bakan Karaismailoğlu, bir gazetecinin “İlk uçak piste ne zaman iner?” şeklindeki sorusunu, “Bütün planlarımız 2 yıl içerisinde, 2 yıl bitmeden havalimanımıza uçağın inmesi. Çalışmalarımız ve hedefimiz o.” diye yanıtladı.
TARSUS’TA YAPILACAK OLAN 8 BİN KAPASİTELİ
11 OTEL PROJESİNİN AKİBETİ DE MECHUL
Şimdi böyle olan bu alan
Böyle olabilirdi
Mersin’i, batı Akdeniz’e alternatif turizm bölgesi yapmak amacıyla projelendirilen, 8 bin yatak kapasiteli 11 otelin akibeti de mechul.
Bakınız bu konuda başlangıçtaki haberler nasıldı:
Mersin’in Tarsus ilçesinde altyapı çalışmaları tamamlanan ve tahsis sahibi 6 firmanın tesis yatırımlarını bekleyen Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, Akdeniz’in doğusunda bir turizm cenneti olacak.
Berdan Nehri’nin bir kolunun denize döküldüğü bölümün de içinde bulunduğu, çeşitli kuş türlerine ev sahipliği yapan Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, temiz denizi, 12 kilometrelik kumsalı ve yeşil dokusu ile dikkat çekiyor. 8 bin yatak kapasiteli toplam 11 otelin yapılacağı bölge, hizmete girdikten sonra Mersin ile Adana’nın turizmden hak ettiği payı almasına önemli katkılar sunacak ve 10 bin kişi buradaki tesislerde istihdam edilecek. Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın da tamamlanması ile bu coğrafyaya gelen turistler, yalnızca 10 dakika içerisinde oteller bölgesine ulaşabilecek.
Bölgede inceleme yapan Mersin Sanayicileri Ve İş Adamaları Derneği (MESİAD) Başkanı Hasan Engin, inşaatların başlaması için tahsis sahibi firma yöneticilerine çağrıda bulundu. Yatırıma engel tüm durumların ortadan kaldırıldığını belirten Engin, “Devlet Su İşleri (DSİ), Berdan Nehri’nin denize ulaştığı yerde 5-6 kilometrelik taşkın koruma setlerini tamamlamış durumda. 14 kilometrelik otoban kalitesindeki yolumuz tamamlanmış durumda. Turizm teşvikleri uygun safhaya geldi. Orada da bir sorun yok. Sayın Cumhurbaşkanımız da buranın temelini atmıştı seçimlerden önce ve yatırımcı firmaların başlayacağını söylemişti. Birkaç kez de uyarmıştı, ’Başlayın’ diye. Şu anda yatırımcı firmaların bahanesi kalmadı” dedi.
Mersin ve Adana kamuoyunun bu yatırımı merak ve heyecanla beklediğini dile getiren Engin, “Yolumuz, altyapı, kanalizasyon, arıtma tesisleri, telekomünikasyon, içme suyu hepsi tamamlanmış durumda, yatırımcıları bekliyoruz. Eğer bu yatırımcılar ille de ’Uzatacağız’ derlerse ya diğer yatırımcılara ya da yabancı yatırımcılara tahsis yapılmasını istiyoruz. Çok fazla tahammül kalmadı. Çok uzun zamandır bu proje ile ilgileniliyor. Havaalanı da yapılıyor, bittiğinde bunların başlaması değil, paralel başlamasını istiyoruz. Aynı anda bittiğinde bölgemize ve ülkemize hayırlı olur diye düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
HAYAL KIRIKLIĞI
Yukarıda okuduğunuz eski bir haberden anlaşılacağı gibi, Doğu Akdeniz’i bir turizm cenneti yapacak olan proje de sürüncemde kalmış oldu. Bedava arazi aldıkları halde, devletten daha çok fedakârlık bekleyen tahsis sahibi yatırımcılar, bu projeyi de baltalamış oldular. Ne diyelim, Mersin’in, daha doğrusu Çukurova’nın makus (kötü) talihi mi?
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
* O’nunla 1980’de Uruguay’da konuşan ilk Türk gazetecisi bendim
* Bir futbol cambazıydı ama yararlı bir futbolcu değildi
* Uruguaylı hakem Edgardo Codesal’a göre, çok kötü bir insandı
İlhan KARAÇAY anlatıyor:
Beynindeki bir damarda pıhtı oluşması nedeniyle ameliyat yapılan ünlü futbolcu Diego Maradona, taburcu olduktan sonra geldiği evinde geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti.
Maradona için, ’Dünyanın en iyi futbolcularından biri’ diyenlere katılıyorum ama, ‘Dünyanın en iyi futbolcusu’ diyenlere katılmıyorum.
O’nu ilk seyreden ve O’nunla ilk konuşan bir Türk gazetecisi olarak ‘Tam bir futbol cambazıydı’ diyebilirim.
İyi bir insan olup olmadığı konusuna açıklık getirmek için de, Uruguaylı futbol hakemi Edgardo Codesal’ın şu sözlerini belirtmekle yetiniyorum: “65. dakikada Monzon’a kırmızı kart gösterdiğimde bana bağırıp FIFA’nın hırsız olduğunu söyledi. Onu da oyun dışına göndermeliydim. O şimdiye kadar tanıdığım en kötü insan. Eğer kuralları uygulasaydım onu maç başlamadan önce oyundan tüm stada hakaretten ihraç etmeliydim. Maradona,” diyerek, karşılaşma öncesinde ülkesinin milli marşını ıslıklayan Almanya taraftarlarına küfür etti ve orta parmağını gösterdi.’
Maradona Arjantin’de yapılan 1978 Dünya Futbol Şampiyonası’nda yoktu. O zaman Arjantin’in yıldızı Mario Kempes idi. Maradona, bir sonraki yıl ismini duyurmaya başladı ve Uruguay’da 1980 sonunda başlayan Mini Dünya Kupası’nda yıldızlaştı.
Mini Dünya Kupası, Dünya Kupası’nın 50’nci yılı anısına 30 Aralık 1980 – 10 Ocak 1981 tarihleri arasında Uruguay’ın başkenti Montevideo’da düzenlendi. O döneme kadar Dünya Kupası’nda şampiyonluk yaşayan altı takım; Arjantin, Batı Almanya, Brezilya, İngiltere, İtalya ve Uruguay davet edilse de, İngiltere’nin katılmaması sebebiyle turnuvaya Hollanda dahil oldu. Ev sahibi Uruguay finalde Brezilya’yı yenerek ve tüm maçlarını kazanarak şampiyon oldu. Uruguaylı Waldemar Barreto Victorino 3 golle ilk gol kralı oldu. Federal Almanya’nın puan alamadan ve İtalya’nın galibiyet alamadan turnuvayı kapatması sürpriz oldu.
Takımlar, üçer takımdan oluşan iki gruba ayrıldı ve tek maç üzerinden lig usulü turnuva sistemiyle grup maçları oynandı. Açılış maçı 30 Aralık 1980’de 65.000 kişinin izlediği Montevideo Centenrio Stadı’nda oynandı ve ev sahibi Uruguay, Hollanda’yı 2-0 yendi.
Gruplarını ilk sırada tamamlayan Uruguay ile Brezilya finalde karşı karşıya geldi. Rakibini Jorge Wálter Barrios Balestrasse ve Waldemar Barreto Victorino golleriyle 2-0 yenen ev sahibi Uruguay, tıpkı ilk Dünya Kupası’nda olduğu gibi, bu ilk turnuvanın da şampiyonu oldu.
Turnuvanın yıldızı tabii ki Maradona idi. Bu turnuvaya Türkiye’den katılan tek gazeteci bendim. Montevideo’dan geçtiğim haber ve fotoğraflarım, sekiz sütunluk imzam ile yayınlanıyordu.Yani, bu turnuvada Maradona nasıl yıldızlaştıysa, naçizane şahsım da Türkiye’de o derece ünlenmiştim.
Maradona ile görüşmek, her gazetecinin ilk arzularından biriydi. Turnuva başlamadan önce izlediğimiz bir antreman sırasında, tüm gazeteciler Maradona’yı takibe almışlardı. Ama ben, Maradona’nın gazetecilerden kaçacağını tahmin ediyordum. Yanımda duran Telegraaf gazetsinin fotoğrafçısına kendi makinemi vererek, ‘Bak ben giriş kapısını tutacağım. Maradona aranızdan kaçarsa ben O’nu kapıda yakalarım. Benim için deklanşöre bir kere bas yeter. Ondan sonraki iş sizin’ dedim.
Düşündüklerim aynen gerçekleşti. Herkesin arasından fırlayan Maradona çıkış kapısına ulaştığı zaman benim açık kollarım ile karşılaştı. Kendisine, ‘Dur bakalım, burada tüm gazeteciler seni bekliyor, nereye kaçıyorsun’ dediğim Maradona’yı durdurdum. Gazeteciler kendisi ile en az yarım saat konuşma fırsatı bulmuş oldular.
Maradona ile çakilmiş olduğum filmi Hürriyet’e göndermek için hemen havalimanına gittim ve filmin içinde bulunan zarfımı kargoya verdim.
Daha sonra karşılaştığım Telegraaf gazetesinin muhabiri Jan de Deugd bana, ‘Sen neden hep futbolcularla fotoğraf çektiriyorsun’ diye sordu. Ben de kendisine, ‘Bak, ben dünyanın bir ucunda gerçekleşen eden bir organizasyonu takip ediyorum. Benim ülkemdeki insanlar bunu televizyonlardan ve gazetelerden takip ediyorlar. Böylesi önemli bir organizasyonu benim de yakından izlediğimi göstermem lâzım’ dedim.
Bunun üzerien bana, ‘Sizin okuyucunuzun size güveni yok demek’ diyen Jan de Deugd, ertesi gün kendi gazetesinde yayınlanan röportajı ile bana karşı madara oldu. Zira, ertesi gün elimize geçen Telegraaf gazetesinde, Maradona ile tam sayfalık bir röportaj yayınlanmıştı. Çok iyi biliyorum ki, antreman çıkışındaki konuşmalardan başka, Maradona hiç kimse ile görüşmemişti. Ben de Hollandalı meslektaşıma, ‘Ne oldu Jan, sana çok güvenen okurlarını böyle mi aldatıyorsun’ demeden edemedim.
İzlediğim, Avrupa ve Dünya Şampiyonalarından ikisi…
Şimdi gelelim Maradona’nın, ‘Dünyanın en iyi futbolcusu’ olup olmadığına.
Her zaman yazmış ve söylemişimdir. Benim için dünyanın en iyi futbolcusu Johan Cruyff’tır.
Zamanınızı alacağım ama, Cruyff için yazdığım görüşümü burada yinelemek istiyorum.
Vakit bıldukça okuyunuz.
Ne Maradona, ne Pele, ne Messi ne Ronaldo DÜNYA’YA GELMİŞ EN BÜYÜK FUTBOLCU TARTIŞMASIZ JOHAN CRUYFF’TIR
Johan Cruyff ile ilk görüşmem 1978 yılında, son görüşmem de 1984’te oldu.
O’nunla ilk röportajımı yaptığım yıl 1968 idi. Hollanda’dan Amerika’ya gitmek üzereydim. Tam o sırada Tercüman gazetesinin Spor Müdürü merhum ağabeyimiz Necmi Tanyolaç’tan bir telgraf almıştım: İlhan, Fenerbahçe Ajax ile eşleşti STOP. En seri şekilde röportaj ve fotoğraflarını bekliyorum STOP. Özellikle Johan Cruyff ile mutlaka görüş ve fotoğrafla STOP.
İşte o anda Amerika yolculuğumu erteleme kararı almıştım. Johan o zaman 19 yaşındaydı. Kendisini o tarihten iki yıl önce Amsterdam’da Beşiktaş’a karşı izlemiştim. O zaman Hollanda’da tesadüfen bulunuyordum. Hollanda’ya gelip yerleşimim 1967’de oldu.
Johan Cruyff’ı yazmak ve tarif etmek çok zordu. O genç yaşında iken, ileride bir futbol efsanesi olacağına kesin gözüyle bakılıyordu.
13 Kasım 1968’de oynanan maçı Ajax 2-0 kazanmıştı. Ama bu maçın bir de rövanşı vardı. İşte onun için ertelediğim Amerika seyahatimi askıya aldım. Rövanş maçında da Ajax 0-2 galip gelmişti.
O zaman Johan Cruyff’a ‘Sarı Fare’ adını ben koymuştum. Sarı olduğu için değil, rakiplerini bir fındık faresi gibi yediği için.
Düztabandı Johan Cruyff. Bu nedenle askere alınmadı. Ama aynı ayaklarla fotbol sahalarında bale yapıyordu adeta. Bunu, düztaban ayaklarını gösteren bir fotoğraf ile haber yapmıştım.
Johan Cruyff’ın Ajax’ta oynadığı süre boyunca, O’nu her iki haftada bir Ajax Stadı’nda izliyordum. Zira o zaman kulübün Başkanı dostum Jaap van Praag beni ‘Onur Üyesi’ yapmış ve şeref tribününde yerimi ayırmıştı.
Ne var ki, Johan 1973 yılında Barcelona’ya transfer olduktan sonra maçlara gitmez oldum.
Zira benim seyretmek istediğim sadece Cruyff’tı.
Neden mi?
Çünkü O, dünyaya gelmiş geçmiş en iyi futbolcuydu. Futbolu ayaklarından önce aklıyla oynuyordu. Topa vuruşları, bilardo topuna dokunuş gibiydi. Yani topu istediği tarafa yönlendirebiliyordu.
14 Numara adlı dokümanter filmini izleyenler O’nun bu konudaki maharetlerini çok iyi bilirler.
Cruyff, bir başka dokümanter filminde bilardo masasındaki vuruşu, futbol sahasında top ile aynen yaptı ve topa bilardo topu gibi istikamet verdirmişti.
Cruyff, hangi takımda oynadıysa şampiyon yaptı. Şampiyon yapamadığı tek takım, Hollanda milli takımıydı.
Barcelona’dan Hollanda’ya dönüş yaptığı zaman Ajax ile anlaşamamıştı. Menajerliğini yapan mücevheratçı kayınpederi Cor Coster O’nu Feyenoord’a satmıştı.
Feyenoord çok kötü durumdaydı. Ama Cruyff aynı yıl Feyenoord’u da şampiyon yaptı.
Futbolu iyi takip edenler, Cruyff’ın yeteneğini de çok iyi biliyorlardı. Şahsen ben de futbol uzmanı olan arkadaşlarım ile hep tartışırdım. Kimi ‘Enbüyük Pele’ derdi, kimi de ‘En büyük Maradona’. Ama ben hep itiraz ettim. Cruyff başlı başına bir takımdı. Yılan gibi kaçan çalımları ve topa vuruşları ile göz zevkine hitap eden Cruyff, bir maestro gibi takımı da yönetiyordu.
Futbolda aktif olduğu yıllarda bile sigara içiyordu. Bir gün doktoru ona, ‘Sigarayı bırakmazsan öleceksin’ dedi. O ne yaptı biliyor musunuz? Sigarayı değil, futbolu bıraktı.
Şimdi, hiç kimse, ‘Hangi futbolcu daha iyiydi‘ tartışmasına girmesin. Lütfen, bilgisayarda tüm arama motorlarına bakın. Johan Cruyff’ın maçlarını izleyin. İnanın ki, öyle zevk alacaksınız ki, ne Messsi, ne Maradona ve ne de Pele, size futbolu O’nun kadar sevdiremez.
Toprağın bol olsun ve de Allah rahmet eylesin Johan !
Ajax bir futbol okulu Ajax, Türk takımları ile pek çok kez karşılaşmıştı. Beşiktaş, Fenerbahçe, Bursaspor ile karşılaşmış olan Ajax’ın, 1993’te Beşiktaş ile oynadığı maçtan önceki TV röportajımı izleyebilemk için alttaki linke tıklayınız lütfen.
Yazımı biraz daha uzatıyorum ama zevkle okuyacağınızı sanıyorum:
Ajax’ın geçmişi ve futbol dehaları
Ajax’ın geçmişini anlatırken Kovacs’tan da söz etmek gerekir. Rinus Michels’in 1971 yılında kazandırdığı Avrupa Şampiyonluğundan sonra, Michels’in yerine gelen Stevan Kovacs, devam ettirdiği Total Futbol sayesinde 1972 ve 73 yıllarında da Avrupa şampiyonluğunu Ajax’a kazandırdı. Kovacs daha sonra transfer olduğu Fransa milli takında da Total Futbol’u uygulayan Kovacs, Fransa futbolunun bugünkü gücüne kavuşmasında büyük rol oynamıştı.
Futbol, şimdilerde spor olmaktan çıkmış, profesyonel bir para kazanma makinesi haline gelmiştir.
Bosman kararından sonra, büyük sermaye sahipleri ünlü futbol kulüplerini ele geçirmeye başladılar. Özellikle İngiltere, İspanya, Almanya ve İtalya gibi büyük futbol ülkelerindeki kulüplere ilgi duyan büyük sermaye, beklenen başarıyı elde etti. İşte bu nedenle de bugün 4 İngiliz takımı Avrupa kupalarının finalinde yer aldılar.
Şimdi yeni nesil okurlarımız diyecekler ki: ´Sen ne anlarsın futboldan?´
Evet bu çok yerinde bir soru.
Eski nesil bilir ama, yeni nesil bilmez.
Benim futbol dünyasındaki yaşamım 1967´de başladı.
Benim gibi yurtdışında gazetecilik yapanlar, gazetecilikte muhabirliğin ve yorumculuğun her dalına konmuşlardır.Yurt içindekiler gazeteciliği, ya spor, ya ekonomi, ya politika veya magazinci olarak yaparlar.
Kaldı ki biz yurtdışındaki gazeteciler, haberciliğin her türlüsüne dalış yapmışızdır.
Yani, yurtdışındaki muhabirlerin bilgi ve deneyim dağarcığı, bu nedenle yurt içindekilerden daha zengindir.
Önce, özellikle yeni nesil okurlarım için futboldaki otoritemi kısaca anlatayım. Gençlik çağımda, Mersin´de sadece Ulus Gazetesi´ne politika yazarken, 1967 yılında geldiğim Hollanda´da Tercüman gazetesine muhabir oldum. İşte, futbol muhabirliği ve daha sonra futbol yazarlığı yaşamım böyle başladı.
Fenerbahçe tam 10 Kasım günü Schiphol´a inmişti. Futbol heyecanı 10 Kasım´ı unutturmuş ve havaalanında saz çalınmış, dansöz oynatılmıştı. Aynı gece Amsterdam´daki İstanbul Restaurant´ta Ajax ve Fenerbahçe ekibi eğlenmişti.
Ben, talimat üzerine özellikle Johan Cruyff, Piet Keizer ve Jack Swart ile ilgileniyor ve röportajlar yapıyordum. Pek de sarışın olmayan Johan Cruyff´a ´Sarı fare´ lakabını takmıştım. Sarı olduğu için değil, bir fındık faresi gibi rakiplertini yiyip bitirdiği için. 1970’li yıllarda, çok yakından takip ettiğim Ajax’ı o zamanki başkanı Jaap van Praag, beni onur üyesi olarak kaydetmiş ve bir de loca vermişti. Çoğu zaman, Cruyff’ın 14 numaralı formasını giyer ve antremanlara katılırdım. İşte böyle antremanların birinde Piet Keizer ile görüntülerim.
Spor muhabirliğim, daha sonra transfer olduğum Hürriyet gazetesinde devam etti. ´Árap Samim´ lakaplı, şimdi rahmetli olan Samim Var ağabeyimiz, dünya futbolunun duayen yazarlarındandı. Samim ağabey ile pek çok spor etkinliğinde beraber çalıştım. Samim ağabey gerçekten dünyada bir simgeydi. Hiç unutmam. Bir Real Madrid-Ajax maçı için birlikte Madrid´e uçmuştuk. Bizi havaalanında kim karşıladı biliyor musunuz?
Söyleyeyeim: İspanya Futbol Fererasyonu Başkanı.
Başkan bizi aynı gece bir balık lokantasına götürdü. Masamıza denizden ne çıktıysa getirdiler. Tabağıma konan sülükleri yemek istemeyince, Samim ağabeyimin ´Ye ulan, yemezsen çok ayıp olur” deyişini ve benim de o sülükleri yiyişimi hiç unutamam.
Samim Var gibi bir ustanın yanında pek çok şampiyonaları izledim ve deneyim kazandım. Daha sonra 1974 Almanya, 1978 Arjantin, 1982 İspanya, 1990 İtalya ve 1994 ABD´deki Dünya Futbol Şampiyonaları, 1976 Yugoslavya, 1980 İtalya, 1984 Fransa, 1992 İsveç ve 2000 Hollanda-Belçika Avrupa Şampiyonalarını izledim ve yazdım. Ayrıca 1980´de Uruguay´da Yapılan Mini Dünya Şampiyonasını da Hürriyet adına izleyen tek Türk gazetecisiydim. Öyleki, Hürriyet´teki imzalarım 9 sütun büyüklüğünde yayınlanırdı.
Böylece 6 Dünya, 7 de Avrupa Şampiyonası izlemiş bir gazeteci oldum.
Spor yazarlığım Fotospor ve Fanatik gazetelerinde sürdü.
İşte benim futbol geçmişim böyle.
Bugün gazetelerde ve televizyonlarda okuduğunuz ve izlediğiniz spor yazarları ve spikerlerinin yüzde 80´ni benim yakın dostlarımdır.
Eskiden gazetecilikten kazandıkları paralarla karınlarını doyuramayan arkadaşlarımız, televizyon kanallarının çoğalması ile birlikte çok para kazanır duruma geldiler. Bunlardan bazıları biraz şımardılar. Yorum yaparken ahlak ve insaf sınırlarını aştılar. Bir antrenör veya futbolcuyu tenkit ederken, kişiliklerine saldırdılar ve onların ekmek kapılarını kapatmaya çalıştılar.
Futbolcu veya antrenör için eleştiri yapmak başka şey, “Kovun bu adamı, ne işi var bu kulüpte” demek başka bir şeydir. Ama ne yazık ki, bazı yorumcu arkadaşlarımız egolarını tatmin etmek için başkalarının ekmek parasıyla oynayacak düzeyde yorumculuk yapıyorlar.
Bir şey daha var. Yıldız futbolcular iyi oynamadan da takıma yarar sağlarlar.
Chevcenko, İbrahimovic, Ronaldo, Ronaldinho ve Inzaghi gibi futbolcular her maçta iyi mi oynuyorlar ? Ama bu futbolcular, futbolu çok iyi bilen teknik adamlar tarafından 90 dakika sahada tutuluyorlar.
Şota ve Erchil Arveladze kardeşler ile çekilmiş olduğum bir fotoğraf 22 yıl sonra TV ekranlarına yansıdı
Üstteki fotoğrafı, oğlum Ruşen, RTL televizyonundaki bir yayından çekmiş.
Görüntü bir kahvehaneden. Haber Korona virüs hakkında. Kahvehane sahibi bir Ajax sevdalısı.
Görüntüde, arkadaki fotoğraflar da dikkat çekiyor.
En üstte sağdaki fotoğraf, benim Futbolcu Arveladze kardeşlerle birlikte çekildiğim bir fotoğraf.
Şota Arveladze Ajax’ta, Archil Arveladze de NAC BREDA’da oynuyordular.
Yani iki kardeş ilk defa karşı karşıya geleceklerdi.
Medyanın ilgisini çekecek en iyi görüntü, iki kardeşin birlikteki fotoğraflarıydı.
Şota’ya, maç bitiminde bu fotoğrafı çektirmek istediğimi söylemiştim.
Maç sonunda iki kardeşi bir köşeye çektim. Ama tüm fotoğrafçılar başımıza üşüşmüştü.
Benim hazırladığım bu sahnenin rakiplerce kopyalanmasını istemediğim için, iki kardeşin arasına girdim ve onları kucakladım.
Benim fotoğraflarım çekilirken, rakipler bağırıyordu:Çekil artık.
Ama yok öyle şey, bu ekmeği başkasına yedirmezdim. Kardeşlere, ‘ hadi fırlayın’ dediğim an fırladılar ve soyunma odasına gittiler.Haliyle, fotoğrafçılar Arveladze kardeşlerin fotoğrafını çekemediler.
İŞTE O FOTOĞRAF’IN BİR BAŞKA VERSİYONU
Ertesi gün medyanın çoğunda benimle birlikte çekilen fotoğraf yayınlandı.
Ama rakip bir Türk gazetesi yaptı yapacağını. Kendi muhabirleri meslektaşım da aynı fotoğrafı göndermeye utandı tabii. Ajanların gönderdiği Fotoğraftan benim görüntümü çıkarıp, arka tribünü de fotomontaj ile düzelttiler ve bensiz yayınladılar.
Yaaa işte böyle. O fotoğraf şimdilerde bir TV yayınında yeniden göründü.
Ne tesadüf değil mi?
Bravo oğlum Ruşen’e
İyi yakalamış.
Mutlu bir pazar dileği ile esen kalınız…
Hollandalı Melanie, Türkiye ve Türkçe sevdası için iki ay pedal çevirdi…Bir önceki Türkiye ziyaretinde, Türk insanına ve Türk diline hayran kalan Hollandalı, Türk dili için Orta Asya’ya kadar gidecek.
Hollandalı bir çift, 8 ay yolculuktan sonra, korona nedeniyle Türkiye’de 6 ay daha kalacakHollandalı çift, Mersin ve çevresini ‘Muhteşem güzellikler ve dünya iyisi insanlar’ olarak tanımlıyor.
İlhan KARAÇAY derledi:
Bisikletleri ile dünya turuna çıkan pek çok insanın maceralı hikâyelerini okumuşsunuzdur.
Bu hikâyeler arasında harika olanları da vardır.
Benim anlatacağım iki hikâyenin ise bir başka özelliği vardır.
Hikâyelerin birincisinde, Türkiye ve Türkçe’ye hayran kalmış olan bir Hollandalı bayanın öyküsünü, ikincisinde ise, Nepal’a giderken Türkiye’de mahsur kalan bir Hollandalı çiftin öyküsünü okuyacaksınız.
Ajansların da servis ettiği ilk haber şöyle:
Hollanda’dan bisikletiyle Orta Asya’ya doğru yola çıkan Türkçe aşığı Hollandalı Türkolog Melanie Deegen, Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesindeki bisiklet akademisine geldi. Deegen, hedefinin Türkçe’nin doğduğu topraklar olan Orta Asya bozkırlarına bisikletiyle gitmek olduğunu söyleyerek, “Korona virüsü yendim. Şimdi sıra dünyayı bisikletimle yenmekte” dedi.
Hollanda’da özel eğitim öğretmeni olan 62 yaşındaki bayan Türkolog Melanie Deegen, gençliğinden beri içinde olan dünyayı bisikletiyle gezme hayalini gerçekleştirmek için harekete geçti. Mart ayında korona virüse yakalanan ancak hastalığı yenmeyi başaran ve 1 Eylül’de bisikletiyle yola koyulan Türkolog Degeen, 62’nci günde Lüleburgaz’a ulaştı. Yaşına rağmen gençlere taş çıkartan Deegen, hedefinin ise hayranı olduğu Türkçe’nin izinde Orta Asya’ya kadar bisikletiyle gitmek olduğunu söyledi.
Türkiye ve Türkçe’ye hayran
Daha önceden Türkiye’ye geldiğini hatırlatan Deegen, bu sırada Türkçe’ye ilgi duyduğunu söyledi. Ülkesine döner dönmez Türkçe kursuna yazıldığını söyleyen Deegen, kursun ardından üniversiteye yazılarak Türkoloji okumaya başladığını belirtti. Her fırsatta Türkiye ve Türkçe’ye hayran olduğunu dile getiren Deegen, “Türkçe ve Türk tarihini çok iyi biliyorum. Ama ne yazık ki Hollanda’da konuşmaya konuşmaya Türkçe’yi unutuyorum. Türkiye çok güzel bir ülke. İnsanları çok cana yakın. Misafirperver. Türkçe’yi çok seviyorum. Türkçe şiir gibi bir dil. Onun için Türkçe’yi öğrendim” ifadelerini kullandı.
Hedefi Orta Asya
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yola koyulan Deegen, hedefinin ise Türkçe’nin ve Türk’ün doğduğu Orta Asya bozkırları olduğunu söyledi. Deegen, “Dünya turu yapıyorum. Hollanda’dan Orta Asya’ya kadar gideceğim. Zaman olursa daha da ileriye gideceğim. Kırgızistan’a, Kazakistan’a bisikletle gitmek istiyorum” diye konuştu.
İzlenimlerini de akıcı Türkçesiyle aktaran Deegen, “Lüleburgaz’da çok güzel yerler gördüm. Lüleburgaz Yıldızları Kadın Akademisi gibi büyük bir bina gördüm. İnsanlar burada çok modern. Orada çalışan kadınları görünce çok mutlu oldum. Bunun yanında Lüleburgaz Yıldızları Motosiklet ve Bisiklet Akademisi’ne (LYMBA) gibi bir yeri ilk defa burada gördüm. Hollanda’da böyle bir şey yok. Bizde spor akademileri var ama böylesine bir akademi yok. Sadece bisiklet tutkunları için bir akademi yok” şeklinde konuştu.
İnternetten buldu
Bisikletçilerin kullandığı internet uygulaması üzerinden LYMBA’yı bulduğunu söyleyen Deegen, akademiyi bulmasında Lüleburgaz Bisiklet Derneği’nden İnanç Zorlutuna’nın emeğinin büyük olduğunu belirtti. Deegen, “İnanç’la birlikte Lüleburgaz turu yaptık. Lüleburgaz çok modern bir şehir” ifadelerini kullandı.
“Hala enerjim var”
Yaşının 62 olmasına rağmen kendini 22 yaşında gibi hissettiğini söyleyen Deegen, “Bisikletle dünyayı gezme planını korona virüsten önce yaptım. Bu şimdi yola çıkmak için tam zamanı. Hem hala enerjim var, hem de gücüm yerinde. O zaman bisiklet artı uçakla Kırgızistan’a gitmek istiyordum. O zaman korona virüs hastalığına yakalandım. Antrenman yapamamıştım. Biraz zayıflamıştım. Ama planımı değiştirmedim. Belki havaalanı kapalı olabilir diye bisikletle yola çıktım. Korona virüsü yendim, şimdi de bisikletle dünyayı yeneceğim” dedi.
İKİNCİ HİKÂYE
Hollandalı bir çift, 8 ay yolculuktan sonra, korona nedeniyle Türkiye’de 6 ay daha kalacak
Özellikle Mersin ve çevresini ‘Muhteşem güzellikler ve dünya iyisi insanlar’ olarak tanımlıyorlar.
2 Mart 2020 tarihinde Hollanda’nın Barneveld kentinden bisikletleri ile Nepal yoluna düşmeden önce, aile bireyleri ve dostları tarafından alkışlarla uğurlandılar.
Aylar sonra kasım ayına geldikleri zaman, bisikletlerinin göstergesindeki kilometre sayısı 15.000 olmuştu. Çok neşeli günler geçirdikleri gibi, kendilerini ağlatacak olaylar da yaşadılar.
15 bin km’den sonraki planları Nepal idi ama, onlar Adana’ya gelmeden önce doğu istikametinden vazgeçip batıya doğru yöneldiler. Araştırmalarına göre Mersin’de ihtiyaçlarını giderecek nitelikte alışveriş merkezleri vardı. Mersin’e doğru pedal çevirmeye başladılar.
Bundan sonrası çiftin ağzından okuyalım: ‘Mersin’e geldiğimiz zaman ilk işimiz, üzerimizde eskiyen t-shirtleri atıp yenilerini giymek oldu. Dağ yollarından kurtulmuş, ova düzlüğünde pedal sallamanın zevkini çıkarıyorduk. Deniz kıyısına geldiğimiz zaman dünyamız değişti. Çadırımızı istediğimiz yere kurabiliyorduk. Güneşin doğuşu ile günbatımını resimlemeye doyamıyorduk. İnsanlar da çok cana yakındı. Çadırımıza evlerinden tencereler ile yemek taşıyordu Akdenizli Türkler. Alanya’ya doğru yol alırken muz bahçeleri bizi adeta büyüledi. Evlerin diplerine kadar yakın yerlerde seral kurulmuştu. Muz salkımları naylon torbalar içinde korunuyordu. Bunlar bizim gönlümüze su serpen günlerimizdi.’
Hollandalı çift, artık Hollanda’ya dönüş planları yapmaya başlamıştı. Ama dönüş yolu engellerle doluydu. Kışı geçirmek istedikleri Yunanistan’a giriş yasaktı. Türkiye’de kalış süreleri de kısıtlıydı. Vizelerini uzatmak için Göç Dairesi’ne gitmeleri gerekiyordu.
Bakınız bu konudaki sorunu nasıl anlatıyor Hollandalı çift: ‘Alanya ve Antalya’daki Göç Dairelerinden randevu almak imkânsızdı. Korona nedeniyle sıkı önlemler alınmıştı. Bize sıra gelmesi için çok beklememiz gerekiyordu. Araştırdık ve Kemer’de hemen başvurabileceğimizi öğrendik. Kemer 180 km ötedeydi. Gitmekten başka çaremiz yoktu. Gittik ve vizemizi uzattık’
Hollandalı çift, kışı Yunanistan yerine Türkiye’de geçirme kararı almıştı. Kemer’de çok ucuz bir otel bulmuşlardı. Bu otelde 6 ay kalmayı planladılar. Şimdi tek sorunları, vizelerini 6 ay daha uzatabilmek.
Hollandalı çift, Türkiye maceraları için şunu söylüyorlar: ‘Burada çok şey öğrendik. Asıl insanlığı burada tanıdık. Şimdi bisikletimiz ile geldik ama, bundan sonraki gelişimiz lüks karavan ile olacak. Türk insanına teşekkür borçluyuz.’
Bu yaşananlardan sonra bir dondurmacıya uğrayıp iki külah dondurma ile yüreklerini soğutan Hollandalı çift, ‘Bizim ikinci vatanımız artık Türkiye’dir’ dediler.