Sırdaşı ve danışmanı Gölge Adam ile görüşen Karaçay, her yıl artmakta olan sıcaklıkların etkisini ve bıraktığı izleri sizlere sunuyor.
Soğuk Hollanda’dan, sıcaklık aramak için Mersin’e gidenler, daha sonra serinlik arama ihtiyacı hissediyorlar.
Sıcaklık öyle bir hal alıyor ki, insanlar psikolojik bunalım geçiriyorlar.
Dağ evlerine sığınanlar bile, yayla serinliğini bulamıyorlar.
Gölge Adam, sıcaklığın yarattığı bunalımın nedenlerini ve çarelerini anlatıyor.
(Haberin Hollandacası en altta)
Nederlandse versie van het bericht is onderaan)
İlhan KARAÇAY sordu, GÖLGE ADAM anlattı:
Değerli okurlarım,
Türkiye’de yapılan 31 Mart yerel seçimlerinde oy kullanmak ve ardından da bir bahar dinletisi yapmak için, 29 Mart günü Mersin’e gitmiştim.
Barınacağım yer, Toros dağlarındaki bir yaylada yaptırdığım evdi.
Geçen yıl da aynı yayla evinde ağustos ayında kadar uzanan bir tatil yapmıştım.
‘Yayla’ denince, insanın aklına ilk gelen ‘serinlik’tir.
Mersin şehir merkezinde hava sıcaklığı 32 ise, denizden 950 metre yüksekte olan bizim yaylamızdaki sıcaklık, normalde 26 derece olur. Geceleri Mersin’deki sıcaklık 26 ise, yayladaki sıcaklık 20 derece olur.
Yukarıdaki derecelere bakıldığı zaman, yaylada yaşamanın, Mersin’de yaşamaktan daha kolay olduğunu anlarsınız. Bu nedenle önbinlerce Mersinli ve civar illerden gelenler, yaz aylarından yaylaları doldururular.
Ne var ki, geçem yıl Mersin’de baş gösteren, gölgede 46 derecelik sıcaklık, bizim yaylamızda 38 dereceyi bulmuştu. İzolasyonu mükemmel olan yayla evimizin içindeki sıcaklık da 38 derece idi.
İnanır mısınız, koltuğa değil oturmak, koltuğa el değdirdiğim zaman elim yanıyordu.
Anlayacağınız o evde o şartlarda yaşamak gerçekten imkânsızdı.
O sırada Hollanda’da bulunan eşime durumu anlatırken, eşimden gelen uyarı beni rahatlattı.
Eşim, “Hilton’a taşın o zaman” demişti.
Sağolsun, Adana ve Mersin Hilton’da Genel Müdürlük yapan dostum Abdurrahman Topak’ı aradım. Sıcaklar normale dönünceye kadar otellerinde barınmak istediğimi söyledim. Dost kıyağı bir fiyatla Hilton’da 5 gece geçirdim. Sıcaklığın normale dönmeyeceğini anlayınca da, Hollanda’ya dönüş kararı aldım ve Hilton’dan Adana Şakirpaşa Havalimanın’na giderek Hollanda’ya uçtum.
Biliyorum, çoğunuz, “İyi de oraya bir soğutucu klima yaptıramadın mı?” diye soracak.
Buna cevabım şu olacak: ‘Allah Allah, dağda yaylada bulunan eve klima mı gerekir?’
Geçen yılki sıcaklık dalgasının, bu yıl da, belki de daha fazlasıyla devam edeceğini bildiğim için, bu yıl mart ayında gelip, mayıs sonunda dönmeyi planlamıştık. Öyle de yapmaya çalıştık. Nisan ve mayıs ayındaki yayla serinliği gerçekten çok hoştu. Ne var ki haziran gelince sıcaklıklar yeniden yükselmeye başladı.Eşim çok sıkıntı çekiyordu. Hollanda’dan kızım Vahide’yi, annesini Hollanda’ya götürmek üzere Mersin’e çağırdım. Onlar haziran başında Hollanda’ya döndüler. Ben ise, akraba ve arkadaşlar ile daha rahat görüşme sağlayacak günleri bekledim. Ne var ki sıcaklıklar birden bire yükselmeye başladı.
Bende bir tuhaflık belirlenmeye başladı.
Yaşamı boyunca, hiçbir mücadeleden kaçmayan, badirelere karşı korkusuzca direnç gösteren, morali hiç bozulmayan ve psikolojisi de her zaman güçlü olan İlhan Karaçay’da, bir sıcaklık fobisi baş göstermişti.
Buna rağmen, bu kez Hilton’a taşınma yerine, Hollanda’ya ‘sığınma’ kararı aldım. Bu ‘sığınma’ tabii ki ‘iltica’ sığınması değil, sıcaktan serinliğe sığınmasıydı.
Öyle de yaptım. Mersin’in Toroslar’daki yaylasından Hollanda’ya geldiğim zaman hissettiğim serinlik bana yararlı oldu ve huzurum yerine geldi.
Hollanda’da kaldığım ilk dört beş gün, ağzımdan en çok, ‘Oooooh be, bu ne serinlik be’ lafı çıkıyordu.
Geçen yıl ve bu yıl yaşadığım sıcaklık ’felaketi’, beni o kadar derinden yaralamıştı ki, bu konuyu açıklığa kavuşturmak için ‘Bir bilen’ ile konuşmaya karar verdim.
Biliyorsunuzdur, benim ‘Bir bilenim’, çok yakın bir dostum olan Gölge Adam’dır.
Sordum Gölge Adam’a: Mersin gibi sıcak bir bölgede doğmuş ve 25 yaşına kadar yaşamış bir kişi, aynı yere her yıl gittiği halde, sıcaklardan neden bu kadar etkilendi. Sıcaklığın getirdiği rahatsızlıklar nelerdir?
Aldığım yanıt şunlar oldu:
Hava sıcaklığının insan psikolojisi üzerinde önemli etkileri olduğu malumdur. Yüksek sıcaklıklar, sadece fiziksel rahatsızlıklara neden olmakla kalmaz, aynı zamanda ruh hali ve zihinsel sağlık üzerinde de olumsuz etkiler yaratır.
Öncelikle, yüksek sıcaklıkların insanlarda fiziksel rahatsızlıklara yol açabileceği iyi bilinmektedir. Bu rahatsızlıklar arasında baş ağrısı, susuzluk, yorgunluk ve uyku problemleri yer alır. Bu fiziksel belirtiler, bireylerin günlük yaşamlarını zorlaştırarak stres seviyelerini artırabilir ve genel huzursuzluk yaratabilir.
Psikolojik açıdan, sıcak hava insanların ruh hallerini ve davranışlarını olumsuz yönde etkiler. Araştırmalar, sıcaklıkların artmasıyla birlikte insanların daha huzursuz, sinirli ve agresif olma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bu durum, toplumsal ilişkilerde çatışmalara ve bireysel anlamda ruhsal bunalıma neden olabilir. Sıcak hava, özellikle uzun süreli maruz kalındığında depresif belirtileri ve anksiyete düzeylerini artırabilir.
Buna ek olarak, yüksek sıcaklıkların uyku kalitesini olumsuz etkilediği de bilinmektedir. Yetersiz ve kalitesiz uyku, zihinsel sağlığı doğrudan etkileyerek dikkat dağınıklığı, unutkanlık ve karar verme yetilerinde azalmaya yol açar. Bu durum, kişinin iş performansını ve genel yaşam kalitesini düşürür.
İklim değişikliği ve küresel ısınma gibi uzun vadeli sıcaklık artışlarının da bireyler üzerinde kalıcı psikolojik etkiler yaratabileceği öngörülmektedir. Sürekli sıcak hava dalgaları, insanlarda kronik stres ve endişe yaratabilir, bu da uzun vadede ciddi ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilir.
Sonuç olarak, hava sıcaklığının insan psikolojisi üzerinde önemli ve çoğu zaman olumsuz etkileri vardır. Bu etkileri minimize etmek için bireylerin serin ve rahat ortamlarda bulunmaları, yeterli sıvı alımı ve düzenli uyku gibi önlemler alması önemlidir. Ayrıca, toplumsal düzeyde de sıcak hava dalgalarına karşı koruyucu önlemlerin artırılması, halk sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.
Sıcak hava gerçekten de insanların stres seviyeleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Bu olgu çeşitli şekillerde açıklanabilir:
Fizyolojik Etkiler
Sıcaklık ve Fizyolojik Stres: Ortam sıcaklığı yükseldiğinde, vücut sabit bir iç sıcaklığı korumak için daha fazla çalışmak zorunda kalır. Bu, terleme ve kalp atış hızının artması yoluyla gerçekleşir ve bu da vücut için stres anlamına gelir.
Uyku bozukluğu: Sıcak hava uykuyu bozabilir. Uyku eksikliği, ana stres hormonu olan kortizol seviyelerinin artmasına neden olur ve kişinin stresle başa çıkma yeteneğini azaltır.
Psikolojik Etkiler
Artan Tahriş ve Saldırganlık: Araştırmalar, insanların daha sıcak koşullarda daha çabuk tahriş olduklarını ve saldırganlaştıklarını göstermiştir. Bunun nedeni, daha kısa sigortalara ve daha fazla çatışmaya yol açan sıcaklığın neden olduğu rahatsızlık olabilir.
Bilişsel Yorgunluk: Isı, bilişsel işlevleri de etkileyerek konsantrasyonu ve karar vermeyi zorlaştırabilir. Bu durum, özellikle zihinsel çaba gerektiren durumlarda stres hissinin artmasına yol açabilir.
Sosyal ve Çevresel
Değişen Sosyal Etkileşimler: Yüksek sıcaklıklar insanları kapalı alanlarda kalmaya teşvik ederek sosyal etkileşimleri ve aktiviteleri azaltabilir. Bu izolasyon, stresin ve yalnızlık hissinin artmasına neden olabilir.
Çalışma Ortamı Üzerindeki Etkisi: Sıcak koşullarda çalışmak, özellikle de yeterli soğutma yoksa, çalışanlarda stres seviyelerinin artmasına neden olabilir. Bu durum özellikle fiziksel olarak zorlayıcı işler içeren veya açık havada yapılan meslekler için geçerlidir.
Isı stresini yönetmek
Hidrasyon ve Dinlenme: Susuz kalmamak ve serin bir ortamda düzenli molalar vermek çok önemlidir. Bu, vücudun iyileşmesine yardımcı olur ve fizyolojik stresi azaltır.
Yaşam Ortamında Ayarlamalar: Klima, vantilatör kullanmak ve gölgeli alanlar oluşturmak sıcağın etkisini azaltmaya yardımcı olabilir.
Aktivitelerin Uyarlanması: Yorucu fiziksel aktivitelerin sabahın erken saatleri veya akşamın geç saatleri gibi günün daha serin bölümlerinde planlanması, ısı stresini en aza indirmeye yardımcı olabilir.
Sıcak havanın, hem doğrudan fizyolojik etkiler hem de dolaylı psikolojik ve sosyal faktörler yoluyla insanların stres düzeyleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olabileceği açıktır. Sıcağın etkileriyle bilinçli bir şekilde başa çıkarak ve uygun önlemler alarak, sıcağın stres düzeyleri üzerindeki olumsuz etkileri azaltılabilir.
Gölge Adam’a bu açıklamasından ötürü teşekkür ettim ama, yine de tam olarak tatmin olmadığımı söyledim. Bu konuyu biraz daha irdelemesini rica ettim.
İşte aldığım destek yanıt:
İklim Değişikliğinin Rolü
Küresel Isınma ve Artan Sıcaklıklar: İklim değişikliği, dünya genelinde sıcaklıkların artmasına neden oluyor. Bu durum, sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde birçok bölgede daha sık ve yoğun sıcak hava dalgalarının yaşanmasına yol açıyor. Artan sıcaklıklar, insanların iklim değişikliği konusunda bilinçlenmesini ve bu duruma karşı önlemler almasını daha da önemli hale getiriyor.
Sağlık Üzerindeki Etkiler
Fiziksel Sağlık Sorunları:
Sıcak Çarpması ve Dehidrasyon: Yüksek sıcaklıklarda uzun süre kalmak, sıcak çarpması riskini artırır. Ayrıca, vücudun sıvı kaybı dehidrasyona neden olabilir, bu da ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Kronik Hastalıklar Üzerindeki Etkisi: Kalp hastalığı, astım ve diğer kronik rahatsızlıkları olan kişiler, sıcak hava dalgalarından daha fazla etkilenebilir.
Psikolojik Sağlık Sorunları:
Anksiyete ve Depresyon: Sürekli yüksek sıcaklıklara maruz kalmak, anksiyete ve depresyon belirtilerini artırabilir. İklim değişikliği ve buna bağlı olarak yaşanan sıcak hava dalgaları, uzun vadeli psikolojik stres yaratabilir.
Uyku Bozuklukları: Yüksek sıcaklıkların uyku kalitesini düşürdüğü bilinmektedir. Bu da yorgunluğa, bilişsel işlevlerin zayıflamasına ve genel ruh hali bozukluklarına yol açar.
Sosyal ve Ekonomik Etkiler
Çalışma Verimliliği: Özellikle dış mekanlarda çalışan işçiler, yüksek sıcaklıklar nedeniyle daha fazla zorlanır ve bu da iş verimliliğini düşürür. Aynı zamanda, iş kazaları riski de artar.
Toplumsal İlişkiler: Yüksek sıcaklıklar, insanların daha az sosyal etkileşimde bulunmasına neden olabilir. Bu durum, sosyal izolasyonu artırabilir ve toplumsal bağları zayıflatabilir.
Önleme ve Yönetim Stratejileri
Kişisel Önlemler:
Hidrasyon: Yeterli miktarda su içmek ve vücudu nemli tutmak, sıcaklık stresini azaltmada önemli bir rol oynar.
Serinleme Yöntemleri: Klima veya vantilatör kullanımı, serin ortamlar oluşturmak ve güneşten korunmak, sıcak havanın etkilerini azaltır.
Aktivitelerin Planlanması: Fiziksel aktiviteleri günün daha serin saatlerinde yapmak, sıcak çarpması riskini azaltır.
Toplumsal Önlemler:
Yeşil Alanlar ve Ağaçlandırma: Şehirlerdeki yeşil alanların artırılması ve ağaçlandırma çalışmaları, şehir içindeki sıcaklıkları düşürmeye yardımcı olabilir.
Toplumsal Bilinçlendirme: Sıcak hava dalgalarına karşı toplumu bilinçlendirmek ve acil durum planları oluşturmak, toplumsal sağlığı korumada önemli adımlardır.
Sonuç
Sıcak hava dalgaları ve iklim değişikliği, hem fizyolojik hem de psikolojik sağlık üzerinde ciddi etkiler yaratabilir. Bu durum, bireylerin ve toplumların sıcaklık stresine karşı bilinçli ve hazırlıklı olmasını gerektirir. Alınacak kişisel ve toplumsal önlemlerle, sıcak havanın olumsuz etkilerini en aza indirmek mümkün olabilir.
Bu ek bilgiler, okuyucularınıza daha geniş bir bakış açısı sunarak, konunun önemini ve alınabilecek önlemleri daha iyi anlamalarına yardımcı olacaktır.
İLHAN KARAÇAY, DIE DE STRESS ERVAART DIE DE LUCHTTEMPERATUUR VEROORZAAKT BIJ LEVENDE WEZENS, VLUCHTTE VAN MERSIN (HOOGVLAKTE) NAAR HOLLAND (HOOGVLAKTE)…
In gesprek met zijn vertrouweling en raadgever Schaduw Man, presenteert Karaçay de effecten en sporen die de jaarlijks stijgende temperaturen achterlaten.
Degenen die vanuit het koude Nederland naar Mersin gaan op zoek naar warmte, voelen vervolgens de behoefte om verkoeling te zoeken.
De hitte wordt zo groot dat mensen last krijgen van psychische depressies.
Zelfs degenen die schuilen in chalets kunnen de koelte van het plateau niet vinden.
De Schaduwman geïnterviewd door İlhan Karaçay legt de redenen en remedies uit voor de depressie veroorzaakt door de hitte.
Beste lezers,
Ik ging op 29 maart naar Mersin om te stemmen voor de lokale verkiezingen in Turkije op 31 maart en daarna om een vakantie.
Mijn onderkomen was een huis dat ik gebouwd had op een plateau in het Taurusgebergte.
Vorig jaar augustus had ik in hetzelfde huis op het plateau vakantie gevierd.
Het eerste waar je aan denkt bij ‘plateau’ is ‘koelte’.
Als het in het centrum van Mersin 32 graden is, is het op ons plateau, dat 950 km. boven de zee ligt, normaal 26 graden. Als het ‘s nachts in Mersin 26 graden is, is het op de hoogvlakte 20 graden.
Als je naar bovenstaande temperaturen kijkt, besef je dat het op de hoogvlakte makkelijker wonen is dan in Mersin.
Maar de hitte van 46 graden in de schaduw, die vorig jaar Mersin had getroffen, was nu 38 graden op ons plateau. De temperatuur in ons perfect geïsoleerde hooglandhuis was ook 38 graden.
Geloof het of niet, mijn hand brandde als ik de fauteuil aanraakte, laat staan erop zat.
Zoals je kunt zien, was het echt onmogelijk om onder deze omstandigheden in dat huis te leven.
Terwijl ik de situatie uitlegde aan mijn vrouw, die op dat moment in Nederland was, troostte de waarschuwing van mijn vrouw me.
Mijn vrouw zei: “Verhuis dan naar het Hilton”. Dankzij haar belde ik Abdurrahman Topak, de General Manager van het Adana en Mersin Hilton. Ik vertelde hem dat ik in hun hotel wilde blijven tot de hitte weer normaal zou worden. Ik verbleef 5 nachten in het Hilton tegen een vriendelijke prijs. Toen ik me realiseerde dat de hitte niet meer normaal zou worden, besloot ik terug te keren naar Nederland en vloog van het Adana Şakirpaşa Airport.
Ik weet dat velen van jullie zullen vragen: “Nou, kon je daar geen verkoelende airco krijgen?”. Mijn antwoord hierop zal zijn: “Goh, heb je airconditioning nodig op een bergplateau?”.
Wetende dat de hittegolf van vorig jaar dit jaar zou aanhouden, misschien zelfs nog wel meer, hadden we gepland om dit jaar in maart te komen en eind mei terug te keren. Dat hebben we geprobeerd. De koelte van het plateau in april en mei was echt aangenaam. Maar toen juni aanbrak, begonnen de temperaturen weer te stijgen en had mijn vrouw veel last. Ik belde mijn dochter Vahide vanuit Nederland naar Mersin om haar moeder naar Nederland te brengen. Begin juni keerden ze terug naar Nederland. Ik wachtte op de dagen dat ik familie en vrienden gemakkelijker zou kunnen ontmoeten. De temperaturen begonnen echter plotseling te stijgen.
Ik begon iets vreemds aan mezelf te merken.
İlhan Karaçay, die nooit een uitdaging uit de weg ging, die onverschrokken weerstand bood, wiens moreel nooit verslechterde en wiens psychologie altijd sterk was, had een fobie voor hitte ontwikkeld.
Desondanks besloot ik deze keer, in plaats van naar het Hilton te verhuizen, ‘asiel’ te nemen in Nederland. Dit ‘asiel’ was natuurlijk geen ‘asiel’, maar een toevluchtsoord van de hitte naar koelte.
En dat deed ik. De koelte die ik voelde toen ik van het plateau van Mersin in het Taurusgebergte naar Nederland kwam, deed me goed en mijn gemoedsrust was hersteld.
De eerste vier of vijf dagen van mijn verblijf in Nederland was het woord dat het meest uit mijn mond kwam ‘Oooooh, wat een koelte’.
De hitte-‘ramp’ die ik vorig jaar en dit jaar meemaakte, heeft me zo diep gekwetst dat ik besloot met een ‘Kenner’ te praten om deze kwestie op te helderen.
Zoals je misschien weet, is mijn ‘iemand die weet’ de Schaduwman.
Ik vroeg de Schaduwman: Waarom iemand die geboren is in een hete streek als Mersin en tot zijn 25e levensjaar leefde, zo’n last had van de hitte, ook al ging hij elk jaar naar dezelfde plek. Wat zijn de kwalen die door de hitte worden veroorzaakt?
Het antwoord dat ik kreeg was als volgt:
Het is bekend dat de luchttemperatuur belangrijke effecten heeft op de menselijke psychologie. Hoge temperaturen veroorzaken niet alleen fysiek ongemak, maar kunnen ook negatieve effecten hebben op de stemming en de geestelijke gezondheid.
Ten eerste is het bekend dat hoge temperaturen fysiek ongemak kunnen veroorzaken bij mensen. Denk aan hoofdpijn, dorst, vermoeidheid en slaapproblemen. Deze lichamelijke symptomen kunnen het dagelijks leven van mensen bemoeilijken, het stressniveau verhogen en algemene onrust veroorzaken.
Psychologisch kan warm weer een negatieve invloed hebben op de stemming en het gedrag van mensen. Onderzoek toont aan dat mensen rustelozer, prikkelbaarder en agressiever worden naarmate de temperatuur stijgt. Dit kan leiden tot conflicten in sociale relaties en individuele mentale depressie. Warm weer kan depressieve symptomen en angstniveaus verhogen, vooral bij langdurige blootstelling.
Bovendien is het bekend dat hoge temperaturen een negatieve invloed hebben op de slaapkwaliteit. Onvoldoende slaap en slaap van slechte kwaliteit kunnen een directe invloed hebben op de geestelijke gezondheid en leiden tot afleiding, vergeetachtigheid en verminderde besluitvaardigheid. Deze situatie vermindert de werkprestaties en de algemene levenskwaliteit van de persoon.
Langdurige temperatuurstijgingen zoals klimaatverandering en opwarming van de aarde zullen naar verwachting ook blijvende psychologische gevolgen hebben voor mensen. Voortdurende hittegolven kunnen chronische stress en angst bij mensen veroorzaken, wat op lange termijn kan leiden tot ernstige psychische problemen.
Concluderend kan gesteld worden dat de luchttemperatuur significante en vaak negatieve effecten heeft op de menselijke psychologie. Om deze effecten te minimaliseren is het belangrijk dat mensen voorzorgsmaatregelen nemen, zoals een koele en comfortabele omgeving, voldoende vochtinname en regelmatig slapen. Daarnaast is het vergroten van beschermende maatregelen tegen hittegolven op sociaal niveau van groot belang voor de volksgezondheid.
Warm weer kan inderdaad een grote invloed hebben op het stressniveau van mensen. Dit fenomeen kan op verschillende manieren worden verklaard:
Fysiologische effecten
Wanneer de omgevingstemperatuur stijgt, moet het lichaam harder werken om de interne temperatuur constant te houden. Dit gebeurt door zweten en een verhoogde hartslag, wat stress voor het lichaam betekent.
Slaapstoornissen: Warm weer kan de slaap verstoren. Slaapgebrek leidt tot verhoogde cortisolniveaus, het belangrijkste stresshormoon, en vermindert het vermogen om met stress om te gaan.
Psychologische effecten
Toegenomen irritatie en agressie: Studies hebben aangetoond dat mensen sneller geïrriteerd en agressief worden in warmere omstandigheden. Dit kan te wijten zijn aan het door warmte veroorzaakte ongemak, wat leidt tot kortere lontjes en meer conflicten.
Cognitieve vermoeidheid: Hitte kan ook de cognitieve functies beïnvloeden, waardoor concentratie en besluitvorming moeilijk worden. Dit kan leiden tot een verhoogd gevoel van stress, vooral in situaties die mentale inspanning vereisen.
Sociaal en omgeving
Veranderde sociale interacties: Hoge temperaturen kunnen sociale interacties en activiteiten verminderen doordat mensen worden aangemoedigd om binnen te blijven. Dit isolement kan leiden tot meer stress en gevoelens van eenzaamheid.
Impact op de werkomgeving: Werken in warme omstandigheden, vooral als er onvoldoende koeling is, kan leiden tot meer stress bij werknemers. Dit geldt vooral voor beroepen die fysiek veeleisend werk met zich meebrengen of buiten zijn.
Hittestress beheersen
Hydratatie en rust: Het is heel belangrijk om gehydrateerd te blijven en regelmatig pauzes te nemen in een koele omgeving. Dit helpt het lichaam herstellen en vermindert fysiologische stress.
Aanpassingen aan de leefomgeving: Het gebruik van airconditioning, ventilatoren en het creëren van schaduwplekken kan helpen om de impact van hitte te verminderen.
Aanpassing van activiteiten: Het plannen van inspannende lichamelijke activiteiten op koelere delen van de dag, zoals vroeg in de ochtend of laat in de avond, kan helpen om hittestress te minimaliseren.
Het is duidelijk dat warm weer een aanzienlijke invloed kan hebben op het stressniveau van mensen, zowel door directe fysiologische effecten als door indirecte psychologische en sociale factoren. Door bewust om te gaan met de effecten van hitte en de juiste voorzorgsmaatregelen te nemen, kunnen de negatieve effecten van hitte op het stressniveau worden verminderd.
Ik bedankte de Schaduwman voor deze uitleg, maar ik vertelde hem dat ik nog steeds niet helemaal tevreden was. Ik vroeg hem om nog wat meer uit te weiden over deze kwestie.
Hier is het gedetailleerde antwoord dat ik kreeg:
De rol van klimaatverandering
Opwarming van de aarde en stijgende temperaturen: Klimaatverandering veroorzaakt een wereldwijde temperatuurstijging. Deze situatie leidt tot meer frequente en intense hittegolven, niet alleen in Turkije maar ook in veel andere regio’s over de hele wereld. Toenemende temperaturen maken het nog belangrijker dat mensen zich bewust zijn van klimaatverandering en maatregelen nemen tegen deze situatie.
Gevolgen voor de gezondheid
Fysieke gezondheidsproblemen:
Hitteberoerte en uitdroging: Langdurig verblijf in hoge temperaturen verhoogt het risico op een hitteberoerte. Bovendien kan het vochtverlies van het lichaam uitdroging veroorzaken, wat kan leiden tot ernstige gezondheidsproblemen.
Invloed op chronische ziekten: Mensen met hartaandoeningen, astma en andere chronische aandoeningen kunnen meer last hebben van hittegolven.
Psychische gezondheidsproblemen:
Angst en depressie: Voortdurende blootstelling aan hoge temperaturen kan symptomen van angst en depressie doen toenemen. Klimaatverandering en hittegolven kunnen langdurige psychologische stress veroorzaken.
Slaapstoornissen: Van hoge temperaturen is bekend dat ze de slaapkwaliteit verminderen. Dit leidt tot vermoeidheid, slecht cognitief functioneren en algemene stemmingsstoornissen.
Sociale en economische gevolgen
Efficiënt werken: Werknemers, vooral diegenen die buiten werken, zijn meer gespannen door de hoge temperaturen, wat de werkefficiëntie vermindert. Tegelijkertijd neemt het risico op arbeidsongevallen toe.
Sociale relaties: Hoge temperaturen kunnen ervoor zorgen dat mensen minder sociaal met elkaar omgaan. Dit kan sociaal isolement vergroten en sociale banden verzwakken.
Strategieën voor preventie en beheer
Persoonlijke voorzorgsmaatregelen:
Hydratatie: Voldoende water drinken en het lichaam gehydrateerd houden speelt een belangrijke rol bij het verminderen van hittestress.
Koelmethoden: Het gebruik van airconditioners of ventilatoren, het creëren van een koele omgeving en bescherming tegen de zon verminderen de effecten van warm weer.
Activiteiten plannen: Het uitvoeren van fysieke activiteiten op koelere tijdstippen van de dag vermindert het risico op een hitteberoerte.
Sociale voorzorgsmaatregelen:
Groene ruimten en bebossing: Het uitbreiden van groene gebieden en bebossingsactiviteiten in steden kan helpen om de temperaturen in de stad te verlagen.
Sociale bewustwording: Het publiek bewust maken tegen hittegolven en het maken van noodplannen zijn belangrijke stappen in het beschermen van de volksgezondheid.
Conclusie
Hittegolven en klimaatverandering kunnen ernstige gevolgen hebben voor zowel de fysiologische als de psychologische gezondheid. Deze situatie vereist dat individuen en samenlevingen zich bewust zijn van en voorbereid zijn op hittestress. Door persoonlijke en maatschappelijke maatregelen te nemen, kunnen de negatieve effecten van hittestress tot een minimum worden beperkt.
Deze extra informatie zal je lezers een breder perspectief geven en hen helpen het belang van de kwestie en de voorzorgsmaatregelen die kunnen worden genomen, beter te begrijpen.
“Diplomaside Kadın Günü” başlıklı bir yorum yazan Şule Perinçek, 42 yıl önce yayınlamış olduğum, “Büyükelçimiz Filiz Dinçmen Hollanda’da günün kadını” haberinin kupürünü buldu ve kullandı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 24 Haziran 2022’de, “Diplomaside Kadın Günü”nü kutlamaya karar vermişti.
Filiz Dinçmen’in 42 yıl önce Lahey’e büyükelçi olarak atanması çok gizli yürütülmüştü.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Arşivler, bir toplumun, kurumun veya bireyin geçmişteki faaliyetlerinin, kararlarının ve olaylarının belgelenmiş, saklanmış ve korunmuş kayıtlarıdır. Bu kayıtlar, yazılı belgelerden, fotoğraflara, haritalardan, ses ve video kayıtlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Arşivlerin önemi, çeşitli alanlarda çok belirgindir ve aşağıda bu önemi açıklayan bazı ana noktaları açıklıyorum:
Arşivler, tarihin doğru bir şekilde anlaşılmasına ve belgelenmesine olanak tanır. Tarihçiler, araştırmacılar ve akademisyenler, geçmişte yaşanmış olayları ve bu olayların etkilerini anlamak için arşivleri kullanırlar. Örneğin, 42 yıl önceki bir gazete haberi, bugün o dönemin toplumsal, ekonomik veya politik durumunu anlamamıza yardımcı olabilir. (Bugünkü konumuza 42 yıl önceki bir haber destek verdi)
Arşivler, bir toplumun kültürel mirasını ve kimliğini korur. Dil, sanat, gelenekler ve görenekler gibi kültürel unsurlar, arşivler sayesinde gelecek nesillere aktarılır. Böylece bir toplumun kültürel kimliği zamanla yok olmaktan korunmuş olur.
Arşivler, hukuki ve idari işlemler için kritik öneme sahiptir. Mahkemelerde delil olarak kullanılabilecek belgeler, mülkiyet haklarıyla ilgili kayıtlar ve kurumların idari kararları, arşivler sayesinde korunur ve gerektiğinde erişilebilir olur. Bu, hukuki süreçlerin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlar.
Arşivler, eğitim ve bilgilendirme amacıyla kullanılır. Öğrenciler ve öğretmenler, ders materyali olarak arşiv belgelerinden yararlanabilir. Aynı zamanda, medya ve yayıncılık alanında çalışanlar, haber ve program içerikleri için arşivlerden bilgi toplarlar.
Kurumlar, arşivleri aracılığıyla kendi geçmişlerini ve gelişim süreçlerini takip ederler. Bu, kurumsal hafızanın korunmasını ve yeni nesil çalışanlara kurum kültürünün aktarılmasını sağlar. Ayrıca, geçmişte yapılan hatalardan ders çıkararak gelecekte daha bilinçli kararlar alınmasına yardımcı olur.
Arşivler, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin izlenmesi ve belgelenmesi açısından da önemlidir. Bilim insanları, geçmiş araştırma ve deneylerin kayıtlarını inceleyerek yeni buluşlar ve ilerlemeler kaydedebilirler. Teknolojik inovasyonların tarihçesi, gelecekteki gelişmelere ışık tutar.
Arşivler, geçmişi koruma ve geleceği şekillendirme açısından vazgeçilmez kaynaklardır. Toplumlar ve bireyler için tarihsel bilinç ve kimlik duygusu yaratır, hukuki ve idari işlemler için gerekli belgeleri sağlar ve kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasına olanak tanır. Dolayısıyla, arşivlerin korunması ve erişilebilir kılınması, bilgi ve bellek toplumu olma yolunda atılan önemli bir adımdır.
42 YIL ÖNCEKİ HABER
42 Yıl önce, yurt dışına tayin edilen ilk kadın büyükelçimiz Filiz Dinçmen olmuştu.
Filiz hanımın göreve başlamasından hemen sonra, kendileriyle bir röportaj yapmıştım.
Türkiye gibi bir ülkeden, bir kadının büyükelçi olarak atanmasını ilginç bulan yarı devlet televizyonu NOS de bu röportaja katılmak istemişti.
Gerçekleştirmiş olduğum o röportaj Hürriyet gazetesinde, “Bayan büyükelçimiz geniş ilgi görüyor. Filiz Dinçmen Hollanda’da günün kadını” başlığı ile yayınlanmıştı. NOS Televizyonunun yayınından sonra, Filiz Dinçmen Hollanda gündemine oturmuştu.
Benim arşivimde bile belki kaybolmuş olan bu haberin küpürünü Aydınlık gazetesinde görünce çok şaşırdım.
Sibel Koç Güven’in hazırlamış olduğu ÜRETİM sayfasında yer alan haberi Şule Perinçek kaleme almış.
Şule Perinçek’in haberi de aşağıdaki kupürde görüldüğü gibi yayınlanmış.
Diplomaside Kadın Günü
2022’de BM Genel Kurulunun 76. Oturumunda, 24 Haziran “Diplomaside Kadın Günü” olarak kutlanmaya karar verildi. Son dönemde özellikle Asya ülkelerinde kadın hakları “sürdürülebilir kalkınma” açısınan da önemli görülüyor.
2022’de BM Genel Kurulunun 76. Oturumunda, 24 Haziran “Diplomaside Kadın Günü” olarak kutlanmaya karar verildi. Son dönemde özellikle Asya ülkelerinde kadın hakları “sürdürülebilir kalkınma” açısından da önemli görülüyor.
Üretime katkı açısından gökyüzünün ve yeryüzünün yarısı kadın emeği, kuşkusuz çok tayin edici. Türkiye’nin bu konudaki gerçek rakamlarına ulaşmak için elbette kayıt dışı rakamlarını da hesaba katmak gerekir. Özellikle tarım alanında ve KOBİ’lerde oranlar çok yüksek. Türkiye ekonomisinin belkemiğini bir anlamda her şart altında sağlam tuttukları da somut bir gerçek.
İlk kadın Büyükelçimiz Filiz Dinçmen,1982 yılında atandı.
DİPLOMAT ANNELER
Gelelim devlet yönetimine. Karar verici konumlara.
Türk kadını Cumhuriyet’in kuruluşuna etkin olarak katıldı. Seçme-seçilme hakkı tartışılırken ilk “evini yöneten kadın, köyünü de yönetebilir” anlayışıyla başlandı. Çok kısa süre sonra gerisi geldi.
Kadınların çalışma yaşamına girmesinin önü bir tek yasalarla tanınan haklarla açılmıyor. O “hakları” kullanabilme ortam ve koşullarının da birlikte yaratılması gerekiyor. Eskiyi besleyen köklerin sökülüp atılması gerekiyor.
30 yıl önce Kuzey Kore Cumhuriyeti’ne ilk gittiğimde en özendiğim konulardan biri olmuştu. Özellikle diplomat ve hekim anneler için çocuklarınızı gece yatısına ya da birkaç günlüğüne bırakabileceğiniz kreş ve yuvalar vardı.
Pek imrenmiştim. Çalışma saatlerimin belli olmadığı bir işim, daha doğrusu birkaç işim vardı, üstelik çok uzun sürelerle babamızın cezaevi yıllarında “tek anne” olarak yaşadım. Derginin bağlanacağı geceler, uzun süren toplantılar, iş gezileri, Parti işleri de eklenince üzerine ayrıntılı plan program gerekirdi. Onu bırakın her iş çıkışı kaç kez nefes nefese İstanbul trafiği en kısa sürede nasıl aşılır hesapları yaparken bütün geometri, matematik, fizik bilgilerimi müthiş geliştirmiştim. Şaka yapmıyorum. Örneğin geometri, adım hesaplama da çok işime yarardı. Yine de en sona kalırım, kreşin kapısında biri bir elinde, biri öteki elinde iki çocuğumla bekleyen öğretmene ne diyeceğimi bilemezdim.
Bu yaşanmışlıkların da yararı olmadı diyemem. Daha sonra halden anlayan, eksiksiz Parti programları hazırlamamıza yaradı.
Şimdi işler biraz daha kolay.
CAM TAVANLAR
Kadınların biraz da toplumsal koşullar nedeniyle müzakereci yanları, ikna yetenekleri, sorun çözme becerileri doğal olarak çok gelişmiştir. Bağımsız bir ülkenin eşit vatandaşı olmanın değerini iyi bilirler. Sorumluluk duyguları yüksektir. Yenilikçi ve alan açıldığında cesurdur. Kalıpların kırılmasına ihtiyaçları, yaşamlarının her alanında kendini dayattığı için meslek yaşamlarında da çok kolaylıkla uygularlar. Her meslekte bu özellikler önemlidir ama diplomatlıkta başarının koşullarıdır. Analık, çocuk doğurmamış olsanız bile, bir ananın çocuğu olmanız nedeniyle sahip olduğunuz bilgi ve görgü, sizi anavatana başka türlü bağlar. Ne yapar eder başarırsınız.
Ama yine de büyükelçilikte görünmeyen bir cam tavan vardır.
Benim okul yıllarımda bir tek Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dış İşleri Bakanlığı’na girilirdi. İlk kadın büyükelçilerimizi öğrencilik yıllarımdan anımsıyorum. En tepe çok geç zorlanmıştı. Tıpkı kaymakamlık gibi… Şimdi bizde oran nedir, bilmiyorum. Ama 2023’te dünyada kadın büyükelçi oranı 20.54.
İLLE DE KADIN OLSUN KADIN DİPLOMATLARIMIZA HAKARETTİR
Kuşkusuz yalnızca kadınların belli konumlara gelmesiyle bitmiyor iş. Bunu yalnızca bir “cinsiyet” meselesine indirgemek de kadınlara hakaret olur. Kadınları siyasi ve toplumsal düşünceleriyle bir bütün içinde ele almalıdır. Bazı durumlarda bir kadın yerine erkeği yeğlemek de mümkün oluyor. “Amaaan iyi ki o değil…” diye tahtalara vurduğum çok olmuştur.
Eşitsizlik kadar, kadın olsun çamurdan olsun anlayışı bir o kadar yanlış ve kadına ve ülkeye zarar vericidir.
Büyükelçi yapmakta hiç zorlanmayacağımız, aşan taşan o kadar kadın diplomatımız var ki… Türkiye’mizin işi kolay.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA GÖREVLER
Sürdürülebilir kalkınmada uluslararası ilişkiler de çok önemli.
Diplomaside Kadın Günü şöyle anlaşılmalı aynı zamanda: Diplomaside kadınlar için neler yapılabilir? Ekonomik, ticari, kültürel, toplumsal, iş-yaşam dengesi ve eğitim alanında gelişmelerinin önünün açılması, bilgi ve deneyimlerin paylaşılması diplomatlarımızın görevleri arasında düşünülmelidir.
Diplomatlarımız bütün milletimizin temsilcileridir.
Onlardan görev beklemek hakkımızdır.
Daha çok gereksinimi olana daha çok vermek yalnızca eşitliği sağlar…
TÜRKİYE YİNE ÖRNEK OLSUN
Diplomat kadınlarımızın 24 Haziran gününü kutluyorum.
Olmayanlara, liyakat koşullarında tez zamanda büyükelçilikler diliyorum.
Cam tavanlar Türkiye’mize hiç yakışmıyor.
Kıralım gitsin!
Yükselen Asya Çağının eşiğindeyiz.
Türkiye yine örnek olsun.
Yakışır
*************
Filiz Dinçmen, 1982 yılında Hollanda Lahey Büyükelçisi görevine getirilerek, Türkiye’nin ilk kadın büyükelçisi oldu. Bugün bile Dışişleri’nde çiçeği burnunda bir meslek memuru olarak kariyerlerine başlayan genç kadınlara ilham veren, 1939 doğumlu Dinçmen, meslekte kadın olmak konusunda yöneltilen soruları şu sözlerle yanıtlıyor: ‘Bilakis, kadın olarak eğer yetenekleriniz erkek arkadaşlarınkiyle aynıysa daha da avantajlı olduğumuzu gördüm. Kadınlar daha uzlaşmacı, ikna edici ve etkili olabiliyorlar. Bunun faydasını gördüm.’
Son görevi Vatikan Büyükelçiliği’nde kendisine Türkiye’nin aydınlık yüzü şeklinde hitap edilen Dinçmen, meslek hayatı boyunca kadınların katkısı olmadan ülkemizin kalkınmasının tam olarak gerçekleşemeyeceğine yürekten inanmıştır.
Filiz Dinçmen için daha sonra çok şeyler yazıldı. Dışişleri’ndeki gizli atama çalışmaları ile ilgili olarak en ilginç haberi , Arşiv Balıkçısı olarak anılan Ateş Yalazan yazdı.
Ateş YALAZAN (Arşiv Balıkçısı)
Hariciye’de cam tavanı kıran kadın
Bir kadın büyükelçinin Türkiye’yi temsil etmesi bugün için alışıldık bir durum. Ama çok yakın geçmişe kadar hiç de böyle değildi.
1982 yılına kadar Türkiye’nin hiç kadın büyükelçisi olmamıştı.
Filiz Dinçmen, bu alandaki ilk kadın olarak tarihe geçti.
29 Nisan 1982’de bu önemli haberi ilk olarak Hürriyet duyurmuştu.
“İlk kez bir kadın büyükelçi atadık” başlıklı haberi yazan Yavuz Gökmen, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen’i havaalanında yakalamıştı. Dinçmen’in atanmasını sordu. Aldığı yanıt şöyleydi:
“Aman. Sakın bunu yazmayınız. Dışişleri’nde bu konu çok önemlidir. Agreman gelmeden açıklanırsa, atayacağımız ülke ürkebilir ve agreman vermeyebilir.”
Diplomaside, elçinin atanmasından önce o ülkeden alınacak onaya agreman deniliyordu.
29 NİSAN 1982
Türkmen, ilk kadın büyükelçiyi doğruluyor ama hangi ülkeye atandığının yazılmasını istemiyordu.
LAHEY’E ATANDI
Çok geçmeden agreman geldi ve Dinçmen, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak Hollanda’da göreve başladı. Bu gerçekten de Dışişleri’nde bir devrimdi.
Sedat Ergin’in yıllar sonra, 2019’da Hürriyet Pazar için hazırladığı “Dışişleri’nde gelecek kadınların” başlıklı yazısında Dinçmen önemli bir kilometre taşı olarak anılıyordu.
Bu habere göre 2019’da Türkiye’nin yurtdışında görev yapan 37 kadın büyükelçisi vardı.
Dinçmen, büyükelçi olarak ilk atandığı yıllarda, kadın diplomat sayısının artacağının aklından dahi geçmediğini anlatıyordu:
“O günkü koşullarda bugünkü noktaya erişebileceğimiz düşünülemezdi. Kuşkusuz çok heyecan verici ve ilerisi için çok umut verici bir durum.”
Dinçmen, Hollanda’da önemli bir rüzgar estirdi. Kraliçe Beatrix ile görüştü.
23 EKİM 1982
Ardından Hollanda Televizyonu hemen bir röportaj yaptı Dinçmen ile. (İlhan Karaçay’ın aynı zamanda Hürriyet için yapmış olduğu bu röportaj, Dinçmen’i Hollanda gündemine oturtmuştu.)
Büyükelçi, Türklerin sorunlarıyla ilgili Kraliçe ile ortak çalışma yapmayı kararlaştırdıklarını anlattı.
İlk kadın büyükelçimiz çok başarılı bir dönem geçirdi Hollanda’da.
Lahey’deki görevinin ardından Avrupa Konseyi Daimi Delegesi ve Dışişleri Sözcülüğü görevlerini yapacak, ardından ilk kadın müsteşar yardımcısı unvanını da kazanacaktı.
Vatikan Büyükelçiliği ile kariyerini noktalayan Dinçmen, kadınlara karşı keskin bir önyargının bulunduğu Hariciye’de cam tavanı kıran ilk kadındı.
Yavuz Donat, Sabah gazetesinde yazdı.
Yerinde araştırma yapan yazar, iki gün süren makalesinde, açılışın çok yakında olduğunu belirtti.
Bürokratik engellemeleri başarı ile yürüten işgüzarlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın tek sözüyle hüsrana uğrayacaklar.
Yavuz DONAT yazdı, İlhan KARAÇAY yorumladı:
Merhaba değerli okurlarım.
Tam 3 aydır Hollanda dışındaydım. Bu üç ay zarfında bir tek haber ve yorum yazamadım.
Başımdan geçenleri size uzun uzun yazacağım. Ama önce çok önemli bir haberi sizlere sunuyorum.
Sevgili hemşehrim, meslektaşım ve dostum Yavuz Donat, sırf siyasi çekişmeler nedeniyle yıllarca açılamayan Çukurova Uluslararası Havalimanı’nı incelemiş ve müthiş iki yazı kaleme almış.
Benim şahsen defalarca değindiğim, bölgecilik zaafiyeti nedeniyle sürüncemede kalan bu havalimanı, tabii ki yıllardır Yavuz’un da dikkatinden kaçmıyordu ama, o da hemşehrilerini kırmamak amacıyla sessiz kalıyordu.
Yıllar sonra tamamlanan ve açılışı defalarca ertelenen bu havalimanını, son günlerde dahi, ‘Adana Şakirpaşa Havalimanın’nı yedirmeyiz’ şeklindeki donkişotvari söylemler ile baltalamaya devam edenlere gerekli cevapları vermiştim.
Hatta, Mersin’in Yenice ilçesi sınırları içindeki bu havalimanını açtırmayacaklarını iddia edenlere, ‘Atı alan Yenice’yi geçti’ de demiştim.
Yavuz kardeşim, bu konuya açıklık getirebilmek için, iki günlük bir makale yayınladı.
24 ve 25 Haziran günleri yayınlanan bu makale, bazı bilinmezleri dile getirmiş ama, ‘Galip-mağlup’ tarafsızlığının etkisinde de kalmış. Zira, bir gün önceki yazısına şöyle son vermişti Donat kardeşim: “Aslında… Çok daha önce yapılmalıydı… 25-30 yıl önce.
Yapılamadı… Bir çok engel çıktı. Hayır… Ekonomik nedenler değil… Siyaset… Bölgesel çekişmeler.Uzun hikâye… Yarın anlatırız.”
Bir gün sonraki yazıyı merakla beklemiştim. Ne var ki, Donat kardeşim de, “Ekonomik nedenler değil… Siyaset… Bölgeselçekişmeler. Uzun hikâye…Yarın anlatırız” diye yazmıştı ama, maalesef o da siyasi ve bölgesel çekişmeleri yazmadı.
Yavuz kardeşimin iki günlük makalesini altta sizlere sunuyorum.
Ülkesini sevenleri mutlu eden bu makaleden sonra benim daha önce yayınladıklarımı da ekleyeceğim.
Eline, diline ve zihnine sağlık Yavuz kardeş.
Portakal çiçeği kokulu coğrafya modern ve büyük bir havalimanına kavuştu… Açılışa hazır.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu ile konuştuk… Açılış töreni için Cumhurbaşkanı Recep TayyipErdoğan‘dan tarih bekleniyor.
İhale aşamasından bitimine kadar… Havalimanın adı Çukurova Bölgesel Havalimanı idi.
İnşaat bitti… Tabelalar bile asıldı…
Yine: Çukurova Bölgesel Havalimanı.
Fakat… Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhteşem eserinson halini görünce… Karar verdi… Ve isim değişikliğine gidildi: Çukurova Uluslararası Havalimanı.
***
GURUR ABİDESİ
Havalimanını, Mersin Valisi Ali Hamza Pehlivan, HatayMilletvekili Hüseyin Yayman ve SABAH Gazetesi ÇukurovaBölge Temsilcisi Ersin Ramoğlu ile birlikte gezdik.
Beğendik… Hayran kaldık.
Türk müteahhidinin… Türk mühendis ve mimarlarının… Türk işçilerinin eseri.
Biliyoruz… Günlük sorunlar, enflasyon, emekli maaşı, hayat pahalılığı moralleri bozuyor.
Enseyi karartmaya gerek yok… Bu günler de geçer.
Ama… Unutmayalım… Türkiye’de güzel şeyler de oluyor… İşte Çukurova Uluslararası Havalimanı.
Bir gurur abidesi.
***
TALEP YAĞMURU
Havalimanı terminalinin büyüklüğü… 110 bin metrekare. Ticari alanlar… Lokantalar… Gümrüksüz satış mağazası… Eczane… Yöresel ürünler ve hediyelik eşya satış yerleri.
Tıpkı… İstanbul Havalimanı gibi. Global markalar yer kiraladılar… Dünyanın en ünlüleri.
Talep o kadar çok ki.
***
BÜYÜK TÜRKİYE’NİN RAKAMLARI
Havalimanı, 8 milyon metrekare arazi üzerinde.
Pist uzunluğu 3 bin 500 metre.
Dünyanın en büyük uçakları iniş-kalkış yapabilir.
Yıllık yolcu kapasitesi… 9 milyonun üzerinde. İhtiyaca göre kapasite artışı mümkün…Altyapı, üstyapı uygun.
Katlı otopark… 45 bin metrekare… Bin 500 araçlık… 7/24 kamera takip sistemi.
***
BASIN TOPLANTISI
Yurtdışından gelecek olan bir devlet adamı havalimanında basın toplantısı yapmak isteyebilir.
Ya da memleketine dönerken.
Cumhurbaşkanı Erdoğan… Veya bir siyasi parti lideri… Bakan… Havalimanında basın mensupları ile bir araya gelebilir.
Bunun için salon hazır… Modern… Konforlu.
Basın toplantısı salonunda kürsüye çıkan ilk kişi… Ben oldum… Hatıra fotoğrafı.
***
YENİ NESİL HAVALİMANI
Türkiye’de… Havalimanının apron kapısına kadar demiryolu hattı bulunan bir başka havalimanı var mı? Bilmiyoruz.
Bırakalım Türkiye’yi… Dünyada bile sayılı olsa gerek.
Çukurova… Akıllı/yeni nesil havalimanı. Her şey düşünülmüş.
***
KARGO TERMİNALİ
Çukurova… Türkiye’nin narenciye deposu.
Ayrıca… Her mevsim, her çeşit sebze.
Günümüzde… Kargo taşımacılığı çok önemli.
Bölgede… Hava kargo büyük ihtiyaçtı… Yılların kanayan yarası.
O nedenle kargo terminali de büyük tutuldu.
***
ÖZEL ODA
Cumhurbaşkanı… Havalimanında özel bir görüşme yapacaksa… Yabancı bir devlet başkanı ile konuşacaksa… Özel oda gerekiyor.
Hazır… Dayalı döşeli.
Çukurova’nın sıcağı malum… Ve bir de günün yorgunluğu… Dinlenmek için en ideal yer.
Yorgunluk kahvesini bu mekânda içtik.
***
PALMİYE KULE
Uçuş kulesi… 52 metre yüksekliğinde… Neye benziyor?
Çukurova’nın kebabı meşhur ya… Mühendislerden biri “Adana kebabına benziyor” dedi… Kahkahalar yükseldi.
Bölge sıcak… Palmiye için ideal iklim.
Öyle olunca… Kulenin neye benzediği belli… Palmiyeye.
***
YOLCU KÖPRÜLERİ
Çukurova… Ve Havalimanı ile ilgili anlatacak o kadar çok şey var ki… Bir güne sığacak gibi değil.
Yarın… Devam edeceğiz.
Adana… Mersin… Tarsus‘tan notlar.
Unutmadan… Yolcu köprülerinden de söz etmeliyiz… Hani körük dediğimiz havalimanı köprüleri.
Uçağın kapısına dayanıyor… Kışları yağmurdan, yazları güneşten koruyor.
Tam 8 yolcu köprüsü… Hepsi de yerli ve milli üretim.
TURİZM PATLAMASI Hamit İzol… Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı. “Kurban Bayramı’nın ardından yeni bir bayram daha geliyor” diyerek, sözebaşladı: Uluslararası Çukurova Havalimanı bayramı… Yıllardır bekliyordu… Nihayet hayalimiz gerçekleşti. Havalimanı demek… Yeni bir Mersin’in doğması demek. Sahil şehriyiz… Ama bir türlü turizm şehri olamadık… Turizm pastasından pay alamadık… Havaalanı ile birlikte Mersin’de turizm patlamasıolacak.
***
ANKET
Mersin… Gazeteci, sivil toplum lideri, lokantacı, çiftçi, şoför, otelci… Çarşı, pazar… Kamuoyu yoklaması… Anket… Nabız tuttuk.
Ekonomi… Değişmeyen gündem konusu.
Fakat… Halkın odaklandığı iki ayrı konu daha var… Herkesindilinde… Bölgenin beklentisi… Çılgın projeler… Yatırımlar.
Birincisi… Havalimanı… Yapıldı… Sorun çözüldü.
İkincisi… En az havalimanı kadar önemli… Mersin-Antalyasahil yolu.
Tüneller… Viyadükler… İnşaat devam ediyor… Çoğu bitti azıkaldı.
Bu büyük yatırım da tamamlanınca… Kim tutar Mersin’i?
***
ÇOK ÖNCE YAPILMALIYDI
Havalimanı, iki büyükşehir arasında… Adana ile Mersin.
Toplam… 4 milyon nüfus.
Ayrıca… Bölge, Türkiye‘nin Ortadoğu‘ya açılan kapılarından. Aslında… Çok daha önce yapılmalıydı… 25-30 yıl önce. Yapılamadı… Bir çok engel çıktı.
Hayır… Ekonomik nedenler değil… Siyaset… Bölgesel çekişmeler.
Uzun hikâye… Yarın anlatırız.
Abdullah Özdemir… Mersin Ticaret Borsası Başkanı… Sohbet… ÇukurovaUluslararası Havalimanı konusuna gelince dedi ki:
– Mutluyuz… Açılışını dört gözle bekliyoruz… Bizim için bayram olacak.
Mersin’de… Nereye gitseniz, kimi dinleseniz… Benzer sözler duyarsınız.
Abdullah Özdemir, “40 yıldır bekliyoruz” diyerek devam etti:
– Taze meyveyi, sebzeyi ihraç etmekte zorlanıyorduk… Şimdi kargo uçakları ile Batı’ya ürünlerimizi yollayacağız.
Çukurova Uluslararası Havaalanı demek, Mersin’in dünyaya açılması demek. Sevinçten uçuyoruz.
***
TARSUS
Mersin’in ilçesi… Nüfusu 350 binin üzerinde… Türkiye’nin 54 ilinin nüfusundan fazla. Selahattin Özbozkurt… 42 yıllık gazeteci… Yerel Son Manşet gazetesi. “Tarsus uçuşa geçecek” diyerek, söze başladı:
– Çukurova Uluslararası Havalimanı… Yılların hayali… Oh, çok şükür… Nihayet gerçekleşti.
-Bütün Tarsus, bir an önce açılmasını bekliyor.
– Kazanlı-Tarsus sahil bandı turizm bölgesi ilan edilmişti… Ama çivi çakılmadı… Havaalanı ile birlikte yerli, yabancı yatırımcıyağacak.
– Ürün çeşidimiz 70’e yakın… Narenciye, üzüm, domates, incir, kiraz, muz, patlıcan, kabak… Bereketli topraklar… Yere, bastonudik, seneye ağaç olsun. Havalimanı ile birlikte sabah kargo uçağına ürünü yükle, 3saat sonra Moskova’da… Almanya’da.
***
ADANA
Geçen yıl Adana’da bir ödül gecesindeydik… Sahneye davet edildik… Ödül almaya.
Bu sırada… Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar dostumuz, oturduğu yerden sesini yükseltti: Havalimanını Mersin’e kaptırdık Yavuz Abi… Yaz bunu.
Hani… Ne derler? Yürüme mesafesinde. Adanalı’nın beklentisi, mevcut havalimanının büyütülmesi idi.
Özetle; Mersin’deki, Tarsus’taki Çukurova Uluslararası Havalimanı sevinci Adana’da pek yok.
Veya… Şöyle söyleyelim… Adana’nın mutluluğu düşük yoğunluklu.
***
BURUK SEVİNÇ
Savaş Çokduygulu… Adanalı… Gazete sahibi… Yazar… 5 Ocak Gazetesi. “Alışmıştık” dedi: Havalimanı şehrin bitişiğinde… 5 dakika… Yakınlığına alıştık… Ulaşmak çok kolay… Bütün mesele bu. Evet, terminali çok eskidi… Adana’ya yakışmıyor… Bunu herkes kabul ediyor… Havalimanımız büyütülseydi… Yeni bir terminal binası yapılsaydı… Beklentimiz buydu. Ama olan oldu… ÇukurovaUluslararası Havalimanı’na alışacağız… Yapacak bir şey yok… Hayırlı olsun.
***
“BÜTÜN MESELE BU”
Çukurova Uluslararası Havalimanı’nın… Otobana uzaklığı 11 kilometre.
Tarsus’a… 15 kilometre.
Adana’ya… 35 kilometre.
Mersin’e daha uzak… 45 kilometre.
Mersinli… Sevinçten uçuyor.
Adanalı ise… Komşu kapısı yakınlığındaki havalimanına alışmış…
35 kilometre uzun geliyor. Savaş Çokduygulu’nun söylediği gibi… “Bütün mesele bu.”
***
ASRIN DEPREMİ İNŞAATI ETKİLEDİ
Aslında… Daha önce bitebilirdi… Fakat… Asrın depremi havalimanı inşaatını da etkiledi.
Hayır… İnşaatta en ufak hasar yok. Ama… Çalışan 2 bin 200 işçiden yüzde 85’i deprem olan illerden gelmişlerdi… Hatay… Adıyaman… Osmaniye… Kahramanmaraş’tan.
Kiminin evi yıkılmıştı… Kiminin annesi veya babası… Ya da çocuğu… Eşi… Bir akrabası… Enkaz altında kalmıştı. Dev şantiyede 175 mühendis çalışıyordu… Bir kısmının deprem bölgesinde yakınları vardı.
Çalışanların çoğu gidince… Havalimanı inşaatı da aksadı.
***
YARALARI SARMA SEFERBERLİĞİ
Asrın depreminin sabahında… Havalimanının şantiye şefi Ferhat Güney, hemen AFAD’ı… Kızılay’ı... Depremin vurduğu illerin valilerini aradı: Bize hangi görevler düşüyor?
İş makineleri… Sokak aydınlatacak kapasitedeki jeneratörler… Arama kurtarma ekipleri deprem bölgesine hareket ettiler.
Aynı gün… Bir TIR yiyecek… Bir TIR giyecek… Depremzedelere yetiştirildi.
Havalimanındaki personele ait banyolu konteynerler… Prefabrik yemekhaneler… İşçi yatakhaneleri… Mobil sağlık istasyonu… Son hızla Hatay’a, Kahramanmaraş’a ulaştırıldı.
***
YEŞİL
Havalimanında… Yeşil alan 3 milyon metrekare… Portakal ağaçlarıbile var.
Peyzaj… Otomatik sulama… 80 bin metrekare.
Dolaşmaktan… Ayaklarımıza kara su indi desek yeridir… Hele de bu yaz sıcağında.
***
VE BETON
Havalimanında… 36 ayrı yapı var.
Polis merkezi… Jandarma… Nizamiye... Gümrük… Say say bitmiyor.
Unutmadan… Beton alandan söz etmedik… Apron… Yollar… Toplamda… 2 milyon 900 bin metrekare betonalan.
***
YARIN
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yarınhavalimanını açıyorum”dese… Ertesi gün uçuşlar başlayabilir… Yurt içi… Yurt dışı.
Ekipler hazır. “Yarın” derken… Sözgelişi… Zira yarın açılması söz konusu değil. Fakat… Çukurova halkı gerçekten hemen açılmasını arzu ediyor.
“Havalimanındayız” yanıtını verince… Sitem eden edene:
– İnsan, bir haber verir… Ben de gelir, görürdüm.
Gerçekten… Görülmeye değer bir eser.
Emeği geçenleri kutluyoruz.
ŞAHSIMIN DAHA ÖNCE YAYINLADIKLARINDAN.
13 YILDIR BALTALANDIKTAN SONRA AÇILMA AŞAMASINA GELEN, ÇUKUROVA HAVALİMANI, HÂLÂ BALTALANIYOR…
Yapımında olduğu gibi, açılışı da sabote nedeniyle onuncu defa ertelenen havalimanı gına getirdi.
Çukurovalılar, gerçekleşmemesi için kuyusu kazılan havalimanının açılış gününü merakla bekliyorlar.
Havayolu, havalimanı, taşımacılık ve turizm konularını bilmeden ahkâm kesenler de bıktırdılar.
Hemşehricilik, ilkel bir davranıştır. Önemli olan, yöre halkına ve iş dünyasına yarar ve rahatlık sağlamaktır.
Yüzbinlerce gurbetçi, direkt uçuşlar için daha elverişli olacak yeni havalimanının faaliyete geçmesini bekliyor.
Donkişot gibi, yeldeğirmenleri ile savaş yapanların çığırtkanlığı boşa gidecek ve Atı alan Üsküdar’ı değil, Yenice’yi geçecek.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Adana’nın çekilmez trafiği nedeniyle, Çukurovalılar’ın kâbusu haline gelmiş olan, uçak yolculuklarına kolaylık ve ülke turizmine de katkı amacıyla plânlanan Çukurova Havalimanı projesi, nihayet 13 yıl sonra tamamlandı.
Teknik çalışmalar ve taşınma işleminden sonra, yani yakında faaliyete geçmesi beklenen Çukurova Havalimanı, 13 yıl önce başlatılan proje aşamasındayken, bazı Adana milletvekilleri tarafından, sırf hemşehricilik ilkelliği nedeniyle baltalanmaya başlanmıştı.
Çukurova Havalimanı’nın tam 13 yıldır, projeyi üstlenen yatırımcıların işi savsaklamalarının ardında da bazı Adana milletvekilleri yer alıyordu. Projeyi üstlenen müteahhit firmaları çeşitli şekillerde caydırma oyunlarında parmağı olan milletvekilleri, bu anlaşılmaz pespayeliği, birkaç esnafın menfaatini korumak ve haliyle oy avcılığı için için yapıyorlardı.
Baltalamanın bir başka nedeni de Adana-Mersin çekişmesinin yarattığı hemşehricilik ilkelliğiydi.
Hâlâ çığırtkanlık yapmakta olan, ve daha önce de adını açıklamaktan imtina ettiğim bir CHP Adana Milletvekili söyleyeceklerim var.
Oturun yerinize sayın Milletvekili!
Seçmen memnuniyeti için, Çukurova Havalimanı düşmanlığına tevessül etmeyin.
Havayolu, havalimanı, taşımacılık ve turizm konularını bilmeden ahkâm kesmenin bir faydası yok.13 yıldır sürüncemede kalan Çukurova Havalimanı açılma aşamasındayken hâlâ, ‘Adana havalimanı kapatılmasın’ çığırtkanlığı artık işe yaramayacak.
CHP’de 60 yıl önce Gençlik Kolu Başkanlığı yapmış, ancak tarafsızlığını korumuş bir gazeteci olarak, şimdi taraf gibi görülebilirim.
Size tavsiyede bulunmak haddim olmayabilir ama, son beyanatınızdaki, “AKP iktidarının sözleri gibi Adana Havaalanı’nı da yutmasına izin vermeyeceğiz, havaalanımızı kapattırmayacağız.” şeklindeki sözleriniz ile tam bir Donkişotluk yapmışsınız. Bu sözlerinizle Recep Tayyip Erdoğan’ı mı korkutacaksınız?
Böyle ucuz politika yapmak bir CHP’liye hiç yakışmıyor. Yanında çok becerikli ve başarılı bir medya danışmanı kanalıyla, diğer faaliyetlerini kamuoyuna duyurabilen bu milletvekilinin, böylesi ucuz politikalara tevessül etmesi hiç de doğru değil.
Hemşehricilik, ilkel bir davranıştır. önemli olan, tüm yöreye hizmet ve devlet yararıdır.
Ama boşuna boşuna nefes tüketilmesin, Atı alan Üsküdar’ı değil, Mersin Yenice’yi geçti… (Mersin il sınırları içinde olan Çukurova Havalimanı, Yenice ilçesindedir)
Biliyoruz, Çukurova Havalimanı’nın açılacak oluşuna en çok karşı çıkan esnaf grubunu taksiciler oluşturuyor.
Mersin il sınırları içinde kurulacak olan Çukurova Havalimanı’nın taksi işletmeciliği, Adana’dan Mersin’e geçmiş olacak. Kaldı ki, yapılan ön tartışmalarda, bu işin iki şehir taksicileri arasında paylaşılabileceği konuşulmuştu.
Adana Havalimanı etrafında bulunan esnafların da hoşuna gitmeyen bu durum, Adana milletvekili için bir baskı unsuru oldu. Hemşehricilik ilkelliğinin yanında, seçimlerde oy kazanmak uğruna, Çukurova Havalimanı’nın açılmasını önlemek için hâlâ büyük çabalar sarfeden milletvekili, ihale olaylarındaki bir yığın olumsuzluğu dile getirdikten sonra hâlâ çığırtkanlık yapıyor ve “Yıllık 5-6 milyon insanımızın güvenle kullandığı Adana Havaalanı’nı size kaptırmayız” diyor.
Bu milletvekili, ‘Adana Havaalanı’nı kaptırmayız’ derken, asıl kimlere hitap ediyor biliyor musunuz?
Hükümete mi? Tabii ki hayır.
Müteahhitlere mi? Bu da hayır. ‘Size kaptırmayız’ dediği kitle tabii ki Mersinlilerdir.
BASKILAR
Çukurova Havalimanı’nın yapımında yaşananlar tabii ki çok tuhaf ve üzücüdür. Önce işletmeci olacak müteahhitlere verilen ihaleler, çeşitli nedenlerle maalesef tamamlanamadı. Daha sonra bu iş devlet işletmesine bırakıldı ama bu kez taşeron müteahhitler su koyverdiler.
Çukurova Havalimanı’nın faaliyet geçmesinden sonra, Akdeniz sahillerimizin batısında gelişecek olan turizm hareketi, Akdeniz’in doğusunda da canlanacaktı. Bunun için bir proje hazırlanmıştı.
Mersin’in doğu kesiminde yer alan bir alana (yani Tarsus ve Adana’ya yakın olan) 8 bin yatak kapasiteli tam 11 otel kurulması planlanmıştı. Bunun için bedava yer tahsis edilmiş ve otel inşası için firmalar belirlenmişti. Ama yine türlü nedenlerle bu proje de sallantıda kaldı.
Şimdiki durumu ile, yani kapasite ve pahalılığı nedeniyle, Almanya’dan birkaç sefer dışında, yurtdışından uçuş talebi alamayan Adana Havalimanı’na karşın, kapasite ve ucuzluğu nedeniyle ilgi çekecek olan Çukurova Havalimanı, Türk turizmi için büyük bir kazanç olacaktır.
Yüzbinlerce gurbetçi, direkt uçuşlar için daha elverişli olacak yeni havalimanının faaliyete geçmesini bekliyor. Yaklaşan yaz sezonu için, yurt dışındaki havalimanlarından slot izni almakta gecikmekte olan havayolu şirketleri de, Çukurova Havalimanı’nın açılma tarihini bilmek istiyorlar.
Önceleri otel kapasitesi düşük olan Mersin, şimdilerde yapılan ve yapılmakta olan oteller ile turizme açılmış olacaktır. Hele hele, devletin planladığı yeni 11 dev otelin gerçekleşmesi halinde, Antalya, Alanya, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Çeşme gibi yerlere bir alternatif teşkil edecek olan Mersin için, tabii ki yeni, modern ve cazibeli bir havalimanına ihtiyaç olacaktır.
Adana’da da turizmin gelişmesine yol açacak olan Çukurova Havalimanı projesi, bu nedenle çok önemlidir.
Bilinçsizce davranışlar ile, bu projeyi baltalamak isteyenler bu ilkel sevdadan vazgeçmeli.
YENİ HAVALİMANININ ÖNEMİ
TÜRSAB Başdanışmanı ve Havayolu Bilet Satışı ve IATA İhtisas Başkanı Numan Olcar, itirazcılara ders olacak nitelikte şunları söyledi:
“Havayollarının da ticari bir kuruluş olduğu unutulmamalıdır. Neticede havayolları da kar edeceği ve daha fazla yolcuya hitap edebileceği havalimanlarını tercih eder. Bu aşamada Adana Havalimanı’nın çalışmaya devam edeceği söylemleri yatırımcılar kadar bu işin önemli bir parçası olan Havayollarını da tedirgin etmektedir. Hiçbir havayolu aynı destinasyonda birbirine bu kadar yakın iki havalimanı için ne yolcularını bölmek nede aynı pozisyonlar için 2 değişik yapılanma ile maliyetlerini iki misli katlamak istemez.”
Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın, üçüncü dünya ülkesindeki bir kasaba havalimanı görüntüleri ile (Altta ve üstte solda) Çukurova Bölgesel Havalimanı görüntüleri (Altta ve üstte sağda)
Bakınız, Kalkınma Dergisi olan DergiPark’ta Muhammed Turğut ve İpek Gürsoy ne demişler: “Havalimanları bulundukları bölgenin kalkınma sürecinde önemli bir itici güç olarak görülmektedir. Bu sebeple, ülkeler yeni havalimanları inşa ederek ya da mevcut havalimanlarında iyileştirmeler yaparak gelişmişlik düzeylerini artırmayı hedeflemektedir. Bu çalışmada, yapımı tamamlanmak üzere olan Çukurova Bölgesel Havalimanının TR62 Düzey 2 Bölgesinde kalkınmaya yönelik olası etkileri incelenmiştir. Çalışma kapsamındaki veriler, bu bölgede yer alan Adana ve Mersin’in nüfus, göç, istihdam, turizm, sanayi ve ticaret verilerini içeren ikincil kaynaklardan elde edilmiştir. Araştırma sonucunda, Çukurova Bölgesel Havalimanının ülke hizmet ihracatına ve bölgenin hizmet sektörüne ciddi oranda katkı sağlayacağı öngörülmektedir. Yeni havalimanının bölgede öğrenim görmekte olan üniversite öğrencilerine staj ve benzeri olanaklar sağlaması, uçuş ağına yeni destinasyonların eklenmesiyle bölge turizmine canlılık kazandırması ve bölgeden ihraç edilen ürünlerin dış pazarlara açılmasını kolaylaştırması beklenmektedir. Ayrıca, bölgenin güçlü lojistik potansiyeline çok önemli bir altyapı sağlayarak bölgesel kalkınma bakımından olumlu etki yaratacağı düşünülmektedir.”
Lojiport’ta Mustafa İmrak ise şunları yazmış:
Çukurova Bölgesel Havaalanı ve muhtemel etkileri
Adana ve Mersin’in Çukurova açısından olduğu kadar Ortadoğu açısından da stratejik önemde olduğunu farklı yazılarımızda dile getirmiştik. Yeni havaalanı ile ilgili süreç büyük ölçüde tamamlandı.
Türkiye’nin önemli lojistik merkezlerinden biri olan Çukurova Bölgesi, tarım ürünlerinden sanayi mallarına kadar geniş bir yelpazede üretim yapmasıyla bilinir. Bölgenin ekonomik potansiyeli, tedarik zincirlerinin etkin yönetilmesi ve uluslararası ticaretin geliştirilmesi için stratejik bir konumda bulunmasını sağlar. Bu bağlamda, Çukurova Bölgesi’ne hizmet verecek bir havaalanının açılması, lojistik sektörü açısından büyük önem taşımaktadır.
Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın faaliyete geçmesiyle birlikte, bölgenin uluslararası ticaretteki rolü daha da güçlenecektir. Havaalanı, bölgenin üretim merkezlerinden ürünlerin dünya pazarlarına hızlı bir şekilde ulaştırılmasını sağlayacaktır. Özellikle tarım ürünleri gibi hızlı bozulan ve zamanında teslimat gerektiren malların taşınmasında hava yoluyla lojistik avantajlar sağlanacaktır.
Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın lojistik sektörüne sağlayacağı bir diğer katkı da tedarik zincirlerinin daha verimli bir şekilde yönetilmesine olanak tanımasıdır. Hava yoluyla taşımacılık, özellikle acil ve kritik malzemelerin zamanında teslimatını sağlayarak tedarik zincirlerinin kesintisiz işlemesine yardımcı olur. Bu da üretim süreçlerinin optimize edilmesi ve maliyetlerin düşürülmesi anlamına gelir.
Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın açılmasıyla birlikte, bölgedeki işletmelerin uluslararası arenada rekabet güçleri artacaktır. Hava yoluyla daha hızlı ve etkin bir şekilde mal taşınması, yerel işletmelerin küresel tedarik zincirlerine entegrasyonunu kolaylaştıracaktır. Bu da bölgedeki işletmelerin daha geniş pazarlara açılmasını ve ihracat potansiyellerini artırmasını sağlayacaktır.
Sonuç olarak, Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın açılması lojistik sektörü açısından büyük bir öneme sahiptir. Bölgenin uluslararası ticaretteki rolünü güçlendirecek olan havaalanı, tedarik zincirlerinin daha etkin bir şekilde yönetilmesine olanak tanıyacak ve yerel işletmelerin küresel rekabet güçlerini artıracaktır. Bu da bölgenin ekonomik kalkınmasına ve sürdürülebilir büyümesine katkı sağlayacaktır.
Yukarıdaki bu alan …………………………………. yukarıdaki gibi olabilirdi
Mersin’i, batı Akdeniz’e alternatif turizm bölgesi yapmak amacıyla projelendirilen, 8 bin yatak kapasiteli 11 otelin akibeti de mechul.
Bakınız bu konuda başlangıçtaki haberler nasıldı:
Mersin’in Tarsus ilçesinde altyapı çalışmaları tamamlanan ve tahsis sahibi 6 firmanın tesis yatırımlarını bekleyen Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, Akdeniz’in doğusunda bir turizm cenneti olacak.
Berdan Nehri’nin bir kolunun denize döküldüğü bölümün de içinde bulunduğu, çeşitli kuş türlerine ev sahipliği yapan Tarsus Kıyı Kesimi Turizm Bölgesi, temiz denizi, 12 kilometrelik kumsalı ve yeşil dokusu ile dikkat çekiyor. 8 bin yatak kapasiteli toplam 11 otelin yapılacağı bölge, hizmete girdikten sonra Mersin ile Adana’nın turizmden hak ettiği payı almasına önemli katkılar sunacak ve 10 bin kişi buradaki tesislerde istihdam edilecek. Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın da tamamlanması ile bu coğrafyaya gelen turistler, yalnızca 10 dakika içerisinde oteller bölgesine ulaşabilecek.
Bölgede inceleme yapan Mersin Sanayicileri Ve İş Adamaları Derneği (MESİAD) Başkanı Hasan Engin, inşaatların başlaması için tahsis sahibi firma yöneticilerine çağrıda bulundu. Yatırıma engel tüm durumların ortadan kaldırıldığını belirten Engin, “Devlet Su İşleri (DSİ), Berdan Nehri’nin denize ulaştığı yerde 5-6 kilometrelik taşkın koruma setlerini tamamlamış durumda. 14 kilometrelik otoban kalitesindeki yolumuz tamamlanmış durumda. Turizm teşvikleri uygun safhaya geldi. Orada da bir sorun yok. Sayın Cumhurbaşkanımız da buranın temelini atmıştı seçimlerden önce ve yatırımcı firmaların başlayacağını söylemişti. Birkaç kez de uyarmıştı, ’Başlayın’ diye. Şu anda yatırımcı firmaların bahanesi kalmadı” dedi.
Mersin ve Adana kamuoyunun bu yatırımı merak ve heyecanla beklediğini dile getiren Engin, “Yolumuz, altyapı, kanalizasyon, arıtma tesisleri, telekomünikasyon, içme suyu hepsi tamamlanmış durumda, yatırımcıları bekliyoruz. Eğer bu yatırımcılar ille de ’Uzatacağız’ derlerse ya diğer yatırımcılara ya da yabancı yatırımcılara tahsis yapılmasını istiyoruz. Çok fazla tahammül kalmadı. Çok uzun zamandır bu proje ile ilgileniliyor. Havaalanı da yapılıyor, bittiğinde bunların başlaması değil, paralel başlamasını istiyoruz. Aynı anda bittiğinde bölgemize ve ülkemize hayırlı olur diye düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
HAYAL KIRIKLIĞI
Yukarıda okuduğunuz eski haberden anlaşılacağı gibi, Doğu Akdeniz’i bir turizm cenneti yapacak olan proje de sürüncemede kalmış oldu. Bedava arazi aldıkları halde, devletten daha çok fedakârlık bekleyen tahsis sahibi yatırımcılar, bu projeyi de baltalamış oldular. Ne diyelim, Mersin’in, daha doğrusu Çukurova’nın makus (kötü) talihi mi?
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
(Bekledik ve nihayet mutlu sonun birkaç hafta içinde gerçekleşeceğini, Yavuz Donat sayesinde öğrendik.)
İlhan Karaçay, İsrail’i yargıladığı için tüm dünyada adından söz edilen Adalet Divanı’ndaki Türk halısını gündeme getirdi.
İşte Çetinoğlu’nun İlhan Karaçay ile röportajı:
Hollanda’da Yaşayan Türk Gazeteci İLHAN KARAÇAY ile Milletlerarası Adâlet Divanı’ndaki TÜRK HALISI Hakkında Konuştuk.
Oğuz Çetinoğlu: Sizin Lahey Yüksek Adâlet Divanı’ndaki halı ilgili haberiniz, İstanbul gazetelerinde yer almıştı. Konu hakkında neler söylemek istersiniz?
İlhan Karaçay: Bizim, ‘Lahey Yüksek Adâlet Divanı’ olarak söz ettiğimiz ‘Barış Sarayı’na, Hollandalılar ‘VredesPleis’ diyor. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, ‘Yüksek Adâlet Divanı’na taşınmıştı.
Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Milletlerarası Adâlet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya dâvet etmişti.
O zamanlar bütün dünyada sitayişle söz edilen ‘Barış Sarayı’nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan davasının önemi yanında, böylesi dünyaca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.
Malûmdur, o zamanlar ‘Haber atlatma’ yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı ‘Türk-Yunan’ davası değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.
Çetinoğlu: Günümüzdeki durum nedir?
Karaçay: İşte o halının hikâyesi, bu defa 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.
Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yâni 113 yıl öncesine dayanıyor.
Çetinoğlu: Anlatır mısınız?
Karaçay: 113 yıl öncenin yılı 1911 idi.
Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı Devleti tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.
Şimdi, tamirat ve tadilât için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi:
‘Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 113 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması için Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.’
Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzâkerelerin devam ettiği Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.
Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen film çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.
Çetinoğlu: İlgi çekici… Demek tören yapıldı. Neler konuşuldu?
Karaçay: Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: ‘Ecdadımızın 1907’deki dâvete icabetle 1911’de armağan ettiği tarihî Hereke halısı 113 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzâkere ve görüşmeye şahitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 113 yıl tarihe şâhit oldu. Ecdadımızın Milletlerarası barışa desteğini o tarihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir cihan devletinden Avrupa’nın saygın bir devletine hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar Milletlerarası dostluk ve barış mesajını verecektir.’
İşte, hepimize gurur veren ve bundan sonraki gelişmeler ile alicenaplığımızı dünyaya ilân edecek olan ‘Hereke Halısının hikâyesi böyle.
Çetinoğlu: ‘Hereke halısı’ deyip geçebilir miyiz?
Karaçay: Asla. Tarihi olaydır. Yeni nesiller tarafından da bilinmesi gerekir.
Çetinoğlu: Sizden öğrenebilir miyiz?
Karaçay: İntihal (aşırma) yapmayacağım ama Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.
Çetinoğlu. Ne buldunuz?
Karaçay: Hollanda’nın Lahey şehrindeki Milletlerarası Adalet Divanı olarak hizmet veren Barış Sarayı’na, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın fermanı üzerine 1905’te hediye edilen, yaklaşık 162 metrekarelik Hereke halısı Aksaray’ın Sultanhanı ilçesinde restore ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan, Aksaray’daki halı tamir atölyesinde düzenlenen basın toplantısında, Türkiye târihi için önemli yeri olan Sultanhanı Kervansarayı’nda olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.
Nadir Alpaslan, Barış Sarayı yapıldığı dönemde 40’tan fazla ülkenin yardımda bulunduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:
‘Osmanlı Devleti Sultan İkinci Abdülhamid Han döneminde Barış Sarayı’na, biraz sonra restorasyonuna başlanacak, Hereke halısını hediye etmiş. Bu halı ülkemizin kültürel ögeleriyle bezenmiş, ilmek ilmek dokunmuş çok özel bir halı. Halı restorasyon sürecinde yapıldığı dönemin teknik özelliklerine göre her bir ilmeği yenilenerek tekrar evine gönderilecek. Hereke halısı 100 yılı aşkın süredir Barış Sarayı’nda Japon Salonu’nda tarihe tanıklık etmektedir. Halımız, 1 yıl sonra bu çalışma bitip evine döndüğünde tarihe şâhitlik etmeye devam edecek.’
Alpaslan, bu eşsiz halının Türkiye’nin kültürel zenginliğini yansıtan önemli örneklerden biri olduğunu aktardı. Restorasyonun Türkiye’de yapılmasının önemli olduğuna dikkati çeken Alpaslan, “Halı, 400 yılı aşan Hollanda ve Türkiye ilişkilerinin de somut bir göstergesidir. Halımızın restorasyonu uzman ekip ve geleneğe dayalı teknikler kullanılarak gerçekleştirilecek, her aşamada halının orijinal dokusu ve estetiğinin korunması için büyük hassasiyet gösterilecektir. Bu proje, halının restorasyonundan öte kültürel bir mirasın korunmasını da temsil etmektedir.” diye konuştu.
Alpaslan, halının restorasyonuyla dünya kültürel mirasına da katkı sunulduğunu vurguladı.
İçinde yaşanılan dünyada, barışa ve Adâlete ihtiyaç olduğunu anlatan Alpaslan, bütün dünyaya barış ve Adâlet gelmesi temennisinde bulundu.
Çetinoğlu: Bilenler elbette biliyor da… İnsanlarımızın çoğunluğu makine halısı kullanıyor. Onlara Hereke halısını nasıl tanıtırsınız?
Karaçay: Hereke halısı, dünyanın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Restorasyondan sonra dokunduğu dönemdeki kıymetine kavuşacaktır.
Çetinoğlu: Hollanda’dan restorasyon için gönderilirken tören yapıldı. Türkiye’de karşılamak maksadıyla da tören yapıldı mı?
Karaçay: Evet: Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands ise bir asırdan sonra halının Hollanda’dan tekrar Türkiye’ye restorasyon için geldiğini söyledi.
Halının hikâyesinin Türkiye ile Hollanda arasındaki güçlü bağların sembolü olduğunu belirten Wijnands, sözlerini şöyle devam etti:
‘Hereke halısı, dünyanın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Uzun süreli olması ve tarihi öneme sahip olması da ayrı bir güzel yanı. İki ülke arasındaki ilişkiler ve aramızdaki dostluk halıdaki ilmekler kadar sağlam ve güçlüdür. İki ülke arasındaki dostluk çok uzun yıllar öncesine dayanıyor. Seneye dostluk anlaşmasının 100. yılının kutlamasını yapacağız. Diplomatik ilişkiler de 400 yıl kadar geriye gidiyor. İki ülke arasında bu halıdan daha da fazla güzellikler var. Hollanda’nın Milletlerarası sembolü olan lâleyi, Türklerin getirdiği bilinir.’
Wijnands, 500 yıl önce Hollanda’nın bağımsızlığı için Türkiye’nin yardım ettiğini de vurguladı.
Konuşmaların ardından Bakan Yardımcısı Alpaslan ve beraberindekiler, halıyı inceledi.
Çetinoğlu: Konu açılmışken, biraz da Hereke Halı Fabrikası’ndan bahseder misiniz?
Karaçay: Kocaeli’de 1843 yılında kurulan Osmanlı emaneti olan ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ dokuma fabrikası, 181 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak millî saraylar için dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1.000.000 düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.
Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devletinin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ ismiyle faaliyetini devam ettiren fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başlandı.
Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk hayatını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka hâline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de armağanlara lâyık görüldü.
Çetinoğlu: Bu konuda hayli bilgi sâhibisiniz. Hereke’de üretilen halıları nerelerde görmek mümkün?
Karaçay: Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan İkinci Abdülhamid döneminde Alman İmparatoru Kaiser İkinci Wilhelm’in ziyareti vesilesiyle 1897 yılında Yıldız Şale Köşkü Muayede (Bayramlaşma) Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beylerbeyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adâlet Divanı ve Beyaz Saray’ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 181 yıldır faaliyetini devam ettiren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hâlâ millî saraylara halı dokumaya devam ediyor.
Çetinoğlu. Hereke halısının özelliklerinden de söz eder misiniz?
Karaçay: Hereke halısının özelliği: ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır
Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan târihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyasında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, Osmanlı halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda devam ettirilen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve halı sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Gayretli çalışmalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkeze alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim İlhan Bey
İLHAN KARAÇAY: 23 Aralık 1942 târihinde Mersin’de doğdu, gençlik yıllarında, ULUS Gazetesi’nde de haber ve yorum yazmağa başladı. Aynı zamanda, genç yaşına rağmen, Mersin’de ailece sâhip oldukları ve Pompeipolis adını koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin işletmeciliği de genç Karaçay’ın omuzlarında idi. Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir Yunan kapatanı hayatının rotasını değiştirdi. Bu kaptanın gemisi ile Çin’in Şanghay şehrine gittiğini öğrenir. Çin’de Mao’nun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır. Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. Karaçay üç arkadaşı ile birlikte gemiye işçi olarak girmeyi başarır. 1967’nin Haziran ayının ilk günlerinde başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir. Çin’e yolculuk geminin Süveyş Kanalı’nı geçtikten hemen sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine fakat 7 Haziran 1967 günü Cibuti’ye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri arasında savaşın bütün şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalı’nın kapandığını öğrenirler. Singapur üzerinden Şanghay’a varıp karaya ayak basıldığında Karaçay soluğu postanede alır. Süveş Kanalı’ndan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri fotoğrafları ve birbirinden renkli haberleri AKŞAM Gazetesi’ne postalar. O zamanların dünyaya kapalı, dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’de sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye götürülerken kaçar. Karaçay Hastaneden kaçışının sebebini şöyle anlatıyor: ‘ŞangHay’dan sonraki yolculuk Kanada’nın Vancouver şehriydi. Yatacaksam modern dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?’ Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idâre edecek kadar bildiği İngilizcesini geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, İngilizcesini daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce ise yanına kâr kalır. Londra üzerinden Türkiye’ye dönerken Hollanda’ya uğrayan Karaçay, Hollanda’daki hayatı ve insanları çok beğenir ve burada kalmaya karar verir. Avrupa’da basımına başlanan Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik yapmak için, daha önceden tanıdığı İstihbarat Şefi ile anlaşır ve çalışmaya başlar. 1969 yılında Avrupa’da yayın hayatına başlayan Hürriyet gazetesi ile anlaşarak gazetecilikte profesyonelliğe adım atar. 1975’te, TRT Haber Dâiresi Başkanı Tayyar Şafak’ın Amsterdam ziyareti sırasında yaptığı muhabirlik teklifini, Nezih Demirkent’ten izin alarak kabul eder. Bununla birlikte aynı yıl Hollanda Yayın Kurumu NOS televizyonunda Türkler için ‘Pasaport’ adlı programı yönetmeye başlar. 1973 yılında gazeteciliğin yanı sıra seyahat işine de el atar ve 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile THY’nin Utrecht Bölgesi Genel Satış Acenteliğini üstlenir. İhtiyaç ve istek üzerine sigorta ve kredi işleriyle de uğraşır. Bu kadar çalışma, gece gündüz iş derken, 1981 yılında geçirdiği ağır ameliyatlar sonucu benliğini ölüm korkusu sarar. İşlerin bir kısmını arkadaşına devreder. Sağlığına kavuştuktan sonra Amsterdam’da Hürriyet Bürosu’nu açarak kendini artık sadece gazeteciliğe verir. 1983 yılı sonunda, bürosunda çalışan Yasemin ve Ünal Öztürk’e, Hürriyet temsilciliğini devreder. Uzun süredir çocuklarının Türkçe eğitim görmelerini istediği için Türkiye’ye dönerek yerleşme kararı verir. Mersin’de ilk gençlik yıllarında çalıştırdığı aile tesisinin işletmeciliğini üstlenir. Çocukları yeteri kadar Türkçe öğrenince 1986 yılının başında Hollanda’ya döner ve yerleşir. Günaydın gazetesinin muhabirliğini, Türkçe ve Hollandaca yayınlanan HABER Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenir. Aynı yılın sonunda Avrupa’ya açılan SABAH Gazetesi’nin Benelux temsilciliğini de alır. 1988’de Asil Nadir’in Günaydın Gazetesi’ni satın alması ile birlikte bu gazetenin Benelux temsilcisi olur. 1994 yılında Günaydın’ın Avrupa baskılarının sâhibi olmuştur. Avrupa Türk Basınının kalbi olan Frankfurt’a yerleşir. İşler iyi gitmeyince kurduğu ÇAY-PRESS Ajans kanalıyla çeşitli gazete ve TV kuruluşlarına haber göndererek çalışmalarına devam eder. Türkiye’deki bâzı gazetelere haber ve yorumlar yazar. 1998 yılında Nezih Demirkent’in sâhibi olduğu Ekonomi ve Politika Gazetesi DÜNYA’nın, Hollanda ve Belçika yayın hakkını alır. Türklerin işçilikten kurtulup işadamı durumuna gelmeleri ile birlikte, onlara ticârî ve iktisâdî bilgiler verecek bir yayın organının piyasaya çıkması kaçınılmaz olmuştu. Bu işe girer. Çoğu zaman Türklere yapılan her haksızlığın karşısında artık DÜNYA vardır. Öyle ki, Türklere ve Türkiye’ye karşı her zaman acımasız davranan, kasıtlı haberler yayınlayan bir milyon trajlı en büyük gazete De Telegraaf’a Karaçay savaş açar. Savaş sona erince TRT’ye dokümanter filmler hazırlar. Yılların tecrübesi, elindeki tek silahı olan kalemiyle haksızlıkların karşısında duran Karaçay, Hollanda’da son yıllarda sayıları hızla artan Türkçe gazete ve dergi sâhiplerini (Gazetecileri) bir çatı altında toplayarak, gazetecilik mesleğine gönül vermiş gençlere ağabeylik yapmak, gayreti içinde çalışmalarına devam etmektedir.
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
BU DA BARIŞ SARAYI’NIN HİKÂYESİ
İlhan KARAÇAY
Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler‘in başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda‘nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi amaçlanır.
Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması‘nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.
Saray’da, Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi bulunuyor.
Daimi Tahkim Mahkemesi
Bir anlaşmazlığı tahkim yoluyla çözmek isteyen taraflar Daimi Tahkim Mahkemesine (PHA) başvurabilirler. PHA’ya sunulan anlaşmazlıkların çoğu en az bir eyaleti içerir. Ancak uluslararası kuruluşlar, şirketler ve kişilerle olan uyuşmazlıklar da ileri sürülebilir. Çoğu durumda, her iki tarafın da bir hakem atadığı üç üyeli bir mahkeme kurulur ve bu hakemler birlikte bir başkan atar. Böylece oluşturulan mahkeme dava hakkında karar verir. Taraflar ayrıca kararlaştırılacak hukuki meseleyi, kullanılacak dili ve gizlilik derecesini birlikte belirler. Hakemlerin kararları her durumda tarafları bağlar. PHA ayrıca arabuluculuk gibi bağlayıcı olmayan uyuşmazlık çözümü biçimleri sunar.
Uluslararası Adalet Mahkemesi
Uluslararası Adalet Divanı (IGH), Birleşmiş Milletler’in (BM) ana yasal organıdır ve iki yönlü görevi vardır.
Birincisi, devletler tarafından getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözer. Uyuşmazlıklar temel olarak kara ve deniz sınırları, toprak egemenliği, güç kullanımı, uluslararası insancıl hukukun ihlali, devletlerin iç işlerine karışmama, diplomatik ilişkiler, rehin alma, sığınma hakkı, tabiiyet, vesayet, geçiş hakları ile ilgilidir. ve ekonomik haklar.
İkinci olarak, BM organları ve bunu yapmaya yetkili uzman kuruluşlar tarafından sunulan hukuk meseleleri hakkında istişari görüşler yayınlar. Görüşler, bu kurum ve kuruluşların hukuka uygun olarak nasıl işleyebileceklerini veya inatçı devletler karşısında otoritelerini nasıl güçlendirebileceklerini gösterebilir.
Uluslararası Adalet Divanı, farklı ülkelerden 9 yıllığına seçilen ve yeniden seçilebilen 15 yargıçtan oluşur. Mahkeme üyelerinin üçte biri her üç yılda bir seçilir. Başkan, her üç yılda bir akranları tarafından seçilir. Mahkemenin şu anki Başkanı ABD’den Joan E. Donoghue’dur. Mahkeme duruşmaları her zaman halka açıktır. Fransızca ve İngilizce, Mahkemenin daimi dilleridir.
Uluslararası Adalet Divanı (ICJ)
Uluslararası Teşkilat Künyesi
Teşkilatın Amacı:
Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD/ICJ) temel görevi, devletlerce önüne getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmektir. Divan ayrıca, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi ile Genel Kurulun yetkili kıldığı BM’nin diğer organları ve uzmanlık kuruluşları tarafından talep edilen konularda tavsiye görüşü verebilmektedir.
Kuruluş Tarihi:1945
Merkezi: Lahey
Türkiye’nin Üyelik Durumu:
BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler.
Türkiye, UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmemektedir.
Teşkilatın Tarihi :
UAD, BM Şartı ile BM’nin asli “adalet organı” olarak kurulmuştur. UAD’nin kuruluşundan önce, Milletler Cemiyeti bünyesinde kurulan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı (USAD) bulunmaktaydı. Divan Statüsü, BM Şartı’nın ayrılmaz parçası olarak Şart ile birlikte 1945 yılında yürürlüğe girmiş ve USAD feshedilmiştir. UAD’nin ilk yargıçları 6 Şubat 1946’da seçilmiş, Divan’ın resmi açılışı ise 18 Nisan 1946’da yapılmıştır.
UAD, başta UAD Statüsüne taraf olan devletlere açıktır. Bu bağlamda, BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler. BM üyesi olmayan bir devletin UAD Statüsüne taraf olabilme şartlarının BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine BM Genel Kurulu tarafından tespit edileceği, BM Şartı’nda belirtilmiştir. Öte yandan, BM Şartı’na ve UAD Statüsüne taraf olmayan devletlerin, BM Güvenlik Konseyi tarafından belirlenecek koşullar uyarınca UAD önündeki bir davada taraf olma hakkı bulunmaktadır.
Ancak, UAD’nin esasa ilişkin yetkisini, devletlerin Divan önündeki davalara taraf olma hakkından ayırmak gerekir. Divan’ın yetkisi ihtiyari olup, UAD, sadece tarafların Divan önüne götürmeyi kabul ettikleri uyuşmazlıkları incelemeye yetkilidir.
UAD’nin zorunlu yargı yetkisini tanımayan devletler Divan’a bu yetkiyi şu yollarla tanıyabilirler: Tahkimname (uyuşmazlık tarafları, uyuşmazlığın konusunu ve taraflarını belirttikleri bir tahkimname ile aralarındaki uyuşmazlığı UAD’ye sunmayı kararlaştırabilirler), Anlaşma (devletler ikili veya çok taraflı anlaşmalarda, anlaşmadan doğan uyuşmazlıkların Divan’a havale edilmesini öngören bir hüküm getirebilirler), Tek taraflı bildirim/Beyan (Statü’ye taraf olan devletler “herhangi bir zaman, aynı vecibeyi kabul eden herhangi bir başka devlete karşı UAD Statüsü’nün 36(2) maddesinde düzenlenen hukuki mahiyetteki uyuşmazlıkların hepsi hususunda Divan’ın kaza yetkisini ipso jure ve özel bir anlaşma olmaksızın mecburi olarak tanıdıklarını” beyan edebilirler) ve Forum Prorogatum (bir devletin bir uyuşmazlığı Divan’a havale etmesi durumunda, diğer devletin, Divan’ın yargı yetkisini kabul ettiği anlamına gelecek bir tutum izlemesi).
Öte yandan, BM Şartı uyarınca, BM Genel Kurulu veya Güvenlik Konseyi hukuki herhangi bir mesele hakkında, Genel Kurulca yetkili kılınacak diğer BM organ ve uzmanlık kuruluşları ise çalışma alanlarında karşılarına çıkacak hukuki meseleler hakkında UAD’den tavsiye görüşü talep edebilirler.
UAD, ülkelerinde yüksek yargı görevlerinin icrası için gerekli şartları haiz bulunan veya uluslararası hukuk alanında tanınmış hukukçular arasından seçilen 15 hâkimden oluşmaktadır. Hâkimler, 9 yıl süreyle görev yapmaktadırlar ve yeniden seçilmeleri mümkündür.