(Yazının Hollandacası en altta)
(Nederlandse tekst is onderaan)
İlhan KARAÇAY yazdı:
Geçen ayın 14’ünde başlayan ve içinde bulunduğumuz ayın 14’ünde tamamlanacak olan 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı, merak ve heyecanla izlemekte olan sevgili ve değerli okurlarımı tenzih ederek, birkaç itirazımı ve tavsiyemi arz edeceğim.
Futbol, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir tutku ve heyecan kaynağıdır. Ancak bu alanda başarılarımızı artırmak ve kalıcı hale getirmek için bazı eksikliklerimizi gidermemiz, güçlü yönlerimizi pekiştirmemiz ve bilmediklerimizi öğrenmemiz gerekmektedir. İşte futboldaki artılarımız, eksilerimiz ve göz ardı ettiğimiz bazı önemli noktalar:
Türkiye, genç ve yetenekli futbolcular yetiştirme konusunda oldukça başarılı bir ülke. Son yıllarda milli takıma katılan genç yetenekler, uluslararası alanda dikkat çekmektedir. Bu yetenekler, potansiyelimizin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.(Az sonra değineceğim)
Sahip olduğumuz yetenekleri doğru şekilde yönlendirememek, futbolumuzun en büyük problemlerinden biridir. Teknik direktör seçimleri, yönetim kademelerinin futbol bilgisi ve vizyon eksiklikleri, bu yeteneklerin gelişimini olumsuz etkiliyor.
Milli duyguların futbolcular üzerinde büyük bir motivasyon kaynağı olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak bu duyguları harekete geçirebilecek, futbolculara milli ruhu aşılayabilecek antrenörlere ihtiyacımız var. Maalesef, bu alanda yeterli başarıyı yakalayamıyoruz.
Şu anda milli takım kadrosuna çağrılan futbolcularımızı tek tek ele aldığımız zaman, her birinin Avrupa’nın ve Türkiye’nin önemli takımlarında yer aldığını görürüz.
İki yıl önceki Dünya Futbol Şampiyonasına, İtalya maçı ile başlamıştık. Maç öncesi kadroya baktığım zaman ‘Bizim takım bu İtalya’yı yener’ demiştim. Ama ne yazık ki bu maçı 3-0 kaybederek tamamlamıştık.
Dün oynadığımız Hollanda maçından önce de ‘Bizim takım bu Hollanda’yı yener’ demiştim. Ama maalesef yine olmadı.
Yenilgimizin birkaç nedeni var. Bu nedenlerden biri de, çok övdğümüz seyircimizin deneyimsizliğidir. Dikkat ettiyseniz, hermillli maç öncesinde, sokaklarda ve tribünlerde muhteşem bir tezahürat etkinliğimiz var. Gol attığımız ve galip durumda olduğumuz hallerde seyircimiz muhteşem. Ama ne var ki, bir gol yediğimiz zaman, galip durumda dahi olsak sesimiz kesiliyor.
Kaldı ki pek çok ülkenin (özellikle Britanya devletleri) seyircileri mağlup durumdayken bile, şarkılar söyleyerek tezahüratlarını sürdürüyorlar.
Futbolcularımızın kalitesinden söz ederken, onların piyasa değerinin de çok yükseklerde olduğunu hatırlatmam lâzım. Göreceksiniz, şampiyona sona erdikten sonra bizim futbolcularımıza klülerden transfer yağmuru yağacak.
Türkiye’de alt yapı çalışmaları, istenilen düzeyde değildir. Genç yeteneklerin doğru şekilde yetiştirilmesi için alt yapı yatırımlarının artırılması ve profesyonel antrenörlerle çalışılması gerekmektedir.
Futbolcuların fiziksel olduğu kadar psikolojik olarak da hazırlanmaları, performanslarını doğrudan etkiler. Psikolojik destek ve motivasyon çalışmaları, maalesef yeterince önemsenmemektedir.
Uzun vadeli ve stratejik planlama, futbolun sürdürülebilir başarısı için kritiktir. Türkiye’de genellikle kısa vadeli başarılara odaklanılmakta ve bu durum, kalıcı başarıyı engellemektedir.
Futbolda başarının anahtarı, eksikliklerimizi tespit edip gidermek, artılarımızı en iyi şekilde kullanmak ve bilmediklerimizi öğrenmekten geçer. Bu yolda atılacak her adım, Türk futbolunun geleceği için büyük bir önem taşımaktadır.
Yorum Yaparken Kaş Göz Kırıyoruz ve Olumsuzluk Yaratıyoruz:
Gazete ve televizyonlardaki futbol yorumculuğunda objektiflik ve yapıcı eleştiriler yerine, subjektif ve çok olumsuz yorumlar yapılıyor. Bu durum, hem futbolcuların motivasyonunu düşürüyor hem de seyircinin futbol anlayışını olumsuz etkiliyor. Bazı yorumcular, özellikle lig maçları sırasında ‘Atın bu adamı takımdan’ diyecek kadar vijdansızlaşıyorlar.
Maç Anlatırken Bağırmayı, Ercan Taner’e Keşke Söylemeseydim:
Maç anlatımında heyecan ve coşku önemlidir ancak bu, her an bağırarak ifade edilmemelidir. Dengeyi bulmak ve doğru zamanda doğru tepkiyi vermek, izleyiciye daha keyifli bir maç sunar. Bir zamanlar bizim maç spikerleri, tıpkı bir Hollandalı spiker gibi maç anlatırlardı.
O zamanlar, latin ülke spikerleri maçları çok heyecan verici bir şekilde ve golleri de abartılı bir şekilde bağırarak anlatırlardı.
Yine o zamanlar, TRT’de spikerlik yapan Ercan Taner kardeşim bir tavsiyede bulunmuştum. ‘Maçları sen de anlatırken latin ülke spikerleri gibi heyecanlı anlatmayı dener misin?’ demiştim. İşte o gün bu gün, spikerlerimiz golleri yüksek sesli olarak anlatıyorlar.
Keşke Ercan Taner’e bunları demez olsaydım.
Maç bizi ilgilendiriyorsa, gol olduğu zaman biz de yerimizden fırlayıp ‘Gooooooool’ diye bağırıyoruz. Haliyle, spikerin de bağırması hoşa gidiyor.
Ne var ki, bizim spikerlerimiz, bizimle hiç ilgisi olmayan bir maçı anlatırken de aynı aşırı bağırışı yapıyor. İnsan ister istemez o an, ‘Bu bağırışa ne gerek var’ diye hayıflanıyor.
Maç Anlatan Spikerlerimiz ‘Kritik’ Kelimesini Piç Ediyorlar:
Maç spikerlerinin dil kullanımında yaptıkları hatalar, izleyiciler üzerinde olumsuz bir etki bırakabilir. Özellikle “kritik” kelimesinin yanlış kullanımı, bu anlamda dikkat çeken bir örnektir. “Kritik” kelimesi, genellikle “tehlikeli ve endişe verici” bir durumu ifade eder. Ancak bazı spikerler, bu kelimeyi “önemli” veya “başarılı” anlamında kullanarak hatalı bir dil kullanımı sergilemektedir. Örneğin, “çok başarılı bir kurtarış” demek yerine “çok kritik bir kurtarış” demeleri, kelimenin anlamını saptırmaktadır.
Maç anlatımında kullanılan dilin önemi büyüktür. Spikerlerin yanlış veya aşırı kullanımları, kelimelerin anlamını yitirmesine ve izleyicilerin maç keyfinin azalmasına sebep olabiliyor. “Kritik” kelimesinin her durumda kullanılması, bu anlamda olumsuz bir örnektir.
“Kritik” kelimesi, dilimizde genellikle olumsuz veya tehlikeli bir durumu ifade etmek için kullanılır. Örneğin, “kritik bir an”, “kritik bir hata” veya “kritik bir eşik” gibi ifadeler, durumu tehlikeli veya zorlayıcı olarak tanımlar. Bu bağlamda, “kritik” kelimesi bir kurtarışı veya başarıyı tanımlamak için uygun değildir.
Maç spikerlerinin bu hatalı kullanımı düzeltmeleri, izleyicilerin maçı daha doğru ve net anlamaları açısından önemlidir. Aşağıdaki öneriler, doğru kelime kullanımına yardımcı olabilir:
“Çok başarılı bir kurtarış” ifadesi, kurtarışın ne kadar etkileyici ve önemli olduğunu vurgulamak için daha uygundur.
“Çok önemli bir müdahale” ifadesi, oyuncunun kritik bir anda yaptığı müdahalenin önemini belirtmek için doğru bir kullanımdır.
“Hayati bir kurtarış” ifadesi, kurtarışın takımın durumu açısından ne kadar önemli olduğunu vurgular.
“Mükemmel bir kurtarış” ifadesi, kurtarışın kalitesini ve oyuncunun yeteneğini övmek istediği durumlar için uygundur.
Maç spikerlerinin dil kullanımında daha dikkatli ve bilinçli olmaları, izleyicilere daha doğru ve etkili bir anlatım sunar. Bu bağlamda, dil eğitimi ve doğru kullanım üzerine yapılacak eğitimler, spikerlerin bu tür hataları en aza indirmelerine yardımcı olabilir. Spikerler, kelimelerin doğru anlamlarını ve kullanım yerlerini öğrenerek, izleyicilere daha net ve anlaşılır bir maç anlatımı sunabilirler.
Sonuç olarak, “kritik” kelimesinin yanlış kullanımı, dilimizde sıkça karşılaşılan bir sorundur ve bu hatanın düzeltilmesi, maç anlatımlarının kalitesini artıracaktır. Spikerlerin doğru kelime kullanımı konusunda bilinçli olması, hem futbol kültürümüzün gelişmesine katkı sağlar hem de izleyicilere daha keyifli bir deneyim sunar.
Bu konuda ‘dilbilimcilerimiz ve spor müdürlerimiz gerekli uyarıları yapmalıdırlar’ diye düşünüyorum.
Gelecek olan şampiyonalarda daha başarılı olma dileğimle…
********************
ONZE TEKORTKOMINGEN IN HET VOETBAL + ONZE VOOR- EN NADELEN EN WAT WE NIET WETEN…
*We hebben het beste en meest getalenteerde nationale team ter wereld.
*We kunnen dit team niet managen en we weten niet hoe we het moeten stimuleren.
*We kunnen geen coach vinden die nationale gevoelens bij voetballers opwekt.
*We breken wenkbrauwen en creëren negativiteit terwijl we commentaar geven
*Onze wedstrijdaankondigers verbasteren het woord ‘kritisch’.
*Ik wou dat ik Ercan Taner niet had verteld over schreeuwen tijdens het vertellen van een wedstrijd.
İlhan KARAÇAY schreef:
Met uitzondering van mijn lieve en waardevolle lezers die met nieuwsgierigheid en opwinding kijken naar het Europees Kampioenschap voetbal 2024, dat begon op de 14e van vorige maand en zal worden afgerond op de 14e van de huidige maand, zal ik een paar bezwaren en aanbevelingen presenteren.
Voetbal is een bron van grote passie en opwinding in Turkije, net als in de rest van de wereld. Maar om ons succes op dit gebied te vergroten en blijvend te maken, moeten we enkele van onze tekortkomingen wegwerken, onze sterke punten versterken en leren wat we niet weten. Hier zijn onze voor- en nadelen op voetbalgebied en enkele belangrijke punten die we over het hoofd hebben gezien:
Turkije is een zeer succesvol land in het opleiden van jonge en getalenteerde voetballers. De jonge talenten die de afgelopen jaren in het nationale team zijn gekomen, hebben internationaal de aandacht getrokken. Deze talenten laten zien hoe groot ons potentieel is (ik zal het er zo over hebben).
Een van de grootste problemen van ons voetbal is dat we niet in staat zijn om de talenten die we hebben op de juiste manier te leiden. De keuze van technische directeuren, het gebrek aan voetbalkennis en visie van de managementniveaus hebben een negatieve invloed op de ontwikkeling van deze talenten.
Het is een onbetwistbaar feit dat nationale gevoelens een grote bron van motivatie zijn voor voetballers. We hebben echter coaches nodig die deze gevoelens kunnen mobiliseren en voetballers de nationale geest kunnen bijbrengen. Helaas boeken we op dit gebied onvoldoende succes.
Als we kijken naar de voetballers die één voor één zijn opgenomen in de nationale ploeg, zien we dat ze allemaal lid zijn van belangrijke teams in Europa en Turkije.
Twee jaar geleden begonnen we het wereldkampioenschap voetbal met een wedstrijd tegen Italië. Toen ik voor de wedstrijd naar de selectie keek, zei ik: “Ons team zal Italië verslaan.” Maar helaas verloren we deze wedstrijd met 3-0.
Voor de wedstrijd tegen Nederland die we gisteren speelden, zei ik ook: “Ons team zal Nederland verslaan.” Maar helaas gebeurde dat niet opnieuw.
Er zijn verschillende redenen voor onze nederlaag. Een van deze redenen is de onervarenheid van ons publiek, dat we veel prijzen. Als je hebt opgelet, voor elke nationale wedstrijd is er een geweldige juichactiviteit op straat en op de tribunes. Als we een doelpunt scoren en in een winnende positie staan, is ons publiek geweldig. Maar als we een doelpunt tegen krijgen, zelfs als we aan de winnende hand zijn, zijn we stil.
Bovendien blijven de toeschouwers van veel landen (vooral de Britse) zingen en juichen, zelfs als ze verslagen zijn.
Als ik het heb over de kwaliteit van onze voetballers, moet ik je eraan herinneren dat hun marktwaarde ook erg hoog is. Je zult zien dat onze voetballers na het kampioenschap overspoeld zullen worden met transfers van clubs.
In Turkije is de infrastructuur niet op het gewenste niveau. Om jonge talenten op de juiste manier op te leiden, moet er meer worden geïnvesteerd in infrastructuur en moeten er professionele coaches worden aangesteld.
Zowel de psychologische als fysieke voorbereiding van voetballers heeft een directe invloed op hun prestaties. Helaas wordt er niet genoeg belang gehecht aan psychologische ondersteuning en motiverende activiteiten.
Strategische planning op lange termijn is cruciaal voor het duurzame succes van voetbal. In Turkije ligt de focus meestal op kortetermijnsucces en dat staat duurzaam succes in de weg.
De sleutel tot succes in het voetbal is het identificeren en elimineren van onze tekortkomingen, optimaal gebruik maken van onze voordelen en leren wat we niet weten. Elke stap op deze weg is van groot belang voor de toekomst van het Turkse voetbal.
We fronsen onze wenkbrauwen en creëren negativiteit tijdens het becommentariëren:
In plaats van objectiviteit en opbouwende kritiek wordt er subjectief en zeer negatief commentaar gegeven in voetbalcommentaren in kranten en tv-zenders. Deze situatie vermindert de motivatie van voetballers en heeft een negatieve invloed op het voetbalbegrip van het publiek. Sommige commentatoren, vooral tijdens competitiewedstrijden, worden zo harteloos dat ze zeggen: “Gooi die man uit het team”.
Ik wou dat ik Ercan Taner niet had verteld over schreeuwen tijdens wedstrijdcommentaar:
Opwinding en enthousiasme zijn belangrijk in wedstrijdcommentaar, maar dit moet niet worden uitgedrukt door op elk moment te schreeuwen. De balans vinden en de juiste reactie op het juiste moment geven, zorgt voor een leukere wedstrijd voor het publiek. Er was een tijd dat onze wedstrijdomroepers wedstrijden vertelden zoals een Nederlandse omroeper.
In die tijd vertelden de omroepers uit de Latijnse landen de wedstrijden op een spannende manier, waarbij ze de doelpunten overdreven schreeuwden.
In die tijd deed ik een voorstel aan mijn broer Ercan Taner, die omroeper was bij TRT. Ik zei: “Kun je proberen de wedstrijden net zo spannend te vertellen als de omroepers van de Latijnse landen?” Die dag en tot op de dag van vandaag vertellen onze omroepers de doelpunten luid.
Ik wou dat ik dat niet tegen Ercan Taner had gezegd.
Als we geïnteresseerd zijn in de wedstrijd, springen we uit onze stoel en roepen we ‘Gooooooooool’ als er een doelpunt wordt gescoord. Natuurlijk vinden we het leuk als de omroeper ook schreeuwt.
Onze omroepers doen echter hetzelfde buitensporige geschreeuw als ze een wedstrijd beschrijven die niets met ons te maken heeft. Op dat moment vraag je je af: “Waarom schreeuwen we zo?
Onze wedstrijdverslaggevers verkrachten het woord ‘kritiek’:
Fouten in het taalgebruik van wedstrijdaankondigers kunnen een negatieve invloed hebben op het publiek. Vooral het misbruik van het woord “kritisch” is een treffend voorbeeld in deze zin. Het woord “kritiek” verwijst meestal naar een “gevaarlijke en zorgwekkende” situatie. Sommige omroepers gebruiken dit woord echter in de betekenis van “belangrijk” of “succesvol”, wat een onjuist taalgebruik is. Bijvoorbeeld, in plaats van te zeggen “een zeer succesvolle redding”, zeggen ze “een zeer kritieke redding”, wat de betekenis van het woord verdraait.
Het taalgebruik in het wedstrijdverslag is van groot belang. Verkeerd of overmatig gebruik door de omroepers kan ervoor zorgen dat de woorden hun betekenis verliezen en dat de kijkers minder van de wedstrijd genieten. Het gebruik van het woord “kritiek” in elke situatie is een negatief voorbeeld in deze zin.
Het woord “kritiek” wordt in onze taal vaak gebruikt om een negatieve of gevaarlijke situatie uit te drukken. Zinnen als “een kritiek moment”, “een kritieke fout” of “een kritieke drempel” beschrijven de situatie bijvoorbeeld als gevaarlijk of uitdagend. In deze context is het woord “kritiek” niet geschikt om een redding of prestatie te beschrijven.
Het is belangrijk dat wedstrijdaankondigers dit onjuiste gebruik corrigeren zodat kijkers de wedstrijd nauwkeuriger en duidelijker kunnen begrijpen. De volgende suggesties kunnen helpen bij het juiste woordgebruik:
“Een zeer geslaagde redding” is geschikter om te benadrukken hoe indrukwekkend en belangrijk de redding was.
De uitdrukking “cruciale interventie” is een correct gebruik om het belang van de interventie van de speler op een kritiek moment te benadrukken.
De uitdrukking “een cruciale redding” benadrukt hoe belangrijk de redding was voor de situatie van het team.
De uitdrukking “een uitstekende redding” is geschikt voor situaties waarin de omroeper de kwaliteit van de redding en de vaardigheid van de speler wil prijzen.
Een zorgvuldiger en bewuster taalgebruik door wedstrijdaankondigers zorgt voor een nauwkeuriger en effectiever verhaal voor het publiek. In deze context kunnen taaltrainingen en trainingen in correct taalgebruik omroepers helpen om zulke fouten te minimaliseren. Door de juiste betekenis en het juiste gebruik van woorden te leren, kunnen omroepers het publiek een duidelijker en begrijpelijker wedstrijd vertellen.
Concluderend, het onjuiste gebruik van het woord “kritisch” is een veelvoorkomend probleem in onze taal en het corrigeren van deze fout zal de kwaliteit van het wedstrijdcommentaar verbeteren. Bewustwording van het correcte gebruik van woorden door omroepers draagt bij aan de ontwikkeling van onze voetbalcultuur en zorgt voor een leukere ervaring voor de kijkers.
Ik denk dat “onze taalkundigen en sportmanagers de nodige waarschuwingen” in dit verband moeten maken.
Ik hoop op meer succes in de komende kampioenschappen…
Merih Demiral’ın gol sevincinde yaptığı bozkurt işareti, bazı kesimler tarafından milliyetçi bir sembol olarak kabul edilmekte ve bu yüzden tartışma yaratmaktadır. Ancak, Avrupa’nın bazı bölgelerinde bu sembol, aşırı sağ ve ırkçı gruplarla ilişkilendirildiği için tepki çekmektedir.
Hollanda’daki Türk asıllı insanların durumu, hem Türkiye’ye olan aidiyetleri hem de Hollanda’ya olan bağlılıkları bakımından oldukça karmaşık ve çok yönlüdür. Bu iki kimlik arasında denge kurmak, pek çok Türk asıllı Hollandalı için hayatın önemli bir parçasıdır.
UEFA, bu tür sembollerin futbol sahalarında kullanılmasına karşı hassas davranmaktadır. Bunun nedeni, sporun birleştirici bir güç olması ve ayrımcılık, ırkçılık veya nefret söylemi içeren her türlü davranışa karşı net bir duruş sergilemesidir. UEFA’nın soruşturma başlatması, bu prensiplerin bir yansımasıdır.
UEFA ve FİFA’nın cılızlıkları: FİFA’nın, 1978 Dünya Futbol Şampiyonasında, Arjantin’in Peru’ya 6 gol atması ile sonuçlanan maça göz yumması gözardı edilemez.
Almanya’daki 1974 Şampiyonasına katılmak için barajda eşleşen Şili-Sovyetler maçı, boykot nedeniyle oynanmamış ama FİFA Şili’yi galip ilan etmişti.
İsviçre UEFA tarafından siyasi sloganlar için çok kere cezalandırılmıştı. Ama hepsi para cezasıydı.
(Haberin Hollandacası en altta)
(Nederlandse tekst is onderaan)
İLHAN KARAÇAY SORDU, GÖLGE ADAM CEVAPLADI:
Değerli okurlarım, Türk milli futbol takımı oyuncusu Merih Demiral’ın, Avusturya maçında attığı iki golden sonra yapmış olduğu Bozkurt işaretinin yarattığı kargaşayı burada uzun uzun anlatmama gerek yok sanırım.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in maçtan hemen sonra yapmış olduğu açıklamada UEFA’ya yaptığı çağrı, bunun üzerine Ankara’nın Alman büyükelçisini hizaya çekmesi tartışılırken, ertesi gün de Almanya Berlin Büyükelçimizi çağırarak hizaya çekmiş oldu.
Bu olanlardan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Azerbaycan seyahatini iptal edip, yarın oynanacak olan Türkiye_Hollanda maçı için Berlin’e geleceği açıklandı.
UEFA’nın Türkiye’ye veya milli futbolcumuza vereceği ceza üzerindeki tartışmalar devam ederken, naçizane şahsım da, UEFA ve FİFA’nın geçmişte yaşanan cılızlıklarını ortaya seren birkaç konuyu arşivden çıkardım. Bunları yazının sonunda okuyabileceksiniz.
Şimdi gelelim, bir futbol maçı sonrasındaki Bozkurt selamlamasına:
Bu konu sportif ve diplomatik tartışmalara yol açarken, yurttaşlarımız arasında da tartışmalara yol açtı. Birlik ve beraberliğimizin tam olması gereken bir günde, böylesi bir bölünme, gerçekten çok üzücü oldu.
Özellikle Hollanda’da yaşayan Türkler’in, anavatana aidiyet ve Hollanda’ya da bağlılık çağrıları yaptığı sıralarda yaşanan bu bölünme, kim bilir daha nelere yol açacak?
Merih Demiral’ın üzerinde meydana gelen baskıların nereye varacağı, hatta oynatılıp oynatılmayacağı bile tartışma konusu olurken, bu gelişmelerden Hollanda’nın avantajlı duruma geleceği konuşuluyor.
FİFA ve UEFA’nın geçmişteki olaylarda yaşadığı cılızlıkları yazmadan önce, Bozkurt işaretinin yarattığı karmaşayı, sırdaşım ve danışmanım Gölge adam ile konuştum.
İşte o kunuşma:
-Bu karmaşık durum hakkında ne diyorsun?
-“Bu durum, futbolun ne kadar güçlü bir sosyal ve kültürel etkiye sahip olduğunu gösteren karmaşık bir örnektir. Her iki tarafın da hassasiyetleri anlaşılabilir, bu yüzden bu konuda dengeli ve tarafsız bir yorum yapmak önemlidir.
Futbol, milyonlarca insanı bir araya getiren ve duyguları harekete geçiren bir spor dalıdır. Ancak, bu kadar geniş bir kitleye hitap ettiği için futbol sahalarında yapılan hareketler ve açıklamalar genellikle geniş yankı bulur ve farklı yorumlanabilir.”
-Merih Demiral’ın gol sevinci için ne diyorsun?
-“Merih Demiral’ın gol sevincinde yaptığı bozkurt işareti, bazı kesimler tarafından milliyetçi bir sembol olarak kabul edilmekte ve bu yüzden tartışma yaratmaktadır. Türkiye’de bozkurt işareti, Türk milliyetçiliğinin bir sembolüdür ve birçok kişi için milli bir gurur kaynağıdır. Ancak, Avrupa’nın bazı bölgelerinde bu sembol, aşırı sağ ve ırkçı gruplarla ilişkilendirildiği için tepki çekmektedir.”
-UEFA’nın bu konudaki soruşturmasını nasıl yorumluyorsun?
-“UEFA, bu tür sembollerin futbol sahalarında kullanılmasına karşı hassas davranmaktadır. Bunun nedeni, sporun birleştirici bir güç olması ve ayrımcılık, ırkçılık veya nefret söylemi içeren her türlü davranışa karşı net bir duruş sergilemesidir. UEFA’nın soruşturma başlatması, bu prensiplerin bir yansımasıdır.”
-Bu konudaki tepkiler ve destek mesajları için ne diyorsun?
-“Türkiye’den gelen tepkiler, bu işaretin bir kültürel ve milli sembol olarak görülmesi gerektiğini savunmakta. Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in açıklamaları ise, Avrupa’da bu tür sembollerin nasıl algılandığını ve hangi endişelere yol açtığını göstermektedir.
Bu konudaki tarafsız bir yorum, her iki tarafın da perspektiflerini anlamaya ve bu perspektifleri saygıyla ele almaya çalışmalıdır. İşte böyle bir yorumun ana hatları:
Kültürel ve Milli Hassasiyetler: Merih Demiral’ın bozkurt işareti, Türkiye’de milli bir sembol olarak görülebilir ve bu yüzden onun açısından bir gurur ifadesi olabilir. Bu, onun niyetinin ırkçılık veya nefret söylemi olmadığı anlamına gelebilir.
Uluslararası Hassasiyetler: Avrupa’da ve özellikle Almanya’da, bu tür semboller farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda farklı algılanabilir. Aşırı sağ ve ırkçılık konusundaki hassasiyetler, bu tür sembollere karşı tepki doğurabilir.
UEFA’nın Rolü: UEFA, sporun birleştirici bir güç olduğunu vurgulamak ve ayrımcılığa karşı net bir duruş sergilemek için bu tür sembollere karşı hassas davranmaktadır. Bu tür olaylara müdahale etmek, sporun siyaset ve ayrımcılık gibi konulardan uzak tutulmasını sağlama çabasıdır.
Futbolun Birleştirici Gücü: Futbol, farklı kültürlerden ve milletlerden insanları bir araya getiren evrensel bir dildir. Bu tür tartışmalar, futbolun birleştirici gücünü zayıflatmamalıdır. Hem Türkiye hem de Hollanda’daki taraftarlar, futbolun tadını çıkarmalı ve bu tür olayların dostluğu ve kardeşliği zedelememesine dikkat etmelidir.
Bu tür olaylar, farklı kültürel ve siyasi hassasiyetleri göz önünde bulundurarak ele alınmalıdır. Her iki tarafın da duyguları ve perspektifleri saygıyla karşılanmalı ve futbolun birleştirici gücü vurgulanmalıdır. Spor, insanları bir araya getiren, dostluk ve kardeşlik bağlarını güçlendiren bir alan olmalıdır.
-Hollanda’daki Türk asıllıların Türkiye’te aidiyet, Hollandaya’a bağlılığı hakkında ne diyeceksin?
-“Hollanda’daki Türk asıllı insanların durumu, hem Türkiye’ye olan aidiyetleri hem de Hollanda’ya olan bağlılıkları bakımından oldukça karmaşık ve çok yönlüdür. Bu iki kimlik arasında denge kurmak, pek çok Türk asıllı Hollandalı için hayatın önemli bir parçasıdır. Bu konuda birkaç temel noktaya değinmek yararlı olabilir:
Kültürel ve Duygusal Bağlar, Türkiye’ye Aidiyet:
Kültürel Miras: Hollanda’da yaşayan Türk asıllı insanlar genellikle Türkiye’nin kültürel mirasını, dilini ve geleneklerini sürdürmeye büyük önem verirler. Aile içi ilişkiler, bayramlar, düğünler ve diğer kültürel etkinlikler, Türkiye ile olan bağlarını güçlü tutar.
Milli Gurur: Türkiye’nin uluslararası başarıları, özellikle spor gibi alanlarda, Hollanda’daki Türk toplumu için büyük bir gurur kaynağıdır. Bu, Türkiye’ye olan aidiyet duygusunu daha da pekiştirir.
-Hollanda’da yaşayan Türkler’in Hollanda’ya bağlılığı için ne diyorsun?:
“İkinci Vatan: Hollanda, birçok Türk asıllı insan için doğdukları, büyüdükleri ve yaşamlarını sürdürdükleri yerdir. Eğitim, iş hayatı ve sosyal yaşamları burada şekillenmiştir.
Katılım ve Entegrasyon: Hollanda toplumu içerisinde aktif olarak yer almak, iş gücüne katılmak, sivil toplum faaliyetlerinde bulunmak ve yerel kültüre adapte olmak, Hollanda’ya olan bağlılığın göstergeleridir.”
-Kimlik ve entegrasyonu nasıl yorumluyorsun?
-“Burada Çifte Kimlikten söz etmeliyim.
Denge Kurma: Hollanda’daki Türk asıllı insanlar, Türk ve Hollandalı kimlikleri arasında denge kurma çabası içindedirler. Bu durum, onların kendilerini hem Türk hem de Hollandalı olarak görmelerine yol açar.
Kültürel Zenginlik: Çifte kimlik, bu kişilere iki kültürün de en iyi yönlerini deneyimleme fırsatı sunar. Bu zenginlik, onların daha geniş bir perspektif ve daha derin bir kültürel anlayışa sahip olmalarını sağlar.
Önyargılar ve Ayrımcılık: Hollanda’daki Türk asıllı insanlar zaman zaman önyargılar ve ayrımcılıkla karşılaşabilirler. Bu durum, onların topluma entegrasyonunu zorlaştırabilir.
Başarı ve Katkı: Buna rağmen, birçok Türk asıllı Hollandalı iş dünyasında, siyasette, sanatta ve sporda büyük başarılar elde ederek topluma önemli katkılarda bulunmaktadır.
-Hollanda-Türk dostluğu hakkında ne düşünüyorsun?
– “Türklerin köprü rolü oynaması, çeşitlilik ve zenginlik yaratması hakkında şunları söyleyebilirim: Köprü Rolü: Hollanda’daki Türk asıllı insanlar, iki ülke arasındaki kültürel ve ekonomik bağları güçlendiren önemli bir köprü rolü oynar. Bu, hem Türkiye hem de Hollanda için karşılıklı faydalar sağlayabilir.
Çeşitlilik ve Zenginlik: Bu topluluk, Hollanda’nın kültürel çeşitliliğine ve zenginliğine önemli katkılarda bulunur. Farklı kültürel perspektifler, toplumun genel dinamizmini ve yaratıcılığını artırır.
Hollanda’daki Türk asıllı insanların Türkiye’ye olan aidiyeti ve Hollanda’ya olan bağlılığı, onların kimliklerinin ve yaşam deneyimlerinin önemli bir parçasıdır. Bu ikili bağ, onlara zengin bir kültürel miras ve geniş bir perspektif sunar. Hem Türkiye’nin hem de Hollanda’nın bu durumu anlaması ve desteklemesi, toplumlar arası ilişkilerin ve entegrasyonun güçlenmesine katkıda bulunacaktır.”
Hollanda’da son durum:
Yarın oynanacak olan Türkiye-Hollanda maçı öncesinde çok hareketlenen Hollanda’da, renklenmesi gereken yaşam, son gelişme ile adeta durgunlaştı. “Kim galip gelirse gelsin, maçtan sonra yine sokaklara çıkacağız ve klaksonlarımızı bağırtacağız” diyen Türkler’in yanında, Hollandalılar aynı duyguları yaşamıyor gibi…
Bir futbolcumuzun Bozkurt selamı ile ortalık karışınca, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da Berlin’e gelip, futbolcularına sahip çıkmayı amaçladı. İşte tüm bu gelişmeler, konunun futboldan çok siyasi yönüne ağırlık getirdi.
Yarını bekleyeceğiz ve göreceğiz.
UEFA VE FİFA’NIN CILIZ KALDIĞI DÖNEMLER
Gazetecilik yaşamımda, 7 Dünya Şampiyonası, 7 Avrupa Şampiyonası, sayısını toparlayamadığım Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası maçları izledim. Bu izlenimlerde çok ilginç olaylar yaşadım.
UEFA ve FİFA’nın aciz kaldığı olaylara şahit oldum.
İşte bunlardan bazı örenekler:
Naçizane şahsım, 1978’de Arjantin’de yapılan ‘Dünya Futbol Şampiyonasını’, Hürriyet gazetesi için izlemiştim.
Başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, ünlü gazeteciler Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Ertuğrul Akbay, Güven Taner, Hüseyin Kırcalı, Kemal Belgin, Erol Aydın, Hasan Sarıçiçek ve teknik direktör Metin Türel ile birlikteydik.
Arjantin’deki şampiyonada, Hollanda takımının şampiyon olması için yanıp tutuşuyordum. Hollanda’yı ne de olsa ‘Babavatan’ olarak seçmiştik bir kere…
Finale kadar yükselen Arjantin Milli Takımı’nın, Peru’ya karşı elde ettiği bol gollü galibiyet maçının, binbir tehdit sonucunda kazanıldığını en iyi bilenlerden biriydim. Zira, konaklamakta olduğum Liberty (Hürriyet) Oteli’nde Peru takımı da konaklıyordu. Arjantin turnuvaya iyi başlamamıştı. Gruptan çıkması için Peru’yu en az 4-0 yenmesi gerekiyordu.
General Vidella başkanlığındaki ihtilal hükümeti, Peru’ya silah ve gıda yardımı teklif ederek maçın en az 4-0 galibiyetle bitmesini istedi. Bu da yetmedi, konakladığımız Liberty Oteli askerler tarafından abluka altına alındı ve futbolculara korku salındı. Sonunda Arjantin Peru’yu 6-0 yendi ve gruptan çıktı. Dünyanın alenen bildiği bu olay karşısında FİFA sus pus olmuştu.
Arjantin, Hollanda ile birlikte finale kadar yükselmişti. Hiç unutamadığım o final maçını Hollanda kaybetmişti. Hollanda’nın o zamanki yıldızı Rensenbrink, son dakikadaki fırsatı gole çeviremedi. Top direğe çarparak geri döndü. Uzatmada Arjantin maçı 3-1 kazandı.
Titreyerek seyrettiğim maç sonunda resmen ağlamıştım.
FİFA’nın yine çok cılız kaldığı gelişmelerden bir diğeri de, Almanya’daki 1974 Dünya Futbol Şampiyonasından önce yaşanmıştı. Bu şampiyonaya katılabilmek için Şili ile Sovyetler Birliği barajda eşleşmişti.
İlk maç Moskova’da oynandı ve golsüz berabere kalındı. İkinci maç Santiago’nun Estadio Nacional stadında gerçekleşecekti. Ne var ki, Sovyetler Birliği, ülkedeki karışıklık nedeniyle. kan kokan bir sahaya çıkmayı ret etmişti.
Yıl 1973’tü. Pinochet Allende’yi devirmişti. 11 Eylül 1973 ile 7 Kasım 1973 tarihleri arasında binlerce insan Estadio Nacional’de tutulmuş, işkence edilmiş ve öldürülmüştü.
İki hafta sonra eski stad, yeni toplama kampında futbol oynatılmak istense de, Sovyetler buna alet olmadı ve hükmen mağlubiyeti tercih etti. Şili’nin süperstarı Carlos Caszely‘nin de sahaya çıkmak istememişti. Oynanmamış bir maçtır bu baraj maçı. Oynanmamasına rağmen oynanmış birçok maçtan çok daha iyi hatırlanır.
Karşılaşmayı hükmen kazanmış sayılan Şili sahasında, sembolik olarak başlama vuruşu yapılmış ve hatta fileler bile havalandırılmıştı.
FİFA’nın cılız kaldığı birkaç olay da şöyle anlatılmaktadır:
FIFA, Rusya’da düzenlenen 2018 FIFA Dünya Kupası’nda oynanan Sırbistan-İsviçre maçında yaşananlar nedeniyle iki tarafa para cezası verdi.
FIFA, E Grubu’nda 22 Haziran’da oynanan ve İsviçre’nin 2-1 kazandığı maçta yaşananlar nedeniyle İsviçre forması giyen Arnavut asıllı futbolcular Xherdan Shaqiri ve Granit Xhaka ile takım kaptanı Stephan Lichtsteiner’ın yanı sıra, Sırbistan Futbol Federasyonu (FSS) Başkanı Slavisa Kokeza ve teknik direktör Mladen Krstajic hakkında başlatılan disiplin soruşturmasının cezalarını açıkladı.
Attıkları gollerden sonra Arnavutların sembolü olan çift başlı kartal hareketi yapan Shaqiri ve Xhaka’ya 10’ar bin, Lichtsteiner’e 5 bin, maç sonrasındaki açıklamaları nedeniyle Kokeza ve Krstajic’e 5’er bin ve taraftarların uygunsuz davranışları nedeniyle FSS’ye de 54 bin İsviçre frangı ceza verildi.
FIFA’dan daha önce yapılan açıklamada, Xhaka ve Shaqiri’nin yaptığı gol sevincinin “siyasi içerikte” olduğu ifade edilmiş ve bu nedenle disiplin soruşturması başlatıldığı kaydedilmişti.
Sırp-Arnavut gerginliği
Kosova, 17 Şubat 2008’de Sırbistan’dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlığını ilan etse de, Sırbistan, 116 ülke tarafından bağımsız devlet olarak tanınan Kosova’yı hala kendi toprak parçası olarak görmeye devam ediyor.
Bu nedenle Kosova asıllı Arnavutlar Shaqiri ve Xhaka’nın gol sevinci ve Shaqiri’nin kramponunda Kosova bayrağı bulunması Sırp kamuoyunda büyük tepkiye neden olmuştu.
İsviçrenin cezaları
İsviçre’nin Avrupa Şampiyonası’nda şu ana kadar muhteşem bir performans sergilediği tek yer saha değil. İsviçreli taraftarların ilk üç grup maçında gösterdiği performans da harika bir gösteriydi. Köln’deki iki maç öncesi büyük taraftar yürüyüşleri ve stadyumlardaki onbinlerce taraftarın coşkusu ile İsviçre, Avrupa çapında heyecan yarattı.
Ancak bu büyük coşku dalgasının artık İsviçre Futbol Federasyonu açısından mali sonuçları var.
UEFA’nın çok sayıda cezası İsviçre Futbol Federasyonu’na ulaştı.
Federasyon, izleyicilerinin davranışları nedeniyle toplamda yaklaşık 95 bin avro ödemek zorunda kalacak. Esas olarak İsviçreli seyircilerden sahaya uçan bira bardaklarını fırlatmakla ilgili.
Şaşırtıcı bir şekilde, en büyük ceza Macaristan’a karşı kazanılan maçtan – 41 bin euro.
“Özellikle Breel Embolo’nun 3:1’lik golünden sonra gözlükler sahaya düştü.
*************
Eeeeee, bakacağız şimdi. UEFA, Merih Demiral’a ve Türk milli takımına ne ceza verecek şimdi?
Gelen son haberlere göre, UEFA futbolcumuza 2 maç ceza vermiş veya verecek. Alman Bild gazetesi böyle yazmış. Ama Futbol Federasyonumuz, haberin yanlış olduğunu, zira UEFA’nın bugün öğle saatine kadar Türkiye’nin ifadesini bekleyeceğini ve kararı da muhtemelen bu akşamüzeri vereceğini açıkladı.
… VE SON KARAR
UEFA’dan Merih için karar: İki maç ceza
UEFA, Avusturya maçında bozkurt işareti yapması nedeniyle A Milli Futbol Takımı futbolcusu Merih Demiral’a iki maç ceza verdi.
UEFA Disiplin Kurulu, Avrupa Futbol Şampiyonası‘nın (EURO 2024) son 16 turunda oynanan Avusturya maçındaki bozkurt işareti nedeniyle milli futbolcu Melih Demiral’a iki maç ceza verdi. TFF ve Merih Demiral, itiraz için Spor Tahkim Mahkemesi’ne (CAS) gitme kararı aldı.
UEFA, iki maçlık ceza dışında Merih Demiral’ın sosyal medyadaki paylaşımlarının da kaldırılmasını talep etti.
UEFA: NEZAKET KURALLARINI İHLAL ETTİ
UEFA’dan yapılan açıklamada, spor etkinliklerinde sportif olmayan nitelikteki davranışlar sergilediği, futbol sporunun itibarını zedelediği ve genel davranış ilkelerine aykırı davrandığı gerekçesiyle Merih Demiral’a iki maçtan men cezası verildiği belirtildi.
Öte yandan Türkiye Futbol Federasyonunun karara itirazla ilgili çalışma yaptığı öğrenildi.
Karar değişmediği takdirde Merih Demiral, çeyrek finaldeki Hollanda ve milli takımın tur atlaması durumunda yarı final maçında oynayamayacak.
FEDERASYONUN SAVUNMASI
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tarafından yerli ve yabancı avukatlarca hazırlanan 30 sayfalık savunma dosyasında, daha önce yaşanmış çok sayıda örneğe yer verilip, bozkurt işaretinin Anadolu, Orta Asya ve dünyanın birçok yerindeki Türk kökenli halkların 1000 yıllık simgesi olduğu öne çıkarıldı.
UEFA İcra Kurulu Üyesi Servet Yardımcı, AA’ya yaptığı yazılı açıklamada, “UEFA Disiplin Kurulu tarafından A Milli Takım oyuncumuz Merih Demiral hakkında verilen cezayı üzüntüyle karşıladığımı ve kabul edilemez olduğunu belirtmek isterim. Sorunsuz devam eden bir turnuvada, maç bittikten sonra yapılan doğal bir kutlamayla ilgili cezalandırma talep edilmesi futbolun bağımsızlığına müdahaledir” ifadelerini kullandı.
“Futbolcumuz, EURO 2024’te kendisinin attığı gollerle çeyrek finale yükseldiğimiz ve ‘Maçın Oyuncusu’ seçildiği bir anın mutluluğunu Türk taraftarlarıyla kutladığı sırada, doğal bir sevinç paylaşımı yapmıştır” değerlendirmesinde bulunan Yardımcı, şu ifadeleri kullandı:
“Burada rakibini veya herhangi bir topluluğu incitebilecek unsur söz konusu değildir. Oyuncu, duygusunu maç sonrasında katıldığı basın toplantısında da doğal bir biçimde ifade etmiştir. Futbolcuların kutlama yöntem ve şekilleri herhangi bir grubu veya kitleyi aşağılayıcı olmadıkça ya da temel nezaket kurallarını ihlal etmedikçe cezalandırma olmamalıdır. Disiplin Kurulu, UEFA yönetiminden bağımsız ve kendi iç işleyişiyle karar alan bir kurul olmakla birlikte, çok geç olmadan bu yanlıştan dönülmesi gerektiğine dair inancımı vurgulamak isterim. Türkiye olarak futbolun tüm güzelliklerini dünyaya izletmeye devam ettiğimiz EURO 2024’te oynayacağımız çeyrek final mücadelesinden önce hiçbir şeyin dikkatimizi dağıtmasına izin vermemeli, ‘Bizim Çocuklar’ın final yolculuğuna her zamankinden daha fazla konsantre olmalıyız.”
İNGİLİZ’E ÖZEL ADALET
UEFA Kontrol, Etik ve Disiplin Kurulu (CEDB) tarafından yapılan açıklamada, gol sevinci sırasında etik davranış kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle soruşturma açılan Bellingham’a temel terbiye kurallarını ihlal ettiği için 30 bin euro para ve bir UEFA müsabakasından men cezası verildiği, söz konusu maç cezasının ise bir yıl ertelendiği belirtildi.
Son 16 turunda İngiltere’nin uzatma bölümleri sonunda Slovakya’yı 2-1 yendiği maçın 90+5. dakikasında beraberlik golünü atan Bellingham, rakip takım yedek kulübesine doğru abartılı bir sevinçte bulunmuştu.
BELLINGHAM: KENDİ ARAMIZDA BİR ŞAKAYDI
Karşılaşmanın ardından sosyal medyadan açıklama yapan genç futbolcu, “Maça gelen bazı yakın arkadaşlarıma yönelik yaptığım kendi aramızdaki bir şakaydı. Slovakya takımına ortaya koydukları performanstan dolayı saygı duyuyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
İngiltere Futbol Federasyonuna ise taraftarının çıkardığı kargaşa nedeniyle 10 bin, havai fişek yakıldığı için de 1 bin avro para cezası verildiği kaydedildi.
RUSYA’YA BOYKOT, İSRAİL’E SES YOK
Ayrıca, Ukrayna’ya saldırdığı için Rusya’yı turnuvalardan çıkaran UEFA, İsrail’in yaptığı katliamlara karşı hiç ses çıkarmıyor.
Bu da garip bir gerçek değil mi?
*******************
NA 7 WERELDKAMPIOENSCHAPPEN EN 8 EUROPESE KAMPIOENSCHAPPEN VOETBAL TE HEBBEN GEZIEN, SPRAK İLHAN KARAÇAY MET DE SCHADUWMAN OVER HET BOZKURT-TEKEN VAN MERİH DEMİRAL:
Merih Demiral’s bozkurt-teken tijdens zijn doelpuntviering wordt door sommige mensen gezien als een nationalistisch symbool en zorgt daarom voor controverse. In sommige delen van Europa roept dit symbool echter reacties op omdat het wordt geassocieerd met extreemrechtse en racistische groeperingen.
De situatie van mensen van Turkse afkomst in Nederland is complex en veelzijdig, zowel wat betreft hun verbondenheid met Turkije als hun verbondenheid met Nederland. Balanceren tussen deze twee identiteiten is een belangrijk onderdeel van het leven voor veel Nederlanders van Turkse afkomst.
De UEFA is gevoelig voor het gebruik van dergelijke symbolen op voetbalvelden. Dit komt omdat sport een verenigende kracht is en een duidelijk standpunt inneemt tegen elk gedrag dat discriminatie, racisme of haatzaaien inhoudt. Het feit dat de UEFA een onderzoek heeft ingesteld, is een weerspiegeling van deze beginselen.
De zwakke punten van de UEFA en de FIFA: Het kan niet genegeerd worden dat de FIFA een oogje dicht kneep bij het wereldkampioenschap voetbal van 1978 waarin Argentinië zes doelpunten maakte tegen Peru.
De wedstrijd tussen Chili en de Sovjets, een kwalificatiewedstrijd voor het kampioenschap van 1974 in Duitsland, werd niet gespeeld vanwege de boycot, maar de FIFA riep Chili uit tot winnaar.
Zwitserland is al vaak door de UEFA bestraft voor politieke leuzen. Maar het waren allemaal boetes.
İLHAN KARAÇAY VROEG, SCHADUWMAN ANTWOORDDE:
Beste lezers, ik denk niet dat ik hier uitvoerig hoef uit te leggen wat voor opschudding er is ontstaan door het Bozkurt-teken van de Turkse nationale voetballer Merih Demiral na het scoren van twee doelpunten in de wedstrijd tegen Oostenrijk.
De oproep van de Duitse minister van Binnenlandse Zaken Nancy Faeser aan de UEFA in haar verklaring onmiddellijk na de wedstrijd en de oproep van Ankara om de Duitse ambassadeur in het gareel te brengen, werden besproken en de volgende dag riep Duitsland onze ambassadeur naar Berlijn en bracht hem in het gareel.
Na deze incidenten werd aangekondigd dat president Recep Tayyip Erdoğan zijn reis naar Azerbeidzjan heeft geannuleerd en naar Berlijn zal komen voor de wedstrijd Turkije-Holland die morgen wordt gespeeld.
Terwijl de discussies over de straf die de UEFA Turkije of onze nationale voetballer moet opleggen doorgaan, heb ik op mijn bescheiden persoonlijke titel een paar zaken uit het archief gehaald die de zwakheden van de UEFA en de FIFA in het verleden onthullen. Je zult ze aan het einde van dit artikel kunnen lezen.
Laten we het nu hebben over de Bozkurt-groet na een voetbalwedstrijd:
Terwijl deze kwestie heeft geleid tot sportieve en diplomatieke controverse, heeft het ook geleid tot controverse onder onze burgers. Op een dag waarop onze eenheid en solidariteit compleet zouden moeten zijn, was een dergelijke verdeeldheid echt heel triest.
Vooral in een tijd waarin in Nederland wonende Turken oproepen tot het behoren tot het vaderland en loyaliteit aan Nederland, wie weet waar deze verdeeldheid nog toe zal leiden?
Hoewel de omvang van de druk op Merih Demiral, zelfs of hij wel of niet zal worden gespeeld, een punt van discussie is, gaat het gerucht dat Nederland zal profiteren van deze ontwikkelingen.
Voordat ik schreef over de zwakheden van de FIFA en de UEFA bij incidenten in het verleden, sprak ik met mijn vertrouweling en raadgever Schaduwman over de verwarring die het Grijze Wolven-teken creëert.
Hier is dat gesprek:
-Wat zegt u over deze complexe situatie?
– “Dit is een complex voorbeeld van hoe sterk de sociale en culturele invloed van voetbal is. De gevoeligheden van beide partijen zijn begrijpelijk, dus het is belangrijk om een evenwichtige en neutrale interpretatie te geven.
Voetbal is een sport die miljoenen mensen samenbrengt en emoties losmaakt. Maar omdat het zo’n breed publiek aanspreekt, vinden acties en uitspraken die op voetbalvelden worden gedaan vaak weerklank en kunnen ze verschillend worden geïnterpreteerd.”
-Wat vind je van de doelpuntviering van Merih Demiral?
– “Merih Demiral’s bozkurteken tijdens zijn doelpuntviering wordt door sommige segmenten beschouwd als een nationalistisch symbool en zorgt daarom voor controverse. In Turkije is het bozkurteken een symbool van Turks nationalisme en een bron van nationale trots voor veel mensen. In sommige delen van Europa is het symbool echter bekritiseerd omdat het wordt geassocieerd met extreemrechtse en racistische groeperingen.”
-Hoe interpreteert u het onderzoek van de UEFA in deze kwestie?
-“De UEFA is gevoelig voor het gebruik van dergelijke symbolen op voetbalvelden. Dit komt omdat sport een verenigende kracht is en een duidelijk standpunt inneemt tegen elke vorm van discriminatie, racisme of haatzaaien. Het feit dat de UEFA een onderzoek is gestart, is een weerspiegeling van deze principes.”
-Wat vind je van de reacties en steunbetuigingen?
– “In reacties uit Turkije wordt gesteld dat het bord gezien moet worden als een cultureel en nationaal symbool. De uitspraken van de Duitse minister van Binnenlandse Zaken Nancy Faeser laten daarentegen zien hoe dergelijke symbolen in Europa worden gezien en welke zorgen ze oproepen.
Een onpartijdige interpretatie van deze kwestie moet proberen de perspectieven van beide partijen te begrijpen en met respect te behandelen. Hier volgt een schets van een dergelijke interpretatie:
Culturele en nationale gevoeligheden: Het bozkurteken van Merih Demiral kan gezien worden als een nationaal symbool in Turkije en daarom als een uiting van trots van haar kant. Dit kan betekenen dat haar intentie niet racistisch of haatdragend was.
Internationale gevoeligheden: In Europa, en vooral in Duitsland, kunnen dergelijke symbolen in verschillende historische en sociale contexten anders worden opgevat. Gevoeligheden over extreemrechts en racisme kunnen leiden tot een reactie tegen dergelijke symbolen.
De rol van de UEFA: De UEFA is gevoelig voor dergelijke symbolen om te benadrukken dat sport een verenigende kracht is en om duidelijk stelling te nemen tegen discriminatie. Door in te grijpen in dergelijke incidenten probeert de UEFA ervoor te zorgen dat sport niet wordt beïnvloed door politiek of discriminatie.
De verenigende kracht van voetbal: Voetbal is een universele taal die mensen uit verschillende culturen en landen samenbrengt. Dergelijke debatten mogen de verenigende kracht van voetbal niet verzwakken. Fans in zowel Turkije als Nederland moeten genieten van voetbal en ervoor zorgen dat dergelijke incidenten geen schade toebrengen aan vriendschap en broederschap.
Bij de aanpak van dergelijke incidenten moet rekening worden gehouden met verschillende culturele en politieke gevoeligheden. De gevoelens en perspectieven van beide partijen moeten worden gerespecteerd en de verenigende kracht van voetbal moet worden benadrukt. Sport moet een ruimte zijn die mensen samenbrengt en de banden van vriendschap en broederschap versterkt.”
-Wat heeft u te zeggen over de verbondenheid van mensen van Turkse afkomst in Nederland met Turkije en hun loyaliteit aan Nederland?
– “De situatie van mensen van Turkse afkomst in Nederland is vrij complex en veelzijdig, zowel wat betreft hun verbondenheid met Turkije als hun verbondenheid met Nederland. Het balanceren tussen deze twee identiteiten is voor veel Nederlanders van Turkse afkomst een belangrijk onderdeel van het leven. Het kan nuttig zijn om in dit verband een aantal basispunten te noemen:
Culturele en Emotionele Banden, Horen bij Turkije:
Cultureel erfgoed Mensen van Turkse afkomst die in Nederland wonen, hechten over het algemeen veel belang aan het behoud van het culturele erfgoed, de taal en de tradities van Turkije. Familiebanden, vakanties, bruiloften en andere culturele evenementen houden hun banden met Turkije sterk.
Nationale trots: De internationale successen van Turkije, vooral op gebieden als sport, zijn een bron van grote trots voor de Turkse gemeenschap in Nederland. Dit versterkt het gevoel bij Turkije te horen.
“Tweede vaderland: Voor veel mensen van Turkse afkomst is Nederland de plek waar ze zijn geboren, opgegroeid en hun leven voortzetten. Hun opleiding, bedrijfsleven en sociale leven zijn hier vormgegeven.
Participatie en integratie: Actief deelnemen aan de Nederlandse samenleving, participeren in de beroepsbevolking, deelnemen aan maatschappelijke activiteiten en zich aanpassen aan de lokale cultuur zijn indicatoren van betrokkenheid bij Nederland.”
-Hoe interpreteer je identiteit en integratie?
– “Hier moet ik het hebben over Dubbele Identiteit.
Het vinden van een balans: Mensen van Turkse afkomst in Nederland proberen een balans te vinden tussen hun Turkse en Nederlandse identiteit. Dit leidt ertoe dat ze zichzelf zowel als Turks als Nederlands zien.
Culturele Rijkdom: De dubbele identiteit biedt hen de mogelijkheid om het beste van beide culturen te ervaren. Door deze rijkdom hebben zij een breder perspectief en een dieper cultureel begrip.
Vooroordelen en discriminatie: Mensen van Turkse afkomst in Nederland kunnen af en toe te maken krijgen met vooroordelen en discriminatie. Dit kan het voor hen moeilijk maken om te integreren in de samenleving.
Succes en bijdrage: Desondanks hebben veel Nederlanders van Turkse afkomst grote successen geboekt in het bedrijfsleven, de politiek, de kunst en de sport en leveren zij belangrijke bijdragen aan de samenleving.
-Wat vindt u van de Turks-Nederlandse vriendschap?
– “Ik kan het volgende zeggen over Turken die een brugfunctie vervullen en diversiteit en rijkdom creëren:
Brugfunctie: Mensen van Turkse afkomst in Nederland spelen een belangrijke brugfunctie en versterken de culturele en economische banden tussen beide landen. Dit kan wederzijdse voordelen opleveren voor zowel Turkije als Nederland.
Diversiteit en rijkdom: Deze gemeenschap levert een belangrijke bijdrage aan de culturele diversiteit en rijkdom van Nederland. Verschillende culturele perspectieven vergroten de algehele dynamiek en creativiteit van de samenleving.
De verbondenheid van mensen van Turkse afkomst in Nederland met Turkije en hun verbondenheid met Nederland zijn een belangrijk onderdeel van hun identiteit en levenservaring. Deze dubbele verbondenheid biedt hen een rijk cultureel erfgoed en een breed perspectief. Als zowel Turkije als Nederland deze situatie erkennen en ondersteunen, zal dat bijdragen aan het versterken van intercommunale relaties en integratie.”
De laatste stand van zaken in Nederland:
Het leven in Nederland, dat kleurrijk zou zijn voor de wedstrijd Turkije-Nederland die morgen wordt gespeeld, is met de laatste ontwikkeling bijna gestagneerd.
Terwijl de Turken zeggen: “Het maakt niet uit wie er wint, we gaan na de wedstrijd weer de straat op en schreeuwen onze toeters en bellen”, lijken de Nederlanders niet dezelfde gevoelens te hebben…
PERIODES WAARIN UEFA EN FIFA ZWAK WAREN
In mijn leven als journalist heb ik 7 wereldkampioenschappen, 7 Europese kampioenschappen, Champions League en UEFA Cup wedstrijden gezien, waarvan ik de tel ben kwijtgeraakt. Tijdens deze indrukken heb ik zeer interessante gebeurtenissen meegemaakt.
Ik was getuige van gebeurtenissen waar de UEFA en de FIFA niet toe in staat waren.
Hier volgen enkele voorbeelden:
Ik keek nederig naar het ‘Wereldkampioenschap voetbal’ dat in 1978 in Argentinië werd gehouden voor de krant Hürriyet.
We waren samen met wijlen Necmi Tanyolaç, beroemde journalisten Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Ertuğrul Akbay, Güven Taner, Hüseyin Kırcalı, Kemal Belgin, Erol Aydın, Hasan Sarıçiçek en technisch directeur Metin Türel.
Ik was wanhopig voor het Nederlandse team om kampioen te worden in het kampioenschap in Argentinië. We hadden Nederland immers al gekozen als ‘Vaderland’…
Ik was een van de mensen die het beste wist dat het Argentijnse nationale team, dat de finale had bereikt, na veel dreigen de wedstrijd tegen Peru had gewonnen. Want het Peruaanse team verbleef ook in het Liberty Hotel waar ik verbleef. Argentinië was het toernooi niet goed begonnen. Het moest Peru met minstens 4-0 verslaan om uit de groep te komen.
De revolutionaire regering onder leiding van generaal Vidella bood Peru wapens en voedselhulp aan en wilde dat de wedstrijd zou eindigen met minstens een 4-0 overwinning. Dit was niet genoeg, het Liberty Hotel waar we verbleven werd geblokkeerd door de soldaten en de voetballers werden geterroriseerd. Uiteindelijk versloeg Argentinië Peru met 6-0 en stapte uit de groep. De FIFA zweeg over dit incident, dat publiekelijk bekend was.
Argentinië had samen met Nederland de finale bereikt. Nederland verloor die finalewedstrijd, die ik nooit zal vergeten. Rensenbrink, destijds de ster van Nederland, kon de kans in de laatste minuut niet omzetten in een doelpunt. De bal raakte de paal en stuiterde terug. In de extra tijd won Argentinië de wedstrijd met 3-1.
Ik huilde aan het einde van de wedstrijd, die ik met beven heb bekeken.
Een andere ontwikkeling waarin de FIFA weer erg zwak was, was voor het wereldkampioenschap voetbal van 1974 in Duitsland. Om zich te kwalificeren voor dit kampioenschap stonden Chili en de Sovjet-Unie tegenover elkaar in de finale.
De eerste wedstrijd werd gespeeld in Moskou en eindigde in een doelpuntloos gelijkspel. De tweede wedstrijd zou plaatsvinden in het Estadio Nacional in Santiago. De Sovjet-Unie weigerde echter te spelen op een veld dat naar bloed stonk vanwege de onrust in het land.
Het was 1973. Pinochet had Allende ten val gebracht. Tussen 11 september 1973 en 7 november 1973 werden duizenden mensen vastgehouden, gemarteld en gedood in het Estadio Nacional.
Twee weken later wilden de Sovjets voetballen in het oude stadion, het nieuwe concentratiekamp, maar de Sovjets weigerden mee te doen en kozen voor een forfait. Ook Chili’s superster Carlos Caszely wilde het veld niet op. Dit is een wedstrijd die niet werd gespeeld. Hoewel hij niet werd gespeeld, wordt hij veel beter herinnerd dan veel wedstrijden die wel werden gespeeld.
Op het Chileense veld, dat geacht werd de wedstrijd met forfeit te hebben gewonnen, werd een symbolische aftrap genomen en zelfs de netten werden opgeblazen.
Een paar incidenten waarbij de FIFA zwak is geweest, worden als volgt beschreven:
FIFA beboette beide partijen voor de wedstrijd Servië-Zwitserland op het WK 2018 in Rusland.
De FIFA maakte de straffen bekend van het disciplinaire onderzoek dat was ingesteld tegen de Albanese voetballers Xherdan Shaqiri en Granit Xhaka en teamcaptain Stephan Lichtsteiner, evenals de voorzitter van de Servische voetbalbond (FSS) Slavisa Kokeza en coach Mladen Krstajic voor de incidenten die plaatsvonden in de wedstrijd die op 22 juni werd gespeeld in Groep E en met 2-1 werd gewonnen door Zwitserland.
Shaqiri en Xhaka, die na hun doelpunten het gebaar maakten van de dubbelkoppige adelaar, het symbool van de Albanezen, kregen elk een boete van 10 duizend Zwitserse frank, Lichtsteiner kreeg een boete van 5 duizend, Kokeza en Krstajic kregen elk een boete van 5 duizend voor hun uitspraken na de wedstrijd en de FSS kreeg een boete van 54 duizend Zwitserse frank voor ongepast gedrag van de fans.
In een eerdere verklaring van de FIFA werd gesteld dat de doelpunten van Xhaka en Shaqiri een “politieke inhoud” hadden en daarom werd er een disciplinair onderzoek ingesteld.
Servisch-Albanese spanningen
Hoewel Kosovo zich op 17 februari 2008 eenzijdig onafhankelijk verklaarde van Servië, beschouwt Servië Kosovo, dat door 116 landen als onafhankelijke staat wordt erkend, nog steeds als zijn eigen grondgebied.
Om deze reden veroorzaakten de doelpunten van Shaqiri en Xhaka, Albanezen van Kosovaarse afkomst, en de Kosovaarse vlag op Shaqiri’s laars een grote reactie in de Servische publieke opinie.
Zwitserse straffen
Het is niet alleen op het veld waar Zwitserland tot nu toe spectaculair is geweest op het Europees Kampioenschap. De prestaties van de Zwitserse fans in de eerste drie groepswedstrijden waren ook geweldig. Met enorme fanmarsen voorafgaand aan de twee wedstrijden in Keulen en het enthousiasme van tienduizenden fans in de stadions heeft Zwitserland in heel Europa voor een sensatie gezorgd.
Deze golf van enthousiasme heeft nu echter financiële gevolgen voor de Zwitserse voetbalbond.
Een groot aantal boetes van de UEFA heeft de Zwitserse voetbalbond bereikt.
De bond zal in totaal zo’n 95 duizend euro moeten betalen voor het gedrag van haar toeschouwers. Het gaat vooral om het gooien van rondvliegende bierglazen van Zwitserse toeschouwers op het veld.
Verrassend genoeg komt de grootste boete van de gewonnen wedstrijd tegen Hongarije – 41 duizend euro.
“Vooral na het doelpunt van Breel Embolo met 3:1 vielen de glazen op het veld.
******************
We zullen zien. Wat gaat de UEFA Merih Demiral en de Turkse nationale ploeg straffen?
Volgens de laatste berichten heeft de UEFA onze voetballer voor 2 wedstrijden gestraft of zal dat nog doen. Dat schrijft de Duitse krant Bild. Onze voetbalbond liet echter weten dat het nieuws niet klopt, omdat de UEFA tot vanmiddag wacht op de verklaring van Turkije en waarschijnlijk vanmiddag de beslissing neemt.
Sırdaşı ve danışmanı Gölge Adam ile görüşen Karaçay, her yıl artmakta olan sıcaklıkların etkisini ve bıraktığı izleri sizlere sunuyor.
Soğuk Hollanda’dan, sıcaklık aramak için Mersin’e gidenler, daha sonra serinlik arama ihtiyacı hissediyorlar.
Sıcaklık öyle bir hal alıyor ki, insanlar psikolojik bunalım geçiriyorlar.
Dağ evlerine sığınanlar bile, yayla serinliğini bulamıyorlar.
Gölge Adam, sıcaklığın yarattığı bunalımın nedenlerini ve çarelerini anlatıyor.
(Haberin Hollandacası en altta)
Nederlandse versie van het bericht is onderaan)
İlhan KARAÇAY sordu, GÖLGE ADAM anlattı:
Değerli okurlarım,
Türkiye’de yapılan 31 Mart yerel seçimlerinde oy kullanmak ve ardından da bir bahar dinletisi yapmak için, 29 Mart günü Mersin’e gitmiştim.
Barınacağım yer, Toros dağlarındaki bir yaylada yaptırdığım evdi.
Geçen yıl da aynı yayla evinde ağustos ayında kadar uzanan bir tatil yapmıştım.
‘Yayla’ denince, insanın aklına ilk gelen ‘serinlik’tir.
Mersin şehir merkezinde hava sıcaklığı 32 ise, denizden 950 metre yüksekte olan bizim yaylamızdaki sıcaklık, normalde 26 derece olur. Geceleri Mersin’deki sıcaklık 26 ise, yayladaki sıcaklık 20 derece olur.
Yukarıdaki derecelere bakıldığı zaman, yaylada yaşamanın, Mersin’de yaşamaktan daha kolay olduğunu anlarsınız. Bu nedenle önbinlerce Mersinli ve civar illerden gelenler, yaz aylarından yaylaları doldururular.
Ne var ki, geçem yıl Mersin’de baş gösteren, gölgede 46 derecelik sıcaklık, bizim yaylamızda 38 dereceyi bulmuştu. İzolasyonu mükemmel olan yayla evimizin içindeki sıcaklık da 38 derece idi.
İnanır mısınız, koltuğa değil oturmak, koltuğa el değdirdiğim zaman elim yanıyordu.
Anlayacağınız o evde o şartlarda yaşamak gerçekten imkânsızdı.
O sırada Hollanda’da bulunan eşime durumu anlatırken, eşimden gelen uyarı beni rahatlattı.
Eşim, “Hilton’a taşın o zaman” demişti.
Sağolsun, Adana ve Mersin Hilton’da Genel Müdürlük yapan dostum Abdurrahman Topak’ı aradım. Sıcaklar normale dönünceye kadar otellerinde barınmak istediğimi söyledim. Dost kıyağı bir fiyatla Hilton’da 5 gece geçirdim. Sıcaklığın normale dönmeyeceğini anlayınca da, Hollanda’ya dönüş kararı aldım ve Hilton’dan Adana Şakirpaşa Havalimanın’na giderek Hollanda’ya uçtum.
Biliyorum, çoğunuz, “İyi de oraya bir soğutucu klima yaptıramadın mı?” diye soracak.
Buna cevabım şu olacak: ‘Allah Allah, dağda yaylada bulunan eve klima mı gerekir?’
Geçen yılki sıcaklık dalgasının, bu yıl da, belki de daha fazlasıyla devam edeceğini bildiğim için, bu yıl mart ayında gelip, mayıs sonunda dönmeyi planlamıştık. Öyle de yapmaya çalıştık. Nisan ve mayıs ayındaki yayla serinliği gerçekten çok hoştu. Ne var ki haziran gelince sıcaklıklar yeniden yükselmeye başladı.Eşim çok sıkıntı çekiyordu. Hollanda’dan kızım Vahide’yi, annesini Hollanda’ya götürmek üzere Mersin’e çağırdım. Onlar haziran başında Hollanda’ya döndüler. Ben ise, akraba ve arkadaşlar ile daha rahat görüşme sağlayacak günleri bekledim. Ne var ki sıcaklıklar birden bire yükselmeye başladı.
Bende bir tuhaflık belirlenmeye başladı.
Yaşamı boyunca, hiçbir mücadeleden kaçmayan, badirelere karşı korkusuzca direnç gösteren, morali hiç bozulmayan ve psikolojisi de her zaman güçlü olan İlhan Karaçay’da, bir sıcaklık fobisi baş göstermişti.
Buna rağmen, bu kez Hilton’a taşınma yerine, Hollanda’ya ‘sığınma’ kararı aldım. Bu ‘sığınma’ tabii ki ‘iltica’ sığınması değil, sıcaktan serinliğe sığınmasıydı.
Öyle de yaptım. Mersin’in Toroslar’daki yaylasından Hollanda’ya geldiğim zaman hissettiğim serinlik bana yararlı oldu ve huzurum yerine geldi.
Hollanda’da kaldığım ilk dört beş gün, ağzımdan en çok, ‘Oooooh be, bu ne serinlik be’ lafı çıkıyordu.
Geçen yıl ve bu yıl yaşadığım sıcaklık ’felaketi’, beni o kadar derinden yaralamıştı ki, bu konuyu açıklığa kavuşturmak için ‘Bir bilen’ ile konuşmaya karar verdim.
Biliyorsunuzdur, benim ‘Bir bilenim’, çok yakın bir dostum olan Gölge Adam’dır.
Sordum Gölge Adam’a: Mersin gibi sıcak bir bölgede doğmuş ve 25 yaşına kadar yaşamış bir kişi, aynı yere her yıl gittiği halde, sıcaklardan neden bu kadar etkilendi. Sıcaklığın getirdiği rahatsızlıklar nelerdir?
Aldığım yanıt şunlar oldu:
Hava sıcaklığının insan psikolojisi üzerinde önemli etkileri olduğu malumdur. Yüksek sıcaklıklar, sadece fiziksel rahatsızlıklara neden olmakla kalmaz, aynı zamanda ruh hali ve zihinsel sağlık üzerinde de olumsuz etkiler yaratır.
Öncelikle, yüksek sıcaklıkların insanlarda fiziksel rahatsızlıklara yol açabileceği iyi bilinmektedir. Bu rahatsızlıklar arasında baş ağrısı, susuzluk, yorgunluk ve uyku problemleri yer alır. Bu fiziksel belirtiler, bireylerin günlük yaşamlarını zorlaştırarak stres seviyelerini artırabilir ve genel huzursuzluk yaratabilir.
Psikolojik açıdan, sıcak hava insanların ruh hallerini ve davranışlarını olumsuz yönde etkiler. Araştırmalar, sıcaklıkların artmasıyla birlikte insanların daha huzursuz, sinirli ve agresif olma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bu durum, toplumsal ilişkilerde çatışmalara ve bireysel anlamda ruhsal bunalıma neden olabilir. Sıcak hava, özellikle uzun süreli maruz kalındığında depresif belirtileri ve anksiyete düzeylerini artırabilir.
Buna ek olarak, yüksek sıcaklıkların uyku kalitesini olumsuz etkilediği de bilinmektedir. Yetersiz ve kalitesiz uyku, zihinsel sağlığı doğrudan etkileyerek dikkat dağınıklığı, unutkanlık ve karar verme yetilerinde azalmaya yol açar. Bu durum, kişinin iş performansını ve genel yaşam kalitesini düşürür.
İklim değişikliği ve küresel ısınma gibi uzun vadeli sıcaklık artışlarının da bireyler üzerinde kalıcı psikolojik etkiler yaratabileceği öngörülmektedir. Sürekli sıcak hava dalgaları, insanlarda kronik stres ve endişe yaratabilir, bu da uzun vadede ciddi ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilir.
Sonuç olarak, hava sıcaklığının insan psikolojisi üzerinde önemli ve çoğu zaman olumsuz etkileri vardır. Bu etkileri minimize etmek için bireylerin serin ve rahat ortamlarda bulunmaları, yeterli sıvı alımı ve düzenli uyku gibi önlemler alması önemlidir. Ayrıca, toplumsal düzeyde de sıcak hava dalgalarına karşı koruyucu önlemlerin artırılması, halk sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.
Sıcak hava gerçekten de insanların stres seviyeleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Bu olgu çeşitli şekillerde açıklanabilir:
Fizyolojik Etkiler
Sıcaklık ve Fizyolojik Stres: Ortam sıcaklığı yükseldiğinde, vücut sabit bir iç sıcaklığı korumak için daha fazla çalışmak zorunda kalır. Bu, terleme ve kalp atış hızının artması yoluyla gerçekleşir ve bu da vücut için stres anlamına gelir.
Uyku bozukluğu: Sıcak hava uykuyu bozabilir. Uyku eksikliği, ana stres hormonu olan kortizol seviyelerinin artmasına neden olur ve kişinin stresle başa çıkma yeteneğini azaltır.
Psikolojik Etkiler
Artan Tahriş ve Saldırganlık: Araştırmalar, insanların daha sıcak koşullarda daha çabuk tahriş olduklarını ve saldırganlaştıklarını göstermiştir. Bunun nedeni, daha kısa sigortalara ve daha fazla çatışmaya yol açan sıcaklığın neden olduğu rahatsızlık olabilir.
Bilişsel Yorgunluk: Isı, bilişsel işlevleri de etkileyerek konsantrasyonu ve karar vermeyi zorlaştırabilir. Bu durum, özellikle zihinsel çaba gerektiren durumlarda stres hissinin artmasına yol açabilir.
Sosyal ve Çevresel
Değişen Sosyal Etkileşimler: Yüksek sıcaklıklar insanları kapalı alanlarda kalmaya teşvik ederek sosyal etkileşimleri ve aktiviteleri azaltabilir. Bu izolasyon, stresin ve yalnızlık hissinin artmasına neden olabilir.
Çalışma Ortamı Üzerindeki Etkisi: Sıcak koşullarda çalışmak, özellikle de yeterli soğutma yoksa, çalışanlarda stres seviyelerinin artmasına neden olabilir. Bu durum özellikle fiziksel olarak zorlayıcı işler içeren veya açık havada yapılan meslekler için geçerlidir.
Isı stresini yönetmek
Hidrasyon ve Dinlenme: Susuz kalmamak ve serin bir ortamda düzenli molalar vermek çok önemlidir. Bu, vücudun iyileşmesine yardımcı olur ve fizyolojik stresi azaltır.
Yaşam Ortamında Ayarlamalar: Klima, vantilatör kullanmak ve gölgeli alanlar oluşturmak sıcağın etkisini azaltmaya yardımcı olabilir.
Aktivitelerin Uyarlanması: Yorucu fiziksel aktivitelerin sabahın erken saatleri veya akşamın geç saatleri gibi günün daha serin bölümlerinde planlanması, ısı stresini en aza indirmeye yardımcı olabilir.
Sıcak havanın, hem doğrudan fizyolojik etkiler hem de dolaylı psikolojik ve sosyal faktörler yoluyla insanların stres düzeyleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olabileceği açıktır. Sıcağın etkileriyle bilinçli bir şekilde başa çıkarak ve uygun önlemler alarak, sıcağın stres düzeyleri üzerindeki olumsuz etkileri azaltılabilir.
Gölge Adam’a bu açıklamasından ötürü teşekkür ettim ama, yine de tam olarak tatmin olmadığımı söyledim. Bu konuyu biraz daha irdelemesini rica ettim.
İşte aldığım destek yanıt:
İklim Değişikliğinin Rolü
Küresel Isınma ve Artan Sıcaklıklar: İklim değişikliği, dünya genelinde sıcaklıkların artmasına neden oluyor. Bu durum, sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde birçok bölgede daha sık ve yoğun sıcak hava dalgalarının yaşanmasına yol açıyor. Artan sıcaklıklar, insanların iklim değişikliği konusunda bilinçlenmesini ve bu duruma karşı önlemler almasını daha da önemli hale getiriyor.
Sağlık Üzerindeki Etkiler
Fiziksel Sağlık Sorunları:
Sıcak Çarpması ve Dehidrasyon: Yüksek sıcaklıklarda uzun süre kalmak, sıcak çarpması riskini artırır. Ayrıca, vücudun sıvı kaybı dehidrasyona neden olabilir, bu da ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Kronik Hastalıklar Üzerindeki Etkisi: Kalp hastalığı, astım ve diğer kronik rahatsızlıkları olan kişiler, sıcak hava dalgalarından daha fazla etkilenebilir.
Psikolojik Sağlık Sorunları:
Anksiyete ve Depresyon: Sürekli yüksek sıcaklıklara maruz kalmak, anksiyete ve depresyon belirtilerini artırabilir. İklim değişikliği ve buna bağlı olarak yaşanan sıcak hava dalgaları, uzun vadeli psikolojik stres yaratabilir.
Uyku Bozuklukları: Yüksek sıcaklıkların uyku kalitesini düşürdüğü bilinmektedir. Bu da yorgunluğa, bilişsel işlevlerin zayıflamasına ve genel ruh hali bozukluklarına yol açar.
Sosyal ve Ekonomik Etkiler
Çalışma Verimliliği: Özellikle dış mekanlarda çalışan işçiler, yüksek sıcaklıklar nedeniyle daha fazla zorlanır ve bu da iş verimliliğini düşürür. Aynı zamanda, iş kazaları riski de artar.
Toplumsal İlişkiler: Yüksek sıcaklıklar, insanların daha az sosyal etkileşimde bulunmasına neden olabilir. Bu durum, sosyal izolasyonu artırabilir ve toplumsal bağları zayıflatabilir.
Önleme ve Yönetim Stratejileri
Kişisel Önlemler:
Hidrasyon: Yeterli miktarda su içmek ve vücudu nemli tutmak, sıcaklık stresini azaltmada önemli bir rol oynar.
Serinleme Yöntemleri: Klima veya vantilatör kullanımı, serin ortamlar oluşturmak ve güneşten korunmak, sıcak havanın etkilerini azaltır.
Aktivitelerin Planlanması: Fiziksel aktiviteleri günün daha serin saatlerinde yapmak, sıcak çarpması riskini azaltır.
Toplumsal Önlemler:
Yeşil Alanlar ve Ağaçlandırma: Şehirlerdeki yeşil alanların artırılması ve ağaçlandırma çalışmaları, şehir içindeki sıcaklıkları düşürmeye yardımcı olabilir.
Toplumsal Bilinçlendirme: Sıcak hava dalgalarına karşı toplumu bilinçlendirmek ve acil durum planları oluşturmak, toplumsal sağlığı korumada önemli adımlardır.
Sonuç
Sıcak hava dalgaları ve iklim değişikliği, hem fizyolojik hem de psikolojik sağlık üzerinde ciddi etkiler yaratabilir. Bu durum, bireylerin ve toplumların sıcaklık stresine karşı bilinçli ve hazırlıklı olmasını gerektirir. Alınacak kişisel ve toplumsal önlemlerle, sıcak havanın olumsuz etkilerini en aza indirmek mümkün olabilir.
Bu ek bilgiler, okuyucularınıza daha geniş bir bakış açısı sunarak, konunun önemini ve alınabilecek önlemleri daha iyi anlamalarına yardımcı olacaktır.
İLHAN KARAÇAY, DIE DE STRESS ERVAART DIE DE LUCHTTEMPERATUUR VEROORZAAKT BIJ LEVENDE WEZENS, VLUCHTTE VAN MERSIN (HOOGVLAKTE) NAAR HOLLAND (HOOGVLAKTE)…
In gesprek met zijn vertrouweling en raadgever Schaduw Man, presenteert Karaçay de effecten en sporen die de jaarlijks stijgende temperaturen achterlaten.
Degenen die vanuit het koude Nederland naar Mersin gaan op zoek naar warmte, voelen vervolgens de behoefte om verkoeling te zoeken.
De hitte wordt zo groot dat mensen last krijgen van psychische depressies.
Zelfs degenen die schuilen in chalets kunnen de koelte van het plateau niet vinden.
De Schaduwman geïnterviewd door İlhan Karaçay legt de redenen en remedies uit voor de depressie veroorzaakt door de hitte.
Beste lezers,
Ik ging op 29 maart naar Mersin om te stemmen voor de lokale verkiezingen in Turkije op 31 maart en daarna om een vakantie.
Mijn onderkomen was een huis dat ik gebouwd had op een plateau in het Taurusgebergte.
Vorig jaar augustus had ik in hetzelfde huis op het plateau vakantie gevierd.
Het eerste waar je aan denkt bij ‘plateau’ is ‘koelte’.
Als het in het centrum van Mersin 32 graden is, is het op ons plateau, dat 950 km. boven de zee ligt, normaal 26 graden. Als het ‘s nachts in Mersin 26 graden is, is het op de hoogvlakte 20 graden.
Als je naar bovenstaande temperaturen kijkt, besef je dat het op de hoogvlakte makkelijker wonen is dan in Mersin.
Maar de hitte van 46 graden in de schaduw, die vorig jaar Mersin had getroffen, was nu 38 graden op ons plateau. De temperatuur in ons perfect geïsoleerde hooglandhuis was ook 38 graden.
Geloof het of niet, mijn hand brandde als ik de fauteuil aanraakte, laat staan erop zat.
Zoals je kunt zien, was het echt onmogelijk om onder deze omstandigheden in dat huis te leven.
Terwijl ik de situatie uitlegde aan mijn vrouw, die op dat moment in Nederland was, troostte de waarschuwing van mijn vrouw me.
Mijn vrouw zei: “Verhuis dan naar het Hilton”. Dankzij haar belde ik Abdurrahman Topak, de General Manager van het Adana en Mersin Hilton. Ik vertelde hem dat ik in hun hotel wilde blijven tot de hitte weer normaal zou worden. Ik verbleef 5 nachten in het Hilton tegen een vriendelijke prijs. Toen ik me realiseerde dat de hitte niet meer normaal zou worden, besloot ik terug te keren naar Nederland en vloog van het Adana Şakirpaşa Airport.
Ik weet dat velen van jullie zullen vragen: “Nou, kon je daar geen verkoelende airco krijgen?”. Mijn antwoord hierop zal zijn: “Goh, heb je airconditioning nodig op een bergplateau?”.
Wetende dat de hittegolf van vorig jaar dit jaar zou aanhouden, misschien zelfs nog wel meer, hadden we gepland om dit jaar in maart te komen en eind mei terug te keren. Dat hebben we geprobeerd. De koelte van het plateau in april en mei was echt aangenaam. Maar toen juni aanbrak, begonnen de temperaturen weer te stijgen en had mijn vrouw veel last. Ik belde mijn dochter Vahide vanuit Nederland naar Mersin om haar moeder naar Nederland te brengen. Begin juni keerden ze terug naar Nederland. Ik wachtte op de dagen dat ik familie en vrienden gemakkelijker zou kunnen ontmoeten. De temperaturen begonnen echter plotseling te stijgen.
Ik begon iets vreemds aan mezelf te merken.
İlhan Karaçay, die nooit een uitdaging uit de weg ging, die onverschrokken weerstand bood, wiens moreel nooit verslechterde en wiens psychologie altijd sterk was, had een fobie voor hitte ontwikkeld.
Desondanks besloot ik deze keer, in plaats van naar het Hilton te verhuizen, ‘asiel’ te nemen in Nederland. Dit ‘asiel’ was natuurlijk geen ‘asiel’, maar een toevluchtsoord van de hitte naar koelte.
En dat deed ik. De koelte die ik voelde toen ik van het plateau van Mersin in het Taurusgebergte naar Nederland kwam, deed me goed en mijn gemoedsrust was hersteld.
De eerste vier of vijf dagen van mijn verblijf in Nederland was het woord dat het meest uit mijn mond kwam ‘Oooooh, wat een koelte’.
De hitte-‘ramp’ die ik vorig jaar en dit jaar meemaakte, heeft me zo diep gekwetst dat ik besloot met een ‘Kenner’ te praten om deze kwestie op te helderen.
Zoals je misschien weet, is mijn ‘iemand die weet’ de Schaduwman.
Ik vroeg de Schaduwman: Waarom iemand die geboren is in een hete streek als Mersin en tot zijn 25e levensjaar leefde, zo’n last had van de hitte, ook al ging hij elk jaar naar dezelfde plek. Wat zijn de kwalen die door de hitte worden veroorzaakt?
Het antwoord dat ik kreeg was als volgt:
Het is bekend dat de luchttemperatuur belangrijke effecten heeft op de menselijke psychologie. Hoge temperaturen veroorzaken niet alleen fysiek ongemak, maar kunnen ook negatieve effecten hebben op de stemming en de geestelijke gezondheid.
Ten eerste is het bekend dat hoge temperaturen fysiek ongemak kunnen veroorzaken bij mensen. Denk aan hoofdpijn, dorst, vermoeidheid en slaapproblemen. Deze lichamelijke symptomen kunnen het dagelijks leven van mensen bemoeilijken, het stressniveau verhogen en algemene onrust veroorzaken.
Psychologisch kan warm weer een negatieve invloed hebben op de stemming en het gedrag van mensen. Onderzoek toont aan dat mensen rustelozer, prikkelbaarder en agressiever worden naarmate de temperatuur stijgt. Dit kan leiden tot conflicten in sociale relaties en individuele mentale depressie. Warm weer kan depressieve symptomen en angstniveaus verhogen, vooral bij langdurige blootstelling.
Bovendien is het bekend dat hoge temperaturen een negatieve invloed hebben op de slaapkwaliteit. Onvoldoende slaap en slaap van slechte kwaliteit kunnen een directe invloed hebben op de geestelijke gezondheid en leiden tot afleiding, vergeetachtigheid en verminderde besluitvaardigheid. Deze situatie vermindert de werkprestaties en de algemene levenskwaliteit van de persoon.
Langdurige temperatuurstijgingen zoals klimaatverandering en opwarming van de aarde zullen naar verwachting ook blijvende psychologische gevolgen hebben voor mensen. Voortdurende hittegolven kunnen chronische stress en angst bij mensen veroorzaken, wat op lange termijn kan leiden tot ernstige psychische problemen.
Concluderend kan gesteld worden dat de luchttemperatuur significante en vaak negatieve effecten heeft op de menselijke psychologie. Om deze effecten te minimaliseren is het belangrijk dat mensen voorzorgsmaatregelen nemen, zoals een koele en comfortabele omgeving, voldoende vochtinname en regelmatig slapen. Daarnaast is het vergroten van beschermende maatregelen tegen hittegolven op sociaal niveau van groot belang voor de volksgezondheid.
Warm weer kan inderdaad een grote invloed hebben op het stressniveau van mensen. Dit fenomeen kan op verschillende manieren worden verklaard:
Fysiologische effecten
Wanneer de omgevingstemperatuur stijgt, moet het lichaam harder werken om de interne temperatuur constant te houden. Dit gebeurt door zweten en een verhoogde hartslag, wat stress voor het lichaam betekent.
Slaapstoornissen: Warm weer kan de slaap verstoren. Slaapgebrek leidt tot verhoogde cortisolniveaus, het belangrijkste stresshormoon, en vermindert het vermogen om met stress om te gaan.
Psychologische effecten
Toegenomen irritatie en agressie: Studies hebben aangetoond dat mensen sneller geïrriteerd en agressief worden in warmere omstandigheden. Dit kan te wijten zijn aan het door warmte veroorzaakte ongemak, wat leidt tot kortere lontjes en meer conflicten.
Cognitieve vermoeidheid: Hitte kan ook de cognitieve functies beïnvloeden, waardoor concentratie en besluitvorming moeilijk worden. Dit kan leiden tot een verhoogd gevoel van stress, vooral in situaties die mentale inspanning vereisen.
Sociaal en omgeving
Veranderde sociale interacties: Hoge temperaturen kunnen sociale interacties en activiteiten verminderen doordat mensen worden aangemoedigd om binnen te blijven. Dit isolement kan leiden tot meer stress en gevoelens van eenzaamheid.
Impact op de werkomgeving: Werken in warme omstandigheden, vooral als er onvoldoende koeling is, kan leiden tot meer stress bij werknemers. Dit geldt vooral voor beroepen die fysiek veeleisend werk met zich meebrengen of buiten zijn.
Hittestress beheersen
Hydratatie en rust: Het is heel belangrijk om gehydrateerd te blijven en regelmatig pauzes te nemen in een koele omgeving. Dit helpt het lichaam herstellen en vermindert fysiologische stress.
Aanpassingen aan de leefomgeving: Het gebruik van airconditioning, ventilatoren en het creëren van schaduwplekken kan helpen om de impact van hitte te verminderen.
Aanpassing van activiteiten: Het plannen van inspannende lichamelijke activiteiten op koelere delen van de dag, zoals vroeg in de ochtend of laat in de avond, kan helpen om hittestress te minimaliseren.
Het is duidelijk dat warm weer een aanzienlijke invloed kan hebben op het stressniveau van mensen, zowel door directe fysiologische effecten als door indirecte psychologische en sociale factoren. Door bewust om te gaan met de effecten van hitte en de juiste voorzorgsmaatregelen te nemen, kunnen de negatieve effecten van hitte op het stressniveau worden verminderd.
Ik bedankte de Schaduwman voor deze uitleg, maar ik vertelde hem dat ik nog steeds niet helemaal tevreden was. Ik vroeg hem om nog wat meer uit te weiden over deze kwestie.
Hier is het gedetailleerde antwoord dat ik kreeg:
De rol van klimaatverandering
Opwarming van de aarde en stijgende temperaturen: Klimaatverandering veroorzaakt een wereldwijde temperatuurstijging. Deze situatie leidt tot meer frequente en intense hittegolven, niet alleen in Turkije maar ook in veel andere regio’s over de hele wereld. Toenemende temperaturen maken het nog belangrijker dat mensen zich bewust zijn van klimaatverandering en maatregelen nemen tegen deze situatie.
Gevolgen voor de gezondheid
Fysieke gezondheidsproblemen:
Hitteberoerte en uitdroging: Langdurig verblijf in hoge temperaturen verhoogt het risico op een hitteberoerte. Bovendien kan het vochtverlies van het lichaam uitdroging veroorzaken, wat kan leiden tot ernstige gezondheidsproblemen.
Invloed op chronische ziekten: Mensen met hartaandoeningen, astma en andere chronische aandoeningen kunnen meer last hebben van hittegolven.
Psychische gezondheidsproblemen:
Angst en depressie: Voortdurende blootstelling aan hoge temperaturen kan symptomen van angst en depressie doen toenemen. Klimaatverandering en hittegolven kunnen langdurige psychologische stress veroorzaken.
Slaapstoornissen: Van hoge temperaturen is bekend dat ze de slaapkwaliteit verminderen. Dit leidt tot vermoeidheid, slecht cognitief functioneren en algemene stemmingsstoornissen.
Sociale en economische gevolgen
Efficiënt werken: Werknemers, vooral diegenen die buiten werken, zijn meer gespannen door de hoge temperaturen, wat de werkefficiëntie vermindert. Tegelijkertijd neemt het risico op arbeidsongevallen toe.
Sociale relaties: Hoge temperaturen kunnen ervoor zorgen dat mensen minder sociaal met elkaar omgaan. Dit kan sociaal isolement vergroten en sociale banden verzwakken.
Strategieën voor preventie en beheer
Persoonlijke voorzorgsmaatregelen:
Hydratatie: Voldoende water drinken en het lichaam gehydrateerd houden speelt een belangrijke rol bij het verminderen van hittestress.
Koelmethoden: Het gebruik van airconditioners of ventilatoren, het creëren van een koele omgeving en bescherming tegen de zon verminderen de effecten van warm weer.
Activiteiten plannen: Het uitvoeren van fysieke activiteiten op koelere tijdstippen van de dag vermindert het risico op een hitteberoerte.
Sociale voorzorgsmaatregelen:
Groene ruimten en bebossing: Het uitbreiden van groene gebieden en bebossingsactiviteiten in steden kan helpen om de temperaturen in de stad te verlagen.
Sociale bewustwording: Het publiek bewust maken tegen hittegolven en het maken van noodplannen zijn belangrijke stappen in het beschermen van de volksgezondheid.
Conclusie
Hittegolven en klimaatverandering kunnen ernstige gevolgen hebben voor zowel de fysiologische als de psychologische gezondheid. Deze situatie vereist dat individuen en samenlevingen zich bewust zijn van en voorbereid zijn op hittestress. Door persoonlijke en maatschappelijke maatregelen te nemen, kunnen de negatieve effecten van hittestress tot een minimum worden beperkt.
Deze extra informatie zal je lezers een breder perspectief geven en hen helpen het belang van de kwestie en de voorzorgsmaatregelen die kunnen worden genomen, beter te begrijpen.
“Diplomaside Kadın Günü” başlıklı bir yorum yazan Şule Perinçek, 42 yıl önce yayınlamış olduğum, “Büyükelçimiz Filiz Dinçmen Hollanda’da günün kadını” haberinin kupürünü buldu ve kullandı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 24 Haziran 2022’de, “Diplomaside Kadın Günü”nü kutlamaya karar vermişti.
Filiz Dinçmen’in 42 yıl önce Lahey’e büyükelçi olarak atanması çok gizli yürütülmüştü.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Arşivler, bir toplumun, kurumun veya bireyin geçmişteki faaliyetlerinin, kararlarının ve olaylarının belgelenmiş, saklanmış ve korunmuş kayıtlarıdır. Bu kayıtlar, yazılı belgelerden, fotoğraflara, haritalardan, ses ve video kayıtlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Arşivlerin önemi, çeşitli alanlarda çok belirgindir ve aşağıda bu önemi açıklayan bazı ana noktaları açıklıyorum:
Arşivler, tarihin doğru bir şekilde anlaşılmasına ve belgelenmesine olanak tanır. Tarihçiler, araştırmacılar ve akademisyenler, geçmişte yaşanmış olayları ve bu olayların etkilerini anlamak için arşivleri kullanırlar. Örneğin, 42 yıl önceki bir gazete haberi, bugün o dönemin toplumsal, ekonomik veya politik durumunu anlamamıza yardımcı olabilir. (Bugünkü konumuza 42 yıl önceki bir haber destek verdi)
Arşivler, bir toplumun kültürel mirasını ve kimliğini korur. Dil, sanat, gelenekler ve görenekler gibi kültürel unsurlar, arşivler sayesinde gelecek nesillere aktarılır. Böylece bir toplumun kültürel kimliği zamanla yok olmaktan korunmuş olur.
Arşivler, hukuki ve idari işlemler için kritik öneme sahiptir. Mahkemelerde delil olarak kullanılabilecek belgeler, mülkiyet haklarıyla ilgili kayıtlar ve kurumların idari kararları, arşivler sayesinde korunur ve gerektiğinde erişilebilir olur. Bu, hukuki süreçlerin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlar.
Arşivler, eğitim ve bilgilendirme amacıyla kullanılır. Öğrenciler ve öğretmenler, ders materyali olarak arşiv belgelerinden yararlanabilir. Aynı zamanda, medya ve yayıncılık alanında çalışanlar, haber ve program içerikleri için arşivlerden bilgi toplarlar.
Kurumlar, arşivleri aracılığıyla kendi geçmişlerini ve gelişim süreçlerini takip ederler. Bu, kurumsal hafızanın korunmasını ve yeni nesil çalışanlara kurum kültürünün aktarılmasını sağlar. Ayrıca, geçmişte yapılan hatalardan ders çıkararak gelecekte daha bilinçli kararlar alınmasına yardımcı olur.
Arşivler, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin izlenmesi ve belgelenmesi açısından da önemlidir. Bilim insanları, geçmiş araştırma ve deneylerin kayıtlarını inceleyerek yeni buluşlar ve ilerlemeler kaydedebilirler. Teknolojik inovasyonların tarihçesi, gelecekteki gelişmelere ışık tutar.
Arşivler, geçmişi koruma ve geleceği şekillendirme açısından vazgeçilmez kaynaklardır. Toplumlar ve bireyler için tarihsel bilinç ve kimlik duygusu yaratır, hukuki ve idari işlemler için gerekli belgeleri sağlar ve kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasına olanak tanır. Dolayısıyla, arşivlerin korunması ve erişilebilir kılınması, bilgi ve bellek toplumu olma yolunda atılan önemli bir adımdır.
42 YIL ÖNCEKİ HABER
42 Yıl önce, yurt dışına tayin edilen ilk kadın büyükelçimiz Filiz Dinçmen olmuştu.
Filiz hanımın göreve başlamasından hemen sonra, kendileriyle bir röportaj yapmıştım.
Türkiye gibi bir ülkeden, bir kadının büyükelçi olarak atanmasını ilginç bulan yarı devlet televizyonu NOS de bu röportaja katılmak istemişti.
Gerçekleştirmiş olduğum o röportaj Hürriyet gazetesinde, “Bayan büyükelçimiz geniş ilgi görüyor. Filiz Dinçmen Hollanda’da günün kadını” başlığı ile yayınlanmıştı. NOS Televizyonunun yayınından sonra, Filiz Dinçmen Hollanda gündemine oturmuştu.
Benim arşivimde bile belki kaybolmuş olan bu haberin küpürünü Aydınlık gazetesinde görünce çok şaşırdım.
Sibel Koç Güven’in hazırlamış olduğu ÜRETİM sayfasında yer alan haberi Şule Perinçek kaleme almış.
Şule Perinçek’in haberi de aşağıdaki kupürde görüldüğü gibi yayınlanmış.
Diplomaside Kadın Günü
2022’de BM Genel Kurulunun 76. Oturumunda, 24 Haziran “Diplomaside Kadın Günü” olarak kutlanmaya karar verildi. Son dönemde özellikle Asya ülkelerinde kadın hakları “sürdürülebilir kalkınma” açısınan da önemli görülüyor.
2022’de BM Genel Kurulunun 76. Oturumunda, 24 Haziran “Diplomaside Kadın Günü” olarak kutlanmaya karar verildi. Son dönemde özellikle Asya ülkelerinde kadın hakları “sürdürülebilir kalkınma” açısından da önemli görülüyor.
Üretime katkı açısından gökyüzünün ve yeryüzünün yarısı kadın emeği, kuşkusuz çok tayin edici. Türkiye’nin bu konudaki gerçek rakamlarına ulaşmak için elbette kayıt dışı rakamlarını da hesaba katmak gerekir. Özellikle tarım alanında ve KOBİ’lerde oranlar çok yüksek. Türkiye ekonomisinin belkemiğini bir anlamda her şart altında sağlam tuttukları da somut bir gerçek.
İlk kadın Büyükelçimiz Filiz Dinçmen,1982 yılında atandı.
DİPLOMAT ANNELER
Gelelim devlet yönetimine. Karar verici konumlara.
Türk kadını Cumhuriyet’in kuruluşuna etkin olarak katıldı. Seçme-seçilme hakkı tartışılırken ilk “evini yöneten kadın, köyünü de yönetebilir” anlayışıyla başlandı. Çok kısa süre sonra gerisi geldi.
Kadınların çalışma yaşamına girmesinin önü bir tek yasalarla tanınan haklarla açılmıyor. O “hakları” kullanabilme ortam ve koşullarının da birlikte yaratılması gerekiyor. Eskiyi besleyen köklerin sökülüp atılması gerekiyor.
30 yıl önce Kuzey Kore Cumhuriyeti’ne ilk gittiğimde en özendiğim konulardan biri olmuştu. Özellikle diplomat ve hekim anneler için çocuklarınızı gece yatısına ya da birkaç günlüğüne bırakabileceğiniz kreş ve yuvalar vardı.
Pek imrenmiştim. Çalışma saatlerimin belli olmadığı bir işim, daha doğrusu birkaç işim vardı, üstelik çok uzun sürelerle babamızın cezaevi yıllarında “tek anne” olarak yaşadım. Derginin bağlanacağı geceler, uzun süren toplantılar, iş gezileri, Parti işleri de eklenince üzerine ayrıntılı plan program gerekirdi. Onu bırakın her iş çıkışı kaç kez nefes nefese İstanbul trafiği en kısa sürede nasıl aşılır hesapları yaparken bütün geometri, matematik, fizik bilgilerimi müthiş geliştirmiştim. Şaka yapmıyorum. Örneğin geometri, adım hesaplama da çok işime yarardı. Yine de en sona kalırım, kreşin kapısında biri bir elinde, biri öteki elinde iki çocuğumla bekleyen öğretmene ne diyeceğimi bilemezdim.
Bu yaşanmışlıkların da yararı olmadı diyemem. Daha sonra halden anlayan, eksiksiz Parti programları hazırlamamıza yaradı.
Şimdi işler biraz daha kolay.
CAM TAVANLAR
Kadınların biraz da toplumsal koşullar nedeniyle müzakereci yanları, ikna yetenekleri, sorun çözme becerileri doğal olarak çok gelişmiştir. Bağımsız bir ülkenin eşit vatandaşı olmanın değerini iyi bilirler. Sorumluluk duyguları yüksektir. Yenilikçi ve alan açıldığında cesurdur. Kalıpların kırılmasına ihtiyaçları, yaşamlarının her alanında kendini dayattığı için meslek yaşamlarında da çok kolaylıkla uygularlar. Her meslekte bu özellikler önemlidir ama diplomatlıkta başarının koşullarıdır. Analık, çocuk doğurmamış olsanız bile, bir ananın çocuğu olmanız nedeniyle sahip olduğunuz bilgi ve görgü, sizi anavatana başka türlü bağlar. Ne yapar eder başarırsınız.
Ama yine de büyükelçilikte görünmeyen bir cam tavan vardır.
Benim okul yıllarımda bir tek Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dış İşleri Bakanlığı’na girilirdi. İlk kadın büyükelçilerimizi öğrencilik yıllarımdan anımsıyorum. En tepe çok geç zorlanmıştı. Tıpkı kaymakamlık gibi… Şimdi bizde oran nedir, bilmiyorum. Ama 2023’te dünyada kadın büyükelçi oranı 20.54.
İLLE DE KADIN OLSUN KADIN DİPLOMATLARIMIZA HAKARETTİR
Kuşkusuz yalnızca kadınların belli konumlara gelmesiyle bitmiyor iş. Bunu yalnızca bir “cinsiyet” meselesine indirgemek de kadınlara hakaret olur. Kadınları siyasi ve toplumsal düşünceleriyle bir bütün içinde ele almalıdır. Bazı durumlarda bir kadın yerine erkeği yeğlemek de mümkün oluyor. “Amaaan iyi ki o değil…” diye tahtalara vurduğum çok olmuştur.
Eşitsizlik kadar, kadın olsun çamurdan olsun anlayışı bir o kadar yanlış ve kadına ve ülkeye zarar vericidir.
Büyükelçi yapmakta hiç zorlanmayacağımız, aşan taşan o kadar kadın diplomatımız var ki… Türkiye’mizin işi kolay.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA GÖREVLER
Sürdürülebilir kalkınmada uluslararası ilişkiler de çok önemli.
Diplomaside Kadın Günü şöyle anlaşılmalı aynı zamanda: Diplomaside kadınlar için neler yapılabilir? Ekonomik, ticari, kültürel, toplumsal, iş-yaşam dengesi ve eğitim alanında gelişmelerinin önünün açılması, bilgi ve deneyimlerin paylaşılması diplomatlarımızın görevleri arasında düşünülmelidir.
Diplomatlarımız bütün milletimizin temsilcileridir.
Onlardan görev beklemek hakkımızdır.
Daha çok gereksinimi olana daha çok vermek yalnızca eşitliği sağlar…
TÜRKİYE YİNE ÖRNEK OLSUN
Diplomat kadınlarımızın 24 Haziran gününü kutluyorum.
Olmayanlara, liyakat koşullarında tez zamanda büyükelçilikler diliyorum.
Cam tavanlar Türkiye’mize hiç yakışmıyor.
Kıralım gitsin!
Yükselen Asya Çağının eşiğindeyiz.
Türkiye yine örnek olsun.
Yakışır
*************
Filiz Dinçmen, 1982 yılında Hollanda Lahey Büyükelçisi görevine getirilerek, Türkiye’nin ilk kadın büyükelçisi oldu. Bugün bile Dışişleri’nde çiçeği burnunda bir meslek memuru olarak kariyerlerine başlayan genç kadınlara ilham veren, 1939 doğumlu Dinçmen, meslekte kadın olmak konusunda yöneltilen soruları şu sözlerle yanıtlıyor: ‘Bilakis, kadın olarak eğer yetenekleriniz erkek arkadaşlarınkiyle aynıysa daha da avantajlı olduğumuzu gördüm. Kadınlar daha uzlaşmacı, ikna edici ve etkili olabiliyorlar. Bunun faydasını gördüm.’
Son görevi Vatikan Büyükelçiliği’nde kendisine Türkiye’nin aydınlık yüzü şeklinde hitap edilen Dinçmen, meslek hayatı boyunca kadınların katkısı olmadan ülkemizin kalkınmasının tam olarak gerçekleşemeyeceğine yürekten inanmıştır.
Filiz Dinçmen için daha sonra çok şeyler yazıldı. Dışişleri’ndeki gizli atama çalışmaları ile ilgili olarak en ilginç haberi , Arşiv Balıkçısı olarak anılan Ateş Yalazan yazdı.
Ateş YALAZAN (Arşiv Balıkçısı)
Hariciye’de cam tavanı kıran kadın
Bir kadın büyükelçinin Türkiye’yi temsil etmesi bugün için alışıldık bir durum. Ama çok yakın geçmişe kadar hiç de böyle değildi.
1982 yılına kadar Türkiye’nin hiç kadın büyükelçisi olmamıştı.
Filiz Dinçmen, bu alandaki ilk kadın olarak tarihe geçti.
29 Nisan 1982’de bu önemli haberi ilk olarak Hürriyet duyurmuştu.
“İlk kez bir kadın büyükelçi atadık” başlıklı haberi yazan Yavuz Gökmen, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’i havaalanında yakalamıştı. Dinçmen’in atanmasını sordu. Aldığı yanıt şöyleydi:
“Aman. Sakın bunu yazmayınız. Dışişleri’nde bu konu çok önemlidir. Agreman gelmeden açıklanırsa, atayacağımız ülke ürkebilir ve agreman vermeyebilir.”
Diplomaside, elçinin atanmasından önce o ülkeden alınacak onaya agreman deniliyordu.
29 NİSAN 1982
Türkmen, ilk kadın büyükelçiyi doğruluyor ama hangi ülkeye atandığının yazılmasını istemiyordu.
LAHEY’E ATANDI
Çok geçmeden agreman geldi ve Dinçmen, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak Hollanda’da göreve başladı. Bu gerçekten de Dışişleri’nde bir devrimdi.
Sedat Ergin’in yıllar sonra, 2019’da Hürriyet Pazar için hazırladığı “Dışişleri’nde gelecek kadınların” başlıklı yazısında Dinçmen önemli bir kilometre taşı olarak anılıyordu.
Bu habere göre 2019’da Türkiye’nin yurtdışında görev yapan 37 kadın büyükelçisi vardı.
Dinçmen, büyükelçi olarak ilk atandığı yıllarda, kadın diplomat sayısının artacağının aklından dahi geçmediğini anlatıyordu:
“O günkü koşullarda bugünkü noktaya erişebileceğimiz düşünülemezdi. Kuşkusuz çok heyecan verici ve ilerisi için çok umut verici bir durum.”
Dinçmen, Hollanda’da önemli bir rüzgar estirdi. Kraliçe Beatrix ile görüştü.
23 EKİM 1982
Ardından Hollanda Televizyonu hemen bir röportaj yaptı Dinçmen ile. (İlhan Karaçay’ın aynı zamanda Hürriyet için yapmış olduğu bu röportaj, Dinçmen’i Hollanda gündemine oturtmuştu.)
Büyükelçi, Türklerin sorunlarıyla ilgili Kraliçe ile ortak çalışma yapmayı kararlaştırdıklarını anlattı.
İlk kadın büyükelçimiz çok başarılı bir dönem geçirdi Hollanda’da.
Lahey’deki görevinin ardından Avrupa Konseyi Daimi Delegesi ve Dışişleri Sözcülüğü görevlerini yapacak, ardından ilk kadın müsteşar yardımcısı unvanını da kazanacaktı.
Vatikan Büyükelçiliği ile kariyerini noktalayan Dinçmen, kadınlara karşı keskin bir önyargının bulunduğu Hariciye’de cam tavanı kıran ilk kadındı.
Yavuz Donat, Sabah gazetesinde yazdı.
Yerinde araştırma yapan yazar, iki gün süren makalesinde, açılışın çok yakında olduğunu belirtti.
Bürokratik engellemeleri başarı ile yürüten işgüzarlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın tek sözüyle hüsrana uğrayacaklar.
Yavuz DONAT yazdı, İlhan KARAÇAY yorumladı:
Merhaba değerli okurlarım.
Tam 3 aydır Hollanda dışındaydım. Bu üç ay zarfında bir tek haber ve yorum yazamadım.
Başımdan geçenleri size uzun uzun yazacağım. Ama önce çok önemli bir haberi sizlere sunuyorum.
Sevgili hemşehrim, meslektaşım ve dostum Yavuz Donat, sırf siyasi çekişmeler nedeniyle yıllarca açılamayan Çukurova Uluslararası Havalimanı’nı incelemiş ve müthiş iki yazı kaleme almış.
Benim şahsen defalarca değindiğim, bölgecilik zaafiyeti nedeniyle sürüncemede kalan bu havalimanı, tabii ki yıllardır Yavuz’un da dikkatinden kaçmıyordu ama, o da hemşehrilerini kırmamak amacıyla sessiz kalıyordu.
Yıllar sonra tamamlanan ve açılışı defalarca ertelenen bu havalimanını, son günlerde dahi, ‘Adana Şakirpaşa Havalimanın’nı yedirmeyiz’ şeklindeki donkişotvari söylemler ile baltalamaya devam edenlere gerekli cevapları vermiştim.
Hatta, Mersin’in Yenice ilçesi sınırları içindeki bu havalimanını açtırmayacaklarını iddia edenlere, ‘Atı alan Yenice’yi geçti’ de demiştim.
Yavuz kardeşim, bu konuya açıklık getirebilmek için, iki günlük bir makale yayınladı.
24 ve 25 Haziran günleri yayınlanan bu makale, bazı bilinmezleri dile getirmiş ama, ‘Galip-mağlup’ tarafsızlığının etkisinde de kalmış. Zira, bir gün önceki yazısına şöyle son vermişti Donat kardeşim: “Aslında… Çok daha önce yapılmalıydı… 25-30 yıl önce.
Yapılamadı… Bir çok engel çıktı. Hayır… Ekonomik nedenler değil… Siyaset… Bölgesel çekişmeler.Uzun hikâye… Yarın anlatırız.”
Bir gün sonraki yazıyı merakla beklemiştim. Ne var ki, Donat kardeşim de, “Ekonomik nedenler değil… Siyaset… Bölgeselçekişmeler. Uzun hikâye…Yarın anlatırız” diye yazmıştı ama, maalesef o da siyasi ve bölgesel çekişmeleri yazmadı.
Yavuz kardeşimin iki günlük makalesini altta sizlere sunuyorum.
Ülkesini sevenleri mutlu eden bu makaleden sonra benim daha önce yayınladıklarımı da ekleyeceğim.
Eline, diline ve zihnine sağlık Yavuz kardeş.
Portakal çiçeği kokulu coğrafya modern ve büyük bir havalimanına kavuştu… Açılışa hazır.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu ile konuştuk… Açılış töreni için Cumhurbaşkanı Recep TayyipErdoğan‘dan tarih bekleniyor.
İhale aşamasından bitimine kadar… Havalimanın adı Çukurova Bölgesel Havalimanı idi.
İnşaat bitti… Tabelalar bile asıldı…
Yine: Çukurova Bölgesel Havalimanı.
Fakat… Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhteşem eserinson halini görünce… Karar verdi… Ve isim değişikliğine gidildi: Çukurova Uluslararası Havalimanı.
***
GURUR ABİDESİ
Havalimanını, Mersin Valisi Ali Hamza Pehlivan, HatayMilletvekili Hüseyin Yayman ve SABAH Gazetesi ÇukurovaBölge Temsilcisi Ersin Ramoğlu ile birlikte gezdik.
Beğendik… Hayran kaldık.
Türk müteahhidinin… Türk mühendis ve mimarlarının… Türk işçilerinin eseri.
Biliyoruz… Günlük sorunlar, enflasyon, emekli maaşı, hayat pahalılığı moralleri bozuyor.
Enseyi karartmaya gerek yok… Bu günler de geçer.
Ama… Unutmayalım… Türkiye’de güzel şeyler de oluyor… İşte Çukurova Uluslararası Havalimanı.
Bir gurur abidesi.
***
TALEP YAĞMURU
Havalimanı terminalinin büyüklüğü… 110 bin metrekare. Ticari alanlar… Lokantalar… Gümrüksüz satış mağazası… Eczane… Yöresel ürünler ve hediyelik eşya satış yerleri.
Tıpkı… İstanbul Havalimanı gibi. Global markalar yer kiraladılar… Dünyanın en ünlüleri.
Talep o kadar çok ki.
***
BÜYÜK TÜRKİYE’NİN RAKAMLARI
Havalimanı, 8 milyon metrekare arazi üzerinde.
Pist uzunluğu 3 bin 500 metre.
Dünyanın en büyük uçakları iniş-kalkış yapabilir.
Yıllık yolcu kapasitesi… 9 milyonun üzerinde. İhtiyaca göre kapasite artışı mümkün…Altyapı, üstyapı uygun.
Katlı otopark… 45 bin metrekare… Bin 500 araçlık… 7/24 kamera takip sistemi.
***
BASIN TOPLANTISI
Yurtdışından gelecek olan bir devlet adamı havalimanında basın toplantısı yapmak isteyebilir.
Ya da memleketine dönerken.
Cumhurbaşkanı Erdoğan… Veya bir siyasi parti lideri… Bakan… Havalimanında basın mensupları ile bir araya gelebilir.
Bunun için salon hazır… Modern… Konforlu.
Basın toplantısı salonunda kürsüye çıkan ilk kişi… Ben oldum… Hatıra fotoğrafı.
***
YENİ NESİL HAVALİMANI
Türkiye’de… Havalimanının apron kapısına kadar demiryolu hattı bulunan bir başka havalimanı var mı? Bilmiyoruz.
Bırakalım Türkiye’yi… Dünyada bile sayılı olsa gerek.
Çukurova… Akıllı/yeni nesil havalimanı. Her şey düşünülmüş.
***
KARGO TERMİNALİ
Çukurova… Türkiye’nin narenciye deposu.
Ayrıca… Her mevsim, her çeşit sebze.
Günümüzde… Kargo taşımacılığı çok önemli.
Bölgede… Hava kargo büyük ihtiyaçtı… Yılların kanayan yarası.
O nedenle kargo terminali de büyük tutuldu.
***
ÖZEL ODA
Cumhurbaşkanı… Havalimanında özel bir görüşme yapacaksa… Yabancı bir devlet başkanı ile konuşacaksa… Özel oda gerekiyor.
Hazır… Dayalı döşeli.
Çukurova’nın sıcağı malum… Ve bir de günün yorgunluğu… Dinlenmek için en ideal yer.
Yorgunluk kahvesini bu mekânda içtik.
***
PALMİYE KULE
Uçuş kulesi… 52 metre yüksekliğinde… Neye benziyor?
Çukurova’nın kebabı meşhur ya… Mühendislerden biri “Adana kebabına benziyor” dedi… Kahkahalar yükseldi.
Bölge sıcak… Palmiye için ideal iklim.
Öyle olunca… Kulenin neye benzediği belli… Palmiyeye.
***
YOLCU KÖPRÜLERİ
Çukurova… Ve Havalimanı ile ilgili anlatacak o kadar çok şey var ki… Bir güne sığacak gibi değil.
Yarın… Devam edeceğiz.
Adana… Mersin… Tarsus‘tan notlar.
Unutmadan… Yolcu köprülerinden de söz etmeliyiz… Hani körük dediğimiz havalimanı köprüleri.
Uçağın kapısına dayanıyor… Kışları yağmurdan, yazları güneşten koruyor.
Tam 8 yolcu köprüsü… Hepsi de yerli ve milli üretim.
TURİZM PATLAMASI Hamit İzol… Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı. “Kurban Bayramı’nın ardından yeni bir bayram daha geliyor” diyerek, sözebaşladı: Uluslararası Çukurova Havalimanı bayramı… Yıllardır bekliyordu… Nihayet hayalimiz gerçekleşti. Havalimanı demek… Yeni bir Mersin’in doğması demek. Sahil şehriyiz… Ama bir türlü turizm şehri olamadık… Turizm pastasından pay alamadık… Havaalanı ile birlikte Mersin’de turizm patlamasıolacak.
***
ANKET
Mersin… Gazeteci, sivil toplum lideri, lokantacı, çiftçi, şoför, otelci… Çarşı, pazar… Kamuoyu yoklaması… Anket… Nabız tuttuk.
Ekonomi… Değişmeyen gündem konusu.
Fakat… Halkın odaklandığı iki ayrı konu daha var… Herkesindilinde… Bölgenin beklentisi… Çılgın projeler… Yatırımlar.
Birincisi… Havalimanı… Yapıldı… Sorun çözüldü.
İkincisi… En az havalimanı kadar önemli… Mersin-Antalyasahil yolu.
Tüneller… Viyadükler… İnşaat devam ediyor… Çoğu bitti azıkaldı.
Bu büyük yatırım da tamamlanınca… Kim tutar Mersin’i?
***
ÇOK ÖNCE YAPILMALIYDI
Havalimanı, iki büyükşehir arasında… Adana ile Mersin.
Toplam… 4 milyon nüfus.
Ayrıca… Bölge, Türkiye‘nin Ortadoğu‘ya açılan kapılarından. Aslında… Çok daha önce yapılmalıydı… 25-30 yıl önce. Yapılamadı… Bir çok engel çıktı.
Hayır… Ekonomik nedenler değil… Siyaset… Bölgesel çekişmeler.
Uzun hikâye… Yarın anlatırız.
Abdullah Özdemir… Mersin Ticaret Borsası Başkanı… Sohbet… ÇukurovaUluslararası Havalimanı konusuna gelince dedi ki:
– Mutluyuz… Açılışını dört gözle bekliyoruz… Bizim için bayram olacak.
Mersin’de… Nereye gitseniz, kimi dinleseniz… Benzer sözler duyarsınız.
Abdullah Özdemir, “40 yıldır bekliyoruz” diyerek devam etti:
– Taze meyveyi, sebzeyi ihraç etmekte zorlanıyorduk… Şimdi kargo uçakları ile Batı’ya ürünlerimizi yollayacağız.
Çukurova Uluslararası Havaalanı demek, Mersin’in dünyaya açılması demek. Sevinçten uçuyoruz.
***
TARSUS
Mersin’in ilçesi… Nüfusu 350 binin üzerinde… Türkiye’nin 54 ilinin nüfusundan fazla. Selahattin Özbozkurt… 42 yıllık gazeteci… Yerel Son Manşet gazetesi. “Tarsus uçuşa geçecek” diyerek, söze başladı:
– Çukurova Uluslararası Havalimanı… Yılların hayali… Oh, çok şükür… Nihayet gerçekleşti.
-Bütün Tarsus, bir an önce açılmasını bekliyor.
– Kazanlı-Tarsus sahil bandı turizm bölgesi ilan edilmişti… Ama çivi çakılmadı… Havaalanı ile birlikte yerli, yabancı yatırımcıyağacak.
– Ürün çeşidimiz 70’e yakın… Narenciye, üzüm, domates, incir, kiraz, muz, patlıcan, kabak… Bereketli topraklar… Yere, bastonudik, seneye ağaç olsun. Havalimanı ile birlikte sabah kargo uçağına ürünü yükle, 3saat sonra Moskova’da… Almanya’da.
***
ADANA
Geçen yıl Adana’da bir ödül gecesindeydik… Sahneye davet edildik… Ödül almaya.
Bu sırada… Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar dostumuz, oturduğu yerden sesini yükseltti: Havalimanını Mersin’e kaptırdık Yavuz Abi… Yaz bunu.
Hani… Ne derler? Yürüme mesafesinde. Adanalı’nın beklentisi, mevcut havalimanının büyütülmesi idi.
Özetle; Mersin’deki, Tarsus’taki Çukurova Uluslararası Havalimanı sevinci Adana’da pek yok.
Veya… Şöyle söyleyelim… Adana’nın mutluluğu düşük yoğunluklu.
***
BURUK SEVİNÇ
Savaş Çokduygulu… Adanalı… Gazete sahibi… Yazar… 5 Ocak Gazetesi. “Alışmıştık” dedi: Havalimanı şehrin bitişiğinde… 5 dakika… Yakınlığına alıştık… Ulaşmak çok kolay… Bütün mesele bu. Evet, terminali çok eskidi… Adana’ya yakışmıyor… Bunu herkes kabul ediyor… Havalimanımız büyütülseydi… Yeni bir terminal binası yapılsaydı… Beklentimiz buydu. Ama olan oldu… ÇukurovaUluslararası Havalimanı’na alışacağız… Yapacak bir şey yok… Hayırlı olsun.
***
“BÜTÜN MESELE BU”
Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın… Otobana uzaklığı 11 kilometre.
Tarsus’a… 15 kilometre.
Adana’ya… 35 kilometre.
Mersin’e daha uzak… 45 kilometre.
Mersinli… Sevinçten uçuyor.
Adanalı ise… Komşu kapısı yakınlığındaki havalimanına alışmış…
35 kilometre uzun geliyor. Savaş Çokduygulu’nun söylediği gibi… “Bütün mesele bu.”
***
ASRIN DEPREMİ İNŞAATI ETKİLEDİ
Aslında… Daha önce bitebilirdi… Fakat… Asrın depremi havalimanı inşaatını da etkiledi.
Hayır… İnşaatta en ufak hasar yok. Ama… Çalışan 2 bin 200 işçiden yüzde 85’i deprem olan illerden gelmişlerdi… Hatay… Adıyaman… Osmaniye… Kahramanmaraş’tan.
Kiminin evi yıkılmıştı… Kiminin annesi veya babası… Ya da çocuğu… Eşi… Bir akrabası… Enkaz altında kalmıştı. Dev şantiyede 175 mühendis çalışıyordu… Bir kısmının deprem bölgesinde yakınları vardı.
Çalışanların çoğu gidince… Havalimanı inşaatı da aksadı.
***
YARALARI SARMA SEFERBERLİĞİ
Asrın depreminin sabahında… Havalimanının şantiye şefi Ferhat Güney, hemen AFAD’ı… Kızılay’ı... Depremin vurduğu illerin valilerini aradı: Bize hangi görevler düşüyor?
İş makineleri… Sokak aydınlatacak kapasitedeki jeneratörler… Arama kurtarma ekipleri deprem bölgesine hareket ettiler.
Aynı gün… Bir TIR yiyecek… Bir TIR giyecek… Depremzedelere yetiştirildi.
Havalimanındaki personele ait banyolu konteynerler… Prefabrik yemekhaneler… İşçi yatakhaneleri… Mobil sağlık istasyonu… Son hızla Hatay’a, Kahramanmaraş’a ulaştırıldı.
***
YEŞİL
Havalimanında… Yeşil alan 3 milyon metrekare… Portakal ağaçlarıbile var.
Peyzaj… Otomatik sulama… 80 bin metrekare.
Dolaşmaktan… Ayaklarımıza kara su indi desek yeridir… Hele de bu yaz sıcağında.
***
VE BETON
Havalimanında… 36 ayrı yapı var.
Polis merkezi… Jandarma… Nizamiye... Gümrük… Say say bitmiyor.
Unutmadan… Beton alandan söz etmedik… Apron… Yollar… Toplamda… 2 milyon 900 bin metrekare betonalan.
***
YARIN
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yarınhavalimanını açıyorum”dese… Ertesi gün uçuşlar başlayabilir… Yurt içi… Yurt dışı.
Ekipler hazır. “Yarın” derken… Sözgelişi… Zira yarın açılması söz konusu değil. Fakat… Çukurova halkı gerçekten hemen açılmasını arzu ediyor.
“Havalimanındayız” yanıtını verince… Sitem eden edene:
– İnsan, bir haber verir… Ben de gelir, görürdüm.
Gerçekten… Görülmeye değer bir eser.
Emeği geçenleri kutluyoruz.
ŞAHSIMIN DAHA ÖNCE YAYINLADIKLARINDAN.
13 YILDIR BALTALANDIKTAN SONRA AÇILMA AŞAMASINA GELEN, ÇUKUROVA HAVALİMANI, HÂLÂ BALTALANIYOR…
Yapımında olduğu gibi, açılışı da sabote nedeniyle onuncu defa ertelenen havalimanı gına getirdi.
Çukurovalılar, gerçekleşmemesi için kuyusu kazılan havalimanının açılış gününü merakla bekliyorlar.
Havayolu, havalimanı, taşımacılık ve turizm konularını bilmeden ahkâm kesenler de bıktırdılar.
Hemşehricilik, ilkel bir davranıştır. Önemli olan, yöre halkına ve iş dünyasına yarar ve rahatlık sağlamaktır.
Yüzbinlerce gurbetçi, direkt uçuşlar için daha elverişli olacak yeni havalimanının faaliyete geçmesini bekliyor.
Donkişot gibi, yeldeğirmenleri ile savaş yapanların çığırtkanlığı boşa gidecek ve Atı alan Üsküdar’ı değil, Yenice’yi geçecek.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Adana’nın çekilmez trafiği nedeniyle, Çukurovalılar’ın kâbusu haline gelmiş olan, uçak yolculuklarına kolaylık ve ülke turizmine de katkı amacıyla plânlanan Çukurova Havalimanı projesi, nihayet 13 yıl sonra tamamlandı.
Teknik çalışmalar ve taşınma işleminden sonra, yani yakında faaliyete geçmesi beklenen Çukurova Havalimanı, 13 yıl önce başlatılan proje aşamasındayken, bazı Adana milletvekilleri tarafından, sırf hemşehricilik ilkelliği nedeniyle baltalanmaya başlanmıştı.
Çukurova Havalimanı’nın tam 13 yıldır, projeyi üstlenen yatırımcıların işi savsaklamalarının ardında da bazı Adana milletvekilleri yer alıyordu. Projeyi üstlenen müteahhit firmaları çeşitli şekillerde caydırma oyunlarında parmağı olan milletvekilleri, bu anlaşılmaz pespayeliği, birkaç esnafın menfaatini korumak ve haliyle oy avcılığı için için yapıyorlardı.
Baltalamanın bir başka nedeni de Adana-Mersin çekişmesinin yarattığı hemşehricilik ilkelliğiydi.
Hâlâ çığırtkanlık yapmakta olan, ve daha önce de adını açıklamaktan imtina ettiğim bir CHP Adana Milletvekili söyleyeceklerim var.
Oturun yerinize sayın Milletvekili!
Seçmen memnuniyeti için, Çukurova Havalimanı düşmanlığına tevessül etmeyin.
Havayolu, havalimanı, taşımacılık ve turizm konularını bilmeden ahkâm kesmenin bir faydası yok.13 yıldır sürüncemede kalan Çukurova Havalimanı açılma aşamasındayken hâlâ, ‘Adana havalimanı kapatılmasın’ çığırtkanlığı artık işe yaramayacak.
CHP’de 60 yıl önce Gençlik Kolu Başkanlığı yapmış, ancak tarafsızlığını korumuş bir gazeteci olarak, şimdi taraf gibi görülebilirim.
Size tavsiyede bulunmak haddim olmayabilir ama, son beyanatınızdaki, “AKP iktidarının sözleri gibi Adana Havaalanı’nı da yutmasına izin vermeyeceğiz, havaalanımızı kapattırmayacağız.” şeklindeki sözleriniz ile tam bir Donkişotluk yapmışsınız. Bu sözlerinizle Recep Tayyip Erdoğan’ı mı korkutacaksınız?
Böyle ucuz politika yapmak bir CHP’liye hiç yakışmıyor. Yanında çok becerikli ve başarılı bir medya danışmanı kanalıyla, diğer faaliyetlerini kamuoyuna duyurabilen bu milletvekilinin, böylesi ucuz politikalara tevessül etmesi hiç de doğru değil.
Hemşehricilik, ilkel bir davranıştır. önemli olan, tüm yöreye hizmet ve devlet yararıdır.
Ama boşuna boşuna nefes tüketilmesin, Atı alan Üsküdar’ı değil, Mersin Yenice’yi geçti… (Mersin il sınırları içinde olan Çukurova Havalimanı, Yenice ilçesindedir)
Biliyoruz, Çukurova Havalimanı’nın açılacak oluşuna en çok karşı çıkan esnaf grubunu taksiciler oluşturuyor.
Mersin il sınırları içinde kurulacak olan Çukurova Havalimanı’nın taksi işletmeciliği, Adana’dan Mersin’e geçmiş olacak. Kaldı ki, yapılan ön tartışmalarda, bu işin iki şehir taksicileri arasında paylaşılabileceği konuşulmuştu.
Adana Havalimanı etrafında bulunan esnafların da hoşuna gitmeyen bu durum, Adana milletvekili için bir baskı unsuru oldu. Hemşehricilik ilkelliğinin yanında, seçimlerde oy kazanmak uğruna, Çukurova Havalimanı’nın açılmasını önlemek için hâlâ büyük çabalar sarfeden milletvekili, ihale olaylarındaki bir yığın olumsuzluğu dile getirdikten sonra hâlâ çığırtkanlık yapıyor ve “Yıllık 5-6 milyon insanımızın güvenle kullandığı Adana Havaalanı’nı size kaptırmayız” diyor.
Bu milletvekili, ‘Adana Havaalanı’nı kaptırmayız’ derken, asıl kimlere hitap ediyor biliyor musunuz?
Hükümete mi? Tabii ki hayır.
Müteahhitlere mi? Bu da hayır. ‘Size kaptırmayız’ dediği kitle tabii ki Mersinlilerdir.
BASKILAR
Çukurova Havalimanı’nın yapımında yaşananlar tabii ki çok tuhaf ve üzücüdür. Önce işletmeci olacak müteahhitlere verilen ihaleler, çeşitli nedenlerle maalesef tamamlanamadı. Daha sonra bu iş devlet işletmesine bırakıldı ama bu kez taşeron müteahhitler su koyverdiler.
Çukurova Havalimanı’nın faaliyet geçmesinden sonra, Akdeniz sahillerimizin batısında gelişecek olan turizm hareketi, Akdeniz’in doğusunda da canlanacaktı. Bunun için bir proje hazırlanmıştı.
Mersin’in doğu kesiminde yer alan bir alana (yani Tarsus ve Adana’ya yakın olan) 8 bin yatak kapasiteli tam 11 otel kurulması planlanmıştı. Bunun için bedava yer tahsis edilmiş ve otel inşası için firmalar belirlenmişti. Ama yine türlü nedenlerle bu proje de sallantıda kaldı.
Şimdiki durumu ile, yani kapasite ve pahalılığı nedeniyle, Almanya’dan birkaç sefer dışında, yurtdışından uçuş talebi alamayan Adana Havalimanı’na karşın, kapasite ve ucuzluğu nedeniyle ilgi çekecek olan Çukurova Havalimanı, Türk turizmi için büyük bir kazanç olacaktır.
Yüzbinlerce gurbetçi, direkt uçuşlar için daha elverişli olacak yeni havalimanının faaliyete geçmesini bekliyor. Yaklaşan yaz sezonu için, yurt dışındaki havalimanlarından slot izni almakta gecikmekte olan havayolu şirketleri de, Çukurova Havalimanı’nın açılma tarihini bilmek istiyorlar.
Önceleri otel kapasitesi düşük olan Mersin, şimdilerde yapılan ve yapılmakta olan oteller ile turizme açılmış olacaktır. Hele hele, devletin planladığı yeni 11 dev otelin gerçekleşmesi halinde, Antalya, Alanya, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Çeşme gibi yerlere bir alternatif teşkil edecek olan Mersin için, tabii ki yeni, modern ve cazibeli bir havalimanına ihtiyaç olacaktır.
Adana’da da turizmin gelişmesine yol açacak olan Çukurova Havalimanı projesi, bu nedenle çok önemlidir.
Bilinçsizce davranışlar ile, bu projeyi baltalamak isteyenler bu ilkel sevdadan vazgeçmeli.
YENİ HAVALİMANININ ÖNEMİ
TÜRSAB Başdanışmanı ve Havayolu Bilet Satışı ve IATA İhtisas Başkanı Numan Olcar, itirazcılara ders olacak nitelikte şunları söyledi:
“Havayollarının da ticari bir kuruluş olduğu unutulmamalıdır. Neticede havayolları da kar edeceği ve daha fazla yolcuya hitap edebileceği havalimanlarını tercih eder. Bu aşamada Adana Havalimanı’nın çalışmaya devam edeceği söylemleri yatırımcılar kadar bu işin önemli bir parçası olan Havayollarını da tedirgin etmektedir. Hiçbir havayolu aynı destinasyonda birbirine bu kadar yakın iki havalimanı için ne yolcularını bölmek nede aynı pozisyonlar için 2 değişik yapılanma ile maliyetlerini iki misli katlamak istemez.”
Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın, üçüncü dünya ülkesindeki bir kasaba havalimanı görüntüleri ile (Altta ve üstte solda) Çukurova Bölgesel Havalimanı görüntüleri (Altta ve üstte sağda)
Bakınız, Kalkınma Dergisi olan DergiPark’ta Muhammed Turğut ve İpek Gürsoy ne demişler: “Havalimanları bulundukları bölgenin kalkınma sürecinde önemli bir itici güç olarak görülmektedir. Bu sebeple, ülkeler yeni havalimanları inşa ederek ya da mevcut havalimanlarında iyileştirmeler yaparak gelişmişlik düzeylerini artırmayı hedeflemektedir. Bu çalışmada, yapımı tamamlanmak üzere olan Çukurova Bölgesel Havalimanının TR62 Düzey 2 Bölgesinde kalkınmaya yönelik olası etkileri incelenmiştir. Çalışma kapsamındaki veriler, bu bölgede yer alan Adana ve Mersin’in nüfus, göç, istihdam, turizm, sanayi ve ticaret verilerini içeren ikincil kaynaklardan elde edilmiştir. Araştırma sonucunda, Çukurova Bölgesel Havalimanının ülke hizmet ihracatına ve bölgenin hizmet sektörüne ciddi oranda katkı sağlayacağı öngörülmektedir. Yeni havalimanının bölgede öğrenim görmekte olan üniversite öğrencilerine staj ve benzeri olanaklar sağlaması, uçuş ağına yeni destinasyonların eklenmesiyle bölge turizmine canlılık kazandırması ve bölgeden ihraç edilen ürünlerin dış pazarlara açılmasını kolaylaştırması beklenmektedir. Ayrıca, bölgenin güçlü lojistik potansiyeline çok önemli bir altyapı sağlayarak bölgesel kalkınma bakımından olumlu etki yaratacağı düşünülmektedir.”
Lojiport’ta Mustafa İmrak ise şunları yazmış:
Çukurova Bölgesel Havaalanı ve muhtemel etkileri
Adana ve Mersin’in Çukurova açısından olduğu kadar Ortadoğu açısından da stratejik önemde olduğunu farklı yazılarımızda dile getirmiştik. Yeni havaalanı ile ilgili süreç büyük ölçüde tamamlandı.
Türkiye’nin önemli lojistik merkezlerinden biri olan Çukurova Bölgesi, tarım ürünlerinden sanayi mallarına kadar geniş bir yelpazede üretim yapmasıyla bilinir. Bölgenin ekonomik potansiyeli, tedarik zincirlerinin etkin yönetilmesi ve uluslararası ticaretin geliştirilmesi için stratejik bir konumda bulunmasını sağlar. Bu bağlamda, Çukurova Bölgesi’ne hizmet verecek bir havaalanının açılması, lojistik sektörü açısından büyük önem taşımaktadır.
Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın faaliyete geçmesiyle birlikte, bölgenin uluslararası ticaretteki rolü daha da güçlenecektir. Havaalanı, bölgenin üretim merkezlerinden ürünlerin dünya pazarlarına hızlı bir şekilde ulaştırılmasını sağlayacaktır. Özellikle tarım ürünleri gibi hızlı bozulan ve zamanında teslimat gerektiren malların taşınmasında hava yoluyla lojistik avantajlar sağlanacaktır.
Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın lojistik sektörüne sağlayacağı bir diğer katkı da tedarik zincirlerinin daha verimli bir şekilde yönetilmesine olanak tanımasıdır. Hava yoluyla taşımacılık, özellikle acil ve kritik malzemelerin zamanında teslimatını sağlayarak tedarik zincirlerinin kesintisiz işlemesine yardımcı olur. Bu da üretim süreçlerinin optimize edilmesi ve maliyetlerin düşürülmesi anlamına gelir.
Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın açılmasıyla birlikte, bölgedeki işletmelerin uluslararası arenada rekabet güçleri artacaktır. Hava yoluyla daha hızlı ve etkin bir şekilde mal taşınması, yerel işletmelerin küresel tedarik zincirlerine entegrasyonunu kolaylaştıracaktır. Bu da bölgedeki işletmelerin daha geniş pazarlara açılmasını ve ihracat potansiyellerini artırmasını sağlayacaktır.
Sonuç olarak, Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın açılması lojistik sektörü açısından büyük bir öneme sahiptir. Bölgenin uluslararası ticaretteki rolünü güçlendirecek olan havaalanı, tedarik zincirlerinin daha etkin bir şekilde yönetilmesine olanak tanıyacak ve yerel işletmelerin küresel rekabet güçlerini artıracaktır. Bu da bölgenin ekonomik kalkınmasına ve sürdürülebilir büyümesine katkı sağlayacaktır.
Yukarıdaki bu alan …………………………………. yukarıdaki gibi olabilirdi
Mersin’i, batı Akdeniz’e alternatif turizm bölgesi yapmak amacıyla projelendirilen, 8 bin yatak kapasiteli 11 otelin akibeti de mechul.
Bakınız bu konuda başlangıçtaki haberler nasıldı:
Mersin’in Tarsus ilçesinde altyapı çalışmaları tamamlanan ve tahsis sahibi 6 firmanın tesis yatırımlarını bekleyen Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, Akdeniz’in doğusunda bir turizm cenneti olacak.
Berdan Nehri’nin bir kolunun denize döküldüğü bölümün de içinde bulunduğu, çeşitli kuş türlerine ev sahipliği yapan Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, temiz denizi, 12 kilometrelik kumsalı ve yeşil dokusu ile dikkat çekiyor. 8 bin yatak kapasiteli toplam 11 otelin yapılacağı bölge, hizmete girdikten sonra Mersin ile Adana’nın turizmden hak ettiği payı almasına önemli katkılar sunacak ve 10 bin kişi buradaki tesislerde istihdam edilecek. Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın da tamamlanması ile bu coğrafyaya gelen turistler, yalnızca 10 dakika içerisinde oteller bölgesine ulaşabilecek.
Bölgede inceleme yapan Mersin Sanayicileri Ve İş Adamaları Derneği (MESİAD) Başkanı Hasan Engin, inşaatların başlaması için tahsis sahibi firma yöneticilerine çağrıda bulundu. Yatırıma engel tüm durumların ortadan kaldırıldığını belirten Engin, “Devlet Su İşleri (DSİ), Berdan Nehri’nin denize ulaştığı yerde 5-6 kilometrelik taşkın koruma setlerini tamamlamış durumda. 14 kilometrelik otoban kalitesindeki yolumuz tamamlanmış durumda. Turizm teşvikleri uygun safhaya geldi. Orada da bir sorun yok. Sayın Cumhurbaşkanımız da buranın temelini atmıştı seçimlerden önce ve yatırımcı firmaların başlayacağını söylemişti. Birkaç kez de uyarmıştı, ’Başlayın’ diye. Şu anda yatırımcı firmaların bahanesi kalmadı” dedi.
Mersin ve Adana kamuoyunun bu yatırımı merak ve heyecanla beklediğini dile getiren Engin, “Yolumuz, altyapı, kanalizasyon, arıtma tesisleri, telekomünikasyon, içme suyu hepsi tamamlanmış durumda, yatırımcıları bekliyoruz. Eğer bu yatırımcılar ille de ’Uzatacağız’ derlerse ya diğer yatırımcılara ya da yabancı yatırımcılara tahsis yapılmasını istiyoruz. Çok fazla tahammül kalmadı. Çok uzun zamandır bu proje ile ilgileniliyor. Havaalanı da yapılıyor, bittiğinde bunların başlaması değil, paralel başlamasını istiyoruz. Aynı anda bittiğinde bölgemize ve ülkemize hayırlı olur diye düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
HAYAL KIRIKLIĞI
Yukarıda okuduğunuz eski haberden anlaşılacağı gibi, Doğu Akdeniz’i bir turizm cenneti yapacak olan proje de sürüncemede kalmış oldu. Bedava arazi aldıkları halde, devletten daha çok fedakârlık bekleyen tahsis sahibi yatırımcılar, bu projeyi de baltalamış oldular. Ne diyelim, Mersin’in, daha doğrusu Çukurova’nın makus (kötü) talihi mi?
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
(Bekledik ve nihayet mutlu sonun birkaç hafta içinde gerçekleşeceğini, Yavuz Donat sayesinde öğrendik.)