Hollanda’da 19 Ağustos’ta başlayan kayıtlar 9 Eylülde sona erecek.
Lahey Büyükelçiliği Eğitim Müşavirliği koordinesinde başlatılan kayıt işlemine 05-16 yaş aralığındaki çocuklarımız için başvurulabilecek.
Hollanda’da ilk kez 17 Şubat 2024 tarihinde başlatılan dersler, Güz ve Bahar dönemleri olarak 2024-2025 eğitim-öğretim yılı boyunca devam edecek.
Öğretmen görevlendirilemeyen ülkelerde yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızın çocuklarına yönelik, 2022 yılında başlatılan ‘Çevrim içi Türkçe ve Türk Kültürü’ dersleri, 2024-2025 ders yılında da devam ediyor.
2022 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nde başlatılan ve pek çok ülkeye yayılan Türkçe dersleri, daha sonra İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Bulgaristan ve Çin gibi ülkelerde de başlamıştı.
Hollanda’da ilk kez bu yılın şubat ayında başlatılan dersler, Eğitim Bakanlığı bünyesinde görevli, alanında uzman öğretmenler tarafından, hafta sonları uzaktan eğitim yoluyla verilmekte olan Türkçe derslere çocuklarını kaydetmek isteyen veliler, alttaki afişte görülen karekodları okutarak kaydolmayı deneyebilirler..
Ücretsiz olan derslere, vatandaş ve soydaşlarımız, Türkçe öğrenmek isteyen 5- 16 yaş aralığındaki çocukları için başvuruda bulunabilirler.
Unutmayın, köklerden geleceğe köprüler, “dil” ile kurulur. Türkçemize sahip çıkalım ve çocuklarımızın Türkçe ve Türk Kültürünü öğrenmesi için sunulan bu fırsatı kaçırmayalım.
BAŞVURU:
Aşağıdaki linkleri google’da aradığınız zaman karşınıza çıkacak olan formları doldurarak yer alan kayıt formunu derslere katılacak her çocuk için ayrı ayrı doldurunuz:
Seviye Tespiti: Kaydınızı tamamladıktan sonra, çocuğunuzun Türkçe bilgisine göre uygun seviyedeki bir sınıfa yerleştirilebilmesi için, çocuğunuzun aşağıdaki linklerde yer alan seviye tespit sınavını yapmasını sağlayınız. Çocuğunuzun testi kendisinin ve yardımsız doldurması, seviyesinin belirlenebilmesi ve uygun sınıfa yerleştirilmesi için önem taşımaktadır:
Değerli okurlarım, www.ilhankaracay.com’da yayınlanan haber ve yorumlar, 5 bin kadarı medya olmak üzere, parlamenterler, ünüversiteler, sivil toplum kuruluşları, meslek kurululuşları ve holdingler olmak üzere, tam 27 bin adrese gönderilmektedir. Yüzlerce yayın organı bu haber ve yorumları değerlendirmektedir.
Bu sayede okuyucu kitlemin sayısı yüzbinleri geçmektedir.
Bana okuyucu rekoru kırdıran, yukarıdaki logoların sahibi olan yayın kuruluşları, benimle irtibatlı olarak yayın yapmaktadırlar.
Yayınlayanlara ve okuyanlara teşekkürlerimle…
*Hollanda’nın dünyaca ünlü bankacısı Gerard Vissering’in hazırladığı rapor ve tüzük ile kurulan Merkez Bankası, İsmet İnönü ve Celal Bayar çekişmesine sahne olmuş.
*Celal Bayar’ın, Vissering’e hediye olarak göndermiş olduğu 2000 adetlik sigara Hollanda gümrüğüne takılmış.
*Türkiye Merkez Bankasında çalışmak için Vissering’e mektupla başvuran Hollandalı bankacılara, ‘Türkler milli bankalarında yabancı çalıştırmak istemezler’ cevabı verilmiş.
*Çekoslovakya hükümetinin Hollanda’da istediği Merkez Bankası Türkiye raporu ve tüzüğü, çok gizli tutulduğu için verilmemiş.
*Konuyla ilgili olarak 20 Eylül’de Ankara’da, daha sonra da İstanbul ve Amsterdam’da sergiler açılacak. Ayrıca, yarın Lahey Büyükelçimiz, Hollanda Merkez Bankası Başkanı ile görüşecek.
*Atatürk ile de görüşen Vissering’in, Devlet Arşivindeki dosyasının, haber yapılabilmesi için 10 güne ihtiyaç var.
Biz, yine de dosyadaki bazı ilginç dökümanları sizlere sunalım ve önemli detayları haftaya bırakalım.
Mehmet TÜTÜNCÜ araştırdı İlhan KARAÇAY derledi:
Değerli Okurlarım, dün yayınlamış olduğum “ATATÜRK İLE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA, MERKEZ BANKASI’NIN HÜKÜMETE BAĞLI OLMAYAN KURULUŞ RAPORUNU HAZIRLAYAN HOLLANDALI DANIŞMANIN DOSYASI BUGÜN HOLLANDA DEVLET ARŞİVİNDE AÇILIYOR…” başlıklı haberime, Türkiye’den olduğu gibi, dünmyanın dört bir yanından çok olumlu mesajlar geldi.
Tebrik edenler, teşekkür edenler ve ‘Haberinizi paylaşabilir miyiz’ diyenlerin yanında, Hollanda Devlet Arşivi’deki dosyayı çok merak edenler de vardı.
Çok değerli dostum, Tarih Araştırmacısı ve Ekonom Mehmet Tütüncü, Lahey’deki arşive, trene koyduğu bisikleti ile gitti, altı saatlık bir çalışmadan sonra, 46 km’lik dönüş yolunu da Başbakan Rutte misali 2,5 saat pedal sallayarak döndü.
Mehmet Tütüncü yapmış olduğu araştırmada, çok ciddi dökümanların yanında, ilginç (Sarkastisch) dökümanlar da buldu.
Ciddi konular arasında Başbakan İsmet İnönü ile İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar arasındaki çekişme de vardı. Celal Bayar, İş Bankası’nın Merkez Bankası’na dönüştürülmesini istiyor, İsmet İnönü ise yeni bir oluşum istiyordu.
Ciddi konuların işlenmesi ve haber yapılması için en az 10 günlük bir zamana ihtiyaç olduğunu belirten Mehmet Tütüncü, bazı ilginç konuların dökümanlarını açıklamayı daha kolay buldu.
İlginç dökümanlar arasında, Celal Bayar’ın, Hollandalı uzman Bankacı Gerard Visselin’e göndermiş olduğu 2000 sigarayı haber veren mektubu ve bu sigaraların gümrüğe takılışı vardı. (Altta)
Celal Bayar’ın, Gerard Vissering’e, gönderilen sigaralar hakkındaki mektup ile (solda), sigaraların gümrüğe takılmasını gösteren belge (sağda)
Mehmet Tütüncü’nün rastladığı ilginç dökümanlar arasında, Çekoslovakya hükümetinin, Türkiye için hazırlanan banka raporu ve tüzüğünü Hollanda’da isteyen mektubu ile, Hollandalı banka çalışanlarının, Vissering’ten Türkiye’de iş isteyen mektupları vardı.
Gerek Çekoslovakya hükümeti ve gerekse Hollandalı bankacılara tabii ki olumsuz cevaplar verildi. (Altta)
Mehmet Tütüncü’nün ilginç bulduğu dökümanlardan biri İsmet İnönü’ye ait. Başbakan İnönü, Türkiye’de tarımda sulama işlerinin daha iyi yapılması için, ünlü bir Hollanda firmasına aşağıdaki mektubu, her zaman olduğu gibi, sadece ‘İsmet’ imzasıyla göndermiş. Daha sonra bu firma ile yararlı sonuçlar veren bir işbirliği yapılmış. (Altta)
Değerli Okurlarım, Mehmet Tütüncü, Hollanda Devlet Arşivi’nden aldığı bilgi ve dökümanları 10 gün içinde analiz edebileceğini belirtti. Her şeye rağmen, naçizane şahsım da, Tütüncü ile Lahey’e gitmeyi zaruri buldum. Devlet Arşivi’ndeki Türkiye dosyası açıldı ama, incelemek isteyenler randevu ile kabul ediliyor. Biz de haftaya bir randevu daha ayarladık.
Bu nedenle sizden, bize 10 günlük bir süre tanımanızı rica ediyoruz.
SERGİLER AÇILACAK
Bu konuda yapılacak olan bazı etkinliklerden de söz etmek istiyorum:
Hollanda Ankara Büyükelçiliğinde Kültür Müşavirliği yapmakta olan Eray Ergeç de, 20 Eylül’de Ankara’da, daha sonra da İstanbul ve Amsterdam’da sergiler açılacağını bildirdi.
Lahey Hazine ve Maliye Müşavirimiz Zafer Düzenli’nin verdiği bilgiye göre, yarın Hollanda Büyükelçimiz Selçuk Ünal ile birlikte, Hollanda Merkez Bankası Başkanı Klaas Knot ile, çeşitli konularda işbirliği imkânlarını görüşecekler.
KAHRAMANLARIN BİYOGRAFİLERİ
Tabii ki bu ara sizlere, bu konunun kahramanlarından Gerard Vissering’in biyografisini sunmak istiyorum.
Mehmet Tütüncü kardeşimizin de kariyerinde büyük başarılar var. İnanılması zor ama, Tütüncü gerek Türkiye’de ve gerekse Hollanda’da yaptığı çalışmalar ve etkinlikler ile Hollanda’nın ünlüleri arasında yer alıyor.
İşte size önce John deVries’in kaleminden Gerard Vissering’in biyografisi: (Altta Tütüncü’nün biyografisi)
Gerard , profesör ve Maliye Bakanı Simon Vissering (1818-1888) ile Grietje Corver’ın (1825-1898) oğluydu . 1884’ten 1890’a kadar Leiden’de hukuk okuduktan sonra 1895’e kadar avukat olarak çalıştı. Bundan sonra bankacı olarak bir iş seçti. 1895-1897 yılları arasında Efekt Ticareti Derneği’nin sekreterliğini yaptı ve 1897-1900 yılları arasında Kaş-Vereeniging’in direktörlüğünü yaptı. Vissering, Javasche Bank’taki işini kabul etmeden önce 1900 ile 1906 yılları arasında Amsterdamsche Bank’ın müdürüydü .
Javasche Bank’ın banka başkanı olarak Hindistan ekonomisi hızla büyürken ortaya çıkan ihtiyaçlara ve fırsatlara yanıt verdi. Döviz piyasasında daha aktif hareket edilebilmesi için patentin uzatılmasını sağladı. Yirminci yüzyılın başında daha fazla bölge Hollanda otoritesi altına girdi. Loncanın henüz ödemeye alışkın olmadığı bu bölgelerdeki ticareti desteklemek için, Batı Borneo (1906) ve Sumatra’nın doğu kıyısında (1907-1908) olduğu gibi Vissering’in başardığı bölgesel para temizliği gerekliydi. Ayrıca Javasche Bank’ın sekiz şubesini kurdu ve orada ciro trafiğini başlattı .
Gerard, 12-8-1891 tarihinde Bayan Maria Adrienne Sandberg ile evlendi. Bu evlilikten 1 erkek, 3 kız çocuğu dünyaya geldi. Eşinin ölümünden sonra (5-3-1924) 6-9-1926’da Geertruida Cornelia Krayenhoff van de Leur ile evlendi. Bu evlilikten genç yaşta ölen 1 oğlunun yanı sıra 1 kız çocuğu dünyaya geldi.
Vissering, hem baba hem de anne tarafından Menonit kökenliydi. Babası önde gelen liberal iktisatçıydı, 1850’de Thorbecke’nin Leiden başkanlığının halefi, 1879’dan 1881’e kadar Maliye Bakanı, uzun süredir De Nederlandsche Bank’ın komiseri ve De Gids’in tanınmış editörüydü . On ikinci ve son çocuk olan Gerard’ın birçok sosyal bakış açısı vardı, dolayısıyla Leiden’de hukuk okuduktan (1884-1890) ve Amsterdam’da birkaç yıl (1891-1895) avukatlık yaptıktan sonra başkentin bankacılık sistemini tercih etti. Art arda Efekt Ticareti Derneği sekreterliği (1895-1897), Kas-Vereeniging müdürlüğü (1897-1900) ve Amsterdamsche Bank müdürlüğü (1900-1906) görevlerinde bulundu. Vissering’in daha sonra Hollanda Doğu Hint Adaları’nın merkez bankası olan Javasche Bank’ın başkanlığına atanması (1906-1912), bu gelişme yıllarının başarısının kanıtıydı.
Banka başkanı olarak Vissering, hızla büyüyen Hindistan ekonomisinin Javasche Bank’a sunduğu ihtiyaç ve fırsatlara vizyon ve enerjiyle yanıt verdi. Yabancı ülkelerle genişleyen ticarete uyum sağlamak için 1908’de patentin uzatılmasını sağladı; bu, altın takas sisteminin daha da geliştirilmesi anlamına geliyordu. Döviz piyasasındaki daha aktif eylem birçok eleştiriye yol açtı, ancak yabancı portföyün büyüklüğü makul sınırlar içinde kaldığından ve Nederlandsche Handel-Maatschappij dahil diğer bankalardan gelen şikayetler gizlenmemiş kişisel çıkarlardan kaynaklandığından bu temelsizdi. Geniş alanların doğrudan Hollanda otoritesine tabi olması ve ardından iş dünyasının kaçışıyla bağlantılı olarak, bölgesel para temizliği gerekliydi ve Vissering bunu akıllıca başardı: Batı Borneo (1906) ve Sumatra’nın Doğu Kıyısı (1907-1908). Sık sık Hindistan Takımadaları’na seyahat ederek Javasche Bank’ın sekiz acentesini kurdu. Hindistan menkul kıymet ticaretinde ciro işlemlerinin başlatılması ve suiistimallerle mücadele, Vissering’in Hindistan ekonomisi adına yaptığı seçkin modernizasyon çalışmasının resmini tamamlıyor.
Onun cazibesi ve başarıları, özellikle Çin’e verilen büyük bir krediyi bu ülkedeki para birimi reformu talebine bağlayan ve bu nedenle bağımsız bir danışmana ihtiyaç duyan Büyük Güçler Sendikası’nın (İngiltere, Fransa, Almanya, ABD) uluslararası ilgisini de çekti. Bunu, Ekim 1911’de Çin hükümeti tarafından ikinci derece mandarin rütbesinde danışman olarak atanan Vissering’de buldu. 1912’de Çin’de patlak veren devrim, Çin Para Birimi Hakkında iki bölümlü raporda (Amsterdam, 1912-1914. 2 cilt.) ortaya konan önerilerinin yürürlüğe girmesini engelledi. Bu danışmanlık Viissering’in kariyerine uluslararası bir boyut kazandırdı. Birinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde aynı zamanda Hollanda sınırları dışında da yetkili bir bankacıydı. NP van den Berg’in halefi olarak 1912’de De Nederlandsche Bank’ın başkanlığına atanması doğal bir olaydı.
Vissering’in Ekim 1931’e kadar süren görev süresi, seleflerinin hiçbirine benzemeyen sorunlarla karakterize edildi. Hem politik hem de ekonomik olarak yapısal ve döngüsel nitelikteydiler. Ulusal açıdan bakıldığında Hollanda, 1890’dan bu yana hızlı bir ekonomik büyüme süreci içerisindedir ve bu durum, 1900’lü yıllarda başlayan yoğunlaşma hareketi ile bankacılık sektörü de dahil olmak üzere ekonominin her alanında yeniden yapılanmaya yol açmıştır. Uluslararası alanda dünya ekonomisine daha yakından bağlanan ülke, uluslararası ekonomik iklimdeki değişimlere eskisinden çok daha keskin bir şekilde maruz kaldı. Savaş öncesi dönemin altın standardı altındaki istikrarlı ekonomik koşulların ardından, 1914’ten bu yana geçen yıllar eşi benzeri görülmemiş bir bozulmaya yol açtı ve 1918’den sonra altın standardında da yalnızca kısmi bir iyileşme yaşandı. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından daha da kötüleşen, devam eden ekonomik istikrarsızlık, sonunda 1930’lardaki Bunalım’la doruğa ulaştı. Bu koşullar altında Vissering, De Nederlandsche Bank’ı ve oradan genel olarak ülke ekonomisini ve özel olarak da bankacılık sistemini yönetmek gibi zor bir görevi yerine getirmek zorunda kaldı.
Bu görevi büyük bir özveriyle yerine getirdi. Ekonomik (ve politik) açıdan çok daha az öngörülebilir hale gelen bir dünyada hatalar kaçınılmazdı ve eleştiri de normal bir sonuçtu. 1914’te savaş ekonomisinin gerektirdiği kapsamlı parasal önlemleri enerjik bir şekilde işbirliği yaptı ve uyguladı. Savaştan sonra, Avrupa’nın ekonomik toparlanmasını tartışmak üzere İngiltere, Fransa, ABD, İsviçre ve aralarında JM Keynes’in de bulunduğu İskandinav ülkelerinden çok sayıda uluslararası şahsiyeti Amsterdam’daki evinde bir araya getirdi (Ekim 1919). Ortaya çıkan ‘Memorandum’ (İngilizce tercümesi için bkz. G. Vissering, Over den enternasyonal finansal ve ekonomik durum (Amsterdam [vb.], 1920) 96-102), savaş sonrası ilk uluslararası mali ve ekonomik konferansın temelini oluşturdu. Vissering’in başkan yardımcısı olduğu Brüksel (Eylül-Ekim 1920). Daha sonra Cenova’daki benzer bir konferansa (Nisan-Mayıs 1922), Paris’teki Bankerler Konferansına (Haziran 1922), Alman Markının İstikrarı için Uluslararası Uzmanlar Komitesi’ne (Ekim-Kasım 1922) katıldı. Prof. EW Kemmerer ile birlikte Güney Afrika Birliği hükümetine altın standardının restorasyonu (1924-1925 kışı) ve Türk hükümetine para ve bankacılık sisteminin düzenlenmesi (Haziran 1928) konusunda tavsiyelerde bulundu. Mayıs 1931’de o yıl kurulan Uluslararası Ödemeler Bankası’nın Yönetim Kurulu üyeliğine atandı.
Uluslararası boyut ulusal boyuta her zamankinden daha fazla bağlıydı. De Nederlandsche Bank’ın bankacılık yoğunlaşması yoluyla bankacıların bankası işlevine dönüşmesine neden olan geçmişten gelen yapısal çizgi, Vissering döneminde de güçlü bir şekilde devam etti. Genel olarak bankacılıkta ciro işlemlerinin modern gelişimini teşvik etti. Savaş sonrası ilişkilere dayanarak, Amsterdam’daki uluslararası kabul kredisinin büyümesini ve De Nederlandsche Bank’ın döviz portföyüne artan vurguyu destekledi. Vissering, banka başkanı olarak 1920’lerde yaklaşan bankacılık krizinin önlenmesinde ve ayrıca Hollanda’da altın standardının yeniden tesis edilmesinde (1925) aktif bir rol oynadı. Onun politikası, 15 Mayıs 1920 tarihli sözde ‘Ondörtlerin Manifestosu’nun ( Economisch-Statistiek Berichten 1920 I, 431-432) kanıtladığı gibi eleştirisiz kalmadı; buna ‘Onyedilerin Manifestosu’ da eklendi. 23 Mayıs 1920’de (aynı yerde, 498) protesto ortaya çıktı. İlki, parasal dolaşımın artmasının tehlikelerine ve altın standardının yeniden tesis edilmesinin gerekliliğine dikkat çekerken, ikincisi, parasal dolaşımın zorunlu olarak azaltılması durumunda deflasyon riskine ve altın standardının yeniden tesis edilmesinin uygunsuzluğuna karşı uyarıda bulundu.
1920’lerin ikinci yarısında yükselen ekonomide gizli kalan daha büyük bir tehdit ise altın takası politikasında yatıyordu. Ancak 1929’da başlayan bunalımdan sonra ortaya çıktı. De Nederlandsche Bank’ın döviz portföyü büyük ölçüde sterlin cinsinden olduğundan, İngiltere’nin altın standardından vazgeçmesi ve buna bağlı olarak sterlinin değer kaybetmesi merkez bankası için ciddi bir kayıpla sonuçlanacaktır. Bu tehlike eski Turfmarkt’ta fark edildi, ancak Hollanda Merkez Bankası’nın İngiltere Merkez Bankası’nın pound portföyünün risk altında olmadığı yönündeki açıklamalarına güvenmesine izin verildi. Ancak Eylül 1931’de İngiltere altın standardından çıkınca İngiltere Bankası bu yükümlülüğünü yerine getirmediği gibi diğer ülkelere de yerine getirmedi. Altın standardı aynı zamanda ahlaki bir terkedişin de işaretiydi. De Nederlandsche Bank’ın önemli kaybı o zamandan beri haksız yere Vissering’den alıkonuldu. Bu olay ve bozulan sağlığı onu Ekim 1931’de istifaya zorladı. Hollanda Merkez Bankası esasen döviz politikası alanından çekildi.
Cazibeli ve vizyon sahibi bir bankacı olarak Vissering, ‘imparatorluk kurucuları’ olarak adlandırabileceğimiz girişimciler kuşağına aitti. CJK van Aalst, FH Fentener van Vlissingen, AF Philips, A. Plesman ve FG Waller gibi adamlar da kendi alanlarında bunun bir parçasıydı. Onlar, Hollanda’daki modern iş dünyasının öncüleri, liberal yönelimli, iş imparatorluklarının enerjik kurucuları ve liderleriydi, ilerleme duygusuyla dolu, uluslararası açık bir görüşe sahip, genellikle sömürge toprakları ve ilgili Güney Afrika ile yakından bağlantılı, ilgili ve ilgili Güney Afrika’ydı. Kamu yararına, bilime ve güzel sanatlara yönelik çalışmayı teşvik etmek. Genel çıkar açısından Vissering, sekreter (1901-1906) ve başkan (1913-1934) olarak görev yaptığı Zuiderzee Derneği’ne odaklandı. Sanata, özellikle görsel sanatlara ve müziğe duyarlı bir insan olarak pasif olmasına karşın, diğer yandan özellikle parasal ekonomi ve bankacılık başta olmak üzere bilimsel alanda aktifti. 1917’den beri Amsterdam Kraliyet Bilimler Akademisi’nin üyesiydi. Etkileyici bibliyografyası, bilimsel katkıların yanı sıra, günün olaylarıyla ilgili birçok canlı yorumu da içeriyor. Yazıları aynı zamanda (henüz yayınlanmamış) günlüklerde, seyahat açıklamalarında ve mektuplarda da ifade buldu. Kişisel sorumluluk ihtiyacına, topluma açıklama yapma konusunda biraz didaktik bir dürtü eşlik ediyordu. Vissering, yalnız başına son derece çalışkan biriydi; aynı zamanda sosyal hayattan da çekinmiyordu, biraz baskıcıydı ve kendi kuşağına uygun bir özgüven duygusuna sahipti. Gençlik yıllarında müthiş bir kürekçi ve patenciydi; Hayatının ilerleyen dönemlerinde yelkencilik yapmaya devam etti.
Bu da Mehmet Tütüncü’nün karnesi:
Mehmet Tütüncü, eserlerinden birini Kültür Bakanı Günay Uslu’ya sunmuştu.Tütüncü, Batı ve İslam Dünyası arasındaki ilişkiler konusunda geniş çapta danışılan bir uzmandır. Çok sayıda yayının yanı sıra birçok onet sergi ve konferansa katılmış ve öncülük etmiştir.
İsim : Mehmet Tütüncü
Doğum tarihi : 21 Eylül 1962
Doğum yeri : Karaman, Türkiye
E-Mail : m.tutuncu@gmail.com
MOBIL : +31.62.4255100
E-Mail: m.tutuncu@gmail.com
Eğitim : Amsterdam Üniversitesi, ekonomi ve mali ekonomi alanında doktora.
Diller :
– Hollandaca (neredeyse anadil olarak),
– Türkçe (ana dil)
– İngilizce (akıcı, okuma, konuşma ve yazma)
– Almanca (akıcı konuşma ve okuma),
– Fransızca (konuşma ve okuma ortalaması),
– Arapça (temel okuma)
– Rusça (temel okuma)
– Osmanlıca (okuma ve yazma)
Akademik yayınlar şu adresten indirilebilir:
https://independent.academia.edu/MehmetTutuncu
Tanıklıklar: Prof Petra Sijpesteijn,
Prof Ludvik Kalus (Sorbonne)
ve Prof Giancarlo Macchiarella (CA Foscari)
2. AKTİVİTELER
I. Türk ve Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı.
II. UZNED Özbekistan Hollanda Dostluk Vakfı eski başkanı (2018-2020).
III. Birçok konferansta davetli konuşmacı.
IV. İslam ve Batı konulu sergilerin ve Hollanda’nın organizatörü, başlatıcısı.
Üzerinde çalıştığım projelerden bazı örnekler.
– Leiden Etnoloji Müzesi (Mekke’ye Özlem),
– Lakenhal (uluslararası tekstil ticareti danışmanı).
– Rotterdam Denizcilik Müzesi (Hollanda Korsanlık Projesi) ve
– Tropenmuseum (Mekke’ye Özlem) Amsterdam ve
– Lahey’deki Ulusal Arşivler (Motivasyona bakın)
V. Çok sayıda kitap ve makale. (Yayın listesine bakınız)
VI. Çeşitli televizyon ve belgeseller için metin yazarlığı ve danışmanlık
– Ulusal Arşivlerin özellikle Akdeniz ülkeleri için önemi
– Prens ve Paşa (2012),
– 400 Yıllık Dostluk (2018)
– Ve Jan Janszoon nam-ı diğer Murad Haarlem’den Cezayir’e Yolculuk (çeşitli televizyon kayıtları ve yayınları)
– (2018 yılında tamamlanan bir belgeselin posteri için aşağıdaki 3. fotoğrafa bakınız)
VI. Perspektifte Başyapıtlar Üzerine Yorumcu.
Birçok Orta Doğu büyükelçisinin konuşma ortağı. (Suudi Arabistan, Cezayir, Umman, Türkiye Azerbaycan ve Kazakistan)
Televizyon programları röportajları:
2024 NTR Jan Jansen Dünya Korsanı
Hollandsemeetser revize edildi (Teylers Müzesi ve Rijkmsueum’daki program, 2024 sonbaharında yayınlanacak)
SEÇİLMİŞ YAYINLAR-KİTAPLAR
1. 400 yılı aşkın Dostluk, 1612 Hollanda ve Türkiye arasındaki Dostluk Anlaşması
Türkiye, metin ve modern Türkçe ve Hollandacaya çeviri (Mehmet
Tütüncü, Erik Swart ve Bülent Arı), Heemstede 2019, 64pp, ISBN 978-90-6921-
017-9 (Turkuaz serisi: 14)
2. Heemstede’deki Evde Konstantinopolis’in Kayıp Panoraması by
Adriaan Pauw, Hans Krol ve Mehmet Tütüncü, Heemstede, 2020, 44 s. ISBN
978-9069-021-28-5 (Turkuaz serisi: 24)
3. KONSTANTİNOPEL VE HOLLANDA ARASINDA : Dragoman ve Diplomat ailesi Testa. Derleme ve metin Hans Krol ve Mehmet Tütüncü, (Andre Testa ve Patrick Testa’nın yardımlarıyla) ISBN (Turkuaz serisi: 30)
4. Mehmet Tütüncü, Boğaziçi’nden Güney Denizi’ne, 1793’te İstanbul’dan Wijhe’ye Seyahatname, Gaspard Baron Testa ISBN 978-90-6921-047-6
5. Cezayir’de Beş Yıl, Thomas Hees’in Günlüğü (1675-1680), Paul Brood, Gerard van Krieken ve Mehmet Tütüncü ile Eveline St.
toplam 2022. (SOTA dışında) ISBN 9789087049928 yayınlandı
10. Adriaan Reland, 17. yüzyılda Hollanda’da saf ve objektif İslam bilgisinin aydınlanmış bir savunucusu, (Kasım Tekin tarafından) 2021’de
11. Ebubekir Efendi – A. van Selms, Bayan-al-Din / Uiteensettinge van Godsdienst, 1869’da İstanbul’da basılan Arap Alfabesiyle ilk Hollandaca (Afrika) kitabın tıpkıbasımı ve transkripsiyonu, 2022
15 Haziran 1928’de Atatürk ile görüşen Gerard Vissering’in uzun çalışmalar sonucunda hazırladığı rapor ve tüzük yüz yıla yakın bir zaman sonra sergilenecek.
Arşiv dökümanları içinde, Vissering’in Atatürk ile neler konuştuğunun notları da var.
İlhan KARAÇAY
Bugünlerde çokça konuşulan Merkez Bankası’nın, 11 Haziran 1930 tarihinde onaylanan, 30 Haziran 1930’da Resmi Gazete’de yayınlanan ve 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçen, kuruluş raporunu ve tüzüğünü hazırlayan Hollandalı Gerard Vissering’in, bu konudaki dosyası, bugün Hollanda Devlet Arşivi’nde açıklanacak.
1906-1912 yıllarında Javasche Bank’ın ve 1912-1931 yıllarında Hollanda Merkez Bankası’nın Başkanlığını yapan Gerard Vissering (1865-1937), o tarihlerde pek çok hükümete danışmanlık yapan bir para uzmanı olarak uluslararası alanda takdir gören biriydi.
MERKEZ BANKASI DÜŞÜNCESİ
1923 yılında İzmir’de düzenlenen bir iktisat kongresinde, Merkez Bankası’nın kurulması tartışılmıştı. Dört yıl sonra bankanın planına ilişkin ilk taslak sunuldu. Bu taslak, Türk Merkez Bankası’nın tasarımı konusunda, diğer merkez bankalarının yöneticileriyle yapılan tartışmalar için bir temel oluşturdu. Muhataplardan biri Hollanda Merkez Bankası’nın (De Nederlandsche Bank) Başkanı Gerard Vissering’di. Vissering’in raporu hükümetten bağımsızlık ihtiyacının altını çiziyordu. Bu görüşmelerin ardından hükümet bir yasa tasarısı hazırladı. Kanun 11 Haziran 1930 tarihinde onaylandı ve 30 Haziran 1930 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlandı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçti. Banka, bir kamu kuruluşu olmadığını ve bağımsız olduğunu belirtmek için bir anonim şirket haline geldi. Banka başlangıçta 30 yıllık bir süre için banknot ihraç etme imtiyazına sahipti. Bu imtiyaz 1955 yılında 1999 yılına kadar uzatılmıştır. Son olarak 1994 yılında süresiz olarak uzatılmıştır.
ATATÜRK İLE GÖRÜŞME
Görüldüğü gibi, Türkiye’de Merkez Bankası’nın kurulması için 1923’te başlayan çalışmasını uzun yıllar sürdüren Vissering, 15 Haziran 1928 günü Atatürk ile bir görüşme yapmıştı.
İşte o görüşmeden sonra Merkez Bankası’nın niteliği ortaya çıkmıştı.
Vissering’in, hükümetten bağımsız bir Merkez Bankası raporu ve tüzüğü, 100 yıla yakın bir zaman sonra bugün Hollanda Devlet Arşivi’nde açıklanacak.
Bakalım, Gerard Vissering’in bu konudaki dosyasında neler var?
Vissering’in Atatürk’e özel olarak söylemiş olduğu ve Atatürk’ün sözleri de açıklanacak olan dosyada bulunuyor.
HOLLANDA’YA GÖÇ’ÜN 60’INCI YILINDA, KAZANDIKLARIMIZ, KAZANDIRDIKLARIMIZ VE KAYBEDECEKLERİMİZ…!
*Kazandıklarımız: Bir traktör satın almak için gelmişlerdi. Bin traktör aldılar ve memleketi paraya boğdular. Eğitim gördüler, işveren, siyasetçi, sporcu, yayıncı, sanatçı ve yönetici oldular.
*Kazandırdıklarımız: İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden sıyrılmaya çalışan ülkenin yeniden inşasında ve kalkınmasında mühim bir rol oynadılar ve endüstriyi canlandırarak, bugünkü refahta büyük rol oynadılar.
*Kaybedeceklerimiz: Son yıllarda, Türkiye’dekiler tarafından horlanmaya başlanan Avrupalı Türkler ve sonraki nesiller, kimlik krizi yaşayarak ve iki kültür arasında sıkışarak, aidiyet duygularını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar.
*Yıl boyunca yapılan ve bundan sonra yapılacak olan 60’ıncı yıl kutlamalarını ve o anlaşmanın içeriğini aşağıda bulacaksınız.
İlhan KARAÇAY’IN ANALİZİ:
Göç… Sadece üç harften oluşan basit bir kelime gibi görünse de, aslında koca bir dünyayı içinde saklayan bir terim. Türk tarihiyle iç içe geçmiş, derin izler bırakan bir olgu. Göç, sadece bir coğrafi hareketlilik değil, aynı zamanda kültürel, sosyal ve hatta dini dönüşümlere zemin hazırlayan bir süreçtir. Türk milletinin tarihinde göç, hep bir arayış, yeni bir yurt bulma çabası ve bazen de kaçışın simgesi olmuştur. Tarih boyunca, bu kavram atayurda duyulan özlemle şekillendi.
Ve bugün, Hollanda’ya işgücü göçünün 60’ıncı yılına gelmiş bulunuyoruz.
1950’li yıllarda Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelere göç eden yaklaşık 400 bin Hollandalı, ülkenin iş gücü piyasasında ciddi bir boşluk bıraktı. Bu boşluğu doldurmak için Hollanda, işgücü ihtiyacını karşılamak amacıyla İspanya, İtalya, Yugoslavya ve Yunanistan gibi ülkelerden işçi getirmeye başladı. Türkiye de bu süreçte Hollanda’ya iş gücü ihraç eden ülkelerden biri haline geldi. 19 Ağustos 1964’te Türkiye ve Hollanda arasında imzalanan işgücü anlaşması, binlerce Türk’ün hayatında yeni bir sayfa açtı.
Türkiye ile Hollanda arsındaki işgücü anlaşmasını, zamanın Çalışma Bakanı Bülent Ecevit imzalamıştı. O imza töreninde, arkada duran İbrahim Görmez de vardı.
Türk işçileri, ilk geldiklerinde büyük zorluklarla karşılaştılar. Anlaşma öncesi Hollanda’ya gelen yaklaşık 5 bin Türk, kendi imkânlarıyla iş, aş ve barınma arayışında zorlu mücadeleler verdi. Ancak anlaşma sonrası gelenler, daha organize bir şekilde iş ve ev bulabildiler.
Yine de asıl zorluklar, göçün kendisinden değil, sonrasında yaşananlardan kaynaklandı. Birkaç yıl çalışıp geri dönmeyi planlayan pek çok Türk işçi, zamanla aile birleşimi yoluna gitti ve bu karar, beraberinde konut ve eğitim gibi ciddi sorunları getirdi.
Göçün ilk yıllarındaki zorluklar göz ardı edilemezdi. Sağlık hizmetleri yetersizdi, işçilerin çalışma koşulları oldukça zordu ve sıkı denetimlerle hasta işçilerin bile çalışmaya zorlandığı olaylar yaşandı. 1970’lerde Amsterdam’daki bir tersanede çalışan bir Türk işçinin, hastalığına rağmen işe gönderilmesi ve bu durum sonucunda vefat etmesi, toplu protestolara neden olmuştu. Bu gibi acı olaylar, göçün dramatik ve zorlayıcı tarafını gözler önüne serdi.
Ancak Türkler bu zorluklara rağmen kendi yollarını bulmayı başardılar. Zamanla işçilikten kurtulup esnaflığa yönelenler oldu. İlk nesil Türklerin “Bir gün döneriz” diye başladığı bu yolculuk, ikinci ve üçüncü nesillerin eğitim ve kariyer yolculuğuna dönüştü. Bugün, Türkler Hollanda’da sadece iş gücü değil, aynı zamanda eğitimli ve başarılı bireyler olarak toplumda kendilerine önemli yerler edindiler. Üniversitelerde farklı alanlarda eğitim gören gençler, siyasette, ticarette ve sanatta başarılar kazandılar. Bugün Hollanda Parlamentosu’nda Türk kökenli milletvekillerinin bulunması, bu başarıların en somut göstergelerinden biridir.
Göçün ilk yıllarındaki sorunlar artık yerini farklı tartışmalara bırakmış durumda. Hollanda’daki Türk toplumu, eğitimli bireyleri, iş yerleri ve kültürel katkılarıyla toplumun ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ancak bu başarı, zaman zaman kıskançlık ve ayrımcılık gibi olumsuz tepkilere de yol açtı. 2000’li yılların başında yaşanan entegrasyon tartışmaları, bu tepkilerin en somut örneklerindendi. Fakat zamanla, bu sorunlar da aşılmaya başlandı.
Bugün Hollanda’daki Türk toplumunun büyük bir kısmı, kökleriyle bağlarını sürdürse de, artık Hollanda’yı da ikinci vatan olarak kabul etmiş durumda. Birinci neslin önemli bir kısmı Türkiye’ye geri dönerken, yeni nesiller Hollanda’da yaşamaya devam ediyor. İslam mezarlıkları açılmaya başlandı ve artık Hollanda’da da defnedilen Türk vatandaşları bulunuyor. Göç, artık bir dönemin kapanışı ve kalıcı yerleşimlerin başlangıcı oldu.
Hollanda’ya Türk işçi göçünün 60’ıncı yıl dönümünde, geçmişin acılarını ve zorluklarını hatırlamak önemli. Ancak daha da önemlisi, bu zorlukların Türk toplumu üzerinde bıraktığı olumlu izlerdir. Bugün Türkler, Hollanda’da sadece kendileri için değil, iki ülke ekonomisi ve kültürü için de önemli katkılarda bulunuyorlar. 60’ıncı yıl etkinlikleri çerçevesinde yapılan ve yapılacak organizasyonlar, bu geçmişin ve geleceğin daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır.
Son olarak, 60 yılın sonunda şunu söyleyebilirim: Türk toplumu Hollanda’da büyük kazanımlar elde etti. Ama sadece kazanmakla kalmadı, aynı zamanda Hollanda’ya da çok şey kazandırdı. Bugün Hollanda’daki Türk toplumunun kanaat önderlerine büyük görevler düşüyor. Toplumun genel sorunlarına çözüm ararken, bölgecilik, particilik gibi ayrıştırıcı unsurları bir kenara bırakmaları gerekiyor. Artık gençlerimiz, köklerine bağlı kalarak ama geleceğe umutla bakarak, “Köyümüze geri dönmeyeceğiz, geleceğimizi burada inşa edeceğiz” diyorlar.
Ve bu, artık sadece bir umut değil, bir gerçeklik haline geldi.
ÖNCEKİ GÜN 60’INCI YIL DÖNÜMÜYDÜ… Önceki güne rastlayan 19 Ağustos, Hollanda ile Türkiye arasında imzalanan iş gücü anlaşmasının 60’ın yıl dönümüydü.
Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal bu konuda bir açıklama yaptı.
Ünal’ın açıklaması şöyleydi:
“Türkiye ile Hollanda arasında 19 Ağustos 1964 tarihinde imzalanan İş Gücü Anlaşması’nın 60’ıncı yıl dönümünü idrak ediyoruz. 16 Ağustos’ta da 1924’te imzalanan Dostluk Antlaşması’nın 100. yıl dönümünü idrak etmiştik. Lahey Büyükelçiliği olarak, Dışişleri Bakanlığımız ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarımızın katkıları, ayrıca Hollanda Türk toplumunun desteğiyle bu iki yıl dönümü vesilesiyle 2024 yılını iki ülkenin ortak hafızasına nakşetmek üzere çeşitli etkinlikler gerçekleştirdik ve gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Hollanda’ya entegre olmuş, bu ülkeye her alanda ciddi katkı veren, 25 bin işvereniyle büyük istihdam sağlayan ve refah üreten yaklaşık 470 yıllık bir geçmişe sahip, günümüzde NATO müttefikliğine de dayanan ikili ilişkilerin başlıca sütunlarından biri haline gelmiş bir Türk toplumu mevcuttur.
Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan, iki ülke arasında 2008’den beri düzenlenmekte olan kapsamlı istişare forumu niteliğindeki Türkiye-Hollanda Wittenburg Konferansı’nın 10’uncusu için, 18-19 Nisan 2024 tarihlerinde Hollanda’yı (Bakan sıfatıyla) ilk kez ziyaret etmiş, dönemin Başbakanı Mark Rutte tarafından kabul edilmiş ve Dışişleri Bakanı ile önemli görüşmelerde bulunmuştu.
Gerek Hollanda’daki etkinliklerimize destek vermeleri ve katılmaları, gerek ülkemizdeki temsilcilikleri eliyle çeşitli etkinlikler düzenlemek suretiyle Hollanda makamları da aktif bir şekilde bu yılın özelliğini vurgulamaktadır.
İkili ilişkilerin yanı sıra 2024 yılı, Türk toplumunun Hollanda’daki geleceğine de daha umutlu şekilde bakmamızı sağlıyor.”
NAÇİZANE ANALİZİM…
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, Türk işçi göçü, sadece bireylerin değil, aynı zamanda toplumların da sınandığı, zorluklarla dolu bir serüvendi. İlk göç dalgası başladığında Türkiye’den gelen işçiler, Hollanda’da geçici işçi olarak görülüyordu. Bu algı, göçmenlerin toplumla entegrasyonunu geciktirdiği gibi, onların bu yeni ülkede kalıcı olduklarını kabul etmesini de zorlaştırdı. Ancak zamanla bu geçicilik algısı yerini kalıcılığa bıraktı. Artık azınlık olsak da Hollanda’da yerleşik bir düzenimiz var.
Bu süreçte hem Türkiye hem de Hollanda hükümetlerinin politikaları zaman zaman eleştirilere maruz kaldı. TRT radyosunu cızırtılı dinlediğimiz yıllarda, Türkiye’nin kendi iç siyasi ve ekonomik zorlukları, Avrupa’daki vatandaşlarına yeterince destek olmasını engelliyordu. O dönemde buraya gelen bazı Türk Bakanlar ve Milletvekilleri, göçmenlerin sorunlarına göstermelik ilgi gösteriyordu. Bol keseden konuşup, yurttaşların dertlerini not alır gibi yapıyor, ama bu notlar sigara paketlerinin arkasına yazıldığı için gerçek çözümler üretilemiyordu. Yıllar geçtikçe bu durum değişmeye başladı ve Türkiye hükümetleri, yurt dışındaki vatandaşlarını daha ciddiye alan politikalar geliştirdi. Bu değişim, özellikle son yıllarda artan diaspora politikalarıyla daha görünür hale geldi.
Hollanda tarafında da, göçmen politikasında zaman içinde değişimler yaşandı. ‘Vicdansız Sabuha’ olarak nitelendirdiğim Entegrasyon Bakanı Rita Verdonk’un göçmenlere yönelik sert politikaları, göçmen topluluğunda büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Verdonk döneminde uygulanan politikalar, entegrasyona değil, daha çok asimilasyona yönelikti. Bu nedenle Hollanda’daki Türk toplumu, kendisini dışlanmış ve yalnız hissetti. Ancak Verdonk’un ardından gelen Bakanların da beklentileri tam olarak karşılayamadığı görüldü. Ella Vogelaar’ın göreve gelmesiyle bir umut ışığı doğsa da, onun da aynı politikaları sürdürmesi göçmenler için hayal kırıklığı yarattı. Ancak, Hollanda’daki demokratik sistemin bir getirisi olarak, bu Bakanlara açıkça eleştirilerde bulunabilmek mümkün oldu. Ella Vogelaar’a bir toplantıda, ‘Verdonk’un yerine gelişiniz bizi umutlandırmıştı. Ne yazı kı siz Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ deme cüretkârlığını göstermiştim. Türkiye’de bir Bakana bu tür eleştiriler yöneltmek, ciddi sonuçlar doğurabilirdi. Bu da Hollanda’nın en değerli yanlarından biriydi; eleştirinin suç sayılmaması ve ifade özgürlüğüne tanınan hakkın sınırsızlığı…
Göçmenler, hükümetlerden bekledikleri desteği tam olarak göremedikleri için, zamanla kendi sorunlarını sahiplenmeye başladılar. Türk toplumu, kendi derneklerini ve federasyonlarını kurarak örgütlendi, toplumsal ve siyasi hakları için mücadele etti. Bu süreç, Türk göçmenlerin kendi kimliklerini ve toplumsal statülerini inşa etmelerinde kritik bir rol oynadı. Ancak bu sahiplenme de sınırlı kaldı; toplumun genelinde hâlâ çözülmemiş sorunlar ve zorluklar mevcut. Bu zorlukların başında ayrımcılık ve fırsat eşitsizliği geliyor. Bugün bile, Türk göçmenler eğitimde, iş hayatında ve toplumsal yaşamın birçok alanında bu sorunlarla yüzleşiyor.
Sonuç olarak, Türk göçü zorlu bir süreç olarak başladı ve yıllar içinde hem Türkiye’nin hem de Hollanda’nın politikalarında çeşitli değişimler yaşandı. Bu süreç, göçmenlerin toplumla entegrasyon mücadelesini daha da derinleştirdi. Ancak zamanla Türk göçmenler, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrendi, kendi örgütlerini kurarak toplumsal hayatta yer bulmaya çalıştılar. Gelinen noktada, bazıları bu süreçten memnun kalırken, bazıları hâlâ zorluklarla mücadele ediyor. Bu mücadele, insanlar yaşadıkça devam edecek.
Ancak uzun vadede umut var; toplumlar arasındaki farklar giderek azalacak, ayrımcılık ve dışlanma gibi sorunlar zamanla silinip gidecek.
Bu analizde görüldüğü gibi, göçmenler, kendi kimliklerini ve haklarını koruma mücadelesinde önemli aşamalar kaydetmiş olsalar da, bu süreç henüz tamamlanmış değil. Toplumların değişimi zaman alıyor ve bu değişim, göçmenlerin mücadelesiyle daha da hızlanabiliyor.
SÜREÇLER
Türk göçü, başlangıçta meşakkatli ve zorlu bir süreçti. Göçmenlerin yerleşme sürecindeki sıkıntılar, her iki ülkenin de politikalara zaman zaman kayıtsız kalmasıyla daha da zorlaştı. Ancak, zamanla bu göç hareketi artık yerleşik bir düzene dönüştü. “Artık azınlık olsak da yerleşik bir düzenimiz var” ifadesi, bu dönüşümü güçlü bir şekilde vurguluyor.
Türk ve Hollanda hükümetlerinin göçmenlere yönelik politikaları zaman zaman eleştirildi. Göçmenler, yetkililerin ilgisizliğinden ve sözde çözümlerinden dolayı hüsrana uğradı. Örneğin, sigara paketi arkasına yazılan notlar gibi sembolik detaylar, göçmenlerin sorunlarının yıllarca ciddiye alınmadığını gösteriyor. Bu noktada, daha sonra bazı Bakanların bu sorunları ciddiye almaya başlaması, sürecin ilerleyen dönemlerinde bir iyileşme olduğuna işaret ediyor.
Zamanla göçmenler, kendi derneklerini ve federasyonlarını kurarak örgütlenmeye ve kendi sorunlarına çözüm üretmeye başladılar. Bu süreç, göçmenlerin kendilerini geliştirmesi ve toplumsal yaşamda daha etkin hale gelmesi açısından önemli bir adım. Ancak, bu sahiplenmenin sınırlı kalması, göçmen toplumun tüm sorunlarını çözememiştir.
Daha önce belirttiğim gibi, bu süreç devam edecek. Toplumlar arasındaki farkların ortadan kalkması, ayrımcılık nedenlerinin silinmesi, zaman alacak bir mücadele. Ancak bu mücadele, umudu da içinde barındırıyor…
KAZANDIKLARIMIZ
Türk göçmenlerin Hollanda’daki serüveni, sadece zorluklardan ibaret olmadı. Zamanla göçmenler, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan da büyük kazanımlar elde ettiler. İlk başta ağır işlerde çalışan işçiler, zamanla kendi iş yerlerini kurarak iş adamı veya girişimci kimliği kazandılar. Bu süreçte Türk toplumundan birçok kişi, ticaret ve sanayi alanında başarılı iş insanlarına dönüştü. Hollanda’da artık sadece emekçi değil, kendi işini yöneten, Hollanda ekonomisine katkı sağlayan bir topluluk ortaya çıktı.
Bunun yanı sıra, Türk gençleri, eğitim alanında önemli adımlar attı. İlk nesil göçmenler, çoğunlukla temel eğitim seviyesinde kalmışken, sonraki nesiller yüksek öğrenim yapma şansını elde ettiler. Hollanda üniversitelerinden mezun olan bu gençler, hem kamu hem de özel sektörde önemli pozisyonlarda görev almaya başladılar. Siyaset, eğitim, hukuk, mühendislik ve sağlık gibi farklı alanlarda yükselen Türk kökenli Hollandalılar, ülkenin geleceğinde söz sahibi olmaya başladılar. Ayrıca, Türk gençlerinin spor alanında gösterdikleri başarılar da göz ardı edilemez. Futbol gibi popüler spor dallarında Hollanda’da adından söz ettiren birçok genç yetenek, hem Türk toplumunun hem de Hollanda’nın gururu haline geldi.
Bu kazanımlar, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal olarak da göçmenlerin bu ülkede kalıcı olduklarını ve topluma entegre olma konusunda büyük adımlar attıklarını gösteriyor.
KAZANDIRDIKLARIMIZ
Türk göçmenler sadece kazanmadı, aynı zamanda Hollanda’ya da çok şey kazandırdı ve dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasında rol oynadı.
Göçmen işçilerin Hollanda sanayisine katkıları, özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda kritik öneme sahipti. O dönemde iş gücü açığıyla boğuşan Hollanda endüstrisi, Türk işçilerin emeği sayesinde üretimi sürdürebildi ve ekonomik büyümesini devam ettirebildi. Çalışkanlığı ve azmiyle tanınan Türk işçiler, fabrikalarda, inşaatlarda ve hizmet sektöründe büyük katkılar sağladılar. Bugün Hollanda ekonomisinde Türklerin emeğinin izi hala belirgindir.
Bunun yanı sıra, Türk kültürü Hollanda’ya büyük bir renk kattı. Türk mutfağı, sanatı, müziği ve gelenekleri, Hollanda’daki kültürel çeşitliliği zenginleştirdi. Bu kültürel çeşitlilik, Hollanda’nın çokkültürlü yapısını güçlendirdi ve toplumun daha renkli, daha dinamik bir hale gelmesine katkıda bulundu. Restoranlardan festivallere, edebiyattan müziğe kadar birçok alanda Türk kültürünün izleri bugün Hollanda’da yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Bu kazanımlar, Türklerin sadece bir iş gücü değil, aynı zamanda Hollanda toplumuna kültürel anlamda da önemli katkılar sağlayan bir topluluk olduğunu gösteriyor. Türkler, Hollanda toplumunu şekillendiren unsurlardan biri haline geldiler.
KAYBEDECEKLERİMİZ
Ancak bu süreçte kayıplar da yaşandı. En büyük kayıplardan biri, Türkiye ile Hollanda arasındaki bağların zamanla zayıflaması oldu. Türkiye’deki zor koşullar altında yaşayan yurttaşlarımız, Avrupa’dan gelen akrabalarına ve hemşerilerine karşı zaman zaman kıskançlık beslediler. Avrupa’dan dönen göçmenlerin maddi olarak daha iyi durumda olmaları, Türkiye’de kalan insanlar arasında sosyal gerilimlere ve yanlış anlaşılmalara neden oldu. Bu kıskançlık, zamanla hakaretlere ve aşağılamalara dönüştü. Bu durum, Avrupa’da yaşayan Türklerin kendilerini iki ülke arasında sıkışmış hissetmelerine, ne tam anlamıyla Hollandalı ne de tam anlamıyla Türk olarak kabul görmemelerine yol açtı.
Bu sosyal gerilim, sonraki nesillerin aidiyet duygularını da zayıflattı. Hollanda’da doğan ve büyüyen genç nesiller, kendilerini ne Türkiye’ye ne de Hollanda’ya tam olarak ait hissettiler. Kimlik krizi yaşayan bu gençler, iki kültür arasında sıkışarak aidiyet duygusunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Hem kendi toplumları içinde hem de yaşadıkları ülkede kendilerini dışlanmış hissetmeleri, bu gençlerin toplumsal hayata katılımını zorlaştırdı ve geleceğe yönelik belirsizlikler yarattı.
Bu kayıplar, Türk göçmenlerin karşılaştığı sosyal ve psikolojik zorlukları da gözler önüne seriyor. Göçmenlik sadece maddi değil, aynı zamanda duygusal ve kimliksel anlamda da büyük bedeller ödeten bir süreç oldu.
**************************
BELÇİKA-TÜRKİYE SÖZLEŞMESİ DE 60 YIL ÖNCE YAPILDI
Belçika ile Türkiye arasındaki iş gücü anlaşması da 60 yıl önce 16 Temmuz tarihinde imzalanmıştı.
60 yıl sonra Belçika’da yaşayan Türk kökenli nüfusun sayısının 300 bini aştığı biliniyor.
Bu nüfusun önemli bir kısmı Brüksel, Antwerp ve Gent gibi büyük şehirlerde yaşamaktadır. Türk nüfusunun demografik dağılımı, genç ve orta yaşlı bireylerden oluşmakta olup, eğitim düzeyleri ve istihdam oranları Belçika ortalamalarına yakındır.
Eurostat verilerine göre, Belçika’daki Türk kökenli nüfusun büyük bir bölümü aktif iş gücüne katılmakta ve çeşitli sektörlerde çalışmaktadır. Eğitim seviyelerinin yükselmesiyle birlikte, daha fazla sayıda Türk kökenli genç, üniversite eğitimine yönelmekte ve profesyonel mesleklerde yer almaktadır.
Türkiye-Belçika işçi göçü, her iki ülke için de önemli tarihsel, sosyal ve ekonomik etkiler yaratmıştır. Göç süreci, sadece iş gücü hareketliliği ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda kültürel etkileşim ve toplumsal dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Günümüzde Belçika’da yaşayan Türk nüfusu, ülkenin çokkültürlü yapısının önemli bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.
İki ülke arasında yapılan iş gücü sözleşmesinin 60’ıncı yıl kutlamaları çerçevesinde çok sayıda etkinlik yapıldı. Bu etkinliklerin en önemlisi, Göç Araştırmaları Vakfı’nın, 20 Temmuz’da organize ettiği 60 YIL KONFERANSI oldu.
Amsterdam Yunus Emre Enstitüsünce (YEE) Hollanda-Türkiye İş Gücü Anlaşması’nın imzalanmasının 60’ıncı yıl dönümü için özel olarak 24 Şubat 2024 tarihinde düzenlenen “Klasikten Caz’a Türk Müziği Motifleri ve Ritimleri” konserini çok sayıda Türk ve Hollandalı müziksever dinledi.
Konsere Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal, Amsterdam Başkonsolosu Mahmut Burak Ersoy, Almanya’nın Amsterdam Başkonsolosu Frank Urbschat, Türk Hava Yolları Amsterdam Müdürü Şerafettin Ekici’nin yanı sıra Hollanda’daki Türk toplumunun yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda Türk ve Hollandalı müziksever katıldı.
*****************
60 Yıl Gurbet, 60 Yıl Başarı:
Hollanda’daki Türk Göçünün Öyküsü
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) ve Lahey Büyükelçiliği, Hollanda’ya Türk işçi göçünün 60. yılını anmak ve onurlandırmak amacıyla resepsiyon düzenledi.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Abdullah Eren, Türkiye ve Hollanda arasında 19 Ağustos 1964’te imzalanan İş Gücü Anlaşması’nın 60. yılını anmak için düzenlenen resepsiyonda Hollanda’ya yapılan göçü “Bir başarı hikayesi” olarak tanımladı.
Resepsiyona, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal, Türkiye’nin Amsterdam Başkonsolosu Mahmut Burak Ersoy, Rotterdam Başkonsolosu Sevgi Kısacık, YTB Başkanı Eren, Hollanda Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Sosyal Güvenlik ve Entegrasyondan Sorumlu Genel Müdür Araya Sumter, sanatçı Karsu Dönmez, Hollanda’daki Türk toplumunun temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.
Resepsiyonda konuşma yapan YTB Başkanı Eren, Hollanda’ya gelen Türk toplumunun burada çok önemli işler yaptığını ve ülkenin bugünkü noktaya ulaşmasında çok büyük katkısı olduğunu belirtti.
Büyükelçi Ünal da, Hollanda ile Türkiye arasındaki ilişkilerin çok daha eskiye dayandığını ve çok güçlü olduğunu belirterek, Türk işçi göçünün 60. yılının çok önemli kazanımlar ortaya çıkardığını vurguladı.
Resepsiyonda, YTB’nin yurt dışındaki Türk vatandaşlarına yönelik hizmetlerini anlatan video ve belgeseller gösterildi.
Programın son kısmında, Hollanda’ya gelen Türk toplumunun ilk ve dördüncü nesillerinden temsilcilere konuşmalarının ardından plaket verildi.
*********************
HOLLANDA TÜRKİYELİ İŞÇİLER BİRLİĞİ HTİB’NİN PROGRAMI
Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği HTİB’nin Türkiye-Hollanda iş gücü sözleşmesinin 60’ıncı yılı ve HTİB’nin 50’inci kuruluş yıldönümünü birlikte kutladı.
14 Haziran 2024 günü, Amsterdam Belediyesi Meclis üyesi Touria Meliani’nin açılışını yaptığı resepsiyona, gazeteci Suzan Yücel, Şaban Ol, Erdal Balcı, Erhan Gürer ve Hamide Doğan’ın yanında kalabalık bir topluşluk katıldı. ********************
HOLLANDA TÜRKEVİ ARAŞTIRMALAR MERKEZİ’NDEN ETKİNLİKLER
Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin, işgücü göçünün 60’ıncı yılına armağan olarak planladığı ve yürüttüğü 3 ana proje bulunmaktadır. Projeler, alan ve literatür araştırmalarından sonra, kitap olarak yayınlanacak ve Türkiye’de ve Hollanda’da düzenlenecek programlarla tanıtılacaktır. 2024 yılında yürütülen Türkevi projelerinin konuları şöyle: -2023 Türkiye Depremi & Hollanda Türkiye Dayanışması -60’ıncı Yıl, 60 Genç Projesi: Üçüncü kuşakla konuşmalar (Sözlü Tarih Çalışması) -Hollanda Türk Göç Tarihinin 60”ıncı yılına Türkevi Derneği’nden 60 proje ve
Program (1987 – 2024 / Literatür Araştırması)
2023 Türkiye Depremi & Hollanda Türkiye Dayanışması 6 Şubat 2023 tarihinde, Türkiye ve komşu ülke Suriye’de iki ayrı ağır deprem meydana geldi. Depremden, sadece Türkiye’de on üç milyon insan direk etkilenirken, on binlerce insan hayatını kaybetti ve yaralandı. Deprem, bölge ve ülke insanını büyük bir acıyla karşı karşıya bıraktı. Tarihi ve zor bir acı yaşandı. Türkiye başta olmak üzere, dünyanın her yerinden depremzedelerin yaralarını sarmak için harekete geçildi. Acıların paylaşılması, yaraların sarılması için, Hollanda’dan da hızlı bir şekilde organizasyonlar başladı. Ayni ve maddi yardımlar, kampanyalar, programlar, depremzedeler yararına konserler ve etkinliklerin sayısı her geçen gün aratarak devam etti. Hollanda acil kurtarma ekibi USAR ve Uluslararası “Hava Ambulans Hizmeti” (MEDEVAC) bölgeye gitti. Birlikte Çalışan Hollanda Yardım Kuruluşları, Giro555 olarak deprem kampanyası yürüttü ve 124 milyon Euro toplandı. Belediyeler ayrı ayrı yardım ettiler. Türk kurum ve kuruluşları, Hollanda şirketleri, Türk girişimcileri ile bireysel kampanyalar yürütüldü ve sürdürülebilir projeler hayata geçirildi.
Türkevi Araştırmalar Merkezi, Türkiye ve Suriye’de meydana gelen 2023 depremi sonrası, Hollanda’da yürütülen deprem yardımları ve bu çerçevedeki faaliyetleri araştırdı. Sonuçları kitap olarak yayınladı ve Amsterdam’da organize edilen bir tanıtım programıyla kamuoyuna sundu.
60’ıncı Yıl, 60 Genç Projesi: Üçüncü kuşakla konuşmalar (Sözlü Tarih Çalışması) 2024 yılı, Hollanda ile 19 Ağustos 1964 tarihinde Lahey’de imzalanan işgücü anlaşmasının altmışıncı yılıdır. Altmış yıllık göç süreci boyunca önemli birikimi içerisinde barındıran Türk diasporasına dair çeşitli araştırma ve çalışmalar yapılmıştır. Türkiye ile Hollanda arasında imzalanan işgücü anlaşmasının altmışıncı yılına özel olarak, üçüncü kuşağı kapsayan 18 ile 30 yaş arasında 60 Türk gencin hayat hikayesine odaklanan bir kitap çalışması hayata geçirilmiştir. Bu hikâyelerde, Hollanda’daki Türk gençlerinin Türkçe ile etkileşiminden, eğitimdeki konumlarına, sosyal hayattaki varlıklarından iş piyasasındaki etkinliklerine değin farklı hayat tecrübelerinden kesitler aktarılmaktadır. Literatürdeki çalışmaların daha çok Almanya ve birinci nesil odaklı olduğu dikkate alınarak Hollanda’daki Türk diasporası içerisindeki gençlerin hikayelerini kapsayan bu çalışma literatürdeki önemli bir eksikliği doldurmaktadır.
Hollanda Türk Göç Tarihinin 60’ıncı yılına Türkevi Derneği’nden 60 proje ve Program (1987 – 2024 / Literatür Araştırması) Hollanda Türkevi Derneği, 1987 – 2024 yılları arasında, Hollanda başta olmak üzere, Avrupa, Türkiye, Balkanlar ve kültür coğrafyamızda 2000’ne yakın proje, program ve etkinlik gerçekleştirdi. Sürdürülebilir projeler arasında, siyasal katılım alanında “Amsterdam Tartışmaları”, medya alanında “Avrupa Türkçe Süreli Yayınlar Sempozyumları”, kültür ve sanat alanında “Türkevi Konuşmaları”, tarih alanında “Hollanda Türkiye İlişkileri”, literatür alanında “Türkevi Yayınları”, Türk Dünyasına yönelik “Avrasya Sivil Toplum Forumu”, Türk kültür referanslarının Hollandacaya tercümesi “Mesnevi, Dede Efendi, Hacı Bektaş Veli, Ahilik, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Ahmed Yesevi, Evliya Çelebi, Farabi”, genel kültür alanında “Biyografi Okumaları”, spor alanında “Yağlı Güreş Şampiyonluğu”, tasavvuf alanında “Şeb-i Arus”, “Uluslararası kalkınma işbirliği projeleri”, “Erasmus Öğrenci ve Öğretim Görevlileri Hareketliliği” gibi programlar yer almaktadır.
Hollanda’ya Türk iş gücü göçünün 60’ıncı yılı olan 2024’te, Türkevi’nin 1987-2024 yılları arasında gerçekleştirdiği 2000’ne yakın proje ve program içinden 60 etkinlik seçilerek, literatür araştırması yapılmıştır.”
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu malumdur. Türkevi Araştırmalar Merkezi de, vizyonuna uygun bu üç dev proje ile, göçün 60’ıncı yılana katkıda bulunarak, 2024 yılını bu şekilde değerlendirmektedir. Yapılan bu çalışmalar, hiç şüphesiz iki ülke arasındaki ilişkilere katkıda bulunurken, Avrupa Türklerinin 60 yıl gibi süreçte nereden nereye geldiklerini de açıklamaktadır.
****************************
HOLLANDA’NIN ANKARA BÜYÜKELÇİLİĞİNİN ETKİNLİKLERİ
İşgücü Anlaşması’nın 60 yılı: Ortak tarih, ortak gelecek
Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands, İş gücü sözleşmesini kutlamak için yaptıkları ve yapacakları etkinlikleri şöyle anlattı:
“Altmış yıl önce 19 Ağustos 1964’te, Hollanda Krallığı, Türkiye Cumhuriyeti ile yurttaşlarını Hollanda’da çalışmaya davet eden bir anlaşma imzaladı. Bu yıl, Türkiye – Hollanda ilişkilerindeki bu dönüm noktasının 60. yıl dönümünü kutluyoruz. 1960’ta Hollanda’da sadece 200 Türk yaşarken, günümüzde yarım milyona yakın insanın Türkiye kökenleri mevcut. Ülkelerimiz arasındaki 1964 anlaşması, bu tarihi gelişmenin meşhur doğum belgesi olarak kabul edilebilir.
Hollanda’ya gelen ilk kuşak Türkler, 1960’larda hâlâ İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden sıyrılmaya çalışan ülkemin yeniden inşasında ve kalkınmasında mühim bir rol oynadı. Yakın zamanda, bu ilk kuşak Türk-Hollandalılardan bazılarının emekliliklerini geçirdiği Yozgat ilindeki bir huzurevini ziyaret etme fırsatım oldu. Bana onlarca yıl önce Hollanda’ya yaptıkları yolculukları anlattılar. Cömertliklerinden, dayanıklılıklarından ve hem Türkiye’ye hem Hollanda’ya olan sevgilerinden ilham aldım. Bu ilk kuşak inanılmaz derecede çok çalıştı ve Hollanda’nın ekonomik kalkınmasına önemli katkılarda bulunurken aynı zamanda sonraki kuşaklar için de yol açtı.
Bu ortak tarihte kadınların oynadığı önemli rolü unutmamalıyız. Dikkat, genellikle babalara ve büyükbabalara yönelse de, anneler ve büyükanneler de Hollanda’ya geldi. Bu kadınlar, gerçek öncülerdi ve katkıları her zaman tam olarak takdir edilmedi. Bu cesur kadınların mirasını onurlandırmak için Hollanda’dan “Kadın Türk Öncüleri” adlı sergi, Türkiye’yi dolaşarak üç kuşaktan Türk-Hollandalı kadınların öykülerini anlatıyor.
Farklı bir kültüre ve topluma entegre olmak; dil engelleri, farklı gelenekler ya da konut ve istihdam gibi alanlarda elbette zorlu olabilir. Bu zorluklara rağmen ilk kuşak ve onların çocuklarıyla torunları, yaşamın her alanında etkin olarak Hollanda toplumunun ayrılmaz bir parçası haline geldi. Girişimcilerden, bankacılardan öğretmenlere ve doktorlara, tasarımcılardan, hemşirelerden parlamenterlere ve mühendislere kadar Türk-Hollandalılar, Hollanda toplumunun ve ekonomisinin her alanına katkıda bulunuyor.
Toplumlarımızın paylaştığı bir özellik, güçlü girişimci ruhlarımız. Türkiye Cumhuriyeti istatistiklerine göre Hollanda, Türkiye’deki en büyük yabancı doğrudan yatırımcı ve yaklaşık 3 bin Hollandalı şirket burada faaliyet gösteriyor. Hollanda ayrıca birçok Türkiye kökenli girişimciye sahip. Bunların birçoğu Türkiye ile ticaret ve Türkiye’ye yatırım yapmaktadır. Bu da ekonomik bağlarımızı daha da güçlendirmektedir.
Bu 60 yıllık tarihe geri dönüp baktığımızda kutlanacak çok şey olduğunu görüyoruz. Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişki, toplumlar ve bireyler arası günlük temaslar sayesinde gerçekten eşsizdir. Her iki ülkeye de bağlılık hisseden birçok insan, yalnızca ortak bir tarihimiz değil, aynı zamanda ortak bir geleceğimiz olmasını da sağlar. Bu insanlar, uluslarımız arasındaki kalıcı dostluğun yaşayan kanıtıdır.
“TÜRK KADIN ÖNCÜLERİ”
Hollanda’nın Haarlem şehrindeki Verwey Müzesi tarafından projelendirilen “Türk Kadın Öncüleri” sergisi, Hollanda’ya göç etmiş kadınların öykülerini anlatıyor. Fotoğraf sanatçıları Bertienvan Manen, Bercis G. Metz, Muhammet Sağ ve Çiğdem Yüksel’in 26 portre yapıtından oluşan sergi, 29 Eylül – 9 Nisan arası müzede sergilendikten sonra Türkiye’nin yolunu tuttu ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı ve Hollanda Büyükelçiliği’nin işbirliğiyle Bursa, Emirdağ ve İstanbul’u ziyaret etti. 12 Eylül’e kadar Yozgat’ta görülebilecek sergi, ardından Ankara (16 Eylül – 16 Ekim), Eskişehir (19 Ekim – 1 Kasım), Afyon (2-17 Kasım) ve Konya’yı (18 Kasım – 18 Aralık) ziyaret edecek.
HOLLANDA’DA EN ÜNLÜ VE EN BAŞARILI 600 TÜRK KADINI
Hollanda Büyükelçisi Wijnands’ın dile getirdiği, “Türk Kadın Öncüleri” sergisi, bana kendi yaptığım bir çalışmayı da hatırlattı. Bugünkü yazıma eklemeyi hiç düşünmediğim bir çalışmaydı bu.
Aslında bu çalışmayı 60’ıncı yıl kutlaması için yapmıştım.
Ne mi yapmıştırm?
Önce, Hollanda’da sanatçı, yazar, modacı, sporcu ve siyasetçilik dallarında çok ünlenmiş Türk kadınlarını aradım ve buldum. 60 Türk kadını bulmayı amaçşamıştım. Ama sayı 100’ü geçmişti. Bu sayının 600’ü bulması güçtü. Bunun üzerine çok başarılı olmuş kadınlarımızı da bulmayı amaçladım. Çok uzun bir çalışma sonunda, başarılı kadınlarımızın sayısı ile 600’ü buldum.
Bu çalışmam, Hollanda’da aylık yayınlanmakt aolan KADIN dergisi tarafından, ‘Özel sayı’ olarak yayınlanacak. ******************
YAPILACAK OLAN ETKİNLİKLER
İş gücü sözleşmesinin 60’ıncı yılı kutlamaları bu yılın sonuna kadar sürecek.
Yapılacak olan etkinliklerin en büyüğü, Hollanda Türk İş Adamları Derneği HOTİAD tarafından yapılacak.
HOTİAD camiasından seçilen bir ekip, Hollanda’da ‘İZ BIRAKANLAR’ı seçmek için bir jüri oluşturdu. Yapılan duyurular ile, Hollanda’da iz bırakmış kişilerin isimleri toparlandı. Toparlanan isimleri tasnif etmek aylarca sürdü. Sonunda jüri üyelerine bu ‘İz bırakanlar’ın yaşam öyküleri yazılı olarak sunuldu. Jüri üyeleri şimdi, yüzlerce aday içersinde, ilk 10’da yer alacak isimleri saptıyor. Bununla ilgili olarak 1 Kasım günü bir gala programlandı. İçeriği, yeri ve saati daha sonra açıklanacak olan bu galada, önce ilk 10 ‘İz bırakan’ ilan edilecek ve ödülleri verilecek. Daha sonra da Hollanda göç tarihi ele alınacak.
Konuyla ilgili olarak HOTİAD’ın Başkanı Hikmet Gürcüoğlu şu açıklamayı yaptı:
“Hollanda Türk Toplumunun Hollanda’ya göç ve yerleşim sürecinde, birinci nesilden bazı isimler öncü olma görevi yapmışlardır. Bu isimler, değişik alanlarda, bir toplum emektarlığı yaparak, büyük bir özveri ve adanmışlık ruhu ile çalışıp, toplumsal kazanımlar sağlamışlardır.
Aynı isimler, bu kazanımlarla sürecin daha hızlı ve sağlıklı gelişmesine katkı sunmuşlardır.
HOTİAD olarak, göçün 60’ıncı yılında, bu öncü emektarları bir program ile yâd etmek istiyoruz. Yaşamakta olanlara uzun ve sağlıklı bir ömür diliyoruz. Vefat etmiş olanların yakınlarının katılabileceği representable bir programla, Hollanda Türk Toplumu adına kendilerini onore etmek istiyoruz. Dönemin yüksek büroktatları gibi, tüm paydaşların davetli olacağı, anıların canlı paylaşılacağı, zengin bir program tasarlamaktayız.
Bu sürecin asıl kahramanları olan birinci neslin, emekleri önünde saygı ile eğilerek onları anmak, şükranlarımızı dile getirmek istiyoruz.
Bizim için bu grubun tamamı çok özel. Fakat grup içerisinde bazı isimler vardı ki, bunlar çok müstesna. Yaptıkları ile silinmez izler bıraktılar.
Bu isimler bir çok alanda göç sürecinin başarı ile yaşanmasına özel katkılar sundular.
Biz onları ‘yol açanlar, temel atanlar’ olarak isimlendiriyoruz.
Bu program ile onları onore edip, tarihe not düşmek istiyoruz.”
******************
TÜRK İSLAM KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU’NUN ETKİNLİĞİ
Başkanlığını Ömer Altay’ın yaptığı Türk İslam Kültür Denekleri Federasyonu’nun (TİKDF), Türk İslam Kültür Federasyonu TİCF) ile ortaklaşa bir kutlama töreni yapacak.
5 Ekim günü Hilversum’daki şehir kütüphanesi’nde saat 12.00’de başlayacak olan 60’ıncı yıl toplantısı, aynı zamanda, Hilversum şehrinin kuruluşunun 600’üncü yılı olarak da kutlanacak.
Lahey Büyükelçimizin yanında, Kuzey Hollanda Valisi, Hilversum Belediye Başkanı, Başkonsoloslarımız ve YTB temsicisi ve diğer davetliler katılacağı toplantı, Hollanda’nın Hollywood’u olarak bilinen Hilversum’da, medyanın da ilgisini çekecek.
************************
GÖÇ ARAŞTIRMALAR VAKFI’NIN ANKARA’DAKİ ETKİNLİĞİ
İş gücü anlaşmasının 60’ıncı yıl dönümü münasebetiyle, 24 Ağustos 2024 Türkiye Hollanda İş Gücü Anlaşması’nın tarihsel süreci, aynı şekilde göçün sosyo-ekonomik boyutu istihdam, eğitim ve toplumsal katılım gibi alt başlıklar altında ele alınacaktır. Diğer taraftan program içerisinde Hollanda’nın göç politikalarına ve Türk toplumunun dinamiklerine kimlik, vatandaşlık ve aidiyet yönüyle değinilecektir. Ayrıca Hollanda’daki Türk toplumunun örgütlenme biçimleri ve sivil toplum kuruluşları konuları da program dahilinde ele alınacaktır. Konferans kapmasında genel olarak mevcut sorunlara vurgu yapılması ve iki ülke arasındaki ilişkiler değerlendirilerek bir gelecek projeksiyonu çizilmesi amaçlanmaktadır.
***************
TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ KONYA ŞUBESİNİN ETKİNLİĞİ
************************
HOLLANDA’DA TÜRK GİRİŞİMCİLERİN 60’INCI YIL ETKİNLİĞİ: GEÇMİŞTEN GELEN BAŞARILAR
Hollanda’da Türk göçmenlerinin 60. yıl dönümü, KOV Den Bosch Türk Girişimciler Derneği tarafından düzenlenen anlamlı bir programla kutlandı. İlk nesil ve yeni kuşak girişimcilerin bir araya geldiği etkinlikte, göç hikayeleri paylaşıldı, başarılar kutlandı ve geleceğe dair planlar yapıldı.
**************
…VE İŞTE TÜRKİYE –HOLLANDA İŞGÜCÜ ANLAŞMASI
Anlaşmanın İmzalandığı Tarih ve Yer: 19 Ağustos 1964, Lahey
19 Ağustos 1964 tarihinde Lahey’de imzalanmış olan Türkiye – Hollanda İşgücü Anlaşması, aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.
25 maddeden oluşan bu anlaşmaya göre her iki devlet, Türk işçilerinin Hollanda’da çalıştırılmalarının sağlanmasının, her iki memleketin yararına olduğunu kabul ederek, Türk işçilerinin toplanması, Hollanda’ya yollanması ve orada işe yerleştirilmesi hakkında bir anlaşmaya varmak amacıyla mutabık kalmışlardır.
Batı Avrupa ülkelerinin işçi alımını durdurdukları 1973-1974 yıllarından bu yana, anılan Anlaşma kapsamında Hollanda’ya işgücü gönderilmemektedir.
Hollanda ile Türkiye arasındaki işgücü anlaşmasını imzalamak için Hollanda’ya gelen, zamanın Çalışma Bakanı Bülent Ecevit, imza töreninden önce Hollandalı yetkililerle, Amsterdam’daki İjburg Türk İşçi Kampı’na gelmişti. İmza atılmadan önce Türk işçilerine bilgi veren Bülent Ecevit’i dinleyenler arasında İbrahim Görmez de vardı. Hollanda’da henüz 5 aylık bir deneyimi olan İbrahim Görmez, daha sonra Hollanda Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı olmuş ve Türkler için bir Radyo-Televizyon Kurumu kazandırarak başkanı olmuştu.
Nacizane şahsım ise, bir dünya turunun ardından 1967 yılında Hollanda’ya geldim.
Ecevit’in beraberinde Ankara’dan gelen diplomatlar, Lahey Büyükelçimiz ve Hollandalı Bakan ve bürokratlar vardı. İjburg işçi kampında hazırlanan Türk yiyecekleri, bir müzik grubunun sunduğu şarkılar arasında afiyetle yenildi. Daha sonra Lahey’e geçildi ve tarihi anlaşma imzalandı.
Çalışma Bakanı iken Hollanda’ya gelip ikili sözleşmeyi imzalayan Bülent Ecevit, 10 yıl sonra 1974 yılında Başbakan iken, Kıbrıs’a çıkarma yapmış ve adı ‘Karaoğlan’ olarak kalplere yazılmıştı.
O sırada ziyaret ettiğim Ecevit ile uzun bir söyleşi yapmıştım
ANLAŞMANIN İÇERİĞİ
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Hollanda Krallığı Hükümeti, iki memleket arasındaki dostluk bağlarını ve karşılıklı işgücünün ihtiyaçlarını göz önünde tutarak, Türk işçilerinin Hollanda’da çalıştırılmalarının sağlanmasının her iki memleketin yararına olduğunu kabul ederek, Türk işçilerinin toplanması, Hollanda’ya yollanması ve orada işe yerleştirilmesi hakkında bir anlaşmaya varmak arzusu ile, aşağıdaki hususlar üzerinde mutabık kalmışlardır.
İki ülke arasında yapılan sözleşme hâlâ yürürlüktedir ama, maalesef Hollanda, uyulması gereken şartlardan bazılarını hiçe sayarak uygulamamaktadır. Bunlardan en önemlisi de, Türk çocuklarının Türkçe eğitim yapamamasıdır. Çeşitli mahkeme kararlarına rağmen, Türkçe eğitimi için hem maddi ve hem de fiziki imkân tanımayan Hollanda, bu konuda protesto edilmektedir.
1964 anlaşması imzalandıktan sonra Hollanda’ya THY ile gelen ilk Türk işçi kafilesi
GENEL HÜKÜMLER
Madde 1
Türk işçilerinin toplanması, Hollanda’ya yollanması ve orada işe yerleştirilmesi konusunda: Türkiye yönünden, Ankara’da Türkiye İş Kurumu (bundan sonra Kurum olarak geçecektir) yetkilidir. Hollanda yönünden, Lahey’de Sosyal İşler ve Sağlık Bakanlığı İşverme Müdürlüğü (bundan sonra Direction olarak geçecektir) yetkilidir.
Madde 2
1. Direction, yetkili Türk makamlarının gerekli tedbirleri zamanında alabilmeleri ve işçi taleplerini karşılayabilmelerini sağlamak üzere, en az altı ayda bir Hollanda sanayiinin Türk işgücü ihtiyacını, iş ve sanayi kolları ile meslekler belirtilmek suretiyle, Kuruma bildirir.
2. Kurum, mevcut işçilerle talebin ne nisbette karşılanabileceğini tezelden Direction’a bildirir.
Madde 3
1. Direction, iş ve ücret genel şartları ile yaşama şartları hakkında işçilerin aydınlatılmalarını sağlayabilecek bütün bilgileri Kuruma verir.
2. Direction, Hollanda sanayinin çeşitli kesimlerindeki ortalama ücretler ve ortalama çalışma süreleri; vergi, sosyal sigorta primleri, vesair ücretlerden yapılacak kesinti miktarları ile genel olarak fiyatlar ve geçim şartları hakkındaki bütün bilgiyi verir.
3. Bu konuda gerektikçe tamamlayıcı bilgi verilir.
İki ülke arasında çifte vergilendirmeyi önlemek için
1986 yılında ikili sözleşme imzalanmıştı.
İŞÇİLERİN TOPLANMASI VE İŞE YERLEŞTİRİLMESİ
Madde 4
1. Direction, ikinci maddede belirtilen bilgiyi dikkate alarak, Hollanda işverenlerinin iş tekliflerini Kuruma bildirir.
2. İş teklifleri, işin niteliği, türü ve müddeti, brüt ve net ücretler, çalışma şartları, işçilerin iaşe ve ibate imkânları ile diğer lüzumlu ve faydalı bilgileri tam olarak kapsamalıdır.
3. Biriş teklifi müsait karşılandığı takdirde, Kurum, bu iş teklifinin şartları ile diğer yararlı bilgilerin, ilgili işçilere tezelden duyurulmasını sağlayacak tedbirleri alır. 70 Uluslararası İşgücü Anlaşmaları 61
Madde 5
Türk işçilerinin Hollanda’da çalışabilecekleri yaş hadleri aşağıdaki şekilde tespit edilmiştir;
Kalifiye olmayan işçiler için, 21-35 yaş arası,
Kalifiye ve uzman işçiler için, 23-45 yaş arası.
Bu yaş hadleri, ismen işçi istenmesi halinde veya özel hallerde Kurum ile Direction’un anlaşması ile değiştirilebilir.
Madde 6
1. Hollanda’da bir işe yerleştirilmek üzere aday gösterilen işçilerin sağlık muayeneleri Kurumca sağlanır. Adaylar, mesleki ehliyet ve Direction’un koyduğu diğer özel şartlar bakımından Kurum tarafından yoklamaya tabi tutulur.
2. Her adayın tabi tutulacağı bu yoklamanın sonucu, şekli müştereken tespit olunan formülere işlenir. 3. Kurum, adli sicilleri temiz olmayan ya da sosyal ve ahlaki bakımlardan kötü tavır ve hareketleri bilinen adayların takdim edilmemesi hususuna itina eder.
4. Kabul edilen adayların listesi ve her biri için doldurulan formülerler Kurumca Direction’a gönderilir.
Madde 7
1. Direction, Kurum tarafından takdim edilen adayların kesin seçmesini yapmakla görevli bir heyeti Türkiye’ye gönderebilir.
2. Kurum, yukarıda adı geçen heyetin incelemelerini yetkili ve çabuk yapabilmesi için, müştereken tespit edilecek seçme yerlerinde lüzumlu bina ve vasıtaları heyet emrine verir.
Madde 8
Direction, kesin olarak kabul edilmiş bulunan adayların bir listesini, mümkün olduğu kadar çabuk Kuruma gönderir.
Madde 9
1. Direction, kesin olarak kabul edilen her işçi için, müştereken tespit edilen bir modele uygun olarak Türk ve Hollanda dilleri ile iki nüsha halinde hazırlanmış ve işveren tarafından imzalanmış bir iş sözleşmesini Kuruma gönderir. Bu iş sözleşmesi işçi tarafından Türkiye’den hareketinden önce imzalanmış olmalıdır.
2. İş sözleşmesinin geçerlilik süresi bir yıldır. Müştereken kabul edilecek özel hallerde iş sözleşmelerinin süreleri, sekiz aydan fazla olmak kaydıyla, bir yıldan az olabilir.
Madde 10
1. Dokuzuncu maddede bahsi geçen iş sözleşmesinin alınmasını müteakip Kurum işçiye pasaport çıkarılmasını sağlar.
2. İşçi, ayrıca medeni durumunu, bakımı ile yükümlü olduğu aile fertlerini gösterir belgelerle 6 ncı maddenin 3 üncü bendinde belirtilen, adli iyi durum belgesine de sahip olmalıdır.
Madde 11
1. Kurum, kabul edilmiş olan işçilerin Direction’la müştereken tespit edilen tarihlerde ve yerlerde harekete hazır bulunmalarına itina eder.
2. İşçilerin hareket yerinden Hollanda’ya nakilleri, Kurum ile danışmadan sonra Direction’ca düzenlenir ve masraflar Direction tarafından doğruca ilgililere ödenir.
3. Bu maddede sözü geçen nakil masrafları işverenlere aittir. İşverenler bu masrafları Direction’a ödemeyi taahhüt etmekle mükelleftirler.
Madde 12
Türk işçilerinin Türkiye’den Hollanda’ya hava yolu ile nakledilmeleri halinde nakil işine iki memleketin havayolu müesseseleri iştirak edebilir.
Madde 13
Hollanda işverenleri, Direction’un veya heyetin işçinin mesleki ehliyetine ilişkin kararına karşı ancak işçinin işindeki ehliyetsizliği aşikar şekilde sabit olduğu taktirde Hollanda Çalışma Büroları nezdinde itirazda bulunabilirler. Bu gibi hallerde, Hollanda Çalışma Büroları ilgililere mesleki ehliyetlerine uygun iş teminine çalışırlar.
Madde 14
İsmen yapılan talepler ancak Hollanda’da oturan Türk işçileri ile veya Hollanda’da yerleşmiş işverenlerle ilişkileri olan Türk işçilerine ait olduğu takdirde Direction tarafından Kuruma intikal ettirilir. Bu talepler hakkında yapılacak işlemi Kurum kararlaştırır.
Madde 15
1. Altıncı madde gereğince yapılacak ilk seçmeye ait masraflar Türk tarafına aittir. Bu masraflar, işçilerin tıbbi muayene ve mesleki seçme masraflarını, oturdukları yerlerden muayene ve seçme mahallerine kadar olan seyahat giderlerini ve seçme yerlerindeki ikametleri süresince iaşe ve ibate masraflarını kapsar.
2. Heyetin yaptıracağı özel tıbbi muayene ve mesleki seçmeye ait masraflar Hollanda tarafına aittir. 3. Heyetin çalışma masrafları Hollanda tarafınca karşılanır.
Madde 16
Direction, bu anlaşma çerçevesi içinde Hollanda’ya varan işçilerin listelerini, işverenlerin adresleri ile işçilerin Hollanda’daki ilk adreslerini belirtmek suretiyle, Lahey’deki Türkiye Büyükelçiliğine gönderir.
GENEL ÇALIŞMA ŞARTLARI
Madde 17
1. Hollanda’da çalışan Türk işçileri, Hollanda’lı işçiler için uygulanan ücret (ücretli izin dâhil) ve çalışma şartlarından, kanun hükümlerinden, toplu iş sözleşmeleri ile mesleki örf ve mahalli adetlerden eşit şekilde faydalanırlar.
2. Türk işçileri, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile lojman konularındaki kanunların uygulanması bakımından Hollanda’lı işçilere sağlanan hak ve himayelerden Hollanda’lı işçilerle eşit şekilde faydalanırlar.
3. Türk işçileri, Hollanda mevzuatının (aile yardımları dâhil) sosyal güvenlik konusunda Hollanda’lı işçilere sağladığı avantajlardan, mevzuattaki şartları yerine getirmeleri kaydıyla, faydalanırlar.
4. Hollanda makamları, bu hükümlerin uygulanmasına ve özellikle işçinin Hollanda’ya varışı anında işe alınma şartlarının adı geçen hükümlere uygun olmasına itina gösterirler.
5. Türk işçilerinin, ayrıca, iş anlaşmazlığı halinde, Hollanda vatandaşlarına uygulanan aynı şartlar dâhilinde, yetkili idari veya adli Hollanda mercilerine müracaat etmeye hakları vardır.
Madde 18
Türk işçileri tasarruflarının tamamını Hollanda’da yürürlükte olan hükümler dairesinde Türkiye’ye gönderebilirler.
Madde 19
1. Yetkili Hollanda makamları ve Hollanda’lı işverenler, Türk işçilerine, özellikle istihdamlarının başlangıç devresinde, yeni muhitlerine intibaklarını sağlamak bakımından gerekli her türlü yardımda bulunacaklardır.
2. Akit tarafların yetkili makamları, Hollanda ve Türk sosyal ve dini teşekküllerini Hollanda’daki Türk işçilerinin intibakını kolaylaştırmak gayesine yöneltilmiş bütün teşekküllerini dürüstçe araştırıp destekleyeceklerdir. Yukarıda belirtilen Türk ve Hollanda teşekkülleri arasında işbirliği yapılması da kolaylaştırılacaktır.
Madde 20
1. Hollanda makamlarının müsaadesiyle iş sözleşmesi uzatılmayan veya yeni bir işe girmeyen işçi, iş sözleşmesi sonunda Türkiye’ye dönmek zorundadır.
2. İş sözleşmesinin sona ermesi veya bozulması hallerinde memlekete dönüş masrafları Hollanda’lı işverenlerce karşılanır. Bununla birlikte, sözleşme işçinin ağır bir kusuru sonucunda bozulmuşsa veya bozma için işçinin ileri sürdüğü sebepler geçerli değilse; dönüş masrafları işçi tarafından ödenir. Bu konuda karar verme yetkisi işyerinin bulunduğu bölgenin Çalışma Bürosuna aittir.
3. İlk iş sözleşmesi yenilenen işçi iznini Türkiye’de geçirmek isterse, gidiş-dönüş yol masrafları işveren tarafından karşılanır. Müteakip yenilemelerde işçilere böyle bir kolaylık gösterilmesi zorunluluğu yoktur.
SON HÜKÜMLER
Madde 21
Hollanda makamları, bu anlaşma çerçevesi içinde aldığı işçileri kamu düzeni ve güvenliği sebepleri ile Türkiye’ye iade edebilirler.
Madde 22
1. Akit taraflardan birinin isteği üzerine, en çok üçer temsilciden müteşekkil bir Karma Komisyon kurulabilir. Taraflar gereği kadar uzman bulundurabilir.
2. Bu anlaşmanın uygulanması sırasında çıkacak güçlüklerin çözümlenmesinde Kurumla Direction arasında bir mutabakata varılamadığı takdirde, Karma Komisyon bu güçlüklere çözüm yolu bulmaya çalışır. Bundan başka Karma Komisyon, Türk işçilerinin toplanması Hollanda’ya yollanması ve orada işe yerleştirilmesi ile ilgili genel nitelikteki meselelerle de meşgul olabilir. Gerekirse ele aldığı meselelerle ilgili olarak akit taraflara teklifler yapar.
3. Karma Komisyon iç teşkilatını ve çalışma tarzını kendisi tespit eder. Toplantılar sıra ile Türkiye’de ve Hollanda’da yapılır.
Madde 23
Bu anlaşma hükümleri, Hollanda bakımından Krallığın sadece Avrupa’daki toprakları için uygulanır.
Madde 24
İşbu anlaşmanın bir Türkçe tercümesi Türkiye Hükümeti tarafından Hollanda Hükümeti’ne, bir Flamanca tercümesi ise Hollanda Hükümeti tarafından Türk Hükümeti’ne sunulacaktır.
Madde 25
1. Bu anlaşma imzası tarihinde yürürlüğe girer.
2. İşbu anlaşma 31 Aralık 1964 tarihine kadar geçerlidir ve bitiminden en az üç ay önce akitlerden biri tarafından diplomatik yolla feshedilmediği taktirde bir yıl daha uzatılmış sayılır. Yukarıdaki hususları doğrulamak için akit tarafların yetkili temsilcileri işbu anlaşmayı imzalamışlardır.
19 Ağustos 1964 günü Lahey’de Fransızca olarak iki nüsha yapılmıştır.
Lahey, 19 Ağustos 1964.
Sayın Büyükelçi,
Hollanda Krallığı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bugün imzalanan Türk işçilerinin Hollanda’ya göçü, işe alınması ve istihdamına ilişkin Anlaşmaya ilişkin olarak, aşağıdaki hususları Ekselanslarının dikkatine sunmaktan onur duyarım:
A.Hollandalı işverenler, Türk işçilerinin Hollanda ile Türkiye arasındaki tüm ulaşım masraflarını üstlendiğinden, Hollanda elbette hangi ulaşım aracının (kara, deniz veya hava) kullanılacağını belirleyebilir ve bu ulaşımı hangi nakliye şirketlerinin sağlayacağı konusunda özgür seçim hakkına sahiptir. .
B.Yukarıdakiler özellikle hava taşımacılığı kullanıldığında geçerlidir; bu durumda söz konusu ülkelerin hükümetleri 12. Maddede öngörülen özgürlüğü garanti eder. Bu alanda sıkıntı çıkması halinde her iki hükümet de gerekli adımları atacak ve gecikmeden istenilen duruma kavuşturacaktır.
C.İkinci durumda, her iki Hükümet de her iki ülke tarafından onaylanan 30 Nisan 1956 tarihli Avrupa’da Tarifeli Olmayan Hava Hizmetlerine İlişkin Ticari Haklara İlişkin Çok Taraflı Anlaşmanın 2( c) Maddesine uygun olarak hareket edecektir.
Yukarıdaki hususlara katıldığınızı belirtirseniz çok memnun olurum.
Sayın Büyükelçi, en derin saygılarımın teminatını lütfen kabul edin.
(imza) L. DE BLOCK
Ekselânsları
Sayın Fuat Kepenek
Olağanüstü ve Yetkili
Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi
Lahey’de.
NEDERLANDSE VERTALİNG VAN MİJN ANALYSE
IN HET 60E JAAR VAN DE MIGRATIE NAAR NEDERLAND: WAT WE HEBBEN GEWONNEN, BIJGEDRAGEN EN WAT WE KUNNEN VERLIEZEN…!
Wat we hebben gewonnen: Ze kwamen om een tractor te kopen. Ze kochten duizend tractors en overspoelden hun land met geld. Ze volgden onderwijs, werden werkgevers, politici, sporters, uitgevers, kunstenaars en bestuurders.
Wat we hebben bijgedragen: Ze speelden een belangrijke rol in de wederopbouw en ontwikkeling van het land dat probeerde de verwoestende gevolgen van de Tweede Wereldoorlog te overwinnen en droegen door het nieuw leven inblazen van de industrie aanzienlijk bij aan de huidige welvaart.
Wat we kunnen verliezen: In de afgelopen jaren zijn de Europese Turken en volgende generaties, die begonnen te worden geminacht door degenen in Turkije, in een identiteitscrisis beland. Ze staan voor het gevaar hun gevoel van verbondenheid te verliezen, doordat ze vastzitten tussen twee culturen.
Hieronder vindt u de vieringen van het 60e jubileum die het hele jaar door plaatsvonden en nog zullen plaatsvinden, evenals de inhoud van die overeenkomst.
ANALYSE VAN İLHAN KARAÇAY:
Migratie… Hoewel het lijkt op een simpel woord van drie letters, is het in feite een term die een hele wereld in zich herbergt. Het is een fenomeen dat diep verweven is met de Turkse geschiedenis en dat diepe sporen heeft nagelaten. Migratie is niet alleen een geografische beweging, maar ook een proces dat culturele, sociale en zelfs religieuze transformaties in gang zet. In de geschiedenis van de Turkse natie is migratie altijd een zoektocht geweest, een poging om een nieuw thuis te vinden en soms een symbool van ontsnapping. Door de geschiedenis heen is dit begrip gevormd door de heimwee naar het moederland.
En vandaag staan we in het 60e jaar van de arbeidsmigratie naar Nederland.
In de jaren vijftig emigreerden ongeveer 400.000 Nederlanders naar landen als Canada, Australië en Nieuw-Zeeland, wat een groot gat achterliet op de arbeidsmarkt van het land. Om deze leemte op te vullen, begon Nederland arbeiders te werven uit landen zoals Spanje, Italië, Joegoslavië en Griekenland. Turkije werd in dit proces een van de landen die arbeidskrachten exporteerden naar Nederland. Het arbeidsverdrag tussen Turkije en Nederland, ondertekend op 19 augustus 1964, opende een nieuw hoofdstuk in het leven van duizenden Turken.
Toen de Turkse arbeiders voor het eerst arriveerden, stonden ze voor grote uitdagingen. Ongeveer 5.000 Turken die vóór de overeenkomst naar Nederland kwamen, moesten met eigen middelen vechten om werk, voedsel en onderdak te vinden. De arbeiders die na de overeenkomst kwamen, konden echter meer georganiseerd werk en huisvesting vinden.
Toch kwamen de echte uitdagingen niet door de migratie zelf, maar door wat daarna gebeurde. Veel Turkse arbeiders, die van plan waren om na een paar jaar terug te keren, besloten uiteindelijk hun families over te laten komen. Dit besluit bracht ernstige problemen met zich mee, zoals huisvesting en onderwijs.
De moeilijkheden in de vroege jaren van de migratie waren niet te onderschatten. De gezondheidszorg was ontoereikend, de arbeidsomstandigheden waren zeer zwaar en er waren incidenten waarbij zelfs zieke arbeiders gedwongen werden om te werken onder strikte controle. In de jaren ’70 leidde de dood van een Turkse arbeider die ondanks zijn ziekte naar zijn werk werd gestuurd bij een scheepswerf in Amsterdam tot massale protesten. Dergelijke pijnlijke gebeurtenissen onthulden de dramatische en uitdagende kant van de migratie.
Desondanks slaagden de Turken erin om hun eigen weg te vinden. Met de tijd ontvluchtten sommigen de arbeidersklasse en werden ze kleine ondernemers. Wat begon als een reis met de gedachte “Op een dag zullen we terugkeren” voor de eerste generatie Turken, veranderde in een onderwijs- en loopbaanreis voor de tweede en derde generatie. Tegenwoordig hebben de Turken in Nederland niet alleen een plaats verworven als arbeidskrachten, maar ook als opgeleide en succesvolle individuen in de samenleving. Jonge mensen die in verschillende vakgebieden aan universiteiten studeren, hebben succes geboekt in de politiek, het bedrijfsleven en de kunst. De aanwezigheid van parlementariërs van Turkse afkomst in het Nederlandse parlement is een van de meest concrete bewijzen van deze successen.
De problemen van de eerste jaren van migratie hebben nu plaatsgemaakt voor andere discussies. De Turkse gemeenschap in Nederland is een integraal onderdeel van de samenleving geworden door haar opgeleide individuen, bedrijven en culturele bijdragen. Echter, dit succes heeft soms geleid tot negatieve reacties zoals jaloezie en discriminatie. De integratiediscussies die begin jaren 2000 plaatsvonden, waren de meest concrete voorbeelden van deze reacties. Maar met de tijd begonnen deze problemen ook te worden overwonnen.
Vandaag de dag beschouwt een groot deel van de Turkse gemeenschap in Nederland, hoewel ze hun wortels blijven behouden, Nederland ook als hun tweede thuis. Terwijl een aanzienlijk deel van de eerste generatie terugkeerde naar Turkije, blijven de nieuwe generaties in Nederland wonen. Islamitische begraafplaatsen zijn begonnen te openen en er zijn nu ook Turkse burgers die in Nederland worden begraven. Migratie is nu het einde van een tijdperk en het begin van permanente vestigingen geworden.
Op de 60e verjaardag van de Turkse arbeidsmigratie naar Nederland is het belangrijk om de pijn en moeilijkheden van het verleden te herinneren. Maar nog belangrijker zijn de positieve sporen die deze moeilijkheden hebben achtergelaten op de Turkse gemeenschap. Vandaag de dag dragen Turken niet alleen bij aan zichzelf, maar ook aan de economie en cultuur van beide landen. De evenementen die in het kader van de 60e verjaardag worden gehouden en zullen worden gehouden, zullen een gelegenheid bieden om dit verleden en de toekomst beter te begrijpen.
Tot slot, na 60 jaar, kan ik zeggen: de Turkse gemeenschap heeft in Nederland grote successen behaald. Maar ze hebben niet alleen gewonnen, ze hebben ook veel bijgedragen aan Nederland. Tegenwoordig hebben de opinieleiders binnen de Turkse gemeenschap in Nederland grote verantwoordelijkheden. Terwijl ze oplossingen zoeken voor de algemene problemen van de gemeenschap, moeten ze scheidende factoren zoals regionalisme en partijpolitiek opzij zetten. Onze jongeren zeggen nu: “We zullen niet terugkeren naar ons dorp, we zullen onze toekomst hier opbouwen”, terwijl ze vasthouden aan hun wortels maar hoopvol naar de toekomst kijken.
En dit is nu niet alleen een hoop, maar een werkelijkheid geworden.
MIJN BESCHOUWINGEN…
Als we eerlijk zijn, was de Turkse arbeidsmigratie een avontuur vol uitdagingen, waarin niet alleen individuen, maar ook samenlevingen op de proef werden gesteld. Toen de eerste golf van migratie begon, werden de arbeiders die uit Turkije kwamen in Nederland gezien als tijdelijke werknemers. Deze perceptie vertraagde niet alleen de integratie van de migranten in de samenleving, maar maakte het ook moeilijk voor hen om te accepteren dat ze in dit nieuwe land permanent waren. Maar met de tijd maakte deze perceptie van tijdelijk plaats voor permanent. Hoewel we nu een minderheid zijn, hebben we in Nederland een gevestigde orde.
In dit proces zijn de beleidslijnen van zowel de Turkse als de Nederlandse regeringen soms bekritiseerd. In de jaren waarin we naar de krakende uitzendingen van Radio TRT luisterden, verhinderden de binnenlandse politieke en economische moeilijkheden van Turkije dat het voldoende steun kon bieden aan zijn burgers in Europa. Sommige Turkse ministers en parlementsleden die destijds naar Nederland kwamen, toonden oppervlakkige belangstelling voor de problemen van de migranten. Ze spraken in vage termen en deden alsof ze de zorgen van de burgers noteerden, maar deze notities werden geschreven op de achterkant van sigarettenpakjes en leidden niet tot echte oplossingen. In de loop van de jaren begon deze situatie te veranderen en de Turkse regeringen ontwikkelden beleid dat hun burgers in het buitenland serieuzer nam. Deze verandering werd vooral zichtbaar door de toenemende diaspora-politiek in de laatste jaren.
Aan de Nederlandse kant onderging het migrantenbeleid in de loop van de tijd ook veranderingen. De harde politiek van Minister van Integratie Rita Verdonk, die ik beschouw als “harteloze Sabuha”, veroorzaakte grote teleurstelling binnen de migranten gemeenschap. Het beleid dat in de Verdonk-periode werd toegepast, was meer gericht op assimilatie dan op integratie. Daarom voelde de Turkse gemeenschap in Nederland zich buitengesloten en eenzaam. Maar zelfs de ministers die Verdonk opvolgden, konden de verwachtingen niet volledig waarmaken. Hoewel de benoeming van Ella Vogelaar hoop gaf, leidde haar voortzetting van dezelfde politiek tot teleurstelling bij de migranten. Echter, als resultaat van het democratische systeem in Nederland was het mogelijk om openlijk kritiek te leveren op deze ministers. Tijdens een bijeenkomst had ik het lef om tegen Ella Vogelaar te zeggen: “Uw komst in plaats van Verdonk had ons hoop gegeven, maar u heeft uw beloftes niet waargemaakt.”
Nu is de situatie anders. De nieuwe generaties die zijn opgegroeid en zich hebben ontwikkeld in Nederland, hebben niet alleen de uitdagingen van hun ouders overwonnen, maar hebben ook hun eigen stem gevonden in de samenleving. Hun successen zijn een bewijs van hun veerkracht en vastberadenheid. De aanwezigheid van Turkse ondernemers, academici, artiesten en politici in Nederland is een teken dat de Turkse gemeenschap hier niet alleen wortels heeft geschoten, maar ook heeft bijgedragen aan de samenleving.
In dit proces is het belangrijk dat we ons blijven ontwikkelen, dat we onze gemeenschap blijven ondersteunen en dat we solidair blijven. Het is tijd om vooruit te kijken, onze kinderen te ondersteunen en ervoor te zorgen dat de volgende 60 jaar nog succesvoller en vreugdevoller zullen zijn.
Karaçay: Bu tür olayların Hollanda gibi ülkelerde yaşanması düşünülemez bile. Zira buralarda parlamentolar, bireysel hırslardan ve kaba kuvvetten arınmış, tamamen fikirler üzerinden ilerleyen bir yapıya sahiptir.
Karaçay: Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı, parlamento içindeki disiplin kurallarını daha sıkı bir şekilde uygulayarak bu tür davranışların önüne geçebilir.
Karaçay: Siyasi parti liderleri, parti disiplinini sağlama noktasında kilit rol oynarlar. Parti içi disiplin mekanizmalarının işlemesi ve vekillerin parlamentodaki davranışlarının parti tarafından denetlenmesi büyük önem taşır.
Karaçay: Medya, bu tür olayları sorumlu bir şekilde ele almalı ve kışkırtıcı bir dil kullanmaktan kaçınmalıdır. Bunun yerine, sağlıklı tartışma kültürünün teşvik edilmesi adına kamuoyunu bilinçlendirme ve şiddeti meşru göstermeyen yayınlar yapma sorumluluğu taşımalıdır.
Karaçay: Sivil toplum kuruluşları (STK) ve akademisyenler, parlamentodaki tartışma kültürü üzerine araştırmalar yaparak topluma ışık tutabilirler.
Karaçay: Seçmenler de bu sürecin önemli bir parçasıdır. Seçmenler, temsilcilerinden sadece politik başarı değil, aynı zamanda saygılı ve medeni bir üslup beklemelidir. Şiddeti tolere etmeyen ve etik değerlere önem veren temsilcilerin desteklenmesi, parlamentodaki genel davranış kalitesini yükseltecektir.
Eski saldırıları da hortlatan Alpay Özalan’ın geçmişi ve geleceği…
Hepsi aşağıdaki derlemede:
İlhan KARAÇAY derledi:
Geçtiğimiz günlerde Türkiye parlamentosunda meydana gelen ilkel ve çirkin bir saldırı tüm dünyada olduğu gibi Hollanda’da da gündemde yer aldı.
Hem de ne yer alış!
Görüntülü olarak yayınlanan haberlerde, Türkiye, adeta hiç gelişmemiş bir ülke olarak vurgulandı.
Yaşananları destansı bir hale getiren eski bir futbolcunun tüm seceresi de ortaya kondu.
Bu yaşananlardan sonra pek çok dost ve okurum, şahsımın 57 yıllık Hollanda yaşamımdan örnekler vermemi isteyen mesajlar gönderdiler ve çareleri sordular. “Türkiye’de yaşananların, Hollanda ve diğer ülkelerde yaşanması mümkün mü?” diyen dost ve okurlarıma şu cevabı verebilirim:
Eski futbolcu Alpay Özalan’ın parlamentoda bir konuşmacıya yönelik yaptığı yumruklu saldırı, Hollanda gündeminde büyük yankı uyandırdı. Saldırı görüntüleri sadece Türkiye’de değil, dünya medyasında da yer aldı.
Parlamentoların, halkı temsil eden demokratik kurumlar olduğu göz önüne alındığında, bu tür davranışlar, demokratik teamüllere ve tartışma kültürüne ciddi zararlar vermektedir. Özellikle medeni toplumlarda ve gelişmiş demokrasilerde bu tür davranışlar kabul edilemez.
Hollanda parlamentosu
Örneğin, Hollanda gibi demokrasi kültürünün derin kökler saldığı ülkelerde, parlamentoda tartışmaların belli kurallar çerçevesinde yapılması büyük önem taşır. Hollanda parlamentosunda bir konuşmacıya müdahale edilmesi kesinlikle mümkün değildir. Tartışmalar, belirlenen kurallar ve saygı çerçevesinde yürütülür. Konuşma izni verildikten sonra, vekiller birbirlerine değil, “Sayın Başkan” hitabıyla başkana yönelerek konuşurlar ve bu şekilde karşılıklı diyalogların gerilimli bir hâl alması engellenir. Başkan, konuşmanın kişiselleşmeye başladığını hissettiği anda sözü keser ve tartışmayı yeniden sakin bir zemine çekmek için müdahalede bulunur. Ayrıca, izinsiz konuşmayı sürdüren bir parlamenter derhal salondan çıkarılır. Bu kurallar, demokratik tartışma kültürünün sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlar.
Türkiye’deki bu olay ise, demokrasi ve parlamenter sistemin ne denli yıprandığını gözler önüne sermektedir. Tartışmaların şiddetle sonuçlanması, medeni toplum anlayışına tamamen terstir. Siyaset, farklı görüşlerin karşılıklı saygı içinde tartışılması ve uzlaşılması gereken bir alandır. Şiddet, bu alanın en uzak kalması gereken kavramlardan biridir. Kızgınlık veya hiddetle hareket etmek yerine, farklı görüşlere saygı göstererek ve güler yüzle yanıt vermek, parlamentolarda olması gereken tavırdır.
Bu tür olayların Hollanda gibi ülkelerde yaşanması düşünülemez bile. Zira buralarda parlamentolar, bireysel hırslardan ve kaba kuvvetten arınmış, tamamen fikirler üzerinden ilerleyen bir yapıya sahiptir. Türkiye’de de bu tür ilkel davranışların son bulması, demokrasinin yeniden inşası adına önemli bir adım olacaktır. Parlamentolar, kavga ve şiddet yeri değil, fikirlerin özgürce ve medeni bir şekilde tartışıldığı mekanlar olmalıdır.
Hollanda parlamentosunda üç parti lideri tartışıyor ama ilkel bir kavga çıkmıyor.
Bu gibi olayların yeniden meyada gelmemesi için aşağıdaki aktörlere çağrım şu olacaktır:
Bu aktörler, Türkiye’deki siyasi kültürün gelişimi ve parlamenter sistemin daha sağlıklı işlemesi açısından kritik roller oynamaktadır.
Aşağıda, bu çağrıyı yöneltebileceğim başlıca kesimler ve onların ne yapabilecekleri yer alıyor:
TBMM Başkanı ve İdari Yetkililer
Ne Yapabilirler?Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı, parlamento içindeki disiplin kurallarını daha sıkı bir şekilde uygulayarak bu tür davranışların önüne geçebilir. Saldırgan davranışlar sergileyen milletvekillerine yönelik cezai yaptırımlar artırılabilir ve bu tür olayların caydırıcı hale getirilmesi sağlanabilir. Meclis iç tüzüğünün yeniden gözden geçirilmesi ve şiddet içeren davranışların açıkça cezalandırılmasına yönelik adımlar atılabilir.
Siyasi Partiler ve Liderleri
Ne Yapabilirler? Siyasi parti liderleri, parti disiplinini sağlama noktasında kilit rol oynarlar. Parti içi disiplin mekanizmalarının işlemesi ve vekillerin parlamentodaki davranışlarının parti tarafından denetlenmesi büyük önem taşır. Parti liderleri, milletvekillerine karşı hoşgörüsüz davranışlar yerine saygılı bir tartışma dili benimsemeleri konusunda açıkça uyarılar yapmalı ve bu davranışları teşvik etmelidir.
Milletvekilleri ve Siyasetçiler
Ne Yapabilirler? Her bir milletvekili, kendi davranışlarının parlamentodaki genel havayı nasıl etkilediğinin farkında olmalıdır. Kendi sorumluluklarını ve halkın temsilcisi olma bilincini taşıyarak hareket etmeleri gerekir. Siyasi temsilcilerin birbirlerine karşı daha hoşgörülü ve saygılı bir üslup benimsemeleri, topluma da örnek teşkil edecektir. Bu yüzden milletvekillerine, davranışlarının sadece kendilerini değil, ülkenin siyasal atmosferini de etkilediği hatırlatılmalıdır.
Medya
Ne Yapabilir? Medya, bu tür olayları sorumlu bir şekilde ele almalı ve kışkırtıcı bir dil kullanmaktan kaçınmalıdır. Bunun yerine, sağlıklı tartışma kültürünün teşvik edilmesi adına kamuoyunu bilinçlendirme ve şiddeti meşru göstermeyen yayınlar yapma sorumluluğu taşımalıdır. Medyanın bu konudaki eleştirel yaklaşımı, şiddet içerikli davranışların daha geniş kitleler tarafından kabul görmemesini sağlayabilir.
Sivil Toplum Kuruluşları ve Akademisyenler
Ne Yapabilirler? Sivil toplum kuruluşları (STK) ve akademisyenler, parlamentodaki tartışma kültürü üzerine araştırmalar yaparak topluma ışık tutabilirler. Kamuoyu baskısı yaratmak adına kampanyalar düzenleyebilir ve demokratik tartışma kültürünü güçlendirmek için farkındalık çalışmaları yürütebilirler. Eğitim programları, seminerler ve paneller aracılığıyla siyasetçilerin ve halkın bilinçlendirilmesi sağlanabilir.
Seçmenler ve Halk
Ne Yapabilirler? Son olarak, seçmenler de bu sürecin önemli bir parçasıdır. Seçmenler, temsilcilerinden sadece politik başarı değil, aynı zamanda saygılı ve medeni bir üslup beklemelidir. Şiddeti tolere etmeyen ve etik değerlere önem veren temsilcilerin desteklenmesi, parlamentodaki genel davranış kalitesini yükseltecektir. Halkın, temsilcilerini bu tür olaylardan dolayı eleştirerek demokratik baskı unsuru olması önemlidir.
Bu çağrı, parlamentonun üst kademelerinden başlayarak topluma kadar geniş bir çerçevede yapılmalıdır. Bu tür olayların tekrarlanmaması için TBMM yönetimi, siyasi parti liderleri, milletvekilleri, medya, sivil toplum ve halk hep birlikte bir çaba göstermelidir. Şiddetten arınmış, saygılı ve medeni bir siyaset ortamının inşası, ancak bu aktörlerin kolektif çabalarıyla mümkündür.
DÜNYADAN ÖRNEKLER
Bu konudaki eleştiriyi güçlendirmek adına, Hollanda’dan başka, dünya parlamentolarından örnekler vermek istiyorum. Gelişmiş demokrasilerde parlamentolardaki tartışma kültürü, Türkiye’deki bazı olaylarla karşılaştırıldığında net bir fark yaratıyor.
İşte size bazı örnekler:
İNGİLTERE PARLAMENTOSU (AVAM KAMARASI)
Örnek: İngiltere Parlamentosu, tartışma kültürü açısından dünya genelinde önemli bir örnek teşkil eder. Avam Kamarası’nda milletvekilleri arasında zaman zaman sert tartışmalar yaşansa da, fiziksel müdahaleye veya kaba davranışlara asla müsamaha gösterilmez. İngiliz parlamenterler, konuşmalarında birbirlerine direkt olarak hitap etmez, “Sayın Başbakan” veya “Sayın Milletvekili” gibi resmi hitaplarla başkana yönelirler. Başkan, bu kurallara uymayan vekillere anında müdahale eder ve gerektiğinde onları oturumdan çıkarma yetkisine sahiptir.
Karşılaştırma: Türkiye’deki gibi fiziksel saldırıların Avam Kamarası’nda yaşanması düşünülemez. İngiltere gibi köklü bir demokrasiye sahip ülkelerde, bu tür davranışlar parlamentonun saygınlığını zedeleyeceği için derhal cezalandırılır.
ALMANYA FEDERAL MECLİSİ (BUNDESTAG)
Örnek: Almanya’da parlamento oturumları büyük bir disiplin içinde gerçekleştirilir. Konuşmacılar arasında karşılıklı saygı ön plandadır. Almanya Federal Meclisi’nde başkanın otoritesi oldukça güçlüdür ve tartışmaların kontrolden çıkmasına izin verilmez. Herhangi bir milletvekili kişisel hakarete başvurduğunda, başkan sözü keser ve parlamenterleri uyarır.
Karşılaştırma: Almanya’da şiddet ve hakaret içeren davranışlar kesinlikle hoş görülmez. Böyle bir olay yaşanması durumunda, parlamenterlerin kariyerleri ve itibarı ciddi şekilde zarar görür. Bu tür örnekler, Türkiye’deki parlamento üyelerinin de davranışlarının sadece kendilerine değil, temsil ettikleri halka ve ülkeye de yansıdığını fark etmelerini sağlayabilir.
KANADA PARLAMENTOSU
Örnek: Kanada parlamentosu, saygı ve hoşgörü üzerine kurulu bir tartışma kültürüne sahiptir. Parlamenterler birbirlerine karşı nazik ve saygılı olmak zorundadırlar. Kaba veya kişisel saldırı içeren konuşmalar, meclis başkanı tarafından hızla durdurulur. Parlamentoda, vekillerin birbirleriyle alay etmesi, hakaret etmesi ya da şiddet içeren davranışlar göstermesi ciddi yaptırımlara tabi tutulur.
Karşılaştırma: Türkiye’deki olayların aksine, Kanada’da bu tür saldırgan davranışlar toplum ve medya tarafından kabul görmez. Demokratik bir tartışma ortamı yaratmak için vekiller, kendilerini kontrol etmek ve sorunlarını medeni yollarla çözmek zorundadırlar.
JAPONYA DİYETİ (PARLAMENTO)
Örnek: Japonya Diyeti’nde (Parlamento) saygı ve disiplin, toplumsal kültürün bir yansıması olarak öne çıkar. Japon milletvekilleri, birbirleriyle tartışırken kişisel hakaretlerden ve saldırgan söylemlerden kaçınırlar. Parlamentoda sert tartışmalar yaşansa bile, bu tartışmalar şiddete dönmez. Toplumun genelinde olduğu gibi parlamentoda da kibar davranışlar ve birbirine saygı esastır.
Karşılaştırma: Japonya’daki disiplinli ve saygılı tartışma kültürü, Türkiye’deki gibi fiziksel saldırıların yaşanmasını engeller. Bu tür olaylar, Japon toplumunda ve medyasında büyük tepkiyle karşılanır ve parlamentonun itibarını sarsar.
İSVEÇ PARLAMENTOSU (RIKSDAG)
Örnek: İsveç parlamentosu, dünyada en düzenli ve saygılı tartışma kültürlerinden birine sahip olarak bilinir. Parlamenterler, birbirleriyle tartışırken saygı sınırlarını aşmamaya özen gösterirler. Konuşmaların kişiselleşmesi veya hakaret içermesi durumunda, meclis başkanı anında müdahale eder. İsveç’te tartışmaların medeni çerçevede kalması, toplumun genel demokratik yapısını yansıtır.
Karşılaştırma: İsveç gibi ülkelerde parlamentoda fiziksel saldırılar veya hakaretler ciddi sonuçlar doğurur. Bu tür olaylar, halkın parlamentoya olan güvenini sarsar ve siyasilerin itibarını zedeler.
Dünya parlamentolarından alınacak ders, tartışmaların medeni bir çerçevede kalmasının demokrasinin işlerliği açısından ne kadar önemli olduğudur. İngiltere, Almanya, Kanada, Japonya ve İsveç gibi ülkeler, tartışma kültürünü sağlıklı bir zemine oturtarak hem parlamentonun saygınlığını korumakta hem de demokratik değerleri pekiştirmektedir. Türkiye’de de parlamenterlerin bu tür örnekleri dikkate alarak, şiddet yerine fikirleriyle öne çıkmaları, toplumun genel refahı ve demokrasinin güçlenmesi adına önemlidir.
ALPAY ÖZALAN’IN GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ…
60 yılı aşkın gazetecilik yaşamımda pek çok futbol organizasyonu izledim. Bu organizasyonlar içinde futbolcu Alpay Özalan’ı da defalarca görmüş ve takip etmişimdir.
Aşağıda bu konularda haberler ve bilgiler bulacaksınız.
Ama her şeyden önce ben, aklıma gelen bir olayı anlatayım:
Arşiv ve Google’yi karıştıracak vaktim olmadığı için hatırlayabildiklerimi yazıyorum.
Sanıyorum İngiltere milli takımı maçıydı. İngiliz forvet topu tek başına kalemize doğru süratle taşırken, Alpay Özalan’ın önünden hızla geçti. Bu futbolcumuz ayağını uzatsa, rakip düşecek ve kendisi de kırmızı kart görecekti. Ama Alpay nedense bunu yapmadı ve hatta rakibi geçerken iki elini havaya kaldırıp, göğsünü de içeri çekerek “Bakın ben bir şey yapmıyorum ha!” demek istiyordu. O zamanlar Alpay’ın centilmenliğinden söz edilmişti.
Ama, Alpayın geçmişte yediği nanelere baktığımız zaman, bu futbolcunun ne kadar agressif biri olduğunu görürüz. Kırmızı kart görmemek için centilmence davrandığı sanılan Alpay, meğerse çok da korkak biriymiş gibi değerlendiriliyor şimdi…
Futbolcu arkadaşı Feyyaz’ın, “Ona evimi kiraladım ama parasını bir türlü alamadım” dediği Alpay için, bakınız CEGA MEDYA’dan Ayşegül Yaşar neler yazmış:
ALPAY ÖZALAN’IN FUTBOL KARİYERİNDE SALDIRGANLIK VE CEZALAR…
AK Parti İzmir Milletvekili Alpay Özalan’ın, Ahmet Şık ile yaşadığı kavga, futbol kariyerindeki agresif tavırlarını tekrar gündeme getirdi. Futbol hayatı boyunca sıkça kırmızı kart gören ve federasyonlardan ceza alan Özalan, bu defa siyasetteki tavırlarıyla eleştirilerin odağı oldu.
AK Parti İzmir Milletvekili Alpay Özalan’ın Ahmet Şık ile yaşadığı tartışma, futbol kariyerindeki agresif ve saldırgan tavırlarını yeniden gündeme taşıdı. Aston Villa, Urawa Red Diamonds ve 1. FC Köln gibi önemli kulüplerde forma giyen Özalan, sıkça kırmızı kart görmesi ve federasyonlardan aldığı cezalarla tanındı. Beckham ile yaşadığı olaydan Japonya’daki kırmızı kartlara, Almanya’da aldığı dört maçlık cezadan taraftarlarla yaşadığı gerginliklere kadar, Özalan’ın futbol kariyeri boyunca yaşadığı krizler ve disiplin sorunları, şimdi de siyaset arenasında tartışmaların merkezine oturdu.
FUTBOL KARİYERİNDEKİ İLK YILLAR
2000 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda oynadığı iyi futbol ile 2000-01 sezonu başında Aston Villa’ya transfer oldu ve 4 sezon boyunca adada başarılı performans sergiledi. İlk haftasında Leicester City FC ile oynanan maçta sahaya ilk 11’de çıktı ve takımının kalesini gole kapattı. İlk sezonunda 33 maça çıktı. 2001-02 sezonuna da Intertoto Kupası kazananı olarak UEFA Kupası’na çıkarak başarı ile başladı. Ligde ise 14 maç üst üste sahaya ilk 11’de çıkarak takımının en önemli oyuncularından olduğunu gösterdi. Ancak bileğinden geçirdiği bir sakatlık nedeniyle sezonu Aralık ayında kapatmak zorunda kaldı ve 2002 FIFA Dünya Kupası’nı kaçırma tehlikesi yaşadı.
TARAFTARLARLA GERGİNLİK VE BECKHAM OLAYI
2002-03 sezonunda yönetim ve taraftarlar ile sorun yaşayan futbolcu sadece 5 maçta forma şansı bulabildi. 2003-04 sezonunda ise kulüp ile bağları daha da gerildi. 20 Eylül 2003’te Charlton Athletic ile oynanan maçta tribünden tepki gören Alpay, Villa için ilk ve tek golünü attığında seyirciye sus işareti yaparak tepki çekti. Ekim ayında 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde oynanan Türkiye-İngiltere maçında, David Beckham ile yaşadığı gerginlik sonucu kulübünden ayrılmak zorunda kaldı.
UZAKDOĞU’DA KRİZ VE KIRMIZI KARTLAR
Güney Kore ve Japonya’da düzenlenen 2002 FIFA Dünya Kupası’nda gösterdiği performans ile bu ülkelerdeki futbol kulüplerinden astronomik teklifler alan Alpay, Ocak 2004’te Güney Kore’nin Incheon United takımına transfer oldu. Aynı sezon içerisinde Japonya’nın Urawa Red Diamonds takımına geçti. Asya’da yılın defans oyuncusu seçildi. Alpay Özalan daha sonra oynadığı yedi maçta üç kırmızı kart gördü. Japon kulübü Alpay’ın disiplin sorunları nedeniyle yapılan sözleşmeyi iptal etti. Urawa Red Diamonds takımından ayrıldıktan sonra, 2005-2007 yılları arasında Almanya’nın 1. FC Köln takımında oynadı.
ALMANYA’DA CEZALAR VE FUTBOL KARİYERİNİN SONU
Ağustos 2005’te Alpay, Bundesliga ekibi 1. FC Köln’e transfer oldu ve ilk maçına 19 Eylül 2005’te Borussia Dortmund karşısında çıktı. Maçta takımının tek golünün asistini yaptı. 22 Ekim 2005’te Eintracht Frankfurt’a 6-3 yenildikleri maçta da ilk Bundesliga golünü kaydetti. 3 Aralık 2005’te Hamburg ile oynanan maçta rakibi Guy Demel’e dirsek atan Alpay kartla cezalandırılmasa da maç sonunda Almanya Futbol Federasyonu futbolcuya 4 maçlık bir ceza verdi. O sezon ligi 17. bitiren Köln ekibi küme düştü. Alpay bir sonraki sezon 2. Bundesliga’da 27 maçta görev yaptı. 2007-08 sezonunda teknik direktör Christoph Daum ile anlaşamayan futbolcu, sezonun ilk yarısında zaman zaman yedek kulübesinde otursa da forma şansı bulamadı ve kadro dışı bırakıldı. Sezon sonunda 1. FC Köln birinci lige tekrar yükseldi. Alpay ise futbol hayatını sonlandırdı.
İSTİFA EDEN DANIŞMANINDAN ALPAY ÖZALAN’A:
“Siyasetle ilgili zerre bilgisi yok. Onun kadar saygısız bir insan görmedim.”
Meclis’te TİP Milletvekili Ahmet Şık konuşurken saldırıda bulunan AK Partili Alpay Özalan’ın dört yıl boyunca danışmanlığını yapan ve geçen sene istifa eden Murat Sarıca, “Hayatımda Alpay Özalan kadar nankör, vefasız ve saygısız bir insan görmedim. Zerre siyaset bilgisi yok, hazırladığım her şeyi Erdoğan’a ve diğer siyasetçilere ‘kendim hazırlıyorum’ diye pazarladı” demişti.
TBMM Genel Kurulu’nda Can Atalay için yapılan oturumda, TİP Milletvekili Ahmet Şık kürsüde konuşurken saldırıda bulunan AK Parti İzmir Milletvekili Alpay Özalan’ın istifa eden danışmanı Murat Sarıca’nın açıklamaları yeniden gündem oldu.
Sarıca, yaptığı sosyal medya paylaşımında şunları söylemişti:
“Alpay Özalan kadar nankör, vefasız ve saygısız bir insan görmedim”
“Hayatımda Alpay Özalan kadar nankör, vefasız ve saygısız bir insan görmedim. Tam 4 senedir sosyal medya danışmanlığını ve metin yazarlığını yapıyorum. Sadece Twitter’da takipçi sayısını 28 binden 500 bin civarına taşıdım. İki kelimeyi bir araya getiremezken, gündeme oturdu. Sosyal medya paylaşımlarındaki her kelime bana ait, çektiği videolardaki her söz bana ait.”
“Depremzede olduğumu bilmesine rağmen haksızlık yaptı”
“Son 2 senedir çalışmayı bırakmayı düşündüğüm halde, Cumhurbaşkanlığı seçimi için sabrettim. Depremzede olmam sebebiyle öteki tüm işlerim bozuldu ve bunu bilmesine rağmen haksızlık yaptı. Seçimden sonra da köprüyü geçmiş olmanın verdiği rahatlıkla, araya mesafe koydu.”
“Depremde arama zahmetinde bile bulunmadı”
“Geçtiğimiz hafta arayıp onunla çalışmayacağımı söyledim. Ne emeklerim için bir teşekkür etti ne de helallik istedi. En son da ben haksızlık etmişim gibi utanmadan telefonumu açmadı. Seçimden önce günde 40 defa beni ararken dün yaşanan depremde arama zahmetinde bile bulunmadı.”
“Zerre siyaset bilgisi yok, hazırladıklarımı ‘kendim hazırlıyorum’ diye pazarladı”
“Siyaset konusunda zerre bilgisi olmayan Alpay Özalan, benim hazırladığım her şeyi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve diğer tüm siyasetçilere ‘kendim hazırlıyorum’ diye pazarladı. Kendinden ve menfaatinden başka hiçbir şey düşünmeyen böyle bir adama ne desen boş.”
Sarıca’nın sosyal medya danışmanı olduğu dönemde Özalan, sosyal medyada düzenli olarak polemik yaratan paylaşımlar yapmıştı.
MECLİSTEKİ AGRESSİFLİK KARNESİ ZAYIF OLDUĞU GİBİ, GİRİŞİMCİLİĞİ DE ZAYIF.
Meclis’te muhalif milletvekillerine yönelik saldırılarıyla gündeme gelen eski futbolcu AKP’li Alpay Özalan’ın Meclis’te hiçbir fonksiyonu yok. Ancak Özalan’ın geçmişi şiddet ve saldırılarla dolu
Meclis Genel Kurulu, muhalefet partilerinin tutuklu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay için yaptığı olağanüstü görüşme çağrısı üzerine dün toplandı. Görüşmede Meclis’i yöneten Bekir Bozdağ, TİP Milletvekili Ahmet Şık’a söz verdi. Meclis kürsüsünde konuşan Şık, AKP’lilere, “Sizden olmayan herkese ‘terörist’ dediğiniz için Can Atalay’a terörist demenize hiç şaşırmadık. Ama herkes bilsin, bu ülkenin en büyük terör örgütü, hanedanlık mafyasıyla devlete çöken, işte bu sıralarda oturanlardır, en büyük teröristler de buradakilerdir” dedi.
Bu sözler üzerine Meclis Başkanıvekili Bekir Bozdağ, kurula ara verdi. Aranın ardından tekrardan söz alan Şık, aynı ifadeleri tekrar kullandı. Bunun üzerine Meclis’e tekrardan ara verildi. Bu sırada AKP İzmir Milletvekili Alpay Özalan Şık’a saldırdı.
AKP’lilerin saldırısı esnasında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti)Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’e de saldırı gerçekleşti. Saldırıda sırasında Koçyiğit’in kaşı yarıldı, CHP’li Okan Konuralp de yaralandı.
DEM Parti ve TİP milletvekillerine saldıran AKP’li Meclis İdare Amiri ve İzmir Milletvekili Alpay Özalan’a ve saldırıya uğrayan Ahmet Şık’a kınama cezası verildi.
Futbol kariyeri boyunca ismi şiddetle anılan AKP’li Özalan, milletvekili seçildiği günden bu yana Meclis kürsüsünü de şiddet alanı olarak kullanıyor. Eski futbolcu olan Özalan’ın karıştığı şiddet olayları dün yaşanan olayla sınırlı değil. Milletvekili seçildikten sonra Özalan, kayıt için gittiği Meclis’te “Cumhurbaşkanımıza yapılacak en ufak hakarette karşılarına benim çıkacağımdan kimsenin şüphesi olmasın” açıklamasında bulunmuştu.
ŞİDDET KARNESİ
Özalan’ın şiddet karnesi şöyle;
* 24 Temmuz 2018’de Meclis’te konuşma yapan dönemin HDP İstanbul Milletvekili olan Ahmet Şık’ın konuşması AKP’liler tarafından kesildi. Yaşanan gerginlik sonrası oturuma 5 dakika ara verilirken Şık’a 2 birleşim ceza verildi. Söz konusu gerginlik sonrası Alpay Özalan ve Bülent Turan, Ahmet Şık’a saldırdı. Özalan, saldırıdan sonra sosyal medya hesabından “Uğruna ölmekse seni yaşatmak bin kere ölürüm de adına leke sürdürmem, gururdur namustur bayrak ve sancak, aksa da kanım zalimi güldürmem!” mesajını paylaştı.
* 12 Temmuz 2019’da, AKP ile CHP milletvekilleri arasında çıkan tartışma arbedeye dönüşürken Özalan’ın, tepki gösterdiği CHP’li vekile “Gel buradan bağır, gel! Arkaya kaçıyor, bağırıyor; gel, önden bağır” diye saldırdı.
* 26 Temmuz 2020’de, Özalan, CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç’un üzerine yürüdü.
* 17 Mart 2021’de, Özalan, milletvekilliği düşürülen HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’na, Meclis Genel Kurulu’nda saldırdı ve dışarı çıkarmaya çalıştı.
* 9 Aralık 2022’de, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yanıt vermek üzere kürsüye gelen CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, “Şehitleri alkışlatıyormuş gibi kendini ayakta alkışlatma çakallığına kapılmasın” diye konuştu. Özalan, burada da CHP’li Özel’in üzerine yürüdü.”
Meclis karnesi: 0
Geçmişi ve bugünü şiddetle dolu olan Alpay Özalan’ın Meclis’te çıkardığı kavgalar dışında hiçbir fonksiyonu bulunmuyor. Öte yandan kendisi hakkında hiç bir yaptırım da uygulanmaması dikkat çekiyor. Dünkü saldırgan tutumundan kaynaklı Özalan’a ilk kez kınama cezası verildi.
TBMM’nin resmi internet sitesine göre Alpay Özalan’ın ilk vekillik döneminde karnesi şu şekilde:
* İlk İmza Sahibi Olduğu Kanun Teklifleri sayısı: 0
* İmzasının Bulunduğu Yazılı Soru Önergeleri sayısı: 0
* İlk İmzasının Bulunduğu Meclis Genel Görüşme Önergeleri sayısı: 0
* İlk İmzasının Bulunduğu Meclis Soruşturması Önergeleri sayısı: 0
* İlk İmzasının Bulunduğu Meclis Araştırması Önergeleri sayısı: 0
* 2018’den bu yana ant içme töreni dahil Genel Kurul’da yaptığı konuşma sayısı: 12
İkinci dönem Tüm buna rağmen ikinci kez vekil seçilen Özalan ikinci dönemi de şu şekilde;
*İlk İmza Sahibi Olduğu Kanun Teklifleri sayısı: 0
* İmzasının Bulunduğu Yazılı Soru Önergeleri sayısı: 13
* İlk İmzasının Bulunduğu Meclis Genel Görüşme Önergeleri sayısı: 1
* İlk İmzasının Bulunduğu Meclis Soruşturması Önergeleri sayısı: 0
* İlk İmzasının Bulunduğu Meclis Araştırması Önergeleri sayısı: 0
* Ant içme töreni dahil Genel Kurul’da yaptığı konuşma sayısı: 1
Kulüp kariyeri Alpay’ın özellikleri erken yaşta fark edildi ve Beşiktaş’a transfer edildi . Oyuncu bu kulüpte çok iyi bir dönem geçirdi ve bu süre zarfında defansın ortasında düzenli bir başlangıç yaptı. İşbirliği iyi gitti ancak 1999’da kulüp ile Alpay arasında kopukluk yaşandı. Eski takım arkadaşları Sergen Yalçın ve Oktay Derelioğlu gibi Alpay da kargaşalı bir şekilde kulüpten ayrıldı. Siirtspor, defans oyuncusunu kadrosuna kattı ancak sarı-lacivertlilerde bir dakika bile oynamadı. Alpay o sezon ezeli rakibi F.Bahçe’ye kiralanmıştı ve sadık Beşiktaş taraftarları tarafından kızdırılmıştı.
EURO 2000’den sonra oyuncu , John Gregory’nin antrenörlüğünde üç savunma sistemi kullanan Aston Villa’ya gitti; Alpay, kaptan Gareth Southgate ve Gareth Barry . Alpay, Middlesbrough’a giden Ugo Ehiogu’ya unutturmak zorunda kaldı . Güçlü defans oyuncusu Villa’da başarılı görünüyordu. İlk sezonlar iyi geçti ama 2002 Dünya Kupası’ndan sonra her şey beklenenden farklı gitti. Oyuncuya büyük ilgi vardı ancak Villa onu satmak istemedi. Bundan sonra Alpay’ın kariyeri kötüye gitti. 2003 yılında sözleşmesi kulüp tarafından feshedildi ve oyuncu, kısmen İngiliz süper yıldızı David Beckham ile olan çekişme nedeniyle disiplinsiz davranışları nedeniyle kelimenin tam anlamıyla kovuldu .
Kısa bir süre Asya’da futbol oynadıktan sonra 2005 yılında 1.FC Köln’de Avrupa futbol sahalarına geri dönen oyuncu, disiplinsiz davranışlarına rağmen 2008 yılında sözleşmesi feshedilene kadar 3 yıl boyunca Alman kulübünde forma giymeye devam etti. Oyuncunun kendisi, sözleşmenin karşılıklı anlaşmayla feshedildiğini söyledi, savunma oyuncusunun teknik direktör Christoph Daum ile kötü bir ilişkisinin olduğu açıktı .
Uluslararası kariyer Alpay ayrıca uzun yıllar Türkiye milli futbol takımının savunmasında da forma giydi . 2002 Dünya Kupası’nın da önemli anlarını yaşadı, o takımın en önemli oyuncularından biriydi. Uzun bir aradan sonra 2005 yılında Fatih Terim tarafından yeniden seçildi. Ancak Türk, bu fırsatı iyi değerlendiremedi ve onun için uluslararası kariyeri bitmiş gibi görünüyor.
Agresif davranış pek çok taraftar tarafından agresif bir oyuncu olarak anılıyor. Defans oyuncusu ilk kez 2003 yılında Türkiye – İngiltere maçında David Beckham’la karşı karşıya geldi . Kısmen bu nedenle İngiltere genelinde İngiliz rekabetinin yüz karası olarak görüldü. Bütün bu kargaşadan kaçmak için Asya’ya doğru yola çıktı. Dikkat çeken ikinci örnek ise Türkiye- İsviçre maçıdır . Bu maçın ardından iki takım oyuncuları arasında kavga çıktı ve arbede yaşandı. Kavgayı çıkaran kişinin Alpay olduğu söylenirken, televizyon görüntüleri savunma oyuncusunun bazı oyunculara tekme attığını açıkça gösteriyor. Sonuç olarak Türkiye’ye çok sayıda maç, Alpay’a ise 6 uluslararası maç cezası verildi. Ancak bundan sonra da bu davranışına devam etti. Dirsek atmayı seven sert bir oyuncu olan oyuncu, 1.FC Köln’de de sık sık olumsuz haberler alıyordu.