Altaylı’nın, “Vergi vermezsin, çifte vatandaşsın, euro kazanıyorsun, senede 10 gün bir Alman kadar vakit geçiriyorsun sonra gelip Türkiye’nin kaderiyle ilgili karar veriyorsun. Ne haddin var lan senin oy kullanmaya” şeklindeki sözlerine büyük tepki yağdı.
Hollanda’da yaşayan iş adamı Aykut Torunoğulları, Altaylı tarafından hakarete uğrayan Türkleri savunan açıklamasında, “Memleketi istila eden Suriyeliler’den ve Afganlar’dan vergi alınıyor mu? Kazandığı paraları ülkesindeki akrabalarına gönderen, ev, arsa ve yatırıma harcayan yurttaşlarımıza söylenen bu laflar, abesle iştigaldir.” dedi.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Türkiye’mizin en ünlü ve sevilen yazarlarından Fatih Altaylı dostumuzun televizyonda gurbetçiler için sarfettiği sözler şaşkınlık yarattığı gibi, büyük tepkilere yol açtı.
Fatih Altaylı’nın Youtube’den yayınlanan kendi TV programındaki sözleri özetle şöyle:
“Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları eğer Türkiye Cumhuriyeti’nde oy kullanmak istiyorlarsa yıllık en az şu miktarda vergi ödemelidir diye bir şey getirilirse bence çok yerinde olur. Çünkü Türkiye’ye gelme Türkiye’de bir işin yok,Türkiye’de bir para kazanmazsa, Türkiye’de vergi vermezsin Türkiye’de maaş almazsın bir şey yapmazsın hayatın yurt dışına geçiyor.
Almanya’da yaşıyorsun gidip Türkiye’nin Türkiye’de yaşayan insanların kaderiyle ilgili karar verici oluyorsun bundan daha gayri Makul bir şey olamaz. Yani geçici olarak yurt dışındasındır, euro, dolar maaş alıyorsun. Sonra Eee ben bunu söylüyorum benim hoşuma gidiyor. Benim gitmiyor kardeşim sen benim adıma ne karar veriyorsun?
‘Ne haddin var lan senin oy kullanmaya’
Ben gelip Almanya’da oy kullanıyor muyum?
O yüzden mesela bunların, Eğer oy kullanmak istiyorsan senede 5.000 Euro veya işte 5.000 demeyelim de 3.000 diyelim, 2000 diyelim ya 1000 diyelim ya En azından kardeşim benim de Türkiye’nin çorbasında 1000 euroluk tuzum var de, o zaman gel oy kullan. Bence o makuldür yani.”
İşte, Altaylı’nın yukarıdaki sözlerinin sosyal medya tarafından yayınlanmasından sonra, yurt dışındaki yurttaşlarımız hayrete düştü ve onlar da sosyal medyaya cevaplar göndermeye başladılar.
Altaylı’ya cevap verenler arasında, Hollanda’da yaşayan ünlü iş adamlarımızdan Aykut Torunoğulları da vardı. Aynı zamanda, Hollanda Beşiktaşlılar Derneği’nin kurucusu olan Torunoğulları’nın, Altaylı’ya söylediklerini yayınlamadan önce, naçizane şahsımın, Altaylı’ya söyleyeceklerimi okuyunuz:
Değerli Fatih, televizyonda yapmış olduğun açıklamayı büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla izledim ve dinledim. Gurbetçilerin Türkiye’de oy kullanabilmeleri için yıllık vergi ödemeleri gerektiğini söylemen, yalnızca gurbetçilerin katkılarını görmezden gelmekle kalmıyor, aynı zamanda onların yıllardır verdikleri mücadeleyi ve Türkiye’ye olan bağlılıklarını da hiçe sayıyor.
Gurbetçiler, Türkiye’yi asla unutmayan, her fırsatta ülkemize döviz kazandıran ve ekonomik olarak büyük katkılarda bulunan insanlardır. Yıllarca yurt dışında çalışarak, tasarruf ettikleri paraları Türkiye’ye getirip, burada yatırım yaparak, ailelerini destekleyerek ve Türkiye ekonomisine canlılık katarak ülkemize hizmet etmişlerdir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin ekonomik krizlerle boğuştuğu dönemlerde, gurbetçilerin gönderdiği dövizler ülkemizin can suyu olmuştur.
Senin de bildiğin gibi, Türkiye’ye giden ve orada harcama yapan gurbetçiler, sadece senede 10 gün geçirmekle kalmazlar; yıllık izinlerinde Türkiye’ye giderek orada tatil yapar, alışveriş yapar ve ailelerini ziyaret ederler. Bu süre zarfında ekonomimize katkı sağlarlar. Ayrıca, pek çok gurbetçi yurt dışında birikim yaparak, Türkiye’de ev, arsa ve işyeri satın almış, ülkemize önemli yatırımlarda bulunmuşlardır.
Gurbetçilerin Türkiye’ye olan bağlılıkları sadece ekonomik katkılarla sınırlı değildir. Yurt dışında yaşayan Türkler, bulundukları ülkelerde Türk kültürünü ve değerlerini yaşatmakta, çocuklarına Türkçe öğretmekte ve Türkiye’nin tanıtımını yapmaktadırlar. Örneğin, gurbetçilerimiz spor müsabakalarında Türkiye’yi çılgınlar gibi desteklemekte, milli maçlarımızda stadyumları doldurmakta ve Türkiye’nin adını gururla taşımaktadırlar. Türk bayrağını dalgalandıran gurbetçiler, yurt dışında Türkiye’nin itibarını artırmakta ve Türk milletinin gücünü ve birliğini sergilemektedirler.
Ayrıca, gurbetçilerimiz yurt dışında pek çok zorlukla karşılaşmakta, ayrımcılığa uğramakta ve birçok fedakarlıkta bulunmaktadırlar. Ancak tüm bu zorluklara rağmen, Türkiye’ye olan sevgilerinden ve bağlılıklarından asla vazgeçmemektedirler. Onlar, yurt dışında Türkiye’nin birer elçisi olarak, Türk kültürünü ve değerlerini temsil etmekte, Türkiye’nin itibarını artırmaktadırlar.
Sen, gurbetçilerin Türkiye ile bağlarını koparmış gibi konuşuyorsun, oysa ki gurbetçiler, Türkiye’nin hem ekonomik hem de kültürel zenginliğine katkıda bulunan önemli birer yurttaşlarımızdır. Onların çifte vatandaş olmaları, Türkiye’yi sevmelerini, Türkiye’ye yatırım yapmalarını ve Türkiye’nin geleceği için oy kullanmalarını engellemez. Onlar, bulundukları ülkelerde Türkiye’nin birer elçisi olarak, Türk kültürünü ve değerlerini temsil etmekte, Türkiye’nin itibarını artırmaktadırlar.
Gurbetçilerin çilelerini, fedakarlıklarını ve ülkemize katkılarını göz ardı etmek büyük bir haksızlıktır. Türkiye’nin geleceği ile ilgili karar verme hakları, Türkiye’ye olan bağlılıklarından ve yıllardır süren emeklerinden kaynaklanmaktadır. Lütfen, gurbetçilerin kıymetini bil ve onların Türkiye’ye olan sevgilerini ve bağlılıklarını küçümseme.
AYKUT TORUNOĞULLARI’NDAN FATİH ALTAYLI’YA
Türkiye’de yayınlanan ulusal yayınlarda ve sosyal medyada, Fatih Altaylı’ya karşı tepkiler bolca yer aldı.
Hollanda’da yaşayan işadamı ve aynı zamanda Hollanda Beşitaşlılar Derneği kurucusu Aykut Torunoğulları, tepki gösterenlerin adeta temsilcisi olarak şunları ifade etti:
NE HADDİN VAR LAN SENİN?
(Fatih Altaylı, konuşmasının bir yerinde Avrupalı Türkler’e, “Ne haddin var lan senin” diye hitap ettiği için, Torunoğulları da başlığına bu sözü koymuştur)
Bu başlığı okuyunca şaşırabilirsiniz. Ama, “Ne haddin var lan senin?” sözü bana ait değil!
Son dönemlerde gurbette yaşayan hayatını kazanan gurbetçi vatandaşlarımıza yönelik anlam veremediğim ve artan nefret, sevgisizlik, saygısızlık halkasına bir de Fatih Altaylı dahil olmuş. Gurbette yaşayan ömürleri çalışmak ve gurbet türküleri dinleyerek geçmiş, bütün birikimlerini memleketlerine yatırmış 65 yaşından sonra zar, zor emekli olabilen gurbetçilerimize söylüyor bunları Fatih Altaylı!
‘Ne haddin var lan senin oy kullanmaya’ diyor! ‘Oy kullanmak için ekstra vergi ver’ diyor!
Memleketi istila eden Suriyeli’lerden Afgan’lardan sanki vergi alıyormuş gibi!
Bütün kazandığı paralarını ülkesine, memleketine ev, arsa, yatırım olarak getirmiş öz vatandaşlarına söylüyor bu sözleri.
Fatih Altaylı, Hürriyet’te ilk okuduğum günden bugüne sevdiğim, saydığım ve takip ettiğim bir gazetecidir. Keşke böyle hakaret etmeden biraz araştırsa sorsa, öğrense ve sonra böyle açıklamalara girseydi daha çok yakışırdı kendisine.
Nedenine gelince! Birincisi, 30 yıldır yaşadığım Avrupa’da gördüğüm kadarıyla yurtdışında yaşayan gurbetçilerimiz çok da oy kullanma meraklısı değil!
Tam tersine siyasetin gurbetçilerimiz arasına girerek birlikte oluşturdukları ve bir dünya kurdukları sivil toplum kuruluşları ile birlik beraberlik ve kardeşlik içinde yaşanılan huzurlarına zarar verdiğine inanırlar.
Daha önce yalnızca havaalanları ve gümrük kapılarındaki sandıklarda tanınan oy kullanma hakkı, 2012 yılında yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları için de kanunen tanınmıştır. 2012 yılında bu hakka kavuşan ve ilk kez 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanan yurt dışı seçmenin oy hakkı sanki kendileri bu kanunu koymuş gibi hemen her seçimde tartışma konusu oluyor.
Birikimlerini ülkene getir, ülkene döviz getir, Turizme en büyük katkılardan birini sen ver. Yurtdışında elçiliklerden, konsolosluklardan aldığın hizmetin ücretini öde, Yaz tatili başlayınca memleketimde geçireyim heyecanı ile Kapıkule kuyruklarında çoluk çocuk saatlerce bekleyen yine sen ol. Yıllarca akrabalarına para gönder. Avrupa’da sürekli yabancı, kendi memleketinde sürekli Almancı muamelesi gör. Bütün bunları yap ve üstüne bir de hakarete uğra!
Bir de sana ekstra vergi gelmesini istesinler. Avrupa ülkelerinde yaşayan 5.5 milyon vatandaş olarak sen gel 85 milyon vatandaşımızın yaşadığı ülkemin kaderini belirle.
Meğer ne güçlüymüş Avrupa Türkleri!
Meğer bütün suç Avrupa Türklerindeymiş!
Sayın Altaylı efendiye göre durum bu. 2024 Avrupa futbol şampiyonasında çoluk çocuk milli takımı bir dakika bile yalnız bırakmayan gurbetçilerimize verilen değer ve hitap şekli bu.
O zaman bizde sana ‘Hadi lan ordan ne haddin var senin’ diyoruz!
Sen önce aynı kimliği taşıdığın memleket özlemiyle çalışan 3. Kuşağı geride bırakmış gurbetçi dediğin vatandaşlarından özür dile!
Fatih Altaylı’nın klibini izlemek için aşağıdaki fotoğrafa tıklayınız:
Sneijder’den Comanchero suç örgütü hakkında açıklama!
“Kazanç sağlamadım, zarar ettim ve yanlış yatırım kurbanı oldum”
“Türkiye’de milyon dolarlık darbe” haberi için, Türk medyasına karşı yasal işlem hazırlığı yapılıyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Türkiye’de dört yıl top koşturan Hollandalı futbolcu Wesley Sneijder hakkında ortaya atılan bir iddia, hem Türkiye’de ve hem de Hollanda’da bomba etkisi yarattı.
Türk medyasında çıkan haberlerden sonra, Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf, haberi geniş bir şekilde yayınladı.
Haberin Türk ve Hollanda medyasında yayınlanış şeklini aşağıda Türkçe ve Hollandaca olarak bulacaksınız.
Sneijder Haberine Türkiye’de yazılı medyada olduğu gibi, görsel medyada da geniş yer veridi
HABER HOLLANDA’NIN EN BÜYÜK GAZETESİ DE TELEGRAAF’TA ŞÖYLE YAYINLANDI:
AMSTERDAM – Eski üst düzey futbolcu Wesley Sneijder, kendisini uluslararası suç örgütü Comanchero’nun “gizli ortağı” olarak gösteren Türk medyasına karşı yasal işlem başlatıyor. Sneijder’in 2013-2017 yılları arasında Galatasaray’da sözleşmeli olarak forma giydiği ülke medyasına göre ‘muhtemelen kara para aklama işine karıştığı’ söyleniyor.
Sneijder (40) hakkında çıkan tüm haberlerin tamamen yanlış bilgilere dayandığını söylüyor. Sneijder ayrıca konuyla ilgili derhal açıklama yapmaya hazır olduğunu ve haberlerin düzeltilmesi için neden avukatını Türk medyasına çağırdığını da belirtti.
”Çok basit. Türkiye’de oynadığım ve yaşadığım dönemde binalar inşa eden bir inşaat şirketine para yatırdım,” dedi eski oyuncu. Bunun için düzgün bir şekilde hisse aldım, resmi hisselerin transferinin tüm belgelerine sahibim ve tüm para işlemleri düzgün bir şekilde izlenebilir. Daha sonra şirketle işler iyi gitmedi, çünkü sekiz bina üzerinde çalışıyorlardı, biri neredeyse bitmişti ve sonra inşaat durdu. Yatırımımın karşılığını görmek istedim ama hiçbir şey olmadı. İşin içinde birkaç milyon Euro olduğu bildiriliyor.
Tutuklananlar
Sneijder’in o sırada birlikte adım attığı girişimci çok daha sonra tutuklandı. Sneijder: ”Yedi yıl önce Türkiye’den ayrıldığımdan beri onlarla hiçbir işim olmadı. 2020’de hala paramın bir kısmını geri almayı umuyordum. Ondan sonra sessiz kaldı” dedi.
Türk mali istihbarat birimi MASAK’ın Sneijder’in yatırım yaptığı şirketin işlerine tamamen el attığı söyleniyor. Sneijder’in adı 2013 ve 2017 yılları arasında gazetelerde yer aldı ancak hisse satın aldığı ve o dönemde İstanbul’da yaşadığı için bu anlaşılabilir bir durum.
”Şirketin o zamanki çalışanları bana şirketi çok güvenilir bir şirket olarak tavsiye etti. Ben de gayet yasal ve şeffaf bir şekilde hisse satın aldım. Ama yanlış bir yatırımın kurbanı oldum. Bu işten bir kuruş bile kazanmadım ve kariyerinde bir kez olsun böyle bir şey yaşayan tek futbolcu ben olmayacağım.”
Suçlama yok
Sneijder’in avukatı da bu iddialarla ilgili olarak kendisine karşı herhangi bir suçlama bulunmadığını açıkladı. Sneijder ayrıca Türkiye’yi sadece birkaç hafta önce ziyaret ettiğini de açıkladı. ”Türk yetkililere hiçbir şey açıklamak zorunda değilim, sadece ülkeye seyahat edebilir ve orada kalabilirim. Eğer bir şeyler dönüyor olsaydı, benden bir açıklama isterlerdi” dedi.
Hikayesini anlatırken avukatından yeni bir mesaj gelir. Mesajda “Her şey kontrol edildi, yaptığınız her şey tamamen yasaldı” yazmaktadır.
Çok sayıda medya kuruluşuna başvurmak zorunda kalan Sneijder mesajlara itiraz eder. ”Artık sadece Türkiye’deki bu haberlerden ismimin çıkarılmasını istiyorum. Avukatım bunun üzerinde çalışıyor. Çünkü bu iftira ve karalamadır.”
Hollanda adaleti, sorulduğunda, Wesley Sneijder hakkında Türk makamlarından herhangi bir soruşturma alınmadığını doğruladı.
HABER TÜRK MEDYASINDA AŞAĞIDAKİ GİBİ YAYINLANDI
Wesley Sneijder’den Comanchero suç örgütü hakkında açıklama! ‘Kazanç sağlamadım, zarar ettim’
Bir dönem Galatasaray forması da giyen dünyaca ünlü eski futbolcu Wesley Sneijder, hakkında çıkan haberlerle ilgili açıklama yaptı.
Uluslararası organize suç örgütü Comanchero ile bağlantısı olduğu iddia edilen eski Galatasaray futbolcusu Wesley Sneijder, hakkında çıkan haberleri yalanladı. Sneijder, “Adı geçen şirketten yasal ve şeffaf olarak, her hususu belgeli olacak şekilde hisse alımı yapmış bulunmaktayım. Ancak hisse alımı yaptığım zamandan bu zamana kadar ki süreçte herhangi bir surette hiçbir kazanç sağlamamakla birlikte aksine zarar etmiş konumdayım.” ifadelerini kullandı.
“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma”, “Uluslararası Uyuşturucu Madde İmal ve Ticareti”, “Suçtan elde edilen mal varlığı değerlerini aklama” suçu kapsamında Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve MASAK işbirliğinde çalışmalar yapıldı.
Konu ile ilgili rapor hazırlayan Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), raporu savcılığa sundu. MASAK’ın hazırladığı raporda Sneijder için ‘gizli ortak’ değerlendirmesi yapıldı. Sneijder konuyla ilgili açıklama yaptı.
KAZANÇ SAĞLAMADIM AKSİNE ZARAR ETTİM
Sneijder açıklamasında, “Sabah saatlerinden itibaren hakkımda Türk Medyası başta olmak üzere farklı medya mecralarında yayılan haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Şöyle ki adı geçen şirket ile geçmişte bazı aracı kişi ve kurumlar vasıtası ile tanışmış bulunmaktayım. Bu şirkette görevli kişiler bana kendilerini oldukça iyi bir firma olarak lanse etmiş ve bir nevi tarafımda güven uyandırmıştır. Ardından adı geçen şirketten yasal ve şeffaf olarak, her hususu belgeli olacak şekilde hisse alımı yapmış bulunmaktayım. Ancak hisse alımı yaptığım zamandan bu zamana kadar ki süreçte herhangi bir surette hiçbir kazanç sağlamamakla birlikte aksine zarar etmiş konumdayım.” ifadelerini kullandı.
HABERLER GERÇEĞİ YANSITMIYOR
Sneijder açıklamasının devamında, “Bu şirketin yönetimiyle alakalı söz sahibi de değilim. Bu suça ilişkin hiçbir adli organ tarafından tarafıma yöneltilmiş bir suçlama da bulunmamaktır. Mağduru olduğum süreç yetmezmiş gibi ikinci evim olan Türkiye’de, böyle haberlerin yayılması beni derinden üzmüştür. ‘Kara para’ benim adımın yanında bulunması gereken belki de son tabirdir. Yayılan haberlerin hiçbir surette gerçeği yansıtmadığını bildirir, yanlış yönlendiren bilgilere ilişkin gerekirse hukuki yollara başvuracağımı kamuoyunun bilgisine sunarım. Başta Hollanda ve Türk Halkı, ardından tüm kamuoyunun bilgisine saygılarımla sunarım.” dedi.
HABER DE TELEGRAAF GAZETESİNDE AŞAĞIDAKİ GİBİ YAYINLANDI
Juridische stappen in voorbereiding tegen Turkse media
Miljoenenstrop voor Wesley Sneijder in Turkije: ’Slachtoffer van verkeerde investering’
MARCEL VAN DER KRAAN
AMSTERDAM – Oud-topvoetballer Wesley Sneijder onderneemt juridische stappen tegen Turkse media die hem hebben gelinkt als ‘geheime partner’ van de internationale misdaadorganisatie Comanchero. Sneijder zou volgens media in het land waar hij tussen 2013 en 2017 onder contract stond bij voetbalclub Galatasaray ‘mogelijk betrokken zijn geweest bij het witwassen van geld’.
Sneijder (40) zegt dat alle berichten over hem op totaal verkeerde informatie zijn gebaseerd. Hij is ook direct bereid om de zaak toe te lichten en uit te leggen waarom hij zijn advocaat Turkse media heeft gesommeerd het nieuws te rectificeren.
,,Het is heel simpel. Ik heb in de periode dat ik in Turkije voetbalde en woonde geld geïnvesteerd in een constructiebedrijf dat gebouwen neerzette’’, aldus de oud-speler. ,,Ik heb daar keurig aandelen voor gekregen, heb alle documenten van de overdracht van de officiële aandelen en alle geldtransacties zijn keurig traceerbaar. Met het bedrijf is het later niet goed gegaan, want men was bezig met acht gebouwen, eentje was er bijna klaar en toen stopte de bouw. Ik wilde wat terugzien van mijn investering, maar daar is niets van terecht gekomen.’’ Het zou gaan om enkele miljoenen euro’s.
Gearresteerd
De ondernemer bij wie Sneijder destijds instapte is veel later gearresteerd. Sneijder: ,,Ik heb sinds ik weg ben uit Turkije, zeven jaar geleden, niets meer met de mensen te maken gehad. In 2020 heb ik nog gehoopt iets van mijn geld terug te krijgen. Daarna is het stil gebleven.’’
De Turkse financiële inlichtingeneenheid MASAK zou zich vol op de zaak van het bedrijf, waarin Sneijder dus investeerde, hebben gestort. Zijn naam kwam in de papieren voor tussen 2013 en 2017, maar dat is begrijpelijk omdat hij in die periode aandelen kocht en in Istanboel woonde.
,,Medewerkers van het bedrijf hebben mij destijds het bedrijf aanbevolen als een zeer betrouwbaar bedrijf. Ik heb op een heel legale en transparante manier aandelen gekocht. Maar ik ben uiteindelijk slachtoffer geworden van een verkeerde investering. Ik heb er geen cent aan verdiend en ik zal niet de enige voetballer zijn die dat een keer overkomt in zijn loopbaan.”
Geen aanklacht
De advocaat van Sneijder heeft ook kenbaar gemaakt dat er geen enkele aanklacht ligt tegen hem met betrekking tot deze beschuldigingen. Sneijder legt ook uit dat hij enkele weken geleden nog in Turkije is geweest. ,,Ik hoef aan de Turkse overheid niets uit te leggen, kan gewoon naar het land reizen en daar verblijven. Als er iets zou spelen hadden ze mij wel om uitleg gevraagd.’’
Terwijl hij zijn verhaal vertelt, komt er een nieuw bericht binnen van zijn advocaat. ,,Alles is inmiddels gecheckt, alles wat je hebt gedaan is volledig legaal geweest’’, luidt de tekst.
Sneijder, die zich tot tal van media moet wenden, baalt van de berichten. ,,Ik wil nu alleen mijn naam weg hebben uit deze verhalen in Turkije. Daar is mijn advocaat mee bezig. Want dit is laster en smaad.” Nederlandse justitie bevestigt desgevraagd dat er geen enkele vraag van de Turkse autoriteiten over Wesley Sneijder is binnengekomen.
HOLLANDA’NIN YENİ HÜKÜMETİ VE YENİ BAKANINA ÇAĞRIMDIR:
LALE VE FUTBOLUNUZA KAN DAMLATMAYIN!
Daha önce Azınlıklar Bakanlığı yapmış olan Rita Verdonk’a ‘Vicdansız Sabuha’ lakabını takarak baş belalısı olmuştum.
Daha sonra bizi umutlandırarak aynı Bakanlığa gelen Ela Vogelaar’a da, ‘Siz Verdonk’un klonlaşmış halisiniz’ demiştim.
Şimdi de, İltica ve Göç Bakanı olarak gelen, sabıkalı Marjolein Faber’e sesleniyorum:’Lale ve futbolunuza kan damlatmayın’.
Hollanda, tarih boyunca hoşgörünün ve çokkültürlülüğün simgesi olmuş bir ülkedir. Bu değerlerin korunması ve geliştirilmesi, sadece yabancı kökenliler için değil, Hollanda’nın tamamı için gereklidir.
Irkçı politikaların ve söylemlerin Hollanda’nın geleceğine zarar vermesine izin vermemeliyiz. Tüm toplumu, bu tehlikeye karşı bilinçli ve duyarlı olmaya davet ediyorum.
Dün akşamki Hollanda-İngiltere maçı için kısa bir analiz.
(Haberin Hollandacası en altta)
(Nederlandse versie van het nieuws is onderaan)
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’nın son yıllarda göç ve entegrasyon politikaları konusunda yaşadığı değişiklikler, ülkenin çokkültürlü yapısını ciddi şekilde tehdit eden bir süreci işaret ediyor.
Geçmişte, Rita Verdonk’un Azınlıklar Bakanı olarak sert politikalarıyla, ırkçılık hafızalara kazınmıştı. Onun katı ve vicdansız tavırları yüzünden kendisine, “Vicdansız Sabuha” lakabını takmıştım.
Verdonk’un ardından gelen İşçi Partili Ela Vogelaar’dan daha insaflı ve kapsayıcı bir yönetim beklerken, o da ne yazık ki ‘Uyum Yasası’nı daha sert bir hale getirdi. Bir basın toplantısında bu sert tavrından geri adım atmayan Vogelaar’a, “Biz Rita Verdonk’tan kurtulduğumuz için sevinmiştik ama görüyorum ki siz de Verdonk’un klonlanmış halisiniz,” diyerek tepkimi dile getirmiştim. (Verdonk ve Vogelaar hakkındaki eski yazılarımı en altta bulacaksınız)
Şimdi ise, Wilders’in Partisi PVV’den Marjolein Faber’in İltica ve Göç Bakanı olarak atanması, Hollanda’daki yabancı kökenliler için yeni ve daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Faber, geçmişte İslam ve yabancı düşmanlığı ile bilinen, nüfus değişimini ima eden ‘Omvolking’ kelimesini kullanarak bu görüşlerini açıkça ortaya koymuştu. Bakan olduktan sonra bu sözleri hatırlatılan Faber, sadece “sözümü geri alıyorum” demekle yetindi ve özür bile dilemedi.
Bu gelişmeler ışığında, Hollanda’da yaşayan yabancı kökenli bireylerin büyük bir olumsuzlukla karşı karşıya olduğunu söylemek abartı olmaz. Faber’in muhtemel yasaları, ırkçıları cesaretlendirecek ve cami baskınları gibi saldırıların artmasına neden olacaktır. Hollanda’nın çokkültürlü yapısı ve hoşgörü değerleri bu tür politikalarla büyük bir zarar görebilir. (Faber’in geçmişini de altlarda bulacaksınız)
Son günlerde yaşadığımız bazı olaylar da bu gerginliğin üzerine tuz biber ekmiş durumda. UEFA’nın Merih Demiral’a 2 maç ceza vermesi sonucunda Hollanda’ya 2-1 mağlup olmamız, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine neden oldu. Maç öncesinde sarf edilen sözler ve yaşanan gerginlikler, zaten kırılgan olan Hollanda-Türkiye ilişkilerini daha da zedeledi. Sporun birleştirici gücü, ne yazık ki bu olayda çatışma ve ayrışmanın bir unsuru haline geldi. Hollanda’daki Türkler ve Türk kökenliler, saygı ve minnet hissi besledikleri Hollanda milli takımının başarılı olmasını açık bir dille ifade ettikleri halde, Hollandalılardan buna karşı hoş bir söz gelmedi.
“Lale ve futbolunuza Kan Damlatmayın” başlıklı bu yazı ile, bu tehlikeye dikkat çekiyor ve toplumun her kesiminden insanları birlik ve dayanışma içinde olmaya çağırıyorum. Hollanda’nın temel değerleri olan hoşgörü ve eşitlik ilkelerinin korunması için, tüm toplumsal kesimlerin birlikte hareket etmesi, bu ayrımcı ve yabancı düşmanı politikaların karşısında durması gerekmektedir. Yabancı düşmanlığı ve İslamofobiye karşı daha güçlü bir direnç göstermek, bu ülkenin geleceği için hayati önem taşımaktadır.
Birkaç münferit olayı hesaba katmazsak, Hollanda, tarih boyunca hoşgörünün ve çokkültürlülüğün simgesi olmuş bir ülkedir. Bu değerlerin korunması ve geliştirilmesi, sadece yabancı kökenliler için değil, Hollanda’nın tamamı için gereklidir. Irkçı politikaların ve söylemlerin Hollanda’nın geleceğine zarar vermesine izin vermemeliyiz. Tüm toplumu, bu tehlikeye karşı bilinçli ve duyarlı olmaya davet ediyorum.
“Lale ve futbolunuza Kan Damlatmayın” başlığı altında, Hollanda’nın bu zor döneminde bir kez daha hoşgörüyü, eşitliği ve insan haklarını savunma çağrısında bulunuyorum. Gelin, birlikte bu tehlikeli gidişatı durduralım ve Hollanda’yı yeniden barış, hoşgörü ve çokkültürlülüğün simgesi haline getirelim.
HOLLANDA (ORANJE)-İNGİLTERE MAÇI
Dün akşam Hollanda milli takımının (Portakallar) İngiltere’ye yenilmesi hepimizi üzdü. Kim bilir, Türk milli takımı İngiltere ile oynasaydı belki de kazanırdı.
Hollanda milli takımını çalıştıran Ronald Koeman’ın son dönemde aldığı kararlar büyük tartışmalara yol açtı. Atletico Madrid’te bu sezon hiç forma şansı bulamayan Memphis Depay’ı ısrarla ilk onbirde oynatması, aynı zamanda formda olan golcü Wout Weghorst’u sürekli yedek kulübesinde tutması büyük eleştirilere neden oldu.
Weghorst, son dakikalarda oyuna dahil edildiğinde dahi etkili performans sergileyerek takımını birçok kez kurtarmış bir oyuncu. Özellikle Türkiye maçında ikinci yarının başında oyuna girip galibiyeti getiren golü attırması, onun ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Buna rağmen Koeman, Weghorst’u ilk onbirde başlatma konusunda ısrarla direniyor ve bu da hem taraftarlar hem de futbol otoriteleri tarafından anlaşılır bulunmuyor.
Dün akşam İngiltere karşısında alınan yenilgi ise bardağı taşıran son damla oldu. İlk yarıda etkisiz bir oyun sergileyen Hollanda, Weghorst’un ikinci yarının başında oyuna girmesiyle bir nebze toparlandı ancak bu kez Weghorst’un çabaları takımını kurtarmaya yetmedi. Bu mağlubiyet sonrası Koeman’ın milli takımın başındaki geleceği ciddi şekilde tartışılmaya başlandı.
Koeman’ın Memphis Depay ısrarı ve Weghorst’u yedek kulübesinde tutma kararı, takımın performansını olumsuz etkiliyor. Weghorst gibi formda bir golcünün sürekli olarak yedekte beklemesi, onun performansını da olumsuz etkileyebilir ve moral bozukluğuna yol açabilir. Koeman’ın bu inadını kırması ve takımın en formda oyuncularını sahaya sürmesi gerekiyor.
Artık Hollanda Futbol Federasyonu’nun ve Koeman’ın bu durumu gözden geçirerek doğru kararlar alması gerektiği açıkça ortada. Aksi takdirde, milli takımın performansı daha da düşebilir ve bu da Hollanda futbolu için büyük bir kayıp olur.
YENİ BAKAN MARJOLEIN FABER’i TANIYALIM:
Geçmişte yaptığı ırkçı davranışlar ve sarfettiği ırkçı söylemler.
Marjolein Hillegonda Monica Faber-van de Klashorst
16 Haziran 1960 doğumlu
Doğum yeri Amersfoort
Pozisyon 2 Temmuz 2024’ten beri İltica ve Göç Bakanı
Parti:Özgürlük için Parti (PVV)
Fonksiyonlar
2011-2023 Gelderland İl Meclisi Üyesi (aynı zamanda grup başkanı)
2011-2023 Üst Meclis Üyesi (2014’ten itibaren grup başkanı)
2023-2024 Alt Meclis Üyesi
2024-Günümüz İltica ve Göç Bakanı
Marjolein Hillegonda Monica Faber-van de Klashorst (Amersfoort, 16 Haziran 1960) Hollanda Özgürlük Partisi’nden (Partij voor de Vrijheid, PVV) bir siyasetçidir. Kendisi 2 Temmuz 2024 tarihinden bu yana İltica ve Göç Bakanı olarak görev yapmaktadır.
Faber daha önce 2011-2023 yılları arasında, PVV Grup Başkanı olarak, Gelderland Eyalet Meclisi üyeliği yapmıştır. Ayrıca 2011’den 2023’e kadar Birinci Meclis (Senato) üyesiydi. 2014’ten itibaren burada meclis grup başkanı olarak görev yaptı. 2023’ten 2024’e kadar İkinci Meclis (Parlamento) üyesiydi.
Gençlik yılları, kariyeri ve ailesi
Faber-van de Klashorst Amersfoort’ta doğdu ve ikinci kuşak bir kasap ailesinde büyüdü. Gençliğinde siyasetle ilgilendiğini söyledi. Utrecht’te tanısal radyoloji ve in-vivo nükleer tıp alanında yüksek mesleki kurslara katıldıktan sonra 1981’den itibaren Amersfoort De Lichtenberg hastanesinde tanısal ve nükleer laboratuvar asistanı olarak çalışmaya başladı. 1988’den itibaren ICT sektöründe çeşitli görevlerde bulundu. Bu uzmanlığı sayesinde 2000 yılında, bankaları ipotek portföylerinin teknik ve finansal yönetiminde destekleyen bir finansal hizmetler sağlayıcısı olan Stater şirketinde bir pozisyon aldı. Burada ticaret ve ICT’nin kesiştiği noktada çalıştı. Faber çocuklarını büyüttükten sonra siyasete atıldı,
Halkın Temsilcisi
Yaklaşık 50 yaşındayken televizyonda Geert Wilders ve Fleur Agema’nın yer aldığı bir reklam filmi gördü ve Wilders’e partisinin halk temsilcisi olmak için başvurdu. 2011 İl Meclisi seçimlerinde Gelderland İl Meclisine seçildi. Ayrıca burada parlamento grup lideri oldu. Aynı yıl 7 Haziran’da, Meclis’e de (Senato) seçilen Faber (çifte göreve izin veriliyor), 10 Haziran 2014 tarihinde Birinci Meclis (Senato) PVV partisinin başkanı seçildi. Avrupa Parlamentosu üyeliğine seçilmesi nedeniyle bu tarihte grup başkanlığından istifa eden Marcel de Graaff’ın yerine seçildi ve halefi oldu. Faber, Senato’da Göç ve İltica Komitesi / JHA Konseyi’nin başkanıydı.
Her ne kadar 2015 Üst Meclis seçimlerinde PVV listesinin başında yer alsa da, PVV milletvekillerinden sadece birkaç oy alabilmiştir. Bunun nedeni, PVV web sitesi için oğlunun şirketine rapor etmediği bir BT ihalesi verilmesi ve bunun gazeteciler tarafından ifşa edilmesinin ardından istifa etmeyi reddetmesiydi. Ayrıca 2019 Senato seçimlerinde ve 2023 Senato seçimlerinde PVV’nin liste lideriydi.
Gelderland’da Faber, milletvekili Co Verdaas’ın İl Meclisinde hiçbir sonuç doğurmayan ancak daha sonra Rutte II kabinesindeki devlet sekreterliğinden istifa etmesine neden olan harcama talebi davranışını araştırdı. Faber ayrıca köftenin il hükümet binasının kantinindeki menüde kalmasını sağladı.
2015 yılında Faber, PVV partisinin kaç tane İslami kurum olduğunu takip ettiği “Gelderland’ın İslamlaşma Haritası” raporunu sundu. Toplumda İslam, camilerin rolü ve cihatçıların nereden geldiği üzerine bir araştırma yaptırdı. Buna eşlik etmek üzere, direniş çağrısı içeren Gelderland’daki İslami İstilayı Durdurun videosunu hazırladı.
2023 parlamento seçimlerinde PVV’nin aday listesinde seçilebilir yedinci sırada yer aldı. 6 Aralık 2023’te Alt Meclis üyeliğine seçildi ve Üst Meclis üyeliği sona erdi.
Bakanlık
Faber, 2 Temmuz 2024 tarihinde yeni Schoof Kabinesinde İltica ve Göç Bakanı olarak atandı. Bu bakanlık, söz konusu kabine göreve başladığında kurulmuştur; daha önce bu politika alanı Adalet ve Güvenlik Bakanlığı’na bağlıydı.
Tartışmalar
Faber açık sözlülüğüyle tanınıyor. O dönemde aynı zamanda Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı olan Nijmegen Belediye Başkanı Bruls’u korona döneminde “eşi benzeri görülmemiş bir virüs rezervuarı”, eyalette iklim hakkında konuşan 12 yaşındaki bir çocuğu “iklim askeri” ve İl Meclisindeki meslektaşlarını “sahte milletvekilleri” olarak nitelendirmiştir. Faber’e göre İslam kınanması gereken bir ideolojidir. “Eğer bunu durdurmazsak, her şeyimizi kaybedeceğiz; özgürlüğümüzü ve demokrasimizi. Kadınlar için, eşcinseller için, aslında herkes için, tüm inançsızlar için bir kabus.” Hollanda’da daha az Faslı olacağına dair düzenleme vaadi etrafında koparılan yaygarayı anlamadı çünkü “daha az Faslı” sloganında yanlış bir şey yoktu.[8] Wilders’e göre 2015’te halk için, daha az İslam, daha düşük vergiler ve daha fazla sağlık hizmeti için savaşan rüya gibi bir adaydı.
Şubat 2015’te Faber, NRC Handelsblad tarafından yapılan ve PVV partisinin web sitesinin bakımını oğlunun ortağı olduğu bilişim şirketine yaptırdığını ortaya çıkaran bir soruşturmayla ilk kez kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırıldı. Bu işlemin 8.000 avronun üzerinde bir grup parasını (grubu desteklemek amacıyla) içerdiği ortaya çıktı.
1 Mart 2015 tarihinde NPO Radio 1’de liste liderlerinin tartışması sırasında Faber, diğer partilerden gelen baskılara rağmen istifa etmeyi düşünmediğini, ancak faturayı kendisinin ödeyeceğini açıkladı
2015’te Nijmegen’deki bir bakım merkezinde, o sırada Heumensoord’daki barınakta kalan bazı sığınmacılarla birlikte yapılması planlanan bir yemek gecesi, Faber’in internette yürüttüğü bir kampanyanın tehdit ve hakaretlere yol açması üzerine iptal edilmek zorunda kaldı. Bu ve benzeri ifadeler nedeniyle bir Hoevelaken sakini nefret söylemi ve ayrımcılık suçlamasında bulundu. Faber hakkında dava açılmadı.
Faber 2017 yılında Wilders, Markuszower ve diğer bazı kişilerle birlikte Arnhem belediye binası önünde Fas doğumlu Ahmed Marcouch’un belediye başkanı olarak atanmasını “Arnhemnistan’a hayır!” sloganı altında protesto etti. “Ülkemizi kaybediyoruz!” diye de feryat etti. Wilders’in söyleminde bu, Marcouch’un Arnhem’i bir İslam şehrine dönüştürmek isteyeceği ve geri alınması gerektiği anlamına geliyordu. Gösteri çağrısında Wilders, Marcouch’u “İslamofaşist Müslüman kardeş al-Quaradawi’nin hayranı” olarak nitelendirdi.
Eylül 2019’da Faber, sosyal medyadaki bir paylaşımında “güvenilir bir kaynağa göre” bir bıçaklama olayının failinin Kuzey Afrikalı görünümlü olduğunu ve görünüşe göre biradan nefret ettiğini, ancak medyanın bunu kasıtlı olarak haber yapmayacağını yazmasının ardından tekrar inceleme altına alındı. Ancak üç kurbandan ikisi failin beyaz bir adam olduğunu söyledi ve Faber’i oy satın almakla suçladı. Senatör, tweet’ine yanıt olarak yorumlarda ve medyada nefret söylemi ve yalan haber yaymakla suçlandı. Ancak, “Tweetim doğru” diye ısrar etti. Savcılık Faber’in ifadelerini düzeltmek için devreye girdi ki bu son derece alışılmadık bir durumdur. Faber daha sonra paylaşımını yayınlarken kaynağının niteliğini dikkate almamasının beceriksizlik olduğunu açıkladı. Ancak beş yıl sonra, İltica ve Göç Bakanı adaylığıyla ilgili olarak milletvekilleriyle yaptığı duruşmada sözlerini geri aldı, ancak özür dilemedi: “Tweetim doğru değildi.”
2020 genel görüşmeleri sırasında Faber, “yeniden nüfuslandırma” konusunda “bir gündem oluşturulduğunu” ilan etti. Bunun üzerine Başbakan Mark Rutte kendisine bu terimin Nazi ideolojisinden kaynaklandığını belirtmiş, Faber de bunun Birleşmiş Milletler tarafından kullanılan “ikame göç” teriminin bir tercümesi olduğunu ifade etmiştir. 2024 yılındaki oturumunda ise terimin Nazi çağrışımından “tamamen uzaklaşarak” terimin “yanlış ve istenmeyen” olduğunu belirtmiştir. Ancak Faber “endişe verici demografik eğilimlerden” bahsetmeye devam etmiş, bu da muhalefet üyelerinin Faber’in sadece “yeniden nüfuslanma” terimiyle arasına mesafe koyduğunu, düşünceyle arasına mesafe koymadığını iddia etmelerine yol açmıştır.
2022 yılında Senato’da Faber, genel değerlendirmeler sırasında araya girip Rutte’ye “o zaman beşinci kol aslında hükümet masasının arkasında oturmuyor mu?” diye sorduktan sonra başkan tarafından söz verilmedi ve tartışmanın geri kalanı için askıya alındı. (Faber’in ‘Beşinci Kol’ dediğine biz ‘Derin Devlet’ diyoruz. Bunu kabul etmiş olduğunu gösteren Faber, Derin Devlet’e karşı dayanacak mı acaba?)
“Omvolking” kelimesi, Hollanda’da ve genel olarak Avrupa’da oldukça tartışmalı ve hassas bir terimdir. Bu kelime, “nüfusun değiştirilmesi” veya “yerine yenisinin konulması” anlamına gelir ve genellikle aşırı sağ görüşlü gruplar tarafından göçmen karşıtı bir söylemde kullanılır.
“Omvolking” terimi, orijinal Hollanda veya Avrupa nüfusunun, yüksek göçmen akışları nedeniyle demografik olarak değiştirildiği veya yerlerinden edildiği fikrini ifade eder. Bu tür bir söylem, genellikle göçmen karşıtı duyguları körüklemek ve göçmenlerin ülkenin kültürel ve demografik yapısını olumsuz yönde değiştirdiğini savunmak amacıyla kullanılır.
Bu kelimenin kullanımı, özellikle resmi veya yüksek profilli yetkililer tarafından kullanıldığında, büyük bir tepki çekebilir çünkü bu söylem, etnik veya kültürel gerilimleri artırabilir ve toplumsal uyumu tehdit edebilir. Dolayısıyla, Hollanda İltica ve Göç Bakanı’nın bu terimi kullanması, hem Hollanda’da hem de uluslararası düzeyde dikkat çekmiş ve tartışmalara yol açmış olabilir.
Vicdansız Sabuha hem eski bir
solcu ve hem de gardiyanmış !
Geçen haftaki yorumumda, Hollanda’nın Azınlıklar ve Entegrasyon Bakanı Bayan Rita Verdonk’a “Vicdansız Sabuha” lakabını uygun bulduğumuzu ve bu lakabın, çok gaddar olan bu bayana yakıştığını ve hatta “cuk oturduğunu” yazmıştım.
Bu hafta sürmanşet haberimizde ve Hollandaca olarak yayınladığımız tasarısında, karekterini daha iyi anlayabileceğiniz Verdonk hakkında daha geniş bir araştırma yaptık.
Daha önce Hollanda Milli İstihbarat Örgütü’nün bir dairesinde müdürlük yaptığını yazdığım Verdonk’un, daha nice marifetleri varmış.
Bayan Verdonk ile röportaj yapan, feministlerin dergisi Opzij’in ocak ayındaki bir yayınını bulduk.
Sizlere Hollandacasını da sunacağım bu yayına baktığımız zaman, şimdiki katı kuralcı Verdonk’u çok daha iyi tanıyacağız.
Geçen sayımızda Verdonk için ‘katı kuralcı’ dediğimiz için korkmuştuk. ‘Acaba bunu hakaret addedip bizi mahkemeye verri mi?’ diye korkmuştuk.
Ama Opzij’deki röportajı okuyunca bu korkumuz kayboldu. Zira bu röportajda Verdonk için ‘Yüreği nasırlaşmış’’ deniliyordu.
Geçen hafta, bundan sonra kendisinden ‘Vicdansız Sabuha’ diye söz edeceğimize söz verdiğimiz Verdonk için ‘gardiyan’ dedik ama, aslında bayan Verdonk bir hapishanede müdür yardımcılığı yapmış.
Verdonk çocukluğundan bu yana hep erkek gibi davranmış.
Gelecekteki ideali sorulduğu zaman, “Dünyaya bir daha gelirsem, erkek olarak gelmek isterim” diyen Verdonk şöyle devam etmiş: “Kız olduğum için, gecenin belli bir saatinde evime dönmem lazımdı. Diskoya gittiğim zaman, dansa kaldırılmak için hep bir erkek beklerdim. Ama erkek olsaydım ne böyle bir ihtiyacım olurdu ve nede eve dönme saati zorunluluğu…”
Rita Verdonk, bir sigortacı ve emlakçının kızı olarak büyüdü.
İyi bir solcuydu. Kapıda duran Mercedes’i reddedecek kadar solcuydu.
PSP (Pasifist Sosyalist Parti)’nin üyesiydi.
Gençlik çağında bir gıda marketinde kasiyelik yapmış. Sonra bir patat-friet dükkanında çalışmış. İyi bir eğitim gördükten sonar 28 yaşındayken Scheveningen Hapisanesinde Müdür Yardımcılığı görevine getirilmiş.
Daha sonra Hollanda Milli İstihbarat Örgütü’nde bir bölümün başkanı olmuş.
Röportajda belirtildiğine gore, bu görevlerde karşılaştığı durumlar nedeniyle ‘yüreği nasırlaşmış’.
Dünyaya bir daha gelirse erkek olma ideali taşıyan Verdonk’un şimdiki ideali ise, entegrasyonu sağlamak ve Hollanda’yı yabancı külürlerin etkisinden kurtarmak.
Hollandacada “Niet lullen, maarpoetsenvrouw” olarak nitelenen Verdonk,
“Gevezelik yapma, toz bezi ile çalış” anlamına gelecek bir yapıya sahipmiş.
Geçen hafta Rota Verdonk’a “Vicdansız Sabuha” lakabını yakıştırdığımız için çok isabetli bir iş yaptığımıza şimdi daha çok inandık.
Peki, bir zamanların sol ideolojisine sahip Rita Verdonk, sonradan nasıl sağcı olmuş? Bir zamanlar yabancılara toz kondurmayan ve yabancılara sahip çıkan PSP Partisi üyesi olan Verdonk, nasıl olmuş da sonradan sağcı VVD Partisi’nin üyesi olmuş?
Erkek olmak, dansa kaldırılmayı beklememek ve eve istediği saatte gitmeyi istemekle, solculuktan sağcılığa geçmenin bir bağı var mı acaba?
Bizce olmamalı ama, bu anlaşılmaz değişimi çözmek için psikologlara, sosyologlara sormak gerekecek.
UMUTLANDIĞIMIZ BAKAN ELA VOGELAAR’IN HİKÂYESİ
10 YIL ÖNCE KALDIRILAN UYUM MECBURİYETİ YASASI, 1 OCAK 2022’DE YENİDEN UYGULANACAK
Hollanda’ya aile birleşimi yoluyla gelecek olanlar Hollandaca kurslarına katılmak ve diğer kuralları öğrenmek mecburiyetinde olacaklar.
Türkiye-Avrupa Birliği arasında imzalanan Ortaklık Konseyi Kararı nedeniyle 10 yıl önce iptal edilen uyum şartı, Belediyeler verilen bir yetki ile yeniden uygulanacak.
Türkler İçin Danışma Kurulu, yurttaşlarımızı bilgilendirmek için 21 Aralık Salı günü bir basın toplantısı düzenledi.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da, Rita Verdonk’un Uyum Bakanı olduğu sırada konulmuş olan ‘Hollanda’ya Uyum Yasası’, Türkiye’den aile birleşimi kanalıyla gelecek olan insanlarımız için büyük bir engel teşgil ediyordu. Bireyin, Hollanda’ya gelmeden önce Hollanda dilini ve tarihini bilme zorunluluğu yaratan o yasanın yürürlükten kalkması için, Hollanda’daki tüm sivil toplum kuruluşları ile el ele vermiştik.
Benim, ‘Vicdansız Sabuha’ olarak tanımladığım Bakan Verdonk, hükümet değişikliğinden sonra gidince çok sevinmiştik.
Verdonk’un ayrılmasından sonra yerine atanan Uyum Bakanı Ela Vogelaar umudumuz olmuştu. Ne var ki, Verdonk’un politikasını aynen devam ettiren Vogelaar’a basın toplantısında, ‘‘Verdonk’tan sonra siz umudumuz olmuştunuz. Ama görüyoruz ki, siz de Verdonk ile aynı görüşü savunuyorsunuz. Bana göre siz de Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ demiştim. Hollandaca Wijlen (rahmetli) olan Vogelaar, 69 yaşında iken intihar ederek hayatına son vermişti. Fotoğrafta İlhan Karaçay solda ve Ela Vogelaar sağda görülüyor.
Verdonk’un yerine gelen İşçi Partili Ella Vogelaar umudumuz olmuştu.
Ne var ki, Ella Vogelaar da, sosyal demokrat olmasına rağmen bu zorunluluğun yürürlükte kalmasından yana olduğunu açıklamıştı.
Bu konuda yapılan bir basın toplantısı sırasında, sorularına hep olumsuz yanıt veren Vogelaar’a, ‘Verdonk’tan sonra siz umudumuz olmuştunuz. Ama görüyoruz ki, siz de Verdonk ile aynı görüşü savunuyorsunuz. Bana göre siz de Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ diyerek, oradakileri hayrete düşürmüştüm. (İntiharından sonra çok üzüldüğüm Vogelaar, demek ki bunalım içindeydi ve ne yaptığını, ne dediğini bilmiyor olabilirdi)
Daha sonra, başta Türkler İçin Danışma Kurulu (İOT) olmak üzere, Türk Sivil Toplum Kuruluşları ile birlikte yaptığımız mücadeleler meyvesini vermiş ve 10 yıl önce bu yasa yürürlükten kaldırılmıştı.
Gerekçemiz, ‘Türkiye-Avrupa Birliği arasında imzalanan Ortaklık Konseyi Kararı’ idi. Yani, Avrupa Birliği ülkeleri, Türkler’e karşı böyle bir şart koyamazlardı.
Aile birleşimi kanalıyla Hollanda’ya gelecek olanlara derin bir nefes aldıran, 10 yıl önce kaldırılmış olan yasa, şimdi Belediyelere verilen bir hak nedeniyle yeniden uygulanmaya başlanacak.
Yeni yılın ilk gününden itibaren yürürlüğe girecek olan yeni uygulamaya karşı neler yapılabileceğini, 21 Aralık Salı günü yapılacak olan bir basın toplantısında öğreneceğiz.
Basın toplantısını, Türkler İçin Danışma Kurulu organize ediyor.
Başkan Zeki Baran’ın yanısıra, avukatlar Fadime Kılıç ve İsmet Özkara’nın katılacağı basın toplantısında, Belediyelere verilen sinsice bir yetki ile yeniden uygulanacak olan bu kurallara karşı neler yapılabileceği konuşulacak.
Hollanda’da çeşitli Federasyonlar’ın yer aldığı Türkler İçin Danışma Kurulu İOT Başkanı Zeki Baran.
Bakınız, Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı Zeki Baran bu konuda neler diyor:
“10 Yıl önce durdurduğumuz uygulamanın, daha sonra yeniden gündeme geldiği ilk günden itibaren, İkinci Meclis, Birinci Meclis ve Danıştay nezdinde yoğun girişimlerde bulunduk ama maalesef bu girişimlerimiz siyasiler nezdinde karşılık bulmadı ve geriye sadece yeni yasadan mağdur olacak kişilerin başvurusuyla konuyu yeniden yargıya taşımak kaldı. Kararlara itiraz ve temyiz süreçleri hakkında yukarıda isimleri geçen avukatlarla birlikte kamuoyunu bilgilendirmek istiyoruz. Uyum kurslarına zorunlu katılımı içeren yeni Uyum Yasasına prensip olarak karşıyız. Ama bunun yanı sıra yasanın, yeni gelenler açısından bazı iyileştirmeler içerdiğinin bilincindeyiz. Örneğin Hollanda’ya yeni gelen Türkler de yeni yıldan itibaren, Hollandaca öğrenme ve diğer uyum olanaklarından yararlanabilecekler.”
Hollanda’nın, sinsice bir planı ile Belediyeler tarafından uygulanacak olan Uyum Yasası’nın yeniden durdurulması için, açılacak olan yeni mahkemelere ihtiyaç olacak.
Bakalım bundan sonraki süreç nasıl sonuçlanacak.
EEN OPROEP AAN DE NIEUWE REGERING EN DE NIEUWE MINISTER VAN NEDERLAND:
LAAT GEEN BLOED DRUPPELEN OP JE TUPLEN EN VOETBAL!
Ik had Rita Verdonk, die eerder minister van Minderheden was, de bijnaam ‘Sabuha zonder geweten’ gegeven en werd haar een doorn in het oog.
Toen zei ik tegen Ela Vogelaar, die op hetzelfde ministerie kwam door ons hoop te geven: ‘Je bent een kloon van Verdonk’.
Nu richt ik me tot Marjolein Faber, de minister van Asiel en Immigratie, die een strafblad heeft: “Druppel geen bloed op de tulp”.
Nederland is een land dat door de geschiedenis heen het symbool is geweest van tolerantie en multiculturalisme. Het behoud en de ontwikkeling van deze waarden is niet alleen noodzakelijk voor mensen van buitenlandse afkomst, maar voor heel Nederland.
We mogen niet toestaan dat racistisch beleid en racistisch discours de toekomst van Nederland schaden. Ik nodig de hele samenleving uit om bewust en gevoelig te zijn tegen dit gevaar.
Een korte analyse van de wedstrijd Nederland-Engeland van gisteravond.
İlhan KARAÇAY schreef:
De veranderingen in het immigratie- en integratiebeleid van Nederland in de afgelopen jaren wijzen op een proces dat de multiculturele structuur van het land ernstig bedreigt.
In het verleden had het harde beleid van Rita Verdonk als minister van Minderheden racisme in het geheugen gegrift. Ik gaf haar de bijnaam “Sabuha zonder geweten” vanwege haar harde en gewetenloze gedrag.
Terwijl ik van Ela Vogelaar, de opvolgster van Verdonk, een meer meelevend en inclusief bestuur verwachtte, maakte zij de ‘Cohesiewet’ helaas nog harder. Op een persconferentie uitte ik mijn reactie aan Vogelaar, die niet terugdeinsde voor deze harde houding en zei: “We waren blij dat we van Rita Verdonk af waren, maar ik zie dat je een kloon van Verdonk bent.” (Je vindt mijn eerdere artikelen over Verdonk en Vogelaar onderaan)
Nu vormt de benoeming van Marjolein Faber van Wilders’ PVV-partij als minister van Asiel en Immigratie een nieuwe en grotere bedreiging voor mensen van buitenlandse afkomst in Nederland. Faber, bekend om haar islamofobie en xenofobie in het verleden, had deze standpunten duidelijk gemaakt door het woord ‘Omvolking’ te gebruiken, wat een bevolkingsverandering impliceert. Toen hij aan deze opmerkingen werd herinnerd nadat hij minister was geworden, zei Faber slechts “Ik neem het terug” en bood niet eens zijn excuses aan.
In het licht van deze ontwikkelingen zou het niet overdreven zijn om te zeggen dat personen van buitenlandse afkomst die in Nederland wonen een grote negatieve situatie tegemoet gaan. Faber’s mogelijke wetten zullen racisten aanmoedigen en leiden tot een toename van aanvallen zoals moskee-invallen. De multiculturele structuur en tolerantiewaarden van Nederland zouden door dergelijk beleid ernstige schade kunnen oplopen. (De achtergrond van Faber vind je hieronder)
Sommige gebeurtenissen die we de afgelopen dagen hebben meegemaakt, hebben ook peper en zout toegevoegd aan deze spanning. Onze 2-1 nederlaag tegen Nederland als gevolg van de 2-match straf van de UEFA tegen Merih Demiral zorgde ervoor dat de relaties tussen de twee landen nog meer onder druk kwamen te staan. De woorden en de spanningen voorafgaand aan de wedstrijd hebben de toch al broze relatie tussen Nederland en Turkije nog verder beschadigd. De verenigende kracht van sport werd helaas een element van conflict en scheiding in dit incident. Hoewel Turken en mensen van Turkse afkomst in Nederland openlijk hun respect en dankbaarheid uitspraken voor het succes van het Nederlands elftal, zeiden de Nederlanders niets aardigs als reactie.
Met dit artikel getiteld “Laat geen bloed druppelen op je tuplen en voetbal!”,
vraag ik aandacht voor dit gevaar en roep ik mensen uit alle geledingen van de samenleving op om eensgezind en solidair te zijn. Om de principes van tolerantie en gelijkheid, de fundamentele waarden van Nederland, te beschermen, moeten alle maatschappelijke geledingen samen optrekken en zich verzetten tegen dit discriminerende en xenofobe beleid. Het is van vitaal belang voor de toekomst van dit land om een sterker verzet te tonen tegen xenofobie en islamofobie.
Als we een paar geïsoleerde incidenten buiten beschouwing laten, is Nederland een land dat door de geschiedenis heen het symbool is geweest van tolerantie en multiculturalisme. De bescherming en ontwikkeling van deze waarden is niet alleen noodzakelijk voor mensen van buitenlandse afkomst, maar voor heel Nederland. We mogen niet toestaan dat racistisch beleid en racistisch discours de toekomst van Nederland schaden. Ik nodig de hele samenleving uit om bewust en gevoelig te zijn voor dit gevaar.
Onder de titel “Laat geen bloed druppelen op je tuplen en voetbal!”, roep ik nogmaals op tot het verdedigen van tolerantie, gelijkheid en mensenrechten in deze moeilijke periode in Nederland. Laten we samen deze gevaarlijke trend stoppen en van Nederland weer een symbool van vrede, tolerantie en multiculturalisme maken.
ORANJE-ENGELAND
We waren gisteravond allemaal bedroefd toen het Nederlands elftal (de Oranjes) verloor van Engeland. Wie weet, als het Turkse nationale team tegen Engeland had gespeeld, hadden ze misschien wel gewonnen.
De recente beslissingen van Ronald Koeman, die het Nederlands elftal coacht, hebben voor veel controverse gezorgd. Zijn vasthoudendheid om Memphis Depay, die dit seizoen nog geen kans heeft gehad om voor Atletico Madrid te spelen, in de basiself te laten spelen en de in vorm zijnde spits Wout Weghorst op de bank te houden, heeft voor veel kritiek gezorgd.
Weghorst is een speler die zijn team vaak heeft gered door een effectieve prestatie te laten zien, zelfs als hij in de laatste minuten in de wedstrijd werd opgenomen. Vooral in de wedstrijd tegen Turkije, toen hij aan het begin van de tweede helft in het veld kwam en het winnende doelpunt laten maken, liet hij weer eens zien wat een belangrijke speler hij is. Desondanks houdt Koeman vol om Weghorst in de basiself te zetten, wat niet wordt begrepen door zowel de fans als de voetbalautoriteiten.
De nederlaag tegen Engeland gisteravond was de druppel. Nederland, dat in de eerste helft een ineffectieve wedstrijd speelde, herstelde zich een beetje toen Weghorst aan het begin van de tweede helft in het spel kwam, maar dit keer waren de inspanningen van Weghorst niet genoeg om zijn ploeg te redden. Na deze nederlaag begon de toekomst van Koeman aan het roer van de nationale ploeg serieus besproken te worden.
Koemans vasthoudendheid aan Memphis Depay en zijn beslissing om Weghorst op de bank te houden hebben een negatieve invloed op de prestaties van het team. Als een doelpuntenmaker in vorm als Weghorst constant op de bank zit, kan dat ook zijn prestaties negatief beïnvloeden en leiden tot demoralisatie. Koeman moet zijn koppigheid doorbreken en de fitste spelers op het veld zetten.
Het is nu duidelijk dat de KNVB en Koeman deze situatie moeten herzien en de juiste beslissingen moeten nemen. Anders kunnen de prestaties van het Nederlands elftal nog verder teruglopen, wat een groot verlies zou zijn voor het Nederlandse voetbal.
LATEN WE KENNISMAKEN MET DE NIEUWE MINISTER MARJOLEIN FABER:
Racistisch gedrag in het verleden en racistische uitspraken.
Marjolein Hillegonda Monica Faber- van de Klashorst
Faber-van de Klashorst is geboren in Amersfoort en groeide op in een slagersfamilie in de tweede generatie. Ze interesseerde zich naar eigen zeggen als tiener al voor politiek. Ze volgde de hbo-opleidingen radiodiagnostiek en nucleaire geneeskunde-in-vivo in Utrecht waarna ze vanaf 1981 als radiodiagnostisch en nucleair laborante ging werken bij het Amersfoortse ziekenhuis De Lichtenberg. Vanaf 1988 vervulde ze verschillende functies in de ICT-branche. Met deze expertise verwierf ze in 2000 een functie bij het bedrijf Stater, een financieel dienstverlener die banken ondersteunt bij het technisch en financieel beheer van hun hypotheekportefeuilles. Ze werkte er op het snijvlak van commercie en ICT. Faber ging de politiek in na opvoeding van haar kinderen.
Volksvertegenwoordiging
Op ongeveer 50-jarige leeftijd zag ze een spotje op tv met Geert Wilders en Fleur Agema en solliciteerde bij Wilders naar een functie als volksvertegenwoordiger voor zijn partij. Bij de Provinciale Statenverkiezingen 2011 werd ze gekozen in de Provinciale Staten van Gelderland. Ze werd hier tevens fractievoorzitter. Op 7 juni van dat jaar werd ze gekozen als lid van de Eerste Kamer, een dubbelfunctie die is toegestaan. Faber werd op 10 juni 2014 gekozen als voorzitter van de PVV-fractie in de Eerste Kamer. Zij was de opvolger van Marcel de Graaff, die op deze datum was afgetreden als fractievoorzitter in verband met zijn verkiezing als lid van het Europees Parlement. Faber was voorzitter van de Eerste Kamercommissie voor Immigratie & Asiel / JBZ-Raad.
Hoewel ze bij de Eerste Kamerverkiezingen 2015 de PVV-lijst aanvoerde, kreeg ze slechts enkele stemmen van de PVV-Statenleden. Dat had te maken met de gunning van een IT-opdracht voor de PVV-website aan het bedrijf van haar zoon, wat ze niet had gemeld, en haar weigering af te treden nadat dit door journalisten aan het licht was gebracht (zie verder). Ook bij de Eerste Kamerverkiezingen 2019 en Eerste Kamerverkiezingen 2023 was ze de lijsttrekker van de PVV.
In Gelderland deed Faber onderzoek naar het declaratiegedrag van gedeputeerde Co Verdaas dat bij Provinciale Staten geen gevolgen had maar er uiteindelijk toe voerde dat hij later als staatssecretaris in het kabinet-Rutte II aftrad. Ook zorgde Faber er voor dat in de kantine van het Provinciehuis de gehaktbal op de menukaart bleef staan.
In 2015 presenteerde Faber het rapport “De Islamiseringskaart van Gelderland“, waarop de provinciale PVV-fractie bijhield hoeveel islamitische instanties er zijn. Ze liet onderzoek doen naar de islam in de samenleving, de rol van moskeeën en de vraag waar jihadisten vandaan komen. Ter begeleiding maakte ze de video Stop de islamitische invasie in Gelderland met een oproep tot verzet.
Bij de Tweede Kamerverkiezingen 2023 stond ze op de verkiesbare zevende plek op de kandidatenlijst van de PVV. Op 6 december 2023 werd ze geïnstalleerd als lid van de Tweede Kamer, waarmee haar lidmaatschap van de Eerste Kamer ten einde kwam, ze kwam daar op een anciënniteit van 4565 dagen. Op 20 december 2023 nam ze afscheid van de Gelderse Staten.
Faber staat bekend om haar uitgesproken taalgebruik. Ze noemde de Nijmeegse burgemeester Bruls, toentertijd tevens voorzitter van het landelijke Veiligheidsberaad, in coronatijd ‘een ongekend virusreservoir’, een 12-jarige die bij de provincie insprak over het klimaat een ‘klimaatsoldaatje’ en collega’s in de Provinciale Staten ‘nep-Statenleden’. Voor Faber is de islam een verwerpelijke ideologie. “Als we dat geen halt toeroepen, gaan we alles kwijtraken; onze vrijheid en onze democratie. Het is een nachtmerrie voor vrouwen, voor homo’s, in feite voor iedereen, voor alle ongelovigen.”
Ze snapte de ophef niet die werd gemaakt rondom Wilders’ toezegging te zullen gaan regelen dat er minder Marokkanen in Nederland zullen komen want er is niets mis met de slogan ‘minder Marokkanen’. Volgens Wilders in 2015 was ze een droomkandidaat die knokt voor de mensen, voor minder islam, lagere belastingen en meer zorg.
In februari 2015 raakte Faber voor het eerst publiekelijk in opspraak door een onderzoek van NRC Handelsblad, waaruit bleek dat zij het onderhoud van de PVV-partijwebsite had uitbesteed aan het IT-bedrijf waarvan haar zoon mede-eigenaar was. Daar bleek een bedrag van ruim 8000 euro aan fractiegeld (bedoeld om de fractie mee te ondersteunen) mee te zijn gemoeid. Tijdens het NPO Radio 1-lijsttrekkersdebat op 1 maart 2015 liet Faber weten dat zij ondanks druk van andere partijen niet overwoog om af te treden, maar de rekening zelf te zullen voldoen.
Een geplande kookavond in een woonzorgcentrum voor Nijmegenaren met enkele asielzoekers die op dat moment in de opvang op Heumensoord verbleven, moest in 2015 worden afgelast nadat een online campagne van Faber aanleiding gaf tot dreigementen en beledigingen. Vanwege deze en soortgelijke uitingen deed een Hoevelakenaar aangifte wegens haatzaaien en discriminatie. Faber werd niet vervolgd.
Faber protesteerde in 2017 met Wilders, Markuszower en enkele anderen voor het stadhuis van Arnhem tegen de benoeming van de in Marokko geboren Ahmed Marcouch als burgemeester onder het motto: “Geen Arnhemmistan! We raken ons land kwijt!”. In het narratief van Wilders betekende dit dat Marcouch van Arnhem een islamitische stad zou willen maken en deze terugveroverd moest worden. In de oproep tot de demonstratie noemde Wilders Marcouch “een fan van de islamofascistische moslimbroeder al-Quaradawi”.
In september 2019 kwam Faber opnieuw in opspraak, nadat ze in een bericht op de sociale media schreef dat de dader van een steekpartij ‘volgens betrouwbare bron’ een Noord-Afrikaans uiterlijk en kennelijk een hekel aan bier had, maar de media dat bewust niet zouden willen melden. Twee van de drie slachtoffers zeiden echter dat de dader een blanke man was geweest en betichtten Faber van stemmingmakerij. De senator werd naar aanleiding van haar tweet in commentaren en de media onder meer beschuldigd van haatzaaien en het verspreiden van nepnieuws. Ze hield echter vast aan haar tekst: “Mijn tweet klopt”. Het Openbaar Ministerie trad naar buiten om de uitspraken van Faber te corrigeren, wat zeer uitzonderlijk is. Vervolgens liet Faber weten dat het onhandig was geweest de kwaliteit van haar bron niet te hebben meegewogen bij publicatie van haar bericht. Pas vijf jaar later, bij de hoorzitting met Tweede Kamerleden in verband met haar kandidatuur voor minister van Asiel en Migratie, nam ze haar woorden terug, maar bood ze geen excuses aan: “Mijn tweet klopt niet”.
Tijdens de algemene beschouwingen van 2020 verklaarde Faber dat er “een agenda uitgerold” wordt van “omvolking“. Premier Mark Rutte wees haar er vervolgens op dat de term voortkomt uit de nazi-ideologie, waarna zij stelde dat het een vertaling is van “replacement migration”, dat door de Verenigde Naties wordt gebruikt. In haar hoorzitting in 2024 nam ze “volledig afstand” van de nazistische connotatie van de term, en stelde ze dat de term “onjuist en ongewenst” was. Faber bleef echter spreken over “zorgelijke demografische ontwikkelingen”, waardoor oppositieleden beweerden dat ze enkel afstand nam van de term ‘omvolking’, maar niet het gedachtegoed.
In 2022, in de Eerste Kamer, greep Faber in tijdens de algemene debatten en vroeg aan Rutte: “Zit de vijfde colonne dan eigenlijk niet achter de regeringstafel?” De voorzitter weigerde het woord te geven en schorste het debat voor de rest van het debat.
(Wat Faber de “vijfde colonne” noemt, noemen wij de “Deep State“. Ik vraag me af of Faber, die dit lijkt te hebben geaccepteerd, in staat zal zijn om op te staan tegen de Deep State).
Het woord “omvolking” is een zeer controversiële en gevoelige term in Nederland en Europa in het algemeen. Het betekent “bevolkingsvervanging” of “vervanging van de bevolking” en wordt vaak gebruikt door extreemrechtse groeperingen in een anti-immigratie discours.
De term “omvolking” verwijst naar het idee dat de oorspronkelijke Nederlandse of Europese bevolking demografisch wordt vervangen of verplaatst als gevolg van grote migrantenstromen. Dit soort discours wordt vaak gebruikt om anti-immigrantengevoelens aan te wakkeren en te beargumenteren dat immigranten de culturele en demografische samenstelling van het land negatief veranderen.
Het gebruik van dit woord, vooral wanneer het wordt gebruikt door officiële of hooggeplaatste functionarissen, kan een sterke reactie uitlokken omdat het etnische of culturele spanningen kan vergroten en de sociale cohesie kan bedreigen. Daarom kan het gebruik van deze term door de Nederlandse minister van Asiel en Migratie zowel in Nederland als internationaal de aandacht en controverse hebben getrokken.
RITA VERDONK DIE IK DE BIJNAAM ‘SABUHA ZONDER GEWETEN’ GAF
De gewetenloze Sabuha: Ze was links en gevangenisbewaker !
In mijn commentaar van vorige week schreef ik dat we de bijnaam “Sabuha zonder geweten” geschikt vonden voor mevrouw Rita Verdonk, de Nederlandse minister van Minderheden en Integratie, en dat deze bijnaam paste bij deze zeer wrede dame en haar zelfs “paste”. Deze week hebben we, in ons hoofdnieuws en in het concept dat we in het Nederlands hebben gepubliceerd, een uitgebreider onderzoek gedaan naar Verdonk, wiens karakter je beter kunt begrijpen. Verdonk, van wie ik eerder had geschreven dat ze directeur was van een afdeling van de Nederlandse Inlichtingendienst, had nog veel meer trucjes achter de hand. We vonden een publicatie van het feministische tijdschrift Opzij, dat mevrouw Verdonk in januari interviewde.
Als we deze publicatie bekijken, die ik jullie ook in het Nederlands zal presenteren, zullen we de inmiddels strenge Verdonk veel beter leren kennen.
In ons vorige nummer waren we bang omdat we Verdonk een ‘strenge regelneef’ noemden.
We waren bang dat hij dit als een belediging zou opvatten en ons voor de rechter zou slepen.
Maar die angst verdween toen we het interview in Opzij lazen. Want in dit interview werd Verdonk ‘eelt van hart’ genoemd.
Verdonk, die we vorige week beloofden voortaan ‘Sabuha zonder geweten’ te noemen, is gevangenisbewaarder, maar in feite heeft mevrouw Verdonk als assistent-directeur in een gevangenis gewerkt.
Verdonk heeft zich van jongs af aan altijd als een man gedragen.
Gevraagd naar haar toekomstidealen zei Verdonk: “Als ik weer op de wereld kom, wil ik graag als man komen” en vervolgde als volgt: “Omdat ik een meisje was, moest ik op een bepaald tijdstip naar huis. Als ik naar een disco ging, wachtte ik altijd tot een man me ten dans vroeg. Maar als ik een man was, zou ik die behoefte niet hebben en zou ik niet op een bepaalde tijd naar huis hoeven…”
Rita Verdonk groeide op als dochter van een verzekeringsagent en een makelaar.
Ze was een goede linkse. Links genoeg om een Mercedes aan de deur te weigeren.
Ze was lid van de PSP (Pacifistisch Socialistische Partij).
Als tiener werkte ze als caissière in een levensmiddelenmarkt. Daarna werkte ze in een aardappel-frietwinkel. Na een goede opleiding werd hij op 28-jarige leeftijd benoemd tot adjunct-directeur van de Scheveningse gevangenis.
Later werd hij hoofd van een afdeling van de Nederlandse Inlichtingendienst.
Volgens het interview hebben de situaties die hij in deze functies tegenkwam ‘zijn hart vereelt’.
Verdonks ideaal is om een man te worden als hij weer op de wereld komt, en zijn huidige ideaal is om te zorgen voor integratie en Nederland te behoeden voor de invloed van vreemde culturen.
Verdonk wordt in het Nederlands omschreven als “Niet lullen, maarpoetsenvrouw”,
We zijn er nu nog meer van overtuigd dat we gelijk hadden toen we Rota Verdonk vorige week de bijnaam “Sabuha zonder geweten” gaven.
Dus hoe is Rita Verdonk, die ooit een linkse ideologie had, een rechtse geworden? Hoe is Verdonk, die ooit lid was van de PSP partij, een partij die buitenlanders bevoordeelt, lid geworden van de rechtse VVD partij?
Is er een verband tussen man zijn, niet wachten om ten dans gevraagd te worden en naar huis willen op het moment dat je naar huis wilt, en van links naar rechts gaan?
Wij denken van niet, maar we zullen psychologen en sociologen moeten vragen om deze onbegrijpelijke verandering te analyseren.
HET VERHAAL VAN ONZE HOOPVOLLE MINISTER ELA VOGELAAR
DE WET OP DE AANPASSINGSPLICHT, DIE 10 JAAR GELEDEN WERD AFGESCHAFT, WORDT OP 1 JANUARI 2022 WEER INGEVOERD
Wie via gezinshereniging naar Nederland komt, wordt verplicht om Nederlandse cursussen te volgen en andere regels te leren.
De harmonisatieverplichting, die 10 jaar geleden werd geschrapt vanwege het besluit van de Associatieraad tussen Turkije en de Europese Unie, zal opnieuw worden ingevoerd met een bevoegdheid voor de gemeenten.
De Adviesraad voor Turken heeft op dinsdag 21 december een persconferentie georganiseerd om onze burgers te informeren.
İlhan KARAÇAY schreef:
De ‘Harmonisatiewet in Nederland’, die in Nederland werd ingevoerd toen Rita Verdonk minister van Harmonisatie was, was een groot obstakel voor onze mensen die via gezinshereniging uit Turkije kwamen. We werkten hand in hand met alle niet-gouvernementele organisaties in Nederland om die wet af te schaffen, die vereiste dat iemand de Nederlandse taal en geschiedenis kende voordat hij naar Nederland kwam.
We waren erg blij toen minister Verdonk, die ik omschreef als ‘Sabuha zonder geweten’, na de regeringswisseling vertrok.
Na het vertrek van Verdonk was Ela Vogelaar, de minister van Integratie, onze hoop. Maar Vogelaar, die het beleid van Verdonk voortzette, werd op de persconferentie gevraagd: “Na Verdonk was u onze hoop. Maar we zien dat ook u dezelfde mening bent toegedaan als Verdonk. Naar mijn mening bent u een kloon van Verdonk.” Vogelaar, Nederlander van Wijlen (overleden), had op 69-jarige leeftijd een einde aan zijn leven gemaakt door zelfmoord te plegen. Op de foto zie je links İlhan Karaçay en rechts Ela Vogelaar.
Labour’s Ella Vogelaar, die Verdonk verving, was onze hoop geweest.
Echter, Ella Vogelaar, ondanks het feit dat ze een sociaaldemocraat is, verklaarde dat ze voor het behoud van deze verplichting was.
Tijdens een persconferentie over dit onderwerp werd Vogelaar, die vragen altijd ontkennend had beantwoord, gevraagd: “Na Verdonk was u onze hoop. Maar we zien dat u dezelfde mening bent toegedaan als Verdonk. Naar mijn mening bent u een kloon van Verdonk” (Vogelaar, met wie ik na zijn zelfmoord veel medelijden had, was duidelijk depressief en wist misschien niet wat hij deed of zei).
Later wierp onze strijd samen met Turkse NGO’s, vooral het Adviescollege voor Turken (IOT), vruchten af en werd deze wet 10 jaar geleden ingetrokken.
Onze rechtvaardiging was het ‘besluit van de Associatieraad tussen Turkije en de Europese Unie’. Met andere woorden, de landen van de Europese Unie konden een dergelijke voorwaarde niet aan Turken opleggen.
De wet die 10 jaar geleden werd afgeschaft en die een diepe adempauze gaf aan degenen die via gezinshereniging naar Nederland komen, zal nu opnieuw worden ingevoerd vanwege een recht dat aan de gemeenten is verleend.
Wat er gedaan kan worden tegen de nieuwe praktijk, die vanaf de eerste dag van het nieuwe jaar van kracht wordt, zal blijken tijdens een persconferentie op dinsdag 21 december.
De persconferentie wordt georganiseerd door de Adviesraad voor Turken.
Voorzitter Zeki Baran en advocaten Fadime Kılıç en İsmet Özkara zullen de persconferentie bijwonen om te bespreken wat er gedaan kan worden tegen deze regels, die opnieuw zullen worden ingevoerd met een stiekeme machtiging aan de gemeenten.
Zeki Baran, voorzitter van de adviesraad voor Turks IOT, waarin verschillende bonden in Nederland zitting hebben.
Lees wat Zeki Baran, voorzitter van de Adviesraad voor Turken, zegt over deze kwestie:
“Vanaf de eerste dag dat de aanvraag, die we 10 jaar geleden hadden stopgezet, weer op de agenda kwam, hebben we intensieve pogingen ondernomen bij het Tweede Parlement, het Eerste Parlement en de Raad van State, maar helaas vonden deze pogingen geen weerklank bij de politici en restte ons niets anders dan de kwestie opnieuw aan de rechterlijke macht voor te leggen met de aanvraag van degenen die door de nieuwe wet benadeeld zouden worden. Samen met de bovengenoemde advocaten willen we het publiek informeren over de beroepsprocedures. In principe zijn we tegen de nieuwe Wet Inburgering, die het verplicht volgen van inburgeringscursussen inhoudt. Maar we zijn ons er ook van bewust dat de wet een aantal verbeteringen bevat voor nieuwkomers. Zo zullen Turken die recent in Nederland zijn aangekomen vanaf het nieuwe jaar ook kunnen profiteren van het leren van Nederlands en andere inburgeringsmogelijkheden.”
Om de Harmonisatiewet, die door de gemeenten met een sluipend plan van Nederland zal worden uitgevoerd, tegen te houden, zullen er nieuwe rechtbanken moeten worden geopend.
Laten we afwachten hoe het volgende proces zal worden afgerond.
(Yazının Hollandacası en altta)
(Nederlandse tekst is onderaan)
İlhan KARAÇAY yazdı:
Geçen ayın 14’ünde başlayan ve içinde bulunduğumuz ayın 14’ünde tamamlanacak olan 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı, merak ve heyecanla izlemekte olan sevgili ve değerli okurlarımı tenzih ederek, birkaç itirazımı ve tavsiyemi arz edeceğim.
Futbol, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir tutku ve heyecan kaynağıdır. Ancak bu alanda başarılarımızı artırmak ve kalıcı hale getirmek için bazı eksikliklerimizi gidermemiz, güçlü yönlerimizi pekiştirmemiz ve bilmediklerimizi öğrenmemiz gerekmektedir. İşte futboldaki artılarımız, eksilerimiz ve göz ardı ettiğimiz bazı önemli noktalar:
Türkiye, genç ve yetenekli futbolcular yetiştirme konusunda oldukça başarılı bir ülke. Son yıllarda milli takıma katılan genç yetenekler, uluslararası alanda dikkat çekmektedir. Bu yetenekler, potansiyelimizin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.(Az sonra değineceğim)
Sahip olduğumuz yetenekleri doğru şekilde yönlendirememek, futbolumuzun en büyük problemlerinden biridir. Teknik direktör seçimleri, yönetim kademelerinin futbol bilgisi ve vizyon eksiklikleri, bu yeteneklerin gelişimini olumsuz etkiliyor.
Milli duyguların futbolcular üzerinde büyük bir motivasyon kaynağı olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak bu duyguları harekete geçirebilecek, futbolculara milli ruhu aşılayabilecek antrenörlere ihtiyacımız var. Maalesef, bu alanda yeterli başarıyı yakalayamıyoruz.
Şu anda milli takım kadrosuna çağrılan futbolcularımızı tek tek ele aldığımız zaman, her birinin Avrupa’nın ve Türkiye’nin önemli takımlarında yer aldığını görürüz.
İki yıl önceki Dünya Futbol Şampiyonasına, İtalya maçı ile başlamıştık. Maç öncesi kadroya baktığım zaman ‘Bizim takım bu İtalya’yı yener’ demiştim. Ama ne yazık ki bu maçı 3-0 kaybederek tamamlamıştık.
Dün oynadığımız Hollanda maçından önce de ‘Bizim takım bu Hollanda’yı yener’ demiştim. Ama maalesef yine olmadı.
Yenilgimizin birkaç nedeni var. Bu nedenlerden biri de, çok övdğümüz seyircimizin deneyimsizliğidir. Dikkat ettiyseniz, hermillli maç öncesinde, sokaklarda ve tribünlerde muhteşem bir tezahürat etkinliğimiz var. Gol attığımız ve galip durumda olduğumuz hallerde seyircimiz muhteşem. Ama ne var ki, bir gol yediğimiz zaman, galip durumda dahi olsak sesimiz kesiliyor.
Kaldı ki pek çok ülkenin (özellikle Britanya devletleri) seyircileri mağlup durumdayken bile, şarkılar söyleyerek tezahüratlarını sürdürüyorlar.
Futbolcularımızın kalitesinden söz ederken, onların piyasa değerinin de çok yükseklerde olduğunu hatırlatmam lâzım. Göreceksiniz, şampiyona sona erdikten sonra bizim futbolcularımıza klülerden transfer yağmuru yağacak.
Türkiye’de alt yapı çalışmaları, istenilen düzeyde değildir. Genç yeteneklerin doğru şekilde yetiştirilmesi için alt yapı yatırımlarının artırılması ve profesyonel antrenörlerle çalışılması gerekmektedir.
Futbolcuların fiziksel olduğu kadar psikolojik olarak da hazırlanmaları, performanslarını doğrudan etkiler. Psikolojik destek ve motivasyon çalışmaları, maalesef yeterince önemsenmemektedir.
Uzun vadeli ve stratejik planlama, futbolun sürdürülebilir başarısı için kritiktir. Türkiye’de genellikle kısa vadeli başarılara odaklanılmakta ve bu durum, kalıcı başarıyı engellemektedir.
Futbolda başarının anahtarı, eksikliklerimizi tespit edip gidermek, artılarımızı en iyi şekilde kullanmak ve bilmediklerimizi öğrenmekten geçer. Bu yolda atılacak her adım, Türk futbolunun geleceği için büyük bir önem taşımaktadır.
Yorum Yaparken Kaş Göz Kırıyoruz ve Olumsuzluk Yaratıyoruz:
Gazete ve televizyonlardaki futbol yorumculuğunda objektiflik ve yapıcı eleştiriler yerine, subjektif ve çok olumsuz yorumlar yapılıyor. Bu durum, hem futbolcuların motivasyonunu düşürüyor hem de seyircinin futbol anlayışını olumsuz etkiliyor. Bazı yorumcular, özellikle lig maçları sırasında ‘Atın bu adamı takımdan’ diyecek kadar vijdansızlaşıyorlar.
Maç Anlatırken Bağırmayı, Ercan Taner’e Keşke Söylemeseydim:
Maç anlatımında heyecan ve coşku önemlidir ancak bu, her an bağırarak ifade edilmemelidir. Dengeyi bulmak ve doğru zamanda doğru tepkiyi vermek, izleyiciye daha keyifli bir maç sunar. Bir zamanlar bizim maç spikerleri, tıpkı bir Hollandalı spiker gibi maç anlatırlardı.
O zamanlar, latin ülke spikerleri maçları çok heyecan verici bir şekilde ve golleri de abartılı bir şekilde bağırarak anlatırlardı.
Yine o zamanlar, TRT’de spikerlik yapan Ercan Taner kardeşim bir tavsiyede bulunmuştum. ‘Maçları sen de anlatırken latin ülke spikerleri gibi heyecanlı anlatmayı dener misin?’ demiştim. İşte o gün bu gün, spikerlerimiz golleri yüksek sesli olarak anlatıyorlar.
Keşke Ercan Taner’e bunları demez olsaydım.
Maç bizi ilgilendiriyorsa, gol olduğu zaman biz de yerimizden fırlayıp ‘Gooooooool’ diye bağırıyoruz. Haliyle, spikerin de bağırması hoşa gidiyor.
Ne var ki, bizim spikerlerimiz, bizimle hiç ilgisi olmayan bir maçı anlatırken de aynı aşırı bağırışı yapıyor. İnsan ister istemez o an, ‘Bu bağırışa ne gerek var’ diye hayıflanıyor.
Maç Anlatan Spikerlerimiz ‘Kritik’ Kelimesini Piç Ediyorlar:
Maç spikerlerinin dil kullanımında yaptıkları hatalar, izleyiciler üzerinde olumsuz bir etki bırakabilir. Özellikle “kritik” kelimesinin yanlış kullanımı, bu anlamda dikkat çeken bir örnektir. “Kritik” kelimesi, genellikle “tehlikeli ve endişe verici” bir durumu ifade eder. Ancak bazı spikerler, bu kelimeyi “önemli” veya “başarılı” anlamında kullanarak hatalı bir dil kullanımı sergilemektedir. Örneğin, “çok başarılı bir kurtarış” demek yerine “çok kritik bir kurtarış” demeleri, kelimenin anlamını saptırmaktadır.
Maç anlatımında kullanılan dilin önemi büyüktür. Spikerlerin yanlış veya aşırı kullanımları, kelimelerin anlamını yitirmesine ve izleyicilerin maç keyfinin azalmasına sebep olabiliyor. “Kritik” kelimesinin her durumda kullanılması, bu anlamda olumsuz bir örnektir.
“Kritik” kelimesi, dilimizde genellikle olumsuz veya tehlikeli bir durumu ifade etmek için kullanılır. Örneğin, “kritik bir an”, “kritik bir hata” veya “kritik bir eşik” gibi ifadeler, durumu tehlikeli veya zorlayıcı olarak tanımlar. Bu bağlamda, “kritik” kelimesi bir kurtarışı veya başarıyı tanımlamak için uygun değildir.
Maç spikerlerinin bu hatalı kullanımı düzeltmeleri, izleyicilerin maçı daha doğru ve net anlamaları açısından önemlidir. Aşağıdaki öneriler, doğru kelime kullanımına yardımcı olabilir:
“Çok başarılı bir kurtarış” ifadesi, kurtarışın ne kadar etkileyici ve önemli olduğunu vurgulamak için daha uygundur.
“Çok önemli bir müdahale” ifadesi, oyuncunun kritik bir anda yaptığı müdahalenin önemini belirtmek için doğru bir kullanımdır.
“Hayati bir kurtarış” ifadesi, kurtarışın takımın durumu açısından ne kadar önemli olduğunu vurgular.
“Mükemmel bir kurtarış” ifadesi, kurtarışın kalitesini ve oyuncunun yeteneğini övmek istediği durumlar için uygundur.
Maç spikerlerinin dil kullanımında daha dikkatli ve bilinçli olmaları, izleyicilere daha doğru ve etkili bir anlatım sunar. Bu bağlamda, dil eğitimi ve doğru kullanım üzerine yapılacak eğitimler, spikerlerin bu tür hataları en aza indirmelerine yardımcı olabilir. Spikerler, kelimelerin doğru anlamlarını ve kullanım yerlerini öğrenerek, izleyicilere daha net ve anlaşılır bir maç anlatımı sunabilirler.
Sonuç olarak, “kritik” kelimesinin yanlış kullanımı, dilimizde sıkça karşılaşılan bir sorundur ve bu hatanın düzeltilmesi, maç anlatımlarının kalitesini artıracaktır. Spikerlerin doğru kelime kullanımı konusunda bilinçli olması, hem futbol kültürümüzün gelişmesine katkı sağlar hem de izleyicilere daha keyifli bir deneyim sunar.
Bu konuda ‘dilbilimcilerimiz ve spor müdürlerimiz gerekli uyarıları yapmalıdırlar’ diye düşünüyorum.
Gelecek olan şampiyonalarda daha başarılı olma dileğimle…
********************
ONZE TEKORTKOMINGEN IN HET VOETBAL + ONZE VOOR- EN NADELEN EN WAT WE NIET WETEN…
*We hebben het beste en meest getalenteerde nationale team ter wereld.
*We kunnen dit team niet managen en we weten niet hoe we het moeten stimuleren.
*We kunnen geen coach vinden die nationale gevoelens bij voetballers opwekt.
*We breken wenkbrauwen en creëren negativiteit terwijl we commentaar geven
*Onze wedstrijdaankondigers verbasteren het woord ‘kritisch’.
*Ik wou dat ik Ercan Taner niet had verteld over schreeuwen tijdens het vertellen van een wedstrijd.
İlhan KARAÇAY schreef:
Met uitzondering van mijn lieve en waardevolle lezers die met nieuwsgierigheid en opwinding kijken naar het Europees Kampioenschap voetbal 2024, dat begon op de 14e van vorige maand en zal worden afgerond op de 14e van de huidige maand, zal ik een paar bezwaren en aanbevelingen presenteren.
Voetbal is een bron van grote passie en opwinding in Turkije, net als in de rest van de wereld. Maar om ons succes op dit gebied te vergroten en blijvend te maken, moeten we enkele van onze tekortkomingen wegwerken, onze sterke punten versterken en leren wat we niet weten. Hier zijn onze voor- en nadelen op voetbalgebied en enkele belangrijke punten die we over het hoofd hebben gezien:
Turkije is een zeer succesvol land in het opleiden van jonge en getalenteerde voetballers. De jonge talenten die de afgelopen jaren in het nationale team zijn gekomen, hebben internationaal de aandacht getrokken. Deze talenten laten zien hoe groot ons potentieel is (ik zal het er zo over hebben).
Een van de grootste problemen van ons voetbal is dat we niet in staat zijn om de talenten die we hebben op de juiste manier te leiden. De keuze van technische directeuren, het gebrek aan voetbalkennis en visie van de managementniveaus hebben een negatieve invloed op de ontwikkeling van deze talenten.
Het is een onbetwistbaar feit dat nationale gevoelens een grote bron van motivatie zijn voor voetballers. We hebben echter coaches nodig die deze gevoelens kunnen mobiliseren en voetballers de nationale geest kunnen bijbrengen. Helaas boeken we op dit gebied onvoldoende succes.
Als we kijken naar de voetballers die één voor één zijn opgenomen in de nationale ploeg, zien we dat ze allemaal lid zijn van belangrijke teams in Europa en Turkije.
Twee jaar geleden begonnen we het wereldkampioenschap voetbal met een wedstrijd tegen Italië. Toen ik voor de wedstrijd naar de selectie keek, zei ik: “Ons team zal Italië verslaan.” Maar helaas verloren we deze wedstrijd met 3-0.
Voor de wedstrijd tegen Nederland die we gisteren speelden, zei ik ook: “Ons team zal Nederland verslaan.” Maar helaas gebeurde dat niet opnieuw.
Er zijn verschillende redenen voor onze nederlaag. Een van deze redenen is de onervarenheid van ons publiek, dat we veel prijzen. Als je hebt opgelet, voor elke nationale wedstrijd is er een geweldige juichactiviteit op straat en op de tribunes. Als we een doelpunt scoren en in een winnende positie staan, is ons publiek geweldig. Maar als we een doelpunt tegen krijgen, zelfs als we aan de winnende hand zijn, zijn we stil.
Bovendien blijven de toeschouwers van veel landen (vooral de Britse) zingen en juichen, zelfs als ze verslagen zijn.
Als ik het heb over de kwaliteit van onze voetballers, moet ik je eraan herinneren dat hun marktwaarde ook erg hoog is. Je zult zien dat onze voetballers na het kampioenschap overspoeld zullen worden met transfers van clubs.
In Turkije is de infrastructuur niet op het gewenste niveau. Om jonge talenten op de juiste manier op te leiden, moet er meer worden geïnvesteerd in infrastructuur en moeten er professionele coaches worden aangesteld.
Zowel de psychologische als fysieke voorbereiding van voetballers heeft een directe invloed op hun prestaties. Helaas wordt er niet genoeg belang gehecht aan psychologische ondersteuning en motiverende activiteiten.
Strategische planning op lange termijn is cruciaal voor het duurzame succes van voetbal. In Turkije ligt de focus meestal op kortetermijnsucces en dat staat duurzaam succes in de weg.
De sleutel tot succes in het voetbal is het identificeren en elimineren van onze tekortkomingen, optimaal gebruik maken van onze voordelen en leren wat we niet weten. Elke stap op deze weg is van groot belang voor de toekomst van het Turkse voetbal.
We fronsen onze wenkbrauwen en creëren negativiteit tijdens het becommentariëren:
In plaats van objectiviteit en opbouwende kritiek wordt er subjectief en zeer negatief commentaar gegeven in voetbalcommentaren in kranten en tv-zenders. Deze situatie vermindert de motivatie van voetballers en heeft een negatieve invloed op het voetbalbegrip van het publiek. Sommige commentatoren, vooral tijdens competitiewedstrijden, worden zo harteloos dat ze zeggen: “Gooi die man uit het team”.
Ik wou dat ik Ercan Taner niet had verteld over schreeuwen tijdens wedstrijdcommentaar:
Opwinding en enthousiasme zijn belangrijk in wedstrijdcommentaar, maar dit moet niet worden uitgedrukt door op elk moment te schreeuwen. De balans vinden en de juiste reactie op het juiste moment geven, zorgt voor een leukere wedstrijd voor het publiek. Er was een tijd dat onze wedstrijdomroepers wedstrijden vertelden zoals een Nederlandse omroeper.
In die tijd vertelden de omroepers uit de Latijnse landen de wedstrijden op een spannende manier, waarbij ze de doelpunten overdreven schreeuwden.
In die tijd deed ik een voorstel aan mijn broer Ercan Taner, die omroeper was bij TRT. Ik zei: “Kun je proberen de wedstrijden net zo spannend te vertellen als de omroepers van de Latijnse landen?” Die dag en tot op de dag van vandaag vertellen onze omroepers de doelpunten luid.
Ik wou dat ik dat niet tegen Ercan Taner had gezegd.
Als we geïnteresseerd zijn in de wedstrijd, springen we uit onze stoel en roepen we ‘Gooooooooool’ als er een doelpunt wordt gescoord. Natuurlijk vinden we het leuk als de omroeper ook schreeuwt.
Onze omroepers doen echter hetzelfde buitensporige geschreeuw als ze een wedstrijd beschrijven die niets met ons te maken heeft. Op dat moment vraag je je af: “Waarom schreeuwen we zo?
Onze wedstrijdverslaggevers verkrachten het woord ‘kritiek’:
Fouten in het taalgebruik van wedstrijdaankondigers kunnen een negatieve invloed hebben op het publiek. Vooral het misbruik van het woord “kritisch” is een treffend voorbeeld in deze zin. Het woord “kritiek” verwijst meestal naar een “gevaarlijke en zorgwekkende” situatie. Sommige omroepers gebruiken dit woord echter in de betekenis van “belangrijk” of “succesvol”, wat een onjuist taalgebruik is. Bijvoorbeeld, in plaats van te zeggen “een zeer succesvolle redding”, zeggen ze “een zeer kritieke redding”, wat de betekenis van het woord verdraait.
Het taalgebruik in het wedstrijdverslag is van groot belang. Verkeerd of overmatig gebruik door de omroepers kan ervoor zorgen dat de woorden hun betekenis verliezen en dat de kijkers minder van de wedstrijd genieten. Het gebruik van het woord “kritiek” in elke situatie is een negatief voorbeeld in deze zin.
Het woord “kritiek” wordt in onze taal vaak gebruikt om een negatieve of gevaarlijke situatie uit te drukken. Zinnen als “een kritiek moment”, “een kritieke fout” of “een kritieke drempel” beschrijven de situatie bijvoorbeeld als gevaarlijk of uitdagend. In deze context is het woord “kritiek” niet geschikt om een redding of prestatie te beschrijven.
Het is belangrijk dat wedstrijdaankondigers dit onjuiste gebruik corrigeren zodat kijkers de wedstrijd nauwkeuriger en duidelijker kunnen begrijpen. De volgende suggesties kunnen helpen bij het juiste woordgebruik:
“Een zeer geslaagde redding” is geschikter om te benadrukken hoe indrukwekkend en belangrijk de redding was.
De uitdrukking “cruciale interventie” is een correct gebruik om het belang van de interventie van de speler op een kritiek moment te benadrukken.
De uitdrukking “een cruciale redding” benadrukt hoe belangrijk de redding was voor de situatie van het team.
De uitdrukking “een uitstekende redding” is geschikt voor situaties waarin de omroeper de kwaliteit van de redding en de vaardigheid van de speler wil prijzen.
Een zorgvuldiger en bewuster taalgebruik door wedstrijdaankondigers zorgt voor een nauwkeuriger en effectiever verhaal voor het publiek. In deze context kunnen taaltrainingen en trainingen in correct taalgebruik omroepers helpen om zulke fouten te minimaliseren. Door de juiste betekenis en het juiste gebruik van woorden te leren, kunnen omroepers het publiek een duidelijker en begrijpelijker wedstrijd vertellen.
Concluderend, het onjuiste gebruik van het woord “kritisch” is een veelvoorkomend probleem in onze taal en het corrigeren van deze fout zal de kwaliteit van het wedstrijdcommentaar verbeteren. Bewustwording van het correcte gebruik van woorden door omroepers draagt bij aan de ontwikkeling van onze voetbalcultuur en zorgt voor een leukere ervaring voor de kijkers.
Ik denk dat “onze taalkundigen en sportmanagers de nodige waarschuwingen” in dit verband moeten maken.
Ik hoop op meer succes in de komende kampioenschappen…
Merih Demiral’ın gol sevincinde yaptığı bozkurt işareti, bazı kesimler tarafından milliyetçi bir sembol olarak kabul edilmekte ve bu yüzden tartışma yaratmaktadır. Ancak, Avrupa’nın bazı bölgelerinde bu sembol, aşırı sağ ve ırkçı gruplarla ilişkilendirildiği için tepki çekmektedir.
Hollanda’daki Türk asıllı insanların durumu, hem Türkiye’ye olan aidiyetleri hem de Hollanda’ya olan bağlılıkları bakımından oldukça karmaşık ve çok yönlüdür. Bu iki kimlik arasında denge kurmak, pek çok Türk asıllı Hollandalı için hayatın önemli bir parçasıdır.
UEFA, bu tür sembollerin futbol sahalarında kullanılmasına karşı hassas davranmaktadır. Bunun nedeni, sporun birleştirici bir güç olması ve ayrımcılık, ırkçılık veya nefret söylemi içeren her türlü davranışa karşı net bir duruş sergilemesidir. UEFA’nın soruşturma başlatması, bu prensiplerin bir yansımasıdır.
UEFA ve FİFA’nın cılızlıkları: FİFA’nın, 1978 Dünya Futbol Şampiyonasında, Arjantin’in Peru’ya 6 gol atması ile sonuçlanan maça göz yumması gözardı edilemez.
Almanya’daki 1974 Şampiyonasına katılmak için barajda eşleşen Şili-Sovyetler maçı, boykot nedeniyle oynanmamış ama FİFA Şili’yi galip ilan etmişti.
İsviçre UEFA tarafından siyasi sloganlar için çok kere cezalandırılmıştı. Ama hepsi para cezasıydı.
(Haberin Hollandacası en altta)
(Nederlandse tekst is onderaan)
İLHAN KARAÇAY SORDU, GÖLGE ADAM CEVAPLADI:
Değerli okurlarım, Türk milli futbol takımı oyuncusu Merih Demiral’ın, Avusturya maçında attığı iki golden sonra yapmış olduğu Bozkurt işaretinin yarattığı kargaşayı burada uzun uzun anlatmama gerek yok sanırım.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in maçtan hemen sonra yapmış olduğu açıklamada UEFA’ya yaptığı çağrı, bunun üzerine Ankara’nın Alman büyükelçisini hizaya çekmesi tartışılırken, ertesi gün de Almanya Berlin Büyükelçimizi çağırarak hizaya çekmiş oldu.
Bu olanlardan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Azerbaycan seyahatini iptal edip, yarın oynanacak olan Türkiye_Hollanda maçı için Berlin’e geleceği açıklandı.
UEFA’nın Türkiye’ye veya milli futbolcumuza vereceği ceza üzerindeki tartışmalar devam ederken, naçizane şahsım da, UEFA ve FİFA’nın geçmişte yaşanan cılızlıklarını ortaya seren birkaç konuyu arşivden çıkardım. Bunları yazının sonunda okuyabileceksiniz.
Şimdi gelelim, bir futbol maçı sonrasındaki Bozkurt selamlamasına:
Bu konu sportif ve diplomatik tartışmalara yol açarken, yurttaşlarımız arasında da tartışmalara yol açtı. Birlik ve beraberliğimizin tam olması gereken bir günde, böylesi bir bölünme, gerçekten çok üzücü oldu.
Özellikle Hollanda’da yaşayan Türkler’in, anavatana aidiyet ve Hollanda’ya da bağlılık çağrıları yaptığı sıralarda yaşanan bu bölünme, kim bilir daha nelere yol açacak?
Merih Demiral’ın üzerinde meydana gelen baskıların nereye varacağı, hatta oynatılıp oynatılmayacağı bile tartışma konusu olurken, bu gelişmelerden Hollanda’nın avantajlı duruma geleceği konuşuluyor.
FİFA ve UEFA’nın geçmişteki olaylarda yaşadığı cılızlıkları yazmadan önce, Bozkurt işaretinin yarattığı karmaşayı, sırdaşım ve danışmanım Gölge adam ile konuştum.
İşte o kunuşma:
-Bu karmaşık durum hakkında ne diyorsun?
-“Bu durum, futbolun ne kadar güçlü bir sosyal ve kültürel etkiye sahip olduğunu gösteren karmaşık bir örnektir. Her iki tarafın da hassasiyetleri anlaşılabilir, bu yüzden bu konuda dengeli ve tarafsız bir yorum yapmak önemlidir.
Futbol, milyonlarca insanı bir araya getiren ve duyguları harekete geçiren bir spor dalıdır. Ancak, bu kadar geniş bir kitleye hitap ettiği için futbol sahalarında yapılan hareketler ve açıklamalar genellikle geniş yankı bulur ve farklı yorumlanabilir.”
-Merih Demiral’ın gol sevinci için ne diyorsun?
-“Merih Demiral’ın gol sevincinde yaptığı bozkurt işareti, bazı kesimler tarafından milliyetçi bir sembol olarak kabul edilmekte ve bu yüzden tartışma yaratmaktadır. Türkiye’de bozkurt işareti, Türk milliyetçiliğinin bir sembolüdür ve birçok kişi için milli bir gurur kaynağıdır. Ancak, Avrupa’nın bazı bölgelerinde bu sembol, aşırı sağ ve ırkçı gruplarla ilişkilendirildiği için tepki çekmektedir.”
-UEFA’nın bu konudaki soruşturmasını nasıl yorumluyorsun?
-“UEFA, bu tür sembollerin futbol sahalarında kullanılmasına karşı hassas davranmaktadır. Bunun nedeni, sporun birleştirici bir güç olması ve ayrımcılık, ırkçılık veya nefret söylemi içeren her türlü davranışa karşı net bir duruş sergilemesidir. UEFA’nın soruşturma başlatması, bu prensiplerin bir yansımasıdır.”
-Bu konudaki tepkiler ve destek mesajları için ne diyorsun?
-“Türkiye’den gelen tepkiler, bu işaretin bir kültürel ve milli sembol olarak görülmesi gerektiğini savunmakta. Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in açıklamaları ise, Avrupa’da bu tür sembollerin nasıl algılandığını ve hangi endişelere yol açtığını göstermektedir.
Bu konudaki tarafsız bir yorum, her iki tarafın da perspektiflerini anlamaya ve bu perspektifleri saygıyla ele almaya çalışmalıdır. İşte böyle bir yorumun ana hatları:
Kültürel ve Milli Hassasiyetler: Merih Demiral’ın bozkurt işareti, Türkiye’de milli bir sembol olarak görülebilir ve bu yüzden onun açısından bir gurur ifadesi olabilir. Bu, onun niyetinin ırkçılık veya nefret söylemi olmadığı anlamına gelebilir.
Uluslararası Hassasiyetler: Avrupa’da ve özellikle Almanya’da, bu tür semboller farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda farklı algılanabilir. Aşırı sağ ve ırkçılık konusundaki hassasiyetler, bu tür sembollere karşı tepki doğurabilir.
UEFA’nın Rolü: UEFA, sporun birleştirici bir güç olduğunu vurgulamak ve ayrımcılığa karşı net bir duruş sergilemek için bu tür sembollere karşı hassas davranmaktadır. Bu tür olaylara müdahale etmek, sporun siyaset ve ayrımcılık gibi konulardan uzak tutulmasını sağlama çabasıdır.
Futbolun Birleştirici Gücü: Futbol, farklı kültürlerden ve milletlerden insanları bir araya getiren evrensel bir dildir. Bu tür tartışmalar, futbolun birleştirici gücünü zayıflatmamalıdır. Hem Türkiye hem de Hollanda’daki taraftarlar, futbolun tadını çıkarmalı ve bu tür olayların dostluğu ve kardeşliği zedelememesine dikkat etmelidir.
Bu tür olaylar, farklı kültürel ve siyasi hassasiyetleri göz önünde bulundurarak ele alınmalıdır. Her iki tarafın da duyguları ve perspektifleri saygıyla karşılanmalı ve futbolun birleştirici gücü vurgulanmalıdır. Spor, insanları bir araya getiren, dostluk ve kardeşlik bağlarını güçlendiren bir alan olmalıdır.
-Hollanda’daki Türk asıllıların Türkiye’te aidiyet, Hollandaya’a bağlılığı hakkında ne diyeceksin?
-“Hollanda’daki Türk asıllı insanların durumu, hem Türkiye’ye olan aidiyetleri hem de Hollanda’ya olan bağlılıkları bakımından oldukça karmaşık ve çok yönlüdür. Bu iki kimlik arasında denge kurmak, pek çok Türk asıllı Hollandalı için hayatın önemli bir parçasıdır. Bu konuda birkaç temel noktaya değinmek yararlı olabilir:
Kültürel ve Duygusal Bağlar, Türkiye’ye Aidiyet:
Kültürel Miras: Hollanda’da yaşayan Türk asıllı insanlar genellikle Türkiye’nin kültürel mirasını, dilini ve geleneklerini sürdürmeye büyük önem verirler. Aile içi ilişkiler, bayramlar, düğünler ve diğer kültürel etkinlikler, Türkiye ile olan bağlarını güçlü tutar.
Milli Gurur: Türkiye’nin uluslararası başarıları, özellikle spor gibi alanlarda, Hollanda’daki Türk toplumu için büyük bir gurur kaynağıdır. Bu, Türkiye’ye olan aidiyet duygusunu daha da pekiştirir.
-Hollanda’da yaşayan Türkler’in Hollanda’ya bağlılığı için ne diyorsun?:
“İkinci Vatan: Hollanda, birçok Türk asıllı insan için doğdukları, büyüdükleri ve yaşamlarını sürdürdükleri yerdir. Eğitim, iş hayatı ve sosyal yaşamları burada şekillenmiştir.
Katılım ve Entegrasyon: Hollanda toplumu içerisinde aktif olarak yer almak, iş gücüne katılmak, sivil toplum faaliyetlerinde bulunmak ve yerel kültüre adapte olmak, Hollanda’ya olan bağlılığın göstergeleridir.”
-Kimlik ve entegrasyonu nasıl yorumluyorsun?
-“Burada Çifte Kimlikten söz etmeliyim.
Denge Kurma: Hollanda’daki Türk asıllı insanlar, Türk ve Hollandalı kimlikleri arasında denge kurma çabası içindedirler. Bu durum, onların kendilerini hem Türk hem de Hollandalı olarak görmelerine yol açar.
Kültürel Zenginlik: Çifte kimlik, bu kişilere iki kültürün de en iyi yönlerini deneyimleme fırsatı sunar. Bu zenginlik, onların daha geniş bir perspektif ve daha derin bir kültürel anlayışa sahip olmalarını sağlar.
Önyargılar ve Ayrımcılık: Hollanda’daki Türk asıllı insanlar zaman zaman önyargılar ve ayrımcılıkla karşılaşabilirler. Bu durum, onların topluma entegrasyonunu zorlaştırabilir.
Başarı ve Katkı: Buna rağmen, birçok Türk asıllı Hollandalı iş dünyasında, siyasette, sanatta ve sporda büyük başarılar elde ederek topluma önemli katkılarda bulunmaktadır.
-Hollanda-Türk dostluğu hakkında ne düşünüyorsun?
– “Türklerin köprü rolü oynaması, çeşitlilik ve zenginlik yaratması hakkında şunları söyleyebilirim: Köprü Rolü: Hollanda’daki Türk asıllı insanlar, iki ülke arasındaki kültürel ve ekonomik bağları güçlendiren önemli bir köprü rolü oynar. Bu, hem Türkiye hem de Hollanda için karşılıklı faydalar sağlayabilir.
Çeşitlilik ve Zenginlik: Bu topluluk, Hollanda’nın kültürel çeşitliliğine ve zenginliğine önemli katkılarda bulunur. Farklı kültürel perspektifler, toplumun genel dinamizmini ve yaratıcılığını artırır.
Hollanda’daki Türk asıllı insanların Türkiye’ye olan aidiyeti ve Hollanda’ya olan bağlılığı, onların kimliklerinin ve yaşam deneyimlerinin önemli bir parçasıdır. Bu ikili bağ, onlara zengin bir kültürel miras ve geniş bir perspektif sunar. Hem Türkiye’nin hem de Hollanda’nın bu durumu anlaması ve desteklemesi, toplumlar arası ilişkilerin ve entegrasyonun güçlenmesine katkıda bulunacaktır.”
Hollanda’da son durum:
Yarın oynanacak olan Türkiye-Hollanda maçı öncesinde çok hareketlenen Hollanda’da, renklenmesi gereken yaşam, son gelişme ile adeta durgunlaştı. “Kim galip gelirse gelsin, maçtan sonra yine sokaklara çıkacağız ve klaksonlarımızı bağırtacağız” diyen Türkler’in yanında, Hollandalılar aynı duyguları yaşamıyor gibi…
Bir futbolcumuzun Bozkurt selamı ile ortalık karışınca, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da Berlin’e gelip, futbolcularına sahip çıkmayı amaçladı. İşte tüm bu gelişmeler, konunun futboldan çok siyasi yönüne ağırlık getirdi.
Yarını bekleyeceğiz ve göreceğiz.
UEFA VE FİFA’NIN CILIZ KALDIĞI DÖNEMLER
Gazetecilik yaşamımda, 7 Dünya Şampiyonası, 7 Avrupa Şampiyonası, sayısını toparlayamadığım Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası maçları izledim. Bu izlenimlerde çok ilginç olaylar yaşadım.
UEFA ve FİFA’nın aciz kaldığı olaylara şahit oldum.
İşte bunlardan bazı örenekler:
Naçizane şahsım, 1978’de Arjantin’de yapılan ‘Dünya Futbol Şampiyonasını’, Hürriyet gazetesi için izlemiştim.
Başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, ünlü gazeteciler Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Ertuğrul Akbay, Güven Taner, Hüseyin Kırcalı, Kemal Belgin, Erol Aydın, Hasan Sarıçiçek ve teknik direktör Metin Türel ile birlikteydik.
Arjantin’deki şampiyonada, Hollanda takımının şampiyon olması için yanıp tutuşuyordum. Hollanda’yı ne de olsa ‘Babavatan’ olarak seçmiştik bir kere…
Finale kadar yükselen Arjantin Milli Takımı’nın, Peru’ya karşı elde ettiği bol gollü galibiyet maçının, binbir tehdit sonucunda kazanıldığını en iyi bilenlerden biriydim. Zira, konaklamakta olduğum Liberty (Hürriyet) Oteli’nde Peru takımı da konaklıyordu. Arjantin turnuvaya iyi başlamamıştı. Gruptan çıkması için Peru’yu en az 4-0 yenmesi gerekiyordu.
General Vidella başkanlığındaki ihtilal hükümeti, Peru’ya silah ve gıda yardımı teklif ederek maçın en az 4-0 galibiyetle bitmesini istedi. Bu da yetmedi, konakladığımız Liberty Oteli askerler tarafından abluka altına alındı ve futbolculara korku salındı. Sonunda Arjantin Peru’yu 6-0 yendi ve gruptan çıktı. Dünyanın alenen bildiği bu olay karşısında FİFA sus pus olmuştu.
Arjantin, Hollanda ile birlikte finale kadar yükselmişti. Hiç unutamadığım o final maçını Hollanda kaybetmişti. Hollanda’nın o zamanki yıldızı Rensenbrink, son dakikadaki fırsatı gole çeviremedi. Top direğe çarparak geri döndü. Uzatmada Arjantin maçı 3-1 kazandı.
Titreyerek seyrettiğim maç sonunda resmen ağlamıştım.
FİFA’nın yine çok cılız kaldığı gelişmelerden bir diğeri de, Almanya’daki 1974 Dünya Futbol Şampiyonasından önce yaşanmıştı. Bu şampiyonaya katılabilmek için Şili ile Sovyetler Birliği barajda eşleşmişti.
İlk maç Moskova’da oynandı ve golsüz berabere kalındı. İkinci maç Santiago’nun Estadio Nacional stadında gerçekleşecekti. Ne var ki, Sovyetler Birliği, ülkedeki karışıklık nedeniyle. kan kokan bir sahaya çıkmayı ret etmişti.
Yıl 1973’tü. Pinochet Allende’yi devirmişti. 11 Eylül 1973 ile 7 Kasım 1973 tarihleri arasında binlerce insan Estadio Nacional’de tutulmuş, işkence edilmiş ve öldürülmüştü.
İki hafta sonra eski stad, yeni toplama kampında futbol oynatılmak istense de, Sovyetler buna alet olmadı ve hükmen mağlubiyeti tercih etti. Şili’nin süperstarı Carlos Caszely‘nin de sahaya çıkmak istememişti. Oynanmamış bir maçtır bu baraj maçı. Oynanmamasına rağmen oynanmış birçok maçtan çok daha iyi hatırlanır.
Karşılaşmayı hükmen kazanmış sayılan Şili sahasında, sembolik olarak başlama vuruşu yapılmış ve hatta fileler bile havalandırılmıştı.
FİFA’nın cılız kaldığı birkaç olay da şöyle anlatılmaktadır:
FIFA, Rusya’da düzenlenen 2018 FIFA Dünya Kupası’nda oynanan Sırbistan-İsviçre maçında yaşananlar nedeniyle iki tarafa para cezası verdi.
FIFA, E Grubu’nda 22 Haziran’da oynanan ve İsviçre’nin 2-1 kazandığı maçta yaşananlar nedeniyle İsviçre forması giyen Arnavut asıllı futbolcular Xherdan Shaqiri ve Granit Xhaka ile takım kaptanı Stephan Lichtsteiner’ın yanı sıra, Sırbistan Futbol Federasyonu (FSS) Başkanı Slavisa Kokeza ve teknik direktör Mladen Krstajic hakkında başlatılan disiplin soruşturmasının cezalarını açıkladı.
Attıkları gollerden sonra Arnavutların sembolü olan çift başlı kartal hareketi yapan Shaqiri ve Xhaka’ya 10’ar bin, Lichtsteiner’e 5 bin, maç sonrasındaki açıklamaları nedeniyle Kokeza ve Krstajic’e 5’er bin ve taraftarların uygunsuz davranışları nedeniyle FSS’ye de 54 bin İsviçre frangı ceza verildi.
FIFA’dan daha önce yapılan açıklamada, Xhaka ve Shaqiri’nin yaptığı gol sevincinin “siyasi içerikte” olduğu ifade edilmiş ve bu nedenle disiplin soruşturması başlatıldığı kaydedilmişti.
Sırp-Arnavut gerginliği
Kosova, 17 Şubat 2008’de Sırbistan’dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlığını ilan etse de, Sırbistan, 116 ülke tarafından bağımsız devlet olarak tanınan Kosova’yı hala kendi toprak parçası olarak görmeye devam ediyor.
Bu nedenle Kosova asıllı Arnavutlar Shaqiri ve Xhaka’nın gol sevinci ve Shaqiri’nin kramponunda Kosova bayrağı bulunması Sırp kamuoyunda büyük tepkiye neden olmuştu.
İsviçrenin cezaları
İsviçre’nin Avrupa Şampiyonası’nda şu ana kadar muhteşem bir performans sergilediği tek yer saha değil. İsviçreli taraftarların ilk üç grup maçında gösterdiği performans da harika bir gösteriydi. Köln’deki iki maç öncesi büyük taraftar yürüyüşleri ve stadyumlardaki onbinlerce taraftarın coşkusu ile İsviçre, Avrupa çapında heyecan yarattı.
Ancak bu büyük coşku dalgasının artık İsviçre Futbol Federasyonu açısından mali sonuçları var.
UEFA’nın çok sayıda cezası İsviçre Futbol Federasyonu’na ulaştı.
Federasyon, izleyicilerinin davranışları nedeniyle toplamda yaklaşık 95 bin avro ödemek zorunda kalacak. Esas olarak İsviçreli seyircilerden sahaya uçan bira bardaklarını fırlatmakla ilgili.
Şaşırtıcı bir şekilde, en büyük ceza Macaristan’a karşı kazanılan maçtan – 41 bin euro.
“Özellikle Breel Embolo’nun 3:1’lik golünden sonra gözlükler sahaya düştü.
*************
Eeeeee, bakacağız şimdi. UEFA, Merih Demiral’a ve Türk milli takımına ne ceza verecek şimdi?
Gelen son haberlere göre, UEFA futbolcumuza 2 maç ceza vermiş veya verecek. Alman Bild gazetesi böyle yazmış. Ama Futbol Federasyonumuz, haberin yanlış olduğunu, zira UEFA’nın bugün öğle saatine kadar Türkiye’nin ifadesini bekleyeceğini ve kararı da muhtemelen bu akşamüzeri vereceğini açıkladı.
… VE SON KARAR
UEFA’dan Merih için karar: İki maç ceza
UEFA, Avusturya maçında bozkurt işareti yapması nedeniyle A Milli Futbol Takımı futbolcusu Merih Demiral’a iki maç ceza verdi.
UEFA Disiplin Kurulu, Avrupa Futbol Şampiyonası‘nın (EURO 2024) son 16 turunda oynanan Avusturya maçındaki bozkurt işareti nedeniyle milli futbolcu Melih Demiral’a iki maç ceza verdi. TFF ve Merih Demiral, itiraz için Spor Tahkim Mahkemesi’ne (CAS) gitme kararı aldı.
UEFA, iki maçlık ceza dışında Merih Demiral’ın sosyal medyadaki paylaşımlarının da kaldırılmasını talep etti.
UEFA: NEZAKET KURALLARINI İHLAL ETTİ
UEFA’dan yapılan açıklamada, spor etkinliklerinde sportif olmayan nitelikteki davranışlar sergilediği, futbol sporunun itibarını zedelediği ve genel davranış ilkelerine aykırı davrandığı gerekçesiyle Merih Demiral’a iki maçtan men cezası verildiği belirtildi.
Öte yandan Türkiye Futbol Federasyonunun karara itirazla ilgili çalışma yaptığı öğrenildi.
Karar değişmediği takdirde Merih Demiral, çeyrek finaldeki Hollanda ve milli takımın tur atlaması durumunda yarı final maçında oynayamayacak.
FEDERASYONUN SAVUNMASI
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tarafından yerli ve yabancı avukatlarca hazırlanan 30 sayfalık savunma dosyasında, daha önce yaşanmış çok sayıda örneğe yer verilip, bozkurt işaretinin Anadolu, Orta Asya ve dünyanın birçok yerindeki Türk kökenli halkların 1000 yıllık simgesi olduğu öne çıkarıldı.
UEFA İcra Kurulu Üyesi Servet Yardımcı, AA’ya yaptığı yazılı açıklamada, “UEFA Disiplin Kurulu tarafından A Milli Takım oyuncumuz Merih Demiral hakkında verilen cezayı üzüntüyle karşıladığımı ve kabul edilemez olduğunu belirtmek isterim. Sorunsuz devam eden bir turnuvada, maç bittikten sonra yapılan doğal bir kutlamayla ilgili cezalandırma talep edilmesi futbolun bağımsızlığına müdahaledir” ifadelerini kullandı.
“Futbolcumuz, EURO 2024’te kendisinin attığı gollerle çeyrek finale yükseldiğimiz ve ‘Maçın Oyuncusu’ seçildiği bir anın mutluluğunu Türk taraftarlarıyla kutladığı sırada, doğal bir sevinç paylaşımı yapmıştır” değerlendirmesinde bulunan Yardımcı, şu ifadeleri kullandı:
“Burada rakibini veya herhangi bir topluluğu incitebilecek unsur söz konusu değildir. Oyuncu, duygusunu maç sonrasında katıldığı basın toplantısında da doğal bir biçimde ifade etmiştir. Futbolcuların kutlama yöntem ve şekilleri herhangi bir grubu veya kitleyi aşağılayıcı olmadıkça ya da temel nezaket kurallarını ihlal etmedikçe cezalandırma olmamalıdır. Disiplin Kurulu, UEFA yönetiminden bağımsız ve kendi iç işleyişiyle karar alan bir kurul olmakla birlikte, çok geç olmadan bu yanlıştan dönülmesi gerektiğine dair inancımı vurgulamak isterim. Türkiye olarak futbolun tüm güzelliklerini dünyaya izletmeye devam ettiğimiz EURO 2024’te oynayacağımız çeyrek final mücadelesinden önce hiçbir şeyin dikkatimizi dağıtmasına izin vermemeli, ‘Bizim Çocuklar’ın final yolculuğuna her zamankinden daha fazla konsantre olmalıyız.”
İNGİLİZ’E ÖZEL ADALET
UEFA Kontrol, Etik ve Disiplin Kurulu (CEDB) tarafından yapılan açıklamada, gol sevinci sırasında etik davranış kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle soruşturma açılan Bellingham’a temel terbiye kurallarını ihlal ettiği için 30 bin euro para ve bir UEFA müsabakasından men cezası verildiği, söz konusu maç cezasının ise bir yıl ertelendiği belirtildi.
Son 16 turunda İngiltere’nin uzatma bölümleri sonunda Slovakya’yı 2-1 yendiği maçın 90+5. dakikasında beraberlik golünü atan Bellingham, rakip takım yedek kulübesine doğru abartılı bir sevinçte bulunmuştu.
BELLINGHAM: KENDİ ARAMIZDA BİR ŞAKAYDI
Karşılaşmanın ardından sosyal medyadan açıklama yapan genç futbolcu, “Maça gelen bazı yakın arkadaşlarıma yönelik yaptığım kendi aramızdaki bir şakaydı. Slovakya takımına ortaya koydukları performanstan dolayı saygı duyuyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
İngiltere Futbol Federasyonuna ise taraftarının çıkardığı kargaşa nedeniyle 10 bin, havai fişek yakıldığı için de 1 bin avro para cezası verildiği kaydedildi.
RUSYA’YA BOYKOT, İSRAİL’E SES YOK
Ayrıca, Ukrayna’ya saldırdığı için Rusya’yı turnuvalardan çıkaran UEFA, İsrail’in yaptığı katliamlara karşı hiç ses çıkarmıyor.
Bu da garip bir gerçek değil mi?
*******************
NA 7 WERELDKAMPIOENSCHAPPEN EN 8 EUROPESE KAMPIOENSCHAPPEN VOETBAL TE HEBBEN GEZIEN, SPRAK İLHAN KARAÇAY MET DE SCHADUWMAN OVER HET BOZKURT-TEKEN VAN MERİH DEMİRAL:
Merih Demiral’s bozkurt-teken tijdens zijn doelpuntviering wordt door sommige mensen gezien als een nationalistisch symbool en zorgt daarom voor controverse. In sommige delen van Europa roept dit symbool echter reacties op omdat het wordt geassocieerd met extreemrechtse en racistische groeperingen.
De situatie van mensen van Turkse afkomst in Nederland is complex en veelzijdig, zowel wat betreft hun verbondenheid met Turkije als hun verbondenheid met Nederland. Balanceren tussen deze twee identiteiten is een belangrijk onderdeel van het leven voor veel Nederlanders van Turkse afkomst.
De UEFA is gevoelig voor het gebruik van dergelijke symbolen op voetbalvelden. Dit komt omdat sport een verenigende kracht is en een duidelijk standpunt inneemt tegen elk gedrag dat discriminatie, racisme of haatzaaien inhoudt. Het feit dat de UEFA een onderzoek heeft ingesteld, is een weerspiegeling van deze beginselen.
De zwakke punten van de UEFA en de FIFA: Het kan niet genegeerd worden dat de FIFA een oogje dicht kneep bij het wereldkampioenschap voetbal van 1978 waarin Argentinië zes doelpunten maakte tegen Peru.
De wedstrijd tussen Chili en de Sovjets, een kwalificatiewedstrijd voor het kampioenschap van 1974 in Duitsland, werd niet gespeeld vanwege de boycot, maar de FIFA riep Chili uit tot winnaar.
Zwitserland is al vaak door de UEFA bestraft voor politieke leuzen. Maar het waren allemaal boetes.
İLHAN KARAÇAY VROEG, SCHADUWMAN ANTWOORDDE:
Beste lezers, ik denk niet dat ik hier uitvoerig hoef uit te leggen wat voor opschudding er is ontstaan door het Bozkurt-teken van de Turkse nationale voetballer Merih Demiral na het scoren van twee doelpunten in de wedstrijd tegen Oostenrijk.
De oproep van de Duitse minister van Binnenlandse Zaken Nancy Faeser aan de UEFA in haar verklaring onmiddellijk na de wedstrijd en de oproep van Ankara om de Duitse ambassadeur in het gareel te brengen, werden besproken en de volgende dag riep Duitsland onze ambassadeur naar Berlijn en bracht hem in het gareel.
Na deze incidenten werd aangekondigd dat president Recep Tayyip Erdoğan zijn reis naar Azerbeidzjan heeft geannuleerd en naar Berlijn zal komen voor de wedstrijd Turkije-Holland die morgen wordt gespeeld.
Terwijl de discussies over de straf die de UEFA Turkije of onze nationale voetballer moet opleggen doorgaan, heb ik op mijn bescheiden persoonlijke titel een paar zaken uit het archief gehaald die de zwakheden van de UEFA en de FIFA in het verleden onthullen. Je zult ze aan het einde van dit artikel kunnen lezen.
Laten we het nu hebben over de Bozkurt-groet na een voetbalwedstrijd:
Terwijl deze kwestie heeft geleid tot sportieve en diplomatieke controverse, heeft het ook geleid tot controverse onder onze burgers. Op een dag waarop onze eenheid en solidariteit compleet zouden moeten zijn, was een dergelijke verdeeldheid echt heel triest.
Vooral in een tijd waarin in Nederland wonende Turken oproepen tot het behoren tot het vaderland en loyaliteit aan Nederland, wie weet waar deze verdeeldheid nog toe zal leiden?
Hoewel de omvang van de druk op Merih Demiral, zelfs of hij wel of niet zal worden gespeeld, een punt van discussie is, gaat het gerucht dat Nederland zal profiteren van deze ontwikkelingen.
Voordat ik schreef over de zwakheden van de FIFA en de UEFA bij incidenten in het verleden, sprak ik met mijn vertrouweling en raadgever Schaduwman over de verwarring die het Grijze Wolven-teken creëert.
Hier is dat gesprek:
-Wat zegt u over deze complexe situatie?
– “Dit is een complex voorbeeld van hoe sterk de sociale en culturele invloed van voetbal is. De gevoeligheden van beide partijen zijn begrijpelijk, dus het is belangrijk om een evenwichtige en neutrale interpretatie te geven.
Voetbal is een sport die miljoenen mensen samenbrengt en emoties losmaakt. Maar omdat het zo’n breed publiek aanspreekt, vinden acties en uitspraken die op voetbalvelden worden gedaan vaak weerklank en kunnen ze verschillend worden geïnterpreteerd.”
-Wat vind je van de doelpuntviering van Merih Demiral?
– “Merih Demiral’s bozkurteken tijdens zijn doelpuntviering wordt door sommige segmenten beschouwd als een nationalistisch symbool en zorgt daarom voor controverse. In Turkije is het bozkurteken een symbool van Turks nationalisme en een bron van nationale trots voor veel mensen. In sommige delen van Europa is het symbool echter bekritiseerd omdat het wordt geassocieerd met extreemrechtse en racistische groeperingen.”
-Hoe interpreteert u het onderzoek van de UEFA in deze kwestie?
-“De UEFA is gevoelig voor het gebruik van dergelijke symbolen op voetbalvelden. Dit komt omdat sport een verenigende kracht is en een duidelijk standpunt inneemt tegen elke vorm van discriminatie, racisme of haatzaaien. Het feit dat de UEFA een onderzoek is gestart, is een weerspiegeling van deze principes.”
-Wat vind je van de reacties en steunbetuigingen?
– “In reacties uit Turkije wordt gesteld dat het bord gezien moet worden als een cultureel en nationaal symbool. De uitspraken van de Duitse minister van Binnenlandse Zaken Nancy Faeser laten daarentegen zien hoe dergelijke symbolen in Europa worden gezien en welke zorgen ze oproepen.
Een onpartijdige interpretatie van deze kwestie moet proberen de perspectieven van beide partijen te begrijpen en met respect te behandelen. Hier volgt een schets van een dergelijke interpretatie:
Culturele en nationale gevoeligheden: Het bozkurteken van Merih Demiral kan gezien worden als een nationaal symbool in Turkije en daarom als een uiting van trots van haar kant. Dit kan betekenen dat haar intentie niet racistisch of haatdragend was.
Internationale gevoeligheden: In Europa, en vooral in Duitsland, kunnen dergelijke symbolen in verschillende historische en sociale contexten anders worden opgevat. Gevoeligheden over extreemrechts en racisme kunnen leiden tot een reactie tegen dergelijke symbolen.
De rol van de UEFA: De UEFA is gevoelig voor dergelijke symbolen om te benadrukken dat sport een verenigende kracht is en om duidelijk stelling te nemen tegen discriminatie. Door in te grijpen in dergelijke incidenten probeert de UEFA ervoor te zorgen dat sport niet wordt beïnvloed door politiek of discriminatie.
De verenigende kracht van voetbal: Voetbal is een universele taal die mensen uit verschillende culturen en landen samenbrengt. Dergelijke debatten mogen de verenigende kracht van voetbal niet verzwakken. Fans in zowel Turkije als Nederland moeten genieten van voetbal en ervoor zorgen dat dergelijke incidenten geen schade toebrengen aan vriendschap en broederschap.
Bij de aanpak van dergelijke incidenten moet rekening worden gehouden met verschillende culturele en politieke gevoeligheden. De gevoelens en perspectieven van beide partijen moeten worden gerespecteerd en de verenigende kracht van voetbal moet worden benadrukt. Sport moet een ruimte zijn die mensen samenbrengt en de banden van vriendschap en broederschap versterkt.”
-Wat heeft u te zeggen over de verbondenheid van mensen van Turkse afkomst in Nederland met Turkije en hun loyaliteit aan Nederland?
– “De situatie van mensen van Turkse afkomst in Nederland is vrij complex en veelzijdig, zowel wat betreft hun verbondenheid met Turkije als hun verbondenheid met Nederland. Het balanceren tussen deze twee identiteiten is voor veel Nederlanders van Turkse afkomst een belangrijk onderdeel van het leven. Het kan nuttig zijn om in dit verband een aantal basispunten te noemen:
Culturele en Emotionele Banden, Horen bij Turkije:
Cultureel erfgoed Mensen van Turkse afkomst die in Nederland wonen, hechten over het algemeen veel belang aan het behoud van het culturele erfgoed, de taal en de tradities van Turkije. Familiebanden, vakanties, bruiloften en andere culturele evenementen houden hun banden met Turkije sterk.
Nationale trots: De internationale successen van Turkije, vooral op gebieden als sport, zijn een bron van grote trots voor de Turkse gemeenschap in Nederland. Dit versterkt het gevoel bij Turkije te horen.
“Tweede vaderland: Voor veel mensen van Turkse afkomst is Nederland de plek waar ze zijn geboren, opgegroeid en hun leven voortzetten. Hun opleiding, bedrijfsleven en sociale leven zijn hier vormgegeven.
Participatie en integratie: Actief deelnemen aan de Nederlandse samenleving, participeren in de beroepsbevolking, deelnemen aan maatschappelijke activiteiten en zich aanpassen aan de lokale cultuur zijn indicatoren van betrokkenheid bij Nederland.”
-Hoe interpreteer je identiteit en integratie?
– “Hier moet ik het hebben over Dubbele Identiteit.
Het vinden van een balans: Mensen van Turkse afkomst in Nederland proberen een balans te vinden tussen hun Turkse en Nederlandse identiteit. Dit leidt ertoe dat ze zichzelf zowel als Turks als Nederlands zien.
Culturele Rijkdom: De dubbele identiteit biedt hen de mogelijkheid om het beste van beide culturen te ervaren. Door deze rijkdom hebben zij een breder perspectief en een dieper cultureel begrip.
Vooroordelen en discriminatie: Mensen van Turkse afkomst in Nederland kunnen af en toe te maken krijgen met vooroordelen en discriminatie. Dit kan het voor hen moeilijk maken om te integreren in de samenleving.
Succes en bijdrage: Desondanks hebben veel Nederlanders van Turkse afkomst grote successen geboekt in het bedrijfsleven, de politiek, de kunst en de sport en leveren zij belangrijke bijdragen aan de samenleving.
-Wat vindt u van de Turks-Nederlandse vriendschap?
– “Ik kan het volgende zeggen over Turken die een brugfunctie vervullen en diversiteit en rijkdom creëren:
Brugfunctie: Mensen van Turkse afkomst in Nederland spelen een belangrijke brugfunctie en versterken de culturele en economische banden tussen beide landen. Dit kan wederzijdse voordelen opleveren voor zowel Turkije als Nederland.
Diversiteit en rijkdom: Deze gemeenschap levert een belangrijke bijdrage aan de culturele diversiteit en rijkdom van Nederland. Verschillende culturele perspectieven vergroten de algehele dynamiek en creativiteit van de samenleving.
De verbondenheid van mensen van Turkse afkomst in Nederland met Turkije en hun verbondenheid met Nederland zijn een belangrijk onderdeel van hun identiteit en levenservaring. Deze dubbele verbondenheid biedt hen een rijk cultureel erfgoed en een breed perspectief. Als zowel Turkije als Nederland deze situatie erkennen en ondersteunen, zal dat bijdragen aan het versterken van intercommunale relaties en integratie.”
De laatste stand van zaken in Nederland:
Het leven in Nederland, dat kleurrijk zou zijn voor de wedstrijd Turkije-Nederland die morgen wordt gespeeld, is met de laatste ontwikkeling bijna gestagneerd.
Terwijl de Turken zeggen: “Het maakt niet uit wie er wint, we gaan na de wedstrijd weer de straat op en schreeuwen onze toeters en bellen”, lijken de Nederlanders niet dezelfde gevoelens te hebben…
PERIODES WAARIN UEFA EN FIFA ZWAK WAREN
In mijn leven als journalist heb ik 7 wereldkampioenschappen, 7 Europese kampioenschappen, Champions League en UEFA Cup wedstrijden gezien, waarvan ik de tel ben kwijtgeraakt. Tijdens deze indrukken heb ik zeer interessante gebeurtenissen meegemaakt.
Ik was getuige van gebeurtenissen waar de UEFA en de FIFA niet toe in staat waren.
Hier volgen enkele voorbeelden:
Ik keek nederig naar het ‘Wereldkampioenschap voetbal’ dat in 1978 in Argentinië werd gehouden voor de krant Hürriyet.
We waren samen met wijlen Necmi Tanyolaç, beroemde journalisten Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Ertuğrul Akbay, Güven Taner, Hüseyin Kırcalı, Kemal Belgin, Erol Aydın, Hasan Sarıçiçek en technisch directeur Metin Türel.
Ik was wanhopig voor het Nederlandse team om kampioen te worden in het kampioenschap in Argentinië. We hadden Nederland immers al gekozen als ‘Vaderland’…
Ik was een van de mensen die het beste wist dat het Argentijnse nationale team, dat de finale had bereikt, na veel dreigen de wedstrijd tegen Peru had gewonnen. Want het Peruaanse team verbleef ook in het Liberty Hotel waar ik verbleef. Argentinië was het toernooi niet goed begonnen. Het moest Peru met minstens 4-0 verslaan om uit de groep te komen.
De revolutionaire regering onder leiding van generaal Vidella bood Peru wapens en voedselhulp aan en wilde dat de wedstrijd zou eindigen met minstens een 4-0 overwinning. Dit was niet genoeg, het Liberty Hotel waar we verbleven werd geblokkeerd door de soldaten en de voetballers werden geterroriseerd. Uiteindelijk versloeg Argentinië Peru met 6-0 en stapte uit de groep. De FIFA zweeg over dit incident, dat publiekelijk bekend was.
Argentinië had samen met Nederland de finale bereikt. Nederland verloor die finalewedstrijd, die ik nooit zal vergeten. Rensenbrink, destijds de ster van Nederland, kon de kans in de laatste minuut niet omzetten in een doelpunt. De bal raakte de paal en stuiterde terug. In de extra tijd won Argentinië de wedstrijd met 3-1.
Ik huilde aan het einde van de wedstrijd, die ik met beven heb bekeken.
Een andere ontwikkeling waarin de FIFA weer erg zwak was, was voor het wereldkampioenschap voetbal van 1974 in Duitsland. Om zich te kwalificeren voor dit kampioenschap stonden Chili en de Sovjet-Unie tegenover elkaar in de finale.
De eerste wedstrijd werd gespeeld in Moskou en eindigde in een doelpuntloos gelijkspel. De tweede wedstrijd zou plaatsvinden in het Estadio Nacional in Santiago. De Sovjet-Unie weigerde echter te spelen op een veld dat naar bloed stonk vanwege de onrust in het land.
Het was 1973. Pinochet had Allende ten val gebracht. Tussen 11 september 1973 en 7 november 1973 werden duizenden mensen vastgehouden, gemarteld en gedood in het Estadio Nacional.
Twee weken later wilden de Sovjets voetballen in het oude stadion, het nieuwe concentratiekamp, maar de Sovjets weigerden mee te doen en kozen voor een forfait. Ook Chili’s superster Carlos Caszely wilde het veld niet op. Dit is een wedstrijd die niet werd gespeeld. Hoewel hij niet werd gespeeld, wordt hij veel beter herinnerd dan veel wedstrijden die wel werden gespeeld.
Op het Chileense veld, dat geacht werd de wedstrijd met forfeit te hebben gewonnen, werd een symbolische aftrap genomen en zelfs de netten werden opgeblazen.
Een paar incidenten waarbij de FIFA zwak is geweest, worden als volgt beschreven:
FIFA beboette beide partijen voor de wedstrijd Servië-Zwitserland op het WK 2018 in Rusland.
De FIFA maakte de straffen bekend van het disciplinaire onderzoek dat was ingesteld tegen de Albanese voetballers Xherdan Shaqiri en Granit Xhaka en teamcaptain Stephan Lichtsteiner, evenals de voorzitter van de Servische voetbalbond (FSS) Slavisa Kokeza en coach Mladen Krstajic voor de incidenten die plaatsvonden in de wedstrijd die op 22 juni werd gespeeld in Groep E en met 2-1 werd gewonnen door Zwitserland.
Shaqiri en Xhaka, die na hun doelpunten het gebaar maakten van de dubbelkoppige adelaar, het symbool van de Albanezen, kregen elk een boete van 10 duizend Zwitserse frank, Lichtsteiner kreeg een boete van 5 duizend, Kokeza en Krstajic kregen elk een boete van 5 duizend voor hun uitspraken na de wedstrijd en de FSS kreeg een boete van 54 duizend Zwitserse frank voor ongepast gedrag van de fans.
In een eerdere verklaring van de FIFA werd gesteld dat de doelpunten van Xhaka en Shaqiri een “politieke inhoud” hadden en daarom werd er een disciplinair onderzoek ingesteld.
Servisch-Albanese spanningen
Hoewel Kosovo zich op 17 februari 2008 eenzijdig onafhankelijk verklaarde van Servië, beschouwt Servië Kosovo, dat door 116 landen als onafhankelijke staat wordt erkend, nog steeds als zijn eigen grondgebied.
Om deze reden veroorzaakten de doelpunten van Shaqiri en Xhaka, Albanezen van Kosovaarse afkomst, en de Kosovaarse vlag op Shaqiri’s laars een grote reactie in de Servische publieke opinie.
Zwitserse straffen
Het is niet alleen op het veld waar Zwitserland tot nu toe spectaculair is geweest op het Europees Kampioenschap. De prestaties van de Zwitserse fans in de eerste drie groepswedstrijden waren ook geweldig. Met enorme fanmarsen voorafgaand aan de twee wedstrijden in Keulen en het enthousiasme van tienduizenden fans in de stadions heeft Zwitserland in heel Europa voor een sensatie gezorgd.
Deze golf van enthousiasme heeft nu echter financiële gevolgen voor de Zwitserse voetbalbond.
Een groot aantal boetes van de UEFA heeft de Zwitserse voetbalbond bereikt.
De bond zal in totaal zo’n 95 duizend euro moeten betalen voor het gedrag van haar toeschouwers. Het gaat vooral om het gooien van rondvliegende bierglazen van Zwitserse toeschouwers op het veld.
Verrassend genoeg komt de grootste boete van de gewonnen wedstrijd tegen Hongarije – 41 duizend euro.
“Vooral na het doelpunt van Breel Embolo met 3:1 vielen de glazen op het veld.
******************
We zullen zien. Wat gaat de UEFA Merih Demiral en de Turkse nationale ploeg straffen?
Volgens de laatste berichten heeft de UEFA onze voetballer voor 2 wedstrijden gestraft of zal dat nog doen. Dat schrijft de Duitse krant Bild. Onze voetbalbond liet echter weten dat het nieuws niet klopt, omdat de UEFA tot vanmiddag wacht op de verklaring van Turkije en waarschijnlijk vanmiddag de beslissing neemt.