Hollanda’da Türk ve göçmen toplumunun sesi olan DENK Partisi, kendi eliyle kendi ayağına sıkıyor.
DENK’e sahip çıkalım dedim, “o adamlarla asla aynı masaya oturmayız” diyenler…
DENK’i ayakta tutacak bütünleşmeye, “Bizim medeniyet sevdalılarıyla işimiz olmaz” diyenler…
İç çekişmeler, kaprisler, “Biz onlarla aynı masaya oturmayız” böbürlenmeleri… Hangi akla, hangi mantığa sığıyor bu?
(Yorumun Hollandacası en altta.
Nederlandse versie is onderaan)
İlhan KARAÇAY yorumladı:
Bülent Ecevit, ülke menfaati için hem Necmettin Erbakan’la hem de Devlet Bahçeli’yle ülkeyi yönetmek için koalisyon kuraraken, peki siz kimsiniz ki, bu görüşmeme lüksünü kendinizde görüyorsunuz?
Siyaset dediğin, farklılıklarla masaya oturma sanatıdır. DENK, sadece bir parti değil; azınlıkların en yüksek düzeyde temsil hakkı olan bir oluşum.
Bu hakkı çöpe atarsanız, yarın “Niye kimse sesimizi duymuyor?” diye ağlamayın.
Kapıları kapatmayın. Masaya oturun. Yoksa bu ses, sizin suskunluğunuz yüzünden susar ve tarih bunu size yazar.
Siyaset, sadece aynı düşüncedekilerin bir araya gelmesi değil; farklı görüşlerin ortak paydada buluşabilmesi sanatıdır.
Bugün “Biz onlarla aynı masaya oturmayız” diyenlere, tarihten ders verecek en güçlü örnek, rahmetli Bülent Ecevit’tir. Kendisine “solun sembol ismi” denmesine rağmen, ülke menfaati söz konusu olduğunda hem Necmettin Erbakan hem de Devlet Bahçeli ile koalisyon kurmuştu.
ECEVİT’TEN UZLAŞMA DERSİ
Ecevit’in, ideolojik çizgisi kendisinden çok farklı olan iki siyasi liderle hükümet kurabilmesi, demokratik olgunluğun, uzlaşma kültürünün ve ülke çıkarlarını kişisel ya da parti menfaatlerinin önünde tutmanın en net göstergesiydi.
1974’te Erbakan ile yaptığı koalisyon sayesinde Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşti.
1999’da Bahçeli ile kurulan koalisyon ise hem ekonomik toparlanma adımlarına hem de Avrupa Birliği’ne uyum sürecine zemin hazırladı.
Bu örnekler, “farklıyla yan yana gelmenin” vatana ihanet değil, aksine büyük kazanımlar getirebileceğinin kanıtıdır.
DENK’SİZ BİR GELECEK, SESSİZ BİR TOPLULUK DEMEKTİR
Bugün Hollanda’da, Türk toplumunun ve geniş anlamda göçmenlerin sesi olan DENK Partisi, iç çekişmelerin kıskacında parçalanma tehlikesi yaşıyor.
Dün yayınladığım “Hollanda Türkleri, yüzlerinin akı olan DENK Partisi’ne sahip çıkmalı” başlıklı haber-yorumumdan sonra aldığım destek mesajları sevindirici olsa da, bazı dost bildiklerimden gelen tepkiler hayli düşündürücüydü.
Bana, “Sen nasıl demokratsın? Bu Selefi, Alevi düşmanlarına nasıl sahip çıkalım?” diyecek kadar önyargılı konuşanlar oldu.
Kendilerine şunu anlattım:
Hollanda’da elde edilmiş bir hakkı ve kazanımı kaybetmeyelim.
Bu ülkede bini aşkın sivil toplum kuruluşu var. Elbette çok değerli çalışmalar yapanlar oldu; kültürümüzü, inançlarımızı, dayanışmamızı ayakta tuttular. Ama hiçbiri, bir siyasi parti olma seviyesine gelemedi.
Oysa DENK, bu eşiği geçti; ülke genelinde seçimlere katılma hakkını kazandı.
Bir siyasi parti, belki bir grup insanın iradesiyle kurulabilir ama ülkenin her seçim bölgesinde varlık göstermek, yıllar süren örgütlenme, sabır, kadro yetiştirme ve finansman mücadelesi ister.
Bugün mecliste azınlıkların ve Müslümanların haklarını savunan üç milletvekilimiz var; anketler bu sayının beş ya da altıya çıkabileceğini söylüyor.
Ama iç çekişmeler bu kazanımı elimizden alacak gibi görünüyor.
KAPILARI KAPATMAYIN, MASAYA OTURUN
O nedenle diyorum ki:
Bu partiye girin, üye olun, genel kurullara katılın, yönetime girme mücadelesi verin. Kendi düşüncenizi, kendi renginizi oraya taşıyın. Farklılıklarımız masada çözülsün; kapılar kapatılarak değil, kapılar açılarak güçlenelim.
KENDİMDEN BİR ÖRNEK VEREYİM
Ben 1984’te Mersin Belediye Başkanlığı’na Doğruyol Partisi’nden aday olduğumda, CHP kökenli bir aileden geliyor ve hatta CHP İl Gençlik Kolu Başkanlığı yapmış bulunuyordum. Teklif geldiğinde, “Yerel yönetimle ülke siyaseti farklıdır” diyerek kabul ettim. Amacım, siyasi hesap gütmeden halkın ihtiyaçlarını karşılamaktı.
Daha sonra rahmetli Süleyman Demirel, milletvekilliği teklifinde bulunduğunda ise, “Artık Hollanda’dan dönmem mümkün değil” diyerek nazikçe reddettim.
41 yıl önce de ılımlı olduğumu kanıtlamıştım. Bugün hâlâ aynı yerde duruyorum: Ilımlılık, diyalog, ortak akıl… Bunlar olmadan siyaset, yalnızca kısır çekişmelerin arenası olur.
Eğer DENK Partisi toparlanmazsa, temsil ettiği topluluk büyük bir sesi kaybedecek. Oysa şimdi yapılması gereken, kimin “aşırı” kimin “ılımlı” olduğuna takılmadan, masaya oturmak ve ortak hedeflerde birleşmektir.
SİYASİ PARTİ OLMANIN DEĞERİ
Yapmayın kardeşler… Hollanda’da elde edilmiş bir hakkı ve kazanımı kaybetmeyelim.
Bu ülkede bini aşkın sivil toplum kuruluşu var; kültürümüzü, dayanışmamızı, kimliğimizi ayakta tuttular. Ama hiçbiri, siyasi bir varlık olarak parlamentoda temsil edilmeye, ülke çapında seçimlere katılmaya hak kazanmadı.
DENK Partisi, tam bu noktada bir kilometre taşıdır: STK sınırlarının ötesine geçerek kurumsal bir siyasi yapıya dönüştü; sandıkta oy aldı, mecliste yer buldu.
Bir siyasi partinin ülke çapında seçimlere katılabilmesi; örgüt kurmak, güçlü kadro oluşturmak, finansal ayakları oturtmak, gönüllü ağı yaratmak ve topluluk desteğini yıllarca canlı tutabilmek gibi zorlu süreçlerden geçer.
Bugün mecliste azınlıkların ve Müslüman toplumun haklarını savunan üç milletvekilimiz var. Anketler bu sayının beş ya da altıya yükselebileceğini öngörüyor. Ancak iç çekişmeler bu kazanımı yok edebilir.
O nedenle diyorum: Bu siyasi mücadeleye katılın! Partiye üye olun, genel kurullarda söz sahibi olun, yönetime girme çabasına dahil olun. Renklerinizi, düşüncelerinizi, umutlarınızı o masaya taşıyın.
Siyasi partili olmanın, sivil örgütlenmeden çok daha fazlası olduğunu unutmayın. Bu, sadece bir partiye üyelik değil; aynı zamanda temsil edilme hakkı, topluluğun sesi olma, geleceğe yönelik karar mekanizmalarında var olma mücadelesidir.
DENK Partisi bir zamanlar yönetici arayışını afişler ile duyuracak kadar demokrattı
Hollanda’da DENK Partisi’nin Oy Oranları ve Seçmen Profili (2017–2023)
DENK, 2017 genel seçimlerinde %2,1 oy oranı ile üç milletvekili çıkararak Hollanda parlamentosuna giren ilk göçmen kökenli parti oldu. Bu, yalnızca Türk toplumu için değil, ülkedeki tüm azınlıklar açısından da tarihi bir adımdı.
2021 seçimlerinde oy oranı %2,0 olarak sabit kaldı ve üç sandalyeyi korudu. 2023’te ise %2,37 ile yine üç milletvekili çıkarmayı başardı. Bu oranlar küçük görünse de Hollanda gibi çok partili ve rekabetin yoğun olduğu bir siyasi sistemde büyük bir başarıdır; zira %0,1’lik oynamalar bile meclis aritmetiğini değiştirebilmektedir.
Daha da çarpıcı olan, DENK’in özellikle büyük şehirlerdeki başarısıdır. Rotterdam’ın bazı mahallelerinde %35–40’a ulaşan oy oranları görülürken, Amsterdam ve Utrecht’te de göçmen nüfus yoğun bölgelerde %25–30 seviyeleri yakalanmıştır. Bu da partinin, ülke genelinde küçük ama belirli bölgelerde çok güçlü bir tabana sahip olduğunu gösteriyor.
Seçmen profiline bakıldığında, oyların büyük kısmını Türk ve Fas kökenli göçmenler oluşturuyor. Ancak partinin Hollandalı sol seçmenden, özellikle de ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele konularında duyarlı gençlerden de destek aldığı biliniyor. Bu karma yapı, DENK’in sadece “etnik köken partisi” olmadığını, belli bir değerler sistemini savunan kapsayıcı bir siyasi hareket olarak algılandığını gösteriyor.
Bütün bu tablo, “Bir siyasi parti kurmak kolay, ama ülke çapında seçimlere katılma hakkını almak çok zordur” sözümü sayılarla doğruluyor. DENK, Hollanda’daki azınlık topluluklarının bugüne kadar ulaşabildiği en üst düzey siyasi temsil biçimidir.
Bu nedenle, iç çekişmeler yüzünden bu kazanımın kaybedilmesi, sadece bir partinin değil, bir toplumsal mücadelenin geriye gitmesi anlamına gelir.
Unutmayın, Birliği kaybederseniz, sadece sandıktaki gücü değil, gelecekte “biz de vardık” deme hakkınızı da kaybedersiniz.
Bilin ki, bugünkü inat ve kibir, yarının sessizliği ve pişmanlığı olacak.
**************
DENK PARTİSİ’DEKİ GELİŞMELER
Van Baarle’nin adaylığa dönüşü için çalışmalar yapılıyor
DENK Partisi Genel Başkanı Ejder Köse, adaylıktan geri çekilmesi ile büyük bir krize yol açan Stephan van Baarle’nin adaylığa dönüşü için çağrı yaptı.
DENK yönetiminden yapılan açıklamada, krizin çözülmesi için birçok öneride bulunulduğunu, bunlar arasında olağanüstü genel kurulda iki farklı liste seçeneği sunmak, ilk üç sırada yetenekli bir kadın adaya yer vermek olduğu belirtildi.
Açıklamada, “Bu kriz, partinin genel menfaatinden çok, halihazırda görev yapan bir adayın sandalyesini korumaya odaklanmış durumda. Böyle kişisel çıkar kampanyaları, aday listesinin oluşumunda yeri olmayan ve partimize zarar veren girişimlerdir” denildi.
Parti yönetimi, Stephan van Baarle’nin yıllardır partiye kattığı katkıları takdir ettiklerini ancak “ortak ideallerin her zaman kişisel çıkarların üzerinde durduğunu” vurguladı. Yönetim, üyelerin aday listesini belirleme yetkisini tüzük gereği yönetime verdiğini, bu kuralın kayırmacılığı ve güç yoğunlaşmasını engellemek için konduğunu hatırlattı.
Yönetim Kurulu Başkanı Ejder Köse, basına yaptığı sözlü açıklamada, tüzük gereği yönetim kurulu değişikliğinin belirli kurallara bağlı olduğunu söyledi:
“Bir yönetim kurulu başkanı tüzük gereği seçilir, yine tüzük gereği görevini bırakır. Her kafası esen yönetimi değiştirmeye kalkamaz. Genel kurul yapılması için üye sayısının yüzde 10’unun imzası gerekir. Ancak o zaman genel kurula gidilir ve seçim yapılır.”
****************
HET ‘BAH’-TABOE TUSSEN VERLICHTE, DEMOCRATISCHE, PROGRESSIEVE MENSEN EN NATIONALISTEN, RELIGIEUZE, CONSERVATIEVE MENSEN
De DENK-partij, de stem van de Turkse en migrantengemeenschap in Nederland, schiet zichzelf in de voet.
Toen ik zei: “Laten we DENK steunen”, klonk het: “Wij gaan nooit aan dezelfde tafel zitten met die mensen…”
Toen ik opriep tot eenheid om DENK overeind te houden, kwam het antwoord: “Wij willen niets te maken hebben met die zogenaamde ‘beschaving’-liefhebbers…”
Interne ruzies, grillen, het borstklopperige “wij gaan niet met hen aan tafel”… In welke logica past dit?
İlhan KARAÇAY geeft commentaar:
Bülent Ecevit ging, in het landsbelang, zowel met Necmettin Erbakan als met Devlet Bahçeli aan tafel. Politiek is de kunst om met verschillen aan tafel te zitten. Wie denkt u dat u bent om uzelf dat ‘luxe’ toe te kennen?
DENK is niet zomaar een partij; het is het hoogste niveau van vertegenwoordiging van minderheden. Als u dit recht in de prullenbak gooit, moet u morgen niet huilen: “Waarom hoort niemand onze stem?”
Sluit geen deuren. Ga aan tafel. Anders zal deze stem zwijgen door uw stilzwijgen en de geschiedenis zal dat aan u toeschrijven.
Politiek is niet enkel bijeenkomen met gelijkgestemden, maar de kunst om met verschillende opvattingen een gemeenschappelijke basis te vinden.
Tegenwoordig is het krachtigste historische voorbeeld voor wie zegt: “Wij gaan niet met hen aan tafel”, wijlen Bülent Ecevit. Hoewel hij werd beschouwd als hét symbool van links, vormde hij – wanneer het landsbelang dat vereiste – zowel met Necmettin Erbakan als met Devlet Bahçeli een coalitie.
EEN LES IN COMPROMIS VAN ECEVİT
Dat Ecevit met twee politieke leiders, wiens ideologische lijn sterk afweek van de zijne, een regering kon vormen, was het duidelijkste bewijs van democratische volwassenheid, van een cultuur van compromis, en van het plaatsen van landsbelang boven persoonlijke of partijbelangen.
Dankzij de coalitie met Erbakan in 1974 vond de Vredesoperatie op Cyprus plaats.
De coalitie met Bahçeli in 1999 legde de basis voor zowel economische herstelmaatregelen als het toetredingsproces tot de EU.
Deze voorbeelden tonen aan dat “naast de ander staan” geen verraad aan het vaderland is, maar juist grote voordelen kan opleveren.
EEN TOEKOMST ZONDER DENK BETEKENT EEN STEMLOZE GEMEENSCHAP
Vandaag dreigt DENK, de stem van de Turkse gemeenschap en in bredere zin van migranten in Nederland, ten onder te gaan door interne conflicten.
Na mijn artikel van gisteren “Turken in Nederland moeten trots zijn op en opkomen voor de DENK-partij”, kreeg ik veel steunbetuigingen, maar sommige reacties van vrienden waren ronduit verontrustend.
Sommigen waren zo bevooroordeeld dat ze zeiden: “Hoe kun jij als democraat opkomen voor deze salafistische, Alevi-vijandige mensen?”
Ik heb hen uitgelegd:
Laten we in dit land geen verworven recht en winst verliezen.
Er zijn in Nederland meer dan duizend maatschappelijke organisaties. Natuurlijk hebben velen daarvan waardevol werk verricht; zij hebben onze cultuur, ons geloof en onze solidariteit in stand gehouden. Maar geen enkele heeft het niveau bereikt van een politieke partij.
DENK heeft die drempel wél overschreden; het heeft het recht verworven om landelijk aan verkiezingen deel te nemen.
Een politieke partij kan misschien door een kleine groep mensen worden opgericht, maar om in elk kiesdistrict aanwezig te zijn, heb je jarenlange organisatie, geduld, kaderopbouw en financiële slagkracht nodig.
Vandaag hebben we drie Kamerleden die opkomen voor de rechten van minderheden en moslims; peilingen zeggen dat dit er vijf of zes kunnen worden.
Maar interne ruzies lijken deze winst van ons af te pakken.
SLUIT DEUREN NIET, GA AAN TAFEL
Daarom zeg ik:
Word lid van deze partij, neem deel aan de algemene ledenvergaderingen, strijd om in het bestuur te komen. Breng uw eigen ideeën en kleur naar binnen. Laten we onze verschillen aan tafel oplossen, niet door deuren te sluiten maar door ze te openen.
Toen ik in 1984 kandidaat werd voor het burgemeesterschap van Mersin namens de Doğru Yol Partisi, kwam ik uit een CHP-familie en was zelfs voorzitter van de CHP Jongerenafdeling geweest. Toen ik de uitnodiging kreeg, accepteerde ik die met de gedachte: “Lokaal bestuur is iets anders dan landelijke politiek.” Mijn doel was om de behoeften van het volk te dienen zonder politieke berekening.
Later deed wijlen Süleyman Demirel mij een aanbod voor het parlementslidmaatschap, maar ik wees dat vriendelijk af: “Terugkeren uit Nederland is nu niet meer mogelijk.”
Ik bewees al 41 jaar geleden dat ik gematigd was.
Vandaag sta ik nog steeds op hetzelfde punt: gematigdheid, dialoog, gezond verstand…
Zonder die drie wordt politiek slechts een arena van vruchteloze ruzies.
Als DENK zich niet herpakt, zal de gemeenschap die zij vertegenwoordigt een krachtige stem verliezen. Nu is het moment om zonder te kijken naar wie ‘extreem’ en wie ‘gematigd’ is aan tafel te gaan zitten en ons op gemeenschappelijke doelen te verenigen.
DE WAARDE VAN EEN POLITIEKE PARTIJ
Doe het niet, vrienden… Laten we in Nederland geen verworven recht en winst verliezen.
Er zijn meer dan duizend maatschappelijke organisaties; zij hebben onze cultuur, onze solidariteit en onze identiteit in stand gehouden. Maar geen enkele heeft het recht verworven om als politieke entiteit in het parlement vertegenwoordigd te zijn en landelijk aan verkiezingen deel te nemen.
DENK is precies op dat punt een mijlpaal: het is uit de grenzen van een NGO getreden en een institutionele politieke structuur geworden; het haalde stemmen bij de stembus en vond een plek in het parlement.
Om als politieke partij landelijk mee te doen, moet je een organisatie opbouwen, een sterk team vormen, financiële fundamenten leggen, een netwerk van vrijwilligers opzetten en jarenlang het draagvlak in de gemeenschap levend houden.
Vandaag hebben we drie Kamerleden die de rechten van minderheden en de moslimgemeenschap verdedigen. Peilingen voorspellen dat dit aantal kan stijgen naar vijf of zes. Maar interne ruzies kunnen deze winst vernietigen.
Daarom zeg ik: Doe mee aan deze politieke strijd! Word lid van de partij, zorg dat u inspraak heeft op de ledenvergadering, strijd om een plaats in het bestuur. Breng uw kleuren, ideeën en hoop naar die tafel.
Vergeet niet dat partijlidmaatschap veel meer is dan maatschappelijke organisatie: het is het recht om vertegenwoordigd te worden, om de stem van de gemeenschap te zijn en om deel te nemen aan de besluitvorming over de toekomst.
Stemmen en achterban van DENK in Nederland (2017–2023)
DENK werd in de Tweede Kamer gekozen als eerste partij van migrantenafkomst met 2,1% van de stemmen in 2017, goed voor drie zetels. Dat was een historische stap, niet alleen voor de Turkse gemeenschap, maar voor alle minderheden in het land.
Bij de verkiezingen van 2021 bleef het percentage stabiel op 2,0% en behield de partij haar drie zetels. In 2023 steeg het naar 2,37% en opnieuw drie zetels. Hoewel deze percentages klein lijken, is dit in een land als Nederland met een zeer concurrerend meerpartijenstelsel een grote prestatie; verschuivingen van slechts 0,1% kunnen de Kamerverhoudingen veranderen.
Opvallend is vooral het succes van DENK in de grote steden. In sommige wijken van Rotterdam haalde de partij 35–40%, terwijl in Amsterdam en Utrecht in wijken met veel migranten de percentages 25–30% bereikten. Dit toont aan dat de partij landelijk klein, maar in bepaalde gebieden zeer sterk is.
Het grootste deel van de stemmen komt van Turkse en Marokkaanse migranten, maar de partij krijgt ook steun van Nederlandse linkse kiezers, vooral jongeren die gevoelig zijn voor het bestrijden van racisme en discriminatie. Deze gemengde achterban laat zien dat DENK niet slechts een “etnische partij” is, maar een inclusieve politieke beweging met een waardenprogramma.
Dit hele beeld bevestigt mijn woorden: “Een partij oprichten is makkelijk, maar het recht verkrijgen om landelijk mee te doen is zeer moeilijk.”
DENK is de hoogste vorm van politieke vertegenwoordiging die minderheden in Nederland tot nu toe hebben bereikt.
Daarom betekent het verliezen van deze winst door interne ruzies niet alleen het verlies van een partij, maar ook een terugval van een hele maatschappelijke strijd.
Onthoud: als u de eenheid verliest, verliest u niet alleen uw kracht in het stemhokje, maar ook het recht om in de toekomst te zeggen: “Wij waren er ook.” Weet dat de koppigheid en trots van vandaag, de stilte en spijt van morgen zal zijn.
**********
CRISIS BINNEN DENK: TERUGKEER VAN BAARLE ALS KANDIDAAT IN BEELD
DENK bevindt zich in een politieke storm na de terugtrekking van Stephan van Baarle als kandidaat. Partijvoorzitter Ejder Köse heeft nu een oproep gedaan om Van Baarle alsnog terug te laten keren op de kandidatenlijst.
Volgens een verklaring van het partijbestuur zijn er verschillende voorstellen gedaan om de impasse te doorbreken. Zo wordt gedacht aan het presenteren van twee aparte lijsten tijdens een bijzondere algemene vergadering en aan het opnemen van een getalenteerde vrouwelijke kandidaat in de top drie.
Het bestuur stelt echter dat de crisis vooral draait om het behoud van een individuele zetel, en niet om het belang van de partij als geheel. “Campagnes die gericht zijn op persoonlijke belangen horen niet thuis bij het samenstellen van de lijst en schaden onze partij,” aldus het bestuur.
Hoewel de bijdragen van Van Baarle aan de partij worden erkend, benadrukt het bestuur dat “gemeenschappelijke idealen altijd boven persoonlijke belangen moeten staan.” Daarbij wijst het op de partijstatuten, waarin staat dat het vaststellen van de kandidatenlijst expliciet een bestuursbevoegdheid is, bedoeld om vriendjespolitiek en machtsconcentratie te voorkomen.
Partijvoorzitter Köse verduidelijkte tegenover de pers dat bestuurswisselingen niet zomaar mogelijk zijn: “Een voorzitter wordt volgens de statuten gekozen en verlaat zijn functie eveneens volgens diezelfde regels. Het bestuur kan niet naar willekeur worden vervangen. Voor het bijeenroepen van een algemene vergadering is de steun van minstens 10 procent van de leden vereist. Pas dan kan er daadwerkelijk een stemming plaatsvinden.”
Partinin siyasi lideri Stephan van Baarle adaylıktan çekildiğini açıkladı
DENK’in kaderi, iç kavgaların değil, ortak hedeflerin belirleyeceği bir yolda çizilmeli.
Eğer bugün toparlanmazsa, yarın çok geç olabilir.
Bugün atılacak doğru adımlar, hem partiyi hem de temsil ettiği toplulukları yeniden ayağa kaldırabilir
(Yazının Hollandacası en altta.
Nederlandse versie is onderaan)
Haber-Yorum: İlhan KARAÇAY
Hollanda siyasetinin son yıllarda en dikkat çeken partilerinden DENK, seçimlere iki ay kala tarihinin en ciddi krizlerinden birini yaşıyor.
Dün akşam saatlerinde, partinin siyasi lideri Stephan van Baarle, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla aday listesinden çekildiğini duyurdu. Van Baarle, “Parti yönetiminin tarzı, liste lideri rolümü imkânsız hâle getirdi. DENK’in huzura ihtiyacı var. Parti hepimizden büyüktür. Bu konuda başka açıklama yapmayacağım” ifadelerini kullandı.
Bu şok açıklama, hem parti içinde hem de kamuoyunda deprem etkisi yarattı. Seçim kampanyasının en güçlü yüzlerinden biri olarak görülen Van Baarle’nin çekilmesi, sadece liderlik boşluğu değil, aynı zamanda partinin geleceği için de büyük bir soru işareti doğurdu.
DESTEKLER VE TEPKİLER
Açıklamanın hemen ardından, milletvekilleri İsmail el Abassi ve Doğukan Ergin, Van Baarle’ye destek mesajları yayımladı. Yönetim Kurulu’nu “kaba ve aşağılayıcı” davranışlarla suçlayan iki isim, partinin acilen istikrara kavuşması gerektiğini vurguladı.
DENK’in kurucu liderlerinden Tunahan Kuzu da sessizliğini bozdu ve X üzerinden yaptığı paylaşımda, “Partiye yıllarca emek vermiş bir ismin bu şekilde harcanması kabul edilemez” diyerek Genel Başkan Ejder Köse’ye açıkça istifa çağrısı yaptı.
Sosyal medyada ise Van Baarle’ye yönelik destek mesajları öne çıktı. Birçok kullanıcı, “haksızlığa uğramış gerçek lider” söylemini dile getirerek, onun yokluğunda kampanyanın zor geçeceğini belirtti.
İÇ ÇEKİŞMELERİN GÖLGESİNDE BİR PARTİ
Bu gelişmeler, zaten bir süredir parti içinde yaşanan gerilimleri daha görünür hâle getirdi.
Geçtiğimiz haftalarda, kurucu liderlerden Tunahan Kuzu’nun yeniden sahneye çıkma çabaları, parti içinde farklı kutupların oluşmasına yol açmıştı. Kulislerde, Kuzu’nun eski yakın çalışma arkadaşları üzerinden yeniden etkili olmaya çalıştığı, Başkan Köse’nin ise buna karşı sert bir tavır aldığı konuşuluyordu.
Bir diğer kriz, milletvekili Doğukan Ergin’in seçilebilir sıraya konulmamasıyla başlamış, bağış toplama yöntemleri ve iletişim sorunları nedeniyle yönetimle arası açılmıştı.
Tüm bu tartışmalar, kamuoyunda “DENK kendi içinde kavga eden bir partiye dönüştü” algısını güçlendirdi.
BU KAVGA NASIL BİTERSE BİTSİN…
Seçimlere iki ay kala, bu kavganın galibi ya da mağlubu olsa da, nihayetinde bir aday listesi ortaya çıkacak. İşte asıl mesele bundan sonrası…
Küsler mutlaka olacaktır. Ama bu küsler, kin besleme yerine partinin güçlenmesi için en azından köstek olmamayı tercih etmelidir. Tabii ki tam destek vermek çok daha iyidir.
Aday listesinde 5, 6 veya 7’nci sıralarda olmak, kimseyi korkutmamalıdır. Zira seçimlerde sürpriz sonuçlar, tercih oyları ve kampanya performansı, bu sıraları da seçilebilir hâle getirebilir.
DENK SADECE GÖÇMENLERİN PARTİSİ OLMAMALI
DENK’in kuruluş ruhu, yalnızca göçmen kökenlileri değil, her türlü ayrımcılığa uğramış kesimleri savunmaktı. Parti, bugüne kadar bu vizyonu kısmen korudu; ancak hâlâ toplumun geniş kesimlerinde “Türk partisi” algısını yıkabilmiş değil.
Oysa doğru mesajlarla ve kapsayıcı bir kadroyla, yerli Hollandalı seçmenlerden de oy alınabilir. Bu potansiyelin gerçekleşebileceğine inancım tamdır.
AKİL İNSANLAR GÖREVE
Şimdi, akil insanlarımızın bir araya gelerek hem parti yönetimine hem de adaylara yol göstermesi gerekir. Seçime çok az zaman kaldı. Birlik ruhu yeniden tesis edilmeli, kırgınlıklar tamir edilmeli, kamuoyuna “parti hepimizden büyüktür” mesajı verilmelidir.
Unutmayalım: DENK, sadece bir partinin adı değil, Hollanda’daki azınlıkların ve ayrımcılıkla mücadele edenlerin sembolüdür. Bu sembol, kişisel hırslarla değil, ortak akılla güçlenir.
SON SÖZÜM:
DENK’in kaderi, iç kavgaların değil, ortak hedeflerin belirleyeceği bir yolda çizilmeli. Eğer bugün toparlanmazsa, yarın çok geç olabilir. Ama bugün atılacak doğru adımlar, hem partiyi hem de temsil ettiği toplulukları yeniden ayağa kaldırabilir.
NOT: Türk medyasından bazıları, “Stephan van Baarle Genel Başkanlıktan istifa etmiştir” ibaresini kullandılar. Van Baarle ‘Genel Başkan’ değidir. Siyasi liderdir yani Fraksiyon Başkanı ve Liste birincisi. İstifa söz konusu değil. Sadece adaylıktan çekilmiştir. Seçime kadar siyasi liderliği devam edecektir.
Partinin Genel Başkanı ise Ejder Köse’dir.
*****************
NEDERLANDSE TURKEN MOETEN PARTIJ DENK, HUN EERBEELD, STEUNEN
Politiek leider Stephan van Baarle kondigt aan zich terug te trekken als kandidaat
Het lot van DENK moet worden bepaald door gezamenlijke doelen, niet door interne ruzies.
Als men zich vandaag niet herpakt, kan het morgen te laat zijn.
De juiste stappen die vandaag worden gezet, kunnen zowel de partij als de gemeenschappen die zij vertegenwoordigt, nieuw leven inblazen.
Nieuws-Commentaar: İlhan KARAÇAY
DENK, een van de meest opvallende partijen in de Nederlandse politiek van de afgelopen jaren, beleeft op twee maanden voor de verkiezingen een van de ernstigste crises in haar geschiedenis.
Gisteravond maakte politiek leider Stephan van Baarle via zijn sociale media bekend dat hij zich terugtrekt van de kandidatenlijst. Van Baarle zei: “De stijl van het partijbestuur heeft mijn rol als lijsttrekker onmogelijk gemaakt. DENK heeft rust nodig. De partij is groter dan wij allemaal. Ik zal hier verder geen verklaring over afleggen.”
Deze schokkende aankondiging veroorzaakte zowel binnen de partij als in de publieke opinie een aardbeving. Het vertrek van Van Baarle, gezien als een van de sterkste gezichten van de verkiezingscampagne, betekent niet alleen een leiderschapsvacuüm, maar roept ook grote vraagtekens op over de toekomst van de partij.
STEUN EN REACTIES
Direct na de aankondiging spraken Kamerleden İsmail el Abassi en Doğukan Ergin hun steun uit voor Van Baarle. Zij beschuldigden het bestuur van “grof en vernederend” gedrag en benadrukten dat de partij dringend stabiliteit nodig heeft.
Een van de oprichters van DENK, Tunahan Kuzu, verbrak eveneens zijn stilte en riep via X openlijk op tot het aftreden van partijvoorzitter Ejder Köse: “Het is onaanvaardbaar dat iemand die jarenlang voor de partij heeft gewerkt, op deze manier wordt afgedankt.”
Op sociale media overheersten steunbetuigingen aan Van Baarle. Velen noemden hem “de echte leider die onrecht is aangedaan” en voorspelden dat de campagne zonder hem veel moeilijker zal worden.
EEN PARTIJ IN DE SCHADUW VAN INTERNE STRIJDEN
Deze ontwikkelingen hebben de spanningen binnen de partij, die al enige tijd sluimerden, zichtbaarder gemaakt.
De pogingen van medeoprichter Tunahan Kuzu om de afgelopen weken weer op het toneel te verschijnen, hebben geleid tot het ontstaan van verschillende kampen binnen de partij. Achter de schermen werd gezegd dat Kuzu via oude vertrouwelingen opnieuw invloed probeerde uit te oefenen, terwijl voorzitter Köse hier fel tegenin ging.
Een ander conflict ontstond toen Kamerlid Doğukan Ergin niet op een verkiesbare plaats werd gezet. Door discussies over fondsenwerving en communicatieproblemen verslechterde ook zijn relatie met het bestuur.
Al deze ruzies versterkten in de publieke opinie het beeld dat “DENK een partij is die alleen maar intern vecht”.
HOE DEZE STRIJD OOK AFLOOPT…
Met nog twee maanden te gaan tot de verkiezingen, zal er uiteindelijk – ongeacht wie er wint of verliest – een kandidatenlijst moeten komen. Het echte vraagstuk begint daarna…
Er zullen onvermijdelijk mensen gekwetst zijn. Maar deze gekwetsten zouden er goed aan doen de partij niet te dwarsbomen, maar juist – indien mogelijk – volledig te steunen.
Een plaats als nummer 5, 6 of 7 op de lijst hoeft niemand af te schrikken. Onverwachte verkiezingsresultaten, voorkeurstemmen en een sterke campagne kunnen ook deze posities verkiesbaar maken.
DENK MAG NIET ALLEEN EEN MIGRANTENPARTIJ ZIJN
De oprichtingsgeest van DENK was het verdedigen van niet alleen mensen met een migratieachtergrond, maar ook alle groepen die te maken hebben met discriminatie. De partij heeft deze visie tot op zekere hoogte behouden, maar heeft het beeld van “Turkse partij” in brede lagen van de samenleving nog steeds niet kunnen doorbreken.
Met de juiste boodschap en een inclusief team kan DENK ook stemmen winnen van autochtone Nederlanders. Ik heb er volledig vertrouwen in dat dit potentieel kan worden gerealiseerd.
WIJZE MENSEN MOETEN IN ACTIE KOMEN
Nu is het moment voor onze wijze mensen om samen te komen en zowel het bestuur als de kandidaten te adviseren. Er is nog maar weinig tijd tot de verkiezingen. De eenheid moet worden hersteld, wonden moeten worden geheeld en aan het publiek moet de boodschap worden gegeven: “De partij is groter dan wij allemaal.”
Laten we niet vergeten: DENK is niet alleen de naam van een partij, maar het symbool van minderheden en van hen die strijden tegen discriminatie in Nederland. Dit symbool wordt versterkt door gezamenlijk verstand, niet door persoonlijke ambities.
MIJN LAATSTE WOORD:
Het lot van DENK moet worden bepaald door gezamenlijke doelen, niet door interne ruzies. Als men zich vandaag niet herpakt, kan het morgen te laat zijn. Maar de juiste stappen die vandaag worden gezet, kunnen zowel de partij als de gemeenschappen die zij vertegenwoordigt, nieuw leven inblazen.
OPMERKING: Sommige Turkse media hebben geschreven: “Stephan van Baarle is afgetreden als partijvoorzitter.” Dit klopt niet. Van Baarle is geen partijvoorzitter, maar politiek leider, dat wil zeggen fractievoorzitter en lijsttrekker. Er is geen sprake van aftreden; hij heeft zich enkel teruggetrokken als kandidaat. Tot de verkiezingen blijft hij politiek leider.
De partijvoorzitter is Ejder Köse.
“Hemşehricilik ilkel bir davranıştır. Önemli olan tüm yöreye hizmettir.”
“Atı alan Üsküdar’ı değil, Yenice’yi geçti.”
“Donkişot gibi yel değirmenlerine saldıranların çığırtkanlığı boşa gidecek.”
“Yatırıma karşı çıkanlar, aslında kendi memleketine ihanet ediyor.”
İlhan KARAÇAY yazdı:
Yıllarca Adana-Mersin çekişmesinin, hemşehricilik ilkelliğinin ve Donkişotvari çıkışların gölgesinde kalan ve tam 13 yıl boyunca türlü bahanelerle geciktirilen, kimi zaman ihale oyunlarına, kimi zaman da Adana-Mersin çekişmesine kurban edilmek istenen Çukurova Uluslararası Havalimanı, açılışının ardından geçen ilk 12 ayda, yap-işlet-devret sözleşmesinde öngörülen yıllık 2 milyon 700 bin yolcu garantisinin neredeyse iki katını yakalayarak, 5 milyon 100 bin yolcuya hizmet verdi.
Bu sayılar, yıllarca “Bu havalimanı kifayetsizdir, yatırım israftır” diyenlerin kulaklarında patlayan birer kalkış sesi oldu.
Ve evet, bir kez daha söylüyorum: Atı alan Üsküdar’ı değil, Yenice’yi geçti!
O ESKİ İTİRAZLAR…
Hatırlayalım:
“Adana Şakirpaşa Havalimanı’nı yedirmeyiz” diyen siyasetçiler, “35 kilometre ötede havalimanı mı olur?” diyen sosyal medya yorumcuları, “Müşteri kaybederiz” endişesiyle sokağa dökülen bazı esnaflar,
Ve hepsinin üzerinde, Adana-Mersin rekabetini hemşehricilik ateşiyle körükleyenler…
Bugün gelinen noktada, Şakirpaşa Havalimanı’nın yerine geçen bu modern tesis, yalnızca Mersin’e değil, Adana’ya, Tarsus’a, Osmaniye’ye, Hatay’a, tüm Çukurova’ya hizmet veriyor. Ulaşım kolaylaştı, ticaret hızlandı, turizm canlandı.
O ESKİ TARTIŞMALAR…
Yıllar önce, projenin sürüncemede kaldığı dönemde “Atı alan Yenice’yi geçecek” dediğimde bazıları alay etmişti. “Yenice nere, Üsküdar nere” diye gülüşenler olmuştu.
Bugün o esprinin gerçek olduğunu bizzat uçakların tekerlekleri pistte ispatlıyor.
Hatırlarsınız, “hemşehricilik ilkelliği” dediğim bu tavırlar, Adana-Mersin arasındaki doğal rekabeti bazen dostane bir yarıştan çıkarıp, gelişmenin önünde duvara dönüştürüyordu.
FACEBOOK ARŞİVİNDEN RENKLİ TEPKİLER
Projenin geciktiği yıllarda sosyal medya yorumları adeta bir “hemşehricilik panayırı” gibiydi:
“Adana’nın havaalanı kapanıyor, tren garı da giderse şaşmam!”
“Mersin’e kaptırdık, geçmiş olsun.”
“Adana’yı Mersin’in ilçesi yapsınlar, olsun bitsin.”
“Şalgam, kebap, şırdan bize yeter.”
ESKİ VE YENİ GÖRÜNTÜLER
Adana Şakirpaşa Havalimanı’na şehir içindeki gidiş yolundan, bekeleme salonunda çay kahve içilecek bir yer olmadığından, bekleme salonundaki kalabalıktan şikâyetçi olanlar (üstteki fotoğraflar), şimdilerde, yeni havalimanındaki modern görüntüye sevinmektedirler (Alttaki fotoğraflar).
Şakirpaşa’da, açılmayan bir kafeterya varken, Çukurova Uluslararası Havalimanı’nda, 10’nunu fotoğrafladığım 15 yeme içme mekânı var. (Altta)
Bugün, o yorumlar tatlı bir tebessümden öteye gitmiyor. Çünkü gerçek şu: Bu havalimanı, iki kentin de kazancı.
TURİZM, TİCARET VE GURBETÇİ SEVİNCİ
*Narenciye, sebze, meyve, çiçek… Sabah tarladan çıkıp, akşam Avrupa pazarında.
*Turizm operatörleri, yaz sezonunda bölgeye daha fazla yabancı turist getiriyor.
*Gurbetçiler, aktarmasız direkt uçuş konforuyla memleketlerine kavuşuyor.
Mersin’in sahilleri, Adana’nın mutfağı, Tarsus’un tarihi…
Hepsi, bu pistten kalkan her uçakla biraz daha dünyaya açılıyor.
GECİKMENİN ARDINDAN GELEN REKOR
Açılışı 10 Ağustos 2024’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan havalimanı, ilk yılında 30 binden fazla uçuş gerçekleştirdi.
İç hatlarda İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bodrum, Trabzon ve Van’a; dış hatlarda ise Almanya’nın 9 kentine, İngiltere Londra’ya, KKTC Lefkoşa’ya, Lübnan Beyrut’a, Karadağ Podgorica’ya, Suudi Arabistan Medine’ye, Mısır Şarm El-Şeyh’e, BAE Dubai’ye, Rusya Moskova’ya, Makedonya Üsküp’e, Azerbaycan Bakü’ye, Hollanda Amsterdam’a ve Arnavutluk Tiran’a direkt uçuşlar yapıldı.
Böylece, “Bu havalimanı boş kalır” diyenlerin yüzüne, bilet kontrol bankolarındaki uzun kuyruklar, apronlardaki dolu park alanları ve bavullarını taşıyan mutlu yolcular en güzel cevabı verdi.
GELECEK HEDEFLERİ
İlk yıl 5 milyon olan yolcu sayısının, önümüzdeki 3 yıl içinde 7 milyona ulaşması bekleniyor.
Kargo trafiğinin ticaret hacmini iki katına çıkarması öngörülüyor.
Yeni destinasyonlar arasında Afrika ve Asya şehirleri gündemde.
TEKNİK GÜÇ VE KARGO POTANSİYELİ
800 hektarlık alanda, 110 bin metrekare terminal binası, 3500 metrelik pist, 69 uçaklık park kapasitesi…
56 check-in bankosu, 23 pasaport noktası, 1500 araçlık otopark, modern dinlenme salonları, duty-free mağazaları…
Kargo bölümünün devreye girmesiyle, Türkiye’nin kargoda ikinci büyük HUB’ı olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir merkez.
Yatırım: 244,5 milyon euro (kamu kaynağı kullanılmadan)
Devletin 25 yılda alacağı kira: 297 milyon 100 bin euro.
SON SÖZLERİM
Ne oldu Şakirpaşa itirazcıları?
Garantinin 2 milyon 700 bini size fazla gelmişti ya…
İlk yılda 5 milyonu görünce ne hissettiniz?
Donkişot gibi yel değirmenlerine saldıran o eski çığırtkanlığınız, apronun ortasında bekleyen dolu uçaklara bakarken hâlâ geçerli mi?
Benim cevabım net: Atı alan Yenice’yi geçti… Bugün, 5 milyon 100 bin yolcunun biniş kartına bakarak hepsine tek bir cevap veriyorum: Burası ne Adana’nın, ne Mersin’in, Çukurova’nın havalimanı…
…Ve bu pistten kalkan uçaklar, yalnızca Çukurova’nın değil, Türkiye’nin geleceğini kanatlandırdı.
***************
İki komşu ve kardeş şehir olan Adana ve Mersin’in sakinleri arasında sükûnetin sağlanması adına, danışmanım ve sırdaşım “Gölge Adam” ile gerçekleştirdiğim eski bir röportajımı sizler için yineliyorum:
İŞTE O RÖPORTAJ:
KARAÇAY: Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması ve Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın yolculara kapanması konusunda, memnun olanlar ve olmayanlar, hatta çok kızanlar oldu. Malumunuz, Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın serüveni hiç de olumlu değildi. Yıllarca sürüncemde kaldı. Bunun nedenlerinden biri de, Adana kodamanlarının (Yüksek yönetici ve politikacılar) baltalama iddiasıydı. Bu konuda ben de çok yorum yazdım. Şimdi, Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılmasından sonra, Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın yolculara kapanması, pek çok Adanalı’yı kızdırdı ve sokaklara döktü. Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın, gerek Çukurovalılara ve gerekse Türkiye’ye yararlarını gözardı ederek, köhneleşmiş olduğu ileri sürülen Şakirpaşa Havalimanı’nın yolculara da açık olmasını isteyenler, pek çok iddia öne sürüyorlar. Çağımızda böylesi modern bir havalimanının devreye girmesi tabii ki memnuniyet verici olmalıdır.
Tabii ki onyıllarca şehir merkezinde bulunan havalimanından yararlanmış olanlar, şimdi her şeylerini kaybettikleri için kızmaktadırlar. Buna karşın, medeniyetin getirdiği bazı değişiklikler de değerlendirilmelidir. Örneğin, şehir içlerinden geçen yolların, otoban haline getirilmesinden sonra, şehir içinden otomobiller, otobüsler ve TIR’lar geçmez olunca, oradaki esnaflar iflas ettiler. Bu da medeniyetin ve gelişmenin cilvesidir. Benim gizli sırdaşım ve danışmanım olarak bu konuda bir değerlendirme yapar mısınız?
GÖLGE ADAM:Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması ve Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın kapanması üzerine yaşanan tartışmalar, bir kentin modernleşme süreci ile yerel halkın geçmişe dayalı alışkanlıkları arasında sıkışan duygusal bir gerilim yaratmış görünüyor. Bu durum, sadece bir havalimanı değişikliği meselesi değil, aynı zamanda kentsel dönüşüm, gelişim ve yerel ekonominin yeniden şekillendirilmesi sürecidir. Bu bağlamda, memnun olanlar ve kızanlar arasındaki dengeyi sağlamak, medeniyetin getirdiği değişimleri doğru bir perspektiften değerlendirerek yapılabilir.
KARAÇAY: Memnun olanlar ve kızanlar arasında nasıl bir denge kurulabilir?
GÖLGE ADAM: Çukurova Uluslararası Havalimanı, bölgenin uluslararası erişimini artıracak ve Çukurova bölgesinin ekonomik ve turistik potansiyelini yükseltecek önemli bir adım olarak görülmelidir. Daha büyük, daha modern ve daha donanımlı bir havalimanının faaliyete geçmesi, bölgenin büyümesine katkıda bulunacaktır. Bu bakış açısı, özellikle iş dünyası ve uluslararası bağlantılara önem veren kesimler tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır.
Adana Şakirpaşa Havalimanı yıllardır şehir merkezine yakınlığı ile yerel halkın hayatında önemli bir yer tutuyordu. Bu havalimanının kapanması, şehirdeki belirli bölgelerde alışkanlıkların kökten değişmesine neden olacak. Özellikle havalimanı çevresindeki esnaflar ve ulaşım hizmetleri bu değişimden olumsuz etkilenebilir. Ancak, bu değişiklikler büyük projelerle karşılaşan birçok şehirde yaşanmış, zamanla yeni fırsatlar doğurmuştur.
Şehir merkezlerinden geçen otoyolların genişletilmesi gibi örneklerde olduğu gibi, büyük altyapı değişiklikleri kısa vadede olumsuz etkiler yaratabilir, ancak uzun vadede daha geniş faydalar sağlayabilir. Yeni havalimanının, bölgedeki ulaşımı kolaylaştıracak yeni altyapı projeleri ile birlikte değerlendirilmesi, iş ve turizm açısından yeni fırsatlar yaratabilir.
Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılmasıyla birlikte ortaya çıkan hoşnutsuzluğu anlamak önemlidir. Bu noktada, yerel halkın kaygılarına duyarlılık gösteren bir iletişim stratejisi geliştirilmeli, yeni havalimanının getireceği faydalar somut örneklerle anlatılmalıdır. Aynı zamanda, Şakirpaşa Havalimanı’nın yerine geçecek projeler ve bu bölgedeki yeni yatırımlar konusunda halk bilgilendirilmelidir.
Şakirpaşa Havalimanı’nın tamamen kapatılması yerine, bazı özel veya kargo uçuşlarına açılması gibi çözümler de göz önünde bulundurulabilir. Bu, hem bölge halkını memnun edebilir hem de yeni havalimanının tam kapasite çalışmasına engel olmaz.
KARAÇAY: Bu konuda son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?
GÖLGE ADAM: Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması, bölgeye büyük bir ekonomik ivme kazandırabilir. Ancak bu sürecin yerel halk üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek için, Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılmasına yönelik kaygıları göz önünde bulundurarak dengeleyici adımlar atılmalıdır. Uzun vadeli planlamalar ve yerel halkın ihtiyaçlarına yönelik projeler ile memnun olanlar ve kızanlar arasında ortak bir çözüm sağlanabilir.
Bu tür büyük değişimlerin, kısa vadeli olumsuz etkilerle birlikte, zamanla daha geniş bir fayda yaratma potansiyeline sahip olduğunu unutmamak gerekir. Bu bağlamda, yerel halkın kaygılarına kulak vererek, olumlu değişimleri anlatmak, sizin de belirttiğiniz gibi bu süreci daha sağlıklı yönetmek açısından kritik olacaktır.
KARAÇAY: Adana ve Mersin, komşu ve kardeş şehirler olmasına rağmen, kıyasıya bir rekabet savaşı içindedir. Bu rekabet, sportif, kültürel ve iş dallarında sürmektedir. En son olarak, Mersin’e inşa edilemesi beklenen Konteyner limanının, Adana Ymurtalığa inşa edilmesi kararlaştırıldı. Bu kez de Mersinliler ‘Eyvah elimizden kaçırdık’ feryatları yükselttiler. Tıpkı Adanalıların, ‘Havalimanını kaçırdık’ feryatları gibi. Bazen hoş olan bu tartışmaların yapılmaması konusunda ne yapılması gerektiği hakkında da bir şeyler yazar mısınız?
GÖLGE ADAM: Adana ve Mersin arasındaki rekabet, iki komşu şehir arasındaki dinamik ilişkiyi yansıtan uzun soluklu bir olgudur. Bu rekabet, sportif etkinliklerden kültürel faaliyetlere, ticari yatırımlardan altyapı projelerine kadar birçok alanda kendini göstermektedir. Ancak, bu rekabetin bazen yapıcı olmaktan çıkıp her iki şehirde de memnuniyetsizliğe ve hatta gerginliğe yol açtığı durumlar da gözlemlenmektedir. Örneğin, Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın kapanması ve Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması süreci ya da Mersin’de inşa edilmesi planlanan konteyner limanının Yumurtalık’a kaydırılması gibi olaylar, şehirler arasında hoşnutsuzluk yaratmıştır. Bu tür tartışmaların yapıcı bir zemine oturtulabilmesi ve şehirlerarası rekabetin daha olumlu bir yöne evrilmesi için bazı stratejiler geliştirilebilir. İşte bu konuda atılabilecek adımlar:
Ortak projeler ve bölgesel işbirlikleri geliştirmek
Adana ve Mersin, Akdeniz’in iki önemli şehri olarak birbirlerini tamamlayıcı nitelikte projeler geliştirebilirler. Bu iki şehrin rekabetini azaltmanın ve hatta daha pozitif bir hale getirmenin yolu, ortak projeler ve bölgesel işbirlikleri yaratmaktan geçer. Örneğin, Adana ve Mersin arasındaki ulaşım ve lojistik ağlarının güçlendirilmesi, her iki şehrin de ekonomik potansiyelini artırabilir. Ayrıca, turizm, tarım ve sanayi gibi alanlarda ortak girişimler başlatılarak, her iki şehrin de kazanacağı bir işbirliği ortamı oluşturulabilir.
Şehirlerarası Rekabeti Olumlu Hale Getirmek
Rekabet kaçınılmazdır, ancak bu rekabeti daha olumlu bir zemine çekmek mümkündür. Sportif ve kültürel alanlardaki rekabet, dostane yarışmalar ve etkinlikler aracılığıyla daha keyifli ve yapıcı bir şekilde sürdürülebilir. Örneğin, Adana ve Mersin arasında düzenlenen spor turnuvaları, festivaller ve kültürel etkinlikler, rekabeti daha dostane bir hale getirebilir. Bu tür etkinlikler, şehirler arasındaki bağları güçlendirirken, rekabetin zararsız ve eğlenceli bir biçimde sürdürülmesine olanak tanır.
Bölgesel Kalkınma Stratejileri
Bölgesel kalkınma stratejileri çerçevesinde, her iki şehrin de güçlü yanlarını ön plana çıkaran bir planlama yapılabilir. Bu stratejilerde, bölgesel kaynaklar ve ekonomik potansiyel göz önünde bulundurularak, Adana ve Mersin’in birbirini tamamlayan şehirler olarak değerlendirilmesi sağlanabilir. Örneğin, Mersin’in liman ve lojistik kapasitesi ile Adana’nın sanayi ve tarım potansiyeli birlikte düşünülerek bir kalkınma modeli geliştirilebilir.
Yerel Yönetimlerin ve STK’ların Rolü
Adana ve Mersin’deki yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları, bu rekabetin daha sağlıklı bir zeminde devam etmesi için önemli bir rol oynayabilir. Bu kuruluşlar, iki şehir arasında dostluk köprüleri kurarak, ortak çıkarlar doğrultusunda hareket edebilirler. Ayrıca, yerel yönetimler arasındaki diyalog ve işbirliği artırılarak, rekabetin zarar verici bir hal almasının önüne geçilebilir.
Medya ve Toplumun Duyarlılığı
Yerel medya, şehirler arasındaki rekabeti körüklemek yerine yapıcı bir rol üstlenebilir. Medyanın dili ve üslubu, iki şehir arasındaki ilişkilerin niteliğini büyük ölçüde etkileyebilir. Aynı şekilde, toplumda da rekabetin olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik bir farkındalık oluşturulabilir. Şehirlerarası rekabetin doğal bir süreç olduğu ancak bu sürecin her iki tarafın da yararına olacak şekilde yönetilmesi gerektiği bilinci yaygınlaştırılabilir.
KARAÇAY: Bu konuda son olarak ne dersiniz?
GÖLGE ADAM: Adana ve Mersin arasındaki rekabet, bu iki şehrin dinamizmini ve bölgesel gelişimlerini besleyen bir unsur olabilir. Ancak bu rekabetin, gerginlik yaratmak yerine her iki şehrin de kazanacağı bir yapıya bürünmesi için işbirliği, dostane rekabet ve ortak kalkınma stratejileri hayata geçirilmelidir. Bu tür adımlar, hem yerel halkın refahını artıracak hem de bölgenin genel kalkınmasına katkıda bulunacaktır.
KARAÇAY: Bu konuları tartışırken, sırf memleket sevgisi nedeni ile tartışanların yanında, siyasi amaçlı konuşanlar var. Bu gibi konuları siyasallaştıranlar büyük bir yanlış yapmaktadırlar. Bu konuda da neler söylemek istersiniz?
GÖLGE ADAM: Memleket sevgisiyle tartışanlar ve konuyu siyasallaştıranlar arasındaki fark, bir kentin geleceği üzerine yapılan tartışmaların doğasını büyük ölçüde değiştirir. Memleket sevgisiyle hareket eden insanlar, genellikle yaşadıkları şehri geliştirmek, iyileştirmek ve güzelleştirmek için önerilerde bulunur ve samimi bir şekilde endişelerini dile getirirler. Ancak, bu tür tartışmalar siyasallaştığında, işler karmaşıklaşır ve genellikle asıl mesele arka planda kalır.
Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması ve Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın kapanması üzerine yaşanan tartışmalar, bir kentin modernleşme süreci ile yerel halkın geçmişe dayalı alışkanlıkları arasında sıkışan duygusal bir gerilim yaratmış görünüyor. Bu durum, sadece bir havalimanı değişikliği meselesi değil, aynı zamanda kentsel dönüşüm, gelişim ve yerel ekonominin yeniden şekillendirilmesi sürecidir. Bu bağlamda, memnun olanlar ve kızanlar arasındaki dengeyi sağlamak, medeniyetin getirdiği değişimleri doğru bir perspektiften değerlendirerek yapılabilir.
KARAÇAY: Memnun Olanlar ve Kızanlar Arasında Denge Kurmak için ne yapılmalıdır?
GÖLGE ADAM: Modernleşme ve Kalkınma Perspektifi: Çukurova Uluslararası Havalimanı, bölgenin uluslararası erişimini artıracak ve Çukurova bölgesinin ekonomik ve turistik potansiyelini yükseltecek önemli bir adım olarak görülmelidir. Daha büyük, daha modern ve daha donanımlı bir havalimanının faaliyete geçmesi, bölgenin büyümesine katkıda bulunacaktır. Bu bakış açısı, özellikle iş dünyası ve uluslararası bağlantılara önem veren kesimler tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır.
Adana Şakirpaşa Havalimanı yıllardır şehir merkezine yakınlığı ile yerel halkın hayatında önemli bir yer tutuyordu. Bu havalimanının kapanması, şehirdeki belirli bölgelerde alışkanlıkların kökten değişmesine neden olacak. Özellikle havalimanı çevresindeki esnaflar ve ulaşım hizmetleri bu değişimden olumsuz etkilenebilir. Ancak, bu değişiklikler büyük projelerle karşılaşan birçok şehirde yaşanmış, zamanla yeni fırsatlar doğurmuştur.
Şehir merkezlerinden geçen yolların genişletilmesi gibi örneklerde olduğu gibi, büyük altyapı değişiklikleri kısa vadede olumsuz etkiler yaratabilir. Ancak uzun vadede daha geniş faydalar sağlayabilir. Yeni havalimanının, bölgedeki ulaşımı kolaylaştıracak yeni altyapı projeleri ile birlikte değerlendirilmesi, iş ve turizm açısından yeni fırsatlar yaratabilir.
Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılmasıyla birlikte ortaya çıkan hoşnutsuzluğu anlamak önemlidir. Bu noktada, yerel halkın kaygılarına duyarlılık gösteren bir iletişim stratejisi geliştirilmeli, yeni havalimanının getireceği faydalar somut örneklerle anlatılmalıdır. Aynı zamanda, Şakirpaşa Havalimanı’nın yerine geçecek projeler ve bu bölgedeki yeni yatırımlar konusunda halk bilgilendirilmelidir.
Şakirpaşa Havalimanı’nın tamamen kapatılması yerine, bazı özel veya kargo uçuşlarına açılması gibi çözümler de göz önünde bulundurulabilir. Bu, hem bölge halkını memnun edebilir hem de yeni havalimanının tam kapasite çalışmasına engel olmaz.
KARAÇAY: Bu konudaki son sözleriniz nedir? GÖLGE ADAM: Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması, bölgeye büyük bir ekonomik ivme kazandırabilir. Ancak bu sürecin yerel halk üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek için, Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılmasına yönelik kaygıları göz önünde bulundurarak dengeleyici adımlar atılmalıdır. Uzun vadeli planlamalar ve yerel halkın ihtiyaçlarına yönelik projeler ile memnun olanlar ve kızanlar arasında ortak bir çözüm sağlanabilir.
Bu tür büyük değişimlerin, kısa vadeli olumsuz etkilerle birlikte, zamanla daha geniş bir fayda yaratma potansiyeline sahip olduğunu unutmamak gerekir. Bu bağlamda, yerel halkın kaygılarına kulak vererek, olumlu değişimleri anlatmak, sizin de belirttiğiniz gibi bu süreci daha sağlıklı yönetmek açısından kritik olacaktır.
KARAÇAY: Adana ve Mersin, komşu ve kardeş şehirler olmasına rağmen, kıyasıya bir rekabet savaşı içindedir. Bu rekabet, sportif, kültürel ve iş dallarında sürmektedir. En son olarak, Mersin’e inşa edilemesi beklenen Konteyner limanının, Adana Ymurtalığa inşa edilmesi kararlaştırıldı. Bu kez de Mersinliler ‘Eyvah elimizden kaçırdık’ feryatları yükselttiler. Tıpkı Adanalıların, ‘Havalimanını elimizden kaçırdık’ feryatları gibi. Bazen hoş olan bu tartışmaların yapılmaması konusunda ne yapılması gerektiği hakkında ne dersiniz?
GÖLGE ADAM: Adana ve Mersin arasındaki rekabet, iki komşu şehir arasındaki dinamik ilişkiyi yansıtan uzun soluklu bir olgudur. Bu rekabet, sportif etkinliklerden kültürel faaliyetlere, ticari yatırımlardan altyapı projelerine kadar birçok alanda kendini göstermektedir. Ancak, bu rekabetin bazen yapıcı olmaktan çıkıp her iki şehirde de memnuniyetsizliğe ve hatta gerginliğe yol açtığı durumlar da gözlemlenmektedir. Örneğin, Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın kapanması ve Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın açılması süreci ya da Mersin’de inşa edilmesi planlanan konteyner limanının Yumurtalık’a kaydırılması gibi olaylar, şehirler arasında hoşnutsuzluk yaratmıştır.
Bu tür tartışmaların yapıcı bir zemine oturtulabilmesi ve şehirlerarası rekabetin daha olumlu bir yöne evrilmesi için bazı stratejiler geliştirilebilir. İşte bu konuda atılabilecek adımlar:
Ortak Projeler ve Bölgesel İşbirlikleri Geliştirmek
Adana ve Mersin, Akdeniz’in iki önemli şehri olarak birbirlerini tamamlayıcı nitelikte projeler geliştirebilirler. Bu iki şehrin rekabetini azaltmanın ve hatta daha pozitif bir hale getirmenin yolu, ortak projeler ve bölgesel işbirlikleri yaratmaktan geçer. Örneğin, Adana ve Mersin arasındaki ulaşım ve lojistik ağlarının güçlendirilmesi, her iki şehrin de ekonomik potansiyelini artırabilir. Ayrıca, turizm, tarım ve sanayi gibi alanlarda ortak girişimler başlatılarak, her iki şehrin de kazanacağı bir işbirliği ortamı oluşturulabilir.
Şehirlerarası Rekabeti Olumlu Hale Getirmek
Adana Portakal Çiçeği Festivali ile Mersin Narenciye Festivali birleştirilerek, dünyanın dört bir yanından gelecek misafirlerle daha görkemli hale getirilebilir ve ortaklaşa spor faaliyatleri de genişletilebilir.
Rekabet kaçınılmazdır, ancak bu rekabeti daha olumlu bir zemine çekmek mümkündür. Sportif ve kültürel alanlardaki rekabet, dostane yarışmalar ve etkinlikler aracılığıyla daha keyifli ve yapıcı bir şekilde sürdürülebilir. Örneğin, Adana ve Mersin arasında düzenlenen spor turnuvaları, festivaller ve kültürel etkinlikler, rekabeti daha dostane bir hale getirebilir. Bu tür etkinlikler, şehirler arasındaki bağları güçlendirirken, rekabetin zararsız ve eğlenceli bir biçimde sürdürülmesine olanak tanır.
Bölgesel Kalkınma Stratejileri
Bölgesel kalkınma stratejileri çerçevesinde, her iki şehrin de güçlü yanlarını ön plana çıkaran bir planlama yapılabilir. Bu stratejilerde, bölgesel kaynaklar ve ekonomik potansiyel göz önünde bulundurularak, Adana ve Mersin’in birbirini tamamlayan şehirler olarak değerlendirilmesi sağlanabilir. Örneğin, Mersin’in liman ve lojistik kapasitesi ile Adana’nın sanayi ve tarım potansiyeli birlikte düşünülerek bir kalkınma modeli geliştirilebilir.
Yerel Yönetimlerin ve STK’ların Rolü
Adana ve Mersin’deki yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları, bu rekabetin daha sağlıklı bir zeminde devam etmesi için önemli bir rol oynayabilir. Bu kuruluşlar, iki şehir arasında dostluk köprüleri kurarak, ortak çıkarlar doğrultusunda hareket edebilirler. Ayrıca, yerel yönetimler arasındaki diyalog ve işbirliği artırılarak, rekabetin zarar verici bir hal almasının önüne geçilebilir.
Medya ve Toplumun Duyarlılığı
Yerel medya, şehirler arasındaki rekabeti körüklemek yerine yapıcı bir rol üstlenebilir. Medyanın dili ve üslubu, iki şehir arasındaki ilişkilerin niteliğini büyük ölçüde etkileyebilir. Aynı şekilde, toplumda da rekabetin olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik bir farkındalık oluşturulabilir. Şehirlerarası rekabetin doğal bir süreç olduğu ancak bu sürecin her iki tarafın da yararına olacak şekilde yönetilmesi gerektiği bilinci yaygınlaştırılabilir.
KARAÇAY: Bu konudaki son sözleriniz nedir?
GÖLGE ADAM: Adana ve Mersin arasındaki rekabet, bu iki şehrin dinamizmini ve bölgesel gelişimlerini besleyen bir unsur olabilir. Ancak bu rekabetin, gerginlik yaratmak yerine her iki şehrin de kazanacağı bir yapıya bürünmesi için işbirliği, dostane rekabet ve ortak kalkınma stratejileri hayata geçirilmelidir. Bu tür adımlar, hem yerel halkın refahını artıracak hem de bölgenin genel kalkınmasına katkıda bulunacaktır.
KARAÇAY: Bu konuları tartışırken, sırf memleket sevgisi nedeni ile tartışanların yanında, siyasi amaçlı konuşanlar var. Bu gibi konuları siyasallaştıranlar büyük bir yanlış yapmaktadırlar. Bu konuda da neler söylemek istersiniz?
GÖLGE ADAM: Memleket sevgisiyle tartışanlar ve konuyu siyasallaştıranlar arasındaki fark, bir kentin geleceği üzerine yapılan tartışmaların doğasını büyük ölçüde değiştirir. Memleket sevgisiyle hareket eden insanlar, genellikle yaşadıkları şehri geliştirmek, iyileştirmek ve güzelleştirmek için önerilerde bulunur ve samimi bir şekilde endişelerini dile getirirler. Ancak, bu tür tartışmalar siyasallaştığında, işler karmaşıklaşır ve genellikle asıl mesele arka planda kalır.
KARAÇAY:Memleket sevgisi ile hareket edenler ve siyasallaştıranlar arasındaki fark nedir?
GÖLGE ADAM: Memleket Sevgisiyle Hareket Edenler: Duygusal ve Samimi Yaklaşım: Memleket sevgisiyle tartışan kişiler, genellikle yaşadıkları şehirle duygusal bir bağ kurmuş, oranın tarihine, kültürüne ve insanlarına bağlı bireylerdir. Onların endişeleri, şehrin kimliğini ve değerlerini korumaya yönelik samimi çabalardır.
Yapıcı Eleştiriler: Bu kişiler, bir sorunu ele aldıklarında, genellikle yapıcı bir yaklaşım sergilerler. Yani sadece eleştirmez, aynı zamanda çözüm önerileri de sunarlar. Onların amacı, şehrin ve insanların yararına olacak gelişmeleri desteklemek ve hatalı kararların düzeltilmesine katkı sağlamaktır.
Birlik ve Beraberlik: Memleket sevgisiyle hareket eden insanlar, genellikle şehirdeki farklı kesimleri bir araya getirirler. Onlar için önemli olan, ortak değerler etrafında bir araya gelerek daha güçlü bir topluluk oluşturabilmektir.
Siyasi Amaçlarla Tartışanlar:
Kutuplaştırıcı Söylemler: Siyasi amaçlarla tartışan kişiler, genellikle bir konuyu kendi siyasi görüşlerine göre yönlendirmeye çalışırlar. Bu da tartışmanın odağını kaydırarak, şehrin geleceği ile ilgili yapıcı diyalogları engelleyebilir. Ayrıca, kutuplaştırıcı söylemlerle insanları taraf seçmeye zorlayarak, toplumsal birlikteliği zedelerler.
Kısa Vadeli Çıkarlar: Siyasallaşmış tartışmalar, genellikle kısa vadeli politik çıkarlar üzerine kuruludur. Bir şehir ya da bölge için alınan kararların uzun vadeli etkileri göz ardı edilip, siyasi kazanımlar ön planda tutulabilir. Bu tür yaklaşımlar, genellikle halkın gerçek ihtiyaçlarından çok, siyasi pozisyonların korunmasına hizmet eder.
Toplumsal Gerilimi Artırmak: Siyasallaşan tartışmalar, toplumsal gerilimi artırabilir ve insanlar arasında güvensizlik yaratabilir. Bu durum, yerel projeler ve gelişmeler konusunda sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturulmasını engeller, çünkü meseleler tarafsız bir şekilde ele alınmak yerine siyasi argümanlarla şekillendirilir.
KARAÇAY: Bu durumun doğru yönetilmesi için neler yapılmalı?
GÖLGE ADAM: Yerel Konuların Siyasallaştırılmaması Gerektiği Bilinci: Şehirlerin gelişimi, insanların yaşam kalitesi ve bölgesel kalkınma konuları, siyaset üstü meseleler olarak ele alınmalıdır. Bu bilinç, yerel yöneticiler, medya ve toplum arasında yaygınlaştırılmalıdır. Siyasetle yerel kalkınma arasında bir denge kurulmalı ve bu tür konuların siyasetin etkisinden arındırılması sağlanmalıdır.
Şeffaf İletişim ve Katılımcılık: Yerel yönetimler ve karar vericiler, projeler ve şehirle ilgili büyük değişiklikler hakkında şeffaf bir iletişim politikası izlemelidir. Halkın bu süreçlere aktif katılımı sağlanarak, alınan kararların arkasındaki mantık ve nedenler açıkça anlatılmalıdır. Bu, tartışmaların yapıcı bir şekilde ilerlemesini ve siyasi manipülasyonların önlenmesini kolaylaştırır.
Ortak Değerler Üzerinden Birleşmek: Şehirler, siyasi farklılıklar yerine ortak değerler üzerinden birliktelik oluşturmalıdır. Kültürel miras, yerel ekonominin güçlendirilmesi, eğitim ve sağlık gibi alanlar, siyasi görüşlerden bağımsız olarak tüm halkın ortak çıkarlarına hizmet eder. Bu ortak değerler etrafında birleşmek, tartışmaların daha sağlıklı bir zeminde yürütülmesine olanak tanır.
Medya ve Toplum Önderlerinin Rolü: Medya, tartışmaları körüklemek yerine yapıcı ve bilgilendirici bir rol üstlenmelidir. Aynı şekilde, toplum önderleri ve kanaat liderleri de meselelerin siyasallaştırılmasının önüne geçmek için kamuoyunu bilinçlendirmeli ve diyalog ortamını güçlendirmelidir. Özellikle yerel medyanın tarafsız ve toplumsal faydayı gözeten bir dil kullanması, siyasi manipülasyonların önlenmesinde kritik bir rol oynar.
KARAÇAY: Bu konuda son olarak neler söyleyeceksiniz?
GÖLGE ADAM: Şehirler arası rekabet ya da yerel kalkınma projeleri gibi konular, memleket sevgisiyle tartışıldığında, toplumun geneline fayda sağlayacak sonuçlar doğurabilir. Ancak bu tartışmalar siyasallaştığında, asıl meseleler gölgede kalır ve şehirler arasındaki bağlar zedelenebilir. Bu nedenle, yerel kalkınma ve şehirlerin geleceği gibi konuların siyasetten bağımsız bir şekilde ele alınması, toplumsal bütünlük ve uzun vadeli kalkınma açısından büyük önem taşır. Siyasetten arınmış, yapıcı bir diyalog ortamı oluşturmak, hem yerel halkın refahını artırır hem de bölgesel gelişmeye katkı sağlar.
EN SONDA SÖYLEMEK İSTEDİKLERİM: Adana ve Mersin arasındaki rekabet, iki komşu şehir arasındaki kadim dostluğun bir yansımasıdır. Ancak bu rekabetin, zaman zaman gerginlik yaratmaktan öteye geçip, her iki şehre de zarar verdiği anlar olmaktadır. Şimdi, bu dostluğun ve kardeşliğin yeniden güçlenmesi için bir adım atmanın tam zamanı.
Barış ve sükûnet çağrısı yaparken şunu hatırlatmak isterim: Geçmişte yaşanan zorluklar, geleceğin yolunu açan derslerdir. Adanalılar ve Mersinliler olarak, bu bölgede birlikte yaşamayı, birbirimizi desteklemeyi ve güç birliği yapmayı bilmeliyiz. Çukurova’nın sahip olduğu potansiyeli ancak bir arada çalışarak, ortak değerlerimizi koruyarak ve medeniyetin getirdiği yenilikleri kucaklayarak ortaya çıkarabiliriz.
Şimdi, geçmişin tartışmalarını bir kenara bırakıp, geleceğe umutla bakma vaktidir. Kardeş şehirler olarak, bölgenin kalkınması, refahı ve gelişmesi için el ele vermeliyiz. Bu topraklarda kök salan dayanışma ruhunu yeniden canlandırarak, her iki şehre de fayda sağlayacak projelere odaklanmalıyız.
Adana ve Mersin, tarih boyunca birbirine kardeş olmuş iki şehir. Çukurova’nın sıcak güneşi altında gelişen bu kardeşlik, sadece rekabetten ibaret değil, aynı zamanda büyük bir dayanışmayı da temsil ediyor. Bugün bölgeyi şekillendiren yeni projeler, bu iki şehir arasındaki bağları güçlendirme fırsatını da beraberinde getiriyor.
Yeni havalimanı, hem Adanalılar hem de Mersinliler için büyük bir kazanım. İki şehir arasında ekonomik ve sosyal anlamda bir köprü görevi görecek bu proje, bölgenin uluslararası alanda parlamasına vesile olacak. Bu süreçte, farklı düşünceler, eleştiriler ve kaygılar olabilir; ancak unutulmamalıdır ki, bu tür büyük projeler, zamanla herkes için fırsatlar doğurur.
Adanalılar ve Mersinliler olarak birbirimize sahip çıkmalı, ortak değerlerimize sarılmalı ve rekabeti dostane bir çizgide sürdürmeliyiz. Birbirimizin başarılarını alkışlayarak, birlikte kalkınmanın yollarını aramalıyız. İki kardeş şehri bir arada tutan bağları güçlendirerek, bölgemizi daha da ileri
taşıyacak işbirlikleri yapmalıyız.
Şimdi birlik olma ve geleceği el birliğiyle inşa etme zamanı!
Gelene hoş geldin diyelim, gidene ise güle güle.
ADANA YİNE DE BAZI NOKTALARDAN YARARLANDIRILMIŞ:
Çukurova Uluslararası Havalimanı ile ilgili, Mersin ve Adana illeri arasında sağlanan anlaşmalar oldukça önemli. Bilindiği gibi, bu havalimanı her iki kente de hizmet verecek büyük bir ulaşım noktası olacak. Adana plakalı taksilerin de havalimanında faaliyet göstereceği bilgisi, şehirler arası işbirliğini ortaya koyuyor. Bu işbirliği sadece taksilerle sınırlı kalmayıp, diğer hizmet sektörlerinde de görülebilir.
Diğer Ortak Anlaşmalar:
Ulaşım: Adana ve Mersin arasında toplu taşıma hizmetlerinin güçlendirilmesi için bir dizi protokol üzerinde çalışıldığı biliniyor. Özellikle iki şehir arasında hızlı otobüs ve servis seferlerinin artırılması gündemde.
Ticaret: Havalimanının her iki kente de ekonomik katkı sağlaması adına, Adana ve Mersin Ticaret Odaları arasında çeşitli ticaret anlaşmaları yapılmış durumda. Özellikle havalimanı çevresinde kurulacak ticari alanlar için hem Adanalı hem Mersinli işletmelere fırsatlar sunulacak.
Turizm: Turizm sektöründe de ortak çalışmaların sürdüğü belirtiliyor. Özellikle bölgenin turizm potansiyelini artırmak adına, Çukurova Bölgesi’nin tanıtımı konusunda iki il bir araya gelerek ortak kampanyalar düzenleyecek.
Lokantalar Konusunda Şakirpaşa Havalimanı çevresindeki lokantalar, özellikle Adana’nın ünlü yemek kültürünü temsil eden yerler olarak biliniyor. Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın faaliyete geçmesiyle, bu lokantalar için de yeni fırsatlar oluşabilir. Henüz kesinleşmiş bir yerleşim planı olmamakla birlikte, Mersin’deki havalimanı yakınında bu lokantalara uygun alanlar tahsis edilmesi gündeme gelebilir. Bu sayede hem Adana’nın gastronomik zenginlikleri hem de Mersin’in mutfak kültürü bir araya getirilerek bölgeye gelen yolculara zengin bir yeme-içme deneyimi sunulabilir.
Bu tür işbirlikleri, bölgenin genel ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacaktır. Bu konuda gelişmeleri takip etmekte fayda var.
Süper Lig’de bir takım sahaya neredeyse tamamen yabancı oyunculardan oluşan bir kadroyla çıkabiliyor.
Irkçılık yapmıyorum ama, yabancı futbolcu sayısı kıstlanmalı.
65 Yıllık Bir Spor Muhabirinin Kaleminden:
65 yıllık gazetecilik hayatımın en uzun soluklu, en heyecanlı ve en unutulmaz dönemleri spor muhabirliği ve spor yazarlığıyla geçti.
2007 yılına kadar, 7 Dünya Futbol Şampiyonası, 7 Avrupa Futbol Şampiyonası ve sayısız Avrupa Kulüpler Şampiyonası finalini yerinde izledim. Tribün atmosferini, saha kenarındaki teknik direktörlerin mimiklerini, hakem düdüğünün hemen ardından sahadaki oyuncuların yüzündeki sevinci ya da hayal kırıklığını birebir gördüm, hissettim ve aktardım. Bu dev turnuvaları hem yazılı basında hem de televizyon ekranlarında milyonlarca kişiye ulaştırdım.
1980 yılında, Güney Amerika futbolunun kalbinde, Uruguay’da düzenlenen ve Dünya Şampiyonu olmuş ülkelerin katıldığı Mini Dünya Şampiyonası’nı da, “tek Türk gazetecisi” olarak takip ettim.
O turnuvada, henüz 20’sine bile girmemiş olan, topu ayağına her aldığında sahada bir sihir yaratan Diego Armando Maradona’yı Türk okuyucularına ve izleyicilerine tanıtan ilk gazeteci oldum. Daha sonraları Maradona, futbol tarihinin en büyüğü sayılacak; ama benim için hep, Montevideo’nun o tozlu stadında, genç yaşında dünyayı büyüleyen o çocuk olarak kalacaktı.
Benim için futbol, sadece 90 dakikalık bir oyun değil; tribün kültüründen semt aidiyetine, altyapıdan yetişen gençlerin hikâyelerine, transfer politikalarından milli takımın geleceğine kadar uzanan, toplumun aynası olan bir bütünlük. Yıllar boyunca bu bütünlüğün içindeki her parçayı inceledim, yazdım, konuştum.
Dün akşam izlediğim iki maç, bu düşüncelerimin doğruluğunu bir kez daha hatırlattı.
İlk olarak Rizespor–Göztepe karşılaşmasını izledim. Maçın hemen ardından televizyonu Eyüp–Konyaspor maçına çevirdim.
Bu ikinci maçta iki ayrıntı beni derinden etkiledi:
Sahadaki futbolcuların çoğunun Türk olması,
Tribünde yer alan, tüm sahaya hâkim dev pankart: “SEMT BİZİM AŞK BİZİM”.
Bu pankart, yalnızca bir söz değildi; semtine, kulübüne, formasına bağlılığın manifestosuydu. Ve o an anladım ki, sahada yerli futbolcuların çoğunlukta olduğu bir karşılaşma izlemek, tribünde böyle bir aidiyet mesajını görmek, insanın futbola bakışını bir anda sıcaklaştırıyor, yumuşatıyor, insani bir bağ kuruyor.
DÜN AKŞAMKI GÖZLEMİM
Bir zamanlar, Avrupa’da yarı final ve final heyecanı yaşamış bir Göztepe vardı.
Sahada, şehrin çocukları ter dökerdi. Tribünlerdeki taraftar, oynayan futbolcuların çoğunun kendi mahallesinden, kendi okulundan çıkmış olduğunu bilirdi.
O Göztepe, İzmir’in, hatta Türkiye’nin gururuydu.
Yıllar geçti, futbol dünyası değişti. Transfer pazarları genişledi, yabancı oyuncu kotaları kalktı.
Bugün geldiğimiz noktada, Süper Lig’de bir takım sahaya neredeyse tamamen yabancı oyunculardan oluşan bir kadroyla çıkabiliyor.
Dün akşam oynanan Rizespor–Göztepe maçında, Göztepe ilk 11’inde yalnızca bir Türk futbolcu (Arda) vardı.
Kalan 10 futbolcu yabancıydı.
Elbette mesele “yabancı” kelimesinin etnik anlamı değil.
Futbol evrensel bir oyundur, iyi oyuncunun pasaportuna bakılmaz.
Ama şu soru ortada duruyor: Kendi ligimizde, kendi çocuklarımıza ne kadar şans veriyoruz?
Bu tablo sadece Göztepe’ye özgü değil. Ligimizde birçok takım aynı yola girdi.
Kısa vadede kalite artıyor gibi görünse de uzun vadede milli takım havuzu daralıyor, altyapıdan gelen gençler körelip gidiyor.
Göztepe taraftarı bugün 0-3’lük galibiyete seviniyor olabilir. Ama eminim ki tribündeki birçok kişi, gönlünden şunu geçiriyordur: “Keşke bu galibiyeti, içimizden çıkan 4-5 futbolcuyla birlikte alsaydık.”
Göztepe’nin geçmişi, yalnızca kazanılan kupalarla değil, kendi değerlerini sahaya yansıtmasıyla da yazıldı.
Umarım gelecekte, yabancı yıldızların yanında yine İzmir’in çocuklarıyla gurur duyacağımız günleri görürüz.
TARİHÎ BİR KİMLİĞİN DOĞUŞU- İSTATİSTİKSEL PERSPEKTİF
Göztepe, 1925 yılında İzmir’in Göztepe–Güzelyalı semtinde, Altay’dan ayrılan bir grup sporsever tarafından kuruldu.
Profesyonel lig öncesi dönemde, 1950 yılında Türkiye Futbol Şampiyonası’nı kazanarak büyük bir başarı elde etti. Bu şampiyonluk, Göztepe’nin yalnızca İzmir’de değil, tüm ülkede tanınmasını sağladı.
ALTIN ÇAĞ – ADNAN SÜVARİ DÖNEMİ
1960’ların sonlarında teknik direktör Adnan Süvari yönetiminde Göztepe, Türk futbol tarihine altın harflerle yazılacak başarılara imza attı.
1968-69 sezonunda Inter-Cities Fairs Cup’ta yarı finale çıkarak bunu başaran ilk Türk kulübü oldu.
1969-70 sezonunda ise Türkiye Kupası’nı üst üste ikinci kez kazanıp, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda çeyrek finale yükseldi.
O dönemin kadrosu; yerli futbolcuları, İzmirli yıldızları, mahallelerinden yetişen oyuncuları ile hem sahada hem tribünde tam bir kenetlenme örneği sergiledi.
GÖZTEPE’DE ANTRENÖRLÜK YAPAN DOĞAN AKI İLE BİR HATIRA
Rinus Michels’in yarattığı total futbol ile büyüyen Hollanda’nın Ajax takımı ve milli takımın beyni olan Johan Cruyff ile birlikte göründüğümüz bu fotoğrafta, ünlü antrenörlerimizden Doğan Akı (ortada) Ünal temel (solda) ve Michels’in takipçisi Macar Stefan Kovacs da yer aldı. Kovacs daha sonra Fransa’ya total futbolu aşılayan adam oldu.
YENİDEN DOĞUŞ
Aradan geçen yıllarda yaşanan ekonomik sıkıntılar, yönetim krizleri ve sportif düşüşler Göztepe’yi alt liglere kadar geriletti. Ancak kulüp, yeni yönetim anlayışı, yatırım ve teknik ekip desteğiyle yeniden Süper Lig’e dönmeyi başardı. Bu dönüş, kulüp tarihinde bir başka dönüm noktası oldu.
“SEMT BIZIM AŞK BIZIM” YEREL RUHU SIMGELIYOR
Eyüp–Konyaspor maçında tribünde açılan “SEMT BİZİM AŞK BİZİM” pankartı, sahada çoğunluğu Türk futbolcuların olmasıyla birleşince, futbolun mahalle kültürünü, semt aidiyetini ve yerel kimliğini hatırlatan çok güçlü bir sembol hâline geldi.
Eyüp–Konyaspor maçında tribünde açılan pankart, yerel aidiyetin futbola yansıyan en güçlü sembollerinden biri.
Bu görüntü bana şunu hatırlattı: Futbol, her ne kadar küresel bir endüstri hâline gelse de kökleri hâlâ semtlerde, mahallelerde, yerel değerlerde yaşıyor.
YABANCI OYUNCU İSTATİSTİKLERİ
2024 sezonunda Süper Lig’de yabancı futbolcular, atılan toplam gollerin yaklaşık %78’ini attı.
Brezilyalı futbolcular, ligdeki en kalabalık yabancı oyuncu grubunu oluşturdu.
Sezonun en golcü Türk futbolcusu ise yalnızca 8 gol atan Barış Alper Yılmaz oldu.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), 2025-26 sezonundan itibaren A takımlarda en fazla 14 yabancı futbolcu bulundurulmasını kararlaştırdı. Ayrıca bu yabancı oyunculardan en az 2’sinin 2003 ve sonrası doğumlu olması şartı getirildi.
İZMİR’İN FUTBOL MİRASI
İzmir, Türk futboluna yalnızca Göztepe ile değil; Altay ve Karşıyaka gibi köklü kulüplerle de damga vurdu.
Metin Oktay gibi bir futbol dehasını yetiştiren bu şehir, her dönem yerli yeteneklerin doğduğu bir kaynak oldu.
Bu miras, yerel futbol kültürünün devamlılığı açısından korunması gereken paha biçilmez bir değerdir.
Yerli-Yabancı Dengesi
Burada amacım asla yerli-yabancı ayrımı yapmak değil.
Futbolun evrenselliği içinde, kendi gençlerimize de hak ettikleri şansı tanımak gerektiğini savunuyorum.
Çünkü hem kalite hem de sürdürülebilir başarı, ancak bu dengeyle sağlanabilir. Yabancı yıldızlar lige kalite ve heyecan katar, fakat onların yanında kendi evlatlarımızın da sahada yer alması, milli takımın geleceği ve futbol kültürümüzün devamlılığı açısından hayati önem taşır.
SİZE BİRAZ FUTBOL YAZAYIM MI?
26 Haz 2021
Beşikten mezara kadar teknik direktör olduklarını zanneden 80 milyon kişiye, futbolun azizliğini ve cilvesini anlatmak zor ama, 55 yıllık gazeteciliğim ile yine de birşeyler karalayacağım.
Bir talihsiz ve rezil İtalya maçı haricinde, Türk milli takımının, diğer takımlardan eksik neyi vardı?
Gazetecilikte futbol yaşamımdan kesitler ve fotoğrafları bu yazıda bulabileceksiniz.
İlhan KARAÇAY’ın analizi:
‘Futbol’ deyip geçmeyiniz. Daha doğrusu bunu genelleştirip ‘spor’ olarak ele alabiliriz. Futbolun kadri çok büyüktür. Bunu ancak yaşayanlar bilir.
Naçizane şahsım, bugüne kadar tam 6 Dünya Futbol Şampiyonası, 1 Mini Dünya Futbol Şampiyonası ve 6 da Avrupa Futbol Şampiyonası izleme şansını yakalamıştım.
1974 Almanya, 1978 Arjantin, 1980 (Uruguay, Mini Dünya Futbol Şampiyonası), 1982 İspanya, 1986 Meksika, 1990 İtalya ve 1994 Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan Dünya Futbol Şampiyonaları’ndan başka, 1976 Yugoslavya, 1980 İtalya, 1984 Fransa, 1988 Almanya, 1992 İsveç ve 2000 Hollanda-Belçika’da yapılan Avrupa Futbol Şampiyonaları’nı yakından izledim. Bunlara ilaveten, izlediğim kulüpler şampiyonalarının sayısı da bir hayli çok.
Futbol müsabakaları öncesi ve sonrasında yaşananları değerlendirmeye kalkışırsanız, bu sporun önemini anlayabilirsiniz. Özellikle Dünya Şampiyonaları çok renkli ve zevkli geçer. Örneğin, Brezilyalılar’ın olmadığı bir şampiyona renksiz olur. Gittiğim Avrupa Şampiyonaları’nda bu eksikliği her zaman hissetmiştim.
Son 55 yılda dünyanın en önemli futbol karşılaşmalarını yakından izlememe karşın, sizleri olduğu gibi, beni de mutluluğun doruğuna çıkaran Japonya ve Kore’deki şampiyonayı yakından izleyemediğim için kahroldum. Keşke bundan önceki hiçbir turnuvaya gitmeseydim de, Türkiye’mizin zafer kazandığı bu son turnuvaya gitseydim. Bunun için imkan vardı ama, özel nedenlerle gidemedim.
Bu ‘futbol’ denen eğlence ve yarış, insanları bazen kızdırıyor, bazen de sevindiriyor. Bu kızgınlıklar ve sevinçler çoğu zaman çılgınca oluyor. ‘Çılgınlık’ derken, eli sopalı ve bıçaklı holiganların çılgınlığından söz etmiyorum. Onların yaptığı ancak ‘vahşilik’ olarak nitelenir. Benim sözünü ettiğim ‘çılgınlık’ tatlı çılgınlıktır.
Bakınız, her konuda doyuma ulaşmış ülkelerin insanları bile, futboldaki zaferden sonra sokaklara nasıl dökülüyorlar. Doyuma ulaşmış ülkelerin insanları bile sokaklara döküldükten sonra, pek çok konuda aç kalmış ülkelerin insanları ne yapmaz ki?
Yarım asırdır Avrupa’da horlanan Türkler, her türlü spor müsabakası sonrasında, farklı yenilgiler nedeniyle ayrıca kahroluyordu. Ellerinde bayraklar ve flamalar ile statlara ve salonlara koşan Türkler hep hüsrana uğramışlardı. Hüsranın yerini sevincin almasına o kadar ihtiyacımız vardı ki, şimdiki Avrupa Şampiyonası’nda bunu elde edeceğimizi sanıyorduk ama olmadı.
Tek zaferimiz
2002 Dünya Şampiyonası’nda bizi en son sevindiren ve hatta çılgınlaştıran zafer, birleştirici de olmuştu.
Şöyle ki; bugüne kadar gerek siyasi veya gerek dini çıkarlar nedeniyle Türkiye’ye küfredenler bile, içlerindeki asıl sevgiyi dışa vurma ihtiyacını hissettiler.
Bizzat şahit oldum. Hollanda’ya iltica ederken, Türkiye aleyhine söylemedik laf bırakmayan ve iltica hakkını elde ettikten sonra Türkiye aleyhinde söylemleri ile de tanıdığımız bir şahıs, Türkiye- Brezilya yarı final maçını kızları ile birlikte büyük ekran bir TV’den izliyordu. Bu şahısın kızlarının sırtında ay yıldızlı Türk bayrağı vardı. Kendine göre, demokrasi mücadelesi verdiği için Türkiye aleyhine söylenmedik laf bırakmayan bu şahıs, Hollandalı spikerin Brezilyalılar lehindeki her konuşmasından sonra sandalyesinden fırlayarak isyan ediyordu. Eskiden, ‘Bayrak’, ‘Atatürk’ ve ‘Türkiye’ dendiği zaman, tüylerinin kalktığını bildiğimiz insanlar, şimdi herkesten daha fanatik Türkçü olmuşlar. Amsterdam’ın Mercator Plein ve Rotterdam’ın Cool Singel meydanlarında kimler görülmedi ki? Fotoğraf çeken gazetecilere yakalanmamak için yüzlerini gizleyenleri gördük. Ama bu bile bize mutluluk verdi. Bir zamanlar Türkiye aleyhine söylenmedik laf bırakmayanlar, şimdi sokaklarda ‘Türkiye, Türkiye’ diye bağırabiliyorlardı. Bu da bize yeter. Varsın yarın yine menfaat icabı eski hastalıklarına dönüş yapsınlar. Biz onları af ettik. Onların yüreklerinde Türkiye sevgisi olduğunu bildiğimız sürece de bu hastalıklarına katlanacağız.
Şahit olmadım ama duyduğum bir başka olay daha var; Bir zamanlar Türkiye aleyhtarlığının liderliğini yapan ve sonra rahmetli olan bir tanıdığımızın çocukları, Ankara’da Anıtkabir’i ziyaret edecek kadar Türkiye hayranı olmuşlar.
Bütün bunlar, aslında sevgiye susamışlığın sonuçlarıdır. Menfaatler insanları bazı çirkinliklere sevkedebilir. Menfaatlerin derecesi hesaba katıldığı zaman, bazı çirkinlikler af edilebilir. Sevgiden ve ilgiden mahrum kalmış insanların, ekonomik zorluklar karşısında yaptıkları hatalar da af edilebilir. Ve zaten öyle de oluyor. Şefkatli Türk devleti, katilleri bile af ettiğine göre, şimdi eli bayraklıların pişmanlığını anlayacaktır.
Biraz da futbol analizi:
Batılı spor uzmanları, tıpkı siyasi uzmanlar gibi yine sınıfta kaldılar. Her şeye at gözlüğü ile bakan Batılılar, son şampiyona öncesinde, Almanya’yı, Portekiz’i, Fransa’yı, İspanya’yı favori gösteriyordular. Ama öyle olmadı. Bu ülkelerin hepsi ince bir ipte sallandılar. Tesadüflerle atılan goller sonrasında turu atlama şansına sahip oldular.
Gruplardaki sıralamalar o kadar ilginçti ki, bir grupta sonuncu durumda olan bir takım, sadece bir tek gol atabilseydi grup lideri olacaktı.
Türk milli takımı hakkında söylenenlere gelince:
Gerçekten, futbol tarihimizin en genç ve en ünlü futbolcularından oluşan Türk milli takımı, Avrupalılar’ın da açıkça söyleyemedikleri favoriler arasındaydı ki, elenmesinde en çok söz edilen ülke Türkiye oldu.
Türkiye nasıl elenmezdi?
Teknik heyetin başında Şenol Güneş olmasaydı.
1978 yılından bu yana çok iyi dostluğum olan Güneş hakkında fazla yazmak istemiyorum. Ama onun için söylenenlerin hepsine (kişisel eleştiriler hariç) katılıyorum. Sanırım sizlerin de çoğu aynı fikirdesiniz.
Çoğu Avrupa’da yetişmiş olan ve Avrupa kültürünün serbestliği içinde davranan futbolcular, Şenol Güneş’in beklediği ‘hazırol duruş’u sergilemedikleri için laf işittiler ve dışlandılar. Böyle olunca da bu futbolcular ile Şenol Güneş arasında tatsız tartışmalar cereyan etti. İtalya maçında, ille de beraberlik isteği, futbolcuları hipnotizma olmuşcasına etkiledi. Ben 55 yıllık gazetecilik yaşamımda böyle silik bir Türk milli takımı görmediğimi itiraf edebilirim.
Bu turnuvada başarısız oluşumuzun nedenlerini çoğaltabilirim ama, gelin biz geleceğe umutla bakalım.
Ne diyelim, bir başka bahar çok uzak değil.
Dileriz, gelecek yıl Katar’da yapılacak olan Dünya Futbol Şampiyonası’nda özlemi çekilen başarıyı gösteririz.
Futbol turnuvalarından anılar:
Neçizane şahsım 1978’de Arjantin’de yapılan ‘Dünya Futbol Şampiyonasını’, iki yıl sonra 1980 yılında Uruguay’da yapıla ‘Mini Dünya Futbol Şampiyonası’nı Hürriyet gazetesi için izlemiştim.
1978’de, başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, ünlü gazeteciler Halit Kıvanç,Togay Bayatlı, Ertuğrul Akbay, Güven Taner, Hüseyin Kırcalı, Kemal Belgin, Erol Aydın, Hasan Sarıçiçek ve teknik direktör Metin Türel ile birlikteydik.
Arjantin’deki şampiyonada, Hollanda takımının şampiyon olması için yanıp tutuşuyordum. Hollanda’yı ne de olsa ‘Babavatan’ olarak seçmiştik bir kere…
Finale kadar yükselen Arjantin Milli Takımı’nın, Peru’ya karşı elde ettiği bol gollü galibiyet maçının, tamamen binbir tehdit sonucunda kazanıldığını en iyi bilenlerden biriydim. Zira, konaklamakta olduğum Liberty (Hürriyet) Oteli’nde Peru takımı da konaklıyordu. Arjantin turuvaya iyi başlamamıştı. Gruptan çıkması için Peru’yu en az 4-0 yenmesi gerekiyordu.
General Vidella başkanlığındaki ihtilal hükümeti, Peru’ya silah ve gıda yardımı teklif ederek maçın en az 4-0 galibiyetle bitmesini istedi. Bu da yetmedi, konakladığımız Liberty Oteli askerler tarafından abluka altına alındı ve futbolculara korku salındı. Sonunda Arjantin Peru’yu 6-0 yendi ve gruptan çıktı.
Arjantin, Hollanda ile birlikte finale kadar yükselmişti. Hiç unutamadığım o final maçını Hollanda kaybetmişti. Hollanda’nın o zamanki yıldızı Rensenbrink, son dakikadaki fırsatı gole çeviremedi. Top direğe çarparak geri döndü. Uzatmada Arjantin maçı 3-1 kazandı.
Titreyerek seyrettiğim maç sonunda resmen ağlamıştım.
Maradona’nın yıldızlaştığı Uruguay’da ise tek Türk gazeteci olarak ben vardım. Maradona ile konuşan ilk Türk gazetecisi de ben olmuştum.
Her zaman yazmışımdır. Avrupa Futbol Şampiyonaları, Dünya Futbol Şampiyonaları gibi renkli olmuyor. Güney Amerikalılar ve Afrikalılar turnuvalara renk katıyor. Özellikle Brezilyalılar şampiyonaların en renkli görüntülerini yaratıyorlar. Öyle ki, Dünya Şampiyonaları’nda, en ilgi duymayacak ülkelerin maçları bile seyirci rekoru kırıyor.
Biz Türkler de bu konuda az değiliz ha!
Hiç unutamayacağım bir anı da, 1982’de İspanya’da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası sırasında yaşandı. Bu şampiyonaya Türkiye katılmamıştı. Ama Barcelona’nın Ramblas meydanında gece yarısı şenliklerinde bir grup Beşiktaşlı taraftarın açtıkları Türk ve BJK bayrakları etrafında yapılan danslar beni çok duygulandırmıştı. O fotoğrafı çekme ve Hürriyet’te yayınlama şansı da bana nasip olmuştu.
Spor gazeteciliği kariyerimde, Real Madrid’in efsane Başkanı Santiago Bernabeu ile 1972’de görüşmem, Hollanda’nın efsane futbolcusu Johan Cruyff’a, 1969’da ‘Sarı fare’ (rakiplerini fındık faresi gibi yediği için) lakabını takmam ve Maradona ile 1980’de ilk röportajı yapmış olmam, anılarımın en güzellerindendir.
Şimdi her şey Oranje için. Portakalları desteklemek bize yakışan bir hareket olacaktır.
Portakalların her galibiyetinden sonra yapılacak olan şenliklere biz de Türk bayrakları ile katılmalıyız ve Hollandalılar ile dayanışma içinde olduğumuzu göstermeliyiz.
Hup Holland hup !!!
Tanju Çolak ile bir nostalji…
Değerli Okurlarım,
Size bir Tanju çolak nostaljisi anlatacağım ve ondan sonra da bol fotoğraflı futbol geçmişimi uzun uzun anlatacağım. Önce Tanju Çolak hikâyesi:
Yıl 1989. Şubat’ın birinci günü. Monaco’da, 1987-1988 sezonunda Avrupa Gol Kralı’na altın ayakkabı verilecek. Futbol dünyasının gözü, kulağı Monaco’da. Ama binlerce futbol adamı da Monaco’da.
Günün kahramanının bir Türk oluşu çok garipseniyordu.
Evet, Altın Ayakkabı’yı bir Türk, yani Tanju Çolak alacaktı. Dile kolay, 38 gol atmıştı Tanju.
Her büyük futbol etkinliğinde olduğu gibi, o gün ben de oradaydım.
Hem de, Tanju Çolak’ı transfer etmek isteyen dev kulüplere satacak adam olarak.
O günlerde Wasteels adlı bir firmanın organizasyonu ile Hollanda’dan Türkiye’ye direkt tren seferleri düzenlenmişti. Wasteels’in Hollanda’daki Danışmanlık Bürosu TMF’in müdürü ile dostluğumuz vardı. TMF’ın Monaco’daki kardeş kuruluşu, Tanju Çolak’ın transfer işlerini üstlenmek istiyordu. İşte o sırada Monaco’da bu firma ile bir durum değerlendirmesi yaptık. Tanju’yu bu firmaya götürdüm. Durumdan çok memnun olan Tanju bu firmaya transfer konusunda yetki verdi.
Kimler yoktu ki Tanju’yu isteyenler arasında? Real Madrid, Barcelona, A.C. Milan, İnter Milan, AS Roma, Monaco, Arsenal, Liverpool, Ajax ve Bayern Münih. (Yukarıdaki fotoğraf)
Şans mı, tesadüf mü, siz ne derseniz deyin. 1 Şubatta Altın Ayakkabı’yı alan Tanju, 1 Mart’ta, yani 30 gün sonra Monaco’ya karşı sahaya çıkacaktı. Hem de Monaco’da. Tanju ve görücüler için büyük bir fırsattı bu.
Ve o gün geldi çattı.
Tanju’yu seyretmeye gelen dev kulüplerin başkanlarını ve transfer yetkililerini maç öncesi Stade Luis II’nin kapısı önünde topladım ve fotoğrafladım. Sonra hep birlikte Tanju’yu seyretmeye başladık. Görücüler, sahada dolaşıp duran Tanju’ya bakıyorlar ve sonra da bana dönüp, “Bu ne iştir, bir şey anlamadık” der gibi işaret yapıyorlardı. Ama biraz sonra bir mucize gerçekleşti. Prekazi Tanju’ya mükemmel bir top uzatmıştı. Eee, Tanju bu, fırsatı hiç kaçırır mı? Prekazi’nin soldan mükemmel ortaladığı topa Tanju, 3 kişinin arkasından gelip önlerine geçerek ve de uçarak kafayı vurmuş ve maçtaki tek golü kaydetmişti. Görücüler bu defa bana döndüler ve baş parmaklarını havaya kaldırarak zafer işaretleri yaptılar.
Görücüler maç sonrasında, Tanju’nun iyi bir golcü olduğunu gördüler ama, O’nu bir kez de rövanş maçında izlemek istediklerini söylediler.
Tanju için biçilen fiyat, o tarih için çok astronomik idi: 10 milyon Dolar.
O zaman çalıştığım Günaydın gazetesinin birinci sayfa manşeti de bu idi:Tanju’nun değeri 10 milyon Dolar.
Rövanş maçı, Galatasaray’ın cezası nedeniyle Köln’de oynanacaktı. 15 Mart akşamı aynı görücüler bu kez Köln’deydiler. Maç Prekazi ve Weah’ın golleri ile 1-1 bitmiş ve GalatasarayAvrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale yükselmişti ama Tanju bu kez gol atamamıştı.
Üzücüdür ama, pazarlığın 10 milyon dolardan başladığı bu transfer görüşmelerinden sonra, Tanju’ya hiç bir kulüpten ciddi bir talep olmadı.
FOTOĞRAFLARLA FUTBOL YAŞAMIM
55 Yıllık gazetecilik yaşamımda, spor haberleri ve yorumları ile verdiğim hizmeti göz önünde tutan, Orhan İçin yönetimindeki Uluslararası Futbol Tenisi Federasyonu, şahsıma da bir ödül lutfunda bulunmuştu. Bu ödülü ünlü teknik direktör Abdullah Avcı’nın elinden almıştım.
Rinus Michels’in yarattığı total futbol ile büyüyen Hollanda’nın Ajax takımı ve milli takımın beyni olan Johan Cruyff ile birlikte göründüğümüz bu fotoğrafta, ünlü antrenörlerimizden Doğan Akı (ortada) Ünal temel (solda) ve Michels’in takipçisi Macar Stefan Kovacs da yer aldı. Kovacs daha sonra Fransa’ya total futbolu aşılayan adam oldu.
Hollanda’nın yetiştirmiş olduğu ünlü ve değerli futbolculardan De Boer kardeşlerden Frank, Galatasaray’da da fotbol oynamıştı. Şimdi Hollanda milli takımının başında olan Frank De Boer ve Ronald De Boer ile eski günlere dayanan bir fotoğrafımız.
Gazetecilik yaşamımda, Hollanda’nın dışında, diğer ülkelerin ünlü futbol adamları ile de görüşmelerim oldu. Üstteki fotoğrafta, İtalya milli takımı teknik direktörü Arrigo Sacchi, alttaki fotoğrafta da teknik direktör Giovanni Trappattoni ile değişik tarihlerde.
1980’li yıllarda İtalyan takımı AC Milan’a şampiyonluklar kazandıran ve 1988 Avrupa Şampiyonası’nda Hollanda’yı şampiyon yapan Marco van Basten, Ruud Gullit, ve Galatasaray’da da oynayan Frank Rijkaart ile bir anımız.
Bir zamanlar Brezilya’nın dünya çapında yıldızı olan ve Fenerbahçe’de teknik direktörlük yapan vei ki kez şampiyonluk kazandıran Didi, daha sonra Suudi Arabistan’a transfer oldu. 1978 yılında Suudi Arabistan’da ziyaret ettiğim Didi ile bir maç esnasında (üstte), altta ise iki değişik enstantane.
Bir zamanlar Alman futbolunun en büyük yıldızı olan Gerd Müller ile futbolculuk yıllarında (solda) ve Tanju Çolak’ın Altın Ayakkabı Ödülü aldığı Monaco’da (sağda) görülüyoruz.
İngiltere futbolu dendiği zaman akla gelecek olan iki eski isim Boby ve Jacky Charlton kardeşlerden Jacky ile, 1976 Avrupa Şampiyonası sırasında Belgrad’da.
Futbol Şampiyonalarını izlerken, futbolun dışında magazin haberi bulmakta da az hünerli sayılmam. İşte 1982’de İspanya’da yapılan Dünya Şampiyonası’nda yıldızlaşan Brezilyalı Zico’nun eşini, çocukları ile bir otelde bulmuştum. Zico daha sonra 2006 yılında teknik direktör olduğu Fenerbahçe’yi 2006 yılında şampiyon yapmıştı.
Futbol faaliyetlerimi anlatırken Guus Hiddink’i atlamam mümkün değil. Hollanda’nın
en başarılı teknik direktörlerinden biri olan Hiddink’in Fenerbahçe’ye gelişi sırasında tercümanlığını ve mihmandarlığını ben üstlenmiştim. Fenerbahçe’de başarılı olamayan ve ‘Hollanda köylüsü’ olarak aşağılanan Hiddink bir de kadın skandalına maruz kalmıştı.
Neden sadece yabancılar olsun? Bizim de futbolda ünlülerimiz var. İşte bu ünlülerden biri de Fatih Terim. Fatih terim ile 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası sırasında İsveç’in Malmö kentinde birlikte olmuştum.
İtalyan futbolu dendiği zaman, Roberto Baccio akla gelen en ünlü golcülerden sayılır.
İşte Baccio’yu, 1990 Dünya Şampiyonası sırasında Roma’da ancak böyle yakalayabilmiştim
Spor gazeteciliği yıllarımda, futbol oynamayı da ihmal etmezdim. Hem de büyük takımlarda… Fotoğrafta gördüğünüz 10 numara Hollanda ve Ajax’ın büyük yıldızı Piet Keizer’dir. Ajax’ın ünlü Başkanı Jaap van Praag beni kulübün onur üyesi yapmıştı. Bu nedenle Ajax’ın antremanlarına da serbestçe katılırdım. İşte bir antreman sırasında, sırtımda Johan Cruyff’ın 14 numarası ile Ajax’a karşı oynadım ve bir de gol attım.
Real Madrid’in teknik direktörü Miguel Munoz, miyonlarca futbolseverin kalplerinde yer tutat Real Madrid’i defalarca şampiyon yapmıştı.
Spor muhabirliğim, sadece futbol ile sınırlı değildi tabii. Ünlü boksör Muhammed Ali’yi mağlup eden Joe Fraizer ile de görüşmem olmuştu. Fraizer, Hürriyet’te yayınlanan fotoğraflarını gördükten sonra, ‘Allah Allah, demek ki Türkiye’de de bu kadar ilgi görmüşüm ha?’ demişti.
1976’da Yugoslavya’da yapılan Avrupa Futbol Şampiyonasından bir Hürriyet kupürü.
Değerli Okurlarım,
Ünlü futbol adamları ile yaptığım görüşmelerin fotoğrafları o kadar çok ki, hepsini bu yazıya eklemeye kalkışırsam, web sayfamı çökertebilirim. En azından daha 100 ünlü ile görüşmelerimi ve fotoğraflarımı ekleyebilirim.
Kim bilir, onları da belki gelecek yıl yapılacak olan Dünya Şampiyonası’ndan sonra yazarım.
Bu akşamdan itibaren devam edecek olan 1/8 finalleri ve sonrasındaki çeyrek final, yarı final ve final maçlarında yeni yıldızlar görme dileğiyle…
Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Bahadın beldesinde açılan Umuda Yolculuk Anıtı, duygusal anlara ve mesajlara sahne oldu.
Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği ve Türkler İçin Danışma Kurulu’nun İOT’nin desteği ile yapılan heykel, muhteşem bir törenle açıldı.
Hollanda Kültür Müşaviri Eray Ergeç ve İOT Başkanı Zeki Baran, törenin kahramanlarıydı.
(Haberin Hollandacası en altt.
Nederlandse versie is onderaan)
Sancak YILMAZ bildirdi:
8 Ağustos 2025 Cuma günü, Bahadın beldesinde düzenlenen “Göç Yolunda Görünmez Kadınlar” paneli ve Umuda Yolculuk Anıtı açılışı, hem duygusal anlara hem de anlamlı mesajlara sahne oldu. Uluslararası 26. Bahadın Kültür Şenliği kapsamında gerçekleştirilen etkinlik, 1960’lı yıllarda Anadolu’dan Avrupa’ya göç eden kadınların görünmeyen emeklerini onurlandırdı.
HOLLANDA’DAN ANLAMLI MESAJ
Hollanda Maslahatgüzarı Nathalie Lintvelt, sağlık sorunları nedeniyle panele katılamadı ancak mesajını Hollanda Kültür Müşaviri Eray Ergeç aracılığıyla iletti. Lintvelt’in mesajında şu ifadeler yer aldı: “Göç eden kadınlar Hollanda için büyük bir katma değerdir. Onların yetiştirdiği çocuklar bugün Hollanda’ya çok yönlü katkılar sağlıyor.”
“GÖRÜNMEYEN KADINLARI GÖRÜNÜR KILACAĞIZ”
Bahadın Kadın Eli Derneği Başkanı Serpil Atakul Çıtak, göç sürecinde kadınların üstlendiği ağır yükün çoğu zaman göz ardı edildiğini belirterek, “Görünmeyen kadınları artık görünür kılacağız” dedi.
ANADOLU’NUN EMEKÇİ KADINLARINA ANIT
Hollanda Türkler İçin Danışma Kurulu (İOT) Başkanı Zeki Baran, Bahadın’dan 1960’lı yıllarda, 28 kadının eşlerini ve çocuklarını geride bırakıp Avrupa’nın farklı ülkelerine çalışmaya gittiğini, iki yıl sonra ailelerini yanlarına aldıklarını anlattı. Bu cesur kadınların anısına yapılan Umuda Yolculuk Anıtı, onların dayanışmasını ve göç hikâyelerini onurlandırıyor.
Heykel, Anadolu’dan ayrılırken elinde valizi, başında örtüsü ve kararlı bakışlarıyla Avrupa yollarına çıkan bir kadını simgeliyor. Bu muhteşem eser, Heykeltıraş Derya Ersoy’un imzasını taşıyor.
PANELDE GÖÇÜN TOPLUMSAL YÜZÜ
Panelin moderatörlüğünü Serpil Atakul Çıtak üstlendi. Konuşmacılar arasında; Prof. Dr. Alanur Çavlin Bircan (Hacettepe Üniversitesi – Kadın, göç ve toplumsal cinsiyet uzmanı), Dr. Hilal Arslan (ODTÜ – Sosyolog, demograf), Zeki Baran (Hollanda Toplumsal Araştırmalar Vakfı) ve Demet Akpınar (Türkiye’den Avrupa’ya göç eden kadın temsilcisi) yer aldı.
Anıtın açılış kurdelesi göçmen kadınlar, sivil toplum temsilcileri ve köylüler tarafından kesildi.
Anıt önünde çekilen grup fotoğrafları, bu çalışmanın ortak bir hafıza projesi olduğunun altını çizdi.
Panel öncesi ve sonrası katılımcıların sohbetleri, kuşaklar arası dayanışmayı gözler önüne serdi.
Hollanda heyetinin getirdiği özel plaket, kültürlerarası dostluğun bir simgesi oldu.
Anıtın kitabesinde şu ifadeler yer alıyor: “Bu anıt, daha iyi bir yaşam umuduyla yüreklerini sevdiklerinin yanında bırakıp bilmedikleri gurbet ellere çalışmaya giden Anadolu’nun cesur kadınlarının anısına yapılmıştır.”
SANCAK YILMAZ HAKKINDA:
Haberi yazan Sancak Yılmaz’ın, gençlik yıllarında bir Hollanda macerası yaşandı.
Aile ziyareti için Amsterdam’a gelen Sancak Yılmaz, İlhan Karaçay’ın yönettiği Hürriyet gazetesinde muhabirlik yaptı. Daha sonra Yozgat Yerköy’e dönen Yılmaz, beyaz eşya ticaretine başladı. Daha sonra CHP Yerköy Başkanlığı yapan Yılmaz, şimdilerde çitçilik ile yaşamını sürdürüyor.
Hollanda’dan bölgesine gelen Hollanda heyeti ile mutlu ve heyecanlı anlar yaşayan Yılmaz, “Çok yakında Hollanda’ya bir ziyaret daha yapacağım” dedi.
*******************
MONUMENT “ONGEZIEN VROUWEN OP DE MIGRATIEROUTE” WORDT EEN KUNSTWERK DAT DE VROUWENPROBLEMEN IN DE WERELD BELICHT
In de gemeente Bahadın, district Sorgun, provincie Yozgat, werd het Monument van de Reis naar de Hoop onthuld, een gebeurtenis vol emotie en betekenisvolle boodschappen.
Met steun van de Nederlandse ambassade in Ankara en de Adviesraad voor Turken (IOT) werd het beeldhouwwerk gerealiseerd en met een indrukwekkende ceremonie geopend.
De Cultureel Attaché van Nederland, Eray Ergeç, en IOT-voorzitter Zeki Baran waren de hoofdrolspelers van de dag.
Verslag van Sancak YILMAZ:
Op vrijdag 8 augustus 2025 vonden in de stad Bahadın het panel “Ongezien Vrouwen op de Migratieroute” en de opening van het Monument van de Reis naar de Hoop plaats. Deze gebeurtenissen, onderdeel van het 26e Internationale Bahadın Cultuurfestival, brachten zowel emotionele momenten als krachtige boodschappen. Het evenement eerde het onzichtbare werk van de vrouwen die in de jaren zestig van Anatolië naar Europa migreerden.
BETEKENISVOL BERICHT UIT NEDERLAND
De Nederlandse zaakgelastigde Nathalie Lintvelt kon wegens gezondheidsredenen niet aanwezig zijn bij het panel, maar stuurde haar boodschap via de Cultureel Attaché Eray Ergeç. In haar bericht zei Lintvelt:
“Migrerende vrouwen zijn van grote toegevoegde waarde voor Nederland. De kinderen die zij hebben opgevoed, leveren vandaag op vele fronten een bijdrage aan Nederland.”
“WE ZULLEN DE ONZICHTBARE VROUWEN ZICHTBAAR MAKEN”
De voorzitter van de Vereniging Vrouwenhand Bahadın, Serpil Atakul Çıtak, benadrukte dat de zware lasten die vrouwen tijdens het migratieproces dragen vaak over het hoofd worden gezien. “We zullen de onzichtbare vrouwen vanaf nu zichtbaar maken,” verklaarde zij.
EEN MONUMENT VOOR DE WERKENDE VROUWEN VAN ANATOLIË
De voorzitter van de Adviesraad voor Turken in Nederland (IOT), Zeki Baran, vertelde dat in de jaren zestig 28 vrouwen uit Bahadın hun echtgenoten en kinderen achterlieten en naar verschillende Europese landen gingen om te werken. Twee jaar later haalden zij hun families naar zich toe.
Het Monument van de Reis naar de Hoop, gemaakt ter nagedachtenis aan deze moedige vrouwen, eert hun solidariteit en migratieverhalen. Het beeld symboliseert een vrouw die Anatolië verlaat met een koffer in de hand, een hoofddoek op het hoofd en een vastberaden blik, op weg naar Europa. Dit indrukwekkende kunstwerk draagt de handtekening van beeldhouwster Derya Ersoy.
HET MAATSCHAPPELIJKE GEZICHT VAN MIGRATIE IN HET PANEL
Het panel werd gemodereerd door Serpil Atakul Çıtak. Sprekers waren onder anderen: Prof. Dr. Alanur Çavlin Bircan (Universiteit Hacettepe – expert op het gebied van vrouwen, migratie en gender), Dr. Hilal Arslan (METU – socioloog en demograaf), Zeki Baran (Stichting voor Maatschappelijk Onderzoek Nederland) en Demet Akpınar (vertegenwoordiger van vrouwen die van Turkije naar Europa zijn gemigreerd).
Het lint van de opening van het monument werd door migranten vrouwen, vertegenwoordigers van maatschappelijke organisaties en dorpsbewoners doorgeknipt.
De groepsfoto’s voor het monument onderstreepten dat dit project een gezamenlijk geheugeninitiatief is.De gesprekken voor en na het panel toonden de solidariteit tussen generaties.
De speciale plaquette die de Nederlandse delegatie meebracht, werd een symbool van interculturele vriendschap.
Op de plaquette van het monument staat: “Dit monument is opgericht ter nagedachtenis aan de moedige vrouwen van Anatolië, die met de hoop op een beter leven hun hart bij hun dierbaren achterlieten en naar onbekende, verre landen gingen om te werken.”
OVER SANCAK YILMAZ
De verslaggever van dit nieuws, Sancak Yılmaz, beleefde in zijn jeugd een Nederlands avontuur.
Tijdens een familiebezoek aan Amsterdam werkte hij als verslaggever bij de krant Hürriyet, onder leiding van İlhan Karaçay.
Na terugkeer naar Yerköy, provincie Yozgat, begon Yılmaz in de witgoedhandel. Later werd hij voorzitter van de CHP in Yerköy en tegenwoordig leeft hij als boer.
Met de Nederlandse delegatie die naar zijn regio kwam, beleefde Yılmaz gelukkige en opwindende momenten. “Ik zal binnenkort opnieuw een bezoek brengen aan Nederland,” zei hij.