Bir zamanlar otellerde müdürlük yapan, daha sonra da otel patronu olan Hasan Basri Yılmaz, şimdilerde Mersin’de amelelik yapıyor.
Oğlu, Ankara’da polis müfettişi, kızı ise Mersin’de bir hastanede sağlık görevlisi olan Yılmaz, düştüğü durumdan hiç rahatsız değil.
‘Düşmek de ne demek, görev ve hizmetlerin düşüğü, yükseği olmaz’ diyen dirayetli insan Yılmaz, ‘İnsanların hepsi müdür olsaydı yaşam imkânsız olurdu’ görüşünü savunuyor.
İlhan KARAÇAY yazdı
Aslında bu haber biraz eskiye dayanıyor. ‘Biraz eski’ dediğim, birkaç ay öncesine.
Mersin’e yapmış olduğum üç haftalık bir ziyaret sırasında, evimin bulunduğu sitede bir havuz tadilatı yapılıyordu. Bu tadilat işi için bir usta ve birkaç amele çalışıyordu.
Biz tatil zevkini çıkarırken bu ameleler terler dökerek çalışıyorlardı. Arada bir verilen çay molalarında konuşma fırsatı bulduğumuz bu amelelerden biri bana, ‘Sizi medyadan tanıyorum.
Ne güzel, emekliliğin tadını çıkarıyorsunuz.’ dedi. Ben de, ‘Bir gün gelir sen de emekliliğin tadını çıkarırsın canım’ dedim.
Elindeki küreği yere bırakarak yanıma çöken bu amele şöyle devam etti: ‘Ben bir zamanlar Marmaris’te otellerde müdürlük yapıyordum. Daha sonra bir arkadaş ile 200 yataklı bir otel kiraladık. Yani ben bir otel patronuydum. Belçika’da bir kardeşim var. Onu ziyarete gittiğim zamanlar Hollanda’ya da gelirdim. Kardeşim üniversiteye gidiyordu. Gerek işlerin ters gitmesi ve gerekse başka zorluklar nedeniyle kiralamış olduğumuz otelimizi terk etmek zorunda kaldık.
Korona krizi çıkınca, bırakın müdürlük işini, garsonluk işi bile bulamadım. İkinci evliliğimden de çocuklarım var. Eve ekmek götürmek mecburiyeti olduğu için günlük yevmiyeli amelelik işleri aradım. Memleketim olan Mersin’de buldum bu işi.
Oğlum, Ankara’da polis müfettişliği yapıyor. Kızım da burada bir hastanede sağlık görevlisi olarak çalışıyor. Çok şükür, ikinci eşim ve çocuklarım ile yaşıyorum.’
Hayret ve üzüntü ile dinlediğim bu açıklamadan sonra, adı Hasan olan bu dirayetli insana şöyle dedim: ‘Çok ilginç bir yaşamın var. Düştüğün bu durumu, kimliğini açıklamadan ve fotoğraflarını gölgeleyerek yayınlayabilir miyim?’
Aldığım cevap şöyle oldu: ‘Benim yaşam öykümü ibret olması için yayınlayabilirsin. Hem de alenen. Adım Hasan Basri Yılmaz. Fotoğraflarımı gölgelemeye de gerek yok. Siz bana ‘Düştüğün bu durumu yazabilir miyim’ diye sordunuz. Ben bir yere düşmedim ki. İnsanlar yaptıkları iş nedeniyle değerlendirilemez ki. Müdürlük veya patronluk yaparken yüksek, amelelik yaparken alçak mı olunuyor?’
Hasan’ın söyledikleri çok doğruydu. Yaşam felsefesi zengin olan Hasan’a ‘Şahanesin Hasan, konuşmaya devam et lütfen’ dedim.
O da devam etti: ‘Dünya’da 8 milyar insan yaşıyor. Bu insanların hepsi müdür veya patron olasaydı, yaşam devam etmezdi. Müdüre ihtiyaç olduğu gibi, ameleye de ihtiyaç var. Marangoza, tasisatçıya, elektrikçiye, tarım işçisine, velhasıl bin bir türlü iş yapana ihtiyaç vardır. Bu işleri yapanlar arasında yüksekte ve alçakta olmak diye bir şey söz konusu olamaz. Bu nedenle, benim kimliğimi alenen yayınlayabilirsiniz.’
İşte, bunlar tüm insanlığa ders niteliği taşıyan Hasan Basri Yılmaz’ın söyledikleri.
Hasan Basri’nin amelelik yaparken fotoğraflarını çektim. Müdürlük veya patronluk yaparken çekilmiş fotoğrafı varsa göndermesini rica ettim. Bizim sitedeki iş bittikten sonra Hasan’dan bir daha haber alamadım. O nedenle haberi geciktirmiş oldum.
Hasan’ın anlattıklarından hiç şüphe duymadığım için, göndermediği müdürlük veya patronluk fotoğrafı yerine üstteki hayali fotoğrafı kullandım.
Atatürk olmasaydı, benim adım belki de François (Fransuva) olacaktı
Fransa’nın kirli sömürgeci geçmişini aramak için Türkiye’de yaptıklarına bakmamız yeterli.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Bu günlerde herkes kafayı Fransa’ya taktı. Cumhurbaşkanımız, Fransa’yı geçmişi ile gündeme getirerek, kirli sömürgeciliğini anlattı. Bunun üzerine de pek çok siyasetçi ve yazar ‘Fransa’ ile ilgili konuştu ve yazdı.
En son yazanlardan biri de Yılmaz Özdil oldu.
Altta bu yazısını görebileceğiniz Özdil, Fransa’nın kirli geçmişini anlatmak için, dünyayı örnek göstermemize gerek olmadığını, Fransa’nın Türkiye’de yaptıklarını anlatmanın yeterli olacağını güzel bir dille anlatmış.
Naçizane şahsım, 2012 yılında yayınladığım ‘Türkiye-Hollanda ilişkileri’ konulu kitabımın Giriş bölümünde, benim doğup büyüdüğüm Çukurova ve etrafını işgal etmiş olan Fransa’ya atfen birkaç kelime yazmıştım.
İsterseniz kitabımın Giriş bölümündeki o paragrafın Türkçe ve Hollandacasına bir göz atalım:
‘Hollanda okul kitaplarında yer almayan, ancak arşivlerde bulunabilen verilere göre, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Sultanlar ve Padişahlar, o zaman bir Cumhuriyet olan Hollanda’ya büyük destek sağlamışlardır. Öyle ki, 80 yıl süren savaş sırasında İspanyollar’a karşı Hollanda’yı destekleyen Osmanlılar, Hollanda’nın bağımsızlında büyük rol oynamıştır.
(Hollanda devletini ilk tanıyan ülke de Osmanlı olmuştur)
Bu konuları yakından bilen pek çok Hollandalı dostumuz bize, ‘İyi ki Osmanlılar vardı. Yoksa bugün burada İspanyolca konuşuyor olacaktık. Siz de Türkiye’den kalkıp bize gelmeyecektiniz’ diye esprili konuşuyorlar.
Evet, Osmanlılar olmasaydı belki de bugün Hollanda olmayacaktı ve biz de bu ülkeye gelmeyecektik. Ben de bugünki eşime, çocuklarıma ve torunlarıma sahip olamayacaktım.
Bu nedenle Osmanlı’ya çok şey borçluyuz.
Ama daha sonra hastalanan Osmanlı’nın başına leş kargası gibi çöken düşmanları, halk ile el ele vererek ülkemizden kovan Atatürk de olmasaydı, belki benim adım da İlhan değil François (Fransuva) olacaktı. Zira benim doğduğum yöreyi Fransızlar işgal etmişti.’
Üstteki satırlarda, Fransa’nın Çukurova ve etrafında ne gibi barbarlıklar yaptığını yazmamıştım. Ama Yılmaz Özdil yazmış bunları.
Özdil’in yazısına girmeden önce, kitabımın Giriş bölümünde yer alan üstteki görüşümün Hollandacasını da eklemek istiyorum. (Hollandalı dostlarınıza sunmanız için tabii…)
De Sultans en de Keizers van het Osmaanse Rijk hebben, volgens gegevens die niet in de schoolboeken staan maar die wel in de archieven t evinden zijn, de toenmalige republiek der Nederlanden grote steun gegeven. De osmanen hebben zelfs een grote rol gespeeld in de onafhankelijkheid van Nederland, door middel van hun steun tijdens de tachtig-jarige oorlog tegen Spanje.
Nederlandse vrienden, die veel van dit onderwerp weten, maken hierover grapjes tegen ons als:’Gelukkig waren de Osmanen er. Anders zoouden wij nu Spaans spreken en waren jullie nooit vanuit Turkije hier naar toe gekomen.’
Ja, als de Osmanen er niet gewesst waren, zou Nederland nu misschien niet bestaan en zouden wij wellicht niet naar dit land gekomen zijn. Ik zou dan nooit mijn huidige echtgenote zijn tegengekomen en ik zoou niet de kinderen en kleinkinderen hebben die ik nu heb. Alleen om deze redenen zijn wij veel dank verschuldigd aan de Osmanen.
Maar als Atatürk er niet geweest was om de vijanden die als gieren op het later ziek geworden Osmaanse Rijk afkwamen samen met de bevolking te verjagen, dan was mijn naam misschien niet İlhan maar François geweest. Mijn geboorte stad was namelijk toendertijd omsingeld door de Fransen.’
İşte böyle sevgili ve değerli okurlarım. Benim 8 yıl önce ayrıntılı girmediğim Fransa konusunu şimdilerde herkes dillendiriyor.
Tabii ki dillendirenler arsında siyasi eleştiriler de var.
Ben kendimi bu siyasi eleştirilerden soyutluyorum.
Bakınız, Yılmaz Özdil bu konuyu nasıl dillendirmiş:
Fransa’ya pek öfkelendik.
Asrın liderimiz açtı ağzını yumdu gözünü.
“Siz değil misiniz Ruanda’da insanları katleden” diye bağırdı.
“Siz değil misiniz Cezayir’de insanları katleden” diye hesap sordu.
“Siz değil misiniz sömürge için Afrika’yı işgal eden” diye hatırlattı.
“Siz katilsiniz, katil” dedi.
★
Elbette hepsi insan evladıdır, kimse kimseyi öldürmesin ama, Ruanda’dan bize ne birader?
Fransa’nın sömürge için işgal ettiği ülkelere örnek vereceksek, tee Afrika’ya gitmeye gerek var mı?
★
Antep niye Gazi?
Maraş niye Kahraman?
Urfa niye Şanlı?
★
Kimin işgaline karşı verdik bu sıfatları bu şehirlerimize?
Kim silah zoruyla oturdu topraklarımıza?
★
Türk insanına katliamın feriştahını kim yaptı?
★
■ Antep’te “14 Şehit Anıtı” var, Kuvayı Milliye müfrezesine ekmek su taşırken yakalanıp, birbirlerine bağlanarak yaylım ateşle kurşuna dizilen, cansız bedenleri süngülenen, henüz 12 yaşındaki 14 çocuğumuz anısına dikildi… Kim katletti onları?
■ “Şayet düşman geçerse, anca naaşımın üzerinden geçer” diyen Şahin Bey, hangi düşmana karşı vücudunu siper etti?
■ Ahali namazdayken, camilerimizi top atışına tutanlar kimdi?
■ Kadınlarımız tohumluk olarak depolanan zerdali çekirdeklerini kırıyor, eziyor, kepekle karıştırıp ekmek yapıyordu, atlar, eşekler tükenmişti, kedileri bile yemek zorunda kaldık… Antep’i böylesine öldüresiye kuşatma altında tutan kimdi?
■ Maraş Kalesi’ndeki Türk Bayrağı’nı yırtarak kim indirdi?
■ Maraş’ta köylerimizi kim yaktı?
■ Tekke kilisesi’ni cephanelik olarak kullanıyorlardı, adeta kale gibi koruyorlardı, burasını imha edebilmek için kendisini feda edecek, tereddüt etmeden ölümün üstüne yürüyecek bir gönüllüye ihtiyaç vardı, Yusuf çavuş “ben giderim” dedi, kapı gibi pehlivandı, beline dinamit lokumlarını sardı, havanın kararmasını bekledi, zifiri karanlıkta binanın arkasına yaklaştı, ön kapıda nöbet tutanlara görünmeden tırmanmayı başardı, çatıya çıktı, kiremitleri kaldırdı, kasaturasıyla oya oya delik açtı, kelime-i şahadet getirdi, kibriti çaktı, fitilleri ateşledi, dinamit lokumlarını peşpeşe kilisenin içine bıraktı, kulakları sağır eden bir gürültü koptu, cephanelik kilise yokoldu, Yusuf çavuş şehit oldu… Kime karşı şehit oldu?
■ Kuvayı Milliye saflarında Urfa’nın kurtuluş mücadelesine katılan Iraklı Arap aşiret lideri Uceymi Sadun paşa, hangi ülkenin ordusuyla çarpıştı?
■ Adana’da kelimenin tam manasıyla Türk soykırımı yapan, savunmasız sivilleri katleden, ağaçlara asan, kuyulara atan, kadınlarımıza öldürünceye kadar tecavüz eden, kadınlarımızın bileziklerini küpelerini soymak için, ellerini kulaklarını kesen, Kozan’da mesela, defterdar Hamdi efendiyi, mektupçu Ali Rıza efendiyi, emekli yüzbaşı Mehmet beyi, diri diri fırında yakan, kimdi?
■ Kıbrıs’taki askeri kampta İngilizler tarafından eğitilen 120 bin Ermeni’ye üniforma giydirip, üstümüze salan kimdi?
■ Bugün Cezayir’in, Afrika’nın haklarını filan savunuyoruz ama… O günlerde Cezayir askerleri, Senegal askerleri, bizim topraklarımızda hangi ülkenin üniformasıyla Türk öldürüyordu?
■ Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat efendi’nin başkanlığında, yurtsever din adamlarımız tarafından kaleme alınan Anadolu fetvası’nda “Adana, Antep, Maraş ve Urfa’ya tecavüz ediliyor” denmiyor muydu? Topraklarımıza tecavüz eden kimdi?
Türk asıllı Hollandalı Ela Çolak yazdı,
İtalyan Eleni Debo çizdi
TÜRK ve HOLLANDA BAYRAĞINI SİMGELEYEN AFİŞ BİRİNCİLİK KAZANDI
İlhan KARAÇAY’ın haberi
79 Ülkeden 4.300 kişinin katıldığı World Illustration Award (Dünya Resimleme Ödülü) yarışmasında, birinciliği Türk-Hollanda bayrağı simgesi kazandı.
Hollanda’nın ‘de Volkskrant’ gazetesinde, Türk kızı Ela Çolak’ın yazdığı yorumdan esinlenen İtalyan kız Eleni Debo, Türk ve Hollanda bayraklarındaki renklerden oluşan bir afiş ile katıldığı yarışmada, 4300 yarışmacı arasında dünya birincisi oldu.
Ela Çolak Türk-Hollanda esintisi Eleni Debo
Sosyal Demokrat eğilimli ‘de Volkskrant’ gazetesinde, ‘Türkler geleneklerini tartışmalı’ başlıklı bir yorum yazan, 33 yaşındaki Türk kızı Ela Çolak’ın bu yazısını bulan ve bu yazıdan ilham alan 27 yaşındaki İtalyan kız Eleni Debo, Türk ve Hollandalılar’ın kimliklerini resmetmeye çalıştı.
Korona krizi nedeniyle, ödülünü dijital yöntem ile alan ve hâlâ İtalya’da yaşayan Debo, ‘Bu ödül benim iyi yolda olduğumu gösteriyor.’ dedi.
Geçen yıl birincilik kazan seksüel ilişkiler afişi
Aslında geçen yıl da ödül kazanmış olan Eleni Debo, Belçika’nın DE Morgen adlı gazetesinde yayınlanan seksüel ilişkiler konusunda çizdiği afiş ile birincilik kazanmıştı.
Ela Çolak
Birinciliği kazanan İtalyan Elena Debo’ya ilham veren Türk kızı Ela Çolak kendisini şöyle tanıtıyor: ‘Ben Türkiye kökenli 33 yaşında bir yazarım. Utrecht Üniversitesi’ndeki İngiliz dili ve kültürü eğitiminden sonra, Amsterdam Üniversitesi’nde Amerinaistik eğitimi aldım. Amerikanistik eğitimini alırken, RTL Televizyonu’ndaki ‘Haber saati’ programında, New York’ta çalışarak staj gördüm. Şimdilerde, özellikle ‘de Volkskrant’a yorum yazıyorum.
Diğer bir özelliğim nesir yazmaktır. 2018 yılında EDİTO’nun organize ettiği Lage Landen Schrijfweek (Alçak Ülkeler Yazma Haftası’na seçildim. 2019 yılında Amsterdam Yazarlık Okulu’nda roman yazma sanatını öğrendim.’
Ela Çolak, yazdığı yorumlarda ve katıldığı programlarda, genellikle kadın erkek eşitliği üzerinde duruyor.
DENK PARTİSİ, HOLLANDACA ANLAMIYLA BİR DÜŞÜNCE PARTİSİ Mİ, TÜRKÇE ANLAMIYLA DENKLEŞTİRME PARTİSİ Mİ?
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da Siyaset arenasına çıktığı zaman yürekten desteklediğimiz DENK PARTİSİ’nde yaşanan kargaşa, ülkede bulunan Türk seçmenler üzerinde derin bir güvensizlik hissi yaşatıyor.
Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ün, İşçi Partisi’nden koparak kurdukları bu parti, girdiği ilk seçimde 3 milletvekili çıkarma başarısını göstermişti.
Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ten başka, Faslı Farid Azarkan’ı meclise kazandıran bu parti, ülke siyasetinde önemli bir rol oynadı ve özellikle Tunahan Kuzu konuşmaları ile popüler oldu.
Hollanda Meclisi’nde ‘En iyi konuşan adam’ olarak gösterilen Tunahan Kuzu hakkında, geçtiğimiz mart ayında dışa vuran özel olumsuzluklar, partinin karışmasına neden olmuştu.
Gelişmelerden rahatsızlık duyan Tunahan Kuzu, üstlenmiş olduğu milletvekilliği görevini, gelecek yıl mart ayına kadar sürdüreceğini, mart ayında yapılacak olan seçimlerde ise aday olmayacağını açıklayınca, kendisine gönül veren seçmenler hayal kırıklığına uğramıştı.
Tunahan Kuzu, üstlenmiş olduğu siyasi liderlik pozisyonunu hemen bırakacağını açıkladıktan sonra, yapılan ve geçersiz sayılan bir Genel Kurul Toplantısı’nda, bu pozisyona Faslı Farid Azarkan’ın seçildiği açıklanmıştı. Ne var ki, yapılan ikinci bir toplantı da geçersiz sayılınca, Azarkan’ın durumu muallakta kaldı.
Tüm bu olumsuzluklardan sonra, siyaseti bırakacağı sanılan Tunahan Kuzu, Türk dünyasından gelen baskı ve istekler karşısında, DENK PARTİSİ’ne geri döneceğni ve yeniden aday olacağını açıkladıüü.
Türk seçmenl mutlu eden bu haberden sonra 16 Ekim’de yapılan üçüncü toplantıda, Ejder Köse’nin Başkanlığa, Gökhan Çoban ile Fazlı Kafa’nın Yönetim Kurulu’na seçildikleri açıklandı.
Ne var ki bu açıklama, 4 bine yakın parti üyesi ile Türk seçmenleri tatmin etmedi. Zira toplantıda sadece 87 üyenin oy kullanabilmesi ve yönetime de sadece 3 kişi seçilmesi akılları karıştırdı.
Hafta başında yayınladığım haber-yorumda, yapılan kongrenin bu kez resmen onaylandığını, ancak Türk seçmenler tarafından onaylanmadığını belirtmiştim.
Haber-yorumumun yayınlanmasından sonra pek çok seçmen, sosyal medya kanalıyla, DENK’e olan güvenlerinin tamamen yok olduğunu belirtirlerken, parti içindeki ağır toplardan da aynı doğrultuda görüşler açıklandı.
Bu ağır toplardan biri, gönderdiği kısa bir değerlendirmede şunları yazdı: ‘Partide asıl bölünme çalışanlar ve tribünlere oynayanlar olarak gerçekleşiyor. Şu anda konjonktür gereği Tunahan Kuzu belirli ölçüde ‘ayıya dayı demek’ durumunda. Farid’in sıkı çalışan biri olmadığını herkes biliyor ama Tunahan’ın bu kadar ağır yaralı bir durumda tekrardan dümene geçmesi imkansız. Farid’e ihtiyacı var. Ayrıca kaçan oylar Türkler olsa da Tunahan’ın geniş taban hayali var. Bu hayal için Faslılar’ı çekmek hayati önem kazanıyor.
Faslı parti liderini kompanse etmek de, 3 Türk yönetici ve tanınmış bir başkan ile amaçlanıyor.
Şu anda partideki daha az tanınan ve yerelde etkili olan isimler, bir bir geri plana çekiliyor. Teşkilat ağırlıklı bu kişilerin yerini, yerel siyasiler alıyor. Halbuki yerel yöneticiler olmalı ve yerel siyasileri hem desteklemeli hem de partinin çıkarlarını gözetmeli.
Şu anda yerelde herşey siyasilerin eline bırakılmış durumda. Bu kişilerin günahı ve sevabı olduğu gibi partiye yansıyor.’
SONUÇ Seçmenlerin özgür iradelerine karışmak, ne demokrasiye ne de siyasi ahlâka hiç yakışmaz. Buna rağmen geçen seçimlerde yayınladığım pek çok yorumumda, ‘Bir defaya mahsus olsa da DENK PARTİSİ’ne oy verin’ dileğimi yazmıştım.
Zira o sıralarda, Hollanda’daki siyasi partiler, Türk adaylara baskı yapıyor ve özellikle ‘Ermeni soykırımını tanı’ emrini veriyorlardı. Ben de o zaman, ‘Siyasi partiler içinde yer almalıyız ve onların desteğini almalıyız’ fikrinden vazgeçip ‘Bir defa da olsa DENK’e oy verin’ demiştim.
Bundan sonra ne mi olacak? Bence, Farid Azarkan ağırlığında yürütülecek olan parti siyaseti, Tunahan Kuzu sisteminden çok ayrı olacak. Bu durumda, Tunahan Kuzu siyasi lider olmazsa, DENK PARTİSİ bir sandalyeyi zor kazanır.
Şimdi gelelim üstteki yorumumun başlığındaki sözlere.
Yukarıdaki başlık şöyle: Hollanda’daki Türk seçmenler soruyor DENK PARTİSİ, HOLLANDACA ANLAMIYLA BİR DÜŞÜNCE PARTİSİ Mİ, TÜRKÇE ANLAMIYLA DENKLEŞTİRME PARTİSİ Mİ?
Malumunuz, DENK’in Hollandacası düşüncedir.
Türkçe’de ise denkleştirme.
Eee, böyle olunca da seçmen bu soruyu yöneltmekte haklı sayılır.
Ne oluyor DENK’te?
Denkleştirme mi?
Bunun yanıtı pek yakında öğrenmiş olacağız.
*Türk seçmenler şimdi soruyorlar:Bu partiye nasıl oy verelim?
İki defa geçerli sayılmayan ve ertelenen DENK PARTİSİ Genel Kurul Toplantısı’nın üçüncüsü, 16 Ekim günü yapıldı.
4 bine yakın üyesi bulunan partinin, sadece 113’ü kongreye katılım başvurusunda bulundu. Oylamaya katılan üye sayısı ise 87 oldu.
Kongede yapılan seçimlerde sadece 3 adaya oy verildi.
Neden başka aday olmadığı veya gösterilmediği sorusu ise yanıt bulamadı.
Resmi olarak açıklanan seçim sonuçlarına göre, Başkanlığa aday olan Ejder Köse’ye 87 üyenin 86’sı, Yönetim Kurulu’na aday olan Gökhan Çoban’a 87 üyenin 86’sı, Fazlı Kafa’ya da 87 üyenin 82’si oy verdiler.
Böylece Ejder Köse Başkan olurken, Gökhan Çoban ile Fazlı Kafa da üç kişilik Yönetim Kurulu’na seçilmiş oldular.
Geçtiğimiz mart ayından bu yana büyük bir kargaşanın yaşandığı DENK PARTİSİ’den umutlarını kesen pek çok yurttaşımız, Tunahan Kuzu’nun partiye geri dönme kararı almasından sonra umutlanmışlardı.
Ne var ki, Tunahan Kuzu’nun da bu kongrede sessiz kalması, ona gönül verenleri hayal kırıklığına uğrattı. Yurttaşlarımız, Tunahan Kuzu’nun tutumunun ne olacağını ve hangi tarafta yer alacağını merak ediyorlar.
Bir zamanlar böyle mutluydular
Partinin siyasi lideri olacağını ilan etmiş olan Faslı Farid Azarkan’ın, kendine göre başarılı geçen çalışmaları, DENK PARTİSİ’ndeki Türk seçmen ağırlığını yok etmeye yetmişti.
Tunahan Kuzu’nun yeniden siyasi lider olacağını umut eden Türk seçmenler, bir kez daha hayal kırıklığına uğradılar.
4 bine yakın üyesi olan bir siyasi partinin kongresine, sadece 87 üyenin katılmış olması,Türk üyeler tarafından, ‘ Demek oluyor ki, Türk seçmenler bu partinin bugünkü yönetimine güven duymuyorlar. Bize göre, katılım çok az olunca kongre iptal edilmeli’ değerlendirmesinde bulunuyorlar.
PARTİ İÇİNDE SORUN VAR
Hollanda medyasında yer alan bir habere göre, DENK PARTİSİ içinde sorunlar yaşanıyor. Partinin Utrecht İl Genel Meclisi Üyesi Hanane Bittich, partisinden istifa ettiği gibi, meclisteki sandalyesini de kendi adına koruyacağını açıkladı.
Parti yönetimi ise, Bittich’in sandalyesini partiye bırakması gerektiğini savunuyor. Medya haberlerine göre, DENK PARTİSİ’nde başka istifalar da bekleniyor.