KOCAELİ AYDINLAR OCAĞI YAZARI OĞUZ ÇETİNOĞLU, İLHAN KARAÇAY’IN, ADALET DİVANI’NDAKİ TÜRK HALISI HİKÂYESİNİ YAZDI.

KOCAELİ AYDINLAR OCAĞI YAZARI OĞUZ ÇETİNOĞLU, İLHAN KARAÇAY’IN, ADALET DİVANI’NDAKİ TÜRK HALISI HİKÂYESİNİ YAZDI.

 

İlhan Karaçay, İsrail’i yargıladığı için tüm dünyada adından söz edilen Adalet Divanı’ndaki Türk halısını gündeme getirdi.

İşte Çetinoğlu’nun İlhan Karaçay ile röportajı:

Hollanda’da Yaşayan Türk Gazeteci İLHAN KARAÇAY ile Milletlerarası Adâlet Divanı’ndaki TÜRK HALISI Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Sizin Lahey Yüksek Adâlet Divanı’ndaki halı ilgili haberiniz, İstanbul gazetelerinde yer almıştı. Konu hakkında neler söylemek istersiniz?

İlhan Karaçay: Bizim, Lahey Yüksek Adâlet Divanıolarak söz ettiğimiz ‘Barış Sarayı’na, Hollandalılar VredesPleis diyor. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, ‘Yüksek Adâlet Divanı’na taşınmıştı.

Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Milletlerarası Adâlet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya dâvet etmişti.

O zamanlar bütün dünyada sitayişle söz edilen ‘Barış Sarayı’nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan davasının önemi yanında, böylesi dünyaca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.

Malûmdur, o zamanlar ‘Haber atlatma’ yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı ‘Türk-Yunan’ davası değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.

Çetinoğlu: Günümüzdeki durum nedir?

Karaçay: İşte o halının hikâyesi, bu defa 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.

Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yâni 113 yıl öncesine dayanıyor.

Çetinoğlu: Anlatır mısınız?

Karaçay: 113 yıl öncenin yılı 1911 idi.

Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı Devleti tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.

Şimdi, tamirat ve tadilât için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi:

Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 113 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması için Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.’

Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzâkerelerin devam ettiği Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.

Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen film çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.

Çetinoğlu: İlgi çekici… Demek tören yapıldı. Neler konuşuldu?

Karaçay: Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: ‘Ecdadımızın 1907’deki dâvete icabetle 1911’de armağan ettiği tarihî Hereke halısı 113 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzâkere ve görüşmeye şahitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 113 yıl tarihe şâhit oldu.  Ecdadımızın Milletlerarası barışa desteğini o tarihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir cihan devletinden Avrupa’nın saygın bir devletine hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar Milletlerarası dostluk ve barış mesajını verecektir.’

İşte, hepimize gurur veren ve bundan sonraki gelişmeler ile alicenaplığımızı dünyaya ilân edecek olan ‘Hereke Halısının hikâyesi böyle.

Çetinoğlu: ‘Hereke halısı’ deyip geçebilir miyiz?

Karaçay: Asla. Tarihi olaydır. Yeni nesiller tarafından da bilinmesi gerekir.

Çetinoğlu: Sizden öğrenebilir miyiz?

Karaçay: İntihal (aşırma) yapmayacağım ama Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.

Çetinoğlu. Ne buldunuz?

Karaçay: Hollanda’nın Lahey şehrindeki Milletlerarası Adalet Divanı olarak hizmet veren Barış Sarayı’na, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın fermanı üzerine 1905’te hediye edilen, yaklaşık 162 metrekarelik Hereke halısı Aksaray’ın Sultanhanı ilçesinde restore ediliyor.

Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan, Aksaray’daki halı tamir atölyesinde düzenlenen basın toplantısında, Türkiye târihi için önemli yeri olan Sultanhanı Kervansarayı’nda olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.

Nadir Alpaslan, Barış Sarayı yapıldığı dönemde 40’tan fazla ülkenin yardımda bulunduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:

Osmanlı Devleti Sultan İkinci Abdülhamid Han döneminde Barış Sarayı’na, biraz sonra restorasyonuna başlanacak, Hereke halısını hediye etmiş. Bu halı ülkemizin kültürel ögeleriyle bezenmiş, ilmek ilmek dokunmuş çok özel bir halı. Halı restorasyon sürecinde yapıldığı dönemin teknik özelliklerine göre her bir ilmeği yenilenerek tekrar evine gönderilecek. Hereke halısı 100 yılı aşkın süredir Barış Sarayı’nda Japon Salonu’nda tarihe tanıklık etmektedir. Halımız, 1 yıl sonra bu çalışma bitip evine döndüğünde tarihe şâhitlik etmeye devam edecek.’

Alpaslan, bu eşsiz halının Türkiye’nin kültürel zenginliğini yansıtan önemli örneklerden biri olduğunu aktardı. Restorasyonun Türkiye’de yapılmasının önemli olduğuna dikkati çeken Alpaslan, Halı, 400 yılı aşan Hollanda ve Türkiye ilişkilerinin de somut bir göstergesidir. Halımızın restorasyonu uzman ekip ve geleneğe dayalı teknikler kullanılarak gerçekleştirilecek, her aşamada halının orijinal dokusu ve estetiğinin korunması için büyük hassasiyet gösterilecektir. Bu proje, halının restorasyonundan öte kültürel bir mirasın korunmasını da temsil etmektedir.” diye konuştu.

Alpaslan, halının restorasyonuyla dünya kültürel mirasına da katkı sunulduğunu vurguladı.
İçinde yaşanılan dünyada, barışa ve Adâlete ihtiyaç olduğunu anlatan Alpaslan, bütün dünyaya barış ve Adâlet gelmesi temennisinde bulundu.

Çetinoğlu: Bilenler elbette biliyor da… İnsanlarımızın çoğunluğu makine halısı kullanıyor. Onlara Hereke halısını nasıl tanıtırsınız?

Karaçay: Hereke halısı, dünyanın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Restorasyondan sonra dokunduğu dönemdeki kıymetine kavuşacaktır.

Çetinoğlu: Hollanda’dan restorasyon için gönderilirken tören yapıldı. Türkiye’de karşılamak maksadıyla da tören yapıldı mı?

Karaçay: Evet: Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands ise bir asırdan sonra halının Hollanda’dan tekrar Türkiye’ye restorasyon için geldiğini söyledi.

Halının hikâyesinin Türkiye ile Hollanda arasındaki güçlü bağların sembolü olduğunu belirten Wijnands, sözlerini şöyle devam etti:

Hereke halısı, dünyanın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Uzun süreli olması ve tarihi öneme sahip olması da ayrı bir güzel yanı. İki ülke arasındaki ilişkiler ve aramızdaki dostluk halıdaki ilmekler kadar sağlam ve güçlüdür. İki ülke arasındaki dostluk çok uzun yıllar öncesine dayanıyor. Seneye dostluk anlaşmasının 100. yılının kutlamasını yapacağız. Diplomatik ilişkiler de 400 yıl kadar geriye gidiyor. İki ülke arasında bu halıdan daha da fazla güzellikler var. Hollanda’nın Milletlerarası sembolü olan lâleyi, Türklerin getirdiği bilinir.’

Wijnands, 500 yıl önce Hollanda’nın bağımsızlığı için Türkiye’nin yardım ettiğini de vurguladı.

Konuşmaların ardından Bakan Yardımcısı Alpaslan ve beraberindekiler, halıyı inceledi.

Çetinoğlu: Konu açılmışken, biraz da Hereke Halı Fabrikası’ndan bahseder misiniz?

Karaçay: Kocaeli’de 1843 yılında kurulan Osmanlı emaneti olan ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ dokuma fabrikası, 181 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak millî saraylar için dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1.000.000 düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.

Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devletinin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu ismiyle faaliyetini devam ettiren fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başlandı.

Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk hayatını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka hâline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de armağanlara lâyık görüldü.

Çetinoğlu: Bu konuda hayli bilgi sâhibisiniz. Hereke’de üretilen halıları nerelerde görmek mümkün?

Karaçay: Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan İkinci Abdülhamid döneminde Alman İmparatoru Kaiser İkinci Wilhelm’in ziyareti vesilesiyle 1897 yılında Yıldız Şale Köşkü Muayede (Bayramlaşma) Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beylerbeyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adâlet Divanı ve Beyaz Saray’ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 181 yıldır faaliyetini devam ettiren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hâlâ millî saraylara halı dokumaya devam ediyor.

Çetinoğlu. Hereke halısının özelliklerinden de söz eder misiniz?

Karaçay: Hereke halısının özelliği: ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır

Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan târihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyasında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, Osmanlı halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda devam ettirilen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve halı sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Gayretli çalışmalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkeze alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim İlhan Bey

İLHAN KARAÇAY: 23 Aralık 1942 târihinde Mersin’de doğdu, gençlik yıllarında, ULUS Gazetesi’nde de haber ve yorum yazmağa başladı. Aynı zamanda, genç yaşına rağmen, Mersin’de ailece sâhip oldukları ve Pompeipolis adını koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin işletmeciliği de genç Karaçay’ın omuzlarında idi. Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir Yunan kapatanı hayatının rotasını değiştirdi. Bu kaptanın gemisi ile Çin’in Şanghay şehrine gittiğini öğrenir. Çin’de Mao’nun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır. Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. Karaçay üç arkadaşı ile birlikte gemiye işçi olarak girmeyi başarır. 1967’nin Haziran ayının ilk günlerinde başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir. Çin’e yolculuk geminin Süveyş Kanalı’nı geçtikten hemen sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine fakat 7 Haziran 1967 günü Cibuti’ye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri arasında savaşın bütün şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalı’nın kapandığını öğrenirler. Singapur üzerinden Şanghay’a varıp karaya ayak basıldığında Karaçay soluğu postanede alır. Süveş Kanalı’ndan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri fotoğrafları ve birbirinden renkli haberleri AKŞAM Gazetesi’ne postalar. O zamanların dünyaya kapalı, dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’de sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye  götürülerken kaçar. Karaçay Hastaneden kaçışının sebebini şöyle anlatıyor: ‘ŞangHay’dan sonraki yolculuk Kanada’nın Vancouver şehriydi. Yatacaksam modern dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?’ Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idâre edecek kadar bildiği İngilizcesini geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, İngilizcesini daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce ise yanına kâr kalır. Londra üzerinden Türkiye’ye dönerken Hollanda’ya uğrayan Karaçay, Hollanda’daki hayatı ve insanları çok beğenir ve burada kalmaya karar verir. Avrupa’da basımına başlanan Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik yapmak için, daha önceden tanıdığı İstihbarat Şefi ile anlaşır ve çalışmaya başlar. 1969 yılında Avrupa’da yayın hayatına başlayan Hürriyet gazetesi ile anlaşarak gazetecilikte profesyonelliğe adım atar. 1975’te, TRT Haber Dâiresi Başkanı Tayyar Şafak’ın Amsterdam ziyareti sırasında yaptığı muhabirlik teklifini, Nezih Demirkent’ten izin alarak kabul eder. Bununla birlikte aynı yıl Hollanda Yayın Kurumu NOS televizyonunda Türkler için ‘Pasaport’ adlı programı yönetmeye başlar. 1973 yılında gazeteciliğin yanı sıra seyahat işine de el atar ve 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile THY’nin Utrecht Bölgesi Genel Satış Acenteliğini üstlenir. İhtiyaç ve istek üzerine sigorta ve kredi işleriyle de uğraşır. Bu kadar çalışma, gece gündüz iş derken, 1981 yılında geçirdiği ağır ameliyatlar sonucu benliğini ölüm korkusu sarar. İşlerin bir kısmını arkadaşına devreder. Sağlığına kavuştuktan sonra Amsterdam’da Hürriyet Bürosu’nu açarak kendini artık sadece gazeteciliğe verir. 1983 yılı sonunda, bürosunda çalışan Yasemin ve Ünal Öztürk’e, Hürriyet temsilciliğini devreder. Uzun süredir çocuklarının Türkçe eğitim görmelerini istediği için Türkiye’ye dönerek yerleşme kararı verir. Mersin’de ilk gençlik yıllarında çalıştırdığı aile tesisinin işletmeciliğini üstlenir. Çocukları yeteri kadar Türkçe öğrenince 1986 yılının başında Hollanda’ya döner ve yerleşir.  Günaydın gazetesinin muhabirliğini, Türkçe ve Hollandaca yayınlanan HABER Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenir. Aynı yılın sonunda Avrupa’ya açılan SABAH Gazetesi’nin Benelux temsilciliğini de alır. 1988’de Asil Nadir’in Günaydın Gazetesi’ni satın alması ile birlikte bu gazetenin Benelux temsilcisi olur. 1994 yılında Günaydın’ın Avrupa baskılarının sâhibi olmuştur. Avrupa Türk Basınının kalbi olan Frankfurt’a yerleşir. İşler iyi gitmeyince kurduğu ÇAY-PRESS Ajans kanalıyla çeşitli gazete ve TV kuruluşlarına haber göndererek çalışmalarına devam eder. Türkiye’deki bâzı gazetelere haber ve yorumlar yazar.  1998 yılında Nezih Demirkent’in sâhibi olduğu Ekonomi ve Politika Gazetesi DÜNYA’nın, Hollanda ve Belçika yayın hakkını alır. Türklerin işçilikten kurtulup işadamı durumuna gelmeleri ile birlikte, onlara ticârî ve iktisâdî bilgiler verecek bir yayın organının piyasaya çıkması kaçınılmaz olmuştu. Bu işe girer. Çoğu zaman Türklere yapılan her haksızlığın karşısında artık DÜNYA vardır. Öyle ki, Türklere ve Türkiye’ye karşı her zaman acımasız davranan, kasıtlı haberler yayınlayan bir milyon trajlı en büyük gazete De Telegraaf’a Karaçay savaş açar. Savaş sona erince TRT’ye dokümanter filmler hazırlar. Yılların tecrübesi, elindeki tek silahı olan kalemiyle haksızlıkların karşısında duran Karaçay, Hollanda’da son yıllarda sayıları hızla artan Türkçe gazete ve dergi sâhiplerini (Gazetecileri) bir çatı altında toplayarak, gazetecilik mesleğine gönül vermiş gençlere ağabeylik yapmak, gayreti içinde çalışmalarına devam etmektedir.

Avatar photoOğuz Çetinoğlu

28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.

BU DA BARIŞ SARAYI’NIN HİKÂYESİ

İlhan KARAÇAY

Afbeelding met hemel, buitenshuis, toren, klok Automatisch gegenereerde beschrijving

Uluslararası Adalet DivanıBirleşmiş Milletler‘in başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda‘nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi amaçlanır.

Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması‘nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.

Saray’da, Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi bulunuyor.

Daimi Tahkim Mahkemesi

Daimi Tahkim Mahkemesi

Bir anlaşmazlığı tahkim yoluyla çözmek isteyen taraflar Daimi Tahkim Mahkemesine (PHA) başvurabilirler. PHA’ya sunulan anlaşmazlıkların çoğu en az bir eyaleti içerir. Ancak uluslararası kuruluşlar, şirketler ve kişilerle olan uyuşmazlıklar da ileri sürülebilir. Çoğu durumda, her iki tarafın da bir hakem atadığı üç üyeli bir mahkeme kurulur ve bu hakemler birlikte bir başkan atar. Böylece oluşturulan mahkeme dava hakkında karar verir. Taraflar ayrıca kararlaştırılacak hukuki meseleyi, kullanılacak dili ve gizlilik derecesini birlikte belirler. Hakemlerin kararları her durumda tarafları bağlar. PHA ayrıca arabuluculuk gibi bağlayıcı olmayan uyuşmazlık çözümü biçimleri sunar.

Afbeelding met overdekt, hal, muur, groot Automatisch gegenereerde beschrijving

Uluslararası Adalet Mahkemesi

Uluslararası Adalet Mahkemesi

Uluslararası Adalet Divanı (IGH), Birleşmiş Milletler’in (BM) ana yasal organıdır ve iki yönlü görevi vardır.

Birincisi, devletler tarafından getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözer. Uyuşmazlıklar temel olarak kara ve deniz sınırları, toprak egemenliği, güç kullanımı, uluslararası insancıl hukukun ihlali, devletlerin iç işlerine karışmama, diplomatik ilişkiler, rehin alma, sığınma hakkı, tabiiyet, vesayet, geçiş hakları ile ilgilidir. ve ekonomik haklar.

İkinci olarak, BM organları ve bunu yapmaya yetkili uzman kuruluşlar tarafından sunulan hukuk meseleleri hakkında istişari görüşler yayınlar. Görüşler, bu kurum ve kuruluşların hukuka uygun olarak nasıl işleyebileceklerini veya inatçı devletler karşısında otoritelerini nasıl güçlendirebileceklerini gösterebilir.

Uluslararası Adalet Divanı, farklı ülkelerden 9 yıllığına seçilen ve yeniden seçilebilen 15 yargıçtan oluşur. Mahkeme üyelerinin üçte biri her üç yılda bir seçilir. Başkan, her üç yılda bir akranları tarafından seçilir. Mahkemenin şu anki Başkanı ABD’den Joan E. Donoghue’dur. Mahkeme duruşmaları her zaman halka açıktır. Fransızca ve İngilizce, Mahkemenin daimi dilleridir.

Uluslararası Adalet Divanı (ICJ)

Uluslararası Teşkilat Künyesi

Afbeelding met cirkel, symbool, ontwerp, lijntekening Automatisch gegenereerde beschrijving

Teşkilatın Amacı:

Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD/ICJ) temel görevi, devletlerce önüne getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmektir. Divan ayrıca, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi ile Genel Kurulun yetkili kıldığı BM’nin diğer organları ve uzmanlık kuruluşları tarafından talep edilen konularda tavsiye görüşü verebilmektedir.

Kuruluş Tarihi:1945

Merkezi: Lahey

Türkiye’nin Üyelik Durumu:

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler.

Türkiye, UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmemektedir.

Teşkilatın Tarihi :

UAD, BM Şartı ile BM’nin asli “adalet organı” olarak kurulmuştur. UAD’nin kuruluşundan önce, Milletler Cemiyeti bünyesinde kurulan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı (USAD) bulunmaktaydı. Divan Statüsü, BM Şartı’nın ayrılmaz parçası olarak Şart ile birlikte 1945 yılında yürürlüğe girmiş ve USAD feshedilmiştir. UAD’nin ilk yargıçları 6 Şubat 1946’da seçilmiş, Divan’ın resmi açılışı ise 18 Nisan 1946’da yapılmıştır.

UAD, başta UAD Statüsüne taraf olan devletlere açıktır. Bu bağlamda, BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler. BM üyesi olmayan bir devletin UAD Statüsüne taraf olabilme şartlarının BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine BM Genel Kurulu tarafından tespit edileceği, BM Şartı’nda belirtilmiştir. Öte yandan, BM Şartı’na ve UAD Statüsüne taraf olmayan devletlerin, BM Güvenlik Konseyi tarafından belirlenecek koşullar uyarınca UAD önündeki bir davada taraf olma hakkı bulunmaktadır.

Ancak, UAD’nin esasa ilişkin yetkisini, devletlerin Divan önündeki davalara taraf olma hakkından ayırmak gerekir. Divan’ın yetkisi ihtiyari olup, UAD, sadece tarafların Divan önüne götürmeyi kabul ettikleri uyuşmazlıkları incelemeye yetkilidir.

UAD’nin zorunlu yargı yetkisini tanımayan devletler Divan’a bu yetkiyi şu yollarla tanıyabilirler: Tahkimname (uyuşmazlık tarafları, uyuşmazlığın konusunu ve taraflarını belirttikleri bir tahkimname ile aralarındaki uyuşmazlığı UAD’ye sunmayı kararlaştırabilirler), Anlaşma (devletler ikili veya çok taraflı anlaşmalarda, anlaşmadan doğan uyuşmazlıkların Divan’a havale edilmesini öngören bir hüküm getirebilirler), Tek taraflı bildirim/Beyan (Statü’ye taraf olan devletler “herhangi bir zaman, aynı vecibeyi kabul eden herhangi bir başka devlete karşı UAD Statüsü’nün 36(2) maddesinde düzenlenen hukuki mahiyetteki uyuşmazlıkların hepsi hususunda Divan’ın kaza yetkisini ipso jure ve özel bir anlaşma olmaksızın mecburi olarak tanıdıklarını” beyan edebilirler) ve Forum Prorogatum (bir devletin bir uyuşmazlığı Divan’a havale etmesi durumunda, diğer devletin, Divan’ın yargı yetkisini kabul ettiği anlamına gelecek bir tutum izlemesi).

Öte yandan, BM Şartı uyarınca, BM Genel Kurulu veya Güvenlik Konseyi hukuki herhangi bir mesele hakkında, Genel Kurulca yetkili kılınacak diğer BM organ ve uzmanlık kuruluşları ise çalışma alanlarında karşılarına çıkacak hukuki meseleler hakkında UAD’den tavsiye görüşü talep edebilirler.

UAD, ülkelerinde yüksek yargı görevlerinin icrası için gerekli şartları haiz bulunan veya uluslararası hukuk alanında tanınmış hukukçular arasından seçilen 15 hâkimden oluşmaktadır. Hâkimler, 9 yıl süreyle görev yapmaktadırlar ve yeniden seçilmeleri mümkündür.

ADANA BUGÜNDEN İTİBAREN PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKUSUNU DÜNYAYA YAYACAK…

ADANA BUGÜNDEN İTİBAREN PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKUSUNU DÜNYAYA YAYACAK…

2013 yılında halkın inisiyatifi ile başlatılan, ‘Nisan’da Adana Portakal Çiçeği Festivali’ne, yurt içinden ve dışından yüzbinler katılacak.

Dans gösterileri, Üniversite müzik gruplarının konserleri, Halk oyunları gösterileri, Bando gösterileri spor müsabakaları ve narenciye çeşitleri ile Adana’da sokaklar şenlenecek.

Hollandalılar’ın çiçek bayramları gibi kutlanan festivalin tek dezavantajı: Bu şenliğe, bir Hıristiyan vecibesi olan ‘Karnaval’ sözcüğü gölge düşürüyor.


İlhan KARAÇAY Yazdı:

 

Bakmayın siz, arada bir Adana’ya ve Adanalılara yazdığım eleştirel esprilere.
Has Adanalı eğitimci, siyasetçi ve yazar dostum Cezmi Doğaner’e, ‘Büyük köylü’ diye hitabıma ve bazı Adana milletvekillerini, ‘Çukurova Havalimanı’nı baltaladıkları’ için yaptığım eleştirilere de bakmayın…

Benim gibi Mersinliler için bir kardeş şehirden ziyade, ikiz şehir kabul edilen Adana’mız, Türkiye’nin incisi sayılan şehirlerimizden biridir.
Pamuk tüccarları ile ünlü olan Adana’mız, narenciye yetiştiricileri ile de ünlü bir şehir olarak, Türkiye’nin ilk festivaline sahip olan bir yerdir.

Bu şehrin renkli ve coşkulu etkinliklerinden biri de her yıl düzenlenen Adana Portakal Çiçeği Festivali’dir. Portakalın o eşsiz kokusuyla dolup taşan bu festival, baharın gelişini kutlamak için düzenlenen bir şölen niteliğindedir.

Her yıl Nisan ayında gerçekleştirilen bu festival, Adana’nın doğal güzelliklerini ve zengin tarım potansiyelini kutlamak için düzenlenir. Şehir, bu dönemde portakal ağaçlarının açan çiçekleriyle donanmış bir görünüme bürünür ve festivale katılanlar bu muhteşem manzara eşliğinde unutulmaz anlar yaşarlar.

Adana Portakal Çiçeği Festivali, renkli kortejler, sokak gösterileri, konserler, yarışmalar ve yöresel lezzetlerin bulunduğu bir panayır atmosferinde gerçekleşir. Geleneksel halk oyunları ve müzikleri de festivalin vazgeçilmezlerindendir. Ayrıca, festival kapsamında düzenlenen portakal temalı yarışmalar ve sergiler de katılımcılara eğlenceli ve öğretici deneyimler sunar.

Adana Portakal Çiçeği Festivali, sadece Adanalıların değil, Türkiye’nin dört bir yanından ve dünyanın dört bir köşesinden gelen ziyaretçilerin de ilgisini çeker. Festival, Adana’nın misafirperverliğini, kültürel zenginliğini ve yaşam sevincini yansıtan bir platform olarak öne çıkar.

Her yıl on binlerce kişinin bir araya geldiği Adana Portakal Çiçeği Festivali, hem yerel halkın hem de ziyaretçilerin gönlünde özel bir yer edinmiştir. Bu festival, portakalın ve Adana’nın bereketini, coşkusunu ve enerjisini kutlamak için mükemmel bir fırsattır.

Nasıl ki, Hollanda’da çiçek bayramları tüm dünyada ünlüyse, Adana’nın ‘Portakal Çiçeği Festivali’ de o kadar ünlü sayılır.
Adanalılar, İspanya’nın Valensiya sokaklarını süslemiş olan turunç ağaçları gibi, kendi sokaklarını da süslemiş olan turunç ağaçlarına istinaden, 12 yıl önce bir festival düzenlemeyi planlamışlardı.

İşte, 2013 yılında halkın inisiyatifi ile başlatılan ‘Nisan’da Adana Portakal Çiçeği Festivali’ne, 12 yıl sonra bugünden itibaren, yurt içinden ve dışından yüzbinler katılacak. İki hafta sürecek olan festivalde, Dans gösterileri, Üniversite müzik gruplarının konserleri, Halk oyunları gösterileri, Bando gösterileri spor müsabakaları ve narenciye çeşitleri ile Adana’da sokaklar şenlenecek.

İki yıllık kovid-19 pandemisi nedeniyle yara alan bu festivalde yaşananları daha sonra okuyacaksınız mutlaka…

KARNAVAL ZIRVASI

Ne yazık ki, daha önceleri de olduğu gibi, bu kez de muhteşem olacağına mutlak gözüyle bakılan, ‘Nisan’da Adana Portakal Çiçeği Festivali’ne bazı bilinçsizler gölge düşürüyor.
Benim yazılarımı da yayınlayan, Adana’daki haber portalının sahibi Oktay Erol, bu festivale ‘Karnaval’ diyenlere ateş püskürüyor. Karnaval sözcüğünün yanlış olduğunu söyleyen Oktay kardeşimin bu iddiasını ben de araştırdım. Hollanda’da ünlü bir Kardinal olan bay Püt ile konuştum ve sonunda anladım ki, ‘karnaval’ sözcüğü, festival anlamında değilmiş. Karnaval sözcüğü, bir dini vecibedir. İtalyanların ‘Carne Levare’ dedikleri karnaval, 40 günlük et orucuna verilen bir isimdir. Bu oruçtan önce yapılan şenliğe de ‘Karnaval festivali’ denmektedir.
Böyle biline ve böyle yapıla…


Yani, ben de dahil, çok kişinin, ‘festival’ anlamını taşıdığını bildiğimiz karnaval, bir dini vecibedir. Yukarıdaki afişte görüldüğü gibi, bu hatayı bilinçsiz bir şekilde yapmakta olanlar, derhal bu hatadan dönmeliler ve bir dini vecibe olan karnaval sözcüğünü kullanmamalılar.

MERSİN’İN MEZİTLİ İLÇESİNDEKİ BELEDİYE BAŞKANLIĞI ADAY TERCİHİ, CHP’YE DERS OLACAK

MERSİN’İN MEZİTLİ İLÇESİNDEKİ BELEDİYE BAŞKANLIĞI ADAY TERCİHİ, CHP’YE DERS OLACAK

Dünya çapında toplantılara katılarak ‘Yönetim Uzmanı’ olan Neşet Tarhan, parti tarafından dışlanınca bağımsız aday oldu.

Önce Hollanda’da dünya çapında bir toplantıya, Türkiye’den tek olarak katılarak popüler olan Neşet Tarhan’ın, yurtdışındaki ikinci popülaritesi, Fransa’da yapılan dünyanın en geniş katılımlı yarışmalarından ‘Uluslararası Guangzhou Kentsel İnovasyon Ödülleri ve Milan Paktı Ödülleri’ yarışmasında şampiyonluk alarak gerçekleşti.

Mezitliler tarafından çok sevilen Tarhan’ın, CHP’ye rağmen, seçilmesine ‘kesin’ gözüyle bakılıyor.

Neşet Tarhan’ın, yüze 41 oy alacağı anlaşılıyor.
Bu gerçekleşirse, belki dünyada ilk olmayacak ama, CHP’ye büyük bir ders olacak.

Türkiye’deki siyasi partilerin aday tespit etme işlemleri, yurt dışında antidemokratik ve anlamsız bulunuyor.

Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY yazdı:

Hollanda’daki pek çok ‘Yönetim Uzmanı’, Türkiye’de 31 Mart günü yapılacak olan yerel seçimlerde, adayların, siyasi partiler tarafından, antidemokratik bir şekilde saptandığını iddia ediyor.
İddiacılar arasında, Frank Alsema da bulunuyor.

Örnek olarak, neden Frank Alsema’yı gösterdiğim merak edilecek tabii…
Anlatayım:
Frank Alsema, 2019 yılında Amsterdam’da, “Herkes için eşit şartlarda yaşanabilir kentler” sloganı ile düzenlenen ‘WeMakeThe.City Festivali’nin organizatörüydü. Dünyanın çeşitli ülkelerinden Belediye Başkanlarının davet edildiği bu festivale, Türkiye’den sadece bir tek Belediye Başkanı davet edilmişti. Bu davetli, Mersin’in Mezitli ilçesi Mezitli’nin Belediye Başkanı Neşet Tarhan’dı.

Neşet Tarhan, iki dönemdir Mezitli ilçesini yönetiyor. Mersin’in turistik açısından da önemli bir iskân yeri olan Mezitli’de halk, Neşet Tarhan’dan çok memnun. Zira, Tarhan’ın eşi Sembol hanım da, sosyal ve kültürel faaliyetleri ile, özellikle kadınların idolü haline gelmiş bir kişiliktir.

Az sonra, yurt dışında yapılan çeşitli toplantılarda Mezitli ve Mersin’i çok iyi anlatan, gerek turizm, gerek ticaret ve gerekse yatırım alanlarında öne çıkaran Neşet Tarhan’a ait eski haberleri sizlere sunacağım.
Ama şimdi, böylesi başarılı ve böylesi sevilen bir kişinin, CHP tarafından dışlanışından söz etmek istiyorum.

CHP’nin iki dönemdir, görevini çok başarılı bir şekilde yapan Neşet Tarhan’ın yerine kimi aday gösterdiği hususu, benim ilgi alanım dışında.
Ama, dünya çapında belediyeciliği öğrenip uygulayan, iki dönemlik bir başkanın, güya anketlere bakılarak devre dışı bırakılışı benim ilgi alanımda.

Afbeelding met tekst, schermopname, Lettertype, nummer Automatisch gegenereerde beschrijving

4000 km. uzaktan takip ettiğim halde, durumu sağlıklı bir şekilde analiz edebildiğim duruma göre, şimdi yapılmakta olan anketlerde, Neşet Tarhan’ın, yüze 41 oy alacağı ve hedefin yüzde 45 olduğu anlaşılıyor. İşte bu gerçekleşirse, belki dünyada ilk olmayacak ama, CHP’ye büyük bir ders olacak olay yaşanmış olacak.

Neşet Tarhan’ın, neden ‘çok başarılı ve bilgili’ olduğunu anlatabilmem için, daha önce yayınlamış olduğum haberlerden kesitler sunacağım.

İşte o haberler:

MERSİN-MEZİTLİ BELEDİYE BAŞKANI NEŞET TARHAN AMSTERDAM’DAKİ ‘EŞİT ŞARTLARDAYAŞANABİLİR ŞEHİR FESTİVALİ’NDE KONUŞMA YAPACAK.

Amsterdam’da bugünden itibaren, 450 konuşmacı ve onbinlerce ziyaretçi, tam bir hafta boyunca ‘Eşit Şartlarda Yaşanabilir Şehir Festivali’nde, konuşma yapacaklar

Dünya’nın dört bir tarafından davet edilen konuşmacılar arasında, Mersin’in en büyük ilçesi olan Mezitli’nin Belediye Başkanı Neşet Tarhan da var.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Neset Tarhan-Amsterdam'da konusmaci (2).jpg

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Neset Tarhan-Amsterdam'da konusmaci (1).jpg

‘WeMakeThe.City’ başlıklı festivalin doğuşu 2016 yılına dayanıyor. Avrupa Birliği Komisyonu Jurisi, şehri daha yaşanır hale getirmek için, firmalar, girişimciler, sosyal yardım kuruluşları, ilim dünyası ve halka, yenilikler ve değişimler üzerinde hizmet veren ve eşitsizliğe karşı mücadele veren Amsterdam Belediyesi’ni birinci seçmişti.

Amsterdam Ekonomik Kurul’u ve Pakhuis De Zwijger’in ortaklaşa organize ettikleri ‘WeMakeThe.City’e, dünyanın dört bir yanından 450 konuşmacı davet edildi.
Organizatörlerden Egbert Fransen, eşitsizliğin, dünyanın her kentinde hüküm sürdüğünü belirtirken, ‘İyi kararlar alınmazsa, Amsterdam iş dünyasındaki eşitsizlik çok kötü duruma düşer. Ama ne yazık ki, dünyanın hiçbir kentinde mümkün olmayacağı gibi, Amsterdam’da da eşitsizliğin kökü kazınamayacaktır.’ dedi.

Bir hafta sürecek olan WeMakeThe.City’in ana teması, dayanıklılık, çeşitlilik, ihtimam ve özen ile girişimcilik olacak. Sayısız toplantı ve konferanslardan başka bisiklet turları, sergi ziyaretleri, çocuk programları, Amsterdam’ın her tarafından başka Haarlem ve Zaandam turları yapılacak.
Amsterdam’daki eşitsizliklere çareler bulunması için 450 konuşmacı davet edilmiştir.
Aynnı sorunların yaşandığı Milano, Barcelona ve Mersin gibi kentlerden de yöneticiler konuşacaklar. Örneğin, Helsinki Belediye Başkanı 30 kişilik bir ekiple geldi. New York Belediye Başkanı, yok satan Donut Ekonomi kitabının yazarı Kate Raworth da kounuşacaklar.
İşte, bu kadar ünlülerin arasında, Mersin Mezitli’den de bir konuk var. Çeşitli konularda fikirlerine başvurulacak olan bu konuk, Mezitli belediye Başkanı Neşat Tarhan’da başkası değil.

Amsterdam’daki WeMakeThe.City Festivali’nde görev yapan ve Amsterdam’da yönetici konumunda olan konuşmacı Türk isimler de var.
Oya Saf (Mersin Citylab-Mersin Üniversitesi), Nida Naycı Artadoğu Üniversitesi) , Tuna Taşan (Amsterdam Üniversitesi profesörlerinden) Adnan Tekin (Kuzey Hollanda Tabiat ve Çevre’den sorumlu İl Genel Meclisi Üyesi), Arzu Senel (Amsterdam Dizayn ve Mühendislik), Deniz Karaman (Amsterdam Belediye Meclisi Üyesi), Ekim Tan (Dizayn Mühendisi), Reyhan Safari , Said Arslan (Amsterdam İnşaat Uzmanı), Oktay Leeman ( Amsterdam Güvenlik Danışmanı), Emin Keçeci (Eğitim Uzmanı).


HOLLANDA’DAN BİR BELEDİYE BAŞKANI GEÇTİ: NEŞET TARHAN

Avrupa Birliği tarafından, ‘Herkes İçin Eşit Şartlarda Yaşanabilir Kent ‘ seçilen Amsterdam’da, belediyeciliği A’dan Z’ye araştırdı.

Bir hafta süren ve çeşitli etkinliklerde, dünyanın dört bir yanından gelen 450 konuşmacıya da ders veren Tarhan, Mersin ve Mezitli’yi 45 dakika süren tartışmada anlattı.

İlhan KARAÇAY yazdı:

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Neset Tarhan salon (3).jpgWeMakeThe.City adlı festivale dünyanın dört bir yanından konuşmacılar,müzisyenler ve çocuklar davet edildiler.

Hollanda’nın Amsterdam kemtinde yapılan ve tam bir hafta süren ‘Herkes İçin Eşit Şartlarda Yaşanabilir Kent Festivali‘ne, dünyanın dört bir yanından 450 konuşmacı davet edilirken, Türkiye’den sadece bir Beldiye Başkanı davet edildi. Bu da, Mersin’in Mezitli İlçesi Belediye Başkanı Neşet Tarhan’dan başkası değildi.
Evet, Neşet Tarhan, festivaldeki etkinlikleri takip etmek ve de konuşmak için geldiği Amsterdam’da adeta fırtına gibi esti. Tarhan’ın burada fırtına gibi esmesine katkıda bulunan iki kadınımız da vardı.
Amsterdam’daki organizasyonun ortaklarından Pakhuis De Zwijgers’in, ‘WeMakeThe.City’ projesinin beyni olan Ekim Tan ile Mersin Üniversitesi’nden Nida Naycı, tüm etkinliklerde Neşet Tarhan’ın yanında oldular.

Festival’in konusu

Festivalin doğuşu 2016 yılına dayanıyor. Avrupa Birliği Komisyonu Jurisi, şehri daha yaşanır hale getirmek için, firmalar, girişimciler, sosyal yardım kuruluşları, ilim dünyası ve halka, yenilikler ve değişimler üzerinde hizmet veren ve eşitsizliğe karşı mücadele yapan Amsterdam Belediyesi’ni birinci seçmişti. Amsterdam belediyesi de, bu seçimden iki yıl sonra 2018’de, belediyeciliği dünyaya öğretmek için festival yapma kararı aldı.
İlki geçen yıl yapılan festivalin ikincisi bu yıl 17-23 Haziran’da yapıldı.

Amsterdam’daki festival etkinlikleri çerçevesinde, kentin, eşit şartlarda yaşanabilir hale gelmesi için, insanların yaşamlarındaki sosyal, kültürel, sağlık, eğitim, iş yaşamı gibi konulardaki yenilikler gösterilirken, kentin imarı, su ve enerji sorunlarının da nasıl çözümlendiği gösterildi ve anlatıldı.

Örneğin, Amsterdam’da binlerce Türk’ün de çalışmış olduğu NDSM tersanesi ve Türkler’in barındığı Atatürk Kampı’nın kapanışından sonra, bu yerlerdeki toprağın zehirlenmiş olduğu anlaşılmış. Zehirlenmiş toprakların temizlenmesi için özel bitkiler yetiştirilmiş ve oralara yerleştirilen gemiden bozulmuş evlerin toprakla bağlantısı da, yüksek teraslarla kesilmiş.
Bu yöntem ile toprak 5 yıl içinde zehirden arındırılmış oluyor.

Afbeelding met kleding, buitenshuis, persoon, boom Automatisch gegenereerde beschrijving

Aynı bölgede, evlerde harcanan sular da yeni yöntemlerle değerlendiriliyor. Yağmur suları, mutfak suları ve tuvalet suları ayrı ayrı depolanıyor ve bunlar heba edilmeden arındırılarak yeniden kullanılıyor. Enerji konusu da güneş panelleri ile çözümleniyor.
Su içinde inşa edilen evlerde de iklim şartlarına göre ucuz ve konforlu bir yaşamın nasıl gerçekleştirildiğine şahit olduğumuz gün, balık yetiştirilen özel konteyner-akvaryumlardan alınan sular ile daha yararlı bir bitki yetiştiriciliğini gördük.

Yukarıda anlattığım konular üzerinde uzman olan Mersin Üniversitesi’nden Nida Naycı, Neşet Tarhan’a bu konuda teknik biligier verdi. Nida Naycı, bunların aynı şekilde uygulanması için, Mersin’de bir labaratuvar kuracaklarını belirtti. Bu konuda bir çalışma var bile. Play City ve CityLab olarak adlandırılan bu çalışma sonunda, Play City, çeşitli kuruluşların ve bireylerin ayrılmaz ve işbirliğine dayalı planlama alanı olmak için, Mersin Üniversitesi ile işbirliği içinde Mersin CityLab’ı kurulmuştur. Proje, mevcut kentsel planlama gündeminde acil iki konuya değinmektedir: Birincisi, şehir planlamada işbirlikçi karar vermeye yönelik uzun vadeli kültürel değişim yaratmayı amaçlamaktadır . İkincisi, Citylab kentsel dönüşümdeki mevcut kısa vadeli yaklaşıma bir alternatif olarak düşünen dairesel sistemlere odaklanmayı önermektedir . Bu proje, Yaratıcı Endüstriler için Hollanda Uyarım Fonu tarafından kolaylaştırılan uluslararasılaşma programı çerçevesinde ortaya çıkmıştır.

Afbeelding met hemel, panorama, buitenshuis, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Neşet Tarhan, Amsterdam’daki etkinliklerin tamamını görebilmek için yoğun bir çaba sarfetti.
O tiyatrodan bu tiyatroya, o etkinlikten bu etkinliğe koşarken çok yoruluyordu tabii.
Kendilerine eşlik ettiğim Tarhan, bahçesine yerleştirmiş olduğu uçak sayesinde dünyaca ünlü olan Corendon Oteli’nde arada bir dinleniyordu.

…Ve tarihi gün

Neşet Tarhan’ın, Amsterdam festivalindeki en önemli günü, konuşma yaptığı gün oldu.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Neset Tarhan toplanti (2).jpg

Dünya envanterlerinde kayıtlara geçen festivalin iki saat süren bir tartışma bölümünde, Mersin için 45 dakika ayrıldı. Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, Mersin Üniversitesi’nden Nida Naycı, Amsterdam’daki organizasyon bürosundan Ekim Tan ve Mersin’de daha önce çalışmalar yapan uzman Frank Alsema’dan kurulu bir panel, program moderatörün sorularına yanıtlar verdi.

Amsterdam dışında Berlin, Londra, Anvers, Roterdam, Milano gibi farklı kentlerde,   sürdürülebilir kentler, sağlıklı kentler, katılımcı kentler, ıklim duyarlı kentler, döngüsel kentler gibi geleceğe ilişkin vizyonların tartışıldığı oturumlarda, Mersin’den ilgili  projeler tam 45 dakika tanıtıldı.

Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, kadın üretici pazarı, gönüllü serası gibi kentsel ekonomiye ilişkin deneyimli projelerini aktarırken, Avrupalılar’a adeta ders verdi.

Aşağıda, Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan’ın yapmış olduğu konuşmayı sunuyorum.

İşte, Neşet Tarhan’ın dikkatle dinlenen ve zaman zaman alkışlanan slayt gösterimli konuşması:

”Değerli Konuklar, Ben Türkiye’nin güneyinde, Kıbrıs’a bakan bir sahil kentinde Belediye Başkanlığı yapıyorum.
Başkanlık yaptığım yer Mersin-Mezitli.

Mezitli, Hollanda’da denizin doldurulmasından sonra kazanılan toprak parçasına kurulan Almere kenti ile aynı kaderi paylaşır sayılır.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Mezitli 50 yil once 50 yil sonra (2).JPG Mezitli, 50 yıl önce, içinde bir tek binası olmayan bir köy idi.

Bu fotoğrafı, işte bu salonda şimdi fotoğraf çekerken gördüğünüz gazeteci İlhan Karaçay tam 50 yıl önce çekmişti. Fotoğrafta değil bina ev bile göremiyorsunuz.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Mezitli 50 yil once 50 yil sonra (1).JPG

Bu fotoğraf da, yine İlhan Karaçay tarafından 50 yıl sonra, geçen hafta çekildi. Görüldüğü gibi, 50 yıl sonra Mezitli, 200 bin nüfusuyla adeta Mersin’in Satelit (uydu-peyk) şehri oldu.

Afbeelding met Luchtfotografie, Vogelperspectief, gebouw, lucht Automatisch gegenereerde beschrijving

Almere de 1976 yılında teslim edilen ilk ev sonrasında, Amsterdam’ın Satelit kenti sayılabilecek 208 bin nüfuslu bir yer oldu.

Mezitli’nin nüfusu, yaz aylarında yarım milyonu geçmektedir. Zira burada kurulan yüzme havuzlu ve sosyal tesisli binlerce siteye, yüzbinlerce insan yerleşiyor.

İlçemizin güneyinde 15 km. deniz ve kumsal, kuzeyinde ise 2 bin metre yüksekliğe ulaşan Toros Dağları vardır. İlçemizin kuzey bölgesinde narenciye ve diğer tarım ürünleri yetiştiriciliği vardır. Deniz yönündeki yerleşim alanları ise Mersinliler’in ikamet için tercih ettiği yerlerdir.

Mezitli 2500 yıllık tarihi olan ve hâlâ arkeolojik kazı çalışmalarının devam ettiği bir yerdir. İlçemiz, kültür ve sanatsal kimliği ile öne çıkmaktadır. Bu kent kimliğinin, uluslararası boyutta da öne çıkarılması, Kent Labaratuarı’nda bir çalışma konusu olmalıdır.

Mezitli, kadın dostu bir belediyeye sahiptir. Özellikle % 90’nı kırsal alanda, % 10’u da kent merkezinde olmak üzere 650 kadın, 9 yerdeki üretici merkezlerinde ürettikleri ürünleri doğrudan tüketicilere sunmaktadır. Bu projemiz, 2018 yılı sonunda Çin’de gerçekleştirilen Kentsel İnovasyon Yarışması’nda birincilik kazanmıştır.

İlçemizde kadın nüfusu daha fazladır. Mezitli, yalnız yaşayan kadınların tercih ettikleri bir bölgedir.

Kent planlaması ve plan değişikliklerinde de, Birleşmiş Milletler’in 2030 yılına kadar öngördüğü 17 hedeften bazılarının öne çıkarılması, sürdürülebilir kalkınma için önemlidir.

Son olarak ifade edeceğim önemli bir konu da şudur: Mezitli’de 200 binlik nüfusun yanında, sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, kayıt dışı olanlarla beraber 40 bin Suriyeli Mülteci bulunmaktadır. Bir milyon nüfuslu Mersin kentinde ise Suriyeli sayısının 350 bin olduğu bilinmektedir. Uluslararası kurumlar, bu bağlamda ülkemize yapacaklarını öngördükleri sözleri tam olarak yerine getirmemişlerdir. Bütün bu olumsuzluklara karşın Belediyemiz, Mezitli’deki Suriye dernekleri ile iletişim içerisinde ortak çalışmalarını sürdürmektedir.
Belediyemiz, Suriyeli gençlere ücretsiz spor sahaları tahsis etmekte, Suriyeli kadınların ürettiklerini doğrudan pazarlamaları için yer tahsisi yapmaktadır.
Entellektüel düzeyi yüksek, sosyal yaşam olarak yerleşik nüfus ile, Suriyeliler arasında önemli doku yumuşaklığı aşılamamıştır. Bu durum potansiyel sosyal çatışma ortamına zemin hazırlayabilmektedir. Bu sorunun çözümünde tüm gelişmiş ülkeler ve AB gibi uluslararası kurumların harekete geçmelerinin grektiği kanısındayım.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\download.jpg

Sürdürülebilir kalkınma için, Birleşmiş Milletlerin öngördüğü 2030 hedeflerinden öncelikli olanların etap etap desteklenmesi, gerçekleştirilmesi gerekir.
Bütün bunlar için, yeniliğe açık, entellektüel birikimi yüksek, yılın 325 günü güneşli Mezitli ilçemizde, (tabii ki destekleriniz ile) Mezitli Kent Labaratuvarını, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin’deki üniversitelerimizle ve diğer kent dinamikleri ile gerçekleştirmek arzusundayız.”

ÖYLE BİR BAŞKAN Kİ…!

Mersin’in Mezitli ilçesi Belediye Başkanı Neşet Tarhan, ‘Dünyada en çok tanınan Belediye Başkanı’ oldu.

İlhan KARAÇAY derledi:

Mersin, Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanına sahip olmuş ayrıcalıklı bir kenttir.
Müfide İlhan 1950 yerel seçimlerinde, Mersin halkının oylarıyla seçilen ilk Belediye Başkanıdır.
Adı Mersin ile özdeşleşen bir başka Belediye Başkanı da Kaya Mutlu’dur.

Mersin’e Demokrat Parti Döneminde Zeki Ayan gibi bir başka değer de Belediye Başkanlığı yapmıştır. Okan Merzeciler ve Macit Özcan da Mersin’de uzun süre Başkanlık yapan değerlerdir.
Kaya Mutlu ve Macit Özcan Zamanında, Mersin belediyesinde gizli bir kahraman tam 18 yıl önemli bir görev üstlenmişti. Bu kahraman, şimdiki Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan’dan başkası değildi.
Mersin Belediyesi’nde yıllarca edinmiş olduğu tecrübeyi, iki dönemdir Mezitli’de icra etmekte olan Neşet Tarhan, katıldığı yurtdışı etkinliklerde, gerek kendisinden ve gerekse Mersin’den sıkça söz ettiren tek adam olmuştur.

Afbeelding met tekst, krant, Nieuws, Krantenpapier Automatisch gegenereerde beschrijving

Neşet Tarhan yurtdışındaki ilk popülerliğini Hollanda’dayaşamıştı. Amsterdam’da yapılan ‘Eşit Şartlarda Yaşanabilir Şehirler Festivali’ne katılan Neşet Tarhan, dünyanın dört bir yanından gelen 450 konuşmacıdan biriydi. Çeşitli etkinliklerin yapıldığı festivalde yaptığı konuşma ile çok dikkat çeken Tarhan, oturumu yönete moderatör’ün sorularını da yanıtladı. Başkalığını yaptığı Mezitli Belediyesi’nin, özellikle kadınlar ve göçmenler için uyguladığı projeler, festivale katılan tarafından ‘Örnek projeler’ olarak ilan edilmişti.

Afbeelding met persoon, kleding, person, publiek Automatisch gegenereerde beschrijving
Mezitli Belediyesi’nin Fransa’da kazandığı şampiyonluk, Mezitli’de ikamet edenleri çok sevindirdi. Başkan Tarhan, Fransa dönüşünde Mezitliler tarafından coçkuyla karşılandı.

Neşet Tarhan’ın yurtdışındaki ikinci popülaritesi, Fransa’da yapılan dünyanın en geniş katılımlı yarışmalarından ‘Uluslararası Guangzhou Kentsel İnovasyon Ödülleri ve Milan Paktı Ödülleri’ yarışmasında şampiyonluk alarak gerçekleşti.

Üretici kadınların ekonomik ve sosyal yaşamda daha fazla yer alması amacıyla hayata geçirilen proje, Milan Paktı Ödülleri kapsamında ‘Çevresel Zorluklar Ödülü’ne layık görüldü. Türkiye’den davet edilen tek belediye olan ve Washington Belediyesi ile birlikte şampiyonluğa uzanan Mezitli Belediyesi’nin projesi, salonda bulunanlar tarafından ayakta alkışladı. Başkan Tarhan ödülünü Marsilya Başkonsolosu Arda Ulutaş ile birlikte aldı.

Pek çok ülkenin televizyonlarında canlı olarak da yayınlanan ödül töreninde konuşan Başkan Neşet Tarhan, ödülü tüm dünyadaki üretici kadınlar adına aldığını belirterek, Kadın Üretici Pazarı’nı uluslararası platformlarda duyurduklarını ve dünya geneline yayacaklarını söyledi. Dünyada iklim hareketlerinin yansımaları ve halkın temiz gıdaya ulaşması konusunda belediyelerin yaptıkları çalışmaların değerlendirildiği Milan Kentsel Gıda Politikası Paktı toplantısına, Türkiye’den çağrılan tek belediyenin Mezitli Belediyesi olmasının çok anlamlı olduğunu ifade eden Başkan Tarhan, “Mezitli’mize Uluslararası bir ödül daha kazandırmanın gururunu yaşıyoruz. Ödülün yanı sıra, Kadın Üretici Pazarını uluslararası platformlara taşımak ve uygulamak için bir çok kentten, proje tanıtımı çağrısı almak onur verici. Aynı inançla çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Hollanda’da ve Fransa’da’ki etkinlikler sayesinde popülaritesi tüm dünyaya yayılan Neşet Tarhan, başarılı bir yöenetici olmanın yanında, seçmenleri ve dostları için vefalı bir insandır.

NEŞET TARHAN AMSTERDAM’DA DOSTLARLA BULUŞTU VE VEDA ETTİ.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\ilhan Karacay, Neset Tarhan, Deniz Erkocu, Hulya Tekin, Birol Tekin, ibrahim Ozcan, Cezmi Doganer ve Coskun Yegenoglu.jpg

Amsterdam’da festival boyunca yoğun çalışmalar yapan ve Mersin’i tüm dünyaya tanıtan Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, festivalin sonunda dostlarla buluştu ve sonra da Hollanda’ya veda etti.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Yeni Haberler\Birol -Hulya Tekin, Cezmi Doganer, Neset Tarhan, Deniz Erkocu, ilhan Karacay ve ibrahim Ozcan.JPG
Amsterdam’ın göl kenarındaki Meram Restaurant’ta, Mezitli’de evleri bulunan ve Lahey’de balıkçılık yapan Birol ve Hülya Tekin çifti, eğitimci ve politikacı Cezmi Doğaner, Kraliyet ailesinin terzisi İbrahim Özcan, gazeteciler Coşkun Yeğenoğlu, Deniz Erkoçu ve İlhan Karaçay ile yenilen yemekten sonra, gölbaşı hatırası görüntülenen Tarhan, bu buluşmadan duyduğu memnuniyet ile Hollanda’ya veda etti.

BAŞKAN NEŞET TARHAN’DAN DAVET ALDIM.

Hollanda’daki etkinlikler sırasında 3 gün yanından ayrılmadığım Neşet Tarhan, Mersin’e geldiğimi duyar duymaz telefona sarıldı ve bir davette bulundu.
İcabet ettiğim o davet ile ilgili olarak yayınlamış olduğum iki haberi altta sizlere sunuyorum.

Afbeelding met kleding, persoon, overdekt, muur Automatisch gegenereerde beschrijving

Mersin’in güzide ilçesi Mezitli’nin Belediye Başkanı Neşet Tarhan, geçtiğimiz haziran ayında Amsterdam’da yapılan ‘Eşit Şartlarda Yaşanabilir Kent Festivali’ne konuşmacı olarak katılmıştı.
Amsterdam’da kaldı üç gün boyunca tüm etkinliklerde kendilerine eşlik ettiğim Başkan Tarhan’ın, tüm etkinliklere katılarak incelemelerde bulunması takdir toplamıştı. Festival’de yaptığı konuşma ile de Mersin ve Mezitli’yi tüm dünyaya tanıtmış olan Tarhan, Hollanda ziyaretinin son saatlerinde, organize ettiğim, Sivil Toplum Kuruluşu temsilcisiyle yemekli bir toplantıya katılmıştı.
Amsterdam ziyareti ile gerek Türkiye ve gerekse dünya medyasında sükse yapan Tarhan, Mersin’e geldiğimi duyunca acizane şahsımı bir öğle yemeğine davet etti.

Yeni yapılan Mezitli Belediye Binası’nda ziyaret ettiğim Tarhan ile henüz ilk çayımı içmemişken, bir grup sürpriz ziyaretçi içeri girdi. Gelenler, Pir Sultan Abdal Derneği temsilcileriydi.

Pir Sultan Abdal Genel Başkanı Gani Kaplan ve Genel Başkan Yardımcıları, Pir Sultan Abdal Derneği Mersin Şubesi Başkanı Oğuz Özcanlı, derneğin avukatı Yeşim Dağçeken ile yönetim üyelerinin doluşturduğu makamda, sorunlar ve dilekler dile getirildi. Tarhan’ın, Sivil Toplum Kuruluşları’na yönelik yaptığı faaliyetler için teşekkür eden ve başarılarının devamını dileyen Genel Başkan Gani Kaplan, Başkan Tarhan’ı gelecek hafta Adana’da yapılacak olan Pir Sultan Abdal Şenliği’ne davet etti.

Peki, öğle yemeği ne mi oldu?
Bunun yanıtını da aşağıda okuyunuz.

BİR YEMEĞİN ANATOMİSİ VE YER SOFRASI KÜLTÜRÜ

Afbeelding met muur, kleding, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Öncelikle şunu söyleyeyim: Yüksek makamlarda oturan dostlarınızı ziyaret etmek istediğiniz zaman, özel veya sakin bir görüşmeyi aklınızdan bile geçirmeyin. Zira o makama gittiğiniz zaman, asistanın size kapıyı açmasından sonra içeride başkalarını da görebilir veya siz içeriye yalnız girdiğiniz zaman, arkanızdan başkalarının da makamı sizlerle paylaştığını görürsünüz. Makam ziyaretleri yapmadan önce bunları hesaba katınız. Velev ki, makam sahibi sizin için özel bir görüşme planlamış olsun ve asistanına, ‘İçeri kimseyi alma ve telefon bağlama’ demiş olsun.
Benim ziyaretim öyle özel bir görüşme olmadığı için, arkamdan makama 10 kişilik bir grup girdi ve çay içimini paylaştı.
İyi de oldu aslında…
Zira, ülkemizin güzide kuruluşlarından Pir Sultan Abdal’ın Genel Başkanı Gani Kaplan ve yardımcıları ile Mersin Şubesi Başkanı Oğuz Özcanlı ve diğer üyeler ile tanışma imkânı yakaladım. Pir Sultan Abdal mensupları ile tanışmış olmam, pek çok facebook arkadaşım tarafından memnunlukla karşılandı. Yozgat’tan yazan sevgili dostum Sancak Yılmaz da, ‘Başkan Gani Kaplan çok iyi dostumdur, selamlarımı ilet’ mesajı geçti.

Şimdi gelelim yemek konusuna.

Başkan Tarhan’ı ziyaretim sırasında ikinci bir sürpriz daha yaşadım. Başkan ile baş başa yemek yiyeceğimi hesaba katmışken, Başkan’a gelen bir telefon ile kaderim yine değişti. Arayan, Gündoğar İnşaat’ın sahibi Cihat Gündoğar’dı. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası MTSO Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Kızıltan, MTSO Meclis Başkanı Hamit İzol ve diğer yönetim kurulu üyeleri ile yemek yiyeceklerini belirten Gündoğar Başkanı da bu yemeğe davet etti. Başkan ise, ‘Yanımda İlhan Karaçay var, kendisi ile yemek randevum var’ deyince gelen yanıt, ‘İlhan bey de aramıza katılırsa memnun oluruz’ şeklindeydi. Eeee, biz de bu davete icabet etmek mecburiyetinde kaldık. Başkan’ın makam aracı ile Gündoğar İnşaat’ın bulunduğu binaya gittik.
Muhteşem bir binaydı. Kapıda en az 20 kişi bekliyordu.
El sıkışmadan sonra bodrum kata indik. Bodrumdaki koca bir salon halılarla döşenmiş engin divanlar minderlerle süslenmişti. İçeride MTSO Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Cem Bucuge, Yönetim Kurulu Üyeleri Halil Kürek, Çetin Kanar, İsa Çani, Ahmet Belice ve Yalçın Darıcı ve isimlerini not edemediğim işadamları vardı. Yani Mersin’in atardamarları oradaydı.
Aslında bu atardamarlar, yemek öncesi önemli bir toplantı yapmışlardı. Engin divanda yan yana oturduğum MTSO Başkanı Kızıltan, yaptıkları toplantının ana maddelerini anlattıktan sonra,“Özel sektör ayakta durduğu sürece, Türkiye ekonomisi ayakta duracaktır” dedi.

Uzun seronomiden sonra yemeği merak eder oldum. Acaba yemeği nerede yiyecektik?
Bunu merak ederken, salona 4-5 kişi girdi ve yere bir şeyler sermeye başladı. Merakım daha da arttı. Yere serilen örtülerin üzerine tabaklar yerleştirilmeye başlandığı zaman, ‘yer sofrası’ kurulmakta olduğunu anladım.
Sofra, Mersin’in en ünlü lokantalarından birinden getirilen yemeklerle donatıldı ve sonra da ‘Hadi buyurun’ denildi. Yanımda oturan Belediye Başkanı Neşet Tarhan rahatça bağdaş kurabildi ama ben bağdaş kuramadım. Engin divanda bile zor oturuyordum. Sağolsun değerli dost Hamit İzol imdadıma yetişti ve ‘Sen öylece kal’ diyerek önümdeki sehpaya yemeklerimi doldurdu.

Anlaşılıyor ki, Gündoğar İnşaat’ın sahibi Cihat Gündoğar ülkemizin Güneydoğulu insanlarındandı ve bizlere yer sofrası kültürü ile bir zenginlik ikram etmek istemişti.

Belediye Başkanı Tarhan’ı ziyaretim sırasında iki önemli sürpriz ile karşılaştım ve çok da memnun oldum.

Bu yazıma, ’Bir yemeğin anatomisi ve yer sofrası kültürü’ başlığını koydum.
Neden mi?
Belediye Başkanı Neşet Tarhan, önceden haber verilmeden ve basına bilgi verilmeden bir yemeğe davet edildi.
Yemeğin şekli ve yeri de belli değildi. Sonrasında, muhteşem bir atmosferde yemek yenildi.
Neydi bu atmosfer?
Tabii ki yer sofrası.
Google Amca’ya girip arama yaptığım zaman, yer sofrası ile ilgili olarak çok ilginç gerçeklere rastladım. Meğer ki ülkemizde hâlâ 100 kişiden 42’si yer sofrasında yiyormuş. Metro ve Konda tarafından gerçekleştirilen ‘Yeme İçme Değerleri ve Alışkanlıkları Araştırması’na göre Türkiye’nin yüzde 42 akşam yemeğinde yer sofrasını, yüzde 56’sı ise yemek masasını tercih ediyormuş.

Çarpıcı sonuçların yer aldığı araştırmaya göre; ‘Akşamları evde yemek nerede yeniyor?’ sorusuna Türkiye’nin yüzde 56’sı yemek masasında, yüzde 42’si ise yer sofrasında yanıtı verdi.

Yer sofrasında yemek yeme alışkanlığı yerleşim bölgesi, gelir seviyesi ve evin tipine göre farklılık gösteriyor.

Aylık geliri 5000 TL’nin üzerindeki hanelerin yüzde 82’si yemeği masada yiyor. Ancak gelir seviyesi 1200-2 bin TL arasındaki evlerde yenilen yemeğin yüzde 53’ünde yer sofrası tercih ediliyor.

Metropollerde yaşayanların %29’u yer sofrasında yemek yiyor.
Apartmanda oturanların yüzde 72’si akşam yemeğini masada yerken, gecekonduların yüzde 81’inde yer sofrası tercih ediliyor. Kentlerden yaşayanların yüzde 45’i yer sofrasını tercih ederken, metropollerde bu oran yüzde 29’a geriliyor. Türkiye’nin yüzde 86’sı ise düzenli olarak akşam yemeği yiyor.

Ünlü Fransız yemek ustası Brillat-Savarin, “Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye boşuna dememiş. Yiyip içtiklerimizin yani beslenme şeklimizin ruh sağlığımız üzerindeki etkisi, eski tarihlerden bu yana bilinen bir gerçek. Peki sadece tercih ettiğimiz yiyeceklerin değil, yemek yeme tarzımızın da kişilik özelliklerimizi ele verdiğini biliyor muydunuz

Çoğumuz yemek yemenin beslenme amaçlı olduğunu düşünürüz. Elbette bu doğrudur ama beslenme, yemek yeme denkleminin bilinen kısmıdır. Bilinmeyen kısmında ise buzdağının görünmeyen yüzü, yani psikolojik boyutu vardır. Duygular, düşünceler, olaylar, kişilik özellikleri, ruhsal sorunlar ve daha pek çok faktör yemek yeme mekanizmasını doğrudan etkiler. Çünkü zihin ile beden birbirlerini doğrudan etkiledikleri sürekli bir ilişki içindedir. Yeme davranışımızı etkileyen psikolojik faktörler sürekli iş başındadır. Çoğu kişi çocuklukta yaşanan travmalar, bağımlılık ilişkileri, depresyon, kaygı, öfke, yalnızlık, sevgisizlik, özgüven eksikliği gibi olumsuz duygularıyla başa çıkabilmek için yeme davranışını kullanır.

Evet değerli dostlar. Bir yemek davetinin ardından bakın neler yaşadık ve ne konulara girdik. Öğretici ve eğitici, olması bakımından ben mutlu oldum.
Darısı bundan sonraki davetlere…

 

 

 

13 YILDIR BALTALANDIKTAN SONRA AÇILMA AŞAMASINA GELEN, ÇUKUROVA HAVALİMANI, HÂLÂ BALTALANIYOR…

13 YILDIR BALTALANDIKTAN SONRA AÇILMA AŞAMASINA GELEN, ÇUKUROVA HAVALİMANI, HÂLÂ BALTALANIYOR…

HABERE YENİ EKLEME:
BAKAN URALOĞLU, “HIZLI TREN HATTI ÇUKUROVA HAVALİMANI’NA EKLENECEK”

                                    (Haberi en altta)

Yapımında olduğu gibi, açılışı da sabote nedeniyle onuncu defa ertelenen havalimanı gına getirdi.

Çukurovalılar, gerçekleşmemesi için kuyusu kazılan havalimanının açılış gününü merakla bekliyorlar.

Havayolu, havalimanı, taşımacılık ve turizm konularını bilmeden ahkâm kesenler de bıktırdılar.

Hemşehricilik, ilkel bir davranıştır. Önemli olan, yöre halkına ve iş dünyasına yarar ve rahatlık sağlamaktır.

Yüzbinlerce gurbetçi, direkt uçuşlar için daha elverişli olacak yeni havalimanının faaliyete geçmesini bekliyor.

Donkişot gibi, yeldeğirmenleri ile savaş yapanların çığırtkanlığı boşa gidecek ve Atı alan Üsküdar’ı değil, Yenice’yi geçecek.

 

Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY yazdı:

Adana’nın çekilmez trafiği nedeniyle, Çukurovalılar’ın kâbusu haline gelmiş olan, uçak yolculuklarına kolaylık ve ülke turizmine de katkı amacıyla plânlanan Çukurova Havalimanı projesi, nihayet 13 yıl sonra tamamlandı.
Teknik çalışmalar ve taşınma işleminden sonra, yani yakında faaliyete geçmesi beklenen Çukurova Havalimanı, 13 yıl önce başlatılan proje aşamasındayken, bazı Adana milletvekilleri tarafından, sırf hemşehricilik ilkelliği nedeniyle baltalanmaya başlanmıştı.

Çukurova Havalimanı’nın tam 13 yıldır, projeyi üstlenen yatırımcıların işi savsaklamalarının ardında da bazı Adana milletvekilleri yer alıyordu. Projeyi üstlenen müteahhit firmaları çeşitli şekillerde caydırma oyunlarında parmağı olan milletvekilleri, bu anlaşılmaz pespayeliği, birkaç esnafın menfaatini korumak ve haliyle oy avcılığı için için yapıyorlardı.
Baltalamanın bir başka nedeni de Adana-Mersin çekişmesinin yarattığı hemşehricilik ilkelliğiydi.

Hâlâ çığırtkanlık yapmakta olan, ve daha önce de adını açıklamaktan imtina ettiğim bir CHP Adana Milletvekili söyleyeceklerim var.
Oturun yerinize sayın Milletvekili!
Seçmen memnuniyeti için, Çukurova Havalimanı düşmanlığına tevessül etmeyin.

Havayolu, havalimanı, taşımacılık ve turizm konularını bilmeden ahkâm kesmenin bir faydası yok.13 yıldır sürüncemede kalan Çukurova Havalimanı açılma aşamasındayken hâlâ, ‘Adana havalimanı kapatılmasın’ çığırtkanlığı artık işe yaramayacak.

CHP’de 60 yıl önce Gençlik Kolu Başkanlığı yapmış, ancak tarafsızlığını korumuş bir gazeteci olarak, şimdi taraf gibi görülebilirim.
Size tavsiyede bulunmak haddim olmayabilir ama, son beyanatınızdaki,
“AKP iktidarının sözleri gibi Adana Havaalanı’nı da yutmasına izin vermeyeceğiz, havaalanımızı kapattırmayacağız.” şeklindeki sözleriniz ile tam bir Donkişotluk yapmışsınız. Bu sözlerinizle Recep Tayyip Erdoğan’ı mı korkutacaksınız?

Böyle ucuz politika yapmak bir CHP’liye hiç yakışmıyor. Yanında çok becerikli ve başarılı bir medya danışmanı kanalıyla, diğer faaliyetlerini kamuoyuna duyurabilen bu milletvekilinin, böylesi ucuz politikalara tevessül etmesi hiç de doğru değil.

Hemşehricilik, ilkel bir davranıştır. önemli olan, tüm yöreye hizmet ve devlet yararıdır.

Ama boşuna boşuna nefes tüketilmesin, Atı alan Üsküdar’ı değil, Mersin Yenice’yi geçti…
(Mersin il sınırları içinde olan Çukurova Havalimanı, Yenice ilçesindedir)

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\cukurova-havalimani-(2).jpg

Biliyoruz, Çukurova Havalimanı’nın açılacak oluşuna en çok karşı çıkan esnaf grubunu taksiciler oluşturuyor.
Mersin il sınırları içinde kurulacak olan Çukurova Havalimanı’nın taksi işletmeciliği, Adana’dan Mersin’e geçmiş olacak. Kaldı ki, yapılan ön tartışmalarda, bu işin iki şehir taksicileri arasında paylaşılabileceği konuşulmuştu.
Adana Havalimanı etrafında bulunan esnafların da hoşuna gitmeyen bu durum, Adana milletvekili için bir baskı unsuru oldu. Hemşehricilik ilkelliğinin yanında, seçimlerde oy kazanmak uğruna, Çukurova Havalimanı’nın açılmasını önlemek için hâlâ büyük çabalar sarfeden milletvekili, ihale olaylarındaki bir yığın olumsuzluğu dile getirdikten sonra hâlâ çığırtkanlık yapıyor ve “Yıllık 5-6 milyon insanımızın güvenle kullandığı Adana Havaalanı’nı size kaptırmayız” diyor.

Bu milletvekili, ‘Adana Havaalanı’nı kaptırmayız’ derken, asıl kimlere hitap ediyor biliyor musunuz?
Hükümete mi? Tabii ki hayır.
Müteahhitlere mi? Bu da hayır.
‘Size kaptırmayız’ dediği kitle tabii ki Mersinlilerdir.

BASKILAR
Çukurova Havalimanı’nın yapımında yaşananlar tabii ki çok tuhaf ve üzücüdür. Önce işletmeci olacak müteahhitlere verilen ihaleler, çeşitli nedenlerle maalesef tamamlanamadı. Daha sonra bu iş devlet işletmesine bırakıldı ama bu kez taşeron müteahhitler su koyverdiler.

Çukurova Havalimanı’nın faaliyet geçmesinden sonra, Akdeniz sahillerimizin batısında gelişecek olan turizm hareketi, Akdeniz’in doğusunda da canlanacaktı. Bunun için bir proje hazırlanmıştı.
Mersin’in doğu kesiminde yer alan bir alana (yani Tarsus ve Adana’ya yakın olan) 8 bin yatak kapasiteli tam 11 otel kurulması planlanmıştı. Bunun için bedava yer tahsis edilmiş ve otel inşası için firmalar belirlenmişti. Ama yine türlü nedenlerle bu proje de sallantıda kaldı.

Şimdiki durumu ile, yani kapasite ve pahalılığı nedeniyle, Almanya’dan birkaç sefer dışında, yurtdışından uçuş talebi alamayan Adana Havalimanı’na karşın, kapasite ve ucuzluğu nedeniyle ilgi çekecek olan Çukurova Havalimanı, Türk turizmi için büyük bir kazanç olacaktır.
Yüzbinlerce gurbetçi, direkt uçuşlar için daha elverişli olacak yeni havalimanının faaliyete geçmesini bekliyor. Yaklaşan yaz sezonu için, yurt dışındaki havalimanlarından slot izni almakta gecikmekte olan havayolu şirketleri de, Çukurova Havalimanı’nın açılma tarihini bilmek istiyorlar.

Önceleri otel kapasitesi düşük olan Mersin, şimdilerde yapılan ve yapılmakta olan oteller ile turizme açılmış olacaktır. Hele hele, devletin planladığı yeni 11 dev otelin gerçekleşmesi halinde, Antalya, Alanya, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Çeşme gibi yerlere bir alternatif teşkil edecek olan Mersin için, tabii ki yeni, modern ve cazibeli bir havalimanına ihtiyaç olacaktır.

Adana’da da turizmin gelişmesine yol açacak olan Çukurova Havalimanı projesi, bu nedenle çok önemlidir.
Bilinçsizce davranışlar ile, bu projeyi baltalamak isteyenler bu ilkel sevdadan vazgeçmeli.

YENİ HAVALİMANININ ÖNEMİ

TÜRSAB Başdanışmanı ve Havayolu Bilet Satışı ve IATA İhtisas Başkanı Numan Olcar, itirazcılara ders olacak nitelikte şunları söyledi:

“Havayollarının da ticari bir kuruluş olduğu unutulmamalıdır. Neticede havayolları da kar edeceği ve daha fazla yolcuya hitap edebileceği havalimanlarını tercih eder. Bu aşamada Adana Havalimanı’nın çalışmaya devam edeceği söylemleri yatırımcılar kadar bu işin önemli bir parçası olan Havayollarını da tedirgin etmektedir. Hiçbir havayolu aynı destinasyonda birbirine bu kadar yakın iki havalimanı için ne yolcularını bölmek nede aynı pozisyonlar için 2 değişik yapılanma ile maliyetlerini iki misli katlamak istemez.” 

Afbeelding met hemel, buitenshuis, gebouw, eigendom Automatisch gegenereerde beschrijvingAdana Şakirpaşa Havalimanı’nın, üçüncü dünya ülkesindeki bir kasaba havalimanı görüntüleri ile (Altta ve üstte solda) Çukurova Bölgesel Havalimanı görüntüleri (Altta ve üstte sağda)

Afbeelding met Luchtfotografie, gebouw, Vogelperspectief, Stedenbouwkunde Automatisch gegenereerde beschrijving

Bakınız, Kalkınma Dergisi olan DergiPark’ta Muhammed Turğut ve İpek Gürsoy ne demişler:

“Havalimanları bulundukları bölgenin kalkınma sürecinde önemli bir itici güç olarak görülmektedir. Bu sebeple, ülkeler yeni havalimanları inşa ederek ya da mevcut havalimanlarında iyileştirmeler yaparak gelişmişlik düzeylerini artırmayı hedeflemektedir. Bu çalışmada, yapımı tamamlanmak üzere olan Çukurova Bölgesel Havalimanının TR62 Düzey 2 Bölgesinde kalkınmaya yönelik olası etkileri incelenmiştir. Çalışma kapsamındaki veriler, bu bölgede yer alan Adana ve Mersin’in nüfus, göç, istihdam, turizm, sanayi ve ticaret verilerini içeren ikincil kaynaklardan elde edilmiştir. Araştırma sonucunda, Çukurova Bölgesel Havalimanının ülke hizmet ihracatına ve bölgenin hizmet sektörüne ciddi oranda katkı sağlayacağı öngörülmektedir. Yeni havalimanının bölgede öğrenim görmekte olan üniversite öğrencilerine staj ve benzeri olanaklar sağlaması, uçuş ağına yeni destinasyonların eklenmesiyle bölge turizmine canlılık kazandırması ve bölgeden ihraç edilen ürünlerin dış pazarlara açılmasını kolaylaştırması beklenmektedir. Ayrıca, bölgenin güçlü lojistik potansiyeline çok önemli bir altyapı sağlayarak bölgesel kalkınma bakımından olumlu etki yaratacağı düşünülmektedir.”

Lojiport’ta Mustafa İmrak ise şunları yazmış:

Çukurova Bölgesel Havaalanı ve muhtemel etkileri

Adana ve Mersin’in Çukurova açısından olduğu kadar Ortadoğu açısından da stratejik önemde olduğunu farklı yazılarımızda dile getirmiştik. Yeni havaalanı ile ilgili süreç büyük ölçüde tamamlandı.

Türkiye’nin önemli lojistik merkezlerinden biri olan Çukurova Bölgesi, tarım ürünlerinden sanayi mallarına kadar geniş bir yelpazede üretim yapmasıyla bilinir. Bölgenin ekonomik potansiyeli, tedarik zincirlerinin etkin yönetilmesi ve uluslararası ticaretin geliştirilmesi için stratejik bir konumda bulunmasını sağlar. Bu bağlamda, Çukurova Bölgesi’ne hizmet verecek bir havaalanının açılması, lojistik sektörü açısından büyük önem taşımaktadır.

Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın faaliyete geçmesiyle birlikte, bölgenin uluslararası ticaretteki rolü daha da güçlenecektir. Havaalanı, bölgenin üretim merkezlerinden ürünlerin dünya pazarlarına hızlı bir şekilde ulaştırılmasını sağlayacaktır. Özellikle tarım ürünleri gibi hızlı bozulan ve zamanında teslimat gerektiren malların taşınmasında hava yoluyla lojistik avantajlar sağlanacaktır.

Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın lojistik sektörüne sağlayacağı bir diğer katkı da tedarik zincirlerinin daha verimli bir şekilde yönetilmesine olanak tanımasıdır. Hava yoluyla taşımacılık, özellikle acil ve kritik malzemelerin zamanında teslimatını sağlayarak tedarik zincirlerinin kesintisiz işlemesine yardımcı olur. Bu da üretim süreçlerinin optimize edilmesi ve maliyetlerin düşürülmesi anlamına gelir.

Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın açılmasıyla birlikte, bölgedeki işletmelerin uluslararası arenada rekabet güçleri artacaktır. Hava yoluyla daha hızlı ve etkin bir şekilde mal taşınması, yerel işletmelerin küresel tedarik zincirlerine entegrasyonunu kolaylaştıracaktır. Bu da bölgedeki işletmelerin daha geniş pazarlara açılmasını ve ihracat potansiyellerini artırmasını sağlayacaktır.

Sonuç olarak, Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın açılması lojistik sektörü açısından büyük bir öneme sahiptir. Bölgenin uluslararası ticaretteki rolünü güçlendirecek olan havaalanı, tedarik zincirlerinin daha etkin bir şekilde yönetilmesine olanak tanıyacak ve yerel işletmelerin küresel rekabet güçlerini artıracaktır. Bu da bölgenin ekonomik kalkınmasına ve sürdürülebilir büyümesine katkı sağlayacaktır.

Üç yıl önceki haberimden:

TARSUS’TA PLANLANAN 8 BİN YATAK KAPASİTELİ
11 OTEL PROJESİNİN AKİBETİ DE MECHUL…

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\Cukorova oteller 2.jpg C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\oteller-bolgesi-ne-yarin-su-verilemeyecek_1.jpgYukarıdaki fotoğrafta görülen alan aşağıdaki gibi gibi olabilirdi

Mersin’i, batı Akdeniz’e alternatif turizm bölgesi yapmak amacıyla projelendirilen, 8 bin yatak kapasiteli 11 otelin akibeti de mechul.
Bakınız bu konuda başlangıçtaki haberler nasıldı:

Mersin’in Tarsus ilçesinde altyapı çalışmaları tamamlanan ve tahsis sahibi 6 firmanın tesis yatırımlarını bekleyen Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, Akdeniz’in doğusunda bir turizm cenneti olacak.
Berdan Nehri’nin bir kolunun denize döküldüğü bölümün de içinde bulunduğu, çeşitli kuş türlerine ev sahipliği yapan Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, temiz denizi, 12 kilometrelik kumsalı ve yeşil dokusu ile dikkat çekiyor. 8 bin yatak kapasiteli toplam 11 otelin yapılacağı bölge, hizmete girdikten sonra Mersin ile Adana’nın turizmden hak ettiği payı almasına önemli katkılar sunacak ve 10 bin kişi buradaki tesislerde istihdam edilecek. Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın da tamamlanması ile bu coğrafyaya gelen turistler, yalnızca 10 dakika içerisinde oteller bölgesine ulaşabilecek.

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\Cukurova oteller 3.jpg

Bölgede inceleme yapan Mersin Sanayicileri Ve İş Adamaları Derneği (MESİAD) Başkanı Hasan Engin, inşaatların başlaması için tahsis sahibi firma yöneticilerine çağrıda bulundu. Yatırıma engel tüm durumların ortadan kaldırıldığını belirten Engin, “Devlet Su İşleri (DSİ), Berdan Nehri’nin denize ulaştığı yerde 5-6 kilometrelik taşkın koruma setlerini tamamlamış durumda. 14 kilometrelik otoban kalitesindeki yolumuz tamamlanmış durumda. Turizm teşvikleri uygun safhaya geldi. Orada da bir sorun yok. Sayın Cumhurbaşkanımız da buranın temelini atmıştı seçimlerden önce ve yatırımcı firmaların başlayacağını söylemişti. Birkaç kez de uyarmıştı, ’Başlayın’ diye. Şu anda yatırımcı firmaların bahanesi kalmadı” dedi.

Mersin ve Adana kamuoyunun bu yatırımı merak ve heyecanla beklediğini dile getiren Engin, “Yolumuz, altyapı, kanalizasyon, arıtma tesisleri, telekomünikasyon, içme suyu hepsi tamamlanmış durumda, yatırımcıları bekliyoruz. Eğer bu yatırımcılar ille de ’Uzatacağız’ derlerse ya diğer yatırımcılara ya da yabancı yatırımcılara tahsis yapılmasını istiyoruz. Çok fazla tahammül kalmadı. Çok uzun zamandır bu proje ile ilgileniliyor. Havaalanı da yapılıyor, bittiğinde bunların başlaması değil, paralel başlamasını istiyoruz. Aynı anda bittiğinde bölgemize ve ülkemize hayırlı olur diye düşünüyoruz” şeklinde konuştu.

HAYAL KIRIKLIĞI

Yukarıda okuduğunuz eski haberden anlaşılacağı gibi, Doğu Akdeniz’i bir turizm cenneti yapacak olan proje de sürüncemede kalmış oldu. Bedava arazi aldıkları halde, devletten daha çok fedakârlık bekleyen tahsis sahibi yatırımcılar, bu projeyi de baltalamış oldular.


Ne diyelim, Mersin’in, daha doğrusu Çukurova’nın makus (kötü) talihi mi?
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

HIZLI TREN HATTI ÇUKUROVA HAVALİMANI’NA BAĞLANACAK

Bakan Uraloğlu, Mersin-Adana-Osmaniye-Gaziantep Hızlı Tren Hattı’ndaki çalışmaları inceledi

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, “Saatte 200 kilometre tasarım hızıyla bu hatta yılda ortalama 6,4 milyon yolcu ve yaklaşık 100 milyon ton yük taşımayı hedefliyoruz.” dedi.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Mersin-Adana-Osmaniye-Gaziantep Hızlı Tren Hattı’nın 6 saat 23 dakikalık seyahat süresini 2 saat 15 dakikaya düşüreceğini belirterek “Saatte 200 kilometre tasarım hızıyla bu hatta yılda ortalama 6,4 milyon yolcu ve yaklaşık 100 milyon ton yük taşımayı hedefliyoruz.” dedi.

Bakan Uraloğlu, inşa edilecek 10 kilometrelik hatla, yapımında sona yaklaşılan Çukurova Havalimanı’na erişim sağlanacağını belirterek, “Projemizin tamamlanmasıyla, Mersin-Adana-Osmaniye-Gaziantep arası mevcutta 361 kilometre olan mesafeyi yük için yüksek standarda, yolcu treni için 200 kilometre hıza uygun olarak yeniden inşa ediyoruz. Yeni durumda yolu 312,5 kilometreye, 6 saat 23 dakika olan seyahat süresini ise 2 saat 15 dakikaya düşüreceğiz. Saatte 200 kilometre tasarım hızıyla bu hatta yılda ortalama 6,4 milyon yolcu ve yaklaşık 100 milyon ton yük taşımayı hedefliyoruz.” diye konuştu.

Asya, Avrupa ve Orta Doğu’yu bağlayacak Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ni, Türkiye açısından çok önemli fırsat gördüklerini belirten Uraloğlu, “Bu projenin orta koridorunun, bizim deyimimizle ‘Yeni İpek Yolu’ olması için ülke içinde doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde eksik ulaşım bağlantılarını tamamlayacak projeleri bir bir hayata geçiriyoruz.” diye konuştu.

Zengezur Koridoru ve Kalkınma Yolu projeleri

Uraloğlu, Zengezur Koridoru ve Kalkınma Yolu projeleriyle iki yeni uluslararası hattı daha hayata geçirmeyi hedeflediklerini ifade ederek şöyle devam etti:

“Türkiye ile Azerbaycan arasında doğrudan demir yolu ve kara yolu ulaşımı sağlayacak Zengezur Koridoru bağlantısının hayata geçmesinin tüm Orta Koridor ülkeleri açısından önemli bir adım olacağına inanıyorum. Bu koridor kapsamında hayata geçecek Kars-Nahçıvan Demiryolu Projesi, tüm Avrupa’yı Nahçıvan üzerinden İran, Azerbaycan, Türkmenistan ve Pakistan’a bağlayacak.”

Kalkınma Yolu’nun, Basra’dan Türkiye sınırına uzanan kara ve demir yolu ulaştırma koridoru inşasına yönelik olduğunu aktaran Uraloğlu, şu değerlendirmede bulundu:

“Hedef demir yolu hat uzunluğunu 28 bin 590 kilometreye yükseltmek”

Uraloğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde demir yollarında yeni dönem başlattıklarını, demir yolu ağını 14 bin kilometreye yükselttiklerini söyledi.

Demir yolunun, hızlı ve konforlu seyahat isteyenlerin ilk adresine dönüştürüldüğünü belirten Bakan Uraloğlu, “Hızlı trenlerimizle konforlu, hızlı ve modern seyahat hizmetini doğrudan ve dolaylı 19 ilimize ve ülke nüfusumuzun yaklaşık yüzde 50’sine ulaştırdık.” dedi.

Uraloğlu, Ankara merkezli yüksek hızlı tren ağının oluşturulması hedefi kapsamında yaklaşık 3 bin 800 kilometrelik demir yolu hattında yapım çalışmalarının devam ettiğini bildirerek “Hedefimiz 2053’e kadar hızlı tren hizmeti alan il sayımızı 52’ye çıkartmak ve demir yolu hat uzunluğumuzu 28 bin 590 kilometreye yükseltmektir.” ifadesini kullandı.

“Hem yolcu hem yük taşımacılığı”

Mersin-Adana-Osmaniye-Gaziantep Hızlı Tren Hattı’nın, en önemli projelerden biri olduğuna işaret eden Uraloğlu, şu bilgileri verdi:

“Bu projemizde, en güçlü Avrupa finans kuruluşlarından alınan 1,5 milyar avroluk kredi yabancı yatırımcıların ülkemize duyduğu güvenin göstergesidir. 312,5 kilometre uzunluğundaki Mersin-Adana-Gaziantep Hızlı Tren Hattı projemizle Mersin-Adana arasındaki mevcut hattın altyapısını hızlı trene uyumlu hale getirerek ve ilave yeni hat yapımlarını tamamlayarak hem yolcu hem yük taşımacılığına elverişli, elektrikli ve sinyalli bir hızlı tren hattını hizmete alacağız.”

“Alt ve üstyapı çalışmaları eş zamanlı sürdürülüyor”

Hat kapsamında 2 gar, 19 istasyon, 86 kara yolu üst geçidi, 32 demir yolu köprüsü ve 17 tünel inşa edileceği bilgisini veren Uraloğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Şu anda 1720 personelle sürdürülen çalışmalarla Nurdağı-Başpınar kesimindeki toplam 34 bin 700 metre uzunluğundaki 6 tünelin kazı çalışmalarını tamamladık. İç kaplama çalışmalarına devam ediyoruz. Viyadük, menfez, köprü, alt ve üst geçitler gibi sanat yapılarının yapım çalışmalarına da aralıksız devam ediyoruz, yüzde 12 ilerleme kaydettik. Altyapı çalışmalarının yanında üstyapıya yönelik çalışmaları da eş zamanlı sürdürüyoruz. 1 milyon traversin 70 bininin üretimini bitirdik, 79 bin ton rayın 20 bin tonunu sahada stokladık. İnşallah en kısa zamanda bu hattı çalışır vaziyete alarak stratejik bir hizmeti daha tamamlayacağız.”

“Artık her şehir yüksek hızlı trenle seyahat etmek istiyor”

Uraloğlu, halkın yüksek hızlı tren hayalini gerçeğe dönüştürmenin Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarına nasip olduğunu dile getirdi.

Yüksek hızlı trenle yapılan seyahatin konfor ve güvenine alışıldığını belirten Uraloğlu, şunları kaydetti:

“Bu hatlarda bugüne kadar 78 milyon üstünde yolcu taşıdık. Artık her şehir yüksek hızlı trenle seyahat etmek istiyor. Mersin-Adana-Osmaniye-Gaziantep Hattı’mızın açılışını gerçekleştirdiğimizde, ülkemizin bir prestij projesini daha başarıyla tamamlamanın hep beraber gurunu yaşayacağız. Ülkemiz adına çok büyük ve önemli bir projeyi daha hayalden gerçeğe dönüştüreceğiz. Bu hattımızın, güzergah üzerindeki tüm bölgenin kalkınması adına adeta lokomotif olacağına inanıyor, bölgeye ticaret ve turizm açısından büyük hareketlilik kazandıracağını öngörüyoruz.”

Bakan Uraloğlu’na incelemesinde, Mersin Valisi Ali Hamza Pehlivan, AK Parti Mersin Milletvekilleri Ali Kıratlı ve Havva Sibel Söylemez ile Tarsus Kaymakamı Kadir Sertel Otcu da eşlik etti.

 

HOLLANDALILAR’IN, ŞÜKRAN BORCU OLARAK ÜRETTİKLERİ ATATÜRK VE İSTANBUL TÜRÜ LALE, BAHARIN ZARİF MÜJDECİSİ, AŞKIN VE ROMANTİZMİN SEMBOLÜDÜR.

HOLLANDALILAR’IN, ŞÜKRAN BORCU OLARAK ÜRETTİKLERİ ATATÜRK VE İSTANBUL TÜRÜ LALE, BAHARIN ZARİF MÜJDECİSİ, AŞKIN VE ROMANTİZMİN SEMBOLÜDÜR.

Lahey Büyükelçiliğimizin bahçesine, soyu tükenmekte olduğu sanılan İstanbul Lalesi’nden 100 soğan ekildi.

İstanbul Lalesi’ni daha önce de İstanbul’da eken Hollanda büyükelçisine, Ekrem İmamoğlu teşekkür etmişti

Dünyanın en büyük ve güzel çiçek bahçesi Keukenhof 21 Mart’ta açılacak 12 Mayıs’a kadar açık kalacak.

Lale’yi Hollanda’ya kazandıran ve tam bir Türkiye ve Türk hayranı olan Busbecq’in mezarının bulunuşu.

Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY yazdı:

Afbeelding met bloemblaadje, plant, tulp, bloem Automatisch gegenereerde beschrijving Aşağıda sizlere, lale çiçeği hakkında çeşitli haberler sunacağım. Bu haberler içindeki en son gelişme, bir süre önce Lahey Büyükelçiliğimizde yaşanmıştır.
Ama, lale hikâyelerine başlamadan önce, lale çiçeğinin, dilimize, kültürümüze, geleneklerimize ve tarihimize neler kazandırdığını sıralamak istiyorum:

Lale çiçeği, genellikle güzellik, zarafet ve kibarlık sembolü olarak kabul edilir. Özellikle Türkiye’de, lale çiçeği tarihi ve kültürel bir öneme sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nda lale, zenginlik ve refahın simgesi haline gelmiştir. Bugün, lale çiçeği çoğunlukla baharın ve yeniden doğuşun simgesi olarak kabul edilir. Ayrıca, lale motifleri Türk el sanatlarında ve mimarisinde sıkça kullanılır.

Lale, zarafetin ve güzelliğin sembolüdür. İncelikli yapısı ve çeşitli renkleriyle doğanın estetik bir hediyesidir.
Lale, baharın gelişini müjdeleyen ilk çiçeklerden biridir. Toprakların yeniden canlanmasını, doğanın uyanışını ve tazeliğini temsil eder.
Lale, dayanıklı bir çiçektir ve birçok farklı iklim ve ortamda yetişebilir. Bu özelliğiyle direncin ve yaşama sevincinin sembolüdür.
Lale, aşkın ve romantizmin sembolüdür. Bir sevdiklerine lale hediye etmek, derin duyguların ifadesi olarak kabul edilir.
Türk kültüründe ve sanatında lale, önemli bir yer tutar. Osmanlı döneminde lale motifleri, mimari, el sanatları ve edebiyatta sıkça kullanılmıştır.

Lale, çok çeşitli renklerde ve türlerde bulunabilir. Bu çeşitlilik, farklı güzelliklerin ve benzersizliklerin bir ifadesidir.
Yukarıdaki özelliklerle, lale sadece bir çiçek değil, aynı zamanda bir sembol ve insanlık için önemli bir metafordur.

Lale devri şairi Nedim, Ebusuud Efendi, Damat İbrahim Paşa, ve
IV Mehmet muhteşem şiirler yazmışlardır.
Satoğlu ise lale için,  “Lale, Türk ruhunun ve zevkinin sembolü olmuştur. Lale Türk zerafetinin sembolüdür, laleye harflerin cevahiri denilmiştir” diye yazmış.

HOLLANDA’DA LALE

Hollanda’nın lale soğanlarını Türkiye’den kazanmış olması, tarihî ve kültürel bir bağa işaret eder. Lale soğanlarının 17’nciyüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndan Hollanda’ya getirilmesi, Hollanda’nın botanik ve ticaret alanında önemli bir dönüşüm yaşamasına katkı sağlamıştır. Bu nedenle, Hollanda ve Türkiye arasındaki ilişkilerde tarihi bir bağ ve karşılıklı bir etkileşim bulunmaktadır.

Hollanda, bu tarihi ve kültürel bağa dayanarak Türkiye’ye karşı saygı ve minnet duymalıdır.
Ayrıca, bu ilişkileri bugün de sürdürmek ve güçlendirmek için çaba göstermelidir.
İki ülke arasındaki ticari, kültürel ve diplomatik ilişkileri güçlendirmek, gelecekteki iş birliği ve dostluğu artırır.

Lale hakkında yayınlamış olduğum haberlerden önce, bir süre önce lahey büyükelçiliğimizde yaşanan bir gelişmeyi sunacağım:

SOYU TÜKENDİĞİ SANILAN EŞSİZ “İSTANBUL LALESİ” LAHEY BÜYÜKELÇİLİĞİ’NİN BAHÇESİNE 100 ADET EKİLDİ.

16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun bahçelerinde yetiştirilmeye başlanan lale, o zamandan beri diplomatik ilişkileri geliştirmek için benzersiz bir hediye olarak da kullanılmaktaydı. Türkiye kökenli laleler bu şekilde 16’ıncı yüzyılın sonlarında Avrupa’ya yayıldı.

Afbeelding met vaas, muur, bloempot, overdekt Automatisch gegenereerde beschrijving

Yaprakları hançer gibi sivri, uzun, ince ve badem şekilli “İstanbul Lalesi” (Tulipa Acuminata) adını taşıyan özel lale türü, 18’inci yüzyılın başına kadar gelişmeye ve özel olarak yetiştirilmeye devam ediliyordu. Değişik renk ve desenleriyle “benzersiz” olarak tanımlanan bu lale türünün günümüzde neslinin tükendiği sanılıyordu.

Türk-Hollandalı bir lale araştırmacısı, Hollanda’nın bazı köylerinde ekilen nadir İstanbul Lalesi’nin izini sürdü ve çoğalttı. Bu lale türünü daha sonra tekrar Türkiye’deki üreticilerle buluşturan ve anavatanı Türkiye’ye geri getirilmesine vesile olan, Dünya Lale Derneği Başkan Yardımcısı İbo Gülsen, elindeki bir miktar lale soğanını da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıldönümü vesilesiyle kendi anavatanı olan Türkiye’nin Lahey Büyükelçiliği’ne armağan etmek istedi.

Afbeelding met persoon, kleding, buitenshuis, boom Automatisch gegenereerde beschrijving

Annesi Hollandalı, babası Türk olan İbo Gülsen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü vesilesiyle elindeki son 100 lale soğanını Büyükelçi Selçuk Ünal ile birlikte Lahey Büyükelçiliği bahçesine dikti.

Büyükelçi Ünal: “Yeniden can bulan ve oldukça özel bir tür olan gerçek İstanbul lalesini Büyükelçiliğimizin bahçesinde görmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

Bugün yaygın olarak karşılaştığımız çanak şeklindeki klasik laleden oldukça farklı bir görüntüye sahip olan ve çeşitli tasvirlerini, seramikten tekstile, şiirden minyatüre bir çok geleneksel eserde gördüğümüz ‘İstanbul Lalesi’ bugün Büyükelçiliğimiz bahçesine ekildi.” dedikten sonra şöyle devam etti:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü vesilesiyle dikilen İstanbul Laleleri, Türkiye Cumhuriyeti ve Hollanda Kraliyeti arasındaki Dostluk Anlaşmasının imzalanmasının 100’üncü yıldönümünün kutlanacağı 2024 yılında açarak Büyükelçiliğimizin bahçesini süsleyecek. İki ülke arasındaki dostluğun simgesi olan lalelerin, Türk-Hollanda dostluğunun buradan sonsuzluğa kadar devamına şahitlik edeceğine eminim. İbo Gülsen’in İstanbul Lale’sini hem lalenin anavatanına hem kendi ailesinin baba vatanına kavuşturması bizleri duygulandırdı. Dünya Lale Derneği Başkan Yardımcısı Sayın İbo Gülşen’in bu düşünceli jesti için şükranlarımızı sunuyoruz. Sayın Gülsen laleyi, lalenin anavatanına döndürmekle kalmadı, hem ana hem baba vatanına sembolik, ama çok önemli bir katkıda bulundu.”

‘İSTANBUL LALESİ’ İLE İLGİLİ İSTANBUL’DAKİ GELİŞME:

Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Bart van Bolthuis, orijinal ‘İstanbul Lalesi’ni Hollanda’dan getirerek İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na hediye etti.

Afbeelding met bloempot, kamerplant, vaas, Tuinarchitectuur Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği’nde göreve başladıktan sonra, iki ülke arasındaki ilişkilerin önemini ortaya sermek için büyük uğraş veren Eray Ergeç, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan ve ‘Büyük jest’ olarak kabul edilecek etkinliklerden, bir yenisinin haberini verdi.
Türkiye’den götürülen lale soğanlarını, iyi bir üretim sistemi ile çoğaltarak dünyanın dört bir tarafına satan ve bu nedenle zengin olan Hollandalılar, Türkiye’ye bu konudaki minnet borçlarını ödeyebilmek için ‘Atatürk’ adını verdikleri bir lale türü yetiştirmişlerdi.

Hollandalılar’ın son jestleri, yine bir lale sunumuyla gerçekleşti.
Lale çeşitleri arasında öyle bir güzeli vardı ki, son zamanlarda bu çeşit görünmez olmuştu.
Sözü edilen lale, Osmanlı döneminde İstanbul’un bazı köylerinde yetişiyordu ve bu nedenle de adına ‘İstanbul Lalesi’ denmişti.
İşte Hollandalılar bu kez nesli hemen hemen tükenmekte olan o laleyi yeniden buldular ve üretimini çoğaltmaya başlayarak dünya piyasasına sürme hazırlığına girdiler.

Yeniden çoğaltılan ‘İstanbul Lalesi’ni, İstanbul’a getirip Belediye Başkanı’na hediye etme fikri kimden çıktı bilmiyorum ama, bunda Eray Ergeç’in katkısı olduğuna inanıyorum.

Hollanda’dan İstanbul’a götürerek, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na hediye eden Başkonsolos Barth van Bolhuis şu açıklamayı yaptı:

“Bu orijinal İstanbul Lalesi, dün Amsterdam’dan geldi. Bu güzel lalenin hikayesi 16. yüzyılda İstanbul’da Osmanlı bahçelerinde başladı. Laleler 17. yüzyılda Hollanda’ya gönderildi ve biz farklı laleler ürettik. Ticaretine başlayıp bütün dünyaya gönderdik. Şu an dünyada bir numaralı çiçek ihracatçısı olduk. Bütün bunların tarihi İstanbul lalesine uzanıyor. Umuyorum ki, 3 yüzyıl boyunca bizlere baharın ışığını vermiş olan bu orijinal lale, şimdi de içinde bulunduğumuz zorlu mücadelede, bizlere güven ve iç huzur için ilham olur.”

Getirilen lalenin Hollanda’da hâlâ çok nadir yetiştirildiğini bildiren van Bolhuis, laleyi İstanbul’a getirmenin kendisi için bir onur olduğunu kaydetti.
Aslında, bir hafta önce Hollanda’ya İmamoğlu ile birlikte gitme planı yaptıklarını, ama koronavirüs nedeniyle bu planı uygulayamadıklarını belirten Bolthuis, Amsterdam seyahati sırasında İmamoğlu’na sürpriz yapmayı planladıklarını da kaydetti.

İMAMOĞLU: ÇOK DEĞERLİ BİR JEST

İstanbul Belediye Başkanı Başkanı Ekrem İmamoğlu Hollanda Başkonsolosu Bolhuis’e teşekkür etti.

Afbeelding met persoon, kleding, pak, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollandalı Başkonsolosun bu jestine çok memnun olduğunu belirten İmamoğlu şöyle konuştu:

“Kıymetli Başkonsolosumuz Bolhuis’e teşekkür ediyorum. Bu günlerde Covid-19 mücadelesinden dolayı aslında birçok etkinliğimiz ya da birçok tasarladığımız düzenin dışında bir hayat yaşıyoruz. Korunarak ya da birbirimizi uzaktan selamlayarak. Onun için ben de buradan sizi selamlıyorum. Bu güzel İstanbul Lalesi için de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz lalenin ana vatanındayız, İstanbuldayız. Tabi 16. yüzyılda Hollanda’ya soğan gitmesiyele beraber Hollanda’da da yetiştirilmeye başlandı. Artık bütün dünya laleyi biliyor, İstanbul’da doğduğunu biliyor. Bu manada bu güzel İstanbul Lalesi’ni kendi yetiştirdikleri laleyi bize hediye etmelerini de çok değerli bir jest olarak görüyorum. Bu ve buna benzer kültürel köprülerin, Hollanda ile olan güzel ilişkilerimizi daha yukarılara daha iyi seviyelere taşımasını diliyorum. Bu noktada İstanbul her zaman üzerine düşen vazifeyi, sorumluluğu yerine getirecektir. Hollanda Türkiye ilişkilerinin daha iyi noktaya gitmesi için de yoğun çabalar içinde olacaktır. Elbette ben buradan bütün İstanbul halkı adına Hollanda’da Covid-19 sürecinde hayatını kaybedenlere de rahmet diliyorum. Umut ediyorum önümüzdeki günler, aylar ve yıllar hep birlikte elele bütün dünyanın bütünleşmesi ile insanlık adına güzel günler bizimle olsun. En az şu güzel lale kadar güzel günlerde buluşmak dileğiyle çok teşekkür ediyorum.”

Lale ve Lale Dönemi üzerine çalışmaları bulunan Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Gül İrepoğlu ise laleyi ilk gördüğünde hayrete düştüğünü dile getirerek, “1725 Lale Albümü’nde yer alan, lale çeşitlerine olan benzerliği inanılmaz. İstanbul bu kadar uzun zamandan sonra tekrar bu laleyi kucaklayacağı için mutluyum.” değerlendirmesinde bulundu.

LALE’NİN ÖNEMİNİ KEŞFEDİP HOLLANDA’YA KAZANDIRAN BÜYÜKELÇİ BUSBECQ, AYNI ZAMANDA TAM BİR TÜRKİYE VE TÜRK HAYRANIYDI

Hollanda’nın uzun tarihi boyunca ikili ilişkilerde hep dost kaldığı nadir ülkelerden biri Türkiye’dir. Türkiye ile Hollanda arasındaki 400 yılı aşan resmi ilişkilerin yanı sıra giden, bir başka ortaklıksa lalenin öyküsünde gizlidir. Lale 1612’de başlayan resmi ilişkilerden yaklaşık 50 yıl önce Hollanda’ya ulaşmış ve çok sevilmişti.

16. yüzyılda dünyada var olan iki büyük gücünden biri Türkiye diğeri Avusturya’ydı. Avusturya iki ülke arasında barışı temin etmek üzere seçkin bir diplomat olan Busbecq’i İstanbul’a elçi olarak göndermişti. Busbecq İstanbul’da kaldığı 7 yıl içerisinde hem barışı sağlamış, hem de gözlemler yapmıştı. 1563 yılında dönemin Avusturya elçisi Busbeq görevini tamamlayıp İstanbul’dan ayrılırken yanında bazı el yazmaları, ülkemizde yetişen bitkilerin soğanları ve tohumları da vardır. Bunların özellikle lale ve nergisin soğanlarını Önce Viyana’ya sonrada botanik uzmanı arkadaşına vermek üzere Hollanda’ya götürdü. Leiden Üniversitesi botanik profesörü olan Charles de l’Ecluse üniversitenin araştırma bahçesinde bu soğanları ekti ve kısa sürede yeni türler geliştirdi. Lale Hollandalılar tarafından çok sevildi. Halkın ilgisi dolayısıyla kısa sürede ülke içerisinde bir lale ekonomisi gelişti. Lale soğanları elden ele dolaşmakta, hem üretici hem de tüccarlar büyük gelirler elde etmekteydi. Özellikle 1636 yılından başlayarak iki sene lale fiyatları astronomik rakamlara ulaşmıştı. O 2 yıl için sonradan “Hollanda’nın lale devri” benzetmesi yapılmıştı. Lale tutkusu öyle bir hale gelmişti ki bir lale soğanına bir ev verildiği olmuştur. Hollanda kısa sürede dünyanın en büyük lale üreticisi ve ihracatçısı oldu.

Busbecq’in ne kadar önemli bir kişilik olduğunu öğrenebilmek için yapmış olduğum röportaju altta sizlere sunuyorum:

TÜRKİYE’YE ÖVGÜ YAĞDIRAN VE LÂLEYİ HOLLANDA’YA KAZANDIRAN ADAM: OGİER GHİSLAİN DE BUSBECQ

*İstanbul’da görev yaparken, arkadaşına yazdığı mektuplar kitap
haline getirildi.

*Mektuplarda, Türkler’in savaş meydanlarındaki üstünlüğünün
nedenleri, Ordunun disiplini, Türk hamamları ve Türklerin
beden temizliğine verdiği önem, giysilerinin rahatlığı ve renkleri,
atları ile olan insancıl ilişkileri anlatılıyor.

*Osmanlı‘da kadının hukuki statüsünden de bahseden Busbecq,
Türk kadınının boşanma talebinde bulunabildiğini, bu
yönüyle,Osmanlı’nın Avrupa’dan ileri olduğunu belirtiyor.

*Sanki onaltıncı yüzyılda, bize ait olan özellikler, hasletler,
yirminci ve yirmibirinci yüzyılda Avrupa’ya geçmiş.

*Aynı zamanda bir bitki uzmanı olan Busbecq, lâle soğanının
Hollanda’ya kazandırılmasında büyük rol oynadı.

*Mezarı kayıp olan Busbecq’in doğduğu yere gittik ve araştırdığımız mezarını bir kilisede bulduk.

Osmanlı ve Türkiye tarihi yazılırken, büyük ve önemli savaşlar ve barışlar arasında, önemi inkâr edilemeyecek bazı konuları nedense hep atlarız.
İşte bu konulardan biri de Ogier Ghislian Busbecq’tir.

İstanbul’da Avusturya Büyükelçisi olarak görev yaparken, arkadaşına yazdığı mektupları kitap haline getirilen, mektuplarında, Türkler’in savaş meydanlarındaki üstünlüğünün nedenlerini, ordunun disiplinini, Türk hamamlarını ve Türklerin beden temizliğine verdiği önemi, giysilerinin rahatlığını ve renklerini, atları ile olan insancıl ilişkilerini anlatan Busbecq, Osmanlı‘da kadının hukuki statüsünden de bahsederken, Türk kadınının boşanma talebinde bulunabildiğini, bu yönüyle, Osmanlı’nın Avrupa’dan ileri olduğunu anlatıyordu.

Aynı zamanda bir bitki uzmanı olan Busbecq, lâle soğanının Hollanda’ya kazandırılmasında da büyük rol oynadı.

Afbeelding met buitenshuis, kleding, persoon, bloem Automatisch gegenereerde beschrijvingTürkevi AraştırmalarMerlezi Başkanı Veyis Güngör, Fransa’nın Belçika sınırına yakın Busbecque kasabasında bulunan anıt önünde Busbecq’i anlatıyor.

İşte, bizim için çok önemli bir kişiliğe sahip olan Busbecq’in öyküsünü yazmak için, TRT ekibi ve bu konuyu araştırmış olan Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör ile, Busbecq’in doğduğu Fransa’daki köye gittik.

Bugüne kadar mezarının kayıp olduğu bilinen Busbecq’in mezarını da bulduk.
Ama önce Busbecq’in İstanbul yaşamına ve mektuplarına bakalım:

Günümüzde Kuzey Fransa topraklarında olan Bousbecque kenti şatosunda doğdu. Babası Georges Ghislain, annesi Catherina Hespiel’di. Günümüzde Güney Belçika‘da olan Wervik ve Comines kentlerindeki okullarda ve Leuven kentindeki üniversitede eğitim gördü. Daha sonra o dönemin en üst eğitim kurumlarının bulunduğu İtalya‘da Venedik başta olmak üzere, birkaç farklı üniversitede eğitimini tamamladı ve kamu hizmetine girdi.

1552 yılında Avusturya arşidükü Ferdinand I emrinde görevlendirildi. İki yıl sonra Avusturya adına İngiltere‘ye gönderilerek İngiltere kraliçesi Mary Tudor ile İspanya prensi II. Felipe‘nin evlilik törenine katıldı.

Busbecq’in bir sonraki görevi Avusturya’nın Türkiye elçiliğiydi. 1547 yılında iki ülke arasında barış yapılmış, fakat Avusturya tarafı barışı tanımamıştı. Ancak yapılan savaşlarda 1551 de Erdel‘in, 1552 Banat‘ın Türkler tarafından fethi üzerine, Ferdinand Busbecq’i barışı yenilemek göreviyle, İstanbul’a gönderdi. Busbuecq’in görevi yedi yıl sürdü. Rüstem Paşa‘nın sadrazamlığı sırasında başarılı olamayan Busbecq, Rüstem Paşa’dan sonra Semiz Ali Paşa‘nın sadrazamlığı sırasında 1562 yılında barışı yenilemeyi başardı.

Busbecq, 1556-1563 yılları arasında Avusturya elçisi olarak İstanbul’da yaşarken farklı faaliyetlerde de bulundu. Bunların başında Türkleri incelemek ve Avrupa’nın tanımadığı bu toplum hakkında yaptığı gözlemleri metne dökmek de vardı. Türkiye’de bulunduğu süre içinde dikkatli gözlemler yaptı ve gözlemlerini dostu olan Macar diplomat Nicholas Michault’a yazdığı dört mektupta topladı.

Afbeelding met tekst, brief, papier, Papierprodcut Automatisch gegenereerde beschrijving

Başta İstanbul olmak üzere Osmanlı ülkesinin dört bucağında uzun zaman geçiren Busbecq, o dönemde yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını söz verdiği gibi dostu Machault’a mektuplarla anlattı. Kanuni’nin Hürrem’le ve şehzadeleri ile ilişkilerinden Rüstem Paşa’nın maddiyata düşkünlüğüne, Osmanlı ordugâhlarındaki düzenden hamam âdetlerine, sokaklardaki hayvanlardan güncel dedikodulara, yaşanan depremlerden dilencilere pek çok konuyu paylaşır. Busbecq’in arkadaşıyla dertleşmek için yazdığı bu mektuplar, Avrupa’da asırlar boyunca okunacak bir kaynak oldu.

Yola çıkarken Türkler hakkında yeterince bilgisi ve tecrübesi olmayan elçinin, İstanbul’a geldikten sonra Kanuni dönemi Osmanlısıyla ilgili her ayrıntıyı anlattığı mektuplar ilk kez Latince olarak 1595’te “Türk Mektupları” adıyla Paris’te basıldı. 1927’de de 3. İngilizce çevirisinden Derin Türkömer tarafından Türkçeye çevrilen kitap, Busbecq’in heyetinde yer alan ressam Melchior Lorichs’in aynı dönemde yaptığı çizimlerle birlikte geçtiğimiz günlerde İş Bankası Kültür Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu.

Aslında bu yazılarının asıl sebebi Türklere nasıl karşı koyabiliriz sorusunun cevabını aramaktı. Bunu açıklarken arka planda 16’ncı Yüzyıl İstanbul’unun ve hayat şeklinin dürüst bir manzarasını ortaya koyuyordu.

Busbecq, bazı eleştiriler yapmakla birlikte, beğendiklerini de ifade etmekten kaçınmamıştır. Ordunun disiplini, Türk hamamları ve Türklerin beden temizliğine verdiği önem, giysilerinin rahatlığı ve renkleri, atları ile olan insancıl ilişkileri, Busbecq’i çok etkilemişti.

Busbecq mektuplarında Osmanlı‘da kadının hukuki statüsünden de bahsediyordu. Türk kadınının boşanma talebinde bulunabildiğini, bu yönüyle,Osmanlı’nın Avrupa’dan ileri olduğunu belirtmesi ilgi hak eden bilgiler arasında. Çağdaş gözlemciler geriye doğru yapılan tanımları boşa çıkartabiliyorlar.

Elçi Busbecq, her ne kadar bu toprakların Osmanlı’nın elinde harcandığını, hatta toprağın matem tuttuğunu, Hıristiyan kültürüne hasret içinde olduğunu düşünse de ‘yiğidi öldür hakkını ver’ cinsinden açıklamaları da var kitapta. Busbecq, zamanın korkulan ama çok saygı duyulan imparatorluğa, özellikle ordusuna hayranlığını açıkça ifade ediyor.

Türk Mektupları, gözleme dayandığı için roman gibi bir çırpıda okunabiliyor. Busbecq için, ‘sadece Osmanlı hakkında bilgi veriyor’ demek hata olur. O aynı zamanda bir Avrupalının ahlâk anlayışı ile Osmanlı’yı kıyaslıyor, yer yer özeleştiri yapmaktan da çekinmiyor.

Osmanlı’nın başarılı olmasının altında yatan nedenleri irdeleyen Busbecq, Osmanlının bu başarısını, adaletli olmalarına bağlıyor ve şöyle diyor: “Sultan’ın karargâhında tek kişi yoktu ki itibarını kendi meziyetlerinden başka bir şeye borçlu olsun, doğduğu aileden dolayı diğerlerinden farklı kılınsın. Kişiye, verdiği hizmetlere göre saygı gösteriliyor. Türk imparatorluğunda her insanın içine doğduğu şartları değiştirme imkânı vardır. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar. Sanatı ve bilimleri keşfeden bu topraklar, bizlere devrettiği medeniyeti geri almak için müşterek inancımız adına yabaniliğe karşı bizden yardım bekliyor. Ama hepsi boşuna. Hıristiyanlığı sahiplenenlerin akıllarında başka istekler hakim.”

Ogier Ghislain de Busbecq mektuplarında, Türklerin hangi renkleri uğurlu, hangi renkleri uğursuz addettiklerinden de bahsediyor. Siyahın kötü ve talihsizlik getiren bir renk olduğuna inanıldığını yazan Busbecq, “Türkler siyahın giyilmesini uğursuzluk sayıyor. Öyle ki paşalar bizi birkaç defa siyah elbiselerle görünce ciddi şikâyetlerde bulunmuşlardı. Pembe renk ise seçkinlik alametidir. Ancak savaş zamanı ölümün habercisi addedilir. Beyaz, sarı, mavi, menekşe, kurşuni ve diğerleri daha uğurlu renkler sayılır.” diyor. Makamı ne olursa olsun Türklerin kıyafetlerinin aynı olduğunu söyleyen Busbecq, “Rengârenk kıyafetler, her tarafta atlas kumaşların pırıltısı. Gözlerime böyle güzel bir manzara sunulmamıştı. Bütün bu ihtişamın içinde yine büyük bir sadelik ve tasarruf göze çarpıyor.” diyor.

Busbecq, İstanbul’da olduğu dönemde sarayda yaşanan olaylardan da haberdar. Dostu Machault’ya bunları da yazıyor: “Türk sultanlarının oğlu olmak büyük bir mutsuzluk, zira aralarından biri babasının yerine tahta geçtiğinde, bu diğerleri için kaçınılmaz bir ölüm demek. Onları zorlayan aslında hassa askerlerinin davranışıdır. Eğer tahta geçenin kardeşlerinden biri hayatta kalabilmişse bu askerler sultandan devamlı olarak ihsan talep ederler. Dolayısıyla Türk sultanları ellerini kardeş kanıyla kirletmek zorunda kalır.”

Busbecq, Türk yurdunun mimarisinden daima söz etmiş ve bu hususta dikkatini çekenleri şöyle yorumlamış:

“Türklerin bir özelliği de binalarında ihtişamdan kaçınmaları. Bu gibi şeylere önem vermeyi kendini beğenmişlik, gurur ve gösteriş addediyorlar -bunlar adeta insanın bu dünyada ebediyen var olmayı beklediğine işaret edermiş gibi. Evlerine, bir yolcunun hana baktığı gözle bakıyorlar. Onları hırsızlardan, sıcak, soğuk ve yağmurdan koruyorsa başka bir lüks aramazlar. İşte bu nedenle bütün Türk diyarında zarif bir eve sahip zengin bulmak zordur. Sıradan halk kulübelerde ve küçük evlerde yaşar. Ancak zenginler bahçe ve hamama düşkündür. Kalabalık ailelerini barındıracak büyük evleri vardır ama bu evlerde aydınlık revaklar, göz alıcı salonlar, muhteşem olan veya insanı cezbeden hiçbir şey yoktur.”

Türklerin misafirlere olan düşkünlüğü, tarihten bu yana süregelmektedir. İşte bu konu hakkında da Busbecq’in bilhassa hanlara dair görüşlerini yine mektuplardan şöyle öğreniyoruz:

“Bazen de bir Türk Hanında kaldım. Bunlar çok geniş ve ayrı ayrı yatak odaları olan gösterişli yapılar. Hıristiyan, Yahudi, fakir, zengin hiç kimse buradan geri çevrilmiyor, kapısı herkese açık. Paşalar ve sancak beyleri yolculukları sırasında buraları kullanırlarmış. Türk hanlarında her zaman bir saltanat sarayındaymışım gibi, misafirperverlikle karşılandım. Bu hanlardan konaklayanlara yemek verilmesi âdettir. Yemek zamanı bir hizmetkâr masa kadar kocaman bir tepsiyle çıkagelir. Tepsinin ortasında bir tabak etli bulgur, etrafında ekmekler ile bazen de bir petek bal olur.”

Busbecq, Türklerin hangi işlere yatkın olduğundan mesleki tecrübelerine kadar değerlendirmelerde bulunmuş. Özellikle dikkatini çeken hadiselerde gözlemlerine kendi yorumlarını da katmış. Bunlardan biri de Türklerin karakteristik özelliklerinde dinlerinin ne kadar etkili olduğuyla ilgili. Busbecq’in oldukça ilginç sözleri şöyle::

“Türklerin cesaretlerini fevkalade buluyordum. Gecenin karanlığına, ay ışığı olmamasına ve şiddetli rüzgârlara rağmen yola devamda hiç tereddüt etmediler. Kıyıdan suya uzanmış değirmenler ile kütüklerden ve ağaç dallarından dolayı sürekli tehlike içindeydiler. Kuvvetli rüzgâr, bulunduğum tekneyi sık sık ağaç köklerine suya uzanan dallara öyle bir şiddetle çarpıyordu ki her an parçalanmamız mümkündü. Hatta bir defasında güvertenin bir parçası büyük gürültüyle koptu. Yatağımdan fırlayarak gemicileri daha dikkatli olmaları için azarladım. Bana yüksek sesle verdikleri cevap sadece “Alaure” yani “Allah bizi korur” oldu.”

Türk mutfağını seven ve lezzetli sofralara konuk olan Busbecq’in, Türk yemek kültürüyle ilgili söyleyecekleri de elbet vardır:

“Türkler yolculuk sırasında ete veya sıcak yemeğe rağbet etmezler. Hoşlandıkları şeyler ekşitilmiş süt, peynir, kuru erik, armut, şeftali, ayva, incir, kuru üzüm ve vişnedir. Bu meyveleri temiz suda kaynatıp büyük toprak tepsilere koyarlar. Herkes bundan canının çektiğini satın alır. Meyveyi ekmeğin yanında katık olarak yerler. Sonra da suyunu içerler. Böylece yiyecek ve içecek çok ucuza mal olur –öyle ki bizde bir kişinin günlük yemek masrafı bir Türk’ün 12 günde harcayacağı paradan daha çoktur. Hatta resmi ziyaferleri bile genellikle böreklerden, çeşitli tatlılardan, yanına koyun eti ve tavuk ilave ettikleri muhtelif pirinç yemeklerinden ibarettir. ”

Türklerin seferde nasıl beslendiklerinden askerlik ve din anlayışlarına, hayvan sevgilerinden kadınlara dair tutumlarına kadar her detayı hiç atlamadan aktaran Busbecq özellikle kendi askerlerine hayıflanır:

“…Bütün bunlar size, Türklerin içinde bulunduğu şartlara karşı ne kadar büyük bir sabır, uyanıklık ve tasarrufla katlandığını gösterecektir. Seferde verilen alışılagelmiş yemeği beğenmeyen, özenle pişirilmiş zarif yiyecekler bekleyen bizim askerimizden ne kadar da farklı! Eğer arzuları yerine getirilmezse başkaldırıp kendi kendilerinin mahvına sebep olurlar. İstedikleri verilse bile yine kendilerini aynı şekilde perişan ederler. Çünkü her insanın baş düşmanı kendisidir ve aşırı olmaktan daha amansız bir hasmı yoktur. Düşman canını almakta gecikse de onu bu ölçüsüzlüğü yok eder. Türklerin düzenini bizimkiyle kıyasladığımda geleceğin başımıza getireceklerini düşünüyor ve ürküyorum… Onlarda güçlü bir imparatorluğun bütün kaynakları, yıpranmamış bir güç, dövüşte ustalık ve tecrübe, savaş görmüş askerler, zafere alışkanlık, zorluklara tahammül, beraberlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve tedbir var. Yoksulluk, kişisel israf, zayıf bir güç, maneviyat bozukluğu, tahammülsüzlük, eğitimsizlik ise bizde. Asker itaatsiz. Subaylar para canlısı. Disiplin küçümseniyor. Başıboşluk, umursamazlık, ayyaşlık ve ahlaksızlık yaygın. En kötü olan da şu: düşman zafere alışkın biz ise yenilgiye. Sonucun ne olacağından şüphe edebilir miyiz ?”

Busbecq’in mektupları, önemini ilk yayımlandığı yıllardan beri koruyor. Şahit olduklarını gerçeklerden çok uzaklaşmadan kendince yorumlayıp sunan bu diplomat, aynı zamanda Türklerin lale düşkünlüğünü dünyaya tanıtmıştır.

BUSBECQUE ZİYARETİ

Afbeelding met tekst, buitenshuis, hemel, wegbebakening Automatisch gegenereerde beschrijving Afbeelding met tekst, hemel, buitenshuis, gebouw Automatisch gegenereerde beschrijving

Yönetmen Sacit Şahin, Yapımcı İsmail Elden, kameramanlar Ercan İşsever, Orhan Aybertürk, Hayrettin Demir, Murat Balcı, son çekimlerini bu belgeselde yapan rahmetli Mehmet Türkoğlu ve Veyis Güngör ile gittiğimiz Busbecque kasabasında, O’nun hatırasına dikilen bir anıt önünde yaptığımız çekimden sonra, hemen yakında olan bir kilisenin önündeki bir bankta soluk alıyorduk.

Afbeelding met kleding, persoon, buitenshuis, boom Automatisch gegenereerde beschrijving

O sırada kiliseden çıkan bir bayan üzerimize doğru yürümeye başladı. ‘Eyvah, buradan kovulacağız’ korkusu yaşarken, gelen bayan bize ‘Sanırım Busbecq hakında çalışma yapıyorsunuz. Buyurun kiliseye gelin, orada kendisine ait anlatılacak çok şey var’ dedi.

Afbeelding met kleding, persoon, person, pak Automatisch gegenereerde beschrijving Afbeelding met begrafenis, graf, overdekt, begraafplaats Automatisch gegenereerde beschrijving

Busbecq’in mezar yeri bilinmiyordu. Busbecq sokaklarında ondan geriye kalan izleri araştırırken uğradığımız kilise görevlisi bize, kalbinin kiliseye gömüldüğünü söyledi. Yaşarken birçok defa uğradığı ve yardım ettiği kilisede ondan kalan son ize rastlamıştık. Böylece de, bugüne kadar bilinmeyen Busbecq’in mezarını da bulmuş olduk.

BUSBECQ İÇİN GENEL KANAAT

Türk tarihine altın harflerle girmesi gereken Busbecq hakkında bildiklerimizi analiz ettiğimiz zaman, gerek yazdıkları ve gerekse yaptıkları ile bizde bıraktığı genel kanaat için Veyis Güngör şunları söylüyor:
“Örnekleri okudukça, insanın şöyle diyesi geliyor: Sanki onaltıncı yüzyılda, bize ait olan özellikler, hasletler, yirminci ve yirmibirinci yüzyılda Avrupa’ya geçmiş. O gün yani onaltıncı yüzyıl Avrupa’sının özellikleri de ne yazık ki, bize yani yirmibirinci yüzyılda Türklere geçmiş gibi. Böyle çarpık ve anlaşılması zor bir durum var ortada. Mesela, Busbecq, onaltıncı yüzyılda iş ahlakından bahsediyor. ‘Türkler, bir işe ehil olmayanı kesinlikle almazlar’ diyor. Yani bir kişi işe alınacaksa, onun amcası, dayısı varmış ya da soylu bir aileden geliyor olması önemli değildir. Tek baktıkları kriter, bu kişinin bu işi yapıp yapmayacağı, bu iş alanında tecrübesi, bilgisi, ehliyeti var mı, yok mu, buna bakıyorlar, İşte, ‘Türklerin başarısı budur’ diyor Busbecq.

BUSBECQ LÂLE’Yİ KAZANDIRDI

Busbecq’in, yazdıkları ile Türkiye’yi ve Türkleri onurlandırmasının yanında, Türk lâlesinin, Hollanda kanalıyla tüm dünyada ünlenmesinde oynadığı rol da inkâr edilemez.

Ogier Ghislain de Busbecq aynı zamanda bir bitki uzmanıydı. Türkiye’de kaldığı 7 yıl içerisinde özellikle endemik bitkiler üzerinde araştırmalar yapmış, özellikle o dönemde Avrupalıların tanımadığı lâle ve nergis ilgisini çekmiş ve bu bitkinin soğanlarını dönemin önemli bir botanik uzmanı olan arkadaşı Charles de l’Ecluse’e göndermişti. Daha sonra Leiden üniversitesinde botanik profesörü olan l’Ecluse, laleyi geliştirerek Hollandalılara tanıtmıştı.

Hollanda’da yaklaşık olarak 40 yıl içinde lale büyük beğeni toplamış ve 1636-1637 yıllarında lâle soğanları astronomik fiyatlarla alıcı bulur hale gelmiştir. Bunu bir bakıma Hollanda’nın lâle devri saymak mümkündür. Alexandre Dumas‘ın Siyah Lâle adlı romanı da Hollanda’daki lâle devrine ilişkindir. (Ancak romanın konusu 1672 yılında geçmektedir.) Bizim lale devrimiz ise bundan hayli sonra 1718-1730 yılları arasındadır. Bu suretle, 16’ncı yüzyılda Avrupa’ya giden lale 18’inci yüzyılda bu kez Avrupa’dan ithal edilmiş oldu.

Hollanda’nın uzun tarihi boyunca ikili ilişkilerde hep dost kaldığı nadir ülkelerden biri Türkiye’dir. Türkiye ile Hollanda arasındaki 400 yılı aşan resmi ilişkilerin yanı sıra, bir başka ortaklıksa lâlenin öyküsünde gizlidir. Lâle, 1612’de başlayan resmi ilişkilerden yaklaşık 50 yıl önce Hollanda’ya ulaşmış ve çok sevilmişti.

16’ncı yüzyılda dünyada var olan iki büyük gücünden biri Türkiye, diğeri Avusturya’ydı. Avusturya, iki ülke arasında barışı temin etmek üzere seçkin bir diplomat olan Busbecq’i İstanbul’a elçi olarak göndermişti. Busbecq İstanbul’da kaldığı 7 yıl içerisinde hem barışı sağlamış, hem de gözlemler yapmıştı. 1563 yılında dönemin Avusturya elçisi Busbecq, görevini tamamlayıp İstanbul’dan ayrılırken yanında bazı el yazmaları, ülkemizde yetişen bitkilerin soğanları ve tohumları da vardır. Bunların özellikle lâle ve nergisin soğanlarını, önce Viyana’ya sonra da botanik uzmanı arkadaşına vermek üzere Hollanda’ya götürdü.

Afbeelding met buitenshuis, kleding, persoon, hek Automatisch gegenereerde beschrijving
Busbecq’ten alınan lâle soğanları, Leiden Üniversitesi’nin botanik bahçesine ekilmişti. Ziyaret ettiğimiz botanik bahçede, rektör Paul Kessler bize soğanların ekildiği yeri gösterdi.

Leiden Üniversitesi botanik profesörü olan Charles de l’Ecluse, üniversitenin araştırma bahçesinde bu soğanları ekti ve kısa sürede yeni türler geliştirdi. Lale Hollandalılar tarafından çok sevildi. Halkın ilgisi dolayısıyla kısa sürede ülke içerisinde bir lâle ekonomisi gelişti.
Lâle soğanları elden ele dolaşmakta, hem üretici hem de tüccarlar büyük gelirler elde etmekteydi. Özellikle 1636 yılından başlayarak iki sene lale fiyatları astronomik rakamlara ulaşmıştı. O 2 yıl için sonradan “Hollanda’nın lale devri” benzetmesi yapılmıştı.
Lâle tutkusu öyle bir hale gelmişti ki, bir lale soğanına bir ev verildiği olmuştur. Hollanda kısa sürede dünyanın en büyük lale üreticisi ve ihracatçısı oldu.

AT ARABASI İLE GÖNDERİLEN LALE SOĞANLARININ İKİNCİ DEFA SEMBOLİK OLARAK GÖNDERİLİŞİ

Afbeelding met transport, gras, wiel, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving
Lale soğanlarını taşıyan posta arabası, bizim de takip ettiğimiz bir Lâle Festivali sırasında sembolik olarak bahçaye kondu. Fotoğrafta Lahey Büyükelçimiz ve eşi, Festival’i organize eden Belediye Başkanı ve eşi ile sembolik posta arabası görülüyor

Hollanda’da yapılan bir kutlamada, 1960 yılında Busbecq’in İstanbul’dan bir posta arabasıyla lale soğanlarını Hollanda’ya getirişi, aynı koşullarla tekrar edildi. Posta arabası 30 Mart 1960 günü İstanbul’dan büyük törenlerle ayrıldıktan sonra, 400 yıl önceki rotayı takip etti. Selanik, Belgrat, Graz, Salzburg, Münih, Frankfurt, Bonn ve Lahey şehirlerinden geçtikten sonra 38 günde Rotterdam’a ulaştı ve büyük bir törenlerle karşılandı..

HÜSNÜ UYSAL SEMBOLİK LALE ARABASINI HATIRLIYOR

Yayınlamış olduğum ‘ Türkiye’ye Övgü Yağdıran ve Laleyi Hollanda’ya kazandıran Adam: Busbecq’ başlıklı haberimi okuyan eski dost Hüsnü Uysal, bana gönderdiği bir mesajında çok ilginç bir şahitliği dile getirdi.
Ortaokul öğrencisi iken, 30 Mart 1960 günü, Hollanda’ya sembolik olarak gönderilen, lâle soğanı yüklü bir at arabasının yola çıkışına şahit olduğunu belirten Uysal şunları yazmış:

“İlhan Bey,
Sizin 13 Ocak 2021 tarihinde kaleme alıp bizlere gönderdiğiniz ‘Türkiye’ye Övgü Yağdıran ve Laleyi Hollanda’ya kazandıran Adam: Busbecq’ başlıklı yazınızı büyük bir ilgiyle okudum.
Yazınınızın hemen hemen en son kısmında; ‘Posta arabası 30 Mart 1960 günü İstanbul’dan büyük törenlerle ayrıldıktan sonra, 400 yıl önceki rotayı takip etti. Selanik, Belgrat, Graz, Salzburg, Münih, Frankfurt, Bon ve Lahey şehirlerinden geçtikten sonra 38 günde Rotterdam’a ulaştı ve büyük bir törenle karşılandı.’ cümlesini okuyunca, tam 60 yıl öncesini hatırladım.
O yıllarda biz Londra Asfaltı Caddesi yanındaki Topkapı Mahallesi’nde ikamet ediyorduk. Ben ise Şehremini Ortaokulu’nda okuyordum. O yılki eğitim döneminde öğlenden sonra serbesttik.

  Afbeelding met buitenshuis, infrastructuur, auto, weg Automatisch gegenereerde beschrijving
‘Bu anımın geçtiği yer olan Londra Asfaltı Caddesi’nin internetten bulduğum o zamanlara ait iki fotoğrafı ekliyorum. Olay soldaki resmin sol tarafında oluşmuştu.

Londra Asfaltı Caddesi ise daha yeni tamamlanmış, İstanbul’un en modern asfalt yoluydu. Orta kısımda bazen çiçeklerle süslenir bazen de beyaz çakıllarla kaplı bu kısmı özel bekçiler tarafında gözlenir ve bizleri buraya pek yaklaştırmazlardı. Londra Asfaltı Caddesi o kadar tenhaydı ki bunu bugünkü trafikle kıyaslayamayız. Topkapı’dan Bakırköy istikametine doğru yolun iki tarafı küçük tepecikler, yemyeşil çayırlarla kaplı bomboş araziydi.

Evet 30 Mart 1960 günü okuldan çıktıktan sonra arkadaşlarımla Londra Asfaltı Caddesi yanında günümüzü geçiriyor beraber oynuyorduk. Topkapı Surları dışındaki benzin istasyonu yakınında küçük bir topluluk görünce ben ve arkadaşlarım ‘Ne oluyor burada?’ diye büyük bir merakla hemen yanlarına koşuştuk.

  Afbeelding met buitenshuis, persoon, zwart-wit, mensen Automatisch gegenereerde beschrijving

Orada gördüklerim; bir fayton, ama nasıl bir fayton? İkiden fazla at koşulmuştu önüne. Etrafında ise tarihsel giysileri ile dolaşan iri yarı bir bey ile bir hanım dikkatimi çekti. Bu beyin başındaki beresi, kısa tulum pantolonu ve altında uzun çorapları, hanımın ise üzerindeki kadife gibi kumaştan giysisi gözlerimden halen silinmiyor. Bir de üç ayak üstünde çekime hazır bir film kamerası. Herhalde tarihi bir film çekimi yapılıyor diye düşündüm. Ayrıca yarış bisikletleri ile yarışçılar, sanki bir tura hazırlanıyorlardı. Yarışçılardan birinin o güler yüzünü ise hiç unutamıyorum. Bu iki etkinliğin bir arada oluşunu halen çözümlemiş değilim.

Merakımı yenemedim. Bizim gibi olayı gözleyenlerden birine ‘Amca kim bunlar? Ne yapıyorlar burada?’ diye sorunca, bu kişi bana, Lâlenin Hollanda’ya gidişinin 400’üncü anma töreni yapıldığını anlattı. Bu iri cüsseli bey ile hanımın Hollandalı olduklarını, bu fayton ile uzun bir yolculuk yapacaklarını sözlerine eklemişti. Evet 30 Mart 1960 günü şahit olduğum bu olay hiçbir zaman gözlerimden ve hafızamdan silinmedi.

O zamanki Hollanda üzerinde bildiklerim ise Coğrafya derslerindeki yarım sayfaya sıkıştırılmış bilgilerdi.
Benim bu anımı, yazınızı okuduktan sonra sizinle paylaşmak istedim.
Saygılarımla,
Hüsnü Uysal.”

Hüsnü Uysal’ın şahit olduğu posta arabasının kısaca öyküsü şöyle:
Lâle’nin Hollanda’ya kazandırılmış olmasının 400’üncü yılında, Hollanda ve İstanbul’da şenlikler yapılır. Hollanda’daki şenlikler ülke çapında gerçekleşir. Lâle soğanlarının Hollanda’ya gönderilişi sembolik olarak tekrarlanır.

  Afbeelding met tekst, schermopname, boek, kunst Automatisch gegenereerde beschrijving

Atlı bir arabaya doldurulan lâle soğanları, İstanbul’dan yola çıkar ve yukarıda bahsedildiği gibi Hollanda’ya doğru yola çıkar. Rotterdam’da karşılanan araba onbinlerce kişi tarafından karşılanır.

HER YIL ÇEŞİTLİ BÖLGELERDE YAPILAN ÇİÇEK ŞENLİKLERİ

Afbeelding met hemel, buitenshuis, plant, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Mart ayıyla birlikte Hollanda’nın kırsalı lâle mevsimine girer. Uçsuz bucaksız tarlalar rengarenk çiçeklerlerle süslenir.

16’ncı yüzyılda İstanbul’dan getirilerek üretimi başlayan lâle o günden beri Hollandalıların hayatında önemli bir yer tutmaktadır.

Lale hâlâ dünyada en çok Hollanda’da üretiliyor. Aynı zamanda turistlerin Hollanda’ya gelme sebeplerinden biri olarak da ekonomiye katkı yapıyor.

KEUKENHOF ÇİÇEK FUARI

Afbeelding met buitenshuis, plant, Botanische tuin, bloem Automatisch gegenereerde beschrijving

1949 yılında açılan Keukenhof çiçek bahçesi her yıl 1,5 milyon turisti ağırlıyor. Kapıları, Mart sonundan Mayıs sonuna kadar açık olan 32 hektar büyüklüğündeki Keukenhof bahçesi, 7 milyon lâle ekiminin yanı sıra dünyanın dört bir yanından getirilen bitki çeşitleriyle doğanın tüm renklerini bir arada sunuyor.

7 bin soğanlı çiçek çeşidinin yanında, sezon boyunca parkın içinde yer alan seralarda, çiçek tanzim ve şovları da son derece ilgi çekiyor. İki ay süren ziyaret dönemi içerisinde bir çok etkinlik ve tanıtıma yer veriliyor. 80 kadar çiçek yetiştiricisi katılımcı firma, her yıl farklı gösteriler sunmak için 2 ay süren bu sezonluk görsel şölen için, yıl boyu çalışmalarını sürdürüyorlar.

Afbeelding met buitenshuis, hemel, weg, boom Automatisch gegenereerde beschrijving

Keukenhof’taki etkinliklerin en önemlisi Bloemencorso resmi geçidi…
Bloemencorso ‘Çiçek alayı’ anlamına geliyor. Bu tören özellikle lale soğanının Hollanda’ya getirilişini kutlamak için başlatılmış. Sonraki yıllarada tam bir çiçek festivaline dönüşmüş. Fakat lale tabii ki yine başrolde.

Çiçek alayı her Nisan ayının üçüncü Cumartesi günü yapılıyor. Noordwijk  kasabasından sabah 9 da başlayıp Kuzey’e doğru 40 km’lik yolu kat ettikten sonra  saat 21’de Haarlem şehrinde  son buluyor.

Cumartesi yaklaşırken Noordwijk’te hazırlanan çiçek arabaları birbiriyle yarış halinde…
Bu titiz çalışmada ortaya çıkarılan araçlar, 12 saatlik bir kortej geçişinden sonra eski haline dönecek. Günün sonunda, en güzel kompozisyonun seçilmesi, ayrı bir motivasyon sağlasa da bütün çaba çiçek alayının daha görkemli olması için…

Her yıl belli bir tema seçilip, kompozisyonlar temel olarak bu tema etrafında şekilleniyor.

Afbeelding met person, persoon, schermopname, panorama Automatisch gegenereerde beschrijving

Mart ayıyla birlikte Hollanda’nın kırsalı lale mevsimine girer. Uçsuz bucaksız tarlalar rengarenk çiçeklerlerle süslenir.

16. yüzyılda İstanbul’dan getirilerek üretimi başlayan lale o günden beri Hollandalıların hayatında önemli bir yer tutmaktadır.

Lale, hâlâ dünyada en çok Hollanda’da üretiliyor. Aynı zamanda turistlerin Hollanda’ya gelme sebeplerinden biri olarak da ekonomiye katkı yapıyor.

1949 yılında açılan Keukenhof çiçek bahçesi her yıl 1,5 milyon turisti ağırlıyor. Kapıları, Mart sonundan Mayıs sonuna kadar açık olan 32 hektar büyüklüğündeki Keukenhof bahçesi, 7 milyon lale ekiminin yanı sıra dünyanın dört bir yanından getirilen bitki çeşitleriyle doğanın tüm renklerini bir arada sunuyor.

7000 bin soğanlı çiçek çeşidinin yanında, sezon boyunca parkın içinde yer alan seralarda, çiçek tanzim ve şovları da son derece ilgi çekiyor. İki ay süren ziyaret dönemi içerisinde bir çok etkinlik ve tanıtıma yer veriliyor. 80 kadar çiçek yetiştiricisi katılımcı firma, her yıl farklı gösteriler sunmak için 2 ay süren bu sezonluk görsel şölen için, yıl boyu çalışmalarını sürdürüyorlar.

Keukenhof’taki etkinliklerin en önemlisi Bloemencorso resmi geçidi…
Bloemencorso ‘Çiçek alayı’ anlamına geliyor. Bu tören özellikle lale soğanının Hollanda’ya getirilişini kutlamak için başlatılmış. Sonraki yıllarada tam bir çiçek festivaline dönüşmüş. Fakat lale tabii ki yine başrolde.

İlk kutlamada 1960 yılında Busbecq’in İstanbul’dan bir posta arabasıyla lale soğanlarını Hollanda’ya getirişi aynı koşullarla tekrar edildi. Posta arabası 30 Mart 1960 günü İstanbul’dan büyük törenlerle ayrıldıktan sonra, 400 yıl önceki rotayı takip etti. Selanik, Belgrat, Graz, Salzburg, Münih, Frankfurt, Bonn ve Lahey şehirlerinden geçtikten sonra 38 günde Rotterdam’a ulaştı ve büyük bir törenlerle karşılandı.

Çiçek alayı her Nisan ayının üçüncü Cumartesi günü yapılıyor. Noordvijk  kasabasından sabah 9 da başlayıp Kuzey’e doğru 40 km’lik yolu kat ettikten sonra  saat 21’de Haarlem şehrinde  son buluyor.

Cumartesi yaklaşırken Noordwijk’te hazırlanan çiçek arabaları birbiriyle yarış halinde…
Bu titiz çalışmada ortaya çıkarılan araçlar, 12 saatlik bir kortej geçişinden sonra eski haline dönecek. Günün sonunda, en güzel kompozisyonun seçilmesi, ayrı bir motivasyon sağlasa da bütün çaba çiçek alayının daha görkemli olması için…

Her yıl belli bir tema seçilip, kompozisyonlar temel olarak bu tema etrafında şekilleniyor. Bu yılki temaydı.

KİTABIMDAN LALE SAYFALARI

ATATÜRK LALESİ

Afbeelding met tekst, krant, Publicatie, bloem Automatisch gegenereerde beschrijving

Afbeelding met tekst, kaart Automatisch gegenereerde beschrijving

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving

Afbeelding met tekst, bloem, plant Automatisch gegenereerde beschrijving

Afbeelding met tekst, boek, boom, poster Automatisch gegenereerde beschrijving

Afbeelding met tekst, schermopname Automatisch gegenereerde beschrijving

Alttaki linkte karşınıza çıkacak programın ikinci bölümünde lale hakkındaki röportajları bulacaksınız:

https://www.youtube.com/watch?v=6ZH6LABhGJA