GENÇLERİMİZİN GELECEĞİNDEN ENDİŞE ETMEYELİM: Z KUŞAĞI GENÇLERİMİZ DAHA ATİK, CESUR…

GENÇLERİMİZİN GELECEĞİNDEN ENDİŞE ETMEYELİM: Z KUŞAĞI GENÇLERİMİZ DAHA ATİK, CESUR…

Dijital yerliler: İnternet, sosyal medya ve akıllı telefonlarla büyüdüler.
Hızlı bilgi tüketimi: Kısa videolar, görseller ve anlık içeriklere ilgi duyuyorlar.
Bireysellik ve özgürlük: Kendi kararlarını vermek ve farklılıklarını ifade etmek istiyorlar.
Duyarlı ve sorgulayıcı: Çevre, adalet, eşitlik, toplumsal cinsiyet gibi konulara duyarlılar.
Eğitim ve iş hayatı: Esnek çalışma, girişimcilik ve yaratıcılığı önemsiyorlar.
Sabırsız ama çözüm odaklı: Hızlı sonuç almak istiyorlar; uzun süreçlere tahammülleri düşük.

(Araştırmanın Hollandacası Türkçe’nin altında.
De Nederlandse vertaling van het onderzoek staat onder de Turkse tekst.)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:

Değerli Okurlarım,

Geçen hafta Lahey Büyükelçimiz Fatma Ceren Yazgan ile sohbetimizde, konuyu Hollanda’daki gençlerimize, yani Z Kuşağı Türklerimize getirdi. Büyükelçimiz dedi ki:

“Birinci nesil Türkler ağır şartlarda çalıştı, ikinci nesil yolunu buldu… Ama Z Kuşağı Türkler, artık bambaşka bir kulvarda koşacak. Onlar çok daha başarılı, çok daha iddialı bir yaşam sürecekler.”

Bu sözler beni derinden etkiledi. Hemen düşündüm: Acaba bu Z Kuşağı kimdir, nasıl bir kuşaktır? Türkiye’de ve Hollanda’da ne durumda, bizim gençlerimizi nasıl etkilemektedir?

Yaptığım araştırmalar, incelediğim raporlar ve sahadaki gözlemlerimle bir sonuca ulaştım. İşte şimdi sizlere, Z Kuşağı’nın kim olduğunu, nelere önem verdiğini ve özellikle Hollanda’daki Türk gençlerimizin nasıl bir geleceğe yürüdüğünü anlatacağım.

Z KUŞAĞI KİMLERDİR?

Afbeelding met tekst, grafische vormgeving, schermopname, nacht Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Bugün hem Türkiye’de hem de Hollanda’da büyüyüp serpilen Z kuşağını—yani 1997–2012 arası doğmuş, çocukluğu akıllı telefonların, gençliği sosyal medyanın içinde geçmiş kuşağı—bir gazetecinin merakıyla, bir ağabeyin içtenliğiyle ve sahadan gelen verilerle konuşalım istiyorum. Zira onlar yalnız “yarın” değil, çoktan “bugün”ün karar vericileri, tüketicileri, çalışanları, seçmenleri, ebeveyn adayları…
Kısacası hepimizin geleceği. Z kuşağını konuşmak, ülkenin yol haritasını konuşmaktır. Bu yazı, benim sahada gördüklerimle birlikte, sizin de bana ilettiğiniz kapsamlı notların ışığında hazırlandı.

Z KUŞAĞINA KİM, NASIL, NEYE BAKIYOR?

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, tekst, tekenfilm Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Z kuşağı dijital çağın yerlisi. İnterneti “kullanmayı” değil, onunla “yaşamayı” öğrendi. Bu kuşak bireyselliği ve özgürlüğü seviyor; “saçma” bulduğu kuralları sorguluyor; anlam, adalet ve esneklik arıyor. Toplumsal değerlere mesafeli görünseler de çevre, eşitlik ve kapsayıcılık söz konusu olduğunda aktifler. Tam da bu nedenle bir kesim onları “zor”, bir kesim de “yenilikçi” buluyor. Doğrusu, her ikisi de… Çünkü sorgulayan her zihin, önce zor gelir; sonra yeni bir kapı açar.

Eskilerin deyimiyle “elektriği, suyu görerek” büyümüş kuşaklar vardı ya…
İşte bu çocuklar da “Wi-Fi görerek” büyüdüler. İnternetsiz bir hayatı tahayyül bile edemiyorlar.

Ama yalnızca teknolojiye yakın olmaları değil, hayata bakışları da farklı:
*Özgürlüklerine düşkünler.
*Kuralları sorguluyorlar.
*Adalet, eşitlik, çevre duyarlılığı onlar için süslü kelimeler değil, gerçek talepler.

TÜRKİYE’DE Z KUŞAĞININ GÜNDEMDEKİ DÖRT STRATEJİK DOSYASI

Z kuşağı: Türkiye'de Z kuşağı kimlerden oluşuyor, sorunları neler? - BBC News Türkçe

Türkiye’de genç nüfus hâlâ çok büyük ama giderek azalıyor. Yakın gelecekte “az ama belirleyici” bir genç nüfusla karşı karşıya kalacağız.

Gençler eğitimde PISA testlerinde OECD ortalamasının altında kalsa da, potansiyelleri yüksek. Yani sorun zeka değil, sistem. Eğer eğitimde temel beceriler güçlendirilirse, bu gençler Türkiye’yi geleceğe taşıyacak.

Ama en büyük mesele işsizlik. 2024’te genç işsizliği yüzde 16’lar seviyesindeydi. Bu tablo gençlere “umut” değil, “umutsuzluk” veriyor. Onun için ya yurtdışına gitmeyi hayal ediyorlar ya da kendi işlerini kurmak istiyorlar.

1) Becerilerin güncellenmesi:

*Ortaöğretimden yükseköğretime “temel beceri güçlendirme” köprüsü kurulmalı (okuma-anlama, matematik, bilim okuryazarlığı). PISA’daki açık buradan kapanır.

*MEB, YÖK ve özel sektör arasında “mikro yeterlik” standardı oluşturulmalı: 6–12 haftalık, işyeri projeli sertifikalar (kodlama, veri, yapay zekâ destekli üretim, yeşil beceriler).

2) Genç istihdam paketi:
*Bölgesel staj zorunluluğu ve “ilk iş” prim teşviki.
*Kadın genç istihdamı için esnek/uzaktan hibrit modellerin SGK teşvikleri.
*KOBİ’lere “genç yetenek kotası” karşılığında vergi indirimi.

3) Barınma ve erişilebilir şehir:
*Öğrenci ve mezun genç için kooperatif tipi kiralık konut; belediyelerle “mikro-ev” pilotları.
*Dijital altyapı + yeşil ulaşım (bisiklet, mikro mobilite) gençlerin ekonomik hareketliliğini artırır.

4) Ruh sağlığı ve sosyal destek:
*Üniversite ve İŞKUR merkezli ücretsiz psikolojik danışmanlık ağları; çevrimiçi randevu, kısa bekleme.
*Genç girişimcilere “başarısızlık hakkı” veren ikinci deneme fonları—sosyal sermaye yalnızca para değildir, itibar ve destek de fonlanır.

HOLLANDA’DA Z KUŞAĞININ GÜNDEMDEKİ DÖRT STRATEJİK DOSYASI

Afbeelding met kleding, persoon, schoeisel, muur Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

1) Esnek iş–güvenceli yaşam dengesi:

*Hollanda’nın güçlü istihdam oranına rağmen gençlerde “geçici sözleşme–yüksek kira” düğümü çözülmeli; genç yetişkinlere yönelik orta gelirli sosyal konut havuzu genişletilmeli.

2) Eğitimde fırsat eşitliği 2.0:
*PISA yaratıcı düşünme bulguları, sosyoekonomik farkın sınıf içinde nasıl derinleştiğini gösteriyor. Okul öncesinden lise bitimine kadar hedefli telafi programları ve mentorluk şart.

3) Gençlerin ruh sağlığına uzun vadeli yatırım:
*CBS ve RIVM verileri “kalıcı kırılganlığı” işaret ediyor; bekleme listelerini kısaltacak entegre dijital çözümler (ör. moderatörlü çevrimiçi terapi platformları) ulusal ölçekte yaygınlaştırılmalı.

4) Göç, çeşitlilik ve aidiyet:
*Çeşitlenen sınıflarda kültürel arabuluculuk ve aile-okul köprüsü güçlendirilmeli; gençlerin Hollanda demokrasisine katılımını artıran yerel meclis ve yurttaşlık projeleri yaygınlaştırılmalı.

HOLLANDA’DA Z KUŞAĞI TÜRKLER

Afbeelding met kleding, persoon, buitenshuis, schoeisel Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

İşte tam da burada büyükelçimizin söylediği devreye giriyor. Hollanda’daki Z Kuşağı Türkler, anne-babalarının yaşadığı çileleri yaşamıyorlar.
*Hollanda’nın eğitim sisteminden yararlanıyorlar.
*Dil engelini çoktan aşmış durumdalar.
*İş hayatında daha esnek ve özgüvenli adımlar atıyorlar.

Ama onların da sıkıntıları yok değil. Hollanda’da gençler iş bulmakta zorlanmıyor ama kalıcı iş, uygun ev ve yüksek kira derdiyle boğuşuyor. İşte bizim gençler de bu sorunları paylaşıyor.

Öte yandan, ruh sağlığı konusu Hollanda’daki tüm gençler için alarm veriyor. Depresyon, kaygı bozukluğu ve yalnızlık oranları artıyor. Bu, bizim gençlerimizi de etkileyen bir durum.

Hollanda’da 18–24 yaş grubunda 2023’te genç kadınların yüzde 24’ü, genç erkeklerin yüzde 14’ü ruhsal sıkıntı yaşadığını bildirdi; pandemiden sonra görülen yükseliş kolay kolay eski seviyelere dönmedi. 2024 gençlik izlemeleri de iyileşmenin sınırlı kaldığını söylüyor. Türkiye’de resmi “gençlik” bültenleri öznel sağlık algısının 2024’te bir miktar iyileştiğini aktarsa da (gençlerin kendini sağlıklı hissetme oranı %87,2), kırılgan gruplar ve bölgesel eşitsizlikler başlığında hâlâ boşluklar var; UNICEF’in 2023 raporları çocuklukta yoksulluk, zorbalık ve dışlanmanın kalıcı etkilerine dikkat çekiyor.

SİYASET VE KATILIM: “PARTİ” DEĞİL, “AMAÇ” PEŞİNDE BİR KUŞAK

Bu kuşak ideolojiden çok değer odaklı. Çevre, yaşam maliyeti, barınma, fırsat eşitliği gibi somut gündemlerde “şeffaflık” ve “etki” arıyor. Türkiye’de genç oy, yerelde hizmete ve ekonomik gerçekliğe bakıyor; Hollanda’da ise koalisyon kültürü gençlere “müzakere”yi öğretiyor. Sandık dışında da platformlar, imza kampanyaları, sivil ağlar içindeler. (Evet, “like” atıyorlar; ama gerektiğinde sahaya da iniyorlar.)

İŞ DÜNYASI İÇİN Z KUŞAĞI REHBERİ: ÜÇ VAADİ OLAN KAZANIR

1) Esneklik vaadi: Hibrit modelleri gerçekten hibrit yapın; saat değil çıktı yönetin.
2) Öğrenme vaadi: Mikro-yeterlik, iç eğitmenlik, “gölgeleme” programları.
3) Amaç vaadi: Sürdürülebilirlik ve kapsayıcılık sözde kalmasın; ölçün, raporlayın, iyileştirin.
Türkiye’de bu üçlü, genç işsizliğini düşürmenin; Hollanda’da ise yüksek istihdama rağmen “kalıcılık ve sadakat” yaratmanın anahtarıdır.

15–20 YIL SONRASI: NASIL BİR TÜRKİYE, NASIL BİR HOLLANDA?

Türkiye’de Z kuşağı, üretimin dijitalleşmesi ve yeşil dönüşümle birlikte Anadolu’nun orta ölçekli şehirlerini yeniden tanımlayabilir. Yerel kalkınma, uzaktan çalışma ve mikro-iş kuluçkalarıyla güçlenir. Eğitimde temel beceri atılımı yapılırsa, bölgesel beyin göçü tersine döner.
Hollanda’da Z kuşağı, yüksek katılım–yüksek refah dengesini barınma ve ruh sağlığı politikalarıyla tahkim ederse, Avrupa’nın “genç refah laboratuvarı” olabilir: esnek ama güvenceli, yenilikçi ama kapsayıcı bir model.

Z KUŞAĞI’NIN MESAJI

Afbeelding met persoon, kleding, person, publiek Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Sevgili okurlarım, Z Kuşağı bize çok açık bir mesaj veriyor:
“Bizi dinleyin, bize güvenin, önümüzü açın.”

Onlar boş söz istemiyor, somut adım istiyorlar. Siyasetten beklentileri de bu. Partilerden çok, sorunların çözümüne odaklanıyorlar. İş dünyasında da aynı. Çalışacakları şirketlerden esneklik, öğrenme imkânı ve amaç bekliyorlar.

ZOR BİR KUŞAK MI, ŞANS MI?

Z kuşağı kuralları sorguluyor, doğrusunu arıyor, yanlışa yüksek sesle “hayır” diyebiliyor. Evet, bu bazen kuşak çatışması yaratıyor. Ama unutmayalım: Cumhuriyet’in ilk kuşakları da “zor” bulundu; sonra bu toprakları geleceğe taşıdılar. Bugünün Z’si, yarının öğretmeni, mühendisi, hemşiresi, girişimcisi, sanatçısı, çiftçisi, gazetecisi…
Onlara düşen kadar bize de düşen var: Dinlemek, anlamak, alan açmak.

Benim hükmüm şu: Z kuşağı ne Türkiye’nin “elinden kayıp giden” gençliği, ne de Hollanda’nın “çok talepkâr” nesli. Onlar, doğru politikalar ve sahici bir diyalogla hem Türkiye’nin hem Hollanda’nın en büyük şansı. Bugünden ciddiye alırsak, yarın hep birlikte kazanacağız.

Evet, Z Kuşağı bazen “zor” görünebilir. Ama unutmayalım: Zor olan, ilerlemenin ta kendisidir. Cumhuriyet’in ilk kuşakları da zor bulundu, ama onlar bu ülkeyi geleceğe taşıdı.

Benim hükmüm şu:
Z Kuşağı ne Türkiye’nin kaybolan gençliği, ne de Hollanda’nın “fazla talepkâr” nesli…
Onlar doğru politikalar ve samimi bir diyalogla hem Türkiye’nin hem Hollanda’nın en büyük şansı.

Bugünden ciddiye alırsak, yarın hep birlikte kazanacağız.

NEDEN Z KUŞAĞI

Z kuşağının adı, alfabenin son harfinden geliyor gibi görünse de, bu onların son kuşak olduğu anlamına gelmez; nitekim onlardan sonra da Alfa Kuşağı gelmiştir ve gelecekte yeni kuşak adlarıyla devam edecektir.
Daha önce de kuşaklar vardı. Şöyle:
Afbeelding met tekst, schermopname, Lettertype, nummer Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Z KUŞAĞI’NIN ÖZELLİKLERİ

Dijital yerliler: İnternet, sosyal medya ve akıllı telefonlarla büyüdüler.
Hızlı bilgi tüketimi: Kısa videolar, görseller ve anlık içeriklere ilgi duyuyorlar.
Bireysellik ve özgürlük: Kendi kararlarını vermek ve farklılıklarını ifade etmek istiyorlar.
Duyarlı ve sorgulayıcı: Çevre, adalet, eşitlik, toplumsal cinsiyet gibi konulara duyarlılar.
Eğitim ve iş hayatı: Esnek çalışma, girişimcilik ve yaratıcılığı önemsiyorlar.
Sabırsız ama çözüm odaklı: Hızlı sonuç almak istiyorlar; uzun süreçlere tahammülleri düşük.

                    *****************

MAAKT U GEEN ZORGEN OVER DE TOEKOMST VAN ONZE JONGEREN:
ONZE GENERATIE Z IS SNELLER EN DAPPERDER…

Digitale autochtonen: Zij zijn opgegroeid met internet, sociale media en smartphones.
Snelle informatieconsumptie: Ze geven de voorkeur aan korte video’s, beelden en directe content.
Individualiteit en vrijheid: Ze willen hun eigen keuzes maken en hun verschillen uitdrukken.
Bewust en kritisch: Ze zijn gevoelig voor thema’s als milieu, rechtvaardigheid, gelijkheid en gender.
Onderwijs en werk: Ze hechten waarde aan flexibiliteit, ondernemerschap en creativiteit.
Ongeduldig maar oplossingsgericht: Ze willen snel resultaat; lange processen vinden ze moeilijk vol te houden.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
Onderzocht en geschreven door İlhan KARAÇAY:

Beste Lezers,

Vorige week, tijdens een gesprek met onze ambassadeur in Den Haag, mevrouw Fatma Ceren Yazgan, kwam het onderwerp op onze jongeren in Nederland – dus onze Turkse Generatie Z. Onze ambassadeur zei: “De eerste generatie Turken werkte onder zware omstandigheden, de tweede generatie vond zijn weg… Maar de Turkse jongeren van Generatie Z zullen nu op een heel ander parcours lopen. Zij zullen een veel succesvoller en ambitieuzer leven leiden.”

WIE ZIJN DE GENERATIE Z?
Afbeelding met tekst, grafische vormgeving, schermopname, nacht Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Vandaag wil ik, zowel in Turkije als in Nederland, praten over Generatie Z — de generatie geboren tussen 1997 en 2012, die hun jeugd doorbrachten met smartphones en hun tienerjaren in de wereld van sociale media. Ik wil hierover spreken met de nieuwsgierigheid van een journalist, met de oprechtheid van een oudere broer, en met gegevens die rechtstreeks uit het veld komen.

Want zij zijn niet alleen de “toekomst”, maar ook al de “heden”: beslissers, consumenten, werknemers, kiezers, toekomstige ouders… Kortom: onze gezamenlijke toekomst. Over Generatie Z praten, betekent praten over de routekaart van een land.

Dit artikel is voorbereid op basis van mijn observaties in het veld, gecombineerd met de uitgebreide notities die u met mij hebt gedeeld.

HOE KIJKEN MENSEN NAAR GENERATIE Z?

 

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, tekst, tekenfilm Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Generatie Z is de autochtone generatie van het digitale tijdperk. Zij hebben niet geleerd om internet te “gebruiken”, maar om ermee te “leven”.

Deze generatie houdt van individualiteit en vrijheid; zij stellen regels die zij “onzinnig” vinden ter discussie; zij zoeken naar betekenis, rechtvaardigheid en flexibiliteit. Hoewel zij soms afstandelijk lijken tegenover traditionele waarden, zijn zij actief wanneer het gaat om milieu, gelijkheid en inclusiviteit. Daarom vindt de één hen “moeilijk” en de ander juist “innovatief”. De waarheid is: ze zijn beide. Want ieder onderzoekend brein voelt eerst lastig aan, en opent daarna een nieuwe deur.

Weet u nog dat oudere generaties “elektriciteit en stromend water” ontdekten in hun jeugd?
Wel, deze jongeren zijn opgegroeid met “Wi-Fi”. Een leven zonder internet kunnen ze zich niet eens voorstellen.

Maar het is niet alleen hun nabijheid tot technologie die hen bijzonder maakt, ook hun kijk op het leven is anders:
*Ze zijn gehecht aan hun vrijheid.
*Ze stellen regels ter discussie.
*Rechtvaardigheid, gelijkheid en milieubewustzijn zijn voor hen geen loze woorden, maar echte eisen.

DE VIER STRATEGISCHE DOSSIERS VAN GENERATIE Z IN TURKIJE

 

Z kuşağı: Türkiye'de Z kuşağı kimlerden oluşuyor, sorunları neler? - BBC News Türkçe

In Turkije is de jonge bevolking nog steeds groot, maar neemt geleidelijk af. In de nabije toekomst zullen we te maken krijgen met een “kleinere maar meer bepalende” jonge generatie.

Hoewel jongeren in de PISA-tests onder het OESO-gemiddelde scoren, is hun potentieel hoog. Het probleem zit dus niet in intelligentie, maar in het systeem. Als de basisvaardigheden in het onderwijs worden versterkt, kunnen deze jongeren Turkije de toekomst in dragen.

Maar het grootste probleem is werkloosheid. In 2024 lag de jeugdwerkloosheid rond de 16 procent. Dit geeft jongeren geen “hoop”, maar “wanhoop”. Daarom dromen ze ervan naar het buitenland te gaan, of ze willen hun eigen bedrijf beginnen.

1) Actualisering van vaardigheden:

  • Er moet een brug worden geslagen van het middelbaar naar het hoger onderwijs om basisvaardigheden te versterken (lezen-begrijpen, wiskunde, wetenschappelijke geletterdheid). Het PISA-gat kan zo worden gedicht.

  • Tussen het ministerie van Onderwijs, de Raad voor Hoger Onderwijs en de private sector moet een standaard voor “micro-kwalificaties” worden ontwikkeld: 6–12 weken durende certificaatprogramma’s met praktijkprojecten (coderen, data, AI-ondersteunde productie, groene vaardigheden).

2) Jongerenwerkgelegenheidspakket:

  • Regionale stageverplichting en premievoordeel voor de “eerste baan”.

  • Voor jonge vrouwen: SGK-stimuli voor flexibele/thuiswerk-modellen.

  • Belastingverlaging voor MKB’s in ruil voor een “jong talent-quotum”.

3) Huisvesting en toegankelijke steden:

  • Coöperatieve huurwoningen voor studenten en afgestudeerden; “micro-huis”-pilots met gemeenten.

  • Digitale infrastructuur + groen vervoer (fiets, micro-mobiliteit) vergroten de economische mobiliteit van jongeren.

4) Geestelijke gezondheid en sociale steun:

  • Gratis psychologische adviesnetwerken via universiteiten en İŞKUR; online afspraken, korte wachttijden.

  • Fondsen voor tweede kansen aan jonge ondernemers die “recht op falen” nodig hebben – sociaal kapitaal is niet alleen geld, maar ook reputatie en steun.

DE VIER STRATEGISCHE DOSSIERS VAN GENERATIE Z IN NEDERLAND

 

Afbeelding met kleding, persoon, schoeisel, muur Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

1) Balans tussen flexibel werk en zeker leven:

  • Ondanks de sterke werkgelegenheid in Nederland moet de knoop van “tijdelijke contracten – hoge huren” bij jongeren worden ontward. Het sociale woningaanbod voor middeninkomens moet voor jongvolwassenen worden uitgebreid.

2) Onderwijskansen 2.0:

  • PISA-resultaten over creatief denken laten zien hoe sociaal-economische verschillen zich binnen de klas verdiepen. Gericht herstelprogramma’s en mentorschap zijn nodig vanaf de kleuterklas tot en met het einde van de middelbare school.

3) Langetermijninvestering in de geestelijke gezondheid van jongeren:

  • Gegevens van CBS en RIVM wijzen op een “blijvende kwetsbaarheid”. Wachttijden moeten worden verkort door geïntegreerde digitale oplossingen (bijvoorbeeld gemodereerde online therapieplatforms) landelijk breed toe te passen.

4) Migratie, diversiteit en verbondenheid:

  • In steeds diversere klassen moeten culturele bemiddeling en bruggen tussen school en gezin worden versterkt. Lokale jongerenraden en burgerschapsprojecten die de participatie van jongeren in de Nederlandse democratie vergroten, moeten worden uitgebreid.

DE TURKSE GENERATIE Z IN NEDERLAND

Afbeelding met kleding, persoon, buitenshuis, schoeisel Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Precies hier komen de woorden van onze ambassadeur naar voren. De Turkse Generatie Z in Nederland beleeft niet dezelfde moeilijkheden als hun ouders.

  • Zij profiteren van het Nederlandse onderwijssysteem.

  • De taalbarrière hebben zij allang overwonnen.

  • In het werkzame leven zetten zij meer flexibele en zelfverzekerde stappen.

Maar dat betekent niet dat zij geen problemen hebben. Jongeren in Nederland vinden weliswaar gemakkelijk werk, maar worstelen met vaste banen, geschikte woningen en hoge huren. Ook onze jongeren delen deze problemen.

Daarnaast is geestelijke gezondheid een alarmerend thema voor alle jongeren in Nederland. Depressie, angststoornissen en eenzaamheid nemen toe. Dit treft ook onze jongeren.

In 2023 meldde 24% van de jonge vrouwen en 14% van de jonge mannen in de leeftijdsgroep 18–24 jaar psychische klachten; de stijging sinds de pandemie is nog niet teruggekeerd naar het oude niveau. De jeugdmonitor van 2024 geeft aan dat het herstel beperkt is gebleven.

In Turkije melden officiële jeugdrapporten dat de subjectieve gezondheidsbeleving in 2024 enigszins is verbeterd (87,2% van de jongeren voelt zich gezond). Toch blijven er leemtes bestaan op het gebied van kwetsbare groepen en regionale ongelijkheid. UNICEF-rapporten uit 2023 wijzen bovendien op de blijvende effecten van armoede, pesten en uitsluiting tijdens de kindertijd.

POLITIEK EN PARTICIPATIE: EEN GENERATIE DIE NIET OP EEN “PARTIJ” MAAR OP EEN “DOEL” IS GERICHT

Deze generatie is niet zozeer ideologisch, maar vooral waarde-gedreven. Bij concrete thema’s zoals milieu, kosten van levensonderhoud, huisvesting en gelijke kansen zoeken zij naar “transparantie” en “impact”.

In Turkije richten jongeren hun stemgedrag meer op lokale dienstverlening en economische realiteit; in Nederland leren zij dankzij de coalitiecultuur juist “onderhandelen”. Buiten de stembus zijn ze ook actief op andere manieren: via platforms, petities en maatschappelijke netwerken.
(Ja, ze geven een “like”; maar wanneer het nodig is, komen ze ook echt in actie.)

EEN GIDS VOOR HET BEDRIJFSLEVEN: WIE DRIE BELOFTES AAN GENERATIE Z DOET, WINT

1) De belofte van flexibiliteit: Maak hybride modellen écht hybride; stuur niet op uren maar op resultaten.

2) De belofte van leren: Micro-kwalificaties, interne opleiders, “meeloop”-programma’s.

3) De belofte van zingeving: Duurzaamheid en inclusiviteit mogen geen loze woorden zijn; meet, rapporteer en verbeter.

In Turkije is deze drieslag de sleutel om jeugdwerkloosheid te verminderen.
In Nederland is het, ondanks de hoge werkgelegenheid, de sleutel om “continuïteit en loyaliteit” te creëren.

OVER 15–20 JAAR: WAT VOOR TURKIJE, WAT VOOR NEDERLAND?

In Turkije kan Generatie Z, samen met de digitalisering van de productie en de groene transitie, middelgrote steden in Anatolië opnieuw vormgeven. Lokale ontwikkeling wordt versterkt door werken op afstand en micro-ondernemersincubators. Als er een doorbraak in basisvaardigheden in het onderwijs komt, kan de regionale “braindrain” zelfs worden omgekeerd.

In Nederland kan Generatie Z, mits huisvestings- en geestelijke gezondheidsbeleid de balans tussen hoge participatie en hoge welvaart ondersteunen, uitgroeien tot Europa’s “jongeren-welvaarts-laboratorium”: flexibel maar zeker, innovatief maar inclusief.

DE BOODSCHAP VAN GENERATIE Z

Afbeelding met persoon, kleding, person, publiek Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Beste lezers, Generatie Z geeft ons een heel duidelijke boodschap:
“Luister naar ons, heb vertrouwen in ons, maak de weg voor ons vrij.”

Zij willen geen loze woorden, maar concrete stappen. Dit is ook wat zij van de politiek verwachten. Ze richten zich minder op partijen, meer op het oplossen van problemen.

Hetzelfde geldt voor het bedrijfsleven. Van de bedrijven waar zij willen werken, verwachten ze flexibiliteit, leermogelijkheden en een duidelijke maatschappelijke doelstelling.

EEN MOEILIJKE GENERATIE OF EEN KANS?

Generatie Z stelt regels ter discussie, zoekt naar wat juist is en zegt luid en duidelijk “nee” tegen wat fout is. Ja, dit kan soms generatieconflicten veroorzaken. Maar laten we niet vergeten: de eerste generaties van de Republiek werden ook als “moeilijk” gezien; later waren zij degenen die dit land naar de toekomst droegen.

De Z van vandaag is de leraar, ingenieur, verpleegkundige, ondernemer, kunstenaar, boer, journalist van morgen…
Er rust niet alleen een taak op hun schouders, maar ook op de onze: luisteren, begrijpen en ruimte geven.

Mijn oordeel is dit: Generatie Z is noch de “ontglipte jeugd” van Turkije, noch de “te veeleisende” generatie van Nederland. Met het juiste beleid en een oprechte dialoog zijn zij zowel Turkije’s als Nederland’s grootste kans. Als we hen vandaag serieus nemen, zullen we morgen samen winnen.

Ja, Generatie Z kan soms “moeilijk” lijken. Maar laten we niet vergeten: wat moeilijk is, ís juist de vooruitgang. Ook de eerste generaties van de Republiek werden als lastig beschouwd, maar zij hebben dit land naar de toekomst gedragen.

Mijn oordeel is dit:
Generatie Z is noch de verloren jeugd van Turkije, noch de “te veeleisende” generatie van Nederland…
Met het juiste beleid en een eerlijke dialoog zijn zij zowel voor Turkije als voor Nederland de grootste kans.

Als we hen vandaag serieus nemen, zullen we morgen samen winnen.

WAAROM GENERATIE Z

De naam van Generatie Z lijkt te komen van de laatste letter van het alfabet, maar dat betekent niet dat zij de laatste generatie zullen zijn. Na hen is immers Generatie Alfa gekomen, en in de toekomst zullen er nieuwe generaties volgen met nieuwe namen.

Ook vroeger waren er generaties. Zo:
Afbeelding met tekst, schermopname, Lettertype, nummer Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

DE KENMERKEN VAN GENERATIE Z

Digitale autochtonen: Zij zijn opgegroeid met internet, sociale media en smartphones.
Snelle informatieconsumptie: Ze geven de voorkeur aan korte video’s, beelden en directe content.
Individualiteit en vrijheid: Ze willen hun eigen keuzes maken en hun verschillen uitdrukken.
Bewust en kritisch: Ze zijn gevoelig voor thema’s als milieu, rechtvaardigheid, gelijkheid en gender.
Onderwijs en werk: Ze hechten waarde aan flexibiliteit, ondernemerschap en creativiteit.
Ongeduldig maar oplossingsgericht: Ze willen snel resultaat; lange processen vinden ze moeilijk vol te houden.

BÜYÜKELÇİ FATMA CEREN YAZGAN, KARANLIĞI DAĞITAN, YOL GÖSTEREN, IŞIK SAÇAN, DERİN BİLGİSİYLE SÖZÜNE GÜVENİLEN BİR “GURU”DUR

BÜYÜKELÇİ FATMA CEREN YAZGAN, KARANLIĞI DAĞITAN, YOL GÖSTEREN, IŞIK SAÇAN, DERİN BİLGİSİYLE SÖZÜNE GÜVENİLEN BİR “GURU”DUR

Hollanda’da kısa dönemde kendisinde sıkça söz ettiren Yazgan, son 24 saatte 3 büyük etkinliğe katıldı.

Türk medyası ile 3,5 saat süren bir basın toplantısı.

Hollanda’da bayram olarak kutlanan 2026 devlet bütçesi törenlerine katılım.

Türk Pazarı olarak bilinen, Dünyanın en büyük pazarının kurucusu Bart van Kampen’in başsağlığı törenine katılım.

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van bericht staat onderaan)

Afbeelding met Menselijk gezicht, tekst, person, kleding Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Sevgili okurlarım,
Biz gazetecilerde şöyle bir alışkanlık vardır:
Görevini tamamlayıp giden için “tu kaka”, yerine gelen için “baş tacı” deriz.

Lahey’de görev yapan Büyükelçi Selçuk Ünal, Ankara tarafından çok beğenilmiş olacak ki Pekin’e atandı. Yerine ise Fatma Ceren Yazgan geldi.
Doğrusunu isterseniz, biz gazeteciler yeni gelenin kökenini hep merak ederiz.
Acaba Dışişleri kadrosundan yetişmiş tecrübeli bir diplomat mı?
Yoksa siyasetin torpilli isimlerinden biri mi?
Ya da ödüllendirilmiş bir işadamı mı?..

FETÖ ile mücadelede Gürcü makamlarıyla sıkı iş birliği yapıyoruz'
İşte bu sorular aklımı kurcalarken, Fatma Ceren Hanım’ın sapına kadar bir Dışişleri mensubu olduğunu öğrenince yüreğimize su serpildi.
Yani işini bilen, devlet terbiyesiyle yetişmiş, öz be öz diplomat…

DAHA İLK GÜNDEN ÇALIŞMAYA BAŞLADI

Fatma Ceren Hanım, yedi hafta önce Lahey’e geldi.
Henüz Kral Willem Alexander’a güven mektubunu sunmadan, hemen çalışmalara başladı.
Kaçak da olsa etkinliklere katıldı, insanlarla temas kurdu, daha ilk adımlarında başarılarının işaretlerini verdi.

Biz bu kısa sürede hakkında çok şey yazdık.
Ama önceki gün davet edildiğimiz basın toplantısında onu yakından tanıma fırsatı bulduk.
Geçmişini gördük, burada yaptıklarını dinledik, yapacaklarına kulak verdik.
Ve sonunda düşündüm: Bu hanımefendi büyükelçimize en çok yakışan unvan “Guru”dur.

“GURU” NEREDEN AKLIMA GELDİ?

Burada küçük bir hatıramı paylaşayım.
Hollanda’nın tanınmış simalarından, Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu’nun eski Başkanı, aynı zamanda TV ve Radyo İslam Yayın Organı’nın kurucusu İbrahim Görmez, benim haberlerimden sonra bana hep,
“İlhan Karaçay, gazeteciliğin gurusu’dur” diye yazardı.
Hem bana gönderdiği mesajlarda hem de sosyal medyada bunu sık sık dile getirirdi.
Bu yakıştırma yıllarca kulağımda kaldı.
İşte şimdi, yeni büyükelçimizi tanıyınca, bu “guru” iltifatını kendisine de yakıştırmak istedim.

PEKİ “GURU” NE DEMEK?

“Guru” kelimesi, Sanskritçeden geliyor. “Gu” karanlık, “ru” ise dağıtan, aydınlatan demek. Yani özünde, karanlığı dağıtan, yol gösteren, ışık saçan öğretmen.”

Hindistan’da manevi rehberlere guru denirmiş. Öğrencisine sadece ders anlatan değil, aynı zamanda hayat yolunda ışık tutan kişi…

Batı’ya geçince kelime farklı alanlarda da kullanılmaya başlanmış.
Bugün, teknoloji gurusu, yönetim gurusu, hatta yemek gurusu bile deniliyor.
Yani, “bir konuda en derin bilgisi olan, sözüne güvenilen, yol gösterici kişi.”

Nadiren olumsuz anlamda da kullanılır. Ama ben burada en güzel anlamını kastediyorum.

Çünkü birine “guru” demek, o kişiyi sadece bilgi ve deneyimiyle değil, aynı zamanda vizyonu, bilge tavrı ve yol göstericiliğiyle çevresine ışık saçan, rehberlik eden, güven veren kişi olarak tanımlamaktır.

PEKİ NEDEN “GURU”?

Fatma Ceren Yazgan’a bu ünvanı yakıştırmamın birçok nedeni var:

Köklü bir diplomat: Fatma Ceren Yazgan, 1971 yılı Bursa doğumlu deneyimli bir Türk diplomatı.1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığı’na katılarak çeşitli görevler üstlendi. Yurt dışı görevleri arasında Muskat, Kiev ve Moskova büyükelçiliklerinde çeşitli kademelerde görev almıştır. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı’nda Kültürel İşler, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Orta Avrupa, Kuzey Amerika Genel Müdür Yardımcılıkları ile Güvenlik ve İstihbarat Genel Müdür Yardımcılığı görevlerini yürüttü.15 Aralık 2017’den 1 Temmuz 2022’ye kadar Türkiye’nin Tiflis Büyükelçisi olarak görev yaptı. İstihbarat ve Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü gibi zor ve önemli birimlerde çalışmış. Yani devletin kalbinden gelen bir diplomat.

Hollanda’yı bilen isim: Daha önce iki defa Hollanda’ya görevli olarak gelmiş, toplantılara ve araştırmalara katılmış. Yani bu ülkeye yabancı değil.

Güven mektubu sunumu: Kral Willem Alexander’a güven mektubunu verirken hem tavrı hem de zarif giyimiyle dikkat çekti. Ciddiyet ve temsil gücü herkesten tam not aldı.

Afbeelding met person, persoon, kleding, overdekt Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Basın toplantısındaki öngörüleri: Daha sadece yedi hafta burada olmasına rağmen Hollanda’yı bir Hollandalı kadar iyi anlattı. Türk toplumunun üçüncü nesilden sonra farklı ve olumlu bir yaşam biçimi seçtiğini söyledi. Şimdilerde ise Z kuşağı gençlerin gündemde olduğunu belirtti. Bu tespit, geleceğe yönelik güçlü bir bakış açısıydı.

Kültürel vizyonu: Türkiye’yi tanıtmak için Hollanda’da müzeler kurulması gerektiğini söyledi. Bunun için sadece devletin değil, buradaki iş insanlarının da katkı yapması gerektiğini dile getirdi. Bu yaklaşım, sadece diplomatik değil, kültürel ve toplumsal bağları da güçlendirecek nitelikte.

Fatma Ceren Yazgan, sadece görevini yapan bir diplomat değil.
Tecrübesiyle, bilgeliğiyle, vizyonuyla ve yol göstericiliğiyle bir “Guru”.
Bu ünvan ona yakışıyor.

Ve ben, İbrahim Görmez’in bana yıllar önce yaptığı iltifattan ilham alarak diyorum ki:
“Büyükelçimiz Fatma Ceren Yazgan, diplomasi dünyasının guru’sudur.”

BASIN TOPLANTISINDAN BİR NOT:

Afbeelding met persoon, kleding, tekst, Menselijk gezicht Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Büyükelçimiz, Hollanda’daki ırkçılık söylemlerinin ve hareketlerinin korkutucu boyuta ulaştığını vurgularken, bu konuyu Hollanda makamlarıyla konuştuğunu ve olumlu reaksiyon aldığını belirtti.

Bunun üzerine söz aldım ve şunu dile getirdim:
‘Aslında ırkçıları kışkırtan, bazı siyasetçiler ve medyadır. Biliyorum, sizin buradaki devlet görevlileriyle yaptığınız görüşmeler hep olumlu yanıt buluyor. Yani Hollanda ile Türkiye arasındaki devlet ilişkileri çok iyi. Ama siyasetçilere ve medyaya göre ise çok kötü.’

Büyükelçimiz bu sözlerime, “Maalesef öyle. Bu konuda medya olarak sizlere de büyük bir görev düşüyor. Yayınlarınızı Hollandalılara ulaşabilecek şekilde yaparsanız faydası olur,” diye karşılık verdi.

Bunun üzerine ben de, “Asıl sizin, medya ile temasa geçmeniz gerekir. Yemeğe davet edin, Türkiye’ye davet yapın, doğruları anlatın. Sanırım o zaman bunları da yayınlarlar,” dedim.

Büyükelçimizin cevabı ise düşündürücüydü:
“Yapıyoruz İlhan Bey, yapıyoruz ama hiçbir davetimizi kabul etmiyorlar.”

Bunun üzerine, alttaki yaşananları özet olarak anlattım:
‘Demek oluyor ki, Hollanda’daki etkin insanlarımızın devreye girmesi lâzım.
Nitekim ben, 1974 yılında Hollanda’ya ilk kez Basın Müşaviri olarak atanan Ajlan Akıncı’ya bu konuda yardımcı olmuştum. Ajlan Bey, Orgeneral Eşref Akıncı’nın oğlu ve aynı zamanda Hürriyet’in Ankara temsilcisiydi. Rahmetli Ecevit döneminde Lahey’e Basın Müşaviri olarak atanmıştı. Kendisine, Hollanda’daki televizyon ve gazetelerde görev yapan pek çok isimle tanışma fırsatı sağladım. Birlikte yemeklere çıktık. Bu görüşmelerin kısa sürede semeresini vermesiyle, Hollanda basınında Türkiye’den sitayişle söz eden haberler yayımlanmaya başlamıştı.

Afbeelding met tekst, schermopname, Lettertype, poster Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
O günleri unutamam. Özellikle ben, o dönemde en büyük gazete olan De Telegraaf ile adeta dişe diş bir mücadeleye girmiştim. Yayınını sürdürdüğüm Avrupa DÜNYA gazetesini iki dilli olarak çıkarıyor, De Telegraaf’ın Türkiye ve Türkler aleyhine yaptığı yayınlara sert şekilde karşılık veriyordum.

Bir gün gazetenin Genel Yayın Müdürü, bir toplantıda öfkeyle gürlemiş:
“Kim bu Karaçay yahu? Var mı içinizde kendisini tanıyan?”

O sırada gazetenin turizm sayfalarını hazırlayan kişi söz almış:
“Ben kendisiyle tanışıyorum.”

Bunun üzerine Genel Yayın Müdürü, “O hâlde davet et, birlikte bir yemek yiyelim bakalım,” demiş.

Davet üzerine De Telegraaf binasına gittim ama yemek yemeyi reddettim. Sadece bir çay içtim. Genel Yayın Müdürü, “Ne istiyorsunuz bizden?” diye sorunca, kendisine şunları söyledim:
‘Bakın, sürekli Türkiye ve Türkler aleyhine yayınlar yapıyorsunuz. Oysa en az on Türk turizmci gazetenize milyonlarca euroluk ilan veriyor. Buna rağmen siz Türk turizmini baltalayan haberler yayımlıyorsunuz.’

Bu sözlerim karşısında şaşıran Genel Yayın Müdürü hemen talimat verdi:
“Karaçay ile güzel bir söyleşi yapın ve yayınlayın.”

Ben ise, “Hayır, benimle değil, büyükelçimizle yapın bu röportajı,” dedim. Birkaç gün sonra büyükelçimiz ile yapılan kapsamlı ve olumlu bir röportaj, hiç alışık olunmadık bir şekilde gazetenin tam sayfasında yayımlandı.

Aynı toplantıda Genel Yayın Müdürü, sözünü ettiğim on Türk seyahatçi ile de beşer kişilik iki ayrı yemek düzenledi. Turizmcilerimizin görüşlerini dinledi, ardından gazetesinde olumlu yayınlar yapılmasını sağladı.’

O gün edindiğim tecrübe bana şunu gösterdi: Basınla kurulacak samimi temaslar, önyargıları kırmakta çok etkili oluyor.
İşte şimdi de aynı şekilde, günümüzün etkili Türk girişimcilerinin ve kanaat önderlerinin devreye girmesi gerekir. Onların katkısıyla mutlaka bir sonuç alınacaktır.

HOLLANDA DEVLET BÜTÇESİNİN AÇIKLANDIĞI PRİNSJESDAG 2025’TE TÜRKİYE’Yİ BÜYÜKELÇİ FATMA CEREN YAZGAN TEMSİL ETTİ.

Afbeelding met kunst, persoon, panorama, buitenshuis Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Her yıl Eylül’ün üçüncü Salı günü Hollanda’da düzenlenen Prinsjesdag, yani Parlamento açılış günü, ülkedeki demokratik geleneklerin, hükümetin gelecek vizyonunun ve bütçesel önceliklerin halkla paylaşılması bakımından büyük önem taşır. Hükümdar Troonrede (Taht Nutku) ile konuşmasını yapar, ardından Maliye Bakanı “Miljoenennota” ve ulusal bütçe tekliflerini Parlamento’ya sunar. Bu tören, Hollanda’daki devlet işleyişinin halka açık biçimde paylaşıldığı, görkemli ama aynı zamanda sorumluluk ve hesap verebilirlik taşıyan bir gün olarak bilinir.

2025 Prinsjesdag’ında Türkiye adına davetli olarak törende bulunan Büyükelçi Fatma Ceren Yazgan, bu kutsal geleneğe katılımıyla iki ülke arasındaki diplomatik köprüleri daha da güçlendirdi. Türkiye’nin Hollanda’da yaşayan vatandaşlarına, ilişkilerine ve kültürel bağlarına verdiği değeri temsil ederken; aynı zamanda Hollanda’nın politik sürecine ve toplumsal gündemine de saygı ve ilgi göstermiş oldu. Büyükelçimizin bu nazik ve önemli iştiraki, hem Türkiye’nin Avrupa’daki diasporasına moral verir; hem de Türkiye-Hollanda ilişkilerinin derinliği ve karşılıklı anlayışın önemi adına güçlü bir simge teşkil eder.

Miljoenennota 2025’te Yabancılar / Türk Topluluğu Açısından Durum

Miljoenennota, yani Hollanda’nın yıllık devlet bütçesi ve gelecek yıl için planlanan harcama-gelir dengeleri, Prinsjesdag’dan sonra netleşiyor. Peki, bu belgede Türkler ya da genel anlamda yabancılar için yeni bir “gelişme” var mı?

Öncelikle, Miljoenennota 2025’te Göç ve Mülteci Politikası (Asiel en Migratie) önemli yer tutuyor. 2025 yılı için bu alanda yaklaşık 9,48 milyar Euro bütçe ayrılmış durumda.

Bu bütçenin büyük kısmı, mülteci kabulü, asıl başvuru süreçleri, sınır kontrolü, entegrasyon hizmetleri gibi konuları içeriyor.

Ancak, Miljoenennota’da “Türk topluluğu”na özel olarak yönlendirilmiş bir yardım programı, özel vergi muafiyeti ya da Türkiye kökenliler için farklı bir statü değiştirme gibi somut adımlardan henüz açıkça bahsedilmemiş görünüyor. Yurttaşlık, statü, entegrasyon programları gibi genel yabancı / göçmen politikaları çerçevesinde Türkiye kökenliler bundan fayda sağlayabilir, ama özel olarak Türkiye’ye münhasır bir düzenleme gözükmüyor.

Ayrıca, hükümetin göçmen politikalarını “daha sıkı” hale getirme yönünde bir eğilim içinde olduğu belirtiliyor; sınır koruma, asıl başvuruların daha sıkı değerlendirilmesi ve göç sürecini sınırlayıcı tedbirlerin güçlendirilmesi planları Miljoenennota’nın göç bölümünde dikkat çeken hususlar arasında.

Sonuç olarak, Büyükelçi Yazgan’ın Prinsjesdag katılımı, Türkiye’nin Hollanda’daki toplumsal ve diplomatik sahnede görünürlüğünü artıran zarif ve anlamlı bir adım olmuştur. Miljoenennota’yı Türk topluluğu açısından izlerken, gelecekte entegrasyon, vatandaşlık hakları ve göç politikalarında özel düzenleme eğilimi olup olmayacağını dikkatle takip etmek gerek.

HOLLANDA’DAKİ TÜRKLERİN DOSTU BART VAN KAMPEN’E VEDA

Beverwijk – Hollanda’da göçmenlerin hayatına damga vurmuş, dünyanın en büyük Türk pazarını kurarak tarihe geçen Bart van Kampen, geçtiğimiz hafta 81 yaşında hayata veda etti. Onun ardından düzenlenen taziye töreni, yalnızca bir vedalaşma değil, aynı zamanda bir vefa gösterisi oldu.

16 Eylül akşamı Beverwijk’teki De Bazaar’ın 26 numaralı salonunda gerçekleştirilen törende, bine yakın Hollandalı ve Türk hazır bulundu. Törene Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Fatma Ceren Yazgan, Amsterdam Başkonsolosu Mahmut Burak Ersoy, Amersfoort Fahri Konsolosu Titus Kramer ve Başkonsolosluk Sekreteri Mehmet Keskin de katıldı. Büyükelçi Yazgan, Van Kampen’in üç kızına ayrı ayrı başsağlığı dileyerek, Türk devleti adına gösterilen bu ilginin aile için büyük bir teselli olduğunu vurguladı.

Afbeelding met kleding, persoon, vrouw, staan Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

“Bu başka bir kültür, yaşatan bir kültür”

Taziye sırasında dikkat çekici bir ayrıntı da Büyükelçi Yazgan’ın sözleriydi. Van Kampen’in üç kızının konukları tek tek karşılayıp uzun sohbetler etmesi üzerine Yazgan, yanındakilere dönerek şu cümleyi kurdu:
“Bakınız, bu bambaşka bir kültür. Bunlar insanı öldürmüyorlar, adeta yaşatıyorlar.”
Bu ifade, aslında Van Kampen’in hayatı boyunca kurmaya çalıştığı köprülerin bir özeti gibiydi.

Türklerin kalbindeki özel yeri

Bart van Kampen, 1980’de Beverwijk’te açtığı Zwarte Markt (Kara Pazar) ile Türk göçmenler için yeni bir dünya kurmuştu. Polis baskınlarıyla, yasaklarla, türlü engellerle mücadele etmiş; ama yılmamıştı. Türk esnafın ayakta kalabilmesi için her türlü riski göze almış, hatta verilen cezaları kendi cebinden ödemeyi taahhüt etmişti. Onun vizyonu sayesinde Zwarte Markt, kısa sürede sadece bir alışveriş merkezi değil, göçmenler için bir buluşma noktası, Hollandalılar içinse farklı kültürleri tanıma imkânı sunan bir yaşam alanı haline geldi.

Benim de şahsen yakından tanıklık ettiğim bu süreçte, Van Kampen’in azmi ve inancı, Hollanda’daki Türk toplumunun kaderini değiştirdi. On binlerce insanın iş ve ekmek kapısı olan pazar, zamanla “Beverwijk Bazaar” adıyla Avrupa’nın en büyük kapalı pazarı hâline geldi.

Duyguların taşlaştığı bir akşam

Afbeelding met persoon, kleding, vrouw, Magenta Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Taziye töreninde duygu yüklü anlar yaşandı. Konuklar salona girerken Van Kampen’in kızları tarafından tek tek karşılandı. Bu samimi sohbetler, sıradan bir merasimden çok bir dost meclisini andırıyordu. İnsanlar yalnızca bir işadamına değil, bir dostlarına, bir yol göstericilerine veda ediyordu.

Hollanda’daki Türkler için Van Kampen’in önemi büyüktü. Sıradan bir girişimciden öte, göçmenlerin yanında duran bir dost, bir arabulucu, bazen de bir dert ortağıydı. Onun sayesinde Türk esnaf hem ekmeğini kazanmış, hem de Hollanda toplumunda saygın bir yer edinmişti.

Kültürleri birleştiren bir miras

Van Kampen’in hayatını yakından bilenlerden biri de eski damadı ve Amersfoort Fahri Konsolosu Titus Kramer’di. Onun kaleme aldığı yazıda, Van Kampen’in mizahi kişiliği, inadı ve hayalleriyle dolu yaşam öyküsü anlatılıyordu. Kramer, “Bart, ayağı çamura basan bir hayalcinin ta kendisiydi. Bize bir pazarın eşyalardan ibaret olmadığını öğretti – bir pazar insanları yakınlaştırır. Ve bugün buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var” diyerek onun mirasını özetliyordu.

Bir vedadan öte, bir teşekkür

Beverwijk’teki törende hissedilen en güçlü duygu, minnettarlıktı. Yalnızca Türkler değil, Surinamlılar, Faslılar, Çinliler ve Hollandalılar da oradaydı. Zwarte Markt’ın sunduğu çokkültürlü ruh, Van Kampen’in ardından bile aynı coşkuyla yaşamaya devam ediyordu.

Onun vefatı, Hollanda’daki Türk toplumu için büyük bir kayıp. Ama bıraktığı miras hâlâ ayakta: Her hafta on binlerce insanın buluştuğu, kültürlerin kaynaştığı Beverwijk Pazarı.

Bart van Kampen artık aramızda değil. Ama adı, dostluğu, cesareti ve insanları bir araya getiren vizyonu, hem Hollanda tarihine hem de Türklerin kalbine kazınmış olarak yaşamaya devam edecek.

                                            ***********************

AMBASSADEUR FATMA CEREN YAZGAN IS EEN “GOEROE”: IEMAND DIE DUISTERNIS VERDRIJFT, DE WEG WIJST EN LICHT SPREIDT MET HAAR DIEPE KENNIS

*In korte tijd heeft Yazgan in Nederland veel van zich laten horen. Alleen al in de afgelopen 24 uur woonde zij drie grote evenementen bij:

*Een persbijeenkomst van maar liefst 3,5 uur met de Turkse media.

*Deelname aan de plechtigheden rond de rijksbegroting 2026, die in Nederland als een nationale feestdag worden gevierd.

*De condoleancebijeenkomst voor Bart van Kampen, oprichter van de Zwarte Markt, wereldwijd bekend als de grootste Turkse markt.

Afbeelding met Menselijk gezicht, tekst, person, kleding Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Beste lezers,

Wij journalisten hebben vaak een eigenaardige gewoonte:
Wie vertrekt, wordt “afgeschreven”, en wie komt, wordt op handen gedragen.

Zo werd de vorige ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, door Ankara hoog gewaardeerd en overgeplaatst naar Peking. Zijn plaats werd ingenomen door Fatma Ceren Yazgan.

Wij vragen ons als journalisten altijd af:
Komt de nieuwkomer uit het diplomatenkorps en heeft hij of zij ervaring?
Of is het een politiek benoemde, iemand met connecties?
Of misschien een zakenman die beloond wordt?

FETÖ ile mücadelede Gürcü makamlarıyla sıkı iş birliği yapıyoruz'

Toen ik ontdekte dat mevrouw Yazgan een diplomaat in hart en nieren is, afkomstig uit de kern van het Ministerie van Buitenlandse Zaken, haalden wij opgelucht adem. Kortom: een professional, gevormd door staatsdiscipline, een diplomaat in de volle betekenis van het woord.

ZE BEGON METEEN OP DE EERSTE DAG

Zeven weken geleden arriveerde Fatma Ceren Yazgan in Den Haag.
Nog voordat zij haar geloofsbrieven aan koning Willem-Alexander had overhandigd, begon zij al aan het werk. Soms informeel, maar zij zocht meteen de contacten en gaf al vanaf de eerste stappen signalen van succes.

In deze korte tijd hebben wij veel over haar geschreven. Maar vooral tijdens de persbijeenkomst van enkele dagen geleden kregen wij de kans haar persoonlijk beter te leren kennen. Wij zagen haar verleden, hoorden wat zij hier al gedaan heeft en luisterden naar haar toekomstplannen.

En toen dacht ik: de titel die het beste bij onze nieuwe ambassadeur past, is “Goeroe”.

WAAROM “GOEROE”?

Laat me een herinnering delen.
De bekende Nederlander van Turkse komaf, İbrahim Görmez – voormalig voorzitter van de Federatie van Turkse Islamitische en Culturele Verenigingen en oprichter van de islamitische radio en tv – schreef mij vaak na mijn artikelen:
“İlhan Karaçay is de goeroe van de journalistiek.”

Hij schreef dit in berichten en zei het openlijk op sociale media. Dit compliment bleef jarenlang in mijn oren klinken. En nu ik onze nieuwe ambassadeur heb leren kennen, vond ik dat deze eretitel ook bij haar past.

WAT BETEKENT “GOEROE”?

Het woord komt uit het Sanskriet: “Gu” betekent duisternis, “ru” betekent verdrijven of verlichten.
Een goeroe is dus iemand die de duisternis verdrijft, de weg wijst, licht verspreidt.

In India wordt de term gebruikt voor spirituele leraren: niet alleen iemand die kennis overdraagt, maar ook iemand die een levenspad verlicht. In het Westen wordt het woord breder gebruikt – men spreekt over een technologie-goeroe, een management-goeroe of zelfs een kook-goeroe. Kortom: iemand die in een bepaald vakgebied diepe kennis heeft en wiens oordeel wordt vertrouwd.

Soms wordt het woord negatief gebruikt, maar in mijn context bedoel ik de mooiste betekenis: een wijze gids die vertrouwen wekt en licht brengt.

WAAROM NOEM IK YAZGAN EEN “GOEROE”?

Daar zijn veel redenen voor:

Een ervaren diplomaat: Geboren in 1971 in Bursa. In 1993 afgestudeerd aan de Boğaziçi Universiteit (Politieke Wetenschappen en Internationale Betrekkingen). In datzelfde jaar trad zij toe tot Buitenlandse Zaken en vervulde sindsdien vele posten: in Muscat, Kiev en Moskou, en op het ministerie zelf als plaatsvervangend directeur voor Culturele Zaken, Oost- en Midden-Europa, Balkan en Noord-Amerika. Zij diende ook als plaatsvervangend directeur-generaal Veiligheid en Inlichtingen. Van 2017 tot 2022 was zij ambassadeur in Tbilisi. Kortom: afkomstig uit het hart van de staat.

Bekend met Nederland: Zij is al twee keer eerder hier geweest voor vergaderingen en onderzoeksopdrachten. Nederland is dus geen onbekend terrein voor haar.

Geloofsbrieven: Tijdens de presentatie van haar geloofsbrieven aan koning Willem-Alexander viel zij op door haar houding en elegante verschijning. Ze straalde ernst en representativiteit uit.

Afbeelding met person, persoon, kleding, overdekt Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Persbijeenkomst: Hoewel zij pas zeven weken in Nederland is, toonde zij inzicht alsof zij hier jaren woont. Ze wees erop dat de derde generatie Turken in Nederland een positief nieuw levensmodel heeft gevonden, en dat nu vooral de “Generatie Z” jongeren de aandacht verdienen. Dat getuigt van visie.

Culturele visie: Ze benadrukte dat er in Nederland musea moeten komen om Turkije te promoten, en dat niet alleen de overheid maar ook ondernemers hierbij een rol kunnen spelen.

Kortom: Yazgan is niet zomaar een diplomaat. Zij is een gids, een visionair, een bron van vertrouwen.
En daarom zeg ik – geïnspireerd door het compliment dat İbrahim Görmez mij ooit gaf – nu over haar:
“Onze ambassadeur Fatma Ceren Yazgan is de goeroe van de diplomatie.”

EEN NOTITIE UIT DE PERSBIJEENKOMST

Afbeelding met persoon, kleding, tekst, Menselijk gezicht Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

De ambassadeur wees erop dat racistische uitspraken en gedragingen in Nederland een zorgwekkend niveau hebben bereikt. Ze zei dit onderwerp bij de autoriteiten te hebben aangekaart en daar positieve reacties op te hebben ontvangen.

Daarop nam ik zelf het woord:
‘Eigenlijk zijn het vaak politici en media die racisten aanwakkeren. Ik weet dat uw gesprekken met de overheid positief verlopen – de betrekkingen tussen de staten Nederland en Turkije zijn goed. Maar volgens politici en de media lijken die relaties juist slecht.’

De ambassadeur antwoordde:
“Helaas is dat zo. Daarom hebben ook jullie als media een belangrijke taak. Als jullie publiceren op een manier die de Nederlanders bereikt, kan dat verschil maken.”

Ik zei daarop:
‘Maar u moet ook zelf de media actief benaderen. Nodig hen uit voor diners, nodig hen uit naar Turkije, vertel de waarheid – dan zullen ze dat misschien publiceren.’

Haar antwoord was veelzeggend:
“We doen dat, meneer Karaçay, maar geen van hen accepteert onze uitnodigingen.”

Daarop vertelde ik een persoonlijke ervaring:
‘In 1974 werd Ajlan Akıncı – zoon van generaal Eşref Akıncı en destijds ook correspondent van Hürriyet – benoemd tot persattaché in Den Haag. Ik hielp hem om kennis te maken met Nederlandse journalisten. We gingen samen uit eten, en al snel verschenen er positieve artikelen over Turkije in de Nederlandse pers.’

Afbeelding met tekst, schermopname, Lettertype, poster Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Ik vergeet die tijd nooit. Vooral mijn strijd met De Telegraaf staat mij bij. Met mijn tweetalige krant Avrupa DÜNYA vocht ik lijnrecht tegen de negatieve berichtgeving. Totdat de hoofdredacteur van De Telegraaf, tijdens een vergadering, uitriep:
“Wie is die Karaçay eigenlijk? Kent iemand hem?”
Een redacteur antwoordde: “Ik ken hem.” Waarop de hoofdredacteur zei: “Nodig hem uit, laten we samen eten.”

Ik ging, maar weigerde te dineren – ik dronk alleen thee. Toen hij vroeg wat ik wilde, zei ik:
“U publiceert voortdurend negatieve verhalen over Turkije en de Turken, terwijl Turkse reisorganisaties miljoenen euro’s aan advertenties in uw krant steken. Dit is onrechtvaardig.”

Hij was verbaasd, maar gaf meteen opdracht:
“Maak een mooi interview met Karaçay en publiceer dat.”

Ik weigerde: “Nee, interview onze ambassadeur.”
Enkele dagen later verscheen een groot, positief interview met de ambassadeur – paginagroot in De Telegraaf.

Bovendien organiseerde de hoofdredacteur ook twee diners met Turkse reisorganisaties. Hij luisterde naar hen, en daarna verschenen er positieve artikelen in zijn krant.

Die ervaring leerde mij dat persoonlijke en oprechte contacten met de pers vooroordelen kunnen doorbreken.

En vandaag geldt hetzelfde: invloedrijke Turkse ondernemers en opinieleiders in Nederland moeten hun rol spelen. Met hun bijdrage kan er opnieuw een doorbraak komen.

PRİNSJESDAG 2025: EEN MOMENT VAN TROTS MET AMBASSADEUR FATMA CEREN YAZGAN

Elke derde dinsdag van september viert Nederland Prinsjesdag, de officiële opening van het parlementaire jaar. Op deze dag leest het staatshoofd de Troonrede voor en presenteert de minister van Financiën de Miljoenennota en de rijksbegroting. Het is een dag vol traditie, symboliek en democratische verantwoording, waarbij de koers van de regering voor het komende jaar wordt uiteengezet.

Afbeelding met kunst, persoon, panorama, buitenshuis Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Tijdens de Prinsjesdag van 2025 was de Turkse ambassadeur Fatma Ceren Yazgan aanwezig als vertegenwoordiger van Turkije. Haar deelname aan deze belangrijke ceremonie benadrukt de sterke banden tussen Nederland en Turkije, evenals het wederzijdse respect en de belangstelling voor elkaars politieke en maatschappelijke processen. Voor de Turkse gemeenschap in Nederland vormt haar aanwezigheid bovendien een bron van trots en vertrouwen.

Wat staat er in de miljoenennota 2025 voor buitenlanders en Turken?

De Miljoenennota 2025 besteedt ruim aandacht aan asiel en migratiebeleid, waarvoor circa 9,48 miljard euro is gereserveerd. Dit budget is met name bedoeld voor opvang, asielprocedures, grensbewaking en integratietrajecten.

Specifieke maatregelen die zich uitsluitend richten op de Turkse gemeenschap zijn niet opgenomen. Turkse Nederlanders profiteren – net als andere migrantengroepen – vooral van de algemene beleidslijnen op het gebied van integratie en participatie. Tegelijkertijd valt op dat de regering een strenger beleid aankondigt, met meer nadruk op grenscontroles en een striktere beoordeling van asielaanvragen.

De aanwezigheid van ambassadeur Yazgan op Prinsjesdag 2025 is een krachtig symbool van verbondenheid en wederzijds respect. Voor de Turks-Nederlandse gemeenschap is dit een belangrijk signaal dat hun stem en positie binnen de samenleving en de bilaterale betrekkingen niet over het hoofd worden gezien.

AFSCHEID VAN BART VAN KAMPEN – DE VRIEND VAN DE TURKEN IN NEDERLAND

Beverwijk – Bart van Kampen, de man die de grootste Turkse markt ter wereld oprichtte en daarmee de levens van migranten in Nederland ingrijpend veranderde, is vorige week op 81-jarige leeftijd overleden. De condoleancebijeenkomst was niet alleen een afscheid, maar ook een ontroerende manifestatie van dankbaarheid.

Afbeelding met kleding, persoon, vrouw, staan Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Op dinsdagavond 16 september verzamelden zich bijna duizend mensen in Hal 26 van De Bazaar in Beverwijk. Onder de aanwezigen waren de Turkse ambassadeur in Den Haag Fatma Ceren Yazgan, de consul-generaal in Amsterdam Mahmut Burak Ersoy, de honorair consul van Amersfoort Titus Kramer en consulaatssecretaris Mehmet Keskin. Ambassadeur Yazgan betuigde persoonlijk haar medeleven aan de drie dochters van Van Kampen en benadrukte dat de officiële aanwezigheid van Turkije voor de familie een grote troost betekende.

“Dit is een andere cultuur, een cultuur die levend maakt”

Opvallend was de opmerking van ambassadeur Yazgan toen zij zag hoe de drie dochters iedere gast persoonlijk ontvingen en uitgebreid met hen spraken. Ze zei tegen haar gezelschap:
“Kijk, dit is een heel andere cultuur. Deze mensen doden niet, ze doen juist leven.”
Woorden die eigenlijk de essentie raakten van wat Van Kampen altijd had nagestreefd: bruggen slaan tussen mensen en culturen.

Een bijzondere plaats in de harten van Turken

Bart van Kampen richtte in 1980 de Zwarte Markt in Beverwijk op. Hij trotseerde politie-invallen, boetes en juridische strijd, maar gaf nooit op. Voor Turkse handelaren betekende dit een kans om hun bestaan op te bouwen. Van Kampen beloofde zelfs dat hij alle boetes persoonlijk zou betalen. Dankzij zijn visie groeide de markt al snel uit tot méér dan een handelsplaats: het werd een ontmoetingsplek voor migranten en een ontdekkingstocht voor Nederlanders.

De Zwarte Markt – later bekend als de Beverwijk Bazaar – werd de grootste overdekte markt van Europa. Voor tienduizenden Turken was het een werk- en ontmoetingsplek, voor miljoenen bezoekers een kleurrijk venster op andere culturen.

Een avond vol emoties

Tijdens de condoleance was de sfeer warm en emotioneel. De gasten werden één voor één verwelkomd door de drie dochters van Van Kampen. Er ontstonden lange gesprekken en rijen, waardoor de bijeenkomst tot laat in de avond duurde. Het voelde niet als een formeel ritueel, maar als een samenkomst van vrienden die afscheid namen van een dierbare.

Voor de Turkse gemeenschap in Nederland was Van Kampen méér dan een ondernemer. Hij was een vriend, een bemiddelaar, soms zelfs een vertrouwenspersoon. Dankzij hem vonden honderden Turkse ondernemers een plek en een toekomst in Nederland.

Een nalatenschap die culturen verbindt

Een van degenen die Van Kampen het beste kende, is zijn voormalige schoonzoon en huidig honorair consul van Amersfoort, Titus Kramer. In zijn bijdrage beschreef hij Van Kampen als een dromer met doorzettingsvermogen:
“Bart was een dromer met voeten in de modder. Hij leerde ons dat een markt méér is dan spullen – een markt verbroedert. En dat hebben we vandaag harder nodig dan ooit.”

Meer dan een afscheid: een dankbetuiging

Afbeelding met persoon, kleding, vrouw, Magenta Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

In Beverwijk was de overheersende emotie dankbaarheid. Niet alleen Turken, maar ook Surinamers, Marokkanen, Chinezen en Nederlanders waren aanwezig. Het multiculturele karakter dat de Zwarte Markt groot maakte, leefde ook voort in deze bijeenkomst.

Zijn overlijden is een groot verlies voor de Turkse gemeenschap, maar zijn erfenis leeft voort. Elke week brengt de Beverwijk Bazaar tienduizenden mensen samen, precies zoals Van Kampen het ooit voor ogen had.

Bart van Kampen is niet meer onder ons, maar zijn naam, zijn moed en zijn visie om mensen te verbinden zullen voor altijd voortleven – in de geschiedenis van Nederland en in de harten van de Turken.

 

GURBETÇİYE DİL UZATANLARA CEVABIMDIR: ilhankaracay.com’a GİRİN, YURTTAŞLARIMIZIN BAŞARILARINI OKUYUN VE UTANIN…

GURBETÇİYE DİL UZATANLARA CEVABIMDIR: ilhankaracay.com’a GİRİN, YURTTAŞLARIMIZIN BAŞARILARINI OKUYUN VE UTANIN…

Sen, ekranın başına geçip, klavyenin arkasına saklanıp, bir toplumu aşağılayan kişi… Bil ki küçümseyen dilin, bizim omuzlarımızdaki emeği, alın terini ve hasreti silemez.

Belki o zaman anlarsın: Biz “tatilci müşteri” değiliz; biz köprü kuran, değer katan, gurur taşıyan bir toplumuz.

Bizim oyumuz da onurumuz da satılık değildir!

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie staat onderaan Turks)
Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
İlhan KARAÇAY analiz etti ve sordu:

(Haberimi okuyan değerli düşünür Sadık Kemal Tural bakın nasıl değerlendirimiş:

DEĞERLİ AYDINLARIMIZ
BU ANLAMLI ÇIĞLIK YANKILANMALI… HOLLANDA, ALMANYA, BELÇİKA VE FRANSA’DA bulunan BÜYÜKELÇİLİKLERİMİZ DE, KONSOLOSLUKLARIMIZ DA, TEFRİKA’dan BESLENMEYEN ETKİLİ DERNEKLERİMİZ DE BİLGİ VE BİLİNCE DAYANAN DUYARLI TEPKİLER VERMELİDİR.
SAYIN İLHAN KARAÇAY’IN DUYARLILIĞINI SAYGIYLA SELAMLIYORUM.)

…ve haberim:

Son günlerde bazı gazeteciler, köşe yazarları ve ekran yorumcuları yine gurbetçiyi hedefe koydu. Biri çıkıp, “gurbetçiler oy kullanmasın” diyor; öteki de, “oy kullanacaksa bin euro versin” diye konuşuyor. Açık konuşayım: Bu sözler milyonlarca gurbetçiyi aptal yerine koymaktır.

Bu sözleri söyleyenler arasında sıradan sosyal medya trolleri değil, Türkiye’nin tanınmış yazarları ve politikacıları da var. Kendilerine saygım var; ama bu kez öyle potlar kırıyorlar ki, neresinden tutsanız elinizde kalır.

BİZ TÜRKİYE’NİN ASLİ EVLATLARIYIZ.

Oy hakkımız kimsenin lütfu değil, anayasayla tanınmış bir haktır. Kimse bunu pazarlık masasına koyamaz, kimse “parayla vatandaşlık” icat edemez.

Unutmayın: Biz bu ülkeye yalnız oy getirmiyoruz; yıllardır döviz de getiriyoruz. 1960’lardan bugüne yüz milyarlarca mark, gulden, frank, dolar ve euro gönderdik. Bugün ise tatillerde Türkiye’ye gelen milyonlarca gurbetçi, her yaz esnafın, turizmcinin, memleket ekonomisinin can simididir. 2023’te turizm gelirinin kayda değer kısmı, 2024’te ise daha da artan oranı bizim cebimizden çıkan paradır. Bizim harcamamız olmasa hangi rekorlar kırılırdı?

Ama mesele yalnız para değil.
Yıllardır yazdığım haberlerde gördüğünüz gibi Avrupa’nın dört bir yanında başarı hikâyeleri yazan gurbetçiler var. ilhankaracay.nl’ye girin, onlarcasını göreceksiniz. Profesör olan, iş insanı olan, dünya çapında sporcu olan; sanatta ve bilimde ülkemizi gururla temsil eden yüzlerce evladımız var. Gurbetçi dediğiniz, yalnızca bavuluyla köyüne dönen biri değildir; o aynı zamanda köprü kurandır. Hem yaşadığı ülkeye değer katar hem de Türkiye’nin onurunu taşır.

Bizi “tatilci müşteri” sananlar yanılıyor. Katkımız yalnız yazın yaptığımız alışveriş değildir. Biz, Avrupa’da Türkçeyi yaşatan, Türk bayrağını stadyumlarda ve meydanlarda dalgalandıran, memleketin kötü gününde dövizini bankaya yatıran koca bir toplumuz.

Fatih Altaylı diyor ki: “Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları eğer Türkiye’de oy kullanmak istiyorsa, yılda en az 1000 avro vergi ödesin.”
Dahası: “Ne haddine senin Türkiye’de oy kullanmak lan? Gelip burada benim kaderim hakkında karar veriyorsun…”

İTİRAZIM VAR!

Ey Fatih kardeşim, biz 60 yılı aşkın süredir bu ülkeden binlerce kilometre uzakta ter döken, fedakârlık eden, memleket aşkıyla yanan insanlarız. Bu ülkeye yalnız para göndermedik; gençliğimizi, emeğimizi, dualarımızı da yolladık.

Söyler misiniz: Böyle bir topluma “bin euro ver, oy kullan” demek hak mıdır?
Ayıptır, haksızlıktır. Zaten vergi de harç da ödüyoruz. Türkiye’de evimiz varsa emlak vergimizi; arabamız varsa motorlu taşıtlar vergimizi; her alışverişte KDV’yi ödüyoruz. Yani cebimiz Türkiye’ye akıyor. Buna rağmen hâlâ bize tepeden bakılmasına kimsenin hakkı yok.

Bizim oyumuz, bizim sözümüz, bizim hakkımız var.
Ve bu hak parayla ölçülmez, pazarlığa açılmaz.
Bizi dışlamaya çalışanlara sesleniyorum: Biz kum torbası değiliz. Biz bu ülkenin asli unsuruyuz.
Bizim oyumuz da onurumuz da satılık değildir.

GURBETÇİLERİN BAŞARI HİKÂYELERİ

Biz gurbetçiler sadece para gönderen, yazın memlekete tatil için gelen insanlar değiliz. Bizim aramızdan çıkan yüzlerce başarı hikâyesi var. Benim yıllardır yazdığım haberlerde de görebileceğiniz gibi, bu toplum her alanda gurur verici isimler yetiştirdi.
(ilhankaracay.com’a göz atarsanız onlarcasını bulacaksınız),

Kısacası biz gurbetçiler, sadece memleketimize döviz gönderen insanlar değiliz. Biz, bulunduğumuz ülkelerde başarıdan başarıya koşan; bilimde, sanatta, sporda, siyasette söz sahibi olan; Türkiye’nin onurunu Avrupa’da dalgalandıran koca bir aileyiz.

AVRUPA’DAN SOMUT BAŞARI ÖRNEKLERİ

Benim yıllardır yazıp yayınladığım başarı hikâyelerinden sadece birkaçı şunlardır:
Necla Kelek: Almanya’da tanınmış sosyolog, yazar ve kadın hakları savunucusu.
Kader Sevinç: Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye kökenli ilk danışmanlardan; Brüksel’de etkin bir siyasetçi.
Emine Bozkurt: Avrupa Parlamentosu’na giren ilk Türk kökenli kadın milletvekillerinden.
Tuna Bekleviç: Avrupa iş dünyasında genç yaşta girişimleriyle ses getiren bir isim.
Hamza Yerlikaya: Dünya ve Olimpiyat şampiyonu; Türk sporunun Avrupa’daki efsanelerinden.
Mesut Özil: Dünya futbolunun zirvesine çıkan gurbetçi evladımız.
Feridun Zaimoğlu: Almanya’da ödüllü yazar.
Selçuk Özer: Hollanda’da büyük yatırımlar yapmış, istihdam sağlayan iş insanı.
Özlem Çerçioğlu: Avrupa’da yetişip Türkiye’de siyaset sahnesinde başarı kazanan isimlerimizden.
Nihat Kahveci: Avrupa’da üst düzey futbol oynayıp Türkiye’ye gurur yaşatan isimlerimizden.
Aylin Sezer:Opera sanatçımız Soprano Aylin Sezer.

Bunlar sadece birer örnek. Eğitimden bilime, siyasetten sanata, spordan iş dünyasına kadar yüzlerce isim, gurbetçilerin “başarı hikâyesi”nin canlı kanıtıdır.

Afbeelding met vrouw, Menselijk gezicht, collage, kleding Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

HOLLANDA’DAN GURUR KAYNAKLARIMIZ

Hollanda’daki Türk toplumu yalnız esnafıyla değil; kadın liderleri, iş insanları, siyasetçileri, sanatçıları ve akademisyenleriyle de gurur kaynağıdır. Benim web sayfamda da sitayişle söz ettiğim bazı isimler şunlardır:

Özcan Akyol (Eus): Edebiyat ve medyadaki başarısının yanında fikir ve ekonomi dünyasında etkili bir figür.
Hikmet Gürcüoğlu: Hollanda’da et memülleri üretem Koç firmasının sahibi ve Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’ın başkanı.
Selçuk Özer: Hem Hollanda’da hem Türkiye’de istihdam sağlayan öncü iş insanımız.
Genç girişimcilerimiz: Start-up’larıyla Avrupa çapında başarı elde eden yeni nesil.
Aile şirketlerimiz: Küçük dükkânlardan büyük işletmelere dönüşerek Hollanda ekonomisine milyarlarca avro katkı sunan girişimler.

Bu isimler sadece birkaç örnek. Bugün Hollanda’da yaşayan Türkler, siyasette, ekonomide, medyada, sanatta ve akademide önemli mevkilere gelmiş, hem yaşadıkları ülkeye hem de Türkiye’ye değer katmışlardır.

HOLLANDA’DAKİ BAŞARILI KADINLARIMIZ

Günay Uslu: Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Sekreteri olarak görev yapmış; akademi ve iş dünyasında da güçlü bir lider.

Emine Bozkurt: Avrupa Parlamentosu’na seçilen ilk Türk kökenli kadın siyasetçilerden; Hollanda ve Avrupa siyasetinde iz bırakmış bir öncü.

Akademisyenlerimiz ve sanatçılarımız: Üniversitelerde profesörlüğe uzanan kariyerler; tiyatrodan konsere uzanan sahnelerde ödüller.

Gazetecilik, Televizyon, Yazarlık ve Sahne Dünyasında yükselenler.

Afbeelding met Menselijk gezicht, collage, vrouw, Fotomontage Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Nilgün Yerli – Hollanda’da ün kazanmış en önemli kabare sanatçılarımızdan ve yazarlardan biridir. Sahne gösterilerinde mizahla göçmenlik ve kimlik meselelerini işledi. Het Parool ve NRC gibi gazetelerde yazdı, kitapları çok sattı. Hem kültür hem medya alanında yıllardır en bilinen Türk kadın figürü olmuştur. Sahnelerde yıllarca izleyiciyi güldürürken düşündürdü.

Funda Müjde – Oyunculuk, kabare ve yazarlık kariyerini bir arada yürüten Müjde, 2007’de geçirdiği trafik kazasından sonra tekerlekli sandalyeye bağımlı kaldı, ama sanatını bırakmadı. Ülkenin en çok satan gazetesi De Telegraaf’taki köşe yazıları, kitapları ve sahne çalışmalarıyla ilham veren bir örnek oldu.

Fidan Ekiz – Günümüzde Hollanda medyasının en güçlü kadın figürlerinden biri. 2010’da “Veerboot naar Holland” belgeseliyle göçmen aileleri anlattı, 2016’da dokuz bölümlük “De Pen & Het Zwaard” serisiyle basın özgürlüğünü işledi. De Telegraaf’ın KADIN ekindeki yazarlığı da çok ses getirdi.

Nazmiye Oral – Yazar ve tiyatro oyuncusu olarak Hollanda kültür hayatında geniş yankı uyandırdı. Kimlik, aile ve toplumsal meseleleri işleyen oyunları ve yazılarıyla edebiyat ve sahne sanatlarında öne çıktı.

Sevtap Baycılı – Hollanda’da edebiyat alanında öne çıkan bir yazar. Romanları ve denemeleriyle entelektüel çevrelerde tanındı.

Ebru Umar – Dobra üslubu ile tanınan bir köşe yazarı. Hollanda basınında sivri çıkışları ve net tavırlarıyla bilinir.

Yeşim Candan – Gazeteci, yazar ve sunucu olarak Hollanda-Türkiye ilişkileri üzerine çalıştı. Medya ve iş dünyasında köprü rolü üstlendi, toplum içi tartışmalarda sıkça moderatörlük yaptı.

Şenay Özdemir – Gazeteci, yazar ve yapımcı. Özellikle kadın hakları, eşitlik ve toplumsal sorunlar üzerine çalışmalarıyla bilinir. Hollanda’da Türk kadınının sesi olmayı başardı.

Tülay Demir Oktay – Hollanda’da gazetecilik kariyeriyle tanındı, ardından Türkiye’de televizyon yıldızı olarak yoluna devam ediyor.

Dilan Yurdakul – Hollanda’nın popüler dizilerinden “Goede Tijden, Slechte Tijden”deki rolüyle ülke çapında ün kazandı. Oyunculuğu sayesinde geniş kitlelere ulaşan genç kuşak temsilcilerimizden biri oldu.

Fadime Demir – (De Telegraaf muhabirliği sırasında, iki yıl önce başlayan İsrail saldırısından hemen sonra, Filistin ve Gazze’ye Hollanda’dan giden ilk gazeteci oldu)

Afbeelding met Menselijk gezicht, glimlach, Lang haar, Vrouwelijke persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Sevim Çelik – Uuzun yıllar yerel radyo-televizyon programlarıyla tanınmış bir isim.

Hande Karacasu – Özellikle kültür-sanat içerikli yazılarıyla bilinir.

Derya Türkan – Hollanda-Türkiye hattında köşe yazarlığı ve röportajlarıyla tanınır.

Burcu Sahin – Şiir ve edebiyat alanındaki üretimleriyle İsveç’te ödül alsa da, Hollanda’daki Türk medyasında da iz bırakmış bir yazar.

Gamze Tuncel – Özellikle sosyal medya üzerinden Hollanda’daki genç göçmen kadınların sesi olmuş bir gazeteci.

Aylin Sezer: Opera sanatçımız Soprano

ÇEŞİTLİ ALANLARDA FAALİYET GÖSTERENLER:

Aşağıdaki isimler farklı mecralarda yazarlık, gazetecilik, kültürel üretim veya yayıncılık yapmış; bazıları yerel medya, bazıları edebiyat, bazıları da sivil toplum çalışmalarıyla anılmıştır.
Onlarin isimlerini de burada onurlandırmak önemlidir.

Şenay Tosun, Suzan Yücel, Rukiye Sultan Gür, Elif Işıtman, Çilay Özdemir, Ela Çolak, İffet Subaşı, Zehra Kaya, Ümran Özbalcı Aria, Şüheda Özyar, Nurgül Özkanlı, Meltem Halaçeli, Leyla Çimen, Berrin Kaplan, Güliz Tomruk Kişi, Hale Besen Mouritz, Asuman Roğlu Göl, Şeyda Koç Asyalı, Gülsemin Konca, Neslihan Üre, Jale Şimşek.

SONUÇTA ŞUNLAR SÖYLENEBİLİR

Biz bu ülkenin sessiz gücüyüz: Doların kuruna bakmadan bilet alıp köy yoluna düşen; cenazesinde, düğününde yanında olan; kriz günlerinde dövizini memleket bankasına yatıran; çocuklarına hem Hollandaca/Almanca/Fransızca, hem Türkçe öğreten insanlar…
Bizi dışlayan dil karşısında sözümüz budur: Onurumuza, hakkımıza, emeğimize sahip çıkıyoruz.
Ve tekrar edelim: Bizim oyumuz da onurumuz da satılık değildir.

…VE BENİM SON SÖZLERİM

Sen, medeniyetten yoksun kişi…
Sen, oturmasını, yemesini, içmesini bilmeyen kişi…
Sen, ekranın başına geçip, klavyenin arkasına saklanıp bir toplumu aşağılayan kişi…
Bil ki senin küçümseyen dilin, bizim omuzlarımızdaki emeği, alın terini, hasreti silemez.

Bize “parayla oy” dayatan aklın, medeniyet terazisinde gramı yoktur.
Gurbetçinin onurunu pazarlık masasına sürmeye kalkan, önce kendi vicdanında iflas etmiştir.
Bizim oyumuz anayasanın hakkı, emeğimiz memleketin bereketidir; senin keyfine göre kesilip biçilmez.

Hadi şimdi bir zahmet, ilhankaracay.com’a gir; yılların emeğiyle birikmiş başarıları oku da utan.
Diplomasıyla, icadıyla, sanatıyla, spordaki zaferiyle Avrupa’nın göbeğinde ayakta duran evlatlarımızı gör.
Belki o zaman anlarsın: Biz “tatilci müşteri” değiliz; biz köprü kuran, değer katan, gurur taşıyan bir milletiz.

Ve sana son söz:
Gurbetçinin kapısına “bin euro” faturası kesen dilin, kendi sefaletinin makbuzudur.
Bizim oyumuz da onurumuz da satılık değildir.
Akıl, edep ve insaf sahibi olan anlar; gerisi, kusura bakmasın, medeniyet dışı gevezeliktir.

GÜNAY USLU ÜZERİNE KISA DEĞERLENDİRME

 Afbeelding met Menselijk gezicht, persoon, kleding, wenkbrauw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Bir insanın hayat hikâyesi, sadece makam ve görev listelerinden ibaret değildir. Onu anlamak için attığı adımlara, kurduğu köprülere, bıraktığı izlere bakmak gerekir.
İşte Günay Uslu tam da böyle bir isimdir.

Bir göçmen ailesinin kızı olarak Hollanda’da büyüyen, Anadolu’nun disiplini ile Avrupa’nın entelektüel derinliğini harmanlayan bir kadının öyküsüdür bu. Akademide Osmanlı kültür politikaları üzerine yaptığı doktora çalışmasından, bakanlık koltuğunda yürüttüğü kültür politikalarına; Corendon’daki sosyal sorumluluk projelerinden, Hollanda’nın sanat kurumlarındaki görevlerine kadar her adımı, tesadüf değil, bilinçli tercihlerle inşa edilmiştir.

Onu farklı kılan, yalnızca görev üstlenmesi değil, görev tanımlarını yeniden yazmasıdır. Akademi, siyaset, kültür, medya ve iş dünyası…
Günay Uslu bütün bu alanlarda parçaları tek tek değil, bir bütün olarak kucaklamıştır.

Bugün Hollanda Film Festivali’nin Denetim Kurulu Başkanlığı da, onun bu birleştirici yönünü daha görünür kılacaktır. Festival, sadece ulusal sinemanın vitrini değil, kültürel çeşitlilik ve yenilikçiliğin de merkezi olacaksa, bunda Günay Uslu’nun payı büyük olacaktır.

Bir başka deyişle, Günay Uslu Doğu ile Batı arasında, akademi ile toplum arasında, tarih ile gelecek arasında kurulmuş bir köprüdür. Ve bu köprüden geçen her insan, hem Hollanda’ya hem Türkiye’ye değer katmaktadır.

Onun yüzünde beliren gülümseme, yalnızca kişisel bir sıcaklık değil, aynı zamanda bir tarih ve kültür aydınlığıdır.

Değerli okurlarım,

Bugünkü yazımı e-postasında gören ünlü ve değerli kişilik Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, haberime aşağıdakileri yazarak dostlarına göndermiş.

Böylesi bir değerin bu hareketi beni ziyadesiyle mutlu etmiştir.

Bakınız, Sadık Kemal Tural ne demiş:

DEĞERLİ AYDINLARIMIZ
BU ANLAMLI ÇIĞLIK YANKILANMALI… HOLLANDA, ALMANYA, BELÇİKA VE FRANSA’DA bulunan BÜYÜKELÇİLİKLERİMİZ DE, KONSOLOSLUKLARIMIZ DA, TEFRİKA’dan BESLENMEYEN ETKİLİ DERNEKLERİMİZ DE BİLGİ VE BİLİNCE DAYANAN DUYARLI TEPKİLER VERMELİDİR.
SAYIN İLHAN KARAÇAY’IN DUYARLILIĞINI SAYGIYLA SELAMLIYORUM.

Sadık K. Tural

Prof. Dr. Sadık Kemal Tural Kimdir?

Değerli okurlarım,

Bugünkü yazımı e-postasında gören ünlü ve değerli kişilik Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, haberime aşağıdakileri yazarak dostlarına göndermiş.

Böylesi bir değerin bu hareketi beni ziyadesiyle mutlu etmiştir.

Bakınız, Sadık Kemal Tural ne demiş:

DEĞERLİ AYDINLARIMIZ
BU ANLAMLI ÇIĞLIK YANKILANMALI… HOLLANDA, ALMANYA, BELÇİKA VE FRANSA’DA bulunan BÜYÜKELÇİLİKLERİMİZ DE, KONSOLOSLUKLARIMIZ DA, TEFRİKA’dan BESLENMEYEN ETKİLİ DERNEKLERİMİZ DE BİLGİ VE BİLİNCE DAYANAN DUYARLI TEPKİLER VERMELİDİR.
SAYIN İLHAN KARAÇAY’IN DUYARLILIĞINI SAYGIYLA SELAMLIYORUM.
Sadık K. Tural

Prof. Dr. Sadık Kemal Tural Kimdir?

Şair, yazar, bilim insanı ve kültür adamı olan Sadık Kemal Tural, 7 Temmuz 1946’da Kırıkkale’de doğdu. Âşık tarzı şiirlerinde Kemaloğlu mahlasını kullandı; yazılarında S. Tural ve Sadık Tural Kemaloğlu imzalarıyla da tanındı.

İlk ve ortaöğrenimini Kırıkkale’de tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde başladığı yükseköğrenimini Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bitirdi (1966). Öğretmenlik, ansiklopedi yazarlığı ve redaktörlük yaptı. 1972’de Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, 1973’te asistan oldu. Burada edebiyat doktoru (1978), yardımcı doçent (1982), doçent (1983) ve profesör (1988) unvanlarını aldı. Daha sonra Gazi Üniversitesi’nde görev yaptı ve 1996’da üniversiteden ayrıldı.

Devlet Planlama Teşkilatı’nda kültür plânlamacılığı (1984) ve Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı (1993-2002) gibi önemli görevler üstlendi. UNESCO Millî Komisyonu, İLESAM, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Merkezi gibi birçok kurumda aktif rol aldı.

Yazı ve şiirleri; Türk Yurdu, Millî Kültür, Millî Folklor, Dergâh, Yeni Divan, Erdem, Bizim Ocak, Türk Dili gibi pek çok dergide yayımlandı. Ayrıca sayısız sempozyum ve bilgi şölenine katkı sundu.

Sadık Kemal Tural, “Zamanın Elinden Tutmak” eseriyle 1982 TMKV Ödülü’nü, 1995 Kırgızistan Devlet Ödülü’nü, 1996’da Türk Ocakları Osman Turan Türklük Araştırmaları Armağanı’nı ve Kazakistan Bilimler Akademisi “Akademiker Kültür Profesörü Ödülü”nü aldı. Çeşitli vakıf ve üniversiteler tarafından kendisine fahrî doktorluk, şeref üyelikleri ve akademik unvanlar verildi.

Onu tanımlayan şu söz, kişiliğini özetlemektedir:
“Edibin derdi ile dertlenmeyi dert edinmiştir kendisine. Devlet damlığı kimliği ile duyarlılığı, bilim adamlığı ile şüpheciliği ve dipliği ile duygusallığı bütünleştiren Sadık Hoca coğrafyası bir ‘Taptuk kapısı’dır.”

 

 

                                              ****************

MIJN ANTWOORD AAN WIE DE DIASPORA NEERHAALT:
GA NAAR ilhankaracay.com, LEES DE SUCCESSEN VAN ONZE LANDGENOTEN EN SCHAAM JE…

Jij, die achter het scherm kruipt en een hele gemeenschap kleineert… Weet dat jouw minachtende toon het zweet, de inspanning en de heimwee op onze schouders niet kan uitwissen.

Misschien begrijp je het dan: wij zijn geen “vakantiegasten” met een portemonnee; wij zijn een gemeenschap die bruggen slaat, waarde creëert en trots draagt.

Onze stem én onze waardigheid zijn niet te koop!

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
İlhan KARAÇAY analyseerde en vroeg:

De laatste tijd hebben sommige journalisten, columnisten en tv-commentatoren de diaspora opnieuw tot mikpunt gemaakt. De één zegt: “Turken in het buitenland moeten niet stemmen”; een ander beweert: “Als ze willen stemmen, moeten ze duizend euro betalen.”
Laten we duidelijk zijn: zulke woorden behandelen miljoenen mensen in de diaspora als dom.

En het zijn niet alleen willekeurige socialemediatrollen die dit zeggen; ook bekende schrijvers en politici uit Turkije. Ik respecteer hen, maar dit keer slaan ze zulke bokken dat niets overeind blijft als je er even aan trekt.

WIJ ZIJN EIGEN KINDEREN VAN TURKIJE

Ons stemrecht is geen gunst; het is grondwettelijk vastgelegd. Niemand kan het op de onderhandelingstafel leggen, niemand kan “burgerschap tegen betaling” uitvinden.

Vergeet niet: wij brengen niet alleen stemmen naar het land; wij sturen al decennialang deviezen. Sinds de jaren zestig hebben we honderden miljarden mark, gulden, frank, dollars en euros overgemaakt. En vandaag zijn de miljoenen landgenoten die ’s zomers naar Turkije reizen, elke zomer de reddingsboei voor middenstand, toerisme en de economie. In 2023 kwam een aanzienlijk deel van de toeristische inkomsten van ons; in 2024 nog meer. Welke records waren er gebroken zónder onze uitgaven?

Maar het gaat niet alleen om geld.
Zoals u in mijn berichtgeving al jaren kunt zien, schrijft de diaspora overal in Europa succesverhalen. Ga naar ilhankaracay.nl en u ziet er tientallen. Professoren, ondernemers, topsporters; honderden landgenoten die ons land met trots vertegenwoordigen in kunst en wetenschap. De “gurbetçi” is niet enkel iemand die met een koffer naar zijn dorp terugkeert; hij/zij is ook een bruggenbouwer. Hij/zij voegt waarde toe aan het land waar hij/zij woont én draagt de eer van Turkije.

Wie ons ziet als “vakantiekland-consument” vergist zich. Onze bijdrage is niet alleen wat we ’s zomers uitgeven. Wij zijn een grote gemeenschap die het Turks levend houdt in Europa, de Turkse vlag op stadions en pleinen laat wapperen, en in crisistijd zijn deviezen bij Turkse banken onderbrengt.

Fatih Altaylı zegt: “Als Turkse burgers in het buitenland in Turkije willen stemmen, moeten ze jaarlijks minimaal 1000 euro belasting betalen.”
En verder: “Wat denk jij wel, om in Turkije te stemmen, joh? Je komt hierheen en beslist over mijn toekomst…”

DAAR BEN IK HET NIET MEE EENS!

Beste Fatih, wij zijn mensen die al meer dan zestig jaar, duizenden kilometers verderop, zwoegen, offers brengen en met liefde voor het vaderland leven. We hebben niet alleen geld gestuurd; we stuurden onze jeugd, onze arbeid en onze gebeden.

Zeg eens: is het rechtvaardig om tegen zo’n gemeenschap te zeggen: “Betaal duizend euro en dan mag je stemmen”?
Dat is onfatsoenlijk en onrechtvaardig. We betalen immers al belastingen en heffingen. Hebben we een huis in Turkije, dan betalen we onroerendzaakbelasting; een auto, dan motorrijtuigenbelasting; bij elke aankoop betalen we btw. Ons geld stroomt richting Turkije. En toch blijft men op ons neerkijken, daar heeft niemand recht op.

ONZE STEM, ONS WOORD, ONS RECHT.
En dat recht wordt niet in geld uitgedrukt en niet verhandelbaar gemaakt. Aan wie ons wil uitsluiten zeg ik: wij zijn geen bokszak. Wij zijn een essentieel onderdeel van dit land.
Onze stem en onze waardigheid zijn niet te koop.

SUCCESVERHALEN VAN DE DIASPORA

Wij, de diaspora, zijn niet enkel mensen die geld sturen of ’s zomers op vakantie naar het vaderland gaan. Uit onze gemeenschap komen honderden succesverhalen. Zoals u in mijn berichtgeving al jaren kunt zien, heeft deze gemeenschap op elk terrein namen om trots op te zijn.
(Als u op ilhankaracay.com kijkt, vindt u er tientallen.)

Kortom: wij zijn niet alleen mensen die deviezen naar Turkije sturen. Wij zijn een grote familie die in de landen waar wij wonen succes op succes boekt; die in wetenschap, kunst, sport en politiek meetelt; die de eer van Turkije in Europa hoog houdt.

CONCRETE SUCCESVOORBEELDEN UIT EUROPA

Necla Kelek: Bekende sociologe, schrijfster en pleitbezorgster van vrouwenrechten in Duitsland.
Kader Sevinç: Eén van de eerste adviseurs van Turkse afkomst in het Europees Parlement; actieve politica in Brussel.
Emine Bozkurt: Een van de eerste vrouwelijke Europarlementsleden van Turkse afkomst.
Tuna Bekleviç: Jonge ondernemer die in de Europese zakenwereld opvalt met zijn initiatieven.
Hamza Yerlikaya: Wereld- en Olympisch kampioen; een legende van de Turkse sport in Europa.
Mesut Özil: Onze landgenoot die de top van het wereldvoetbal bereikte.
Feridun Zaimoğlu: Bekroond auteur in Duitsland.
Selçuk Özer: Zakenman die in Nederland grote investeringen deed en banen schiep.
Özlem Çerçioğlu: In Europa gevormd, vervolgens succesvol in de Turkse politiek.
Nihat Kahveci: Topvoetballer in Europa die Turkije trots maakte.

Dit zijn slechts voorbeelden. Van onderwijs tot wetenschap, van politiek tot kunst, van sport tot bedrijfsleven: honderden namen zijn levend bewijs van het succesverhaal van de diaspora.

Afbeelding met vrouw, Menselijk gezicht, collage, kleding Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

BRONNEN VAN TROTS IN NEDERLAND

De Turkse gemeenschap in Nederland is niet alleen een bron van trots dankzij haar ondernemers; óók dankzij vrouwelijke leiders, zakenmensen, politici, kunstenaars en academici. Enkele namen waarover ik op mijn website met waardering heb geschreven:

Özcan Akyol (Eus): Succesvol in literatuur en media; invloedrijk in het denk- en economisch veld.
Hikmet Gürcüoğlu: Eigenaar van vleeswaren fabriek KOÇ en voorzitter van Turks Zakenlieden vereniging HOTİAT.
Selçuk Özer: Voorloper die zowel in Nederland als in Turkije werkgelegenheid creëert.
Onze jonge ondernemers: Een nieuwe generatie die met start-ups Europese successen boekt.
Onze familiebedrijven: Van kleine winkels tot grote ondernemingen die miljarden euro’s bijdragen aan de Nederlandse economie.

Dit zijn slechts enkele voorbeelden. Turkse Nederlanders bekleden vandaag belangrijke posities in politiek, economie, media, kunst en academische wereld — en voegen waarde toe aan zowel hun woonland als aan Turkije.

ONZE SUCCESVOLLE VROUWEN IN NEDERLAND

Günay Uslu: Heeft gediend als Staatssecretaris voor Cultuur en Media; een sterke leider in zowel academie als bedrijfsleven.
Emine Bozkurt: Een van de eerste vrouwelijke Europarlementsleden van Turkse afkomst; een pionier met impact in Nederland en Europa.
Onze academici en kunstenaars: Van professoraten aan universiteiten tot prijzen op het toneel en in de concertzalen.

Journalistiek, televisie, literatuur en podiumkunsten

Afbeelding met Menselijk gezicht, collage, vrouw, Fotomontage Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Nilgün Yerli – Een van de bekendste cabaretières en schrijfsters in Nederland. Behandelde migratie en identiteitskwesties in haar shows, schreef voor Het Parool en NRC, en publiceerde succesvolle boeken.
Funda Müjde – Actrice, cabaretière en schrijfster. Na een zwaar auto-ongeluk in 2007 raakte ze aan een rolstoel gebonden, maar bleef actief. Ze werd een inspiratiebron met columns in De Telegraaf, boeken en optredens.
Fidan Ekiz – Tegenwoordig een van de machtigste vrouwen in de Nederlandse media. Bekend van de documentaire Veerboot naar Holland (2010), de serie De Pen & Het Zwaard (2016) en columns in De Telegraaf.
Nazmiye Oral – Schrijfster en actrice, bekend om toneelstukken en teksten die thema’s als identiteit, familie en samenleving behandelen.
Sevtap Baycılı – Schrijfster die in de Nederlandse literaire wereld naam maakte met romans en essays.
Ebru Umar – Columniste met een uitgesproken stijl, bekend om haar scherpe toon en duidelijke standpunten.
Yeşim Candan – Journalist, schrijfster en presentatrice, actief op het gebied van Nederlands-Turkse relaties en vaak moderator in maatschappelijke debatten.
Şenay Özdemir – Journalist, schrijfster en producent, vooral actief rond vrouwenrechten, gelijkheid en maatschappelijke thema’s.
Tülay Demir Oktay – Journalist in Nederland, later tv-ster in Turkije.
Dilan Yurdakul – Werd landelijk bekend met haar rol in de populaire soap Goede Tijden, Slechte Tijden.
Fadime Demir – Werd als De Telegraaf-journalist de eerste Nederlandse verslaggever die na de Israëlische aanvallen twee jaar geleden naar Palestina en Gaza reisde.

Afbeelding met Menselijk gezicht, glimlach, Lang haar, Vrouwelijke persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Sevim Çelik – Bekend van jarenlang lokaal radio- en tv-werk.
Hande Karacasu – Vooral bekend door haar cultuur- en kunstpublicaties.
Derya Türkan – Columniste en interviewer op de as Nederland-Turkije.
Burcu Sahin – Dichter en schrijfster, bekroond in Zweden maar ook actief binnen de Turkse media in Nederland.
Gamze Tuncel – Journalist die vooral via sociale media de stem werd van jonge migrantenvrouwen in Nederland.

ACTIEF IN UITEENLOPENDE DOMEINEN

Andere namen die actief waren in journalistiek, literatuur, cultuurproductie of lokale media, en die eveneens genoemd moeten worden:
Şenay Tosun, Suzan Yücel, Rukiye Sultan Gür, Elif Işıtman, Çilay Özdemir, Ela Çolak, İffet Subaşı, Zehra Kaya, Ümran Özbalcı Aria, Şüheda Özyar, Nurgül Özkanlı, Meltem Halaçeli, Leyla Çimen, Berrin Kaplan, Güliz Tomruk Kişi, Hale Besen Mouritz, Asuman Roğlu Göl, Şeyda Koç Asyalı, Gülsemin Konca, Neslihan Üre, Jale Şimşek.

SAMENGEVAT

Wij zijn de stille kracht van dit land: mensen die — zonder naar de dollarkoers te kijken — een ticket kopen en het dorp opzoeken; die bij uitvaart of bruiloft naast je staan; die in crisistijd hun deviezen bij een Turkse bank storten; die hun kinderen zowel Nederlands/Duits/Frans als Turks leren…
Dit is ons antwoord op een taal die uitsluit: wij staan voor onze eer, ons recht en onze arbeid.
En laat het nogmaals klinken: onze stem en onze waardigheid zijn niet te koop.

…EN MIJN LAATSTE WOORDEN

Jij, onbeschaafde…
Jij, die niet weet hoe je je hoort te gedragen…
Jij, die achter het scherm en het toetsenbord een hele gemeenschap kleineert…
Weet dat jouw minachting het zweet, de inspanning en de heimwee op onze schouders niet kan uitwissen.

Wie de diaspora een “stem tegen betaling” wil opdringen, scoort een nul op de weegschaal van beschaving.
Wie de eer van de diaspora op de onderhandelingstafel schuift, is moreel al failliet.
Ons stemrecht is grondwettelijk, onze arbeid is de zegen van het vaderland; het wordt niet naar jouw willekeur geknipt en geplakt.

Ga nu, alsjeblieft, naar ilhankaracay.com; lees de successen die in jaren zijn verzameld — en schaam je.
Zie onze kinderen die in het hart van Europa overeind staan met hun diploma, hun uitvinding, hun kunst en hun sportieve triomfen.
Misschien begrijp je dan: wij zijn geen “vakantie-klanten”; wij zijn een volk dat bruggen slaat, waarde creëert en trots draagt.

En mijn slotwoord aan jou:
De taal die de deur van de diaspora probeert te belasten met “duizend euro”, is het ontvangstbewijs van haar eigen armoede.
Onze stem en onze waardigheid zijn niet te koop.
Wie verstand, fatsoen en rechtvaardigheid heeft, begrijpt dit; de rest — vergeef me — is onbeschaafde praat.

KORTE BESCHOUWING OVER GÜNAY USLU
Afbeelding met Menselijk gezicht, persoon, kleding, wenkbrauw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

De levensgeschiedenis van een mens is niet slechts een lijst met functies. Om iemand te begrijpen, kijk je naar de stappen die hij/zij zet, de bruggen die hij/zij slaat, de sporen die hij/zij achterlaat.
Günay Uslu is precies zo iemand.

Het is het verhaal van een vrouw die als dochter van een migrantenfamilie in Nederland opgroeide en de discipline van Anatolië verbond met de intellectuele diepgang van Europa. Van haar promotieonderzoek over Ottomaanse cultuurpolitiek tot het beleid dat ze als bewindspersoon voerde; van de maatschappelijke projecten bij Corendon tot haar taken binnen culturele instellingen in Nederland, elke stap is geen toeval, maar het resultaat van bewuste keuzes.

Wat haar onderscheidt is niet alleen dat ze functies bekleedt, maar dat ze de functie-omschrijving herdefinieert. Academie, politiek, cultuur, media en bedrijfsleven…
Günay Uslu omarmt al die domeinen niet afzonderlijk, maar als geheel.

Haar voorzitterschap van de raad van toezicht van het Nederlands Film Festival zal deze verbindende kant nog zichtbaarder maken. Als het festival niet alleen de etalage van de nationale cinema wil zijn, maar ook het centrum van culturele diversiteit en vernieuwing, dan zal haar bijdrage groot zijn.

Met andere woorden: Günay Uslu is een brug tussen oost en west, tussen academie en samenleving, tussen geschiedenis en toekomst. En iedereen die over die brug loopt, voegt waarde toe aan zowel Nederland als Turkije.

De glimlach op haar gezicht is niet alleen persoonlijke warmte; het is ook de glans van geschiedenis en cultuur.

DÜNYANIN EN BÜYÜK TÜRK PAZARI’NI HOLLANDA’DA KURARAK TARİHE GEÇEN BART VAN KAMPEN HAYATA VEDA ETTİ.

DÜNYANIN EN BÜYÜK TÜRK PAZARI’NI HOLLANDA’DA KURARAK TARİHE GEÇEN BART VAN KAMPEN HAYATA VEDA ETTİ.

45 Yıl önce, her Pazar günü polis baskınına uğrayan Zwarte Markt’ın (Kara Pazar) kurucusu Bart Van Kampen’in yarattığı alış-veriş ve rekreasyon merkezi canlılığını koruyor.

Kuruluşunda, reklam kampanyasını üstlendiğim yasak olan Pazar yerinin açılış iznini, İçişleri Bakanı’ndan nacizane şahsımın girişimi gerçekleştirmişti.

Şükran Ay ve Ahmet Sezgin’in ücretsiz konserleriyle, başta Hürriyet olmak üzere, tüm gazetelerde yayınlanan tam sayfa ilanlarıyla ve ülkenin dört bir yanında duvaralara asılan afişleriyle tanıtılan Zwarte Markt’ın hikâyesi..

Van Kampen’in hayatını en yakından bilenlerden biri de onun eski damadı, şimdiki Amersfoort Fahri Konsolosumuz Titus Kramer’in yazısı en altta.

Taziye töreni, 16 Eylül Salı günü saat 19.00 ile 20.30 arasında Beverwijk’teki De Bazaar’ın 26 numaralı salonunda yapılacaktır.

(Haberin Hollandacası en altta yer almaktadır.
De Nederlandse versie van dit bericht staat onderaan.)


İlhan KARAÇAY yazdı

Tam 45 yıl önce, Hollanda’da göçmenlerin hayatına damga vuran bir girişim gerçekleşti. Beverwijk’te “Zwarte Markt” (Kara Pazar) adıyla kurulan bu devasa pazar, kısa sürede sadece bir alışveriş yeri değil, göçmenler için bir yaşam alanı, Hollandalılar içinse farklı kültürleri tanıma fırsatı oldu. İşte bu büyük eserin ardındaki isim, Hollanda’nın sıra dışı girişimcisi Bart van Kampen, 11 Eylül 2025’te Bergen’de 81 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Afbeelding met panorama, kleding, person, hemel Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
Bart van Kampen, gençlik yıllarında başladığı mücadeleyi sürdürdü ve amacına ulaştıktan sonra hayata gözlerini yumdu.

Van Kampen’in vefatı, Hollanda medyasında geniş yer buldu. Bizim içinse kaybı, yalnızca bir girişimcinin ölümü değil; aynı zamanda Hollanda’daki Türk varlığının en önemli dönüm noktalarından birini başlatan bir öncünün vedasıdır.

BENİM HİKÂYEM: ZWARTE MARKT’LA TANIŞMAM

Yıl 1982. Hürriyet’in Benelux Bürosu’nu Utrecht’ten Amsterdam’a taşımıştım. O yıllarda Türklerin uğrak yeri olan Zaandam’daki pazar yeri kapanmış, yüzlerce esnaf mağdur olmuştu. İşte tam o günlerde Bart van Kampen kapımı çaldı. Beverwijk’te “Zwarte Markt” adını verdiği dev bir kapalı pazar kurmuştu. Türk esnaf için ayrı bir bölüm açabileceğini söyledi.

Onunla birlikte boş bir hangarı gezdim. Tezgâhların çoğu Hollandalılara aitti, ama Van Kampen’in vizyonu Türkler için yepyeni bir alan açmaktı. Bu fikre yürekten inandım. O günden sonra tanıtım çalışmalarını üstlendim.

Özellikle Hürriyet’te ve diğer Türk gazetelerinde yayımlanan ilanlar, Hollanda’nın dört bir yanına astığımız afişler, tren istasyonlarındaki panolar derken, Zwarte Markt Türkler arasında duyulmaya başladı. Ama daha fazlasına ihtiyaç vardı: Kalabalıkların akın etmesini sağlayacak bir etkinlik.

O sıralarda düzenlediğim Şükran Ay konserlerinden birini Zwarte Markt’a aldık. Giriş ücretsizdi. O gün 10 bine yakın Türk pazarı doldurdu. İnsanlar sadece konsere değil, Van Kampen’in pazarına da hayran kaldı. İşte bu konser, Zwarte Markt’ın Türkler için dönüm noktası oldu.

Bir süre sonra, bu kez Ahmet Sezgin konseri ile onbinleri Zwarte Markt’a taşıdık.

Afbeelding met kleding, buitenshuis, persoon, vrouw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
Polis baskınlarının yıldıramadığı Bart van Kampen ve kiracı binlerce Türk’ün çalıştığı Pazar yerini de onbinlerce kişi ziyaret ediyordu.


POLİS BASKINLARI VE TARİHİ MÜCADELE

Ancak büyük bir engel vardı: Hollanda yasalarına göre pazar günleri hiçbir işyeri açık olamazdı. Van Kampen’in pazarına ise her pazar günü polis baskını yapılıyor, cezalar yağdırılıyordu. Van Kampen yılmadı. Esnafa “Hiç korkmayın, bütün cezaları ben ödeyeceğim” diyordu.

BAKAN İLE GÖRÜŞME

Afbeelding met kleding, person, persoon, Menselijk gezicht Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Bu çıkmazı aşmak için bir heyet kurduk ve dönemin İçişleri Bakanı’yla görüştük. Bakan başta ikna olmadı. Sonunda ona şu soruyu sordum:
“Scheveningen, Noordwijk ve Zandvoort gibi sahil kentlerinde dükkanlar neden pazar günü açık?”

Bakan, “Oralar yabancılar için açık” deyiverdi. İşte o an fırsat doğdu. “Sayın Bakan, Zwarte Markt’a bir gidin. Göreceksiniz, oraya gelenlerin çoğu yabancıdır. Bu insanlar için Zwarte Markt sadece alışveriş değil, bir rekreasyon alanıdır. Ayrıca burada 500 Türk esnaf var, yakında bu sayı 1000 olacak. Siz izin vermezseniz hem işsizler artacak hem de göçmenler eğlenecek bir yer bulamayacak” dedim.

Bakan uzun uzun düşündü, sonra masaya yumruğunu vurdu:
“Pazar’ın sadece Türk kesimine izin veriyorum. Fazlasını istemeyin.”

O an, bizim için bir ilk zafer olmuştu. Zamanla bu izin genişletildi, hem Türk hem Hollanda bölümü pazar günleri açık hale geldi.

Afbeelding met Detailhandel, panorama, winkelen, winkel Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

KAVGA, BOYKOT VE UZLAŞMA

Her şey güllük gülistanlık değildi. Van Kampen, kiraları artırmak isteyince Türk esnaf ayaklandı. Girişler bloke edildi, boykot başladı. Bir gece yarısı Van Kampen beni yatağımdan kaldırdı. Saat 02.00’de pazara vardım. Hem Türkleri hem de Van Kampen’i dinledim. Sabah 04.00’te iki tarafı uzlaştırmayı başardım. Ertesi gün sekreteri bana teşekkür için para göndermek istedi ama kabul etmedim. Çünkü o gece yaptığım şey, sadece Türkler için değil, Zwarte Markt’ın geleceği içindi.

Afbeelding met kleding, persoon, person, vrouw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.Pazar yerinin onbinlerce kişi ile dolup taştığı günlerde, Hollandalı ziyaretçiler ile yapmış olduğum röportajlarda, Türkiye hayranlığı öne çıkıyordu.

TITUS KRAMER’İN KALEMİNDEN BART VAN KAMPEN
(Özet)

Afbeelding met persoon, Menselijk gezicht, kleding, stropdas Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Van Kampen’in hayatını en yakından bilenlerden biri de onun eski damadı, şimdiki Amersfoort Fahri Konsolosumuz Titus Kramer‘in  ifadeleriyle:

Van Kampen 1944’te 13 çocuklu bir çiftçi ailesinde doğdu. Genç yaşta geçirdiği ağır bir kaza, hayatına cesaret kattı.

Emlakçılığa atıldığında mizahi ve kışkırtıcı ilanlarla dikkat çekti. “Güzel değil ama ucuz, sonuçta bir yerde uyumanız lazım” gibi başlıklar gazetelerin manşetlerine taşındı.

Amerika’da gördüğü dev bitpazarları ona ilham verdi. Colorado Springs’te göçmenlerin anlattığı hikâyeler, “Bu sadece pazar değil, tiyatro” dedirtti.

1980’de Beverwijk’te açtığı Zwarte Markt’ın ilk gününde 14 bin kişi akın etti. Belediye karşı çıktı, kiliseler tepki gösterdi, ama halk sevdi.

Mizahıyla ve inadıyla bütün hukuk savaşlarını göğüsledi. “Avukattan çok mahkemeye gittim, tek fark cübbe giymememdi” diye espri yapardı.

Göçmenler için Zwarte Markt sadece alışveriş değil, bir buluşma noktası oldu. Türk tatlısı, Surinam mutfağı, Fas baharatları, Çin ürünleriyle adeta bir kültür mozaiği oluştu.

Yıllar içinde “Beverwijk Bazaar” adıyla Avrupa’nın en büyük kapalı pazarı haline geldi, milyonlarca ziyaretçiyi ağırladı.

Ailesi onu şu sözlerle andı:
“Bart, ayağı çamura basan bir hayalcinin ta kendisiydi. Bize bir pazarın eşyalardan ibaret olmadığını öğretti – bir pazar insanları yakınlaştırır. Ve bugün buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.”

BİR MİRASIN ARDINDAN

Bart van Kampen yalnızca bir işadamı değil, göçmenlerin kaderini değiştiren, Hollanda’daki Türk toplumuna iş ve ekmek kapısı açan bir vizyonerdi. Zwarte Markt bugün hâlâ yaşıyorsa, bunun temelinde onun hayalleri, cesareti ve biraz da inadı vardır.

O artık aramızda değil, ama yarattığı pazar, her hafta on binlerce insanın bir araya geldiği, farklı kültürlerin buluştuğu, Hollanda tarihine kazınmış bir miras olarak yaşamaya devam ediyor.

DİKKAT!

Taziye töreni, 16 Eylül Salı günü saat 19.00 ile 20.30 arasında Beverwijk’teki De Bazaar’ın 26 numaralı salonunda (Montageweg 35) yapılacaktır.
Araçlar, pazar ofisinin karşısına veya yanına park edilebilir

Videoyu izlemek için fotoğrafa tıklayınız.

                                                          *************

BART VAN KAMPEN, DIE DE GROOTSTE TURKSE MARKT TER WERELD IN NEDERLAND STICHTTE, IS OVERLEDEN

45 jaar geleden was er elke zondag politie-inval op de Zwarte Markt in Beverwijk. Maar de door Bart van Kampen opgezette marktplaats en recreatiecentrum leeft nog altijd voort.

Bij de oprichting van deze destijds verboden markt, was het mijn bescheiden initiatief dat de officiële openingstoestemming van de Minister van Binnenlandse Zaken wist te verkrijgen.

Met gratis concerten van Şükran Ay en Ahmet Sezgin, met paginagrote advertenties in onder meer Hürriyet, en met affiches die overal in het land werden opgehangen, kreeg de Zwarte Markt bekendheid.

Een van de mensen die het leven van Van Kampen het beste kent, is zijn voormalige schoonzoon en onze huidige honorair consul in Amersfoort, Titus Kramer. Zijn bijdrage staat onderaan.

De condoleance vindt plaats op dinsdag 16 september tussen 19.00 en 20.30 uur op de Bazaar.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
door: İLHAN KARAÇAY

Precies 45 jaar geleden ontstond in Nederland een initiatief dat het leven van migranten diepgaand beïnvloedde. De in Beverwijk opgerichte “Zwarte Markt” groeide al snel uit tot méér dan een marktplaats: het werd een ontmoetingsplek voor migranten en een ontdekkingstocht voor Nederlanders die nieuwe culturen wilden leren kennen.
Achter dit grootse project stond de markante ondernemer Bart van Kampen, die op 11 september 2025 in Bergen op 81-jarige leeftijd overleed.

Afbeelding met panorama, kleding, person, hemel Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist. Bart van Kampen zette de strijd voort die hij in zijn jeugdjaren was begonnen en sloot zijn ogen voor altijd nadat hij zijn doel had bereikt.

Zijn overlijden kreeg ruime aandacht in de Nederlandse media. Voor ons betekent zijn heengaan niet alleen het verlies van een ondernemer, maar ook het afscheid van een pionier die een van de belangrijkste hoofdstukken van de Turkse aanwezigheid in Nederland in gang zette.

MIJN VERHAAL: DE EERSTE KENNISMAKING MET DE ZWARTE MARKT

Het jaar was 1982. Ik had het Benelux-bureau van Hürriyet van Utrecht naar Amsterdam verhuisd. De Turkse markt in Zaandam, jarenlang een ontmoetingspunt voor onze gemeenschap, was gesloten en vele handelaren stonden met lege handen.

In die periode klopte Bart van Kampen bij mij aan. Hij had in Beverwijk een overdekte markt opgezet onder de naam “Zwarte Markt” en wilde een aparte hal voor Turkse handelaren reserveren. Samen bezochten we een leegstaande loods. Vrijwel alle stands waren bezet door Nederlanders, maar Van Kampen wilde een compleet nieuwe afdeling speciaal voor Turken openen.

Ik vond dit idee geweldig en nam de promotie op mij. Via advertenties in Hürriyet en andere kranten, via affiches in heel Nederland en posters op treinstations kreeg de Zwarte Markt bekendheid onder Turken.

Maar er was méér nodig: een grote trekpleister.
Daarom organiseerden we een concert van Şükran Ay in de Zwarte Markt. De toegang was gratis. Op die dag kwamen bijna 10.000 Turken naar Beverwijk en ontdekten de markt. Dit werd een keerpunt. Niet veel later trok een concert van Ahmet Sezgin opnieuw tienduizenden bezoekers naar de Zwarte Markt.

Afbeelding met kleding, buitenshuis, persoon, vrouw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist. De door politie-invallen niet afgeschrikte Bart van Kampen en de markt, waar duizenden Turken werkten, werden door tienduizenden mensen bezocht.

POLITIE-INVALLEN EN EEN HISTORISCHE STRIJD

Toch bleef er een groot probleem: volgens de Nederlandse wet mocht er op zondag geen enkele winkel open zijn. Elke zondag was er politie-inval op de Zwarte Markt en werden er boetes uitgedeeld.

Van Kampen liet zich niet afschrikken. Tegen de Turkse handelaren zei hij: “Wees niet bang, alle boetes betaal ik persoonlijk.”

GESPREK MET MINISTER

Afbeelding met kleding, person, persoon, Menselijk gezicht Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Om dit op te lossen vormden we een commissie en kregen we een afspraak met de Minister van Binnenlandse Zaken. Aanvankelijk wees hij ons verzoek af. Toen stelde ik hem de vraag:
“Waarom zijn de winkels in Scheveningen, Noordwijk en Zandvoort op zondag wel open?”
Zijn antwoord: “Dat is voor buitenlanders.”

Dit gaf mij de opening. Ik zei: “Meneer de Minister, komt u eens kijken in de Zwarte Markt. U zult zien dat het grootste deel van de bezoekers buitenlanders zijn. Voor hen is de Zwarte Markt niet alleen een markt, maar ook een recreatieplaats. Bovendien werken hier al 500 Turkse ondernemers, binnenkort 1000. Zonder deze markt verliezen velen hun baan en duizenden migranten een belangrijke ontmoetingsplek.”

De minister dacht lang na, sloeg toen met zijn hand op tafel en zei:
“Ik geef alleen toestemming voor het Turkse gedeelte van de markt. Niet méér.”

Dat was voor ons een eerste overwinning. Later volgde toestemming ook voor de Nederlandse afdeling, en mocht de hele markt op zondag open.

Afbeelding met Detailhandel, panorama, winkelen, winkel Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

CONFLICT, BOYCOT EN VERZOENING

Niet alles verliep vlekkeloos. Toen Van Kampen de huren wilde verhogen, kwamen de Turkse handelaren in opstand. Ze blokkeerden de ingangen en kondigden een boycot aan.

Op een nacht om 02.00 uur werd ik wakker gebeld door Van Kampen. Ik ging naar de markt, luisterde naar de handelaren en naar hem, en bracht beide partijen om 04.00 uur samen. Er kwam een compromis en het probleem werd opgelost.

De volgende dag belde zijn secretaresse om mijn bankrekeningnummer te vragen – als honorarium. Ik weigerde: wat ik had gedaan was voor de Turkse gemeenschap en voor de toekomst van de Zwarte Markt.

Afbeelding met kleding, persoon, person, vrouw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist. Op de dagen dat de markt door tienduizenden mensen werd overspoeld, kwam in mijn interviews met Nederlandse bezoekers vooral de bewondering voor Turkije naar voren.

BART VAN KAMPEN DOOR DE OGEN VAN TITUS KRAMER (Samenvatting)

Afbeelding met persoon, Menselijk gezicht, kleding, stropdas Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Een van degenen die het leven van Bart van Kampen het beste kende, is zijn voormalige schoonzoon en de huidige honorair consul van Amersfoort, Titus Kramer. Hij beschrijft hem als volgt:

Geboren in 1944 in een boerengezin met 13 kinderen; een ernstig ongeluk in zijn jeugd gaf hem moed en doorzettingsvermogen.

Als makelaar viel hij op met humoristische en provocerende advertenties. Een keer adverteerde hij een huis met de tekst: “Niet mooi, wel goedkoop. U moet toch ergens slapen.”

In de VS en Canada raakte hij geïnspireerd door grote vlooienmarkten. In Colorado Springs zei hij: “Dit is geen markt, dit is theater.”

Op 13 september 1980 opende hij in Beverwijk de Zwarte Markt. Op de eerste dag kwamen 14.000 bezoekers. Gemeente en kerken protesteerden, maar het publiek stroomde toe.

Zijn humor en koppigheid hielpen hem in talloze juridische gevechten. Hij grapte vaak: “Ik heb meer uren in de rechtszaal doorgebracht dan een advocaat – alleen zonder toga.”

Voor migranten werd de Zwarte Markt een ontmoetingsplaats, een smeltkroes van culturen: Turkse baklava, Surinaamse roti, Marokkaanse kruiden, Chinese producten.

Uiteindelijk groeide de markt uit tot de Beverwijk Bazaar, de grootste overdekte markt van Europa, met miljoenen bezoekers en duizenden ondernemers.

Zijn familie zei bij zijn overlijden:
“Bart was een dromer met voeten in de modder. Hij leerde ons dat een markt méér is dan spullen – een markt verbroedert. En dat hebben we vandaag harder nodig dan ooit.”

EEN NALATENSCHAP VOL LEVEN

Bart van Kampen was niet slechts een zakenman. Hij veranderde het lot van duizenden migranten en bood de Turkse gemeenschap in Nederland werk en toekomst.

De Zwarte Markt leeft nog steeds voort – als een bruisend ontmoetingspunt waar elke week tienduizenden mensen samenkomen.

Zijn lichaam is niet meer onder ons, maar zijn geest waart rond in de hallen van Beverwijk. Daar, waar handel, ontmoeting en cultuur samenkomen, blijft zijn nalatenschap zichtbaar.

ATTENTIE!

De condoleance vindt plaats op dinsdag 16 september tüssen 19.00 en 20.30 uur op de Bazaar (Hal 26), Montage 35 in Beverwijk. Parkeren kan tegenover en naast het marktkantoor.

Klikt op de foto a.u.b.

 

TÜRKİYE’DE BAŞLAYAN HER UÇUŞTA SU BEDAVA AMA YABANCI HAVAYOLLARI NE YAPACAK?

TÜRKİYE’DE BAŞLAYAN HER UÇUŞTA SU BEDAVA AMA YABANCI HAVAYOLLARI NE YAPACAK?

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Türkiye’den kalkan tüm uçuşlarda yolculara ücretsiz içme suyu verilmesini zorunlu hale getirdi.

Yeni düzenlemeye göre, ister iç hat ister dış hat olsun, her yolcuya en az 200 ml su ücretsiz ikram edilecek.

Peki, yabancı havayolları uçaklarında durum ne olacak?

(Haberin Hollandacası en altta yer almaktadır.
De Nederlandse versie van dit bericht staat onderaan.)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
İlhan KARAÇAY yazdı:

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Türkiye’den kalkan tüm uçuşlarda yolculara ücretsiz içme suyu verilmesini zorunlu hale getirdi.

Bakan Abdulkadir Uraloğlu, özellikle yaz aylarında yolcuların susuz kalmaması için bu kararın alındığını açıkladı. Susuzluğun baş ağrısı ve dikkatsizlik gibi sağlık sorunlarına yol açtığını belirten Uraloğlu, uygulamanın yolcu memnuniyetini artıracağını söyledi.

HER HAVAYOLU UÇAĞI İÇİN KESİN ZORUNLULUK

Afbeelding met tekst, Transparant materiaal, Frisdrank, water Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Türk Hava Yolları’nın uçaklarındaki misafirperver ikramları göz ardı edersek, Türkiye’de lisanslı tüm havayolu şirketleri, bundan böyle Türkiye’den kalkan her uçuşta yolcularına ücretsiz su vermek zorunda olacak. Yani iç hatlarda da, dış hatlarda da bu kural net biçimde uygulanacak.

YABANCI HAVAYOLLARI İÇİN KARMAŞIK TABLO

Afbeelding met transport, hemel, vliegtuig, vlak Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Kural, Türkiye’den kalkan yabancı havayollarını da kapsıyor mu?
Örneğin Amsterdam–İstanbul hattında uçan KLM veya Lufthansa, Türkiye kalkışlı seferlerinde yolcularına ücretsiz su vermek zorunda kalacak mı?

İşte tartışma burada başlıyor. Türkiye’den kalkan yabancı şirketler, Türkiye Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün düzenlemelerine tabi oldukları için, kuralın onlar için de geçerli olması bekleniyor. Ancak Türkiye’ye gelen uçuşlarda, yani Amsterdam’dan İstanbul’a hareket eden bir seferde durum gri alanda kalıyor.

AYRIMCILIK RİSKİ VAR

Eğer yabancı bir şirket yalnızca “Türk yolcuya” su ikram ederse, Hollandalı veya başka ülke vatandaşı yolcular kendilerini ikinci sınıf hissedebilir. Avrupa gibi hukuk düzeninin güçlü olduğu yerlerde bu tür uygulamalar hemen “ayrımcılık” şikâyetine dönüşebilir. Bu yüzden uzmanlara göre, yabancı havayolları, en basit çözümü seçip herkese su ikram etmeyi tercih etmelidir.

“İNİŞE GEÇTİK, SERVİS BİTTİ” BAHANESİ

Yabancı havayolu şirketinin uçağı, kurallara göre Türkiye hava sahasına girdiği zaman su vermek mecburiyetinde kalırsa ve yolcuya su talebini uçuşun son bölümünde yapmaya mecbur kalırsa, pratikte karşılık bulamayabilir. Çünkü uçak inişe geçtiğinde kabin ekibi her zaman “herkes yerine otursun, servis bitti” anonsunu yapıyor. İnişten sonra da “uçuş sona erdi” denilerek hizmet verilmediği için, uygulamanın fiili etkisi, ancak uçuşun orta bölümünde sınırlı kalabilir.

ATLA DEVE DEĞİL

Havayolları açısından işin ekonomik boyutu da tartışma konusu oldu. 200 yolcunun bulunduğu bir Avrupa uçuşunda yolcu başına 200 ml su ikram edildiğinde, toplam 40 litre su gerekir. Bu da 40 kilo ek ağırlık anlamına gelir. Suyun kendisinin maliyeti yaklaşık 20 euro, ek yakıt tüketiminin maliyeti ise 2 euro civarında hesaplanıyor. Yani toplamda 22 euroluk bir gider ortaya çıkıyor. Kısacası, bu uygulama şirketler için ‘atla deve değil.’

NİYET İYİ, UYGULAMA KARMAŞIK

Türkiye, bu adımla yolcu sağlığına verdiği önemi göstermek istedi. Susuzluğun sağlık ve konfor üzerinde yarattığı sorunlar ortadayken, küçük bir şişe su bile yolcular için değerli. Ancak iş uluslararası uçuşlara geldiğinde, “hangi kural geçerli?” tartışması kaçınılmaz görünüyor.

Yabancı havayolları için en mantıklı yol, ayrımcılık riski almadan herkese eşit su dağıtmak olacak. Yani uygulama belki pratikte sınırlı kalacak ama, Türkiye’nin yolcu odaklı bir adım attığını gösterecek.

BU KONUDAKİ GÖRÜŞLERİM

Ev sahibi misafirperver olmalı. Bir yolcu, parasını ödeyerek bir hava yolculuğu satın aldığında, yalnızca uçağın koltuğunu değil, aynı zamanda insanca muameleyi de satın alıyor.
Havayolu şirketleri sadece su değil, Türk Hava Yolları gibi yemek de vermeli. Çünkü yolcu, uçuş sırasında kendi yiyeceğini beraberinde götüremiyor. Uçağa sıvı madde sokmak da yasak. Böyle bir ortamda yolcu, ilaç almak için bir bardak suya para ödemek zorunda bırakılıyorsa, bu gerçekten büyük bir abestir.

Afbeelding met kleding, collage, persoon, vrouw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Benim kanaatim şu: Yolculara su verilmesi, sadece küçük bir ikram değil, temel bir ihtiyaçtır. Maliyet hesabı da gösteriyor ki, bu uygulama şirketler için “atla deve değil.”
O halde yolculara suyun yanında, en azından kısa uçuşlarda küçük bir atıştırmalık, uzun uçuşlarda ise sıcak yemek verilmesi de havayolu şirketlerinin asli görevi olmalı.
Havayolu şirketinin, bu kıyağı kendi kasasından ödeme riski de yok. Bilet fiyatına 8 euro gibi bir meblağ ödendiği zaman, yemeğin bedeli zaten yolcudan çıkmış olacak. Bu eklemeden de yolcunun hiç haberi olmayacak.

Türkiye’nin aldığı bu karar, yolcu sağlığına verilen önemin göstergesidir. Ama asıl mesele, bu uygulamanın uluslararası havayollarında nasıl karşılık bulacağıdır. Ayrımcılık riski nedeniyle yabancı şirketler de muhtemelen herkese eşit davranacaktır.
Yine de ben yolcuya, “bir bardak su” ikramını asgari değil, en doğal hak olarak görüyorum.

Afbeelding met vlak, kleding, tekst, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Ama mesele sadece bir bardak su ile sınırlı kalmamalı. Yolcunun susuz kalmaması elbette önemlidir, fakat uçakta yolcunun aç kalması da en az onun kadar ciddi bir sorundur. Türkiye, bu kararla önemli bir adım attı ama yarım bıraktı. Şimdi sıra, suyun yanı sıra yemek ikramını da mecburi hale getirmekte. Yolcunun cebinden üç kuruş daha fazla kazanacağım diye aç bırakılmasına göz yumulmamalı.

Üstelik bu mesele yalnızca Türkiye’nin iç düzenlemesiyle bitmez. Bakanlığımız, bu konuyu uluslararası arenaya taşımak zorundadır. Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne, Amerika’dan Asya ve Afrika’daki havacılık birliklerine kadar her platformda bu konunun takipçisi olunmalı.

Bakacağız, Bakanlığımız bu işi sadece küçük bir jestle mi geçiştirecek, yoksa gereken masaya yumruğunu vurup, havayolu şirketlerini yolcunun hakkını teslim etmeye mi zorlayacak?

Biz, misafire çay ikram etmeyi, kültürünün bir parçası yapmış bir milletiz. Evimize gelen yabancıya ikramı eksik etmezken, uçağımıza binen yolcuya bir bardak suyu çok görmek bize yakışmaz.

                                                  ************************

TURKIJE: GRATIS WATER BIJ ELKE VLUCHT – MAAR WAT DOEN BUITENLANDSE LUCHTVAARTMAATSCHAPPIJEN?

Het Ministerie van Transport en Infrastructuur heeft verplicht gesteld dat op alle vluchten die vanuit Turkije vertrekken, passagiers gratis drinkwater krijgen.

Volgens de nieuwe regeling moet iedere passagier, ongeacht binnenlandse of internationale vlucht, minimaal 200 ml water gratis aangeboden krijgen.

Maar hoe zit het met buitenlandse luchtvaartmaatschappijen?

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
Geschreven door İlhan KARAÇAY:

Het Ministerie van Transport en Infrastructuur heeft verplicht gesteld dat op alle vluchten die vanuit Turkije vertrekken, passagiers gratis drinkwater krijgen.

Minister Abdulkadir Uraloğlu verklaarde dat deze beslissing vooral is genomen om te voorkomen dat passagiers tijdens de zomermaanden zonder water komen te zitten. Uitdroging kan leiden tot gezondheidsproblemen zoals hoofdpijn en concentratieverlies, aldus Uraloğlu. Bovendien zal de maatregel de tevredenheid van de passagiers vergroten.

VERPLICHTING VOOR ELK VLIEGTUIG

Afbeelding met tekst, Transparant materiaal, Frisdrank, water Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Afgezien van de gastvrije service aan boord van Turkish Airlines, zijn alle in Turkije gelicentieerde luchtvaartmaatschappijen voortaan verplicht om op iedere vlucht die vanuit Turkije vertrekt gratis water te verstrekken. Deze regel geldt dus zowel voor binnenlandse als voor internationale vluchten.

COMPLICATIES VOOR BUITENLANDSE MAATSCHAPPIJEN

Afbeelding met transport, hemel, vliegtuig, vlak Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Geldt de regel ook voor buitenlandse maatschappijen die vanuit Turkije vliegen?
Moeten bijvoorbeeld KLM of Lufthansa op hun vluchten van Istanbul naar Amsterdam gratis water verstrekken?

Hier begint de discussie. Omdat buitenlandse maatschappijen die vanuit Turkije vliegen onder de Turkse burgerluchtvaartregelgeving vallen, wordt verwacht dat de regel ook voor hen geldt. Voor vluchten naar Turkije, zoals van Amsterdam naar Istanbul, blijft de situatie echter een grijs gebied.

RISICO OP DISCRIMINATIE

Als een buitenlandse maatschappij enkel Turkse passagiers water aanbiedt, kunnen Nederlandse of andere buitenlandse passagiers zich tweederangs behandeld voelen. In Europa, waar de rechtsstaat sterk is, kan dit snel leiden tot klachten over discriminatie. Daarom adviseren deskundigen dat buitenlandse maatschappijen de eenvoudigste oplossing kiezen: aan iedereen water aanbieden.

“WE ZIJN AAN HET DALEN, SERVICE GESTOPT”

Als een buitenlandse maatschappij pas water moet aanbieden zodra het toestel het Turkse luchtruim binnenvliegt en een passagier pas in de laatste fase van de vlucht om water vraagt, kan dat in de praktijk onmogelijk blijken. Zodra het toestel de daling inzet, kondigt de cabinebemanning immers altijd aan dat iedereen moet gaan zitten en dat de service is gestopt. Na de landing wordt er evenmin service verleend, waardoor de praktische uitwerking beperkt blijft tot het midden van de vlucht.

GEEN GROOT PROBLEEM

Ook de economische kant is besproken. Op een Europese vlucht met 200 passagiers betekent 200 ml water per passagier in totaal 40 liter, oftewel 40 kilo extra gewicht. De kosten van het water zelf bedragen circa 20 euro, en de extra brandstofkosten ongeveer 2 euro. In totaal dus slechts 22 euro. Kortom: voor de maatschappijen is dit “geen groot probleem”.

GOEDE BEDOELING, MAAR COMPLICATIE IN UITVOERING

Met deze stap wil Turkije het belang van de gezondheid van passagiers benadrukken. Een klein flesje water kan immers al van grote waarde zijn voor het comfort en de gezondheid van de reiziger. Toch leidt dit bij internationale vluchten onvermijdelijk tot de vraag: “welke regel geldt hier?”

De meest logische keuze voor buitenlandse maatschappijen lijkt te zijn om zonder risico op discriminatie aan alle passagiers water aan te bieden. Daarmee blijft de praktische impact wellicht beperkt, maar toont Turkije wel dat het een passagiersgerichte stap heeft gezet.

MIJN MENING

Een gastheer hoort gastvrij te zijn. Een passagier die voor een vlucht betaalt, koopt niet alleen een stoel in het vliegtuig, maar ook een menselijke behandeling.
Luchtvaartmaatschappijen zouden niet alleen water, maar net als Turkish Airlines ook maaltijden moeten aanbieden. Een passagier mag immers geen eigen eten meenemen tijdens de vlucht. Vloeistoffen meenemen is al helemaal verboden. Als een passagier dan ook nog eens moet betalen voor een glas water om medicijnen in te nemen, is dat werkelijk absurd.

Afbeelding met kleding, collage, persoon, vrouw Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Naar mijn mening is water aanbieden geen luxe gebaar, maar een basisbehoefte. De kostenberekening toont bovendien aan dat dit voor maatschappijen “geen groot probleem” is. Daarom zou het aanbieden van ten minste een kleine snack op korte vluchten, en een warme maaltijd op lange vluchten, ook een kerntaak van luchtvaartmaatschappijen moeten zijn.

En bovendien: het risico voor de maatschappijen bestaat niet echt. Als er slechts 8 euro aan de ticketprijs wordt toegevoegd, zijn de kosten van de maaltijd al gedekt – zonder dat de passagier dit merkt.

De beslissing van Turkije is een bewijs dat er waarde wordt gehecht aan de gezondheid van passagiers. Maar de echte vraag is hoe deze regeling internationaal wordt toegepast. Waarschijnlijk zullen buitenlandse maatschappijen, vanwege het risico op discriminatie, ook iedereen gelijk behandelen.

Toch blijf ik erbij dat het aanbieden van “een glas water” geen minimum, maar een vanzelfsprekend recht van de passagier is.

Afbeelding met vlak, kleding, tekst, persoon Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.

Maar het probleem mag zich niet beperken tot alleen een glas water. Het voorkomen van uitdroging is belangrijk, maar verhongering tijdens een vlucht is minstens zo ernstig. Turkije heeft met deze maatregel een belangrijke stap gezet, maar het werk half afgemaakt. Nu is het tijd om ook maaltijden verplicht te stellen.

Bovendien reikt dit vraagstuk verder dan de Turkse regelgeving alleen. Ons ministerie moet dit onderwerp internationaal op de agenda zetten – van de Verenigde Naties tot de Europese Unie, en van Amerika tot Azië en Afrika.

We zullen zien of ons ministerie dit slechts als een klein gebaar beschouwt, of dat het de vuist op tafel slaat en de maatschappijen dwingt de rechten van de passagier te respecteren.

Wij zijn een volk dat gastvrijheid tot een cultuur heeft verheven. Als we een buitenlandse gast in ons huis nooit zonder thee laten vertrekken, past het ons evenmin om een passagier in ons vliegtuig een glas water te onthouden.