İLHAN KARAÇAY, LAHEY BÜYÜKELÇİMİZ SELÇUK ÜNAL İLE DERİNLEMESİNE BİR SÖYLEŞİ YAPTI…

İLHAN KARAÇAY, LAHEY BÜYÜKELÇİMİZ SELÇUK ÜNAL İLE DERİNLEMESİNE BİR SÖYLEŞİ YAPTI…

*Türk Toplumunun Hollanda’daki Rolü ve Başarıları…
*6 Şubat Depremi ve Hollanda Türk Toplumunun Seferberlik Ruhu…
*Göçmenlikten Dostluğa: Türkiye-Hollanda İlişkilerinin 100 Yıllık Hikayesi…
*Hollanda Türk Toplumunun Kültürel ve Sosyal Katkıları…
*Hollanda Türk Toplumunun Örnek Dayanışması…
*Hollanda’da Türk Gençlerinin Deprem Yardımlarındaki Öncü Rolü…

(Söyleşinin Hollandacası altta. Nederlandse versie van het interview onderaan )

Afbeelding met kleding, persoon, Menselijk gezicht, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollanda’da görev yapan Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal ile gerçekleştirdiğimiz mülakat, Türk-Hollanda ilişkilerinin tarihinden bugüne kadar olan gelişimine ve Hollanda’da yaşayan Türk toplumunun dinamizmine ışık tutuyor. Büyükelçi Ünal, gerek diplomatik görevleri gerekse Türk toplumuyla iç içe çalışmaları ile dikkat çekiyor. Bu röportajda, bir diplomatın yalnızca devletlerarası ilişkiler değil, aynı zamanda yurtdışındaki vatandaşlarının refahı ve huzuru için de ne denli etkin bir şekilde çalışabileceğini gözler önüne seriyor.

Mülakat sırasında Büyükelçi Ünal, Hollanda’daki Türk toplumunun sosyal uyumdan, kültürel katkılara, dayanışma ve yardım kampanyalarındaki hızlı örgütlenme yeteneğine kadar birçok farklı boyutta önemli bir rol oynadığını vurguladı. Özellikle 6 Şubat depremlerinin ardından Hollanda Türk toplumunun sergilediği seferberlik ruhu, iki ülke arasında dostluk bağlarını daha da güçlendiren bir unsur olarak öne çıktı. Bu süreçte Hollanda makamlarının ve halkının gösterdiği dayanışma, Büyükelçi Ünal tarafından takdirle dile getirildi.

Bir diplomat olarak Hollanda Türk toplumunun sosyal ve kültürel yaşamındaki başarılardan duyduğu gururu ifade eden Büyükelçi, aynı zamanda karşılaşılan zorluklara çözüm üretmek için yoğun bir mesai harcadıklarını belirtti. Özellikle ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı gibi konularda yapılan çalışmalara değinerek, toplumsal huzur ve refah için gösterilen çabanın altını çizdi.

Büyükelçi Selçuk Ünal’ın liderliğinde Türkiye ile Hollanda arasındaki diplomatik ilişkiler, yalnızca ülkelerarası değil, aynı zamanda toplumlararası bağları da güçlendiren bir sürece dönüştü. Bu mülakat, Türkiye-Hollanda ilişkilerinin derinliğini ve Türk toplumunun bu ilişkilerdeki özel yerini anlamak için eşsiz bir pencere sunuyor.

İŞTE, TÜRKİYE-HOLLANDA İLİŞKİLERİNİN DERİNLİĞİNİ ANLATAN MÜLAKAT:

Soru: Bir Dışişleri mensubu olarak, pek çok ülkede görev yaptınız. Bu ülkeler arasında Türkler’in çok ve az olanları vardır. Hollanda’ya geldiğiniz zaman, gördüğünüz ve yaşadığınız değişiklikler oldu mu?

Cevap: “Hollanda, görev yaptığım ülkeler arasında en büyük Türk diasporasına ev sahipliği yapan ülke konumunda. Göreve başladığımda Türk toplumunun dinamizmi, çalışkanlığı ve dayanışma duygusuyla birlikte, Hollanda’ya uyum sağlama konusunda ne kadar ileri bir seviyede olduğunu biliyordum. Türk toplumu, geçmişte olduğu gibi bugün de köklerini unutmadan, bulundukları ülkenin sosyal ve kültürel yaşamına önemli katkılar sunmaktadır.”

Soru: Hollanda’nın üç yerinde Başkonsolosluklarımız var. Bu Başkonsolosluklarda, konsoloslar ve ataşeler de var. Bunlar, buradaki yurttaşlarımızın sosyal, kültürel, eğitim, sağlık, iş ve ikamet gibi sorunları ile ilgileniyorlar. Sizin de Büyükelçi olarak bu yurttaşlar ile iç içe olduğunuzu görüyorum. Önceleri, çalışmalarının çoğunu diplomatik görüşmeler ile sürdüren Büyükelçilerimizin, şimdilerde yurttaşların sorunları ile de ilgilendiğine şahit oluyoruz. Bu konularda ne gibi değişmeler oldu ki, Büyükelçilerimiz diplomatik çalışmaların yanında, yurttaşlar ile de ilgilenmek zorunda kalıyorlar?

Cevap: “Vatandaşlarla doğrudan iletişimde olmak, onların ihtiyaçlarını sormak, anlamak ve bu doğrultuda çözümler geliştirmek, ana vatan konumundaki ülkeler için her zaman öncelikli bir görev olmuştur. Örneğin Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın da böyle bir görevi mevcuttur.

Büyükelçilerimizin, Başkonsoloslarımızın ve görevli tüm personelimizin en temel vazifelerinden biri de tabiatıyla vatandaşlarımızın sorunlarıyla ilgilenmek ve taleplerine çözüm üretmektir. Ulaşım ve iletişim olanaklarının gelişmesi, personel sayımızın artması ve genel anlamda imkânlarımızın genişlemesi; bu çalışmalarımızın daha da görünür hale gelmesini sağlamıştır.”

Soru: Diplomatik çalışmalarınızın yanında, yurttaşlarımız için çalışmalar sırasında sizi en çok meşgul eden konular nelerdir?

Cevap: “Hollanda-Türk toplumu bugün yarım milyonu geçmiştir. Bu durum çok çeşitli konuları hep birlikte gündeme getirmektedir.
Konsolosluk hizmetlerinin yanı sıra, sivil toplumun dikkatimize getirdiği konuları, sorunları ve yabancı düşmanlığı ile İslam karşıtlığı gibi olumsuz eğilimlerin yansımalarını ele almak üzere yoğun mesai yapmaktayız. Tüm bu konular, toplumumuzun huzuru, refahı ve güvenliği açısından büyük önem arz etmektedir.”

Soru: Göreve başladıktan hemen sonra 6 Şubat depremi meydana geldi. Bu deprem hem Hollandalıları ve hem de Türkleri harekete geçirdi. Belki de dünyada eşi görülmemiş yardım kampanyaları başladı. Bu kampanyalar içinde her yerde hep sizi gördük. O çalışmalara kısaca değinirken, sizi en çok neyin etkilediğini de anlatabilir misiniz?

Cevap: “Deprem olduğunda görevime başlayalı henüz 6 gün olmuştu. O an tabiatıyla tüm mesai arkadaşlarımızla birlikte büyük bir üzüntü içindeydik. Ancak içimiz kan ağlasa da süratle milletimize yardım ulaştırmak zorundaydık. Başka herhangi bir konuya vakit ayıramazdık.
Büyükelçilikte süratle bir Kriz Merkezi kurduk. Tüm Başkonsoloslarımız, Müşavirlerimiz, Ataşelerimiz, tüm STK’larımız, THY ve diğer özel şirketlerimiz ile birlikte burada ve sahada gece gündüz çalıştık. Uçakların altlarına paletler yüklenirken, TIR’larımız camilerden ve depolardan yola çıkarken içimizden birileri muhakkak hep sahada idik.

Afbeelding met tekst, person, kleding, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

Bizi en çok etkileyen, ancak hiç şaşırtmayan husus; Hollanda-Türk toplumunun inanılmaz bir hızla örgütlenmesi ve harekete geçmesi oldu. Bir seferberlik ilan edilmişti ve herkes yardım için elinden geleni yapıyordu.
İlk andan bu yana temasta olduğumuz Hollanda makamlarının acil tepkisini ve Hollanda halkının, Hollandalı dostlarımızın dayanışması da bu süreçte unutulamaz. Özellikle arama-kurtarma faaliyetlerinde Hollanda kurum ve kuruluşlarının ülkemize hızlıca sevkinin yanı sıra, Türk toplumundan gönüllülerin gösterdiği ilgi ve çaba hepimizi derinden duygulandırdı.”

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Soru: Hollanda’da yapılan deprem kampanyasında 128 milyon Euro toplanmıştı. Bu para, yardım kuruluşları arasında pay edildi ve her kuruluş kendilerine getirilen projelere ödeme yaptı. Yapılan bu ödemeler ve geriye kalan meblağ hakkında bilgi alabildiniz mi?  Evet ise nedir bu bilgiler?

Cevap: “Asrın depremleri olarak nitelenen bu felaket sonrasında, 31 Aralık 2023’e kadar süren Giro 555 kampanyası kapsamında, ülkemiz ve Suriye’deki deprem bölgeleri için toplam yaklaşık 128 milyon Euro toplandığı açıklanmıştır. Bu süreçte Giro 555 platformu ile Büyükelçiliğimiz arasında ilk günden itibaren verimli bir iletişim kuruldu. Bize her zaman bilgileri açık ve şeffaf bir şekilde verdiler. Bu vesileyle, kampanya ve katkıları için tüm Hollanda halkına bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyorum.

Şubat 2024’te kampanyanın ara dönem raporu kamuoyuna yayınlandı. Bu rapora göre 31 Ekim 2023 itibarıyla, yaklaşık 900 bin Euro’su kampanya ve ofis masraflarına ayrılan bağışların,HA yaklaşık %35’ine denk gelen 43,6 milyon Euro’nun, sahada çalışan farklı alanlardan STK’lar tarafından deprem bölgelerinde kullanıldığı duyurulmuştur. Rapora göre, sahadaki STK’lara yaklaşık 119,7 milyon Euro transfer edilmiş durumdadır. Kalan 6,6 milyon Euro ise, o tarih itibarıyla henüz Giro platform tarafından herhangi bir kuruluşa ya da amaca henüz tahsis edilmemişti. Bağışların 1 Mart 2025’e kadar sevkinin devam edeceğini öğrendik. Bu tarihten sonra yayımlanacak kampanya sonu raporuyla kesin verilerin duyurulmasını bekliyoruz. Tabiatıyla herkesin Giro Platformu’na başvurup bilgi isteyebileceğini anlıyorum.
Hollanda’da ülkemizdeki gibi çalışan çeşitli resmi kuruluşların ülkemize doğrudan katkılar yaptığını da biliyoruz.”

Afbeelding met tekst, hemel, pak, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’ın, Hatay Serinyol’da kurduğu konteyner konutlar, Türkler’in yardımseverlikteki öncülüğünün delilidir.

Soru: Hollanda’nın Acil Kurtarma Ekibi USAR ve Uluslararası Hava Ambülans Hizmetleri MEDEVAC elemanlarının, deprem bölgesindeki çalışmalarına teşekkür mahiyetinde, tüm elemanlara bir öğle yemeği daveti yapmıştınız. Bu konudaki hissiyatınızı açıklar mısınız?

Afbeelding met vlak, buitenshuis, Vliegreizen, transport Automatisch gegenereerde beschrijving

Cevap: “Hollanda’nın tek resmi kentsel arama-kurtarma ekibi 1999’da ülkemizdeki depremden sonra Hollandalılar tarafından bu gibi durumlarda ne yapılabileceği düşüncesiyle kurulmuştu. O tarihte kurulan ve halen tek kurum konumundaki USAR.NL, deprem sonrası yardım çağrımıza cevaben ülkemize ulaşan ilk ekiplerdendi. Gayretleriyle 12 insanımızın hayatını kurtardı. 1 köpek ve 1 kanaryayı da kurtardıkların açıklamışlardı. MEDEVAC ekibi de, deprem bölgesinde birçok ulaştırma operasyonu yaparak, çok sayıda yaralı vatandaşımızın ülkemiz içindeki daha büyük tıbbi merkezlere ulaşımını sağladı ve birçok insanımızın hayatına dokundu.

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving
Yardım ekiplerinin geri dönüşündeki karşılama

Her iki ekibin Hollanda’ya dönüş merasimine katıldık. Her iki ekibi Yunus Emre Enstitüsü’nde düzenlediğimiz bir davette ağırladık. Hollanda eski Dışişleri Bakanı ile kendilerine ilişkin bir törene katılarak birlikte konuşma yaptım. Bilahare USAR.NL ekip liderine tüm ekipleri temsilen Sayın Cumhurbaşkanımızca Ankara’da bir nişan takdim edildi. Kendilerini ayrıca Milli Günümüzde de ağırladık. Hollandalı dostlarımıza bir kez daha teşekkür ediyoruz.”

Afbeelding met persoon, mensen, overdekt, groep Automatisch gegenereerde beschrijving
Yunus Emre’deki ağırlama

Soru: Aynı kuruluşların yöneticileri ile konuşup, gönüllü elemanlar arasına Türklerin de alınmasını teklif ettiniz. Bu konudaki gelişmeyi anlatır mısınız?

Cevap: “O günlerde ortaya çıkan devasa arama-kurtarma ekibi ihtiyacını hepimiz gördük. Türk gençlerinin çok kısa sürede kendi aralarında organize olarak ekipler halinde deprem bölgesine ulaşarak gösterdikleri yararlılıklar bizlere bu ilhamı verdi. Hollanda Türk toplumundan gelen bir öneri üzerine ilk günden itibaren USAR.NL yönetimine bu yönde bir tavsiyede bulunduk. Diyaloğa ve işbirliğine açık oldukları cihetle bu öneriye olumlu yaklaştılar. Olabilecek başvuruları STK’larımızı doğru yöne imale edebilmek için hayırhahlıkla değerlendireceklerini anlıyoruz.

Ayrıca, gençlerimizi de bu alanda örgütlenmeye ve gerektiğinde çok daha güçlü bir şekilde Hollanda Türk toplumunun dost elini dünyadaki tüm felaketzedelere ulaştıracak imkan ve kaabiliyetleri edinmeye teşvik ettik. Bu teşviklerimiz sonucu hayata geçirilen ilk STK olan HESAR’ı (Human Emergency Search and Rescue) Türkiye-Hollanda İşgücü Anlaşması’nın 60. Yıldönümü Galasında Rotterdam’da kamuoyuna takdim ettik.

ertsar

İki ülke arasındaki Dostluk Antlaşması’nın imzalanmasının 100. yıldönümünde böyle bir STK’nın kurulması bizim için gurur verici. Buradan bu projeyi hayata geçiren gençlerimizi selamlıyor, tebrik ve teşekkürlerimizi bu vesileyle bir kez daha iletiyorum.
Türk toplumunun o gün sergilediği seferberlik ruhu tüm Hollanda makamlarını etkiledi.

Toplumumuz öylesi duygusal bir ortamda öyle büyük bir yardım faaliyetine girişti ki, kısa sürede birçok insani yardım malzemesinin Hollanda’daki stokları tükendi. Avrupa’daki en büyük yardım Almanya’dan sonra Hollanda’dan sağlandı. O dönem ticari amaçlı araçlar hariç Kapıkule Sınır Kapımızdan geçen insani yardım malzemesi taşıyan kamyonlarını % 10’unun Hollanda’dan çıkış yaptığı açıklandı. Hollanda makamları bilahare toplumumuzun çalışmasının Hollanda’daki kamu düzeninde hiçbir aksaklık yaratmadan sürdüğünü memnuniyetle gördüğünü Büyükelçiliğimize iletti.

Yardımdan etkilenen bir diğer kurum ise, Hollanda Kızılhaç yönetimiydi. Bu dinamizmden kendi gönüllü faaliyetlerinde yararlanmak adına toplumumuzla diyaloğa geçtiler.”

Afbeelding met tekst, Lettertype, ontwerp Automatisch gegenereerde beschrijving

Soru: Artık, yakından tanıdığınız Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşlarının başarılı çalışmaları hakkında ve gerektiği zaman, sağcı, solcu, dinci ve ateist-deistliğe bakılmaksızın iç içe olmalarını nasıl karşılıyorsunuz? Bu durumun diğer Avrupa ülkelerinde bir eksiklik olduğuna inanıyor musunuz?

Cevap: “Hollanda Türk toplumunun temelleri İşgücü Anlaşması ile bundan 60 sene önce atıldı. O günden bu yana her alanda gelişerek büyüyen bir toplumumuz var. Bu gelişimden sivil toplum faaliyetlerinin pay almaması tabii ki mümkün değildi. Nitekim, bugün geldiğimiz noktada çok başarılı işlere imza atan, toplumsal bütünlüğe harç olan bir Türk sivil toplum yapılanması mevcut. Bunun en somut örneğini de ülkemizdeki deprem felaketi sonrasında ortaya çıkan seferberlik ruhunda gördük.
Tüm kesimler, Hollanda’da farklılıklarını zenginliğe dönüştürmüş bir Türk toplumu olduğunu depremler vesilesiyle de bir kez daha gördü. Birlik ruhunun oluşturduğu güç, toplumumuzun başta Hollanda makamları olmak üzere ilgili tüm kesimlerce takdirle izlenmesine vesile oldu. Bu ruhun bozulmadan ve güçlenerek devam etmesini arzu edioruz.
Diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımızda da buradakine benzer bir birlik ve beraberlik ruhu bulunduğuna eminiz.”

Soru: Son olarak, yurttaşlarımıza neler söylemek istersiniz?

Cevap: “Geçmişi beş yüzyıla yaklaşan Türkiye-Hollanda ilişkilerinde 2024 yılının özel bir anlamı bulunmaktadır. 1964 yılında imzalanan İşgücü Anlaşması’nın 60. yıldönümüne ilaveten, bu yıl ayrıca Türkiye Cumhuriyeti ile Hollanda Krallığı arasında 16 Ağustos 1924 tarihinde imzalanan Dostluk Anlaşması’nın 100. yıldönümünü kutluyoruz. Çağdaş dönemdeki Türkiye-Hollanda dostluğunun temelini teşkil eden bu anlaşma bizim için ayrı bir önem taşıyor. Zira Hollanda Krallığı 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk yedi devletten biridir.

Toplumumuz birlikten kuvvet doğduğunu zaten gayet iyi bilmektedir. Hollanda toplumunun ayrılmaz ve güçlü bir parçası olmuş iken, anadiline, kültürüne ve değerlerine sahip çıkan, Hollanda toplumuna entegre olarak katkı sunmayı sürdüren toplumumuzun, Büyükelçiliğimizin Başkonsolosluklarımız ile beraber her zaman yanlarında olduğunu bilsin isteriz.

Toplumumuzun varlığı, Türkiye-Hollanda tarihi ilişkilerinin en güçlü teminatıdır. Vatandaşlarımızı ve Türk toplumunun tüm değerli üyelerini saygı ve sevgiyle kucaklıyorum.”

        BÜYÜKELÇİ ÜNAL’IN ÖZGEÇMİŞİ

Afbeelding met tekst, kleding, Menselijk gezicht, microfoon Automatisch gegenereerde beschrijving

İlkokul, orta okul ve liseyi T.E.D. Ankara Koleji’nde tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur.
1992’de Personel Dairesi Başkanlığı’nda Aday Meslek Memuru olarak göreve başlamıştır.
1993’te Batı Avrupa Dairesi’nde Aday Meslek Memuru olarak görev yapmıştır. 1994’teki askerlik görevi ertesinde 1995’e değin Batı Avrupa Dairesi’nde Ataşe, bilahare; 1995’te Doha (Katar) Büyükelçiliği’nde Üçüncü Kâtip, 1997’de Dublin (İrlanda) Büyükelçiliği’nde İkinci Kâtip, 2000’de Irak Dairesi’nde Başkâtip, 2002’de Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi Nezdindeki Daimi Temsilcilik’te Müsteşar, 2006’da Bakan Özel Müşavirliği’nde Daire Başkanı, 2008’de Birleşmiş Milletler Nezdindeki (New York) Daimi Temsilcilik’te Müsteşar, Daimi Temsilcilik Müsteşarı olarak görev yapmıştır. 2010-2012 arasında Enformasyon Genel Müdür Yardımcılığı’nda Elçi-Genel Müdür Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü, 2012-2014 arasında Bakan Özel Müşavirliği’nde Elçi-Bakan Özel Müşaviri olarak görev yapmıştır.
Eylül 2014-Aralık 2018 arasında Ottava (Kanada) Büyükelçisi olarak görev yapmıştır.
2019-2022 yılları arasında Suriye (İkili Siyasi İlişkiler) Genel Müdürü olarak görev yapmıştır.

******************************************

İLHAN KARAÇAY VOERDE EEN DİEPGAAND INTERVİEW MET ONZE AMBASSADEUR İN DEN HAAG, SELÇUK ÜNAL…

*De Rol en Successen van de Turkse Gemeenschap in Nederland…
* Aardbeving en de Mobilisatiegeest van de Turkse Gemeenschap in Nederland…
*Van Migratie tot Vriendschap: 100 Jaar Turkije-Nederland Relaties…
*Culturele en Sociale Bijdragen van de Turkse Gemeenschap in Nederland…
*Het Voorbeeldige Solidariteit van de Turkse Gemeenschap in Nederland…
*De Leidersrol van Turkse Jongeren in Nederland bij Rampenhulpcampagnes…

Afbeelding met kleding, persoon, Menselijk gezicht, person Automatisch gegenereerde beschrijving

De ontmoeting met Selçuk Ünal, de ambassadeur van Turkije in Den Haag, werpt een licht op de historische en hedendaagse ontwikkelingen in de betrekkingen tussen Turkije en Nederland, evenals op de dynamiek van de Turkse gemeenschap in Nederland. Ambassadeur Ünal valt op door zowel zijn diplomatieke verantwoordelijkheden als zijn nauwe betrokkenheid bij de Turkse gemeenschap. Dit interview toont hoe een diplomaat niet alleen interstatelijke relaties bevordert, maar ook effectief werkt aan het welzijn en de gemoedsrust van zijn landgenoten in het buitenland.

Tijdens het interview benadrukte ambassadeur Ünal de belangrijke rol van de Turkse gemeenschap in Nederland op verschillende gebieden, zoals sociale integratie, culturele bijdragen, en hun vermogen om zich snel te organiseren tijdens solidariteits- en hulpacties. Vooral na de aardbeving van 6 februari kwam de mobilisatiegeest van de Turkse gemeenschap in Nederland naar voren als een element dat de vriendschapsbanden tussen de twee landen verder versterkte. De solidariteit getoond door de Nederlandse autoriteiten en het Nederlandse volk werd door ambassadeur Ünal met waardering genoemd.

Ambassadeur Ünal sprak met trots over de successen van de Turkse gemeenschap op sociaal en cultureel gebied en benadrukte ook de intensieve inspanningen om uitdagingen zoals discriminatie en vreemdelingenhaat aan te pakken. Hij onderstreepte het belang van de inspanningen voor maatschappelijke harmonie en welzijn.

Onder leiding van ambassadeur Selçuk Ünal zijn de diplomatieke betrekkingen tussen Turkije en Nederland geëvolueerd tot een proces dat niet alleen staten, maar ook gemeenschappen met elkaar verbindt. Dit interview biedt een unieke kijk op de diepte van de Turkije-Nederland relaties en de bijzondere rol van de Turkse gemeenschap daarin.

HIER IS HET INTERVIEW DAT DE DIEPGANG VAN DE RELATIE TUSSEN TURKIJE EN NEDERLAND WEERSPIEGELT:

Vraag: Als een lid van het ministerie van Buitenlandse Zaken heeft u in veel landen gediend. Onder deze landen zijn er plaatsen met veel of juist weinig Turken. Wat waren uw indrukken en veranderingen toen u in Nederland aankwam?
Antwoord: “Nederland is het land met de grootste Turkse diaspora onder de landen waar ik heb gediend. Toen ik mijn ambt aanvaardde, wist ik al hoe dynamisch, hardwerkend en solidair de Turkse gemeenschap hier is, evenals hun hoge niveau van integratie in Nederland. De Turkse gemeenschap blijft, net als in het verleden, belangrijke bijdragen leveren aan het sociale en culturele leven van het land waarin zij wonen, zonder hun wortels te vergeten.”

Vraag: Er zijn drie Consulaten-generaal in Nederland. Op deze consulaten werken consulair medewerkers en attachés. Zij houden zich bezig met sociale, culturele, educatieve, gezondheids-, werk- en verblijfsproblemen van onze burgers hier. Ik zie dat u als ambassadeur ook nauw betrokken bent bij deze burgers. Voorheen richtten ambassadeurs zich vooral op diplomatieke vergaderingen, maar tegenwoordig zien we dat zij ook de problemen van burgers aanpakken. Wat is er veranderd dat ambassadeurs nu naast diplomatieke werkzaamheden ook betrokken zijn bij burgers?
Antwoord: “Directe communicatie met burgers, het stellen van vragen, het begrijpen van hun behoeften en het ontwikkelen van oplossingen op basis daarvan, is altijd een prioritaire taak geweest voor landen die als vaderland worden beschouwd. Bijvoorbeeld, het Nederlandse ministerie van Buitenlandse Zaken heeft een soortgelijke verantwoordelijkheid.
Een van de belangrijkste taken van onze ambassadeurs, consul-generaals en al het personeel is natuurlijk om zich bezig te houden met de problemen van onze burgers en oplossingen te bieden voor hun behoeften. De vooruitgang in transport- en communicatiemogelijkheden, de toename van het aantal personeelsleden en de uitbreiding van onze algemene middelen hebben ervoor gezorgd dat dit werk zichtbaarder is geworden.”

Vraag: Naast uw diplomatieke werkzaamheden, welke onderwerpen houden u het meest bezig als het gaat om het werken met onze burgers?
Antwoord: “De Turkse gemeenschap in Nederland is inmiddels gegroeid tot meer dan een half miljoen mensen. Deze situatie brengt vanzelfsprekend veel verschillende kwesties met zich mee.
Naast consulaire diensten werken we intensief aan de kwesties en problemen die door maatschappelijke organisaties onder onze aandacht worden gebracht, evenals aan negatieve trends zoals vreemdelingenhaat en islamofobie. Al deze kwesties zijn van groot belang voor de vrede, het welzijn en de veiligheid van onze gemeenschap.”

Vraag: Kort nadat u uw functie aanvaardde, vond op 6 februari een aardbeving plaats. Deze aardbeving bracht zowel Nederlanders als Turken in beweging. Misschien zijn er wereldwijd ongeëvenaarde hulpacties begonnen. Overal zagen we u in deze campagnes. Kunt u kort vertellen over die werkzaamheden en wat u het meest heeft geraakt?
Antwoord: “De aardbeving vond plaats toen ik pas zes dagen in functie was. Natuurlijk waren we allemaal erg verdrietig met mijn team. Maar ondanks ons verdriet moesten we snel hulp bieden aan ons volk. Er was geen tijd voor andere zaken.
We richtten snel een Crisiscentrum op in de ambassade. Samen met al onze consul-generaals, raadgevers, attachés, alle NGO’s, Turkish Airlines en andere particuliere bedrijven werkten we hier en ter plaatse dag en nacht. Terwijl pallets werden geladen onder vliegtuigen en vrachtwagens vertrokken vanuit moskeeën en opslagplaatsen, waren sommigen van ons altijd aanwezig op het terrein.

Afbeelding met tekst, person, kleding, pak Automatisch gegenereerde beschrijving
Wat ons het meest raakte, maar niet verraste, was hoe ongelooflijk snel de Turkse gemeenschap in Nederland zich organiseerde en in actie kwam. Er werd een mobilisatie uitgeroepen en iedereen deed wat hij kon om te helpen.
Vanaf het begin onderhielden we contact met de Nederlandse autoriteiten, en hun snelle reactie, evenals de solidariteit van het Nederlandse volk en onze Nederlandse vrienden, was onvergetelijk in dit proces. Vooral de snelle inzet van Nederlandse instellingen en organisaties voor zoek- en reddingsoperaties in ons land, evenals de belangstelling en inspanningen van vrijwilligers uit de Turkse gemeenschap, raakte ons diep.”

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Vraag: Tijdens de aardbevingcampagne in Nederland werd 128 miljoen euro ingezameld. Dit geld werd verdeeld onder hulporganisaties, en elke organisatie betaalde voor projecten die aan hen werden voorgesteld. Heeft u informatie over deze betalingen en het resterende bedrag? Zo ja, wat zijn die gegevens?
Antwoord: “Na deze ramp, die werd beschreven als de aardbeving van de eeuw, werd aangekondigd dat er via de Giro 555-campagne, die duurde tot 31 december 2023, in totaal ongeveer 128 miljoen euro werd ingezameld voor de aardbevingsgebieden in ons land en Syrië. Tijdens dit proces werd vanaf dag één een efficiënte communicatie tot stand gebracht tussen het Giro 555-platform en onze ambassade. Ze hebben ons altijd transparante en duidelijke informatie verstrekt. Bij deze wil ik nogmaals onze dank uitspreken aan het hele Nederlandse volk voor hun steun en bijdragen aan deze campagne.

In februari 2024 werd het tussentijdse rapport van de campagne openbaar gemaakt. Volgens dit rapport was er op 31 oktober 2023 ongeveer 900.000 euro van de donaties gereserveerd voor campagne- en kantooruitgaven, en werd ongeveer 43,6 miljoen euro, wat neerkomt op ongeveer 35% van de donaties, gebruikt door verschillende NGO’s die actief zijn in de aardbevingsgebieden. Volgens het rapport is er ongeveer 119,7 miljoen euro overgedragen aan NGO’s die ter plaatse werken. Het resterende bedrag van 6,6 miljoen euro was op dat moment nog niet toegewezen door het Giro-platform aan een specifieke organisatie of doel. We begrijpen dat de overdracht van de donaties zal doorgaan tot 1 maart 2025. Na deze datum verwachten we dat het eindrapport van de campagne zal worden gepubliceerd en dat definitieve cijfers openbaar worden gemaakt. Natuurlijk begrijpt iedereen dat zij contact kunnen opnemen met het Giro-platform voor informatie.”

We weten ook dat verschillende officiële instanties in Nederland, vergelijkbaar met die in ons eigen land, directe bijdragen aan ons land hebben geleverd.

Afbeelding met tekst, hemel, pak, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving
De containerwoningen die zijn gebouwd door de Nederlands-Turkse zakenvereniging HOTİAD in Hatay Serinyol, zijn een bewijs van het voortouw dat Turken nemen in liefdadigheid.

Vraag: U organiseerde een lunch als blijk van dankbaarheid voor de Nederlandse Urban Search and Rescue (USAR)- en Medical Evacuation (MEDEVAC)-teams voor hun werk in het aardbevingsgebied. Kunt u uw gevoelens hierover delen? Afbeelding met vlak, buitenshuis, Vliegreizen, transport Automatisch gegenereerde beschrijving

Antwoord: “Het enige officiële stedelijke zoek- en reddingsteam van Nederland, USAR.NL, werd opgericht na de aardbeving in ons land in 1999 door Nederlanders die zich afvroegen wat er in dergelijke situaties gedaan kon worden. Dit team, dat destijds werd opgericht en nog steeds de enige instelling in zijn soort is, was een van de eerste teams die reageerden op onze oproep om hulp na de aardbeving. Met hun inspanningen redden ze het leven van 12 van onze mensen. Ze verklaarden ook dat ze één hond en één kanarie hadden gered.

Het MEDEVAC-team voerde ook tal van transportoperaties uit in het aardbevingsgebied, waarbij veel van onze gewonde burgers naar grotere medische centra in ons land werden gebracht en ze het leven van veel van onze mensen hebben geraakt.”

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijvingDe ontvangst van de terugkerende hulpteams

“Wij woonden de terugkeerceremonie bij van beide teams naar Nederland. We ontvingen beide teams tijdens een evenement dat werd georganiseerd in het Yunus Emre Instituut. Samen met de voormalige Nederlandse minister van Buitenlandse Zaken nam ik deel aan een ceremonie en hield ik een toespraak. Vervolgens werd aan de teamleider van USAR.NL, als vertegenwoordiger van alle teams, een onderscheiding overhandigd door onze president in Ankara. Daarnaast hebben we hen ook geëerd tijdens onze Nationale Dag. Nogmaals willen we onze Nederlandse vrienden bedanken.”

Afbeelding met persoon, mensen, overdekt, groep Automatisch gegenereerde beschrijvingOntvangst in het Yunus Emre Instituut

Vraag: U sprak met de leiders van dezelfde organisaties en stelde voor om Turken toe te voegen aan de vrijwilligers. Kunt u vertellen over de ontwikkelingen op dit gebied?
Antwoord: “We zagen allemaal de enorme behoefte aan zoek- en reddingsteams die in die tijd ontstond. Het feit dat Turkse jongeren zich in zeer korte tijd organiseerden en als teams naar het aardbevingsgebied trokken om hun bijdragen te leveren, gaf ons deze inspiratie. Op basis van een voorstel van de Turkse gemeenschap in Nederland hebben we vanaf dag één deze suggestie gedaan aan het management van USAR.NL. Aangezien zij openstaan voor dialoog en samenwerking, reageerden zij positief op dit voorstel. We begrijpen dat zij aanvragen met welwillendheid zullen beoordelen om onze NGO’s in de juiste richting te kunnen begeleiden.

Daarnaast hebben we onze jongeren aangemoedigd om zich op dit gebied te organiseren en, indien nodig, de mogelijkheden en vaardigheden te verwerven om de helpende hand van de Turkse gemeenschap in Nederland veel krachtiger te kunnen reiken aan slachtoffers van rampen over de hele wereld. Als resultaat van deze aanmoediging werd de eerste NGO, HESAR (Human Emergency Search and Rescue), opgericht en gepresenteerd aan het publiek tijdens het 60-jarig jubileumgala van de Arbeidsovereenkomst tussen Turkije en Nederland in Rotterdam.

ertsar

Het is voor ons een bron van trots dat zo’n NGO wordt opgericht in het 100-jarig jubileum van het Vriendschapsverdrag tussen de twee landen. Via deze gelegenheid groeten we nogmaals de jongeren die dit project tot leven hebben gebracht en bedanken en feliciteren we hen.

De mobilisatiegeest die de Turkse gemeenschap die dag toonde, maakte indruk op alle Nederlandse autoriteiten. Onze gemeenschap ging in zo’n emotionele omgeving een enorme hulpactie aan, dat in korte tijd de voorraden humanitaire hulpgoederen in Nederland uitgeput raakten. Na Duitsland leverde Nederland de grootste hulp in Europa. Destijds werd aangekondigd dat 10% van de vrachtwagens met humanitaire hulpgoederen die via onze grensovergang Kapıkule passeerden, uit Nederland kwam, exclusief commerciële voertuigen.

De Nederlandse autoriteiten deelden ons ambassade later mee dat ze tevreden waren over het feit dat het werk van onze gemeenschap zonder enig probleem in de openbare orde in Nederland werd voortgezet. Een andere organisatie die door de hulp werd beïnvloed, was het Nederlandse Rode Kruis. Met het oog op het benutten van deze dynamiek in hun eigen vrijwilligersactiviteiten, gingen ze in dialoog met onze gemeenschap.”

Afbeelding met tekst, Lettertype, ontwerp Automatisch gegenereerde beschrijving

Vraag: Wat vindt u van het succes van de Turkse maatschappelijke organisaties in Nederland, die u inmiddels goed kent? Hoe kijkt u naar het feit dat deze organisaties samenwerken, ongeacht politieke of religieuze verschillen zoals rechts, links, religieus of atheïstisch-deïstisch? Denkt u dat dit een gemis is in andere Europese landen?
Antwoord: “De basis van de Turkse gemeenschap in Nederland werd 60 jaar geleden gelegd met de Arbeidsovereenkomst. Sindsdien is onze gemeenschap op alle gebieden gegroeid en zich ontwikkeld. Het is vanzelfsprekend dat deze ontwikkeling ook een impact heeft gehad op maatschappelijke activiteiten. Vandaag de dag hebben we een Turkse maatschappelijke structuur die zeer succesvolle projecten heeft gerealiseerd en bijdraagt aan de sociale cohesie. Het meest concrete voorbeeld hiervan zagen we in de mobilisatiegeest die ontstond na de aardbeving in ons land.

Alle lagen van de bevolking hebben opnieuw laten zien dat er in Nederland een Turkse gemeenschap is die haar diversiteit heeft omgezet in rijkdom. De kracht van de eenheid, die door deze geest is gecreëerd, heeft ervoor gezorgd dat onze gemeenschap met waardering werd gevolgd, niet alleen door de Nederlandse autoriteiten, maar ook door alle betrokken partijen. We hopen dat deze geest van eenheid ongeschonden blijft en verder versterkt wordt.

We zijn ervan overtuigd dat ook onze landgenoten in andere Europese landen een soortgelijke geest van eenheid en solidariteit bezitten.”

Vraag: Tot slot, wat zou u onze burgers willen zeggen?
Antwoord: “De betrekkingen tussen Turkije en Nederland, die bijna vijf eeuwen teruggaan, hebben in 2024 een speciale betekenis. Naast de 60e verjaardag van de Arbeidsovereenkomst, vieren we dit jaar ook het 100-jarig jubileum van het Vriendschapsverdrag tussen de Republiek Turkije en het Koninkrijk der Nederlanden, ondertekend op 16 augustus 1924. Dit verdrag, dat de basis vormt van de moderne vriendschap tussen Turkije en Nederland, is van bijzonder belang voor ons, aangezien het Koninkrijk der Nederlanden een van de eerste zeven landen was die de Republiek Turkije, opgericht op 29 oktober 1923, erkenden.

Onze gemeenschap weet heel goed dat eenheid kracht geeft. Terwijl zij een integraal en krachtig onderdeel zijn geworden van de Nederlandse samenleving, blijven zij bijdragen aan de Nederlandse samenleving door hun moedertaal, cultuur en waarden te behouden. Ze moeten weten dat onze ambassade, samen met onze consulaten-generaal, altijd aan hun zijde staat.

Het bestaan van onze gemeenschap is de sterkste garantie voor de historische betrekkingen tussen Turkije en Nederland. Ik omarm al onze burgers en alle waardevolle leden van de Turkse gemeenschap met respect en liefde.”

DE LEVENSLOOP VAN AMBASSADEUR ÜNAL

Afbeelding met tekst, kleding, Menselijk gezicht, microfoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Hij voltooide zijn lagere, middelbare en middelbare schoolopleiding aan het T.E.D. Ankara College. Hij is afgestudeerd aan de Faculteit Politieke Wetenschappen van de Universiteit van Ankara, afdeling Internationale Betrekkingen.
In 1992 begon hij zijn carrière als kandidaat-diplomaat bij de Afdeling Personeelszaken.
In 1993 werkte hij als kandidaat-diplomaat bij de West-Europa Afdeling. Na zijn militaire dienstplicht in 1994 werkte hij tot 1995 als Attaché bij dezelfde afdeling. Vervolgens bekleedde hij de volgende functies: Derde Secretaris bij de Ambassade in Doha (Qatar) in 1995, Tweede Secretaris bij de Ambassade in Dublin (Ierland) in 1997, Hoofdsecretaris bij de Irak-afdeling in 2000, Raad bij de Permanente Vertegenwoordiging bij het VN-kantoor in Genève in 2002, Afdelingshoofd bij het Ministerieel Adviesbureau in 2006, en Raad en Plaatsvervangend Permanente Vertegenwoordiger bij de Permanente Vertegenwoordiging bij de Verenigde Naties in New York in 2008.
Van 2010 tot 2012 diende hij als Gezant en Plaatsvervangend Directeur-Generaal bij de Algemene Directie voor Informatie en als Woordvoerder van het Ministerie. Van 2012 tot 2014 was hij Gezant en Speciaal Adviseur van de Minister bij het Ministerieel Adviesbureau.
Van september 2014 tot december 2018 was hij de Ambassadeur van Turkije in Ottawa (Canada).
Van 2019 tot 2022 bekleedde hij de functie van Directeur-Generaal voor Bilaterale Politieke Betrekkingen met Syrië.

114 YILLIK HEREKE HALISI RESTORASYONUN ARDINDAN LAHEY BARIŞ SARAYI’NA GERİ DÖNDÜ

114 YILLIK HEREKE HALISI RESTORASYONUN ARDINDAN LAHEY BARIŞ SARAYI’NA GERİ DÖNDÜ

9 Ocak günü yapılacak olan törene Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal katılacaklar.

Restorasyon ve koruma planı, geleneksel zanaat, kimyasal analiz ve restorasyon tekniklerini birleştiren sekiz aşamalı bir süreç olarak tasarlanmış.

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van het nieuws is onderaan)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving                    İlhan KARAÇAY’ın haberi:

Türkiye’nin 114 yıl önce, Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Barış Sarayı’na hediye ettiği Hereke halısı, iki yıl önce restorasyon için Türkiye’ye götürülmüştü.

(Halının Türkiye’ye taşınma hikâyesini, daha önce yazmış olduğum haberi, altta bulacaksınız.)

‘Uluslararası Yüksek Adalet Divanı’ olarak da anılan Saray yönetiminden şahsıma gönderilen açıklamada aynen şöyle yazılıyor:

114 YILLIK HEREKE HALISI RESTORASYONUN ARDINDAN BARIŞ SARAYI’NA GERİ DÖNDÜ

Barış Sarayı’nın inşasına katkıda bulunmak için 40’tan fazla ülke sanat eserleri veya yapı malzemeleri bağışlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1911 yılında hediye edilen ve Türkiye dışında bulunan en büyük el dokuması halı, doğduğu yerde bilim ve geleneksel zanaatı birleştiren kapsamlı bir restorasyon sürecinden geçti. Yaklaşık iki yıl süren yokluğun ardından 160 metrekarelik bu halı, Barış Sarayı’na geri dönüyor.

Hereke Halısı

Afbeelding met overdekt, meubels, vloer, interieurontwerp Automatisch gegenereerde beschrijving

Barış Sarayı’nın halısı, kendine özgü geometrik Hereke desenine sahiptir ve 13.704.480 Türk “Gördes” düğümünden oluşmaktadır. Yaklaşık 160 m² boyutunda ve 700 kilogram ağırlığındaki bu halı, sarayın en görkemli odalarından biri olan Japon odasının zeminini süslemektedir. Bu oda, özellikle Daimi Tahkim Mahkemesi’nin birçok konferans ve duruşmasına ev sahipliği yapmaktadır. Hereke halıları uzun ömürlü ve dayanıklı olarak bilinse de bu konferans odasının yoğun kullanımı nedeniyle Barış Sarayı’ndaki Hereke halısı restorasyona ihtiyaç duymuştur. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, halıyı Türkiye’de uzmanlar tarafından restore ettirmeyi cömertçe teklif etmiştir.

Lojistik ve Restorasyon

Barış Sarayı’nın sahibi ve yöneticisi Carnegie Vakfı ile Türk hükümeti arasında Ocak 2023’te bir protokol imzalanmasının ardından, karmaşık lojistik planlamalar yapılmış ve halı Mart 2023’te yola çıkmıştır. İlk olarak, Kuzey Hollanda’daki Cruquius şehrinde bulunan Icat firmasına detaylı bir temizlik için götürülmüştür. Daha sonra Sultanhanı, Aksaray’a taşınmıştır. Kasım 2023’te bir Hollanda heyeti, restorasyon süreci hakkında daha fazla bilgi almak üzere Aksaray’a bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

Restorasyon ve koruma planı, geleneksel zanaat, kimyasal analiz ve restorasyon tekniklerini birleştiren sekiz aşamalı bir süreç olarak tasarlanmıştır. Halı, dijital bir ortamda 280 eşit parçaya (yarım metrekarelik) bölünmüş ve hasar en son teknolojiyle belgelenmiştir. İncelemeler sırasında 15 farklı hasar türü tespit edilmiş ve en ciddi bozulmanın mobilya ve insan trafiği nedeniyle oluştuğu belirlenmiştir.

Halının dokunmasında kullanılan iplik türlerini ve renkleri belirlemek amacıyla, uzman ekip Ankara’daki Türk Enerji Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’nun (TENMAK) analiz laboratuvarlarından destek almıştır. Halının farklı bölgelerinden alınan mikron boyutundaki örnekler üzerinde yapılan analizler doğrultusunda, halının orijinal iplik türlerine uygun onarım iplikleri temin edilmiştir. Halının renkleri yerinde yapılan kolorimetrik ölçümlerle belirlenmiş ve iplikler, geleneksel yöntemlerle bitkiler ve köklerden elde edilen doğal pigmentlerle boyanmıştır.

Buckingham Sarayı’ndaki halıları da restore eden, son derece yetenekli ve deneyimli bir zanaatkâr ekibi, ardından restorasyon çalışmalarına başlamıştır.

Geri Dönüş Töreni

Barış Sarayı’nın kültürel mirasının önemli bir parçası olan halı üzerinde yaklaşık bir yıl süren çalışmanın ardından, halı Ocak 2025’te sarayın Japon salonundaki yerine geri dönecektir. 9 Ocak 2025 Perşembe günü düzenlenecek bir törenle halı resmi olarak sergilenecektir. Törende Carnegie Vakfı Başkanı Piet Hein Donner, Türkiye Cumhuriyeti Hollanda Büyükelçisi Selçuk Ünal, Daimi Tahkim Mahkemesi Genel Sekreteri Dr. Hab. Marcin Czepelak ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy kısa konuşmalar yapacaktır.

Barış Sarayı

Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Barış Sarayı, adaletin ve barışın küresel bir sembolüdür. 1913 yılında kapılarını açan saray, o tarihten bu yana “Hukuk Yoluyla Barış” idealine hizmet etmektedir. Bugün Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Barış Sarayı, Carnegie Vakfı’na aittir ve vakıf tarafından yönetilmektedir.

1907 yılında Barış Sarayı’nın temel taşı atıldığında, ülkelerden sarayın inşasına katkıda bulunmaları istenmiştir. 40’tan fazla ülke bu çağrıya yanıt vermiş, resimler ve vazolar gibi sanat eserleri veya ahşap ve mermer gibi yapı malzemeleri bağışlamıştır. Bu nedenle Barış Sarayı sadece dünya için değil, aynı zamanda dünyadan bir yer olma özelliği taşımaktadır.

****************************************************************************

114 JAAR OUDE HEREKE TAPIJT KEERT TERUG NAAR VREDESPALEIS NA RESTAURATIE

Minister van Cultuur en Toerisme Mehmet Nuri Ersoy en onze ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, zullen de ceremonie op 9 januari bijwonen.

Het restauratie- en conserveringsplan is ontworpen als een achtstappenproces waarin traditionele ambachten, chemische analyses en restauratietechnieken worden gecombineerd.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving
                                           Nieuwsbericht van İlhan KARAÇAY:

Het Hereke-tapijt dat 114 jaar geleden door Turkije werd geschonken aan het Vredespaleis in Den Haag, Nederland, werd twee jaar geleden voor restauratie naar Turkije gebracht.

Het verhaal van hoe het tapijt naar Turkije werd overgebracht, kunt u hieronder lezen in mijn eerder geschreven nieuwsbericht.

In een verklaring die ik ontving van het paleisbestuur, ook wel bekend als het ‘Internationaal Gerechtshof’, staat het volgende:

114 jaar oud Hereke-tapijt terug in Vredespaleis na restauratie in Turkije

Meer dan 40 landen hebben bijgedragen aan de bouw van het Vredespaleis door kunstwerken of bouwmaterialen te schenken. Het grootste handgeweven tapijt buiten Turkije werd in 1911 geschonken door het Ottomaanse Rijk en is nu uitgebreid gerestaureerd op de plaats van herkomst, waarbij wetenschap en traditioneel vakmanschap worden gecombineerd. Na een afwezigheid van bijna twee jaar keert het 160 vierkante meter grote tapijt nu terug naar het Vredespaleis.

Hereke-tapijt
Het tapijt van het Vredespaleis heeft een kenmerkend geometrisch Hereke-patroon en bestaat uit 13.704.480 Turkse “Gördes”-knopen. Het heeft een grootte van ongeveer 160 m² en weegt ongeveer 700 kilogram. Het tapijt siert de vloer van de Japanse kamer, een van de statigste kamers van het paleis. Veel conferenties en hoorzittingen, met name van het Permanente Hof van Arbitrage, worden in deze kamer gehouden. Hoewel Hereke-tapijten bekend staan ​​als lang meegaand en duurzaam, was het Hereke-tapijt in het Vredespaleis toe aan restauratie vanwege het intensieve gebruik van deze conferentieruimte. Het Turkse ministerie van Cultuur en Toerisme bood genereus aan om het tapijt te restaureren door specialisten in Türkiye.

Logistiek en restauratie
Nadat in januari 2023 een protocol was getekend tussen de Carnegie Foundation, als eigenaar en beheerder van het Vredespaleis, en de Turkse overheid, werd de complexe logistiek gepland en begon het tapijt in maart 2023 aan zijn reis. Het werd eerst naar het bedrijf Icat in Cruquius in het noorden van Nederland gebracht voor een grondige reiniging. Het Hereke-tapijt werd vervolgens per vrachtwagen naar Sultanhanı in de Turkse provincie Aksaray vervoerd. Kort na aankomst reisde een Nederlandse delegatie in november 2023 naar Aksaray om meer te weten te komen over het aanstaande restauratieproces.

Er werd een conservatie- en restauratieplan opgesteld in acht fasen, waarbij verschillende gebieden zoals traditioneel vakmanschap, chemische analyse en restauratietechnieken werden gecombineerd. In een digitale omgeving werd het tapijt verdeeld in 280 gelijke stukken van een halve vierkante meter en werd de schade gedocumenteerd met behulp van de nieuwste technologie. Tijdens deze onderzoeken werden 15 verschillende soorten schade geïdentificeerd en werd duidelijk dat de ernstigste achteruitgang werd veroorzaakt door slijtage door het gebruik van meubels en menselijk verkeer.

Om te bepalen welke garens meer dan 100 jaar geleden werden gebruikt om het tapijt te weven en welke kleuren werden gebruikt, kreeg het team van experts ondersteuning van de analyselaboratoria van het Turkse Ministerie van Energie (TENMAK – Turkish Energy Nuclear and Mineral Research Council) in Ankara. In overeenstemming met de analyseresultaten van micromonsters die van verschillende delen van het tapijtoppervlak waren genomen, werden reparatiegarens verstrekt die overeenkwamen met de originele garentypen van het tapijt. De kleuren van het tapijt werden bepaald door colorimetrische metingen ter plaatse en de garens werden vervolgens geverfd met behulp van natuurlijke pigmenten afkomstig van planten en wortels met traditionele methoden.

Een team van zeer vaardige, ervaren ambachtslieden, die ook tapijten voor Buckingham Palace in Londen hebben gerestaureerd, begon vervolgens met de restauratiewerkzaamheden.

Terugkeerceremonie
Nadat er ongeveer een jaar aan het tapijt is gewerkt, dat een belangrijk onderdeel is van het culturele erfgoed van het Vredespaleis, zal het in januari 2025 terugkeren naar zijn plaats in de Japanse hal van het paleis. Het zal worden onthuld tijdens een feestelijke ceremonie op donderdag 9 januari 2025. Tijdens de ceremonie zullen Piet Hein Donner, voorzitter van de Carnegie Foundation, HE Selçuk Ünal, ambassadeur van de Republiek Turkije in Nederland, Dr. Hab. Marcin Czepelak, secretaris-generaal van het Permanente Hof van Arbitrage, en HE de heer Mehmet Nuri Ersoy, minister van Cultuur en Toerisme van de Republiek Turkije, korte toespraken houden.

Vredespaleis
Het Vredespaleis in Den Haag, Nederland, is het wereldwijde symbool van rechtvaardigheid en vrede. Het opende zijn deuren in 1913 en dient sindsdien het ideaal van “Vrede door Recht”. Tegenwoordig herbergt het het Permanente Hof van Arbitrage, het Internationaal Gerechtshof van de Verenigde Naties, de Haagse Academie voor Internationaal Recht en de Bibliotheek van het Vredespaleis. Het Vredespaleis is eigendom van en wordt beheerd door de Carnegie Stichting.

In 1907, toen de eerste steen van het Vredespaleis werd gelegd, werd aan landen gevraagd om bij te dragen aan de bouw van het paleis. Meer dan 40 landen gaven gehoor aan deze oproep en doneerden kunstwerken zoals schilderijen en vazen, of bouwmaterialen zoals hout en marmer. Zo is het Vredespaleis niet alleen een plek voor de wereld, maar ook van de wereld.

      ****************************************

HALININ TÜRKİYE’YE TAŞINIZ ÖYKÜSÜNÜ ŞÖLE YAZMIŞTIM:

LAHEY YÜKSEK ADALET DİVANI’NDAKİ
TÜRK HALISININ HİKÂYESİ…

*Türk-Yunan anlaşmazlığı davasına bakan ve yetkisizlik kararı veren Yüksek
Adalet Divanı’ndaki Türk halısını 50 yıl önce fotoğraflamıştım.

*112 Yıl önce Osmanlı tarafından hediye edilen halı, tarafların anlaşması ile
restore edilmek üzere Türkiye’ye götürüldü.

*Hollandalılar’ın ‘Barış Sarayı’ (VredesPalais) diye adlandırdıkları sarayda
dört kuruluş yer alıyor.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

Bizim, “Lahey Yüksek Adalet Divanı” olarak söz ettiğimiz “Barış Sarayı”na, Hollandalılar “VredesPleis” diyorlar. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, “Yüksek Adalet Divanı”a taşınmıştı.

Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Uluslararası Adalet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya davet etmişti.

O zamanlar tüm dünyada sitayişle söz edilen “Barış Sarayı”nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan davasının önemi yanında, böylesi dünyaca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.
Malumdur, o zamanlar “Haber atlatma” yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı “Türk-Yunan” davası değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.
Böylesi ilginç bir halı hikâyesi, Hürriyet’te birkaç gün konu olmuş ve nasibimize düşen övgüleri kazanmıştık.

50 YIL SONRA

İşte o halının hikâyesi, bu kez 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.
Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yani 112 yıl öncesine dayanıyor.
112 Yıl öncenin yılı 1911 idi.
Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.
Şimdi, restore (tadilat) edilmesi için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi:

“Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 112 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.”


Afbeelding met kleding, person, persoon, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving

Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzakerelerin sürdürüldüğü Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.

Afbeelding met kleding, overdekt, persoon, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen belgesel çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.

Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: “Ecdadımızın 1907’deki davete icabetle 1911’de armağan ettiği tarihi Hereke halısı 112 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzakere ve görüşmeye şahitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 112 yıl tarihe tanıklık etti.
Ecdadımızın uluslararası barışa desteğini o tarihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir İmparatorluktan diğer bir İmparatorluğa hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar uluslararası dostluk ve barış mesajını verecektir.”

İşte, hepimizi onurlandıran ve bundan sonraki gelişmeler ile bizi onurlandırmaya devam edecek olan Hereke Halısı’nın hikâyesi böyle. Ama tabii ki ‘Hereke Halısı’ deyip geçemeyiz.
İntihal (aşırma) yapmayacağım ama, Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.
(Bunun arkasından, ‘Barış Sarayı’ hakkında da bilgi vereceğim)

180 yıldır sarayları renklendiren fabrika: Hereke halı dokuma fabrikası

Afbeelding met tekst, buitenshuis, gebouw, deur Automatisch gegenereerde beschrijving

Kocaeli‘de 1843 yılında kurulan Osmanlı emaneti “Hereke Fabrika-i Hümayunu” dokuma fabrikası, 180 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak milli saraylara dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1 milyon düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.

Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devleti‘nin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, “Hereke Fabrika-i Hümayunu” ismiyle faaliyetini sürdürmeye başlayan fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başladı.

Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk yaşantısını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka haline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de ödüllere layık görüldü.

Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan II. Abdülhamit döneminde Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’in ziyareti vesilesiyle 1897 tarihinde Yıldız Şale Köşkü Muayede Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beyler Beyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adalet Divanı ve Beyaz Saray‘ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 180 yıldır faaliyetini sürdüren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hala milli saraylara halı dokumaya devam ediyor.
Hereke halısının özelliği, ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır

19. Yüzyıl Osmanlı Halıcılık Eğitiminde Hereke Fabrika-i Hümayunu Modeli

Afbeelding met kleding, persoon, houten, overdekt Automatisch gegenereerde beschrijving

Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan tarihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyasında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, OsmanlI halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda sürdürülen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve hah sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Yürütülen çabalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkez alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.

BU BARIŞ SARAYI’NIN HİKÂYESİ

Afbeelding met hemel, buitenshuis, toren, klok Automatisch gegenereerde beschrijving

Uluslararası Adalet DivanıBirleşmiş Milletler‘in başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda‘nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi amaçlanır.

Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması‘nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.

Saray’da, Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi bulunuyor.

Daimi Tahkim Mahkemesi

Daimi Tahkim Mahkemesi

Bir anlaşmazlığı tahkim yoluyla çözmek isteyen taraflar Daimi Tahkim Mahkemesine (PHA) başvurabilirler. PHA’ya sunulan anlaşmazlıkların çoğu en az bir eyaleti içerir. Ancak uluslararası kuruluşlar, şirketler ve kişilerle olan uyuşmazlıklar da ileri sürülebilir. Çoğu durumda, her iki tarafın da bir hakem atadığı üç üyeli bir mahkeme kurulur ve bu hakemler birlikte bir başkan atar. Böylece oluşturulan mahkeme dava hakkında karar verir. Taraflar ayrıca kararlaştırılacak hukuki meseleyi, kullanılacak dili ve gizlilik derecesini birlikte belirler. Hakemlerin kararları her durumda tarafları bağlar. PHA ayrıca arabuluculuk gibi bağlayıcı olmayan uyuşmazlık çözümü biçimleri sunar.

Afbeelding met overdekt, hal, muur, groot Automatisch gegenereerde beschrijving

Uluslararası Adalet Mahkemesi

Uluslararası Adalet Mahkemesi

Uluslararası Adalet Divanı (IGH), Birleşmiş Milletler’in (BM) ana yasal organıdır ve iki yönlü görevi vardır.

Birincisi, devletler tarafından getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözer. Uyuşmazlıklar temel olarak kara ve deniz sınırları, toprak egemenliği, güç kullanımı, uluslararası insancıl hukukun ihlali, devletlerin iç işlerine karışmama, diplomatik ilişkiler, rehin alma, sığınma hakkı, tabiiyet, vesayet, geçiş hakları ile ilgilidir. ve ekonomik haklar.

İkinci olarak, BM organları ve bunu yapmaya yetkili uzman kuruluşlar tarafından sunulan hukuk meseleleri hakkında istişari görüşler yayınlar. Görüşler, bu kurum ve kuruluşların hukuka uygun olarak nasıl işleyebileceklerini veya inatçı devletler karşısında otoritelerini nasıl güçlendirebileceklerini gösterebilir.

Uluslararası Adalet Divanı, farklı ülkelerden 9 yıllığına seçilen ve yeniden seçilebilen 15 yargıçtan oluşur. Mahkeme üyelerinin üçte biri her üç yılda bir seçilir. Başkan, her üç yılda bir akranları tarafından seçilir. Mahkemenin şu anki Başkanı ABD’den Joan E. Donoghue’dur. Mahkeme duruşmaları her zaman halka açıktır. Fransızca ve İngilizce, Mahkemenin daimi dilleridir.

Uluslararası Adalet Divanı (ICJ)

Uluslararası Teşkilat Künyesi

Afbeelding met cirkel, symbool, ontwerp, lijntekening Automatisch gegenereerde beschrijving

Teşkilatın Amacı:

Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD/ICJ) temel görevi, devletlerce önüne getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmektir. Divan ayrıca, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi ile Genel Kurulun yetkili kıldığı BM’nin diğer organları ve uzmanlık kuruluşları tarafından talep edilen konularda tavsiye görüşü verebilmektedir.

Kuruluş Tarihi:1945

Merkezi: Lahey

Türkiye’nin Üyelik Durumu:

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler.

Türkiye, UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmemektedir.

Teşkilatın Tarihi :

UAD, BM Şartı ile BM’nin asli “adalet organı” olarak kurulmuştur. UAD’nin kuruluşundan önce, Milletler Cemiyeti bünyesinde kurulan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı (USAD) bulunmaktaydı. Divan Statüsü, BM Şartı’nın ayrılmaz parçası olarak Şart ile birlikte 1945 yılında yürürlüğe girmiş ve USAD feshedilmiştir. UAD’nin ilk yargıçları 6 Şubat 1946’da seçilmiş, Divan’ın resmi açılışı ise 18 Nisan 1946’da yapılmıştır.

UAD, başta UAD Statüsüne taraf olan devletlere açıktır. Bu bağlamda, BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler. BM üyesi olmayan bir devletin UAD Statüsüne taraf olabilme şartlarının BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine BM Genel Kurulu tarafından tespit edileceği, BM Şartı’nda belirtilmiştir. Öte yandan, BM Şartı’na ve UAD Statüsüne taraf olmayan devletlerin, BM Güvenlik Konseyi tarafından belirlenecek koşullar uyarınca UAD önündeki bir davada taraf olma hakkı bulunmaktadır.

Ancak, UAD’nin esasa ilişkin yetkisini, devletlerin Divan önündeki davalara taraf olma hakkından ayırmak gerekir. Divan’ın yetkisi ihtiyari olup, UAD, sadece tarafların Divan önüne götürmeyi kabul ettikleri uyuşmazlıkları incelemeye yetkilidir.

UAD’nin zorunlu yargı yetkisini tanımayan devletler Divan’a bu yetkiyi şu yollarla tanıyabilirler: Tahkimname (uyuşmazlık tarafları, uyuşmazlığın konusunu ve taraflarını belirttikleri bir tahkimname ile aralarındaki uyuşmazlığı UAD’ye sunmayı kararlaştırabilirler), Anlaşma (devletler ikili veya çok taraflı anlaşmalarda, anlaşmadan doğan uyuşmazlıkların Divan’a havale edilmesini öngören bir hüküm getirebilirler), Tek taraflı bildirim/Beyan (Statü’ye taraf olan devletler “herhangi bir zaman, aynı vecibeyi kabul eden herhangi bir başka devlete karşı UAD Statüsü’nün 36(2) maddesinde düzenlenen hukuki mahiyetteki uyuşmazlıkların hepsi hususunda Divan’ın kaza yetkisini ipso jure ve özel bir anlaşma olmaksızın mecburi olarak tanıdıklarını” beyan edebilirler) ve Forum Prorogatum (bir devletin bir uyuşmazlığı Divan’a havale etmesi durumunda, diğer devletin, Divan’ın yargı yetkisini kabul ettiği anlamına gelecek bir tutum izlemesi).

Öte yandan, BM Şartı uyarınca, BM Genel Kurulu veya Güvenlik Konseyi hukuki herhangi bir mesele hakkında, Genel Kurulca yetkili kılınacak diğer BM organ ve uzmanlık kuruluşları ise çalışma alanlarında karşılarına çıkacak hukuki meseleler hakkında UAD’den tavsiye görüşü talep edebilirler.

UAD, ülkelerinde yüksek yargı görevlerinin icrası için gerekli şartları haiz bulunan veya uluslararası hukuk alanında tanınmış hukukçular arasından seçilen 15 hâkimden oluşmaktadır. Hâkimler, 9 yıl süreyle görev yapmaktadırlar ve yeniden seçilmeleri mümkündür.

 

SURİYE’DEKİ MEZHEP ÇATIŞMALARI: YENİ BİR TEHLİKENİN KAPISI ARALANIYOR

SURİYE’DEKİ MEZHEP ÇATIŞMALARI: YENİ BİR TEHLİKENİN KAPISI ARALANIYOR

Türkiye’yi, ‘Alevi-Sunni’ çatışması ile parçalamaya çalışan güçler, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya ve Gazi Mahallesi katliamları ile başaramadılar.

Şimdi aynı katliamları, uluslararasında sahneye koymak isteyenlerin oyununa gelmeyelim.

(Derleme yazımın Hollandacasını en altta bulacaksınız.
Je vind de Nederlandse versie van mijn recensie onderaan)

Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY derledi ve yazdı:

Değerli Okurlarım,

Dün sizlere sunduğum “Esad rejiminin çöküşü, mezhepçi yaklaşım ve Ortadoğu’nun geleceği…” başlıklı yazımda, Suriye’deki rejim değişikliğinin bölgesel dengelere etkisini, mezhepsel bakış açılarının zararlarını ve Türkiye’nin bu süreçteki rolünü değerlendirmiştim.
Bugün, bu yazımın özetine ve ardından Suriye’de yaşanan Alevî katliamlarını konu alan iki yazarın görüşlerine yer vereceğim. Umarım bu analizler, sizler için aydınlatıcı olur.

Şöyle başlamıştım dünkü yazıma:
Ben, Hatay’ın Samandağ ilçesinden Mersin’e göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak, tarihten bugüne bölgede yaşanan olayların hem kişisel hem de tarihî boyutlarına tanıklık etmiş bir gazeteciyim. Ailem, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının oylaması sırasında, Türkiye lehine oy kullanarak Atatürk’ün Türkiyesini tercih etmiş ve kendini her zaman bu kimlikle tanımlamıştır. Hayatım boyunca gazetecilikte tarafsızlık ilkesine bağlı kalmayı, olaylara yalnızca objektif bir pencereden bakmayı temel bir prensip edindim. Bu bağlamda, mezhepsel ya da ideolojik bir ayrışmaya katkıda bulunmamaya özen gösterdim.

Beşiktaş taraftarı olmama rağmen herhangi bir taraftar derneğine, Alevî mezhebine mensup olmama karşın Alevî derneklerine üye olmadım. Ancak bu kurumlara ve topluluklara destek olmaktan da geri durmadım. Gazetecilik kariyerimde, her zaman doğruyu arama ve aktarma çabasında oldum. Bugünkü yazımda da aynı titizliği göstermeye gayret ettim.

Afbeelding met tekst, Lettertype, handschrift, document Automatisch gegenereerde beschrijving
Bakınız, Türkiye’ye bağlılığımı, yayınlamış olduğum bir kitabımın önsözünde nasıl izah etmiştim. Yukarıda.

İşte, aşağıdaki yazdıklarımı, yukarıda anlatılan şiar ile hazırladığımı bilmenizi isteyerek sunuyorum:

Ortadoğu’nun kanayan yarası haline gelen mezhep çatışmaları, yalnızca Suriye’yi değil, tüm bölgeyi derinden sarsıyor. Suriye’de uzun süredir devam eden Alevi-Sünni gerilimi, tarihsel bağlamıyla birlikte daha geniş bir politik ve sosyal tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Türkiye için de bu durum, geçmişteki acı olayları hatırlatan bir uyarı niteliğinde.

Türkiye, 20. yüzyıl boyunca Alevi-Sünni ayrışmasını kaşıyarak toplumu bölmeyi hedefleyen güçlerin oyunlarına defalarca sahne oldu. Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya ve Gazi Mahallesi’nde yaşanan trajik olaylar, yalnızca toplumsal barışı değil, aynı zamanda ülkenin birliğini de tehdit eden süreçlere dönüştü. Ancak halkın sağduyusu ve ortak acıları paylaşma bilinci, bu tür provokasyonların amacına ulaşmasını engelledi.

Bugün, benzer bir oyunun Suriye’de uluslararası bir sahnede tekrar sergilenmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu kez hedef, yalnızca yerel bir mezhep çatışması yaratmak değil; bölgesel bir krizi küresel bir çatışmaya dönüştürmek. Suriye’deki bu gerilim, sınırları aşarak Türkiye’yi ve çevresindeki ülkeleri de etkisi altına alabilecek bir tehdit haline geldi.

Türkiye, geçmişten alınan derslerle, bu tür provokasyonlara karşı dikkatli ve sağduyulu olmalıdır. Alevi-Sünni ayrımını derinleştirerek toplumun kardeşlik bağlarını koparmak isteyen odaklara karşı durmak, yalnızca devletin değil, her bireyin ortak sorumluluğudur.

Uluslararası güçlerin ve bölgesel aktörlerin etkisiyle şekillenen bu karmaşık oyunu fark etmek ve buna göre hareket etmek, geleceğimizi korumanın anahtarı olacaktır. Toplumsal barışı tesis etmek ve bu tür çatışmaları büyütmeye yönelik girişimlere karşı birleşmek, hepimizin ortak hedefi olmalıdır.

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesiyle başlayan süreç, yalnızca bir hükümet değişikliği değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesine yol açan bir dönemin başlangıcıdır. Bu gelişme, mezhepsel çatışmaları körükleyen kesimlerin zafer naralarına karşın, aslında daha büyük ve karmaşık bir sorunun işaretidir. Esad’ın devrilmesi sonrası oluşan güç boşluğu, bölgedeki çatışmaları artırmış ve uluslararası müdahalelerin kapısını aralamıştır.

Esad sonrası süreçte Türkiye, hem tehdit hem de fırsatlarla karşı karşıya. Ancak bu fırsatların değerlendirilmesi için mezhepsel ön yargılardan arınmış, ulusal çıkarları gözeten bir dış politika gereklidir. Türkiye, bu krizden bölgesel bir güç olarak çıkabilir ancak bu yalnızca akılcı ve bağımsız bir stratejiyle mümkündür.

SURİYE’DEKİ ALEVÎ KATLIAMLARI VE İNSANLIK DRAMI İDDİALARI

Bu konuda sizler için iki yazardan iki kısa özet çıkardım. Bu özetlerin ardından da, yazarların görüşlerinin tamamını sizlere sunacağım.
Anlatılanlara bakış açınız tabii ki sizlerin tercihidir.

PROF. DR. OSMAN EĞRİ’NİN YAZISINDAN ÖZET

Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte Suriye’de ortaya çıkan insani kriz, özellikle Alevî toplumu için tarifsiz bir trajediye dönüştü. Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) gibi radikal gruplar, Alevîlerin kutsal mekanlarını ve önde gelen dini liderlerini hedef aldı. Hüseyin bin Hamdan el-Hasîbî’nin türbesinin yakılması ve türbede görevli kişilerin hunharca katledilmesi, bu vahşetin yalnızca bir örneğidir.

Alevîlere yönelik saldırılar, tarihsel bir bağlamda değerlendirildiğinde, 16. yüzyıldaki Osmanlı dönemindeki Kızılbaş katliamlarından farksızdır. Dini gerekçeler ileri sürülerek gerçekleştirilen bu saldırılar, aslında ekonomik ve siyasi motivasyonlarla beslenmektedir. Prof. Eğri, bu vahşeti izleyenlerin vicdanlarını sorgulamaları gerektiğini vurguluyor: “Bugün mazluma el uzatmayan, yarın kendisine uzatılacak bir el bulamaz.”

BAHADDİN SEÇİLİR’İN HAMİDE RENCÜS İLE YAPTIĞI SÖYLEŞİDEN ÖZET

Araştırmacı-yazar Hamide Rencüs ise Alevîlerin yanı sıra Hristiyanlar ve diğer azınlıkların da benzer tehditlerle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. HTŞ lideri Muhammed Colani’nin kontrolünde Suriye’de kurulan geçici hükümet, radikal bir İslam devleti inşasına yönelik adımlar atarken, azınlık topluluklar için soykırım tehditleri artmıştır. Alevîler yalnızca Beşar Esad’ın mezhepsel kimliği üzerinden değil, aynı zamanda dini ve kültürel varlıklarını koruma çabaları nedeniyle hedef alınmaktadır.

Rencüs, özellikle Lazkiye, Tartus ve Hama gibi şehirlerde yoğunlaşan katliamların sistematik bir şekilde sürdüğünü ifade ediyor. Radikal grupların soykırım çağrıları yaptığı ve sosyal medyada vahşet görüntülerini paylaştıkları bir ortamda, Alevîler savunmasız ve korumasız bırakılmış durumda.

SONUÇ VE BENİM DEĞERLENDİRMEM

Suriye’deki mevcut durum, yalnızca yerel bir çatışma olarak değil, aynı zamanda uluslararası güçlerin bölgeyi yeniden şekillendirme çabalarının bir parçası olarak değerlendirilmeli. Alevîlere yönelik katliamlar, insanlık onuruna yapılmış bir saldırıdır ve bu saldırılara karşı tepki göstermek, yalnızca Alevîlerin değil, insanlık onurunu savunan herkesin görevidir.

Türkiye, bu süreçte mezhepçi söylemlerden uzak durarak ve azınlıkların haklarını savunarak, bölgedeki barışın ve istikrarın sağlanmasında önemli bir rol oynayabilir. Ancak bu, ideolojik yaklaşımlar yerine, akılcı ve barış odaklı bir dış politika benimsemekle mümkündür.

Değerli okurlarım, vicdan sahibi herkesin Suriye’deki bu insani drama kayıtsız kalmaması gerekir. Unutmayalım ki bugün Alevîlere yapılan zulme sessiz kalırsak, yarın başka topluluklara yapılan zulme de sessiz kalmak zorunda bırakılabiliriz. İnsan olmanın gereği, her türden zulme karşı çıkmak ve mazlumun yanında durmaktır.

Şimdi iki yazarın yorumlarının tamamını sizlere sunuyorum. İki yazarı bağlayan aşağıdaki iddialar hakkında sizlerin düşüncesi de sizleri bağlar elbette.

SURİYE, ALEVÎ KATLİAMI ve İNSANLIK

Afbeelding met Menselijk gezicht, persoon, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

Prof Dr Osman Egri’nin yazısı (Ocak 2, 2025)

Esad rejiminin sona ermesinden sonra, Suriye’den insânî duygularını kaybetmemiş her insanı dehşete düşüren ve üzen görüntüler, sosyal medyaya yansımaya devam ediyor. İktidarı ele geçiren HTŞ ve onların desteklediği insanlık düşmanı teröristler, Arap Alevîliği (Nusayrîliğin) en önemli isimlerinden birisi olan; Hüseyin bin Hamdan el-Hasîbî’nin türbesini yakıp, türbede görevli beş kişiye de hunharca katlettiler.

Alevîlerle birlikte, Alevîlerin saygı duydukları tarihî bir şahsiyetin türbesine bunlar yapılırken, türbenin girişinde ise “Besmele” ile birlikte “Ayetü’l-Kürsî” yazıyordu. İnsan haklı olarak, yaşanan bu barbarlığa seyirci kalanlara şöyle seslenmek istiyor: “Hani nerede Müslümanlık ve Müslümanlar? Neden kimsenin sesi çıkmıyor? Alevîlerle Sünnîlerin inandıkları ve okudukları Kur’ân ayrı da, ben mi bilmiyorum yoksa?”

Gözleri, Alevî düşmanlığıyla kararmış teröristlerin saldırıları, sadece rahmetli olan Hamdan el-Hasîbî’nin türbesiyle sınırlı kalmadı. Hayatta olan manevî otorite sahibi kişilere yönelik saldırılarla devam etti: Alevîlerin değer verdiği Ahmed Muhammed Şeyh Hadi’nin oğulları (Alevî şeyhinin iki oğlu), HTŞ militanları tarafından geçtiğimiz günlerde katledildiler. Şu anda,
Suriye Alevîleri sokaklarda sürünmeye, köpek gibi havlamaya zorlanıyorlar. Erkekler kamyon ve otobüslere bindirilerek, bilinmeyen yerlere götürülüyorlar.

Eli silahlı katillerin; “Tüm Alevîleri öldürün!” çağrısı yaptıkları videolar, sosyal medyaya yansıyor. Peki, Suriye’de yaşanan insanlık dışı bu vahşete, sadece Alevîlerin değil; “Ben bir insanım!” diyen herkesin ve Sünnîlerin de tepki göstermesi gerekmiyor mu? Neden kimse; “Bunların yaptıkları sadece Müslümanlığa değil; insanlığa da sığmaz!” demiyor veya diyemiyor? “Müslüman; elinden ve dilinden Müslümanların (insanların) emin olduğu kimse” değil miydi?

Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla, bazıları; “Esad zâlimdi ve Alevî idi.” diyerek, Esad’ın yaptığı yanlışlardan tüm Alevîleri sorumlu tutuyorlar. Ama Esad’ın eşinin Sünnî olduğunu, Esad dönemindeki Suriye ordusunun 60%’ının Sünnîlerden oluştuğunu, hatta Esad’ın Alevîcilikle itham edilmemek amacıyla, özellikle Alevîleri önemli görevlere getirmediğini ise hiç gündeme getirmiyorlar.

Aslında herkes, körüklenen Alevî düşmanlığının gerçek sebebinin; Akdeniz’e kıyısı olan Lazkiye ve Tartus, yine Akdeniz’e yakın Humus şehirlerindeki Alevîlere ait, mal-mülk, ev ve arazilere çökmek amacıyla duygusal ve inançsal gerekçeler oluşturmak olduğunu biliyor. Yaşananların, 16. yüzyılda Anadolu’da yaşayan Alevî ve Kızılbaşların, Şeyhülislâm fetvâlarıyla, İslâm dışı ilan edilerek mal-mülk, köy ve bucaklarına çökülerek, dağlara sürülmelerinden hiç de farklı değil. Mesele; gerçeğe dayanmayan dinî argümanları kullanarak, dünyevî çıkarlar elde etmek.

Suriye’den sosyal medyaya yansıyan o kadar görüntü ve açıklamalara, çığlık ve çağrılara rağmen, hala Suriye’de bir Alevî katliamı olup-olmadığı konusunda şüphelerini ifade eden ve sessiz kalan insanlar için söyleyeceğim şey şu: “Önce aklınızı, sonra da vicdanınızı bir kontrol ettirin! Sonra da -ben bir insan mıyım?- diye bir aynaya bakın! Zâlim size dünyaları da verse, yanında olmayın! Mazlûmun diline, rengine, meşrebine, mezhebine, inanç ya da inançsızlığına bakmadan, uzağında durmayın! Bir mazlûma el uzatmak, dünya ve içindekilerden daha değerlidir. Alevî ya da Sünnî, Türk ya da Kürt, Müslüman ya da Hıristiyan, her kime zulüm, işkence, eziyet veya katliam yapılıyorsa, ona karşı çıkmak; insan olmanın bir gereğidir. Bugün başkalarına olan zulüm, yarın size de dokunabilir. Bunu asla unutmayın!”

Alevîleri, Hüseyin’ci, Ali’ci olmakla suçlayan (ki bu suç değil; aksine bir Müslüman için övünülecek bir şey olmalı) selefî teröristler, çok güzel işler yapmış gibi bir de Muâviye’nin Şam’daki mezarını ziyaret ederek, -kendilerince- ağlayarak zafer (!) kutlaması yaptılar. Aslında bu hareket de bu katillerin ilhamlarını kimden aldıkları konusunda önemli bir pencere açıyor önümüzde. Son zamanlarda, İslâm ülkelerinde Muâviyecilikle birlikte, -siyaset uğruna- muhâliflere zulmetmek, onlara olmadık iftira ve hakaretlerde bulunmak, saltanatı şatafat ve gösterişle birleştirip saray ve villalarda lüks ve konfor peşinde koşmak da siyasetin bir parçası haline geldi.

Tarihtan haberdâr olan herkesin bildiği gibi; rüşvet almak-vermek, görevini kötüye kullanmak, görevlendirmelerde liyâkat ve ehliyete değil; siyâsî biat ve sadâkata önem vermek, muhalifleri susturmak için şantaj, tehdit, darp ve adam öldürmek gibi yöntemleri kullanmak da Muâviyeciliğin karakteristik özelliklerinden sadece birkaçı. Normalde Anadolu’da, çocuğuna Muâviye ismini veren Sünnî yoktur. Ancak, öteden beri siyasal İslâmcıların idolü; hilâfeti Emevî saltanatına dönüştüren Muâviye’dir ve bu akımın güçlenmesiyle birlikte, maalesef Türkiye’de de Muâviyecilik artmıştır.

Muâviye ve Yezid döneminde, Ehl-i Beyt’e yapılan zulüm ve işkenceleri ve özellikle Kerbelâ katliamını anlattığım için bazı ilahiyatçılar; “Neden geçmişte yaşanmış olumsuzlukları gündeme getiriyorsun?” diye eleştiriyorlardı. Yeni gördüm; “Emevî İslam Devleti” adına X hesabı bile açılmış. Burada Alevîlere yapılan katliam savunulup, Muâviye/Yezid’e “hazret” demeyenler lanetleniyor. Ve şu anda nedense, Suriye’de Alevîler katledilirken, bu ilahiyatçıların hiçbirinin sesi çıkmıyor. Bu durum, bugün için ibret verici olduğu gibi, Müslümanların geleceği açısından da endişe verici. Soruyorum: “Allâhu Ekber!” denilerek, masum sivilleri katletmek İslâm’ın neresinde var? Cevap: Sıffin’de, Hz. Ali ile savaşırken, savaşı kaybedeceğini anlayınca, mızrakların ucuna Kur’an sayfalarını astıran Muâviye siyasetinde var.

Allah’tan, tarihten bugüne onca yok etme/katletme politikasına rağmen, halen Suriye dışında da Alevîler yaşamlarını sürdürebiliyorlar ve olanlara da seyirci kalmıyorlar. Türkiye ve Avrupa’daki Alevî kurumlarını, Suriye’deki yönetime hitaben duyurdukları; sosyal barış ve birlikte yaşama kültürünü, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, çoğulcu ve çok kültürlü toplum modelini esas alan, bir manifesto niteliğindeki açıklamalarından dolayı tebrik ediyorum. Suriye’deki Alevîlerin katledilmesine karşı çıkmak; Hatay’a sahip çıkmak, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne sahip çıkmak demektir. Bunu yapanları “siyasal Alevîcilik”le suçlamak ise; bu vatana, milletin birlik ve beraberliğine yapılmış gerçek bir ihanettir!

Suriye’deki Alevî katliamını ört-bas etmek için, Türkiye’deki siyasal İslâmcılarla birlikte, özellikle radikal, selefî militanlar; “siyasal Alevîlik” diye yeni bir kavram icad ettiler. Ezeli Alevî düşmanı olan bu gürûh için kullanılabilecek en güzel deyim; “Müslümanımsı mahlûkât (yaratıklar)” olabilir. Ey siyasal İslâmcılar! Mülakatlarla memur alınarak, kamu görevlerine yandaşlar dolduruluyor, kamu kaynakları yandaş müteahhitlere peşkeş çekiliyor, rektörler üniversitelere akrabalarını dolduruyorlar, milletin parası siyasetçilerin makam araçlarına harcanıyor. Hiç sesiniz çıkıyor mu? Hayır!

Çıkmıyor. Çünkü sizin haram-helal anlayışınız, Allah’ın emir ve yasaklarına göre değil; tıpkı Muâviye ve Yezid dönemlerinde olduğu gibi; size yakın (sizden) olan-olmayan kişilere göre değişiyor. Sizden olanlara her şey mubah. Şimdilik, bu dünyada size hesap sorabilen de yok. Ama ahiretiniz çoktan bitti bile.

Eğer Türkiye’de siyasal bir mezhepçilikten bahsedilecekse, bu her hâlükârda ancak siyasal bir Sünnîcilik olabilir. Ey siyasal Sünnîciler! Alevî köylerini haritalarda kırmızı yazıyla işaretleyen, Alevî köylerinin yollarını özellikle yapmayan, Alevî bir vali veya rektör atamayan, Alevîlere eşit yurttaşlık haklarını vermeyen siz değil misiniz? Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da ve Sivas’ta Alevîleri katleden ve Suriye’deki Alevî katliamını gündeme getirenlere de; “Yavuz” hatırlatması yapan siz değil misiniz?

Sonuç olarak; şu anda Suriye’de, el-Kaide zihniyeti, Alevî katliamı yapıyor ve günlerdir aralıksız devam eden vahşet, soykırıma dönüşmek üzere. Olanları, tüm dünya sessizce seyrediyor. Alevîler, sahipsiz ve kimsesiz. Vicdan sahibi herkesi, olanlara tepki göstermeye davet ediyorum. Korkmayın! Alevîlere yapılan katliama karşı çıkarsanız, Alevî veya Alevîci olmazsınız. İnsan olursunuz…

**************************************************************************************

Bahattin Seçilir’in yazısı

HAMİDE RENCÜS: ALEVİLER SOYKIRIM TEHDİDİ İLE KARŞI KARŞIYA

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, persoon, microfoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Suriye’de Alevilerin soykırım ve katliamlar ile karşı karşıya olduğunu vurgulayan Araştırmacı-Yazar Hamide Rencüs, “Suriye’de kanun yok, nizam yok, iktidar yok. Çok büyük bir tehdit var Alevilere ve diğer azınlıklara dönük” dedi.

Suriye’de 61 yıllık BAAS rejiminin 8 Aralık’ta devrilmesinin ardından Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) çetelerinin öncülüğünde geçici hükümet kurulurken, Türkiye ve bağlı Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) Rojava’ya yönelik saldırıları aralıksız sürüyor. Lazkiye ve Tartus gibi yoğunlukta Alevilerin ve Hristiyanların yaşadığı kentlerde saldırı, katliam, işkence ve insan kaçırma olayları artamaya başladı. Çatışmalar devam ederken MİT Başkanı İbrahim Kalın ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Şam’a giderek HTŞ lideri Colani ile görüştü. Bu görüşmelerin ise Türkiye’nin Rojava’ya dönük saldırı hazırlığı çerçevesinde yapıldığı belirtiliyor.

Ortadoğu uzmanı araştırmacı yazar Hamide Rencüs ile Türkiye’nin Suriye politikasını, Alevi ve Hristiyanlara dönük gerçekleştirilen katliamlar ve bölgedeki gelişmeleri konuştuk.

Afbeelding met buitenshuis, kleding, schoeisel, tekst Automatisch gegenereerde beschrijving

Suriye’de Şam’ın düşmesinden sonra ortaya çıkan yeni siyasal durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hamide Rencüs: Şam’ın düşmesinden sonra saraya ilk giden HTŞ’nin lideri Muhammet Colani, tam bir cumhurbaşkanı gibi davranmaya başladı. Aslında onun siyaset ile ilgili hiçbir deneyimi yok. Kendisi İdlip’teki İslam emirliğinin askeri haraket dairesi başkanı. O bir asker, bir savaşçı. Beraberindekilerin tamamı savaşçı. Fakat Butik İslam Devleti kurdukları İdlip’te bir sivil hükümet te kurmuşlardı. Adına Suriye Kurtuluş Hükümeti, işte oradaki tamamıyla El-Kaideci, tamamıyla yine militan kesimden oluşan bir hükümet vardı. Ve onları bakan olarak atadı. Yani hükümet yok. Anayasayı da rafa kaldırdı. Bakanlar kurulunu zaten fesih etti, devir alırken iktidarı. Dolayısıyla şu an devlet yok hükümet yok Suriye’de bir iktidar yok. Ulusal konferans düzenleyeceklerini ilan ettiler. Anayasa hazırlıkları için çalışmalar yürütüleceğini, konferanstan sonra bu işe başlanacağını söylediler. Ama şu an da bir kaos hakim Suriye’ye. Kesinlikle bir istikrar yok, sistem yok, rejim yok, yıkılmış bir devlet var. Ve yerine henüz konulmuş bir şey yok.

Suriye’de öncesiyle birlikte yeni ortaya çıkan siyasal denklemde Türkiye’nin rolü ve siyasal emelleri nelerdir?

Hamide Rencüs: Öncesinde de şimdi de Türkiye’nin Suriye politikası tamamen rejimi yok etmeye yönelikti. O motivasyonla haraket etti. Dış politikası tamamen buna bağlı olarak işletildi. Dolayısıyla rejimin yıkılma olasılığı ortadan kalktıktan sonra yine Suriye’ye dönük hedeflerinde şöyle bir değişikliğe gitti. Garantörlüğünü üstelendiği cihatçı koalisyondan bir Suriye Milli Ordusu oluşturdu. Suriye Milli Ordusu, TSK öncülüğünde Suriye topraklarındaki hedefleri için savaştırıldı. Şu anda Şam düştükten bu yana öncesinde de Halep’in doğu tarafına dönük operasyon yapmalarının, yanı sıra şu anda Kürt birliklerine karşı Suriye Milli Ordusu savaştırılıyor. HTŞ’nin çok hızlı bir şekilde Şam’a kadar ilerlemesinin arkasında bütün yerel kaynaklar diyor ki; “ABD, Türkiye ve İsrail var.” Dolayısıyla Türkiye önce inkar etti. Yani Şam teslim olmaz tedirginliği ile diyelim ya da tedbirli davrandığı için önce ret etti. Yani HTŞ’nin bu saldırganlığının arkasında yokuz, bizimle hiçbir ilişkisi yok dedi. Fakat sonra hemen ilk resmi temas kuran Türkiye oldu. HTŞ Lideri Colani ile İstihbarat Dairesi Başkanı’nın gitmesinin ardından resmi davet gibi gerçekten diplomasi kurallarına uyularak Dışişleri Bakanı’nın, Colani ile görüşmesi ve ardından, “Biz zaten HTŞ ile işbirliği halindeydik başından itibaren” itirafı bütün o söylenenleri doğrulamış oldu. Türkiye’nin Suriye’den beklentisi ne? Yani Esad’ın devrilmesini isterken ki motivasyonu neyse aynısı. Müslüman kardeşleri iktidara taşıma. Şimdi Müslüman kardeşler, daha çok Türkmen gruplarla birlikte ve Suriye Milli Ordusu’nun içindeler. Bunların sivil geçiş hükümeti var, Türkiye’nin desteklediği merkezi Antep. Ama HTŞ hiç biri ile ortak etmeyi düşünmedi bile. HTŞ’den yani bütün bu muhalif bileşenleri kucaklamasını talep ettiler. Ama şu ana kadar teker teker atanan bakanlar oldu ve hiçbirisi Türkiye’nin desteklediği geçiş hükümeti ya da geçici Suriye Milli Ordusu hükümetinden değil. Hepsi tamamen İdlip’teki İslam devletindeki hükümetler oldu. Dolayısıyla Türkiye şu anda Kürtlere karşı sınırdan 30 metre derinliğe dönük bir koridor açmak üzere, savaşmak dışında Türkiye bir şey yapmıyor. Ama bu görüşmelerde sanırım inşaat ihalelerini talep ettiler diye düşünüyorum ben.

Suriye’de yeni ortaya çıkan siyasal iktidar ve denklemde en büyük tehlikeyi yaşayan topluluklardan biri de Alevilerdir. Mevcut durumda Suriye’de Alevilerin durumu nedir? Alevileri bekleyen tehlikeler nelerdir?

Hamide Rencüs:  Alevilerin durumu gerçekten çok çok kritik. Çünkü 2011’de başlayan Suriye’deki savaşın adı aslında cihat savaşıdır. Ve burada mesepçi bir argümanla başladı bu savaş. Eski Cumhurbaşkanı Besar Esad’ın mezhebinden dolayı oradaki Aleviler hedef alındı. Ve hatta savaş boyunca 15 Alevi katliamı gerçekleştirdiler bu cihatçı gruplar. Dolayısıyla Aleviler hedefteyken sadece Beşar Esad’ın Alevi olmasından kaynaklı, Alevilere karşı bir öfke ve intikam motivasyonuyla beslendiler. Yaklaşık 13 yıl boyunca bu böyleydi. Şimdi Aleviler devlete bağlı, devlet güvencesinde ancak yaşayacağını bilen bir topluluktur. Devletin yıkılması ile birlikte hem devletsiz hem de savunmasız kaldılar. Ve üstelik bu kadar kin ile bu kadar nefret ile beslenen cihatçı kuşatma karşısında bir soykırım tehdidi ile karşı karşıyalar. Ve katliamlar oluyor. Yani bir soykırım diyecek şey yok şu anda ama soykırım çağrıları da yapıyorlar. El-Kaide’nin üst düzey kadrolarından Alevilere dönük soykırım çağrıları yapıyorlar. Yani bu fetva anlamına gelir ve dolayısıyla gerçekten soykırım tehditi ile karşı karşıyalar. 8 Aralık’tan itibaren asla münferit değil olmayan, tamamen sistematik Alevi katliamı sürüyor. Görüntü yayınlanması yasaklandığı halde bazı cihatçılar işkenceleri, öldürmeleri, katliamları dayanamayıp görüntülüyorlar. Ki, “intikamınızı alıyoruz” diye Müslümanlara seslenirini duyurmak istediklerini söylüyorlar. Sözde din kardeşlerimize “işte sözümüzü” tuttuk şeklinde gerçekten çok büyük bir katliam. Özellikle Alevilerin en değerli kutsalarına, Ebu Abdullah el-Hüseyin el-Hasibi türbesine dönük saldırıdan sonra Aleviler kafalarını dışarı çıkaramazken, korkudan sokağa döküldüler. Dolayısıyla bu da cihatçılara bir fırsat vermiş oldu. Şu anda sahil bölgesinde Hama, Humus, Tartus ve Lazkiye’de kontrolsüz cihatçı grup tarafından katlediliyorlar, işkence ediliyorlar, kaçırılıyorlar. Zaten evleri yağmalanıyor. Özellikle Hristiyan ve Alevilerin yan yana yaşadığı mahallede, Tarsus kırsalında evleri basılarak hem soyup hem tahrip ediyorlar hem de kadınları kaçırıyorlar. Yani böyle bir tehlike var. Kimse buna dur demiyor. Çünkü kanun yok, nizam yok, iktidar yok. Açıkçası çok büyük bir tehdit var Alevilere ve diğer azınlıklara dönük.

Türkiye’nin Suriye politikasında belirleyici bir yerde duran Kürtlerin durumu nedir?

Hamide Rencüs: Kürtlerin durumuna gelince. Şu anda Kürtler bu savaşa dahil olmamışlar. HTŞ, Halep’ten Hama, Humus’tan Şam’a doğru ilerlerken de, HTŞ ile birlikte iş tutabileceklerini Suriye’nin geleceğini birlikte belirleyebileceklerini açıklamışlardı. Ama HTŞ dönüp onlara herhangi bir yanıt vermedi. Yalnız Suriye Milli Ordusu’nun Halep’in Doğu mahallelerine saldırması ile birlikte Suriye Demokratik Güçleri, oradaki Kürt sivilleri korumak amacıyla harekete geçti. Ondan bu yana Şeyh Maksut’tan başlayan çatışmalar şu anda Tel Rıfat, Minbiç ve Tişrin’e kadar ilerledi. Şimdi doğu Fırat ile batı Fırat arasındaki köprüde çatışmalar devam ediyor. Hava desteğini Türkiye’den alan Suriye Milli Ordusu, Tişrin köprüsünü geçerek Fırat’ın doğusuna ilerlemek istiyor. Ama çok ciddi çetin çatışmalar devam ediyor. Türkiye’nin Suriye toprakları ile ilgili temel talebi Kürtleri, Türkiye sınırından uzak tutulmasıdır. Bu savaş Kürtleri, Suriye’nin daha derinlerine itmek içindir. Bunun iznini Amerika’dan daha önceki Trump döneminde almıştı Türkiye. Şu anda Trump’ın yeniden kazanması ile birlikte bu motivasyon Türkiye’yi harekete geçirdi diyebiliriz. O tampon bölgeyi sınır güvenliği gerekçesi ile kurmak istiyor. Kürtler de sivillerini korumak için, topraklarını korumak için ciddi bir çatışmanın içindeler. Lakin İsrail’in güneyden Suriye’ye girmesi herkes için süpriz olmadı. Açıkçası beklenen bir şeydi. Çünkü HTŞ’nin İsrail ile çatışma gibi bir niyeti yoktu ve açıkladı. “Biz yorgun düştük üçüncü bir taraf ile savaşmayacağız” dedi. Alevilere karşı savaşını yürütüyor açıkçası HTŞ. Dolayısıyla, İsrail’in özellikle Süveyde’yi de ele geçirmesinden sonra oradaki Dürziler ile ileriye dönük bir ittifak olanağı yakalamış oldu. Dürziler, “cihatçılardansa İsrail ile ittifak kurabiliriz” açıklaması yaptılar. İsrail’in gözü şu anda hedefi Kürtlerin bölgesine kadar bir koridor açmak. Dürziler ve Kürtler ile ittifak halinde adına da “Davut Koridoru” dediği o güvenlik koridorunu inşa etmek. Şuana kadar Kürtlerin bu savaşına hiç bir resmi açıklama yapılmadı İsrail tarafından. Amerika tarafından da yapılmadı. Amerika hala yeşil ışığını yakmış durumda Türkiye’ye. Bunun nereye evrileceğini bilmek zor. Ama Trump, görevi devir alana kadar bu iş bu şekilde göz yumma biçiminde devam edecek görünüyor. Yani ABD’nin, Türkiye’nin bu Suriye’ye yönelik müdahalesine göz yummaya devam etmesi durumu söz konusu.
***********************************************************************************************

SEKTARISCHE CONFLICTEN IN SYRIË: EEN NIEUWE BEDREIGING DOEMT OP

De krachten die Turkije met een ‘Alevitisch-Soennitisch’ conflict willen verdelen, zijn er niet in geslaagd met de bloedbaden in Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya en Gazi Mahallesi.

Laten we niet in de val trappen van degenen die soortgelijke bloedbaden op internationaal niveau op het toneel willen brengen.

Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
Samengesteld en geschreven door İlhan KARAÇAY:

Beste lezers,
In mijn artikel van gisteren met de titel “De val van het Assad-regime, sektarische benaderingen en de toekomst van het Midden-Oosten…”, heb ik de invloed van de regimeverandering in Syrië op regionale verhoudingen, de schade van sektarische perspectieven en de rol van Turkije in dit proces besproken. Vandaag geef ik een samenvatting van dat artikel, gevolgd door de standpunten van twee auteurs over de Alevitische slachtingen in Syrië. Ik hoop dat deze analyses verhelderend voor u zullen zijn.

Ik begon mijn artikel van gisteren als volgt:
Als journalist uit een familie die van het district Samandağ in Hatay naar Mersin is gemigreerd, ben ik zowel persoonlijk als historisch getuige geweest van de gebeurtenissen die zich in de regio hebben afgespeeld. Mijn familie koos ervoor om bij de volksstemming over de toetreding van Hatay tot Turkije vóór Turkije te stemmen, zich identificerend met Atatürks Turkije. Ik heb altijd geprobeerd objectief te blijven in mijn journalistieke werk en geen bijdrage te leveren aan sektarische of ideologische verdeeldheid.

Hoewel ik Beşiktaş-supporter ben, ben ik nooit lid geweest van een supportersvereniging. En hoewel ik tot de Alevitische gemeenschap behoor, heb ik me niet aangesloten bij Alevitische verenigingen. Ik heb echter altijd steun verleend aan deze instellingen en gemeenschappen. In mijn journalistieke carrière heb ik altijd gestreefd naar waarheid en nauwkeurigheid. Ik heb deze zorgvuldigheid ook toegepast in mijn artikel van vandaag.

Afbeelding met tekst, Lettertype, handschrift, document Automatisch gegenereerde beschrijving Kijk, hoe ik mijn loyaliteit aan Turkije heb uitgelegd in het voorwoord van een boek dat ik heb gepubliceerd. Zie hierboven.

De sektarische conflicten die een open wond in het Midden-Oosten zijn geworden, hebben niet alleen Syrië maar de hele regio diep getroffen. Het aanhoudende conflict tussen Alevieten en Soennieten in Syrië brengt historische, politieke en sociale gevaren met zich mee.

Turkije heeft in de 20e eeuw meerdere keren geprobeerd om verdeeldheid te zaaien via Alevitisch-Soennitische spanningen, zoals blijkt uit tragische gebeurtenissen in Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya en de wijk Gazi Mahallesi. De collectieve wijsheid van de samenleving heeft echter voorkomen dat deze provocaties succesvol waren.

Vandaag zien we een vergelijkbaar spel op een internationaal toneel in Syrië. Dit keer is het doel niet alleen een lokale sektarische botsing, maar een regionale crisis die kan uitmonden in een wereldwijde confrontatie.

Turkije moet leren van het verleden en voorzichtig zijn met deze provocaties. Het is de verantwoordelijkheid van elke burger om te voorkomen dat de banden van broederschap in de samenleving worden verbroken.

Het herkennen van dit complexe spel, gevormd door de invloed van internationale machten en regionale actoren, en hiernaar handelen, zal de sleutel zijn tot het beschermen van onze toekomst. Het herstellen van sociale vrede en verenigd optreden tegen pogingen om dergelijke conflicten te vergroten, moet ons gemeenschappelijke doel zijn.

Het proces dat begon met de val van het Assad-regime in Syrië, is niet alleen een regeringswisseling, maar markeert ook het begin van een periode waarin de machtsverhoudingen in de regio opnieuw worden vormgegeven. Deze ontwikkeling, gevierd door degenen die sektarische conflicten aanwakkeren, wijst in feite op een groter en complexer probleem. De machtsvacuüm die ontstond na de val van Assad heeft de conflicten in de regio doen toenemen en de deur geopend voor internationale interventies.

In de periode na Assad wordt Turkije geconfronteerd met zowel bedreigingen als kansen. Maar om deze kansen te benutten, is een buitenlands beleid nodig dat vrij is van sektarische vooroordelen en gericht is op nationale belangen. Turkije kan uit deze crisis als een regionale macht komen, maar dit is alleen mogelijk met een rationele en onafhankelijke strategie.

ALEVITISCHE BLOEDBADEN EN BEWERINGEN OVER HUMANITAIRE RAMPEN IN SYRIË
Over dit onderwerp heb ik voor u twee korte samenvattingen gemaakt van twee auteurs. Na deze samenvattingen zal ik u de volledige standpunten van de auteurs presenteren. Hoe u deze verhalen interpreteert, is uiteraard aan u.

SAMENVATTING VAN HET ARTIKEL VAN PROF. DR. OSMAN EĞRİ
Met de val van het Assad-regime is de humanitaire crisis in Syrië uitgegroeid tot een onbeschrijfelijke tragedie voor de Alevitische gemeenschap. Radicale groepen zoals Hayat Tahrir al-Sham (HTS) hebben zich gericht op de heilige plaatsen en prominente religieuze leiders van de Alevieten. De verbranding van het mausoleum van Hüseyin bin Hamdan el-Hasîbî en de brute moord op degenen die daar dienden, is slechts een voorbeeld van deze wreedheid.

De aanvallen op Alevieten, beoordeeld in een historische context, zijn niet anders dan de Kızılbaş-slachtingen tijdens de Ottomaanse periode in de 16e eeuw. Hoewel religieuze rechtvaardigingen worden aangevoerd, worden deze aanvallen feitelijk gevoed door economische en politieke motivaties. Prof. Eğri benadrukt dat degenen die deze gruweldaden aanschouwen, hun geweten zouden moeten onderzoeken: “Wie vandaag geen hand uitsteekt naar de onderdrukte, zal morgen niemand vinden die hem de hand reikt.”

SAMENVATTING VAN HET INTERVIEW VAN BAHADDİN SEÇİLİR MET HAMİDE RENCÜS
Onderzoeker-schrijver Hamide Rencüs benadrukt dat niet alleen Alevieten, maar ook christenen en andere minderheden met soortgelijke bedreigingen worden geconfronteerd. Onder leiding van HTS-leider Mohammed Colani heeft de interim-regering in Syrië stappen gezet richting de oprichting van een radicale islamitische staat, waarbij de dreiging van genocide voor minderheidsgemeenschappen is toegenomen. Alevieten worden niet alleen aangevallen vanwege de sektarische identiteit van Bashar al-Assad, maar ook vanwege hun inspanningen om hun religieuze en culturele erfgoed te behouden.

Rencüs stelt dat de bloedbaden, vooral geconcentreerd in steden als Latakia, Tartus en Hama, systematisch worden voortgezet. In een omgeving waar radicale groepen oproepen tot genocide en wreedheden delen op sociale media, zijn Alevieten weerloos en onbeschermd achtergelaten.

CONCLUSIE EN MIJN EVALUATIE
De huidige situatie in Syrië moet niet alleen worden gezien als een lokaal conflict, maar ook als onderdeel van internationale inspanningen om de regio opnieuw vorm te geven. De bloedbaden op Alevieten zijn een aanval op de menselijke waardigheid, en het veroordelen van deze aanvallen is de verantwoordelijkheid van iedereen die de menselijke waardigheid wil verdedigen.

Turkije kan een belangrijke rol spelen in het waarborgen van vrede en stabiliteit in de regio door sektarische retoriek te vermijden en de rechten van minderheden te verdedigen. Dit is echter alleen mogelijk met een rationeel en vredesgericht buitenlands beleid.

Beste lezers, niemand met een geweten mag onverschillig blijven tegenover dit humanitaire drama in Syrië. Laten we niet vergeten dat als we vandaag stil blijven bij het onrecht dat de Alevieten wordt aangedaan, we morgen misschien ook gedwongen zullen worden te zwijgen bij onrecht tegen andere gemeenschappen. Het is de plicht van de mensheid om elke vorm van onrecht te bestrijden en aan de zijde van de onderdrukten te staan.

ESAD REJİMİNİN ÇÖKÜŞÜ, MEZHEPÇİ YAKLAŞIM VE ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ…

ESAD REJİMİNİN ÇÖKÜŞÜ, MEZHEPÇİ YAKLAŞIM VE ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ…

(Yorumun Hollandacsı en altta.
Nederlandse versie van het commentaar is onderaan)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY yazdı:

Değerli Okurlarım,

Yorumuma başlamadan önce zaruri bir açıklamayı sizlere sunmayı yeğledim:

Aşağıda okuyacağınız yorumun sahibi şahsım Hatay’ın Samandağ ilçesinden Mersin’e göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. Ailem ve yakınlarım, ‘Hatay’ın Fransızlar’dan Türkiye’ye mi yoksa Suriye’ye mi bağlanması gerektiği’ konusunda yapılan referandum sırasında, yığınlar halinde Hatay’a giderek Türkiye lehinde oy kullanmışlardır. Kökenleri Suriyeli olmasına rağmen, Atatürk’ün Türkiyesini tercih eden Alevi Arap kökenlilerin yanında, Sünni Arap kökenliler Suriye lehinde oy kullanmayı seçmişlerdir.

Mersin’de kök salan ailemiz, kendini hiçbir zaman Arap olarak hissetmedi ve hayatımızı ‘Türkoğlu Türk’ kimliğiyle sürdürdük.

Şahsıma gelince: Gazetecilik kariyerim boyunca, tarafsızlık ilkesine sadık kalmayı, olaylara yalnızca objektif bir pencereden bakmayı temel bir prensip edindim. CHP’li bir ailenin çocuğu olmama rağmen, hiçbir CHP yandaşlı derneğe üye olmadım. Alevi mezhebine mensup olmama karşın, Alevi derneklerinin kuruluşlarına yardımda bulundum ama üye olmadım.
Konuyla bir ilgisi olmamakla birlikte, Beşiktaş taraftarı olmama rağmen, Hollanda’da kurulan Beşiktaşlılar Derneği’ne de üye olmadım.

BU YAZIYI NEDEN KALEME ALDIM?

Bu bakış açısıyla, Ortadoğu ve özellikle Suriye üzerine yazdığım yorumumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının tarihî bağlamından, günümüzde Suriye ve çevresinde yaşanan olaylara kadar, geniş bir çerçevede değerlendirdiğim bu yazı, hem tarihten gelen bir perspektifi, hem de güncel olayların analizini içermektedir.

Benim için hem tarihsel hem de kişisel açıdan derin anlamlar taşıyan bu konuyu, mümkün olan en tarafsız ve objektif şekilde sizlere aktarmaya gayret ettim. Umarım bu yazıyı, aynı titizlikle okur ve değerlendirirsiniz.

ESAD REJİMİNİN ÇÖKÜŞÜ, MEZHEPÇİ YAKLAŞIM VE ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ

Suriye’de Esad rejiminin çöküşü ve Esad’ın ülkeyi terk etmesi, hem bölgesel hem de uluslararası ölçekte ciddi yankılar uyandırdı. Ancak bu gelişme, sadece bir hükümet değişikliği veya bir diktatörün devrilmesi meselesi değil. Esad’ın devrilmesi, bölgedeki dengeleri yeniden şekillendirecek derin bir sürecin başlangıcı olarak değerlendiriliyor.
Peki, dün belliyken bugün neden bu kadar belirsiz?
Ve yarın Ortadoğu için neyi getirecek?

MEZHEPÇİ YAKLAŞIM VE TÜRKİYE’YE ETKİSİ

Esad rejiminin yıkılışı, bazı kesimlerde bir zafer duygusu uyandırsa da, bu durumun mezhepçi bir pencereden değerlendirilmesi, bölgesel gerçekliklerin göz ardı edilmesine neden oluyor. Suriye’deki kriz, yalnızca bir iç savaş değil, aynı zamanda uluslararası bir hesaplaşmanın parçası. Türkiye’deki bazı gruplar, Esad’ın Alevi kökenini ön plana çıkararak, durumu mezhepsel bir sorun gibi lanse ediyor. Ancak meseleye bu dar açıdan bakmak, hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hem de bölgesel barışa zarar veriyor.

Türkiye’nin komşu bir ülke olarak bu süreçteki pozisyonu hayati önem taşıyor. Mezhepsel önyargılar yerine, Türkiye’nin çıkarlarına odaklanan bir perspektif benimsenmediği sürece, hem içeride hem dışarıda daha büyük sorunlarla karşılaşma riski var. Bu tür yaklaşımlar, bölgesel sorunlara çözüm üretmek bir yana, yalnızca kutuplaşmayı derinleştiriyor.

ESAD SONRASI ORTADOĞU VE BÜYÜK RESİM

Esad’ın devrilmesi, bir zafer mi yoksa bir felaketin başlangıcı mı?
Bu sorunun cevabı, sürecin nasıl yönetileceğine bağlı.
Şu anda Suriye, büyük bir belirsizliğin ortasında. Esad’ın gitmesiyle birlikte, ülkenin geleceği üzerinde hak iddia eden farklı gruplar arasında bir güç mücadelesi yaşanıyor. Özgür Suriye Ordusu, cihatçı gruplar ve diğer yerel milislerin yanı sıra, uluslararası güçler de Suriye’nin geleceği üzerinde etkili olmaya çalışıyor.

Ancak unutulmamalıdır ki, Suriye’deki bu süreç bir yerel dinamik meselesi olmaktan çok uzak. ABD, İsrail ve diğer Batılı ülkeler, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme çabasındalar. Bu plan, 2000’li yıllarda açıkça dile getirilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçasıdır. Bu proje, yalnızca Suriye’yi değil, Ortadoğu’daki pek çok ülkeyi hedef alarak sınırların yeniden çizilmesini ve küçük, kontrol edilebilir devletler yaratılmasını amaçlıyor. İsrail’in güvenliği ve bölgedeki hegemonyasını artırma amacı, bu planın temel motivasyonudur.

TÜRKİYE İÇİN RİSKLER VE FIRSATLAR

Bu süreçte Türkiye’nin de risk altında olduğunu görmek zor değil. Suriye’de yaşananların Türkiye’ye etkisi yalnızca göç dalgaları ya da ekonomik maliyetlerle sınırlı kalmayabilir. Türkiye, bu büyük oyunun bir parçası haline gelme riskiyle karşı karşıya. İçeride artan kutuplaşma ve siyasal İslamcı yaklaşımlar, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehdit edebilir.

Öte yandan, bu durum Türkiye için bir fırsata da dönüşebilir. Suriye’de istikrarın sağlanması ve bölgesel dengelerin korunması adına aktif ve bağımsız bir dış politika geliştirmek, Türkiye’yi bölgesel bir güç olarak daha da ön plana çıkarabilir. Ancak bu, mezhepçi ve ideolojik yaklaşımlardan uzak, tamamen akılcı ve ulusal çıkar odaklı bir politika ile mümkün olabilir.

BELİRSİZLİK VE GELECEK SENARYOLARI

Bugün Suriye’deki belirsizlik, yalnızca bölge ülkelerini değil, küresel aktörleri de endişelendiriyor. Esad sonrası süreçte, Suriye’deki güç boşluğu yeni çatışmaların ve ayrışmaların zeminini hazırlayabilir. Eğer bu süreç doğru yönetilemezse, Suriye’nin geleceği, Irak ve Libya örneklerinde olduğu gibi uzun süreli bir kaos ve istikrarsızlık dönemi olabilir.

Türkiye için bu süreçte sorulması gereken soru şudur:
Bölgesel gelişmelere nasıl bir yön verebiliriz?
Sadece bir seyirci olarak kalmak mı, yoksa etkin bir aktör olmak mı?
Bu sorunun cevabı, yalnızca bugünü değil, yarını da belirleyecek.

Sonuç olarak, Esad rejiminin çöküşüyle başlayan bu süreç, bölge için yeni bir dönemin kapılarını aralamış durumda.
Dün belliydi, bugün belirsiz ve yarın ise büyük ölçüde alınacak kararlarla şekillenecek.
Türkiye’nin bu süreçteki duruşu, yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte de etkili sonuçlar doğurabilir.

                                       *************************

DE VAL VAN HET ESAD-REGIME, SEKTARISCHE BENADERINGEN
EN DE TOEKOMST VAN HET MIDDEN-OOSTEN…

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhanKARAÇAY schrijft

Beste lezers,

Voordat ik mijn analyse begin, wil ik graag een noodzakelijke toelichting geven:

Ik, İlhan Karaçay, de auteur van dit artikel, ben een kind van een familie die vanuit Samandağ in Hatay naar Mersin is gemigreerd. Mijn familie en naasten reisden tijdens het referendum over de vraag ‘of Hatay zich bij Turkije of Syrië moest aansluiten’ massaal naar Hatay om hun stem uit te brengen ten gunste van Turkije. Hoewel zij van Syrische afkomst zijn, kozen de Alevitische Arabische afstammelingen de kant van Atatürk’s Turkije, terwijl de Soennitische Arabische afstammelingen de voorkeur gaven aan Syrië.

Onze familie, geworteld in Mersin, heeft zich nooit Arabisch gevoeld en heeft ons leven geleid met een identiteit als ‘Echte Turk’.

Wat mij betreft: Gedurende mijn journalistieke carrière heb ik altijd het principe van onpartijdigheid nageleefd en gebeurtenissen uitsluitend vanuit een objectieve invalshoek benaderd. Hoewel ik uit een CHP-achtergrond kom, ben ik nooit lid geweest van een CHP-gelieerde vereniging. Ondanks mijn Alevitische achtergrond heb ik bijgedragen aan de oprichting van Alevitische verenigingen, maar ik ben geen lid geworden.

Hoewel het niet gerelateerd is, ben ik, ondanks mijn Beşiktaş-supporterschap, ook geen lid geworden van de Beşiktaş-fanvereniging in Nederland.

WAAROM HEB IK DIT GESCHREVEN?

Met dit perspectief wil ik mijn analyse van het Midden-Oosten en in het bijzonder Syrië met u delen. Dit artikel, dat ik in een brede context heb beoordeeld, van de historische context van Hatay’s toetreding tot Turkije tot de gebeurtenissen die zich vandaag in Syrië en de omliggende regio voordoen, omvat zowel een historische als een actuele analyse.

Dit onderwerp, dat voor mij zowel historisch als persoonlijk van diepgaande betekenis is, heb ik geprobeerd op de meest onpartijdige en objectieve manier aan u over te brengen. Ik hoop dat u dit artikel met dezelfde zorg leest en beoordeelt.

DE VAL VAN HET ESAD-REGIME, SEKTARISCHE BENADERINGEN
EN DE TOEKOMST VAN HET MIDDEN-OOSTEN

De val van het Esad-regime en Esad’s vertrek uit het land hebben zowel regionaal als internationaal veel opschudding veroorzaakt. Maar deze ontwikkeling gaat niet alleen over een regeringswissel of de val van een dictator. De val van Esad wordt beschouwd als het begin van een diepgaand proces dat de machtsverhoudingen in de regio opnieuw zal vormgeven.

SEKTARISCHE BENADERINGEN EN HET EFFECT OP TURKIJE

De val van het Esad-regime wekt bij sommige groepen een gevoel van overwinning, maar het bekijken van deze situatie vanuit een sektarisch perspectief negeert de regionale realiteiten. De crisis in Syrië is niet alleen een burgeroorlog, maar ook onderdeel van een internationale confrontatie. Sommige groepen in Turkije benadrukken Esad’s Alevitische achtergrond en presenteren de situatie als een sektarisch probleem. Deze beperkte visie schaadt echter zowel de nationale belangen van Turkije als de regionale vrede.

De positie van Turkije als buurland in dit proces is van vitaal belang. Zolang er geen perspectief wordt aangenomen dat zich richt op de belangen van Turkije in plaats van op sektarische vooroordelen, bestaat het risico dat zowel interne als externe problemen toenemen.

ESAD NA ESAD EN HET GROTE PLAATJE
Is de val van Esad een overwinning of het begin van een ramp?
Het antwoord op deze vraag hangt af van hoe het proces wordt beheerd.

Momenteel bevindt Syrië zich in een toestand van grote onzekerheid. Met het vertrek van Esad is er een machtsstrijd ontstaan tussen verschillende groepen die aanspraak maken op de toekomst van het land. De Vrije Syrische Leger, jihadistische groepen en andere lokale milities, evenals internationale mogendheden, proberen allemaal invloed uit te oefenen op de toekomst van Syrië.

Het mag echter niet worden vergeten dat het proces in Syrië verre van een kwestie van lokale dynamiek is. De VS, Israël en andere westerse landen proberen de regio opnieuw vorm te geven in overeenstemming met hun eigen belangen. Dit plan is een onderdeel van het zogenaamde Grote Midden-Oosten-project (BOP), dat in de jaren 2000 expliciet werd aangekondigd.

Dit project heeft niet alleen Syrië, maar ook veel andere landen in het Midden-Oosten als doel, met het streven om grenzen opnieuw te trekken en kleine, controleerbare staten te creëren. De motivatie achter dit plan is het vergroten van Israëls veiligheid en regionale hegemonie.

RISICO’S EN KANSEN VOOR TURKIJE

In deze periode wordt ook Turkije geconfronteerd met risico’s. De gebeurtenissen in Syrië hebben niet alleen gevolgen voor migratiestromen of economische kosten, maar kunnen ook leiden tot interne polarisatie en bedreigingen voor nationale belangen.

Daarentegen kan deze situatie ook een kans zijn voor Turkije. Het ontwikkelen van een actieve en onafhankelijke buitenlandse politiek gericht op stabiliteit in Syrië en het behoud van regionale evenwichten kan Turkije verder positioneren als een regionale macht.

ONZEKERHEID EN TOEKOMSTSCENARIO’S
De huidige onzekerheid in Syrië baart niet alleen de landen in de regio, maar ook mondiale actoren zorgen. In de periode na Esad kan het machtsvacuüm in Syrië de weg bereiden voor nieuwe conflicten en scheuringen. Als dit proces niet goed wordt beheerd, kan de toekomst van Syrië, net als in de gevallen van Irak en Libië, leiden tot een langdurige periode van chaos en instabiliteit.

De belangrijkste vraag die Turkije in dit proces moet stellen, is:
Hoe kunnen we richting geven aan de regionale ontwikkelingen?
Blijven we slechts toeschouwer, of worden we een actieve speler?
Het antwoord op deze vraag zal niet alleen het heden, maar ook de toekomst bepalen.

Samenvattend opent het proces dat is begonnen met de val van het Esad-regime de deuren naar een nieuw tijdperk voor de regio. Wat gisteren zeker was, is vandaag onzeker, en morgen zal grotendeels worden gevormd door de beslissingen die worden genomen.

De houding van Turkije in dit proces kan niet alleen op regionaal niveau, maar ook op mondiale schaal aanzienlijke gevolgen hebben.

 

BU KAHPE DÜNYADA YENİ YILLAR NASIL MUTLU OLSUN Kİ?

BU KAHPE DÜNYADA YENİ YILLAR NASIL MUTLU OLSUN Kİ?

Afbeelding met tekst, Lettertype, grafische vormgeving, schermopname Automatisch gegenereerde beschrijving

BU KAHPE DÜNYADA YENİ YILLAR NASIL MUTLU OLSUN Kİ?

                     Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY haykırıyor…

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van het nieuws is onderaan)

Savaşsız, barış dolu bir yıl dilemek ne güzel; ancak Gazze’de masum insanlar katledilirken ve kahpe dünya bu zulme duyarsız kalırken, adaletin ve insanlığın yokluğunda mutlu yıllar mümkün mü? Ne yazık ki, insanlık her geçen gün biraz daha kör, sağır ve duyarsız bir hale geliyor.

Antisemitizmden şikâyet edenler, Gazze’de masum çocuklar ve kadınları katlederken, bu sessizliklerini nasıl açıklayacaklar? Adalet ve vicdan, tüm insanlık için olmalıdır; aksi halde sadece zulmün başka bir yüzüne ortak olunur. Herkes kendi acısını en büyük görürken, başkalarının çığlıklarını duymazdan gelmek bir insanlık utancıdır.

Afbeelding met tekst, kleding, buitenshuis, mensen Automatisch gegenereerde beschrijving

Dünya sadece Gazze’deki zulümden ibaret değil. Suriye’de milyonlarca insan evlerinden edilirken, soğukta bir lokma ekmek bulma umuduyla mülteci kamplarında hayatta kalma savaşı verirken, insanlığın vicdanı nerede? İnsanlar, sınır kapılarında horlanırken ve botları Akdeniz’in karanlık sularında batarken, yeni yıl hangi yüzle kutlanabilir?

Afbeelding met persoon, Menselijk gezicht, mensen, kind Automatisch gegenereerde beschrijving

Afrika’da açlık ve susuzlukla boğuşan çocukların gözlerinde yanan umut nasıl söndürülür? Milyonlarca insan temiz suya bile erişemezken, dünyanın bir köşesinde israfın zirve yapması, insanlık adına nasıl bir ironi oluşturuyor? Eşitsizlikler büyüdükçe, bazıları yılbaşı sofralarında ziyafet çekerken, diğerleri açlığın pençesinde kıvranıyor.

Afbeelding met hemel, persoon, kleding, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving

Adaletin yerle bir olduğu Myanmar’da, Rohingya Müslümanları’na yapılan etnik temizlik hangi vicdana sığar? İnsanların sadece kimliklerinden dolayı katledilmesi, göçe zorlanması ve dünyanın buna göz yumması hangi medeniyetin başarısı olabilir? Bu kahpe dünyada, insanlığın onuru çoktan unutulmuş gibi görünüyor.

Kadınlar… Kadınlar dünyanın her yerinde baskıya, şiddete ve ayrımcılığa uğrarken, yeni bir yıl nasıl mutlu olabilir? Afganistan’da kız çocuklarının eğitim hakkı ellerinden alınırken, kadınlar toplumdan dışlanırken, özgürlük talepleri kanla bastırılırken hangi umutla “yeni bir yıl” dileğinde bulunulabilir? Kadınların mücadeleleri, yalnızca birkaç anma günüyle sınırlı kalıyor; oysa bu, her gün hatırlanması gereken bir gerçek.

Afbeelding met tekst, winkel, Bloemenontwerp, Bloemkwekerij Automatisch gegenereerde beschrijving

Irkçılık hâlâ can yakıyor. Amerika’da siyahilerin öldürülmesi, Avrupa’da göçmenlere karşı yükselen nefret, sadece birer örnek. Irk, din, dil, cinsiyet gibi kimlikler, insanları ayıran değil birleştiren unsurlar olmalıydı. Ama bu dünya, ötekileştirme üzerine kurulu bir düzeni ısrarla sürdürüyor.

Afbeelding met kleding, persoon, pak, groep Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollanda’da ise durum farklı değil. Zoraki bir koalisyon hükümetinin perde arkasındaki gizli başkanı Wilders ve onun bir kukla gibi hareket eden başbakanı, ırkçılığın ve insan hakları ihlallerinin daniskasını sergiliyor. Göçmenlere, Müslümanlara ve farklı etnik gruplara yönelik politikaları, yalnızca ayrımcılığı derinleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda Hollanda’nın demokrasiye olan inancını da sarsıyor. Bu tür bir yönetim, temel insan haklarını görmezden gelerek toplumsal barışı zedeliyor. Wilders’in söylemleri ve politikaları, Hollanda’yı insan hakları açısından utanç verici bir noktaya taşıyor.

Afbeelding met natuur, buitenshuis, berg, sneeuw Automatisch gegenereerde beschrijving

Doğa… İnsanlığın kendini yok etme süreci. İklim krizi artık kapımızı değil, penceremizi de kırarak içeriye girdi. Amazon ormanları yanıyor, kutup buzulları eriyor ve canlılar bir bir yok oluyor. Tüm bunlar olurken, insanoğlunun hırsı ve açgözlülüğü, doğanın kalbine saplanmış bir hançerden farksız.

Yeni yıl… Gerçekten neyi değiştirecek? İnsanlar iç hesaplaşmalarını yapmadan, adalet, barış ve vicdanı bir araya getirmeden, her yeni yıl sadece bir takvim yaprağının düşüşünden ibaret olacak. O yüzden dileğim sadece savaşsız, barış dolu bir yıl değil; aynı zamanda insanların gerçek anlamda insan olmayı hatırlayacağı bir yıl.

Daha eşit, daha adil, daha vicdanlı bir dünya için, hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Yoksa, bu kahpe dünyada yeni yılların nasıl mutlu olmasını bekleyebiliriz ki?

HOE KUNNEN NIEUWE JAREN GELUKKIG ZIJN IN DEZE VERRADERLIJKE WERELD?

              Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijvingd
İlhan KARAÇAY schreeuwt het uit

Het is prachtig om een jaar zonder oorlog en vol vrede te wensen; maar terwijl onschuldige mensen in Gaza worden afgeslacht en de verraderlijke wereld deze wreedheid negeert, is geluk in een wereld zonder gerechtigheid en menselijkheid dan mogelijk? Helaas wordt de mensheid met elke dag die voorbijgaat blinder, dover en onverschilliger.

Degenen die klagen over antisemitisme, hoe zullen zij hun stilte verklaren terwijl zij in Gaza onschuldige kinderen en vrouwen vermoorden? Gerechtigheid en geweten moeten voor de hele mensheid gelden; anders wordt men slechts medeplichtig aan een ander gezicht van onrecht. Het is een schande voor de mensheid om het eigen leed als het grootste te beschouwen en de kreten van anderen te negeren.

Afbeelding met tekst, kleding, buitenshuis, mensen Automatisch gegenereerde beschrijving

De wereld bestaat niet alleen uit de wreedheid in Gaza. Terwijl miljoenen mensen in Syrië uit hun huizen worden verdreven, proberen ze in vluchtelingenkampen te overleven in de kou met de hoop op een stukje brood. Waar is het geweten van de mensheid? Terwijl mensen worden vernederd bij grensovergangen en hun boten zinken in de donkere wateren van de Middellandse Zee, met welk gezicht kunnen we het nieuwe jaar vieren?

Afbeelding met persoon, Menselijk gezicht, mensen, kind Automatisch gegenereerde beschrijving

Hoe kunnen we de hoop in de ogen van kinderen die vechten tegen honger en dorst in Afrika doven? Terwijl miljoenen mensen zelfs geen toegang hebben tot schoon water, hoe kan de overvloed aan verspilling in een ander deel van de wereld dan geen ironie zijn in naam van de mensheid? Terwijl ongelijkheden toenemen, smullen sommigen aan feestelijke tafels tijdens oud en nieuw, terwijl anderen lijden onder de klauwen van honger.

Afbeelding met hemel, persoon, kleding, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving

Welke moraliteit kan de etnische zuivering van de Rohingya-moslims in Myanmar rechtvaardigen? Het doden, uitzetten en negeren van mensen vanwege hun identiteit, wat voor soort beschaving kan dat als een prestatie zien? In deze verraderlijke wereld lijkt de eer van de mensheid al lang vergeten.

Vrouwen… Terwijl vrouwen overal ter wereld worden onderworpen aan onderdrukking, geweld en discriminatie, hoe kan een nieuw jaar gelukkig zijn? Terwijl het recht op onderwijs van meisjes in Afghanistan wordt afgenomen, vrouwen uit de samenleving worden buitengesloten en hun vrijheidsverzoeken met bloed worden onderdrukt, met welke hoop kunnen we “een gelukkig nieuwjaar” wensen? De strijd van vrouwen wordt beperkt tot slechts een paar herdenkingsdagen; terwijl dit een realiteit is die elke dag herinnerd moet worden.

Afbeelding met tekst, winkel, Bloemenontwerp, Bloemkwekerij Automatisch gegenereerde beschrijving

Racisme doet nog steeds pijn. Het doden van zwarten in Amerika, de toenemende haat tegen migranten in Europa, zijn slechts voorbeelden. Rassen, religies, talen en geslachten zouden verbindende elementen moeten zijn, geen scheidende. Maar deze wereld blijft vasthouden aan een systeem gebaseerd op uitsluiting.

Afbeelding met kleding, persoon, pak, groep Automatisch gegenereerde beschrijving

In Nederland is het niet anders. De geheime leider van een gedwongen coalitieregering, Wilders, en zijn premier, die als een marionet handelt, laten racisme en schendingen van mensenrechten in volle glorie zien. Hun beleid tegen migranten, moslims en verschillende etnische groepen verdiept niet alleen de discriminatie, maar ondermijnt ook het geloof in democratie in Nederland. Dit soort bestuur beschadigt de sociale vrede door fundamentele mensenrechten te negeren. De uitspraken en het beleid van Wilders hebben Nederland naar een beschamend niveau gebracht wat betreft mensenrechten.

Afbeelding met natuur, buitenshuis, berg, sneeuw Automatisch gegenereerde beschrijving

En tot slot, de natuur… Het proces van zelfvernietiging van de mensheid. De klimaatcrisis heeft niet alleen op onze deur geklopt, maar ook ons raam gebroken en is binnengekomen. Het Amazonewoud brandt, de poolkappen smelten en soorten sterven een voor een uit. Terwijl dit allemaal gebeurt, zijn de ambitie en hebzucht van de mens als een dolk die in het hart van de natuur is gestoken.

Het nieuwe jaar… Wat zal het werkelijk veranderen? Zonder innerlijke reflectie, zonder gerechtigheid, vrede en geweten samen te brengen, zal elk nieuw jaar slechts een bladzijde zijn die van de kalender valt. Daarom wens ik niet alleen een jaar zonder oorlog en vol vrede; maar ook een jaar waarin mensen zich echt herinneren wat het betekent om mens te zijn.

Voor een gelijkere, rechtvaardigere en meer gewetensvolle wereld moeten we samen vechten. Anders, hoe kunnen we verwachten dat nieuwe jaren gelukkig zijn in deze verraderlijke wereld.