Hollanda gazetesinin başlığı:
Su altında kabaran Yunanistan-Türkiye savaşı Avrupa Birliği’ni titretiyor
Deniz hukuku uzmanları Meis Adası konusunda Türkiye’yi haklı buluyor…
Yargıya gidilmesi halinde Türkiye’nin haklı çıkacağını öne süren uzmanlar, diğer konular için Türkiye’nin lakayıt (vurdumduymaz) davrandığını iddia etti.
İlhan KARAÇAY’ın haberi
Hollanda’nın ‘de Volkskrant’ gazetesinde yayınlanan iki sayfa dolusu bir haber-analizde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz hukuku konularının bazılarında, Türkiye’nin haklı olduğu vurgulanırken, bazı konularda da Türkiye’nin lakayıt (vurdumduymaz) davrandığı ileri sürüldü. ‘Su altında kabaran Yunanistan-Türkiye savaşı, Avrupa Birliği’ni titretiyor’ başlığı ile yayınlanan haber-analizde, Hollandalı Deniz Hukuku Uzmanı Alex Oude Elferink, Meis Adası konusunda Türkiye’nin haklı olduğunu, mahkemeye başvurulması halinde Türkiye’nin davayı kazanacağını ileri sürdü.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle, savaş çıkma ihtimalinden söz edilirken, ‘Bu durumda Avrupa Birliği titriyor’ vurgulaması yapıldı.
Türkiye’nin, Uluslararası Deniz Yetki Alanları sözleşmesini imzalamamış olmasının bir dezavantaj olduğu, Türkiye’nin bu nedenle haklı olduğu bir konuda dahi destekçi bulamadığı belirtilen haberde, ‘Bu nedenle de Türkiye dünyada yalnız kaldı’ vurgulaması yapıldı.
Haberde şu sözler dikkat çekiyor: Atina Panteion Üniversitesi Yüksek Öğretim Üyesi olan Yunanlı Kostas Ifantis’e göre, Türk-Yunan anlaşmazlıkları eskiden kısmi sorun yaratırdı. Ama şimdi Erdoğan’ın hırsı nedeniyle bulaşıcı bir hastalık haline geldi.
Hollandalı, Türk ve Yunanlı Deniz Hukuku uzmanları ile yaptığımız görüşmelerde, Türkiye’nin bir konuda çok haklı olduğu görülüyor. Türkiye’nin burnunun dibinde olan ve Yunanistan’a çok uzak olan Meis Adası için Yunanlılar tarafından istenen Münhasır Ekonomik Bölge hakkı, Türkiye için haksız bir hırsızlık olur. Uluslararası bir mahkeme, bu konuda Türkiye’ye hak verecektir.
Ama bunun gerçekleşmemiş olması, Türkiye’nin dikkafalılığından olmuştur. Zira Türkiye, deniz hukuku konusundaki anlaşmazlıkları, uluslarası mahkemelerde ele alınmasına yanaşmıyor.
Şimdi her iki ülke bu konuda diyaloga açık olduklarını belirttikleri için, bu yolun açılması bekleniyor.
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121’inci maddesine göre, adaların Karasuları, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırları, ana topraktaki haklara eşittir.
Böyle bir durumda, Türkiye’ye, denizlerde balık tutmak için bile yer kalmamaktadır.
Deniz Hukuku Sözleşmesine göre, Türkiye Ege Denizi’nde Münhasır Ekonomik Bölge pastasından bir dilim bile yiyemediği için, kendilerini aldatılmış hissediyor.
Birleşmiş Milletlere üye ülkeler, 1970’li yıllarda Deniz Hukuku sözleşmesinin 74’üncü maddesi konusunda fikirbirliği yapamadılar. Türkiye bu konuda çok inatçı bir tutum aldı. Yunanistan’ın içinde bulunduğu diğer gruptaki ülkeler maddeyi desteklediler. Fakat o günden bu yana ağızlar hiç açılmadı ve sessiz kalma taktiği uygulandı.
Kaldı ki, bu sorunu ele alabilecek uluslararası yargıçlar bir karara varabilirler. Bu konuda Lahey Yüksek Adalet Divanı ile Hamburg Deniz Hukuku Mahkemesi pek çok yargısal kararlar almışlardır.
Yunan Adası Meis: Türkiye kazanır
Konuşulan uzmanlara göre, bu konuda Türkiye çok güçlü görülüyor. Türkiye sahiline iki kilometre mesafede bulunan Meis’te 500 kişi yaşıyor. En yakın Yunan adası olan Rodos’a 122 km. mesafede olan, izole edilmiş Meis Adası için, 40 bin metrekarelik bir deniz isteniyor. Bu tabii ki Ankara’nın onurunu kırmaktadır.
Hollanda Deniz Hukuku Enstitüsü Başkanı Alex Oude Elferink, mahkemenin, çok küçük olan Meis adasını hiçe sayacağını belirtirken, Yunanlı meslektaşı Ifantis şunları söyledi: ‘Yapılacak olan bir duruşmada Türkiye kesinlikle kazanır. Tanıdığım en iyi Yunan hukuçuların hepsi aynı kanaatte.’
Hukukçular, Uluslararası Mahkemelerde daha önce görülmüş olan davalarda, başka bir ülkenin sahiline yakın olan adalara ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ hakkı verilmemiş olduğunu belirtiyorlar.
Bu konuda verilebilecek en iyi örnek, St. Martins adası için verilen karardır. Bengladeş’in Myanmar sahiline yakın adası St. Martins’in Münhasır Ekonomik Bölge hırsızlığına göz yumulmamıştır.
St.Martins ile Meis adasını kıyasladığınız zaman, St. Martins Meis’ten üç misli büyük olduğu gibi, nüfusu da Meis’ten sekiz defa fazladır. Bu durum Türkiye için bir piyangodur.
Türkiye’nin lakayıtlığı
Gazete haberinde konuşturulan uzmanların çoğu (ki, Türk uzman Emre Açıkgönül dahil), Türkiye’nin, Uluslararası Deniz Yetki Alanları sözleşmesini imzalamamış olmasının, Yunanistan’ın elini güçlendirdiğini öne sürüyorlar. ‘Türkiye bu sözleşmeyi imzalamadığı sürece, uluslarası mahkemelere gidemez’ diyen hukukçular, ‘Türkiye adı geçen sözleşmeyi imzalarsa, diyalog başlar ve o zaman tavizler konuşulur ve hatta verilir’ diye ilave ediyorlar.
Yunanistan’ın almış olduğu karasularını 6 milden 12 mile çıkarma kararını, Türkiye’nin savaş tehdidi nedeniyle uygulamadığını belirten uzmanlar, muhtemel bir savaşın önüne geçmek için, iki ülkenin diyalog masasına oturtulması gerektiğini söylüyorlar. Türkiye’nin, Uluslararası Deniz Yetki Alanları sözleşmesini imzalamamış olmasının bir dezavantaj olduğunu, bu durumun diyalogu da önlediğini belirten uzmanlar, Türkiye’nin bazı konularda ikna edilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Sosyal medyada canlı olarak yaptığı açıklamada, milletvekilliği için aday olacağını belirten Kuzu, ‘Bana 130 bin oy veren insanın baskıları karşısında egoistlik yapamazdım’ dedi. Tunahan Kuzu, canlı yayında kendisine gönderilen mektupları gösteriyor
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda’da Türkler’in desteği ile 3 milletvekili çıkaran DENK Partisi’nin eski siyasi lideri Tunahan Kuzu, geçtiğimiz mart ayında yaptığı bir açıklamada, şimdi üstlenmiş olduğu milletvekilliğini, önümüzdeki mart ayında yapılacak olan genel seçimlere kadar sahipleneceğini, ne var ki seçimlerde yeniden aday olmayacağını kesin bir dille belirtmişti.
Kuzu’yu siyaseti bırakma aşamasına getiren özel yaşamındaki gelişmelerin, parti içinde tartışılmaya başlanması, DENK Partisi için ‘sonun başlangıcıydı.’
Daha önce yayınladığım haberimde, cumartesi günü yapılan DENK Partisi Genel Kurul Toplantısı’nın yasalara uygun olmadığı, aynı toplantıda Kuzu’nun siyasi liderlik pozisyonunu Farid Azarkan’a devrettiği, bu durumda da ‘Kuzu’suz bir DENK’in yok olmaya mahkûm olduğu belirtilmişti.
Hollanda’daki Sivil Toplum Kuruluşları’nın temsilcileri ile akil insanların DENK’e oy vermiş binlerce insanın sesine kulak veren Tunahan Kuzu, bir sosyal medya kuruluşuna yaptığı canlı açıklamada, ‘Kuzu devam etmeli’ sözünün, ‘Kuzu devam ediyor’a dönüştüğünü belirtti. Tunhan Kuzu canlı yayında ‘Devam tokalaşması’ yapıyor
Kendisine tercihli olarak 130 bin oy vermiş insanların içinde, 8 yaşındaki Çetin isimli bir çocuğun whatsapp ile gönderdiği mektubundan da söz eden Kuzu, ‘Etrafımda çok büyük bir kalabalık olduğu halde, kendimi aylarca yalnız hissettim. Bana, yola devam etmem için tavsiyede bulunan insanlara karşı egoistlik yapamazdım. Bu nedenle, yola devam etme kararı verdim. Bugun milletvekilli adaylığı kaydı için son gündür. Şimdi bilgisayarın arkasına geçip, başvuru dilekçemi yazacağım.’ şeklinde konuştu.
Tunahan Kuzu’nun DENK Partisi’nde yola devam edeceğini açıklaması, kendisini destekleyen seçmenleri arasında büyük sevinç yarattı.
Her haber ve yorumumda, yola devam etmesi gerektiğini vurguladığım Kuzu’ya ‘Yolun açık olsun’ dileğinde bulunuyorum.
Tüm Çukurovalılar’ın, hatta Gaziantep, Kahramanmaraş ve Konyalılar ile turistlerin yararlandıkları 50 yıllık tesislerin yerinde şimdi yeller esiyor.
İtalya’dan Dianalar, İstanbul’dan Abdullah Yüceler, Beyaz Kelebekler, Erol Büyükburçlar ve Berkantlar’ın aylarca program yaptığı gazino, her gün
2 bin kişinin doldurduğu plaj ve kamping alanı ve de turistlerin de yararlandığı motel odaları şimdi çok sessiz.
Duygulandıran ve unutulmayan tesislere imzasını atan Karaçay kardeşlerin en küçüğü İlhan, sizler için yazdı:
Dillere destan olacak bir hikâyedir Pompeipolis Tesisleri’nin hikâyesi…
Tam 50 yıl sadece Mersinliler’e değil, tüm Çukurovalılar’a, Gaziantep, Kahramanmaraş, ve Konyalılar’a, rekreasyonun tüm güzelliklerini tattırmış olan Pompeipolis’in yaşam öyküsü, ne yazık ki yarım kaldı.
Yıl 1962. Mersin Özel İdare’si Mezitli’deki Viranşehir mevkiine küçük bir restaurant inşa etmiş ve açık artırma ile kiraya sunmuştu.
Açık artırma sonunda bu restaurantın işletmesi, Numan’dan olma, Vahide’den doğma Hüseyin, Zekeriya, Kıymet, Ayhan, İlhan ve Nimet Karaçay kardeşlere kalmıştı.
Karaçay kardeşler, 48 yıllığına kiraladıkları bu restaurantı müzikli gazinoya çevirerek, müşterilere sadece yemek ziyafeti değil, müzik ziyafeti vermeyi de amaçladılar.
Akşamları yemek müziği eşliğinde karınlarını doyuran müşteriler, daha sonra yine canlı müzik eşliğinde dans ederek eğlence sefası yaşamaya başladılar.
İlgi o kadar çoktu ki, Karaçay kardeşler kiraladıkları yeri üç misli büyüttüler ve deniz kenarındaki terası da denize kadar uzattılar.
Akşam yemek ve eğlencesine uzaklardan gelenler, dönüş için zorluk çekiyorlardı. Öyle ya, Pompeipolis’in ünü Mersin’i aşmıış, Adana, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Konya’dan da müşteriler gelmeye başlamıştı. Kendilerini dans ve müziğe kaptıranlar, içkiyi de kaçırınca dönüş yolculuğu zor oluyordu. Bu nedenle, sabahı sandalyelerde uyuyarak geçirenler oluyordu. Dostların da tavsiyesi üzerine, restaurantın yanına motel odaları kurma fikri Özel İdare tarafından kabul edildi. Sadece 17 oda yapma şartı ile işe koyulan Karaçay kardeşler, moteli kısa bir sürede tamamladılar.
Müzikli gazino şehir dışından gelenler tarafından doldukça, motel müşterileri de artıyordu.
Yolunu şaşıran turistler de gelmeye başlayınca, bu kez mokamp kurma fikri doğdu.
Özel İdare’den kiralanan yer, sahil boyunca 7 bin metrekareden büyüktü. Aynı yere çadır konma izni de alındıktan sonra sıra, Mersinliler’in yüzebilecekleri bir plaj yapmaya gelmişti.
1984 yılında Hollanda’yı terkedip eşim Jeanne ve çocuklarım Ruşen ve Vahide ile birlikte Mersin’e dönüş yaptık. Aynı yıl tesislerin tamamı restore edildikten sonra, bir de tam ikibin kişinin sığacağı bir plaj alanı yaptık. Plaj alanına kurduğumuz beton masa ve sandalyeler ile, gelenlere mangal partisi imkânı da vermiş olduk.
Plaj da çok rağbet görüyordu. Mersin Belediye Otobüsleri her gün ikibin insanı Pompeipolis’e taşıyordu. Kimi piknik ihtiyacını karşılıyor, kimi de yüzme ve güneşlenme ihtiyacını…
Restaurant-gazino bölümümüz o kadar ünlenmişti ki, bize ilgi gösteren müşterilerimize, bizim de daha kaliteli hizmet verme mecburiyetimiz doğmuştu. Müşterilerimiz arasında, Mersin’deki İtalyanlar, Adana’daki Amerikalı ve Almanlar vardı. İtalya Başkonsolosu da müşterilerimiz arasındaydı. Onların yardımı ile İtalyan şantöz Diana ve kocası Bisio ile altı aylık mukavele imzaladık.
Başta TRT Radyosu, Kıbrıs Radyosu ve Hürriyet gazetesinde çıkan haber ve ilanlar nedeniyle, Pompeipolis, İstanbul gazinoları ile rekabet eder hale gelmişti. Öyle ki daha sonra Abdullah Yüce, Beyaz Kelebekler, Erol Büyükburç ve Berkant gibi ünlülerle de altışar aylık mukaveleler yapmıştık.
İstek üzerine Diana ile daha sonra bir altı aylık mukavele daha yaptık.
1984 yılında şahsım, Mersin Belediye Başkanlığı için Doğru Yol’un adayı olarak seçime girmiştim. O zaman Özal’ın adayı Okan Merzeci seçimi kazanmıştı. Ben de Merzeci’yi tebrik etmek için bir öğle yemeği daveti vermiştim.
KIRILMA NOKTASI
Pompeipolis’te her şey tıkır tıkır işlerken, benim ailevi nedenlerle Hollanda’ya dönüş yapmam gerekti. Zor bir karardı ama bunun gerçekleşmesi lâzımdı.
Benim Hollanda’ya dönüşümden sonra ağabeylerim, fazla iş yükünden kurtulmak için tesisleri Ferhat isimli bir müzisyen dosta kiraya verdiler.
Daha sonra, Başta İsmet Akol ve Ahmet Bilyeli olmak üzere, hatırı sayılır bir dost grubu ağabeylerim ile konuştular ve tesisleri tanıdıkları Taşkıran kardeşlere kiraya vermeye ikna ettiler.
İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Taşkıranlar’ın tesisleri çalıştırma şekli Özel İdare’nin, yani devletin hoşuna gitmemişti. Devlet, hizmeti ve hatıralarıyla çok kişiyi duygulandıracak olan tesisleri Taşkıranlar’dan aldı ve tamamen yıkarak orayı dümdüz yaptı.
Bir Mersin ziyaretinde göz atmaya gittiğim Pompeipolis’in yerinde yeller esiyordu.
O dümdüz alanı görüntülerken göz yaşı dökmeyi engelleyemedim.
Dile kolaydı…
Öylesi başarıların ve hatıraların sonu hüsran olmuştu.
Bir Mersin ziyaretinde oğlum Ruşen de, yerinde yeller esen Pompeipolis’e uğramıştı.
O da ıslak gözlerle izlediği manzarayı görüntüledi.
Daha önceki görüntüler ile, sonradan çekilen görüntüleri harmanlayan Ruşen, sizleri de duygulandıracak olan ekteki klibi hazırladı.
Pompeipolis-Karaçay Tesileri’ne kimler müşteri olmamıştı ki…
Bunları sıralamaya kalkışırsam altından kalkamam.
Ama çok hoşlandığım bir anımı kısaca anlatayım.
Sosyal Medya denen iletişim sayesinde pek çok dost ile yeni temaslar kurduğum bir sırada, yazılarımı takip eden Posta Gazetesi’nin ünlü yazarlarından Mehmet Coşkundeniz’den kısa bir not almıştım. Notta şunlar yazıyordu: ‘Sizi şimdi daha iyi hatırladım. Mersin yıllarımda sizin tesislere hergün gider denize girer ve güneşlenirdim.’
Atatürk, yaşamının en son ziyaretini Pompeipolis’e yapmıştı
Pompeipolis’in tarihçesi
Mersin’de daha çok Viranşehir olarak tanınan Mezitli’deki tesislerimiz, antik kent Pompeipolis harabeleri içinde kurulmuştur. SİT alanı olduğu için büyük inşaat yapılamayan bu alanın tarihini Kemal Kaya kaleme almış.
Güneşin Şehri: Soli Pompeipolis
Soli Antik Kenti, Mersin’in 14 km. batısında MÖ 700. yüzyılda Rodoslu koloniciler tarafından kurulmuş. Mersin gibi büyük bir şehrin bu derece zengin antik kalıntı birikimine sahip olduğunu ancak burada uzun süre kalınca fark edebildim. Kaldığım 10 gün boyunca Antik Kilikya coğrafyasına dair bu etkileyici mirasları keşfetmeye çalıştım. Birçoğunun ismini dahi duymadığımız bu zenginlik karşısında şaşırmamak elde değil.
Güneş anlamına gelen Soloi ismi verilen Soli Pompeipolis Antik Kenti’ni Persler Darius döneminde (MÖ 521-485) ele geçirerek, burada sikke bastırmış. Antik çağlarda Kıbrıs ve Mısır’la gerçekleştirilen ticaretle zenginleşen kentte, ortaya çıkarılan eserlerde bu ticaretin izlerine rastlamak mümkün.
Soli Pompeiopolis Antik Kenti, Mersin kent merkezinde, Mezitli ilçesinin Viranşehir Mahallesinde yer alıyor. Neolitik, Helenistik ve Roma dönemlerinden birçok medeniyetin izlerini taşıyan Soli Pompeiopolis Antik Kenti’nin MÖ 700 yılında Kıbrıs üzerinden Anadolu’ya geçen Rodos korsanları tarafından kurulduğu düşünülüyor.
UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesine aday gösterilen 3 bin yıllık antik kent, kurulduğu yıllarda bölgenin en önemli liman kentlerinden biriydi. MÖ 78 yılında Pompeius kumandasındaki Roma İmparatorluğu ordusunun eline geçti. Bu dönemden sonra güneş anlamına gelen Soloi ismi Roma Komutanı Pompeius’un ismi ile değiştirildi.
Filozof Chrysippoz ile takım yıldızları ve fenomenler hakkında öğretici şiirler yazan matematikçi ve astronom Aratos, MÖ 3. yüzyılda Soloi’de yaşayan bilim insanları arasında biliniyor. MÖ 449’da Pers-Yunan savaşları sırasında, Kilikya’yı işgal eden Atinalılar, Soloi’yi yönetim merkezine dönüştürse de Kilyos Barışı ile Persler bölgenin tek hakimi olmuş. MÖ 333’te Asya seferine çıkan İskender, Pers egemenliğine son veren hamleyi gerçekleştirmiş.
Büyük İskender’in ölümünün ardından hiçbir varisinin olmamasından yararlanıp Balkanlar’dan Hindistan’a kadar olan bölümde imparatorluğunu ilan eden General Selevkos tarafından yönetilen bölge, bu dönemin sonunda Kilikya korsanlarının denetimine geçmiş.
Roma Devleti’nin Akdeniz’deki korsan faaliyetleri sonlandırmak üzere MÖ 64’te görevlendirdiği Pompeius, İtalya, Yunanistan ve Kilikya’ya kadar olan tüm bölgelerde korsan faaliyetlere son vermeyi başarmış. Soloi’de de büyük bir operasyon yürüttükten sonra bu zaferin anısına kenti yeniden imar eden komutan, kentin ismini Pompeipolis olarak değiştirmiş.
Bizans döneminde Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesi, Soloi’yi piskoposluk merkezine dönüştürmüş. 527’de meydana gelen deprem ile tamamen harap olan kent yıllar içerisinde yeniden inşa edilmeye çalışılsa da Arap ve Sasani akınlarının gölgesinde kalarak terk edilmiş. Bugün ören yerinin Viranşehir olarak anılmasının sebebi, kentin harap halde terk edilmiş olması.
Arkeolojik açıdan Kilikya tarihinin önemli hazinelerden biri olan antik kentte sürdürülen çalışmalar sayesinde günümüzden 3 bin yıl öncesine yüzlerce muhteşem eser bulunmuş. Kazıların sürdüğü ve bulunan eserlerin Mersin Müzesi’nde sergilendiği Pompeipolis kentinde liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol ve su kemeri gibi yapılar bulunuyordu.
Günümüzde dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint başlıklı sütunlu yol antik kentin en ihtişamlı noktası. Liman, hamam kalıntıları, su kemeri günümüzde ziyaretçilerin görebildiği eseler arasında yer alıyor. Ayrıca antik kentten Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler Rusya Petersburg Hermitage Müzesi’nde ziyaret edilebiliyor.
Sütunlu Cadde, Soli Pompeipolis Antik Kenti’nden günümüze ulaşabilen en etkileyici yapılardan biri. Caddede toplam 33 sütun ayakta. Bu sütunlardan 4’ü batı, 29’u ise doğu sütun dizisine ait. Korint düzenindeki sütun başlıklarından bazılarında figürler bulunuyor. Sütunların üzerinde yer alan yazıtlardan, caddeye bakan konsolların Roma imparatorları ya da üst düzey yöneticilerinin büstlerini taşıdığı anlaşılıyor.
Soli Höyük, antik kentin merkezinde 22 metre yükseklik ve 300 metre çapındaki yerleşim yeri. Höyük içerisinde yapılan arkeolojik kazılarda Erken Demir Döneminden Roma Dönemine kadar tarihlenen çok sayıda keramik parçası bulunmuş. Höyükteki arkeolojik kazılar devam ediyor.
Antik Liman, Soli Pompeipolis Antik Kenti’nin kurulduğu dönemde şehrin bölgedeki farklı devletlerle olan ticaretinin kalbini oluşturuyordu. Kalıntılarının bir bölümü günümüze kadar ulaşan antik limanda birbirinden 200 metre aralıklarla düzenlenmiş iki ayrı dalgakıran bulunuyor.
Demir perçinlerle tutturulan büyük kalker blokların izleri hala görülebiliyor. Antik Liman’ın batıdaki dalgakıranının batısı kum yığıntısı ile dolmuş durumda. Uzunluğu 160 metre, eni ise 23 metre olan batı dalgakıranının yanı sıra doğudaki dalgakıranın ise ancak 40 metrelik bölümü günümüze ulaşabilmiş.
Uzmanlara göre, DENK Partisi’nin liste başı ve yönetim seçimi yasalara aykırı
İlhan KARAÇAY yazdı:
Geçtiğimiz Cumartesi günü Amsterdam’da yapılan DENK Partisi Genel Kurul Toplantısı yasalara aykırıydı.
Bu görüş, Dernekler Kanunu uzmanlarına ait. Uzmanlara göre DENK, üyelerin sadece bir kısmına oy kullandırdığı için yasayı çiğnedi.
Bu duruma göre, Farid Azarkan’ın siyasi liderlik seçimi ile yönetim kurulu seçimi geçersiz sayılır.
Yapılan Genel Kurul Toplantısı için 144 başvuru yapıldı. Ne var ki Korona salgını nedeniyle salona 94 kişi kabul edildi. Yapılan seçimlerde ise saece salondaki 94 kişi oy kullandı. Kaldı ki, bundan önceki seçimde, toplantıya katılamaynlar ile birlikte 550 üye dijital olarak oy kullanmıştı.
Cumartesi günü Amsterdam’da yapılan toplantıdaki seçimlerde dijital oy kullanımı yapılmadı.
Derneler Kanunu’nda uzman olan, Amsterdam Üniversitesi yüksek öğretim üyesi olan Marjan Olfers, oylamaların kesinlikle kabul edilemeyeceğini ileri sürdü. Tüm üyelerin oy kullanması gerektiğini belirten Olfers, ‘Oy kullanacak olan kişileri yönetim kurulunun saptamış olması yasalara aykırıdır’ dedi.
Korona salgını önlemleri için hazırlanan yasada, toplantının iptal edilmesi ve seçimin de dijital yapılması imkânı bulunduğunu belirten Olfers, alternatiflerin varolduğunu belirtirken, ‘Yokluk yasa dinlemez’ kuralının burada geçersiz olduğunu sözlerine ekledi.
Olfers’a göre, gerek Azarkan’nın siyasi liderliği seçimi ve gerekse Ejder Köse’nin Başkanlık seçimi ve Yönetim Kurulu seçimi, mahkemeye başvurulması halinde iptal edilir.
Olfers’dan başka, Dernekler Kanunu konusunda uzman olan avukat Fred van Brussel, siyasi partilerin tüzüklerinde, yukarıdaki konulara teorik olarak özel maddeler varsa bir sorun yaşanmayacağını belirtirken, ‘Ama DENK Partisi’nin tüzüğünde böyle özel bir madde yok’ diye ekledi.
Avukat Van Brussel, DENK’in yasal olarak kongreyi onaylatamayacağını söyleyen Van Brussel, ‘100 kişiyi davet edebilirsiniz ama, diğer üyelere de dijital olarak oy kullandırabilirsiniz. Bu yapılmadı ve seçilmiş üyelere oy kullandırıldı. Bu yasal değildir’ dedi.
AZARKAN LİSTE BAŞI
Cumartesi günü yapılan DENK Partisi Genel Kurul Toplantısı sonrasında görüş belirten pek çok Sivil Toplum Kuruluşu yetkilisi, kendisini liste başı yani siyasi lider olarak seçtiren Farid Azarkan’ın, ‘En az 6 milletvekili çıkaracağız’ şeklindeki beyanına gülüp geçtiklerini belirtirlerken, Tunahan Kuzu’nun partiye dönüş yapması için çabaların sürmesi gerektiğini söylediler.
Cumartesi günkü toplantıya katılmış olan Tunahan Kuzu’nun, siyasi liderliği Farid Azarkan’a devrediş pozuna üzüldüklerini belirten temsilciler, ‘Kuzu’yu geri döndüremezsek, DENK’in sonu gelir’ dediler.
Yurtdışındaki Türkler’in devletten istedikleri önemli haklar…
*Suriyeli’ye verilen otomobil hakkının Türkler’e de verilmesi
*Emeklilik hakkının daha cömertçe verilmesi
*Seçimlerde, ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’nin oluşturulması
*Askerlik bedelinin düşürülmesi
(Bir Pazar günü sindire sindire okumanız dileğiyle)
60 yıldan bu yana yurtdışına göç etmekte olan Türkler’in, ‘Anavatan’ olarak hasretini çektikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden istedikleri en önemli konuları anlatmaya çalışırken, yurttaşlarımızın, Türkiye’de halk tarafından seçilmiş olan temsilcilerin, boş sözleri bir kenara atarak, sorunların çözümlenmesi için samimi çabalar göstermelerini istediklerini de belirteyim.
Yurtdışındaki Türkler’in devletten istedikleri önemli konuları sıralarken, hangi konunun diğerinden önemli olduğu savını hesaba katmayacağım.
OTOMOBİL SORUNU
Yurtdışındaki Türkler’in yıllarca çektikleri 3 aylık triptik uygulama çilesi, ne mutlu ki, iki yıl uygulamasından sonra bir nebze olsun azaldı. Ne var ki, bu uygulama da, özellikle yaşlı yurttaşlarımız için hâlâ bir çile olarak devam ediyor.
Yurttaşlarımız haklı olaral soruyorlar: ‘Suriyeliler’e verilen otomobil sokma hakkı, bize neden verilmiyor?’
Bu konuda çok yazdık ve çizdik. Ne yazık ki, iki yıllık hak arayışındaki duyarlılık, otomobillerin sürekli kalması konusunda gösterilmemektedir.
Bu konuda daha önce yazdıklarımdan birini sizlere sunmak istiyorum:
1960’lı yılların başında çıkmıştı gurbet yoluna binlerce, onbinlerce Anadolulu…
Önceleri kendi rizikoları ile yola çıkmışlardı. Daha sonra ‘Devlet Baba’nın kontrolu altında…
Yani ‘Devlet Baba’nın ülkeler ile yaptığı görüşmeler sonunda hazırlanan mukaveleler, gurbeçiler için ‘garanti’ olmuştu…
Mukaveleler yürürlükteydi ama, mukavele kurallarını yerine getirmeyen Avrupalı işverenler, kural, mural dinlemiyorlardı.
O zamanlar Türk konsoloslukları bu iş anlaşmazlıklarına karışmıyorlar ve sadece pasaport işlemleri yapıyorlardı.
Gurbetçinin her türlü sorunu ile sadece biz gazeteciler ilgileniyorduk.
40 derece ateşli hastalıkla evinden işe gönderilen Türkler’in bu gibi konulardaki haklarını, sadece gazetemize yazarak değil, başta işverenin müdürü olmak üzere, çeşitli mercilere telefon ederek ve yerel medyaya bildirerek savunuyor ve ortalığı karıştırıyorduk.
8-10 kişiyi bir yatak odasına sığdıran işverenin, mukaveleyi ihlal ettiğini biz ortaya çıkarıyorduk. Yerli işçiye yüksek maaş, yabancı işçiye düşük maaş verenlerin foyasını biz çıkarıyorduk ortaya…
Sonra aile birleşimi başladı. İskân sorunu başladı. Çocukların eğitim sorunu çıktı ortaya. Bayramlarda bile namaz kılınacak yerleri yoktu. Camiler kurulana kadar mücadele ettik gurbetçi için.
Yıllar ilerledikçe, gurbetçiden memlekete döviz akmaya başladı.
Bu kez politikacılar çıktı meydana. Avrupa’ya gelmeye başlayan politikacılar, sözüm ona dert dinliyor ve not alıyorlardı. Notları nereye yazıyorlardı biliyor musunuz?
Mübalaasız, ceplerinden çıkardıkları sigara paketlerine yazıyorlardı. Yani sigara bitince paket de sorunlar da çöpe gidiyordu.
Daha sonraki yıllarda ataşelikler açılmaya başlandı. Çalışma Ataşesi, Eğitim Ataşesi, Din İşleri Ataşesi gibi…
Ondan sonra da Müşavirler geldi.
Yurttaşlar Müşavirliklere ve Ataşeliklere dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı ama anlayan yoktu. Görev yine biz gazetecilere düşüyordu. Biz de yazıyorduk ve ortalığı karıştırarak çözüm bulmaya çalışıyorduk.
Yurttaşların binbir türlü derdi vardı. Bu dertlerden biri, yurda triptik ile otomobil girişi yapmaktı. Başta Turgut Torunoğulları olmak üzere, STK temsilcileri ile hep birlikte mücadele ettik ve sonunda yabancı plakayla iki yıl kalma hakkını elde ettik. Buna çok sevinmiştik.
Ne var ki, otomobillerini geride bırakan yurttaşlar her defasında mutlaka Gümrük Müdürlüğü’ne gitmek mecburiyetinde kalıyor ve bir taahhütname veriyordu. Öncelikle bu işlemin kalkması gerekiyordu ki, kısa bir süre önce kaldırıldı.
OTOMOBİLE PLAKA
Bize göre, yukarıdaki işlemler de artık tarihe karışmalı. Suriyeliler’e geçici plaka verildiği gibi, yurtdışındaki biz yurttaşlara neden plaka verilmiyor? Suriyeliler’in ödedikleri 205.03 TL’yi biz de ödeyelim ve bize de geçici plaka verilsin ki, iki yıllık zahmetten kurtulalım.
İnsanlara bazı haklar tanınınca, ‘Onlara var da bize neden yok’ derken, ırkçı bir tavır takınmıyoruz. Ama, onyıllardır anavatanı dövize boğan gurbetçiye, Türkiye’ye sokmak istedikleri otomobillere geçici Türk plakası verilmezken, ”Türkiye’ye hiçbir kazanç sağlamayan Suriyeli’ye neden böyle bir hak tanınıyor da bize tanınmıyor?” diyenlere ne cevap verilir?
Biliyoruz, bu konuda otomobil ithalatçılarının ağır baskısı var. Ama bu konuya da bir kural getirilebilir. Örneğin, yurda sokulan otomobilin satışı yasaklanabilir.
Şimdi herkes soruyor: ‘Gurbetçilerimizin bu makûs talihi ne zaman değişecek?’
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
EMEKLİLİK SORUNU
Yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın en büyük sorunlarından biri de emekliliktir.
Yaşadıkları ülkelerdeki emeklilik hakları kısıtlı olan yurttaşlarımız, anavatanda elde edecekleri ikinci bir emeklilik ile geçimlerini daha iyi sağlayabileceklerdir.
Sürekli olarak değiştirilen ve borçlanma meblağları da abartılı olan Türkiye’de emekli olma hakkı akılları da karıştırıyor.
Bakınız size Hollanda’da bir örnek vereyim.
Hollanda’daki emeklilik hakkı, belki de dünyada benzeri olmayan bir ‘Devlet baba’ sistemi ile veriliyor.
Hollanda’da emeklilik hakkından yararlanmak için, bir tek gün bile çalışma şartı yok.
Ülkede bir belediyeye kayıtlı olan herkes emeklilik hakkına sahiptir.
Şöyle ki, emeklilik hesabı, 15 yaşından 65 yaşına kadar olan 50 yıl üzerinden değerlendiriliyor. 50 yılını Hollanda’da kayıtlı olarak geçirmiş olan her kişi yüzde yüz emekli hakkına sahiptir.
Bir örnek vereyim: Ben şahsen Hollanda’ya 26 yaşındayken geldim. 65 yaşıma geldiğim zaman, 50 yıllık değil 39 yıllık bir emekliliğe hak kazandım. Şimdi ben yüzde 22 oranında daha az emeklilik ödeneği alıyorum.
Görülüyor ki, Hollanda devleti, ülkesinde yaşayan herkese, bir gün dahi çalışmış olmasa da, emeklilik hakkı tanımış. Ama 15 yaşından 65 yaşına kadar 50 yıl resmi olarak kayıtlı olma şartını da koymuş.
Hollanda, topraklarında yaşayan her kim olursa olsun emeklilik verme cömertliğini gösterirken, bizim devletimiz emeklilik kanusunda bize karşı neden bu kadar cimri davranıyor?
Hem de biz primleri ödemişken…
İşte bu durumda da, yurdışında yaşayan bizlerin aidiyet duyguları zedeleniyor.
YURTDIŞI SEÇİM BÖLGESİ KONUSU
Yurtdışındaki Türkler için uygulamaya geçilmesine söz verilen ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ konusu, bir türlü yasalaştırılmadı.
Bu konuda da çok şeyler yazıldı ve çizildi. Bakınız bu konuda Vitrinhaber’de neler yazılmıştı.
T.C. Anayasası’nın ‘Temel haklar ve ödevler’ kısmında yer alan 62. maddesinde, “Türk Devleti, yabancı ülkelerde çalışan vatandaşlarının aile birliğini, çocuklarının eğitimini, kültürel ihtiyaçlarını ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gerekli tedbirleri alır” denilmektedir.
5256 sayılı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Kanunu’nun 3. maddesinin
J fıkrasında da, kurumun görevleri arasında, “Yurtdışında yaşayan ve/veya çalışan Türk ailelerinin sorunlarını araştırmak ve çözüm önerileri geliştirmek” hükmü yer almakdır.
Avrupa’daki Türk seçmenin kendi milletvekillerini seçmelerine imkan tanınması zorunludur.
Bunun için yurtdışı seçim bölgesi oluşması gerekiyor ki, Avrupa’dan giden oylar yaşamadığımız veya görmediğimiz illere gitmesin. Bu hak bize tanınmadığı sürece haklarımız ve isteklerimiz hep arka plana atılır.
Yaklaşık 55 yıl önce Avrupa’ya göç eden Türkler, Türkiye’deki seçimler için ancak geçen seçimlerden itibaren oy verme hakkına kavuştular. Seçilme hakkı sözü ise henüz yerine getirilmedi. Yeni ‘Başkanlık’ sistemine geçilirken, milletvekili sayısının 600’e çıkarılmasına yurtdışında yaşayan Türkler’e kontenjan gerekçe gösterilmişti. Şimdi biz yurtdışında yaşayan Türkler bu hakkımızı istiyoruz. Ayrıca, yurtdışında yaşayan 6.5 milyon Türk için Yurtdışı Türkler ve Akraba Bakanlığı’nın kurulmasını istiyoruz.
ASKERLİK BEDELİNİN DÜŞÜRÜLMESİ
2014 yılında, Erdoğan’ın talimatıyla, Bekir Bozdağ başkanlığında yürütülen çalışmada 10.000 euro olan bedel 6.000 euroya düşürülmüştü.
2016 yılı ocak ayında, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan Mustafa Yeneroğlu verdiği önerge sonrasında, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu, Askerlik Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı’nı kabul etti. Meclis’te kabul edilen yeni tasarıyla bedelli askerlik bin euro oldu. Tasarıya göre, yurt dışında oturma veya çalışma izniyle en az 3 yıl süreyle bulunan Türk vatandaşları, 6 bin euro yerine bin euro ödeyerek askerlik yapmış sayılacaktı.
1000 euroluk bedel, 27 Ocak 2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Bu kanun değişikliği 31 Aralık 2017 tarihine kadar geçerli oldu ve 1 Ocak 2018 tarihi itibaren eski sisteme yani 6 bin euroluk bedele geri dönüldü.
2020 yılında, Ocak-haziran döneminde 5.261 euro olan bedel, temmuz aralık dönemi için 5.563 euro oldu. Bu durum hâlâ da devam ediyor.
Yurtdışındaki gençlerimizin büyük bir çoğunluğu, böylesi bir meblağı ödemekte zorluk çektikleri için, vatandaşlıktan çıkmayı planlamaya başladılar. Hatta pek çok gencimiz vatandaşlıktan çıkma başvurusunda bulundular.
Bu gidişle, yurtdışındaki gençlerimiz, anavatan için duydukları aidiyet hislerini de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Anlaşıldığı gibi, bu sorunun mecliste değil, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından çözümlenebileceği aşikârdır.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.