SAĞLIK TURİZMİNDE TÜRKİYE’Yİ ŞAHA KALDIRACAK GİRİŞİM:

SAĞLIK TURİZMİNDE TÜRKİYE’Yİ ŞAHA KALDIRACAK GİRİŞİM:

Türk hastanelerini ve doktorlarını daha iyi tanıtmak için Hollanda’da ön tanı kliniği açan Murat Işık, daha sonra tüm Avrupa’da şubeler açacak.

A’dan Z’ye Sağlık Turizmi kitabının yazarı Murat Işık,Utrecht’teki kliniğe ilk etapta yedi uzman doktor getirdi.

Hollanda’nın çeşitli kentlerinde toplantılar düzenleyen Işık, Hollandalı hastaları da bilgilendiriyor.

9 Yıldır hizmet veren ‘Hollanda Türk Sağlık Merkezi’, Hollanda’nın dört bir yanında sağlık terapileri yapacak.

(Haberin Hollandacası en altta)
(Nederlandse versie van het bericht is onderaan)


Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

Turizm denince akla ilk gelenler güneş, deniz, kum, tabiat ve güzel otellerdir. Tabii ki, amaçları değişik olan turizm şekilleri de vardır. İş ve ticaret turizmi, eğitim turizmi ve de sağlık turizmi gibi…

Türkiye, turizmin her alanında gelişmişlik gösteren bir ülke olarak, bu paylardan nasibini almakta olan bir ülkedir.
Güneş, deniz, kum turizminde, rakip ülkeleri kıskandıracak nitelikte gelişen Türkiye, iş ve ticaret ve eğitim turizminde de ilgi çekerken, sağlık turizmi dalında başrol oynamaktadır.

Sağlık turizmi gelirleri açısından dünyada birinciliğe oynayan Türkiye’nin bu başarısında rol alan kahramanlarımız da vardır tabii…
Örneğin, Türkiye’de fuar merkezi işletmeciliği, fuar organizatörlüğü, sağlık turizmi alanlarında faaliyet gösteren ALZ Grup’un Yönetim Kurulu Başkanı Cihat Alagöz’ün Amsterdam, Berlin, Frankfurt, Londra ve Bosna Hersek’te sağlık turizmi fuarları düzenlediğini biliyoruz.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Uluslararası Sağlık Turizmi Sektör Meclisi, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Sağlık İş Konseyi ve Hizmet İhracatçıları Birliği’nin desteğiyle düzenlenen Amsterdam Sağlık Turizmi Fuarları da unutulmamalı.

Cihat Alagöz’ün sağlık Turizmi için göstermiş olduğu faaliyetler devam ederken, şimdi de Murat Işık’ın ‘muhteşem’ denilecek faaliyetlerinin devreye girmesi de, sağlık turizmi için büyük bir kazanç olacak.

Murat Işık’ın, sağlık turizmi konusundaki faaliyetleri, aslında çok eskiye dayanıyor.
‘Çok eski’ dokuz yıllık bir süre. 9 Yıl önce açılan ‘Hollanda Türk Sağlık Merkezi’, dokuz yıl sonraki etkinlikleri ile taçlanıyor adeta…

Murat Işık’ın, Hollanda’da başlatarak, tüm Avrupa ülkelerinde devam ettireceği etkinliklerin ilki Utrecht’te başladı.
Türkiye’den periodik olarak getirilecek olan uzman doktorların ilk yedisi geldi ve özellikle Hollandalı hastalar üzerinde çalışmalar başlatıldı.

İstanbul’dan Doç.Dr.Aydın Arslan, kök hücre tedavisi, ozon tedavisi, glutatyon tedavisi, Artroskopi amaliyatı, protez ameliyatı ve proloterapi konularında araştırma ve bilgi sunarken, Ankaradan Diş Hekimi ağız diş sağlığı ve gülüş tasarımı uzmanı Şule Ünal, Kadın Doğum ve Tüp Bebek Konusunda Doç Dr. Çağlar Helvacıoğlu, Medikar Hastanesinden Dr. Hikmet Demirkol, Ürolog Emin Coşkun, Estetik ve Plastik Cerrah Dr. Tuğçe Yasak, Dr. Mehmet Ali Şanlı ve Dr. Sinan Taşbaş ilk birebir danışmanlık görüşmelerini yaptılar.

Afbeelding met kleding, persoon, tafelgerei, person Automatisch gegenereerde beschrijving

‘Medical İn Türkiye’ markası ile faaliyet gösteren Murat Işık, konuyla ilgili bilgiler sunmak için, Türkiye’den gelen kafile ile birlikte, Amsterdam’da Sortie Restaurant’ta bir kahvaltı düzenledi.

Türk medya mensuplarının katıldığı kahvaltıda konuşan Murat Işık şunları söyledi:
“Türk Sağlık Sistemini Tüm dünyada hak ettiği yere ulaşsın ve ülkemizi şifaveren başarılı doktorların ülkesi olarak tanıtmamız gerekiyor. Türkiyenin hak ettiği gelir ve hasta sayısına ulaşması için Türk Sağlık Merkezini Hollanda da açtık. Bu proje sadece bir sağlık turizmi çalışması değildir. Bu proje ülkemiz için ufuk açıcı bir vizyon projesidir. Amacımız tüm Hollandalılara sağlık hizmeti konusunda alternatif sunmaktır.”

Afbeelding met tekst, boek, Papierprodcut, papier Automatisch gegenereerde beschrijving

Murat ışık daha sonra, 2024 te Utrecht merkez ofis dışında, 3 şehirde 8 ayrı takvimde 100’e yakın toplantı organize edeceklerini ve başarılı doktorlarımız ile yolculuğun süreceğini, Hollanda’da ilk olarak 16-17-18 Şubat’ta 3 Tur Roadshowu yaparak, ‘Medical inTürkiye’ ekibi ile sağlık için yollara yeniden düşeceklerini söyledi.

Daha sonra Zaandam’daki Fuarım, Amsterdam’daki FestiAla organizasyonlarına katılan kafiile, 3 günde 9 organizasyon yaparak çalışmalarını sürdürdü.

Kafilede bulunan uzmanlardan, sağlık turizmi konusunda neler yapılması gerektiği şeklindeki sorumuza aldığım cevaplar şöyle oldu:

Afbeelding met kleding, persoon, hemel, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving

MedicalinTürkiye Türkiye Koordinatörü Nergis Altıntaş:

“Ülkemizi Sağlık alanında Hollanda’da layıkı ile temsil edeceğiz. Özellikle ülkemizde kendi alanında akredite sağlık kuruluşları ile AB kanun koyucuların tanıdığı sertifika ve standardizayonu sağlayan hekim ve hastanelerden seçtik. Ayrıca alanında en başarılı doktorları getiriyoruz. Bu çalışmada ‘Medical in Türkiye’nin kırk kişilik ekibi gece gündüz çalışıyor. Sadece Hollanda’da aynı anda 3 fuardaki standlar ile, toplamda 9 noktada çalışma yürütüyoruz.”

‘Medical in Türkiye’nin Hollanda Müdürü Şule Kaya;

“Biz Hollandaya gelen bir Türk şirketi değiliz. Hollanda’da kurulan bir Türk kökenli girişimcilerin kurduğu Hollanda şirketiyiz. Sağlık, hukuk, sigorta ve finans alanında uluslararası ve Hollandalı danışmanlar ile çalışıyoruz. Ekibimizde 2 Hollandalı, 1 Fas asıllı ve bir de Sürinamlı arkadaşımız var. Hollanda sağlık sisteminde yardımcı olacağımız alanları seçtik. Ücretsiz muayene hizmeti, ücretsiz sigorta danışmanlığı, ödeme kolaylığı ve tüm aşamalarda sigortalı bir sistem ile çalışıyoruz. Tüm Hollanda da en sevilen ve çok çözüm üreten şirket olacağız.”

Diş Hekimi ve Smile Design Master Eğitici, Dr Şule Ünal:
“Hollandadan gelen Türk kökenli hastalara zaten Ankara’daki kliniklerinde hizmet veriyoruz. Hızlı, kaliteli ve ekonomik hizmetten memnun kaldıklarını şimdi ise yerinde hastalarımız ile temas kurarak sayı ve performansı artırarak hastaların karar verme sürecini artırmak istiyoruz. Ayrıca Hollanda sağlık sistemi içinde yaşanan aksaklıkları bilen ve çalışan ekibimiz ve ‘Medical inTürkiye’ ile uluslararası alanda Türk doktorlarının başarılarını artırmayı ve temsilini çoğaltmayı hedefliyoruz.”

Doç. Dr Aydın Arslan:
“Özellikle iklim, yaşam standartları yaşlı nüfusun ortopedi alanındaki ihtiyaçları ve sistemin ev doktorları ile uzman arasındaki sürenin, hastanın yaşam kalitesine zarar verdiği bu aşamada, klinik ve ülke olarak seçenek olabiliriz. Dünyada hangi sistem uygulanıyorsa biz de bunu yapabiliyoruz. Hatta Türk doktorları bunu çok iyi yapabiliyor. Özellikle ülkemize bu alanda hasta akışının sağlanması yeni gelir ve iş gücü artışını sağlayacaktır. Ben şahsen kök hücre tedavisi, ozon tedavisi, glutatyon tedavisi, Artroskopi amaliyatı, protez ameliyatı ve proloterapi dallarında hizmet veriyorum.”

Dr.Mehmet Ali Şanlı (Adana):
“Sağlık biz insanlar için ilk sırada gelen olmazsa olmazlarımızdandır. Sağlık için insanlar kıtalar arası yolculuklar yapmaktalar ve sağlığı nerde bulurlarsa oraya gitmektedirler . Bunun için hem maddi hem manevi olarak yatırım yapmaktadırlar . Avrupa’da yaşaşayan gurbetçilerimizin de sağlık yönünden sıkıntı yaşadıklarını, hem kendileri belirtmekte, hem biz de yakından takip etmekteyiz. Gurbetçilerimizin, doğru teşhis ve tedavi ve de geciken süre konularında sıkıntı yaşadıklarını bilmekteyiz. Biz de bu konularda gurbetçilerimizin yanında olacağız. Bunun somut bir göstergesi olarak, uzman olan doktorlarımızı getirerek bire bir hasta doktor buluşmasını sağlamaktayız. Bu görüşmeler sonucunda memleketimizde emin ellere teslim ederek doğru teşhis ve tedavi ve de hızlı bir şekilde sağlıklarına kavuşmalarını sağlayacağız. Bize başvuran vatandaşlarımızın sağlık süreçleri konusunda her zaman yanlarında olacağız.”

Medikar Hastanesi Temsilcisi Dr. Hikmet Demirkol:
Kendi alanı olan beyin sinir cerrahisi alanı dışında, Medikar Hastanesinin Hollanda için özel bir proje oluşturduğunu söyleyen Demirkol, kasım ayındaki organizasyon sonrası, ikinci turda çalışmaların sürdüğünü, bu süreci, 1 yıllık planladıklarını ve gelecekte Hollanda’da her hafta bir doktor bulunduracaklarını söyledi.

Doç Dr. Tuğçe Yasak:

Ülkemizin estetik ameliyatlar konusunda dünyada en çok hastaya hizmet veren 3 ülkeden biri olduğunu, vaka ve başarı açısından da ilk iki ülke arasında olduğumuzu söyleyen Yasak, sağlık ve yaşam kalitesinde erkek yada kadın fark etmeksizin, estetiğin artık ihtiyaç olarak görüldüğü ve bu süreçte başarılı çalışmaları ile ödül aldıklarını, süreci yönetmek için uzun süreli bir plan yaptıklarını, Hollanda’dan gelen hastalarına ‘Medical inTürkiye’ ile komplikasyon sigortasını, sadece 1 liraya yaparak, onlara hediye ettiklerini ve bu sayede Türkiye tercihi konusunda teşvik edici çalışmalar yaptıklarını belirtti.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç Dr. Çağlar Helvacıoğlu:

Tüp bebekte ülkemizin dünyada bir numaralı merkez olduğunu, ayrıca güvenle hizmet verdiğini, toplumsal değerlerimiz ve önceliklerimiz ile çocuk isteğine her aşamada yardımcı olduklarını belirtirken, başarılı işler yapmanın gururu ile, insanların çocuk özlemine katkıda bulunmanın coşkusunu yaşadığını söyledi.. Helvacıoğlu, özellikle Hollanda ve Batı ülkelerinin deneme ve uygulama kısıtlamalarının önünü açması ve sigorta sorunlarını çözerse bu konuda en önemli partner olacaklarını söyledi.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, kleding, vrouw Automatisch gegenereerde beschrijving

Sağlık turizminin gelişmesi için Türkiye’nin bazı stratejik adımlar atması da önemlidir.
Bana göre bu konuda düşünülebilecek bazı öneriler şöyledir:

  1. Altyapıyı Güçlendirme: Türkiye, sağlık turizminde uluslararası standartlarda hizmet sunabilmesi için sağlık altyapısını güçlendirmelidir. Yeni teknolojilere yatırım yaparak, sağlık kuruluşlarının donanım ve tesislerini modernleştirmek önemlidir.

  2. Kaliteli Sağlık Hizmeti: Yüksek kaliteli sağlık hizmetleri sunmak, uluslararası hasta güvenini kazanmada kritik bir faktördür. Nitelikli sağlık profesyonelleri, güncel teknolojiler ve hasta memnuniyetini artırmaya yönelik uygulamalar, Türkiye’yi tercih edilebilir kılacaktır.

  3. Tanıtım ve Pazarlama: Türkiye’nin sağlık turizmi potansiyelini dünya genelinde etkili bir şekilde tanıtmak için pazarlama ve reklam faaliyetlerine ağırlık verilmelidir. Sağlık turizmi destinasyonları tanıtım kampanyaları ile desteklenmeli ve dijital pazarlama stratejileri kullanılmalıdır.

  4. Vize Kolaylıkları: Uluslararası hastaların Türkiye’ye seyahatini kolaylaştırmak amacıyla vize süreçleri basitleştirilmeli veya sağlık turizmi kapsamında özel vize avantajları sunulmalıdır.

  5. Fiyat Rekabetçiliği: Sağlık hizmetlerinin maliyeti, uluslararası rekabet avantajını artırmak için rekabetçi olmalıdır. Diğer ülkelere kıyasla uygun fiyatlarla kaliteli sağlık hizmeti sunulması sağlık turizminin çekiciliğini artırabilir.

  6. Uluslararası Akreditasyonlar ve Sertifikalar: Türkiye’deki sağlık kuruluşları, uluslararası tanınan sağlık akreditasyonları ve sertifikalara sahip olmalıdır. Bu, hasta güvenini artırır ve sağlık turizmi açısından güvenilirliği pekiştirir.

  7. İşbirlikleri ve Ağ Oluşturma: Yerel sağlık kuruluşları, turizm sektörü ve devlet kurumları arasında işbirlikleri güçlendirilmeli. Bu, sağlık turizmi için entegre bir yaklaşımın benimsenmesine yardımcı olabilir.

  8. Sağlık Turizmi Özel Teşvikleri: Sağlık turizmini teşvik etmek amacıyla özel vergi avantajları, hibe programları veya diğer teşvik mekanizmaları gibi ekonomik destekler sağlanabilir.

Bu öneriler, Türkiye’nin sağlık turizmindeki potansiyelini artırarak, sektörde daha rekabetçi bir konuma gelmesine yardımcı olabilir.

**********************************************************

EEN INITIATIEF OM TURKIJE EEN IMPULS TE GEVEN OP HET GEBIED VAN GEZONDHEIDSTOERISME:

Murat Işık, die een pre-diagnose kliniek in Nederland opende om Turkse ziekenhuizen en artsen beter te promoten, zal later vestigingen openen in heel Europa.

Murat Işık, de auteur van het boek “Gezondheidstoerisme van A tot Z”, bracht in eerste instantie zeven gespecialiseerde artsen naar de kliniek in Utrecht.

Işık, die bijeenkomsten organiseert in verschillende steden in Nederland, informeert ook Nederlandse patiënten.

Het ‘Netherlands Turkish Health Centre’ zal 9 jaar lang gezondheidstherapieën aanbieden in heel Nederland.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

De eerste dingen waar je aan denkt bij toerisme zijn zon, zee, strand, natuur en mooie hotels. Natuurlijk zijn er ook vormen van toerisme met verschillende doeleinden. Zoals zaken- en handelstoerisme, onderwijstoerisme en gezondheidstoerisme…

Turkije is een land dat zich op elk gebied van toerisme heeft ontwikkeld.

Turkije, dat zich heeft ontwikkeld in zon-, zee- en strandtoerisme op een manier die concurrerende landen jaloers maakt, trekt ook de aandacht in zaken-, handels- en onderwijstoerisme en speelt een leidende rol in gezondheidstoerisme.

Turkije, dat wereldwijd op de eerste plaats staat wat betreft inkomsten uit gezondheidstoerisme, heeft ook helden die een rol spelen in dit succes…

We weten bijvoorbeeld dat Cihat Alagöz, voorzitter van de Raad van Bestuur van de ALZ Group, die actief is op het gebied van het beheer van beurscentra, de organisatie van beurzen en gezondheidstoerisme in Turkije, beurzen voor gezondheidstoerisme heeft georganiseerd in Amsterdam, Berlijn, Frankfurt, Londen en Bosnië en Herzegovina.

De Amsterdamse beurzen voor gezondheidstoerisme die werden georganiseerd met de steun van de Unie van Kamers en Warenbeurzen van Turkije (TOBB), de Internationale Sectorraad voor Gezondheidstoerisme, de Raad voor Buitenlandse Economische Betrekkingen (DEİK), de Raad voor Gezondheidszaken en de Vereniging van Dienstenexporteurs mogen niet worden vergeten.

Terwijl de activiteiten van Cihat Alagöz voor gezondheidstoerisme doorgaan, zullen nu de “geweldige” activiteiten van Murat Işık een grote aanwinst zijn voor het gezondheidstoerisme.

De activiteiten van Murat Işık op het gebied van gezondheidstoerisme gaan eigenlijk al heel lang terug.

‘Heel oud’, is een periode van negen jaar. Het ‘Nederlands Turks Gezondheidscentrum’ werd 9 jaar geleden geopend en is negen jaar later bijna bekroond met zijn activiteiten…

De eerste activiteiten van Murat Işık, die hij in Nederland zal starten en in alle Europese landen zal voortzetten, begonnen in Utrecht.

De eerste zeven van de gespecialiseerde artsen, die periodiek uit Turkije zullen worden gehaald, arriveerden en begonnen speciaal met Nederlandse patiënten te werken.

Terwijl Assoc. Prof. Dr. Aydın Arslan uit Istanbul onderzoek en informatie presenteerde over stamceltherapie, ozontherapie, glutathiontherapie, artroscopiechirurgie, prothesechirurgie en prolotherapie, presenteerden tandarts uit Ankara, mondhygiënist en smile design specialist Şule Ünal, Assoc. Çağlar Helvacıoğlu, Dr. Hikmet Demirkol, Uroloog Emin Coşkun, Esthetisch en plastisch chirurg Dr. Tuğçe Yasak, Dr. Mehmet Ali Şanlı en Dr. Sinan Taşbaş van het Medikar Ziekenhuis hebben hun eerste één-op-één adviesgesprekken gevoerd.

Afbeelding met kleding, persoon, tafelgerei, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Murat Işık, die opereert onder het merk ‘Medical in Turkey’, organiseerde een ontbijt in restaurant Sortie in Amsterdam met de delegatie uit Turkije om informatie te geven over het onderwerp.

Tijdens het ontbijt, dat werd bijgewoond door leden van de Turkse media, zei Murat Işık het volgende:

“We moeten ervoor zorgen dat het Turkse gezondheidssysteem over de hele wereld de plaats bereikt die het verdient en ons land introduceren als een land van succesvolle artsen die genezen. We hebben het Turkse Gezondheidscentrum in Nederland geopend om ervoor te zorgen dat Turkije het inkomen en het aantal patiënten bereikt dat het verdient. Dit project is niet alleen een gezondheidstoerismeproject. Dit project is een visionair visieproject voor ons land. Ons doel is om alle Nederlanders een alternatief te bieden op het gebied van gezondheidszorg.”

Afbeelding met tekst, boek, Papierprodcut, papier Automatisch gegenereerde beschrijving

Murat Işık vertelde vervolgens dat ze in 2024, naast het hoofdkantoor in Utrecht, bijna 100 bijeenkomsten zullen organiseren in 3 steden in 8 verschillende kalenders en dat de reis zal worden voortgezet met onze succesvolle artsen, en dat ze eerst een 3 Tour Roadshow in Nederland zullen doen op 16-17-18 februari, en dat ze weer de weg op zullen gaan voor gezondheid met het ‘Medical inTürkiye’ team.

Daarna nam het team deel aan de organisaties van My Fair in Zaandam en FestiAla in Amsterdam en vervolgden ze hun activiteiten door 9 organisaties te maken in 3 dagen.

De antwoorden die ik kreeg van de experts in de groep op onze vraag over wat er gedaan moet worden aan gezondheidstoerisme waren als volgt:

Afbeelding met kleding, persoon, hemel, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving

Nergis Altintas, coördinator van MedicalinTürkiye Turkije:

“We zullen ons land vertegenwoordigen op het gebied van gezondheid in Nederland. In het bijzonder hebben we geaccrediteerde gezondheidsinstellingen in ons land en artsen en ziekenhuizen geselecteerd die de door EU-wetgevers erkende certificaten en standaardisatie leveren. We nemen ook de meest succesvolle artsen in hun vakgebied mee. Het team van veertig mensen van ‘Medical in Turkey’ werkt dag en nacht. We werken op in totaal 9 punten in Nederland met stands op 3 beurzen tegelijk.”

Şule Kaya, Nederland Manager van ‘Medical in Turkey’;

“Wij zijn geen Turks bedrijf dat naar Nederland komt. Wij zijn een Nederlands bedrijf opgericht door ondernemers van Turkse afkomst in Nederland. We werken met internationale en Nederlandse consultants op het gebied van gezondheid, recht, verzekeringen en financiën. We hebben 2 Nederlandse, 1 Marokkaanse en 1 Surinaamse vriend in ons team. We hebben de gebieden gekozen waar we in het Nederlandse gezondheidssysteem zullen helpen. We werken met gratis onderzoeksservice, gratis verzekeringsadvies, betalingsgemak en een verzekerd systeem in alle fasen. We zullen het populairste en meest oplossingsgerichte bedrijf van heel Nederland zijn.”

Tandarts en Smile Design Master Trainer, Dr Şule Ünal:

“We bedienen al patiënten van Turkse afkomst uit Nederland in hun kliniek in Ankara. Ze zijn tevreden over de snelle, hoge kwaliteit en economische service, en nu willen we het besluitvormingsproces van patiënten vergroten door het aantal en de prestaties te verhogen door ter plaatse contact op te nemen met onze patiënten. Daarnaast willen we het succes en de vertegenwoordiging van Turkse artsen in de internationale arena vergroten met ons team en ‘Medical inTürkiye’, die de problemen in de Nederlandse gezondheidszorg kennen en eraan werken.”

Assoc Prof Dr Aydın Arslan:

“We kunnen een optie zijn als kliniek en als land, vooral in deze fase waarin het klimaat, de levensstandaard, de behoeften van de oudere bevolking op het gebied van orthopedie en de tijd tussen de huisartsen van het systeem en de specialist de kwaliteit van leven van de patiënt schaden. Welk systeem er ook wordt toegepast in de wereld, wij kunnen het. Turkse artsen kunnen dit zelfs heel goed. Vooral de stroom patiënten naar ons land op dit gebied zal voor nieuwe inkomsten en meer arbeidskrachten zorgen. Zelf lever ik diensten op het gebied van stamceltherapie, ozontherapie, glutathiontherapie, artroscopiechirurgie, prothesechirurgie en prolotherapie.”

Dr. Mehmet Ali Şanlı (Adana):

“Gezondheid is een van de sine qua non voor ons mensen. Voor gezondheid reizen mensen tussen continenten en gaan overal naartoe waar ze gezondheid vinden. Hiervoor investeren ze zowel financieel als spiritueel. Onze expats die in Europa wonen ondervinden gezondheidsproblemen, zowel zijzelf als wij volgen hen op de voet. We weten dat onze expats problemen hebben op het gebied van juiste diagnose en behandeling en vertraging. We zullen onze expats ook in deze zaken bijstaan. Om dit concreet aan te tonen, brengen we onze gespecialiseerde artsen mee en zorgen we voor een één-op-één gesprek tussen patiënt en arts. Na deze gesprekken zullen we hen in veilige handen in ons thuisland afleveren en ervoor zorgen dat ze de juiste diagnose en behandeling krijgen en snel weer gezond worden. We zullen altijd achter onze burgers staan die een beroep op ons doen in verband met hun gezondheidsprocessen.”

Dr. Hikmet Demirkol, vertegenwoordiger van het Medikar Ziekenhuis:

Dr. Demirkol verklaarde dat het Medikar Ziekenhuis een speciaal project voor Nederland heeft opgezet, afgezien van het eigen vakgebied van neurochirurgie, en zei dat na de organisatie in november de tweede ronde aan de gang is, dat ze dit proces voor 1 jaar plannen en dat ze in de toekomst elke week een arts in Nederland zullen hebben.

Assoc Prof Dr Tuğçe Yasak:

Stelde dat ons land een van de 3 landen is die de meeste patiënten in de wereld bedienen op het gebied van esthetische operaties, en dat we tot de eerste twee landen behoren in termen van gevallen en succes, Yasak zei dat esthetiek nu wordt gezien als een behoefte, ongeacht of het mannen of vrouwen zijn in gezondheid en kwaliteit van leven, en dat ze prijzen hebben ontvangen voor hun succesvolle werk in dit proces, dat ze een langetermijnplan hebben gemaakt om het proces te beheren, en dat ze hun patiënten uit Nederland ‘Medical inTürkiye’ en een complicatieverzekering voor slechts 1 lira cadeau hebben gedaan, en dat ze op deze manier stimuleringswerk hebben gedaan om hen aan te moedigen voor Turkije te kiezen.

Specialist gynaecologie en verloskunde Assoc. Dr Çağlar Helvacıoğlu:

Terwijl hij verklaarde dat ons land het nummer één centrum ter wereld is op het gebied van IVF, dat het ook met vertrouwen dient, dat ze het verlangen naar kinderen in elke fase helpen met onze sociale waarden en prioriteiten, zei hij dat hij trots is op het doen van succesvol werk en dat hij het enthousiasme ervaart om bij te dragen aan het verlangen van mensen naar kinderen. Helvacıoğlu zei dat zij in dit opzicht de belangrijkste partner zullen zijn, vooral als Nederland en Westerse landen de weg vrijmaken voor proef- en toepassingsbeperkingen en verzekeringsproblemen oplossen.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, kleding, vrouw Automatisch gegenereerde beschrijving

Het is ook belangrijk dat Turkije een aantal strategische stappen zet voor de ontwikkeling van gezondheidstoerisme.
Naar mijn mening kunnen in dit verband de volgende suggesties worden overwogen:

1.Versterking van de infrastructuur: Turkije moet zijn gezondheidsinfrastructuur versterken om diensten te kunnen verlenen die voldoen aan internationale normen op het gebied van gezondheidstoerisme. Het is belangrijk om te investeren in nieuwe technologieën en de apparatuur en faciliteiten van gezondheidsinstellingen te moderniseren.

2. Kwaliteit van de gezondheidszorg: Het leveren van kwalitatief hoogwaardige gezondheidsdiensten is een kritieke factor voor het winnen van het internationale vertrouwen van patiënten. Gekwalificeerde gezondheidswerkers, up-to-date technologieën en praktijken om de tevredenheid van patiënten te verhogen zullen Turkije de voorkeur geven.

3. Promotie en marketing: Marketing- en reclameactiviteiten moeten worden benadrukt om het potentieel van Turkije op het gebied van gezondheidstoerisme wereldwijd effectief te promoten. Bestemmingen voor gezondheidstoerisme moeten worden ondersteund met promotiecampagnes en er moet gebruik worden gemaakt van digitale marketingstrategieën.

4. Visumfaciliteiten: Om het reizen van internationale patiënten naar Turkije te vergemakkelijken, moeten visumprocedures worden vereenvoudigd of moeten speciale visumvoordelen worden aangeboden in het kader van gezondheidstoerisme.

5. Prijsconcurrentievermogen: De kosten van gezondheidsdiensten moeten concurrerend zijn om het internationale concurrentievoordeel te vergroten. Het aanbieden van kwaliteitsvolle gezondheidsdiensten tegen betaalbare prijzen in vergelijking met andere landen kan de aantrekkelijkheid van gezondheidstoerisme verhogen.

6. Internationale accreditaties en certificeringen: Gezondheidszorgorganisaties in Turkije moeten internationaal erkende accreditaties en certificeringen hebben. Dit vergroot het vertrouwen van patiënten en versterkt de geloofwaardigheid op het gebied van gezondheidstoerisme.

7. Samenwerking en netwerken: De samenwerking tussen lokale gezondheidsorganisaties, de toeristische sector en overheidsinstellingen moet worden versterkt. Dit kan bijdragen aan een geïntegreerde aanpak van gezondheidstoerisme.

8.Speciale stimulansen voor gezondheidstoerisme: Economische steun zoals speciale belastingvoordelen, subsidieregelingen of andere stimuleringsmechanismen kunnen worden verstrekt om gezondheidstoerisme te bevorderen.

Deze voorstellen kunnen Turkije helpen zijn potentieel op het gebied van gezondheidstoerisme te vergroten en concurrerender te worden in de sector.

 

 

EDEBİYAT SANAT VE KÜLTÜR ARAŞTIRMA DERNEĞİ ESKADER’İN ÖDÜL VERDİĞİ VEYİS GÜNGÖR HOLLANDA TÜRKLERİNİN GURUR KAYNAĞI OLDU. BUGÜN VE YARIN NOEL

EDEBİYAT SANAT VE KÜLTÜR ARAŞTIRMA DERNEĞİ ESKADER’İN ÖDÜL VERDİĞİ VEYİS GÜNGÖR HOLLANDA TÜRKLERİNİN GURUR KAYNAĞI OLDU. BUGÜN VE YARIN NOEL

“Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler” kitabı için ödüllendirilen Güngör, TV programlarının odak noktası oldu.

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı olan Güngör, daha önce de dört ödül ile taçlandırılmıştı.

(Haberlerin Hollandacası altta)

(BUGÜN İKİ HABERİM VAR. EN ALTTA BULACAĞINIZ DİĞER HABER: NOEL VE NOEL BABA GERÇEĞİ)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

Türkiye’nin önemli kuruluşlarından Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’in düzenlediği “ESKADER Kültür Sanat Ödülleri” sahiplerini buldu.
2022 yılı için 24 dalda 27 kişi ve kuruma ödül verildi. Titiz araştırma ve inceleme döneminden sonra tespit edilenlerin mükâfatları, her yılın sonunda açıklanıyor ve Nisan ayında da törenle sahiplerini buluyordu. 2022 ödülleri takdim programı, bu yıl deprem yası ve Gazze için ulusal yas nedeniyle aralık ayının sonuna ertelendi. 23 Aralık Cumartesi günü Fatih Belediyesi Kültür Merkezinde ödüller sahiplerine takdim edildi.

Afbeelding met kleding, person, persoon, gebouw Automatisch gegenereerde beschrijving
İstanbul’da yapılan ödül töreninin göze çarpan en başarılı yarışmacısı, Hollanda’dan Veyis Güngör oldu. Daha önce de tam dört ödülle taçlandırılmış olan, Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör, TV programlarının odak noktası oldu.
Hollanda’da yaşayan Türkler’in gurur kaynağı olan Güngör, törene katılan dostları tarafından tebrik edildi ve sahiplenildi.

DÜŞÜNCE ÖDÜLÜ

Afbeelding met tekst, vliegtuig, brief, schermopname Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör “Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler” adlı eseriyle “düşünce” dalında ödüle layık görüldü. Çizgi Yayınları arasında yer alan kitap, Avrupa Türkleri, göç, sivil toplum ve gençlik”, “Irkçılık, Avrupa İslam’ı ve demokrasi”, “Türkiye-AB ilişkileri ve Türk Dünyası”, “Kültürel Referanslar, dünya dili ve gelecek vizyonu” başlıkları altında pek çok güncel soruna ışık tutuyor.

ÖDÜL AVRUPA TÜRKLERİNE

Afbeelding met overdekt, statief, kleding, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör, ödül töreni ve devamında TRT2 ve EkoTÜRK TV’ye yaptığı açıklamada, Avrupa Türklerinin, Türkiye kültür ve sanat çevrelerinde gündeme gelmesine vesile olan ESKADER’e teşekkür etti. Güngör, ödülü, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi dünyaya dağılan yedi milyon Türk diasporası ve hassaten Avrupa Türkleri adına aldığını ve Avrupa’da 60 yıldır var olma mücadelesi veren Avrupa Türklerinin artık yeni dünya ve yeni bir kimlik oluşturma sürecine geldiklerini söyledi.

DOSTLARI YALNIZ BIRAKMADILAR

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, persoon, glimlach Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör’ü, ödül töreninde İstanbul’daki dostları yalnız bırakmadılar. Güngör konuşmasında kendisini böyle anlamlı bir günde yalnız bırakmayan Avrupa Türk İslam Birliği kurucu başkanı Musa Serdar Çelebi, EkoTürk Tv Genel Yayın Yönetmeni Cengiz Özdemir, FEBOR Group Yönetim Kurulu Başkanı Osman Çelik ve oğlu pilot Emre Çelik, TV. Program Yapımcısı Fehmi Atay ve TESAM Düşünce Kuruluşundan Talha Zeytinci, Hamza Doğalı ve Ömer Güler’e teşekkür etti.

ESKADER ÖDÜLLERİ

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER), Türk edebiyatını, dilini, sanatını ve kültürünü araştırmak amacıyla, 4 Mart 2008 tarihinde İstanbul’da kurulmuş olan bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak Türk Edebiyatı alanında çalışmalar yapan yazarlara destek veriyor.

Yapılan seçimler sonucunda belirlenen ESKADER 2022 Kültür Sanat Ödülleri’nin tamamı şöyle:

Araştırma-İnceleme: Üç İsim Dört Mevsim, Dr. Necmettin Turinay, Ketebe Yayınları.

Armağan Kitap: Prof. Dr. Nazım H. Polat Kitabı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.

Biyografi: Mehmet Genç Bir Âlimin Hayat ve İlim Serencamı, Prof. Dr. Abdullah Mesud Küçükkalay, Ötüken Neşriyat.

Çocuk Yayınları: “Kardeş Şehirler Seti”, Diyanet Vakfı Yayınları.

Deneme: Seslerden Uzakta, Prof. Dr. Mustafa Kurt, Çolpan Kitap.

Dergi: Şiraze (kitap kültürü dergisi)

Düşünce: Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler, Veyis Güngör, Çizgi Yayınları.

Gazete Köşe Yazarlığı: Ali Bal, Milat Gazetesi.

Gezi: Kendini Arayan Şehir, Ahmet Köseoğlu, Çizgi Yayınları.

Hatıra: Cağaloğlu’nda Bir Yayıncı Portresi, Ebubekir Erdem, ErdemYayınları.

Hikâye: Hasar Raporu, Özlem Metin, Şule Yayınları.

Kitap Kültürü: Anadolu Mektebi – Prof. Dr. Sami Güçlü.

Kitap Yayıncılığı: Post Yayınları.

Klasik Türk İslâm Sanatları: Prof. Dr. Savaş Çevik (Hattat)

Kurum: Türk Kültürüne Hizmet Vakfı.

Müzik: Ender Doğan – İrfan Türküleri.

Portre: Kırklanmış Portreler, Fahri Tuna, Hece Yayınları.

Roman: Ben Gönen’de Doğdum, Salim Nizam, Ötüken Neşriyat.

Sinema: Tay filmi.

Şehir ve Kültür: Balıkesir Belediyesi ve Millet Kütüphanesi ile Ahmet Kot.

Şiir: Yer Çok ve Adımlarımız, A. Samet Atılgan, Dergâh Yayınları.

Televizyon Programcılığı: “Edebiyat Söyleşileri” Ahmet Murat, TRT2.

Üstün Hizmet Ödülleri:

1. Prof. Dr. Abdullah Uçman

2. Prof. Dr. Mertol Tulum

3. Dr. Aydın Yüksel

Özel Ödül: Prof. Dr. Ramazan Şeşen

VEYİS GÜNGÖR’ÜN DAHA ÖNCE ALDIĞI ÖDÜLLER

Veyis Güngör, yaptığı çalışmalarla ilgili Ziya Gökalp Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı (1998), Halil İbrahim Buluşmaları Altın Sofra İyilik Ödülü (2008), Yılın En Başarılı Sivil Toplum Ödülü (2019), “Uluslararası Türk Dünyasına Hizmet Ödülü” (2019) ödüllerine de layık görülmüştü.

ZİYA GÖKALP TÜRK OCAKLARI İLİM VE TEŞVİK ARMAĞANI

Afbeelding met persoon, kleding, Menselijk gezicht, stropdas Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör, Amsterdam Üniversitesi Pedagoji Fakültesinde hazırladığı “Ziya Göklap’in terbiye ve eğitim fikirleri” (Ideeen van Ziya Gökalp over opvoeding en onderwijs) ara tez çalışmasıyla, 1998 yılı “Ziya Gökalp Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağını” aldı. 1912 yılında kurulan Türk Ocakları Türk Merkez Heyeti, 12 Mart 1987’den itibaren her yıl “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı, Hamdullah Suphi Tanrıöver/ Türk Ocakları Kültür Armağanı, Dr. Hasan Ferit Cansever/ Türk Ocakları Hizmet Armağanı, Prof. Dr. Osman Turan/ Türk Ocakları Türklük Araştırmaları Armağanı, Nihal Atsız/ Türk Ocakları Türk Dünyasına Hizmet Armağanı ve Galip Erdem / Türk Ocakları Şeref Armağanı, Türk Ocakları Armağanları vermektedir.

ALTIN SOFRA İYİLİK ÖDÜLÜ

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, stropdas Automatisch gegenereerde beschrijving

Uluslararası Halil İbrahim Buluşmaları Konferansının sonunda “Altın Sofra İyilik Ödülleri” (2008) sahiplerini buldu. Şanlıurfa Valiliği’nce organize edilen projenin temel felsefesi, üç büyük dinin atası olarak kabul edilen İbrahim Peygamber’in gönül enginliğinde bütün insanlığı buluşturmak olarak açıklandı. UETD Hollanda Başkanı Veyis Güngör’ün yürüttüğü “Kurban Bayramı ve Yoksullukla Mücadele Projesi” ikincilik ödülüne layık görüldü. Güngör ödülü, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği temsilcisi Michel Gaude’dan aldı. Ödül töreninde kısa bir konuşma yapan Veyis Güngör “Dünyamızın yeniden şekillendiği bir süreçte UETD olarak Avrupa Birliği’ni bir medeniyet projesi olarak görüyor ve bu projeyi değerler üzerine kurulan bir entegrasyon olarak niteliyoruz. Avrupa, Balkanlar ve komşu ülkelerde yaşayan ve Türkçe konuşan toplulukların bu projede yerlerini almaları için mücadelemize devam edeceğiz” dedi.

YILIN EN BAŞARILI SİVİL TOPLUM ÖDÜLÜ

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

Almanya’nın Duisburg şehrinden dünyaya yayın yapan, Avrupalı Türklerin gözü, kulağı sesi olan Kanal Avrupa TV’nin sahibi Alipaşa Akbaş’ın başkanı olduğu Avrupa Türk Basın Yayın ve Gazeteciler Birliği (ATBYGB) “1. Avrupa Türk Medya Zirvesi” yılın ödüllerini verdi. Bu yılki Ödül törenine katılım yoğun oldu. 24 dalda verilen ödüllerden, “Yılın En Başarılı Sivil Toplum” ödülü, Türkevi Derneği Başkanı Veyis Güngör’e verildi. Verilen Ödülde şu ifadeler yer aldı: “Sayın Veyis Güngör Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun birliğine, kimlik ve aidiyet duygularının gelişmesi istikametinde yapmış olduğunuz katkılardan dolayı minnet ve şükranlarımızı sunarız”.

ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASINA HİZMET ÖDÜLÜ

Hollanda'ya sığamayan Veyis Güngör nereye koşuyor?

Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfınca (TÜRKSAV) organize edilen Türk Dünyasına Hizmet Ödülleri sahiplerini buldu. Türk dünyasına hizmet edenlere 24 yıldır çeşitli dallarda ödüller veren TÜRKSAV’ün 2020 yılı Avrupa ödülü Veyis Güngör’e verildi. Güngör’e bu ödül, Hollanda’da ve Avrupa’daki Türklerle ilgili anlamlı etkinlikler için layık görüldü. Bu çerçevede Türk Dünyası Diriliş Ödülü’nü Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Azerbaycan’da Türk tarihi ile ilgili çalışmaları ve eserlerinden dolayı Prof. Dr. Feridun Ağasıoğlu, Kıbrıs’taki Türk vakıfları ve Maraş üzerine yaptığı çalışmalar bulunan KKTC Vakıflar Genel Müdürü Prof. Dr. İbrahim Benter gibi isimler de Türk Dünyası Hizmet Ödülleri aldılar.

VEYİS GÜNGÖR, DIE WERD ONDERSCHEIDEN DOOR DE LITERATUUR, KUNST EN CULTUUR ONDERZOEKSVERENIGING ESKADER, WERD DE TROTS VAN DE NEDERLANDSE TURKEN.

Güngör, die werd bekroond voor zijn boek “Gedachten over Europese Turken”, werd het middelpunt van tv-programma’s.

Güngör, die voorzitter is van het Nederlands Turkevi Onderzoekscentrum, was eerder al bekroond met vier prijzen.

(IK HEB VANDAAG TWEE NIEUWTJES. HET ANDERE NIEUWS VIND JE ONDERAAN: KERSTMIS EN DE WERKELIJKHEID VAN DE KERSTMAN)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

“ESKADER Cultuur en Kunst Prijzen” georganiseerd door de Literatuur, Kunst en Cultuur Onderzoeksvereniging (ESKADER), een van de belangrijke organisaties in Turkije, hebben hun eigenaars gevonden.

27 personen en instellingen werden bekroond in 24 takken voor 2022. De awards van degenen die werden geïdentificeerd na een zorgvuldige onderzoeks- en onderzoeksperiode werden aan het einde van elk jaar aangekondigd en vonden hun eigenaren met een ceremonie in april. Het programma voor de uitreiking van de awards voor 2022 werd uitgesteld tot eind december van dit jaar vanwege de rouw om de aardbeving en de nationale rouw voor Gaza. Op zaterdag 23 december werden de awards uitgereikt aan hun eigenaren in het Cultureel Centrum van de gemeente Fatih.

Afbeelding met kleding, person, persoon, gebouw Automatisch gegenereerde beschrijving

De meest succesvolle deelnemer aan de prijsuitreiking in Istanbul was Veyis Güngör uit Nederland. Veyis Güngör, voorzitter van het Nederlandse Turkevi Research Centre, die eerder al met vier prijzen werd bekroond, werd het middelpunt van tv-programma’s.

Güngör, die de bron van trots is van Turken die in Nederland wonen, werd gefeliciteerd en omhelsd door zijn vrienden die de ceremonie bijwoonden.

THOUGHT AWARD

Afbeelding met tekst, vliegtuig, brief, schermopname Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör is onderscheiden in de categorie “gedachten” voor zijn werk “Gedachten over Europese Turken”. Het boek, gepubliceerd door Çizgi Publications, werpt licht op vele actuele problemen onder de titels “Europese Turken, migratie, maatschappelijk middenveld en jeugd”, “Racisme, Europese islam en democratie”, “Betrekkingen tussen Turkije en de EU en de Turkse wereld”, “Culturele referenties, wereldtaal en toekomstvisie”.

PRIJS VOOR EUROPESE TURKEN

Afbeelding met overdekt, statief, kleding, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving

In zijn verklaring aan TRT2 en EkoTÜRK TV na de prijsuitreiking bedankte Veyis Güngör ESKADER voor het op de agenda zetten van Europese Turken in Turkse cultuur- en kunstkringen. Güngör zei dat hij de prijs in ontvangst nam namens de zeven miljoen Turkse diaspora die over de hele wereld verspreid zijn en in het bijzonder namens de Europese Turken, zoals onze president Recep Tayyip Erdoğan heeft gezegd, en dat de Europese Turken, die al 60 jaar worstelen om in Europa te bestaan, nu een nieuwe wereld en een nieuwe identiteit aan het creëren zijn.

VRIENDEN LIETEN HEM NIET ALLEEN

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, persoon, glimlach Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör werd tijdens de prijsuitreiking niet alleen gelaten door zijn vrienden in Istanbul. In zijn toespraak bedankte Güngör Musa Serdar Çelebi, de oprichtingsvoorzitter van de Europese Turks Islamitische Unie, EkoTürk TV hoofdredacteur Cengiz Özdemir, FEBOR Group voorzitter Osman Çelik en zijn zoon piloot Emre Çelik, TV programmaproducent Fehmi Atay en Talha Zeytinci, Hamza Doğalı en Ömer Güler van TESAM Think Tank.

ESKADER AWARDS

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Literature, Art and Culture Research Association (ESKADER), een onafhankelijke niet-gouvernementele organisatie die op 4 maart 2008 in Istanbul werd opgericht om onderzoek te doen naar Turkse literatuur, taal, kunst en cultuur, ondersteunt schrijvers die werkzaam zijn op het gebied van Turkse literatuur.

Alle ESKADER 2022 Cultuur en Kunst Awards die zijn toegekend als resultaat van de verkiezingen zijn als volgt:

Onderzoek-Studie: Üç İsim Dört Mevsim, Dr Necmettin Turinay, Ketebe Publicaties.

Geschenkboek: Prof. Dr. Nazım H. Polat Boek, Turkse Literatuur Stichting Publicaties.

Biografie: Mehmet Genç Bir Geleerdenleven en Wetenschappelijk Avontuur, Prof. Dr. Abdullah Mesud Küçükkalay, Ötüken Neşriyat.

Publicaties voor kinderen: “Sister Cities Set”, Religious Foundation Publications.

Essay: Weg van de geluiden, Prof. Dr. Mustafa Kurt, Çolpan Kitap.

Tijdschrift: Şiraze (tijdschrift over boekcultuur)

Gedachte: Gedachten over Europese Turken, Veyis Güngör, Çizgi Yayınları.

Columnist krant: Ali Bal, Milat krant.

Reizen: Kendini Arayan Şehir, Ahmet Köseoğlu, Çizgi Yayınları.

Souvenir: Cağaloğlu’nda Bir Publisher Portrait, Ebubekir Erdem, Erdem Publications.

Verhaal: Hasar Report, Özlem Metin, Şule Publicaties.

Boekencultuur: Anatolische School – Prof. Dr Sami Güçlü.

Uitgave van boeken: Post Publicaties.

Klassieke Turks Islamitische Kunst: Prof. Dr Savaş Çevik (Kalligraaf)

Organisatie: Stichting Turkse Cultuurdienst.

Muziek: Ender Doğan – İrfan Volksliederen.

Portret: Veertig portretten, Fahri Tuna, Hece Publicaties.

Roman: Ik ben geboren in Gönen, Salim Nizam, Ötüken Neşriyat.

Film: De film Tay.

Stad en cultuur: Gemeente Balıkesir en Millet Bibliotheek en Ahmet Kot.

Poëzie: Yer Çok en Adımlarımız, A. Samet Atılgan, Dergâh Publicaties.

Televisieprogramma’s: “Literatuurpraatjes Ahmet Murat, TRT2.

Prijzen voor buitengewone dienstverlening:

1. Prof. Dr Abdullah Uçman

2. Prof. Dr Mertol Tulum

3. Dr. Aydin Yuksel

Speciale prijs Prof. Dr Ramazan Şeşen

VEYİS GÜNGÖR’S EERDERE ONDERSCHEIDINGEN

Veyis Güngör werd ook de Ziya Gökalp Turkish Hearths Science and Encouragement Award (1998), Halil İbrahim Meetings Golden Table Goodness Award (2008), The Most Successful Civil Society Award of the Year (2019), “International Turkish World Service Award” (2019) waardig geacht.

ZİYA GÖKALP TURKISH HEARTHS BEURS EN AANMOEDIGINGSPRIJS

Afbeelding met persoon, kleding, Menselijk gezicht, stropdas Automatisch gegenereerde beschrijving

Veyis Güngör ontving de “Ziya Gökalp Turkish Hearths Scholarship and Encouragement Award” in 1998 voor zijn scriptie over “Ziya Gökalp’s ideeën over opvoeding en onderwijs” (Ideeen van Ziya Gökalp over opvoeding en onderwijs) opgesteld aan de Pedagogische Faculteit van de Universiteit van Amsterdam. Het Turkse Centrale Comité van de Turkse Horen, opgericht in 1912, reikt sinds 12 maart 1987 jaarlijks de “Ziya Gökalp / Turkish Hearths Scholarship and Encouragement Award, Hamdullah Suphi Tanrıöver / Turkish Hearths Culture Award, Dr. Hasan Ferit Cansever / Turkish Hearths Service Award, Prof. Dr. Osman Turan / Turkish Hearths Turkic Studies Award, Nihal Atsız / Turkish Hearths Service to the Turkish World Award en Galip Erdem / Turkish Hearths Honorary Award, Turkish Hearths Awards uit.

GOUDEN TAFEL GOEDHEID AWARD

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, stropdas Automatisch gegenereerde beschrijving

Aan het einde van de Internationale Halil Ibrahim Conferentie, vonden de “Gouden Tafel Goodness Awards” (2008) hun eigenaars. De basisfilosofie van het project georganiseerd door het bestuur van Şanlıurfa werd aangekondigd als het samenbrengen van de hele mensheid in de uitgestrektheid van het hart van Profeet Abraham, die wordt aanvaard als de voorvader van drie grote religies. Het “Eid al-Adha en Armoedebestrijding Project” georganiseerd door UETD Nederland Voorzitter Veyis Güngör werd bekroond met de tweede prijs. Güngör ontving de prijs uit handen van Michel Gaude, de vertegenwoordiger van de Hoge Commissaris voor de Vluchtelingen van de Verenigde Naties. In een korte toespraak tijdens de prijsuitreiking zei Veyis Güngör: “In een proces waarin onze wereld een nieuwe vorm krijgt, zien wij als UETD de Europese Unie als een beschavingsproject en beschrijven we dit project als een integratie gebaseerd op waarden. We zullen blijven strijden voor de Turkssprekende gemeenschappen in Europa, de Balkan en de buurlanden om hun plaats in dit project in te nemen.”

MEEST SUCCESVOLLE MAATSCHAPPELIJKE ORGANISATIE VAN HET JAAR

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

De Europese Unie van Turkse Pers, Publicatie en Journalisten (ATBYGB), waarvan Alipaşa Akbaş, de eigenaar van Kanal Avrupa TV, die vanuit Duisburg, Duitsland naar de wereld uitzendt en die de ogen, oren en stem van Europese Turken is, de voorzitter is, reikte de prijzen van het jaar uit tijdens de “1e Europese Turkse Mediatop”. De prijsuitreiking van dit jaar werd goed bezocht. Onder de 24 prijzen werd de prijs voor “Meest succesvolle maatschappelijke organisatie van het jaar” uitgereikt aan Veyis Güngör, voorzitter van de Turkevi Vereniging. De volgende uitspraken werden opgenomen in de award: “Geachte heer Veyis Güngör, we willen graag onze dankbaarheid en waardering uitspreken voor uw bijdragen aan de eenheid van de Turkse gemeenschap die in Europa woont en de ontwikkeling van hun gevoel van identiteit en erbij horen”.

INTERNATIONALE PRIJS VOOR DIENSTEN AAN DE TURKSE WERELD

Hollanda'ya sığamayan Veyis Güngör nereye koşuyor?

De Service aan de Turkse Wereld Awards werden georganiseerd door de Stichting Schrijvers en Kunstenaars van de Turkse Wereld (TÜRKSAV). TÜRKSAV, die al 24 jaar in verschillende takken prijzen uitreikt aan mensen die de Turkse wereld hebben gediend, kende de Europese prijs voor 2020 toe aan Veyis Güngör. Güngör werd geëerd met deze prijs voor betekenisvolle activiteiten met betrekking tot Turken in Nederland en Europa. In deze context werden ook namen als president van Oezbekistan Şevket Mirziyoyev, Prof. Dr. Feridun Ağasıoğlu voor zijn studies en werken over de Turkse geschiedenis in Azerbeidzjan, TRNC directeur-generaal van Stichtingen Prof. Dr. İbrahim Benter voor zijn studies over Turkse stichtingen op Cyprus en Maraş onderscheiden met de Turkish World Resurrection Award.

********************************************************

HIRİSTİYAN ALEMİNİN, HZ. İSA’NIN DOĞUMU OLARAK KUTLADIĞI NOEL HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ…

‘Noel Baba’ diye fotoğraflananlardan biri, Demreli Sint Nikolaas’tır, diğeri ise İskandinavyalı Noel Baba’dır.

Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir ve bu adet Türkler’den Avrupa’ya geçmiştir.

Yılbaşı ise, Noel ile ilgisi olmayan, yeni bir yıla girişin başlangıç kutlamalarıdır.

İlhan KARAÇAY yazdı:

Bugün ve yarın Hıristiyan aleminin Noel bayramıdır.

Hıristiyan aleminin kutladığı Noel Bayramı hakkında çeşitli varsayımlar dile getirilir. İskandinavyalı Noel Baba ile, Demreli Sint Nikolaas ve Yılbaşı kutlamaları birbiri ile karıştırılır. Çam ağacı süslemenin de bir Hıristiyan geleneği olduğu bilinir.
Kaldı ki, dünyanın en önemli Sümeroglarından biri olan Dr. Muazzez İlmiye Çığ bakın bu konuda ne diyor: “Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir. Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor ve buna Hayat Ağacı deniyordu.
Bu, Sümerlerde de vardı.

Bir ucunda Gök Tanrısı duruyordu.
Halen Orta Asya’da 22 Aralık’taki gündönümünde, evlerine Akçam Ağacı getirip, dallarına ertesi sene için Tanrı’dan niyaz ettikleri şeyler, adak olarak istedikleri şeyler için kurdele koyuyorlar.
Türklerdeki bu ağaç süslemenin Hıristiyanlıktaki Noel ile bir ilgisi yoktur.
Bu adet, daha sonra Türkler yoluyla Avrupa’ya geçmiş, 16’ncı yüzyılda Almanya’da başlamış ve buradan da dünyaya yayılmıştır.”

Afbeelding met hemel, buitenshuis, kerstboom, nacht Automatisch gegenereerde beschrijving

Coğrafi bir olgu olarak, 21/22 Aralık gecesi, günler uzamaya, geceler kısalmaya başlar.
Eski Türkler’in inanışlarına göre, Güneş, 21/22 Aralık gecesi, karanlığı yenmekte ve bu güne “NARDUGAN” denmekteydi.

Dugan, Tugan= Doğan
Nardugan= Doğan Güneş, anlamına gelir.

Afbeelding met weg, buitenshuis, hemel, paard Automatisch gegenereerde beschrijving

Türkler, Nardugan’da, Hayat Ağacı’nı (Sonsuz Hayat) temsilen bir Akçam’ın altına duaları Tanrı’ ya gitsin diye hediyeler koyuyorlar, ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlardı.
Yaşlılar ziyaret ediliyor ve bir arada yemek yeniyordu.
Bu gelenek halen Tatarlar, Başkırlar, Çuvaşlar ve Karaçay- Malkarlar tarafından yaşatılmaktadır.

Afbeelding met meubels, kleed, patroon, Motief Automatisch gegenereerde beschrijving
“Hayat Ağacı” (Sonsuz Hayat) motifi, Hitit, Urartu ve daha sonraki dönemlerde Selçuklular ve Osmanlılar’ da farklılık gösterse de göze çarpar.
Halı ve kilim desenlerinde de, “Hayat Ağacı” motifi sıklıkla görülür.
Afbeelding met kerstmis, kerstboom, Kerstavond, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving
Ve son olarak çok önemli bir konuyu da unutmayalım:
21/22 Aralık günlerinde, Muğla’ nın Bodrum ilçesine bağlı Gündoğan beldesinde “NARDUGAN ŞENLİKLERİ” yapıldı.
Gündoğan sahilinde ‘Nardugan’ (doğan güneş) ateşi yakıldı,
‘Hayat Ağacı’ olarak seçilen bir okaliptüs ışıklandırıldı.

NOEL BABA BİLİNMEYENİ

Gerek Noel Baba ve gerekse Sint Nikolaas gerçeğini aşağıda sizlere sunacağım.
Ama önce , 2016 yılında, eski hakemlerden, şimdiki spor yorumcusu Ahmet Çakar’ın bir falsosu için yazdığım yoruma bakalım.
Daha sonra da Noel Baba, Sint Nikolaas ve Yılbaşı konularına değineceğim. En altta da Hollandaca yazıları bulacaksınız.

İlhan Karaçay’ın Ahmet Çakar’a cevabı.
Noel Baba, adamın daniskasıdır, bacadan girmez, kapıdan girer.

Ünlü eski hakemlerimizden Ahmet Çakar, her hafta ahkam kestiği spor programlarından birinde, konularla hiç alakası olmadığı halde bir laf etmişti.
Laf şöyleydi:”Noel baba’yı hiç sevmem. Adam olsa kapıdan girer; niye bacadan giriyor kardeşim? Yemişim Noel Baba’yı.”
Bu lafı duyunca midem bulanmıştı doğrusu.
Kocaman ve tahsilli bir adamın ”Yemişim Noel baba’yı” gibi argo bir cümleyi kullanması hiç hoş olmadı.
Benim sevgili meslektaşım Yüksel Aytuğ da SABAH‘taki (GÜNAYDIN eki de olabilir), Ahmet Çakar’ın bu hakaretini, ‘Yılın Lafı’ olarak köşesine koymuş.
‘Kocaman ve tahsilli’ dediğim Ahmet Çakar, Tıp tahsili yapmış ve pratisyen doktor olarak göreve başlamıştı. Babası Mustafa Çakar da bir hekimdi. Ama sonra hakem de oldu. Ahmet Çakar da babası gibi hekimlikten sonra hakemliğe başladı.

Tanışmışlığımız da vardır Ahmet Çakar ile.
1994’de ABD’de yapılan Dünya Futbol Şampiyonası sırasında, New York’ta aynı yemek sofrasını paylaşmıştık. Aynı masada sevgili dostum Fatih Terim de vardı. Ahmet Çakar eşi ile birlikteydi ve çok kibar bir insandı.
Ama nedense, çıktığı TV programlarında yorumculuk yaparken ukalalığı ile göze çarpmaya başladı. O’nun bu tavrı birilerinin hiç hoşuna gitmemiş olacak ki, bir tetikçi tarafından silahla vurulmuştu.

Ne yazık kİ, televizyon programlarında yorumculuk yapmakta olanların bazıları, patavatsız konuşmaları ile dikkat çekmeye çalışırlar. Bunlardan biri de benim Mersinli hemşehrim Erman Toroğlu’dur. Kendilerine verilen mikrofonları fuzuli laflarla işgal edip durur bu tip adamlar.

Afbeelding met tekst, kerstmis, kerstman, Kerstavond Automatisch gegenereerde beschrijving

İskandinavyalı Noel Baba

Biz konumuza dönelim ve Ahmet Çakar’ın Noel baba için söylemiş olduğu yakışıksız sözleri ele alalım.
Ahmet Çakar, tarihi bilmediği için böylesi bir laf etmiştir. Zira, Ahmet Çakar tarihi bilseydi, Noel Baba dediği adam ile Sint Nicolaas’ın değişik kişiler olduğunu da bilirdi. Tarihi bilseydi, evlere bacadan girdiğini sandığı kişinin Demreli (Myra-Patara) Sint Nicolaas olduğunu bilirdi.

Tarihi biliyor olsaydı, Sint Nicolaas’ın evlere bacadan girmediğini, bir eve bacadan hediye attırdığını bilirdi.

Afbeelding met tekst, verven, Menselijke baard, tekening Automatisch gegenereerde beschrijving

Demreli Sint Nikolaas

Ben, Sint Nicolaas’ın yaşamını öğrenmek için Demre’ye gittim ve araştırdım.
Sint Nicolaas, Anadolu’nun bu şirin kentinde yaşayan sevimli bir insandı. Babası tüccardı. yani zengin bir ailenin çocuğuydu.
O’nun yaşam öyküsünü detaylı bir şekilde öğrenmek isteyenler, bu yazının altındaki uzunca öyküye bakabilirler.

Sint Nicolaas’ın ‘baca’ iddiasına gelince…

Nicolaas yardımsever bir insandı. Yaşadığı yerdeki fakirlere yardım ederdi.
Nicolaas’ın yaşam öyküsünde çeşitli rivayetler vardır.
Bu rivayetlerden birine göre, yaşadığı yerde fakir bir aile vardı. Üç kızı olan bu fakir ailenin kızları parasızlıktan evlenemiyormuş. Kızların kötü yola düşmesinden korkan Nicolaas, bu kızların evlerine pencereden arada bir altın para attırırmış.
Kızlar bu durumdan çok korkmuşlar ve pencereleri kapamışlar. Sint Nicolaas, yamağı olan siyahi Pit’e, ‘Dama çık ve bacadan at’ emrini vermiş.
Bu durum karşısında zengin olan baba, kızlarını teker teker evlendirmiş.

İşte, hikaye bu kadar basit.
Ahmet Çakar’ın, kapıdan girmeyip bacadan girdiğini öne sürerek hakaret ettiği Noel (Sint Nicolaas) hikayesinin aslı budur işte.

 

Sint Nicolaas ile Noel Baba’nın aynı kişiler olmadığını, ve asıl hikayeyi öğrenmek istiyorsanız, alttaki uzun yazıyı okuyunuz.

İlhan KARAÇAY gitti, gördü ve yazdı…

Sint Nikolaas ve Myra

Hollanda’da ‘çocukların sevgilisi’ konumundaki Sint Nikolaas’ın, Anadolu topraklarındaki Myra’da doğduğunu bilenler olduğu gibi bilmeyenler de çoktur. Hollanda’da Myra’nın nerede olduğunu sorduğunuz zaman, akıllarına ilk gelen ülke İspanya olur.

Afbeelding met buitenshuis, persoon, hemel, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan Karaçay Demre’de Sint Nikolaas heykeli önünde
.

Her yılın 5 aralık günü, Sint Nicolaas’ın gelişini kutlayan çocuklar hediyelere boğulur ve bu gün çocukları çok mutlu eder.

40 yıl önce, Sint Nikolaas’ın, bu gün adı Patara ve Demre olan yerlerde doğduğunu ve rahip olduğunu belirten bir yazıyı gönderdiğim Hollanda medyasından bazıları bu yazıyı kullanmış ve başta Enschede’deki Tubantia gazetesi olmak üzere bazı gazeteler ise bu yazıyı bana posta ile geri göndererek, ‘Bilginize ihtiyacımız yoktur’ gibi bir mesajla terniye sınırını aşmışlardır.
Geçen ay yolumuz Demre’ye düştü. Gittik ve Sint Nikolaas’ın rahip olduğu

kiliseyi ziyaret ettik. Sorduk, soruşturduk ve tarih sayfalarını karıştırdık. Sonuçta biz de Sint Nikolaas’ı sayfalarımıza aktarmayı yeğledik.

Bütün dünyada “Noel Baba” adıyla tanınan, Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Santa Klaus olarak bilinen Aziz Nicholaos, Anadolu’da yaşamış bir din adamıdır. Günümüz İtalya’sının Sicilya Adası, Napoli, Bari, Almanya’nın Frieburg ve hatta Amerika’da New York kentinin koruyucu azizi olma derecesine varan önemi, her yılın 6 Aralık günü (Hollanda’da 5 aralık) yapılan anma törenleri ile daha da pekişmektedir.

Günümüzde Santa Klaus, hiç şüphe yok ki, İskandinavya ülkelerindeki iyilik sever çocukların koruyucusu ve sevindiricisi olan Noel Baba efsanesi ile Myra’lı Aziz Nicholaos’ın kişiliklerinin birleştirilmesiyle, yarı dinî ve çok popüler bir tipin doğmasıyla oluşmuştur. Bu tipin kökünün İskandinavya ülkelerinin çok eski inançlarından alındığı, Noel Baba’nın geyikler tarafından çekilen bir kızakla dolaşmasından anlaşılır. Halbuki gerçek Myra’lı Aziz Nicholaos’ın yaşadığı yerler hiç kar yağmayan Akdeniz kıyılarıdır. Onun zor durumda olan çocukları, insanları koruyucu kişiliği, kuzeyin kutsal bir varlığı, belki de çok erken çağların karanlıklarında kaybolmuş bir tanrısıyla birleşerek, Noel geceleri ortaya çıkan, çocuklara hediyeler getiren sempatik bir ihtiyara dönüşmüştür. Ne derece gerçeklere aykırı olursa olsun, Hıristiyan ülkelerinde Noel Baba, özellikle çocukların heyecanla bekledikleri sevimli bir kişi olarak yaşamaktadır.

Aziz Nicholaos’ın hayatı hakkında, azizlerin birçoğunda olduğu gibi fazla bir şey bilinmez. Sonraları pek çok efsane ile hayatı süslenmiştir. Tahıl ticareti yapan bir ailenin çocuğu olduğu bilinir. Hayatına dair yazılan dinî kitaplarda, göğün bir hediyesi, ana-babasının dualarının ve verdikleri sadakaların bir meyvesi, fakirlerin kurtarıcısı olarak dünyaya geldiğine işaret edilmiş, daha bebek iken mucizeler yarattığına inanılmıştır.

00188488
Aziz Nicholaos’ın ölüm günü tüm Hıristiyanlarca 6 Aralık olarak kabul edilir. Ancak bu tarihin kesin bir kaynağa dayandığı söylenemez. Azizden bahseden en eski kaynaklar olan, VI. yüzyıla ait “Vita Sionitae” ile “Vita de Stratelatis” adlı eserler de kesin bir ölüm tarihi vermezler. Bu kaynaklarda sadece Azizin doğum yerinin, Likya’nın en büyük limanı Patara olduğu kaydedilmiştir. Hıristiyanlığın ilk yıllarında Havari Paulos’un, Patara’da kaldıktan sonra yoluna devam etmesi, Patara’ya İncil’de adı geçen kentlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır. Bu bölümde Havari Paulos’un arkadaşı Luke ile üçüncü seyahatleri sonunda, Miletos’tan Kudüs’e dönerken Patara’da kaldıkları ve buradan muhtemelen daha büyük bir gemiye binerek seyahatlerine devam ettikleri anlatılır.

Aziz Nicholaos’ın İ.S.III. yüzyıl sonlarında Patara’da dünyaya geldiği ve Myra’ya papaz olana dek, gençlik yılarının Patara’da geçtiği söylenmektedir. Gençliğinde Filistin ve Mısır’a yaptığı seyahatlerden söz edilmiş, yaşadığı devrin İmparator Konstantinos dönemi veya III. yüzyıl sonu ile IV. yüzyıl başı olduğu belirtilmiştir. Ölümünden sonra Avrupa’nın birçok kentinde adına kiliseler inşa edilmiştir ki, bunlar arasında VI. yüzyılda İstanbul’da inşa edilen Bazilika en göze çarpan yapıdır. Rusya ve Yunanistan’ın en saygın Azizi olarak tanınmış, çocukların mahkûmların, denizcilerin ve gezginlerin koruyucusu olarak saygı görmüştür.

Yaşantısı ve mucizeleri hakkında gerçekliği tartışılacak, sayısız hikâyeler anlatılmıştır. Piskopos olma kararının kehanetlere veya seçim toplantısı kararına göre, ertesi günü kiliseye giren ilk adam olmasına dayanılarak verildiği söylenir. Diğer hikâyeler, İmparator Dioeletianus devrinde (284-305) Hıristiyanlara yapılan zulümler sırasında çektiği acılarla ilgilidir. İnancından dolayı hakimler tarafından tutuklanıp zincire vurulmuş, birkaç yıl sonra Hıristiyan İmparator Konstantinos tarafından serbest bırakılarak Myra’ya geri dönmesi sağlanmıştır.

Bir başka hikâyede Azizin İ.S. 325 yılında Nicaca’da (İznik) toplanan Konsüle katıldığı anlatılır. Bir keresinde İmparator Konstantinos’un rüyasına girerek, haksızlıkla ölüme mahkûm edilmiş olanları serbest bırakmasını söyler. Bir keresinde de Mısır’dan İstanbul’a giden bir gemiden aldığı hububatla Myra halkını açlıktan kurtarır. Ancak gemi İstanbul’a vardığında yükünde hiçbir eksilme görülmez. Bu belki de Aziz’in, denizcilerin patronu olmasına bağlanan mucizelerden biridir. Çünkü, Akdeniz’de seyreden gemicilerin sefere çıkmadan önce birbirlerine iyi dilek olarak “Dümenini Aziz Nicholaos tutsun” demeleri gelenek olmuştur. Aziz’in sağlığında din adamı olarak çalıştığı Likya sahilleri, Akdeniz’in en önemli denizcilik merkezi, burada yaşayanlar da Akdeniz’in ünlü denizcileriydi. Bu nedenle, Aziz’in denizle ilgili birçok mucizesine din kitaplarında da rastlanır.

İki hikâye aynı zamanda onun, çocukların da patron azizi olduğunu gösterir. Birinde insanlar açlıktan kırılırken, kasap üç genci evine davet edip satmak için uykularında parçalar. Aziz Nicholaos, bunu duyar duymaz kasabın evine koşar ve gençleri yeniden diriltir. Bir diğerinde fakir bir tüccar, kızlarını evlendirmeye gücü yetmeyince, onları satmayı düşünür. Aziz Nicholaos, tüccarın evine üç kese dolusu para atarak, kızları kötü yola düşmekten kurtarır. Bu hikâyeden çocukların Santa Klaus gününde hediye almalarının sebebi olduğu gibi Avrupa’da rehinecilerin, dükkânlarına üç altın top asma geleneğinin de kaynağı olduğuna inanılır. Aziz’in resminin ikonalar da üç altın top ile tasvir edilmesinin sebebi de bu hikâyeye dayandırılır.

Noel Baba Kilisesi
antalya-demre-noel-baba-kilisesi-1958 - Turizm Sektörünün En Önemli Haberleri
Aziz Nicholaos öldüğünde yapılan kilise veya şapel 529 yılındaki depremde yıkılınca daha büyük belki de bazilika tipinde bir kilise yapılmıştır. Peschlow, büyük apsisin güney tarafında eşit apsisli iki küçük mekân ile bugünkü binanın kuzey yan nefinin büyük kısmının bu ilk yapıya ait olduğunu tahmin etmektedir.

Bu kilise VIII. yüzyılda zelzele veya Arap akınlarıyla yıkılmış, daha sonra tekrar yenilenmiştir. 1034 yılında Arap donanmasının denizden yaptığı akınlarla harap olmuştur. On yıl harap durumda kalan kilisenin 1042’de Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monomakhos ve eşi Zoe tarafından tamir ettirildiği kitabesinden anlaşılmaktadır. XII. yüzyılda binaya bazı ekler yapılmış, kilise tekrar onarılmıştır.

XIII. yüzyılda Türklerin eline geçen Myra’da, kiliseyi serbestçe ibadet etmek için kullandığını ve kilisede bazı onarımların yapıldığını anlıyoruz. 1738’de büyük kilisenin yanındaki şapel tamir edilmiştir. 1833- 1837 yılları arasında Anadolu’yu gezen C. Texier, Myra’ya da uğramış ve kitaplarında kiliseden bahsetmiştir. Ondan on yıl kadar sonra 1842 yılı Mart ayında Teğmen Spratt ile Prof. Forbes de Myra’ya gelmiş, kilisenin bir krokisini çıkarmışlar ve kilisenin yanında bir manastırın olduğunu görmüşlerdir. 1853 yılında Kırım Harbi sırasında Ruslar kilise ile ilgilenmişler ve burada bir Rus kolonisi kurmak için Anna Golicia adındaki Rus kontesi adına toprak almışlardır. Ancak Osmanlı Devleti işin siyasî yönünü farkedince Rusların aldıkları toprakları geri almış, yalnızca kilisenin onarım istekleri kabul edilmiştir. Böylece 1862 yılında August Salzmann adında bir Fransız, Nicholaos Kilisesi’nin onarımı ile vazifelendirilmiştir. Bu restorasyonlar kilisenin aslını bozacak kadar kötü yapılmıştır. Bu restorasyon sırasında 1876’da bugün görülen çan kulesi de ilave edilmiştir.
MYRA ANTİK KENTİ - NOEL BABA KİLİSESİ | ANTALYA DEMRE |
Birçok kentin koruyucu azizi olan Noel Baba’ya adanmış iki bine yakın kilise bulunmaktadır. O’nun yaşam öyküsü ve mucizeleri birçok kitapta yer almış, ancak en eskisi 750-800 yılları arasında Byzantion’da Stadion Manastırı Başkeşişlerinden Michael tarafından yazılmıştır.

IV. yüzyılda burada bulunan tek kubbeli kilisenin güneyine VIII. yüzyılda haç şeklinde bir şapel ile kuzey tarafına da eklemeler yapılmıştır. Ayrıca 1862-63 senelerinde de binaya dış narteks ile iç narteksin bazı kısımları ilave edilmiştir. Bugün iki sütunu ayakta kalmış bir avludan bir iki basamakla Bizans Devri’nde ilave edilmiş güney nefine inilir. Haç biçimli bu bölümün doğu kısmında üç kemerli pencereye sahip bir apsis yer alır. Apsisin önünde orijinal stylobat ile ortasında altar kaidesi hâlâ görülür. Apsis nişinin içinde yer yer renkleri kaybolmuş ve belirsizleşmiş aziz figürleri vardır. Bunların altındaki küçük niş içindeki fresko Noel Baba’ya aittir. Bu bölüm ve esas kilisenin güneydoğu şapelinin tabanlarında farklı desenlerde mozaik panolar görülür. Batı yönünde merdivenlerin karşısındaki niş içerisinde İsa, Meryem ve Yahya freskoları vardır. Buradan iyi muhafaza edilmiş kapı bizi, lahitlerin bulunduğu kısma, yani haç biçimli şapelin uzun kısmına çıkartır. Lahitlerin yer aldığı nişler içindeki freskolar bugün net olarak görülmese bile çeşitli aziz tasvirlerini içeren freskolar ile bezenmiştir. Kuzey duvarındaki ilk nişle sütunların üzerinde Meryem freskosu ilginç örneklerdir. Noel baba freskosunun bulunduğu ikinci niş sütununun ters konduğu yazılarından anlaşılmaktadır.

Nişler içinde yer alan lahitlerden birinci niş içindeki akarthus yaprakları ile süslü Roma Devri lahdinin Noel Baba’ya ait olduğu kabul edilir. Hatta Noel Baba’nın denizcilerin de azizi olmasından dolayı lahdin üzerinin balık pulu desenleriyle süslendiği söylenir. 20 Nisan 1087’de Bari’li korsanlar, Noel Baba’nın kemiklerini almak için lahdi kırmışlar, bazı kemikleri alarak Bari’ye götürmüşlerdir. İkinci niş ile karşısındaki nişte bulunan lahitler sadedir. Burada nişler içindeki lahitlerden başka yerde iki mezar daha bulunmaktadır. Buradan bir kapı ile kilisenin iri blok levhalarla döşeli avlusuna geçilir. Avluda ise bir niş içerisinde boşaltılmış iki mezar bulunur. Yanında bulunan mermer üzerinde haç ve çapa motifi Noel Baba için yapılmış olmalıdır. Solda duvar içine yerleştirilmiş mezardaki kitabede 1118 tarihi yer alır.

Avludan önce dış nartekse, sonra üç kapı ile ana mekâna (naos) açılan iç nartekse geçilir. Burası gruplar halinde piskoposların resmedildiği freskolarla süslenmiştir. Buradan geçilen esas mekân üç kemerle yan neflere açılır. Ana mekânın güneyinde iki nef vardır. İkinci nefte niş içindeki lahitte Noel Baba’nın mezarı olduğu söylenir ise de üzerindeki kadın erkek kabartması bunun böyle olmadığını gösterir. Yan nefin karşısındaki niş içerisinde ise bir başka mezar vardır. Kuzey nefin kubbesinde Hz. İsa ve 12 havarinin freskoları bulunur. Yanda ise yan nefin kazısı yapılmaktadır. Bu kazının yapıldığı nefin batı kısmında ise üç oda bulunur. Binanın ortasında pencereli ve kasnaklı bir kubbenin olması gerekirken, Salzmann yaptığı tamir sırasında mekânın üstünü kapatarak, kesme taştan kaburgalı büyük bir çapraz tonoz kullanmıştır.

Aziz Nicholaos’ın piskoposluk yaptığı ve bu nedenle tüm Orta Çağ boyunca ününü sürdüren Myra önemli bir Lykia kenti olup ismi “Yüce Ana Tanrıçasının yeri” anlamına gelmektedir. Lykia dilinde “Myrrh” olarak geçen Myra, Demre ovasını kuzeybatıdan çeviren dağların denize bakan yamacına kurulmuştur. Önce bugünkü kaya mezarlarının üzerindeki tepeden kurulan şehir daha sonraları aşağıya inerek genişlemiş ve Lykia’nın çok önemli altı büyük kentinden birisi olmuştur. Kentin M.Ö. IV. yüzyılda basılan ilk sikkesi üzerinde ana tanrıça kabartması vardır.

Antik kaynakların M.Ö. I. yüzyıldan itibaren Myra’dan bahsetmelerine rağmen, kaya mezarlarından ve bastıkları sikkelerden, şehrin en az M.Ö. V. yüzyılda varolduğu anlaşılmaktadır.

Şehrin içinden geçen Demre Çayı (Myros) deniz ticaretini geliştirmiş ancak korsanların kolayca baskın yapmalarına neden olmuştur. Bu nedenle Myralılar limanları Andriake’de, nehrin ağzına bir zincir gererek bu baskınları durdurmaya çalışmışlardır. M.Ö. 42’de Sezar’ı öldüren Brutus asker toplamak için Lykia’ya gelmiş, Xanthos’u aldıktan sonra komutan Lentulus’u para toplamak için Myra’ya göndermiştir. Myralılar buna karşı çıkmışlar ve kendilerini müdafaa etmeye çalışmışlarsa da komutan nehrin ağzına gerilen zincirleri kırarak şehre girmiştir. M.S. 18’de Tiberius’un evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina burayı ziyaret etmişler ve Myralılar limanları olan Andriake’ye onların heykellerini dikerek kendilerine olan saygılarını göstermişlerdir. M.S. 60’da ise St. Paul Roma’ya giderken Myra’da gemi değiştirir. Eski kaynaklar Myra ile Limyra arasında gemi seferlerinin yapıldığını kaydederler.

Lykia Birliği’nin metropolisi olan Myra M.S. II. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş, burada Lykialı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı yapılmıştır. Örneğin Oinoandalı Licinius Langus 10.000 dinar vererek tiyatro ve portikoyu yaptırmıştır. Ayrıca Rhodiapolisli ve Kyeanaili Iason’un da Myra’nın imarı için çok yardım ettigini kitabelerden anlıyoruz. Aziz Nicholaos’ın Myra’da başpiskoposluk yaptığı II. Theodosion (408 – 450) zamanında Myra’nın Lykia Bölgesi’nin başşehri olduğu bilinmektedir. Şehir, VII. yüzyıldan başlayarak IX. yüzyıla kadar devamlı Arap akınlarına uğramış, 809 yılında Harun El Reşit’in komutanlarından birisi Myra’yı zaptetmiştir. 1034 tarihinde Arapların yaptığı deniz hücumlarında St. Nicholaos Kilisesi yıkılmıştır. Arap akınlarının verdiği huzursuzluk, Myros Çayı’nın sık sık taşması, bu taşma nedeniyle gelen toprakla bazı yapıların dolması ve bu arada meydana gelen depremler şehrin terk edilmesine neden olmuştur.

Tiyatronun üzerindeki dağda bulunan akropolde fazla bir şey kalmamıştır. 1842’de Myra’yı ziyaret eden ve akropole çıkan Spratt burada küçük taşlardan başka bir şey kalmadığını görmüştür. Roma Devri’nden kalma şehir surlarında yer yer Hellenistik Devir’den kalma ve hatta M.Ö. V. yüzyıla ait olan duvar kalıntıları bulunmaktadır. Tiyatronun yakınında şehre doğru giderken, yolun sonunda hamam veya bazilika olabilecek geç devir kalıntıları görülmektedir.

Myra’nın su ihtiyacı Demre deresinin aktığı vadi kenarındaki kaya yüzüne açılan kanallarla karşılanmaktaydı. Bugünde bu kanalları görmek mümkündür. Myra’nın diğer yapıları bugün toprak altında olup gün ışığına kavuşacakları zamanı beklemektedirler. Myra’ya gelirken yol üzerindeki Karabucak mevkiinde, günümüze kadar iyi korunmuş Roma Devri mezar anıtı dikkati çeker.

Çay ağzındaki Myra’nın limanı olan Andriake’nin üzerinde kehanet merkezi olmasıyla ünlü Sura antik kenti Sura’dan birkaç km uzaklıktaki Gürses’te ise Trebenda antik kenti yer alır. Myra’nın görkemli tiyatrosu oldukça sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Arkasındaki dik dağın yamacında kurulan tiyatronun caveası büyük ölçüde kayalara oyulmuştur. Tiyatro daha sonraları arena olarak da kullanılmış, bu nedenle bazı düzenlemeler yapılmıştır.

Kaya mezarlarıyla ünlü Myra’da mezarlar hemen tiyatronun üzerinde ve doğu taraftaki nehir nekropolü denilen yerde olmak üzere iki yerde toplanmıştır.

HOLLANDACA YAZILAR

Inwoners van Myra noemen hem Noël Baba, vadertje kerst…

Turkije, thuisland van Sint Nicolaas

MYRA – In het centrum van het dorpje Demre aan de zuid-westkust van Turkije bevindt zich een oeroud kerkje gewijd aan de heilige Nicolaas. Sint-Nicolaas wel te verstaan, bij ons bekend van het strooien en zie-ginds-komt-de-stoomboot.

De fraaie kerk dateert uit derde eeuw, maar werd grotendeels herbouwd in de elfde eeuw. Nicolaas werd later bisschop van Myra, destijds een van belangrijkste steden van de Turkse landstreek Lycië. Van Myra resten nog slechts ruïnes. Ze bevinden zich op enkele kilometers ten noorden van Demre.

De Sint-Nicolaaskerk in Myra

Ook de wieg van Sint-Nicolaas stond in Lycië. In het jaar 280 zag de goedheiligman het levenslicht in het Turkse havenstadje Patara. De ruïnes van het stadje zijn nog altijd te vinden te midden van duinenrijen aan de zuid-westkust van Turkije.

Je zou denken dat de Sint in zijn geboortestreek als wonderdoener en groot kindervriend wel op een voetstuk zou staan. Dat is ook zo, maar niet als bisschop. Vreemd genoeg wordt Sinterklaas door zijn eigen dorpsgenoten geëerd als….de kerstman. ‘Noël Baba’, Vadertje Kerst, zeggen ze in het vroegere Myra, als ze het over ONZE Sint Nicolaas hebben!

Dit harde feit was ons al eerder geopenbaard: Sint Nicolaas komt niet uit Spanje, doch uit Turkije. Rijdend over daken en alom pepernoten strooiend moet hij rond de vijfde december in ons land dan ook worden beschouwd als een der vroegste Turkse gastarbeiders van ons land.

Met zijn knechten is de Sint hier bovendien dan illegaal aan het werk. De vreemdelingendienst ziet dit door de vingers. Het is historisch zo gegroeid en bovendien zou de hele Nederlandse kinderschare heftig in beroering komen indien Sint Nicolaas bij de grens al zou worden toegeroepen: “Ho, ho! Vol is vol!”

Op 6 december in het jaar 342 overlijdt de bisschop van Myra op 62-jarige leeftijd. In 1087 verdwijnen zijn stoffelijke resten uit de stad. Geroofd door Italiaanse zeelieden.

Het graf van Sint Nicolaas te Bari

In de Italiaanse stad Bari stellen ze de beenderen ten toon. Plots duiken hier ook de verhalen op dat Sint-Nicolaas bij leven tal van hemelse wonderen zou hebben verricht. Een lokmiddel voor vele duizenden pelgrims. Het stadje vaart er wel bij. Bari behoorde destijds tot het Spaanse rijk en wellicht om die reden is de Sint in onze ogen altijd Spanjaard gebleven.

Lycië zit toeristisch bezien vol verrassingen om in Sinterklaasstijl te blijven. Eeuwenoude rotsgraven, unieke grafhuizen en vreemdsoortige sarcofagen doemen in grote getale op in het afwisselende landschap van bergen, bossen, baaien en schilderachtige vissersdorpjes. De rust wint het hier nog van het massatoerisme.

Vanwege de vele natuurlijke havens hebben de Turkse zuid- en westkust altijd een belangrijke rol gespeeld bij de zeer levendige handel in het Middellandse-Zeegebied. De wateren rond Turkije liggen bezaaid met wrakken van schepen die het bij stormweer niet haalden of bij zeegevechten ten onder gingen. Een staalkaart van vele eeuwen maritieme geschiedenis bevindt zich hier onder water. Een interessant domein voor duikers.

Graven

Heel bijzonder in Lycische grafarchitectuur zijn de zogeheten ‘pijlergraven’. Losse, uit een stuk gehouwen pijlers met een grafkamer uitgehouwen aan de top. Een forse steen dekt die ruimte af. Sommige van de graven zijn voorzien van inscripties en reliëfs. Grafschriften die iets vertellen over het roemrijke verleden van de verstorvene. De ‘grafhuizen’ zijn rustplaatsen aangelegd in de vorm van een huis met uitstekende balken aan de buitenzijden. Honderden grafkamers, uitgehakt in een steile rotswand, vindt u in de plaats Pinara.

De Turkse zuid- en westkust zijn uiterst belangwekkend vanwege de vele overblijfselen uit de tijd van de zevende eeuw voor Christus tot in het Byzantijnse tijdperk. Ook de Romeinen heersten hier en lieten tal van interessante sporen achter. Zoals het Romeinse theater van Xanthos, gebouwd tegen de noordhelling van de Lycische akropolis. Neem er een kijkje, de eeuwen knielen aan uw voeten.

Een bronzen beeld van Sint-Nicolaas in Demre toont een bebaarde man omringd door kinderen. De rijzige figuur heeft een Pietermanzak over de schouder geslagen. Echter het hoofd getooid met de karakteristieke afhangende muts van de kerstman. Nee, niet met een mijter!

Merk op dat de kerstman in veel landen wordt aangeduid met Santa Claus en u voelt de relatie met onze Sinterklaas. Wie de kerstman zoekt moet dus eigenlijk in Turkije zijn en niet aan de noordpool. Het is maar dat u het weet mocht u al bezig zijn met koffers pakken.

In de Sint-Nicolaaskerk van Demre bevindt zich nog altijd de lege tombe van Nicolaas. Het deksel is die van een Romeinse sarcofaag, dus niet oorspronkelijk meer. De prachtige wandschilderingen in de kerk dateren uit de tiende tot de veertiende eeuw.

Sint-Nicolaas was de beschermheilige van zeelieden, handelsreizigers, dieven, pandjesbazen, maagden, maar ook van prostituees. Beroemd is het verhaal van Sint-Nicolaas die enkele nachten achtereen een zak met goudstukken binnen de deur wierp van een arme man. Dank zij deze bruidsschat konden zijn dochters alsnog trouwen. Aan die daad van de Sint is mogelijk het strooien ontleend. In 1970 schrapte de rooms-katholieke kerk Sint Nicolaas van de lijst met officiële heiligen. Het Vaticaan geloofde er niet meer in. Slechts heimelijk wordt in de vertrekken rond de paus door een twijfelaar nog wel eens een schoen gezet. Doch zonder resultaat.

Nicolaas van Myra

Nicolaas van Myra (geboorte- en sterfjaar onbekend, waarschijnlijk Patara in Lycië, rond 270 – 6 december 342 of 352), was aan het begin van de 4e eeuw bisschop te Myra de toenmalige hoofdplaats van Lycië in Klein-Azië, werd door de traditie heilig verklaard en is hoofdpersoon in tal van legenden, bijvoorbeeld de Legenda Aurea van de 13e-eeuwse geleerde dominicaan Jacobus de Voragine. Belangrijke elementen van het Sinterklaasfeest gaan op hem terug. Verder zijn er parallellen te trekken met de heidense God Wodan, deze rijdt ook op een schimmel, de achtbenige Sleipnir, waarmee hij door de lucht vliegt.

Leven

Van de heilige is niet heel veel overgeleverd. De informatie die beschikbaar is is gedeeltelijk mondeling overgeleverd en in een veel later stadium op schrift gesteld, en komt gedeeltelijk uit de verschillende levensverhalen, Vitae of heiligenlevens, waarvan de Vita per Michaelem (de best begrijpelijke) en de Vita per Metaphrasten (de oudste van de twee) de belangrijksten zijn. In de Vita per Michaelem is de meeste informatie over het leven van Nicolaas terug te vinden, zoals de namen van zijn Lycische ouders, die verder nergens zijn aangetroffen. Uit deze bronnen komt de informatie dat er in 280 in Patara, niet ver van Myra, het tegenwoordige Demra, in Klein-Azië de jonge Nicolaas wordt geboren. Volgens de Vita Compilata, een andere vita, uit welgestelde, hoewel niet rijk genoeg om te kunnen rentenieren, maar ook zeer gelovige ouders.

Aan de kleine Nicolaas worden al vanaf de geboorte wonderen toegekend. Zo kon hij al direct na de geboorte rechtop in zijn badje staan, de handen ten hemel geheven, alsof hij God dankte voor dit mirakel, en wou hij op de vastendagen, woensdag en vrijdag, niet van zijn moeders borst drinken. Verder wist hij op vroege leeftijd al de namen van de hemellichamen uit zijn hoofd, hij was een geleerd persoon.

Het was al snel duidelijk dat Nicolaas, vernoemd naar zijn oom (waar hij vaak mee verward wordt), bisschop in een naburige gemeente, zijn leven aan de godsdienst zou gaan wijden. Dit vanwege de verbanden met de Bijbelse figuur Samuel. Nicolaas’ moeder kon net als de moeder van Samuel geen kinderen krijgen, en kreeg uiteindelijk een kind in ruil voor de belofte dat de eerstgeborene in dienst van God zou treden. Net als Samuel was Nicolaas al op vroege leeftijd geliefd bij de bevolking, en begreep hij al snel dat hij een hogere taak te vervullen had (I Samuel 3:20). Samuel was de laatste en belangrijkste der Richteren, die ook koningen zou zalven. Ook hier ligt een overeenkomst, want tijdens Nicolaas’ leven zou het christendom in het Romeinse Rijk opkomen.

Volgens de later heilig verklaarde Simeon de Vertaler (in de Vita per Metaphrases), was Nicolaas een goede leerling, ging hij met regelmaat naar de kerk en was hij waar nodig behulpzaam. Al op een leeftijd van 19 jaar werd de jonge Nicolaas door zijn oom tot priester gewijd, werd hem ook de kloostergeloften afgenomen, en sprak zijn oom (de bisschop) reeds de verwachting uit dat Nicolaas zelf óók bisschop zou worden, en een leven van verlichting zou gaan leiden. Door zijn strenge discipline wat betreft het houden van vastendagen, zijn goede wil en zijn gebeden voor iedereen zou hij een voorbeeld zijn geweest voor anderen.

Toen zijn oom een reis zou gaan maken naar Jeruzalem, werd de jonge Nicolaas benoemd tot diens gevolmachtigde in zijn klooster Nieuw Zion. Volgens de overlevering bestuurde hij het klooster zó goed dat het leek alsof de bisschop zelf aanwezig was.

Toen de jonge Nicolaas zelf eens op pelgrimstocht was, zou hij een dode zeeman na een hevige storm weer tot leven hebben gewekt, en kwam hij bekend te staan als genezer. Om deze reden werd hij gezien als beschermheilige van de zeelieden. Daarom wordt hij op schilderijen vaak afgebeeld met een anker.

Volgens Simeon de Vertaler heeft de heilige meermalen het huidige Israël bezocht, en vatte hij iedere keer het plan op om meerdere weken in het Heilige land te verblijven, maar een “engel des Heeren beval hem om huiswaarts te keren”. Dit betekende dan dat zijn parochie in gevaar was, en hij zijn bovenmenselijke krachten aldaar moest gebruiken. Eens probeerde bij zo’n gelegenheid een zeeman hem te bedriegen, maar Nicolaas verijdelde dat plan, en sprak streng: Probeer nu nooit meer iemand te bedriegen. Vaar naar huis, en mijn zegen zal jullie vergezellen. Vandaar dat hij bekend staat als vergevingsgezind.

Inmiddels was hij voldoende volwassen geworden, en zou hij gewijd worden tot bisschop. Aan de vooravond van zijn inwijding ontving Nicolaas volgens de Vita Compilata een versie van de Bijbel uit de handen van “Jezus” (die toen 325 jaar oud was).

In 325, hij was inmiddels midden in de veertig, was Nicolaas aanwezig bij het Concilie van Nicaea als bisschop. Daar kwamen de kerkleiders bijeen om over moeilijke kwesties te spreken. De reis ernaartoe duurde ongeveer twee weken, en het Concilie een week of vijf. Eén van de prangende kwesties was technisch, maar daarom niet minder belangrijk: Op welke datum dient Pasen gevierd te worden? Maar ook de vraag of Jezus naast de reeds erkende Goddelijkheid ook menselijkheid bezat stond ter discussie. Aan de ene kant stond Arius, een priester uit Alexandrië, en aan de andere kant stond diens eigen superieur, Alexander van Alexandrië. Tijdens dit concilie liep Nicolaas, een fervent tegenstander van Arianus, naar hem toe, en gaf hem een klap in het gezicht. Hiervoor werd Nicolaas in de kerker gegooid, maar ‘s nachts werd hij al uit zijn boeien bevrijd door Maria, kreeg hij van haar zijn bisschoppelijke gewaden terug, en een Bijbel om uit te lezen. Gedurende de rest van het concilie werd er bij grote vraagstukken beslist naar de mening van Nicolaas.

Gedurende zijn leven zou Nicolaas vele malen de bevolking tegen demonen hebben beschermd, maar ook na zijn dood zou hij actief zijn gebleven. Zo zou hij voor voldoende eten hebben gezorgd tijdens hongersnoden en schepen hebben behoed voor de ondergang. Rond 340 moet hij zijn gestorven. Hij werd begraven in Myra, waar zijn basiliek nog steeds te bezichtigen is.

Na zijn dood

Sinter Claes op de Dam (Amsterdam)

Sinter Claes op de Dam (Amsterdam)

In 1087, werden zijn relieken door Italiaanse kooplieden van Myra naar Bari overgebracht, zoals die van de evangelist Marcus naar Venetië waren overgebracht, om ze te beschermen tegen de oprukkende Islam.

Nicolaas van Myra wordt ten onrechte vaak vereenzelvigd met Nicolaas van Pinara, een 6e-eeuwse abt van Sion en later bisschop van Pinara (Lycië), en de levensverhalen van de twee mannen worden vaak vermengd. In de Middeleeuwen kwamen er nog meer verhalen over Nicolaas bij, zoals dat van de drie jongens in de ton.

De naamdag van de heilige is 6 december. De viering van Sint-Nicolaas’ naamdag is waarschijnlijk in het verleden samengevoegd met de viering van een Germaans feest, en deze figuur is als Sinterklaas de centrale figuur geworden in het kinderfeest dat op 5 december (“pakjesavond”) en op 6 december (de feitelijke feestdag) in Nederland en België wordt gevierd.

Sint-Nicolaas is de schutspatroon van de zeelieden. Deze status heeft hij te danken aan het feit dat hij door middel van stil gebed een storm op zee tot bedaren zou hebben gebracht. Veel havensteden, waaronder Amsterdam, hebben Sint-Nicolaas als beschermheilige. Ook werd de Oude Kerk in Amsterdam aan hem gewijd.

Nicolaas’ reputatie als kindervriend berust onder meer op de legende, waarin hij drie vermoorde jongetjes uit een bad pekel redde en tot leven wekte. Een andere versie van deze legende vertelt dat Nicolaas drie studenten redde, die door een herbergier zijn gedood en gepekeld. Het vlees komt in handen van een oude man (Nicolaas). Die vertrouwt het niet, brengt de jongens terug tot leven en bekeert de herbergier en zijn vrouw. Verder zou hij een ontvoerd jongetje hebben gevonden en een baby gered hebben die in een badje boven het vuur zat.

Nicolaas zou nog meer wonderen hebben verricht. Zo redde hij drie dochters van een arme edelman van de prostitutie door hen een bruidsschat te geven, liet hij tijdens hongersnood graan groeien en gaf hij Lycië op wonderbaarlijke wijze te eten. Mensen die onschuldig ter dood werden veroordeeld redde hij, zodoende werd Nicolaas tevens patroonheilige van gevangenen.

Sint-Nicolaas wordt in de Oosters-orthodoxe Kerk zeer vereerd en zijn beeltenis is op veel iconen te vinden. Hij is ook de beschermheilige van het belangrijkste orthodoxe land: Rusland.

 

 

HOLLANDA’DA TESETTÜR GİYİM (BOERKA) VE SONRASINDA BİKİNİ İLE BAŞLAYIP TOPLESS’E UZANAN SERÜVEN…

HOLLANDA’DA TESETTÜR GİYİM (BOERKA) VE SONRASINDA BİKİNİ İLE BAŞLAYIP TOPLESS’E UZANAN SERÜVEN…

Hollanda’da yüzyıllarca giyilen Burka, Mayo, Bikini ve Topless’ten sonra şimdi yine gündemde.

Tesettür ve dekolte giyimin geçmişi ve geleceği…

(Türkçe ve Hollandaca bölümler ile hazırlanmıştır, takip edin lütfen)
(Opgesteld in het Turks en Nederlands, volgen a.u.b)

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY derledi:

Burka ve benzeri giysiler, farklı toplumlarda ve zamanlarda çeşitli nedenlerle kullanılmıştır. Tarihsel olarak, bazı kültürlerde bu tür giysilerin kullanımı, geleneksel ve dini değerlere dayalı olabilirken, diğer durumlarda da belli bir toplumsal norm veya baskıdan kaynaklanmış olabilir.
Bu tür giysilerin tarihi ve kültürel bağlamları, genellikle birçok tartışmayı beraberinde getirir.

Afbeelding met kleding, badkleding, model, Ondergoed Automatisch gegenereerde beschrijving              Burka                         Mayo                            Bikini                        Topless

Önemli olan, bu giysilerin kullanımının kişisel tercihler, özgürlük ve insan haklarıyla olan ilişkisidir. Özellikle modern toplumlarda, bireylerin özgür iradelerine dayalı olarak giyim tercihlerini yapabilmeleri önemlidir. Ancak bazı durumlarda, giyim tercihleri bireyin kendi seçimi olmayabilir ve dışarıdan gelen baskılar veya toplumsal normlar nedeniyle belirlenmiş olabilir.

Bu tür giysilerin yasaklanması veya kısıtlanması gibi konular da genellikle tartışmalıdır. Özgürlük ve kişisel tercihler ile toplumun güvenliği ve bireylerin hakları arasında denge kurulması gerektiği düşünülür. Önemli olan, bu tür konularda bireylerin özgürce düşünüp tercihlerini yapabilmelerini sağlarken, aynı zamanda toplumun genel değerlerini ve güvenliğini koruyacak düzenlemelerin yapılmasıdır.

Ancak her durumda, bu giysilerin kullanımıyla ilgili genel bir değerlendirme yapmak oldukça zor olabilir. Çünkü her bir durum, kültürel, tarihsel ve bireysel faktörlerle şekillenir. Önemli olan, bu tür konularda farklı bakış açılarını anlamak ve farklı kültürel pratiklere saygı göstermek gerektiğidir.

Burka veya benzeri giysileri tercih eden insanlar arasında, samimi dini inançlara dayalı olarak bu giysileri seçenler olduğu gibi, siyasi veya ideolojik nedenlerle tercih edenler de olabilir.

Samimi dini inançlarla burka tercih edenler, genellikle kişisel inançlarının bir ifadesi olarak bu giysileri seçerler. Onlar için bu, inançlarını yaşama ve dini değerlerini dışa vurma biçimidir. Bu insanlar için giyimleri, inançlarının bir parçasıdır ve özgür iradeleriyle bu tercihi yaparlar.

Ancak bazı durumlarda, siyasi veya ideolojik sebeplerle burka tercih edenler de olabilir. Bu kişiler, belirli bir siyasi duruşu veya ideolojik mesajı temsil etmek amacıyla bu giysiyi seçebilirler. Bu durumda, giyim tercihi daha çok sembolik bir anlam taşır ve siyasi, sosyal veya ideolojik bir duruşun bir parçası olabilir.

Bu iki grup arasındaki fark, tercihlerin neye dayandığıyla ilgilidir. Samimi inançlarla giysi tercih edenlerin motivasyonu, dini inançları ve özgür iradeleridir. Siyasi veya ideolojik nedenlerle tercih edenlerin motivasyonu ise genellikle belirli bir duruşun veya mesajın bir parçası olma isteğidir.

Ancak her zaman kesin bir ayrım yapmak zor olabilir, çünkü insanların motivasyonları karmaşık olabilir ve dini inançlar ile siyasi veya ideolojik düşünceler birbirine karışabilir. Önemli olan, bireylerin özgür iradelerine ve tercihlerine saygı göstermek ve bu tercihlerin kişisel, dini veya siyasi sebeplerini anlamak için empatiyle yaklaşmaktır.

Burka’nın geçmişi ve kullanımı, farklı zamanlarda ve kültürlerde farklı anlamlar taşıyabilir. Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde geçmişte bu tür giysilerin kullanımıyla ilgili tarihi kayıtlar aşağıda sunulacak. Ancak zaman içinde giyim tercihleri büyük değişimler geçirdi ve bugün giyim kültürü, çok çeşitli tarzlarda ve tercihlerde yoğun bir çeşitlilik gösteriyor.

Bugünün dünyasında, giyim tercihleri oldukça geniş bir yelpazeye yayılmış durumda. Bazı insanlar kapalı giyim tercih ederken, diğerleri daha açık ve serbest giysileri tercih edebilir. Bikinili mayo gibi daha açık giysiler de bir tercih olabilir.

Bu durumda, giyim tercihlerindeki bu farklılık, zaman içindeki toplumsal, kültürel ve bireysel değişimleri yansıtıyor olabilir. Geçmişte kullanılan giysilerin günümüzdeki tercihlere dönüşmesi, zaman içindeki toplumsal dinamiklerin bir yansıması olabilir.

Sonuç olarak, giyim tercihleri kişisel, kültürel ve toplumsal faktörlerden etkilenir. Zaman içinde bu tercihlerde büyük değişimler olabilir. Her dönemin giyim tercihleri, o döneme özgü koşullar ve değerlerle şekillenir. Bu çeşitliliği anlamak ve farklı tercihlere saygı göstermek önemlidir.

Afbeelding met kleding, badkleding, model, Ondergoed Automatisch gegenereerde beschrijving
Boerka                         Badpak                        Bikini                          Toples

(Alttaki Hollandacadan sonra Türkçe devam ediyor)

HIJAB KLEDING IN NEDERLAND (BOERKA) EN DAARNA HET AVONTUUR DAT BEGINT MET EEN BIKINI EN ZICH UITSTREKT TOT TOPLESS

Burqa, die al eeuwenlang in Nederland wordt gedragen, staat nu weer op de agenda na Badpak, Bikini en Topless.

Het verleden en de toekomst van hijab en decoleté kleding…

Burqa’s en soortgelijke kledingstukken zijn om verschillende redenen gebruikt in verschillende samenlevingen en tijden. Historisch gezien kan het gebruik van dergelijke kleding in sommige culturen gebaseerd zijn op traditionele en religieuze waarden, terwijl het in andere gevallen voortkomt uit een bepaalde sociale norm of druk.

De historische en culturele context van dergelijke kledingstukken is vaak onderwerp van veel discussie.

Wat belangrijk is, is hoe het gebruik van dergelijke kledingstukken zich verhoudt tot persoonlijke keuze, vrijheid en mensenrechten. Vooral in moderne samenlevingen is het belangrijk dat individuen kleding kunnen kiezen op basis van hun vrije wil. In sommige gevallen zijn kledingvoorkeuren echter niet de eigen keuze van het individu, maar worden ze bepaald door externe druk of sociale normen.

Kwesties zoals het verbieden of beperken van dergelijke kleding zijn vaak controversieel. Er moet een evenwicht worden gevonden tussen vrijheid en persoonlijke voorkeuren en de veiligheid van de maatschappij en de rechten van individuen. Het is belangrijk om ervoor te zorgen dat er regels zijn om de algemene waarden en veiligheid van de samenleving te beschermen en tegelijkertijd individuen in staat te stellen om vrij te denken en hun eigen keuzes te maken in dergelijke zaken.

Het kan echter erg moeilijk zijn om een algemene beoordeling te maken van het gebruik van deze kleding in alle situaties. Dit komt omdat elke situatie wordt bepaald door culturele, historische en individuele factoren. Het is belangrijk om verschillende perspectieven op dergelijke kwesties te begrijpen en verschillende culturele gebruiken te respecteren.

Onder de mensen die de voorkeur geven aan burqa’s of soortgelijke kledingstukken, kunnen er mensen zijn die deze kledingstukken kiezen op basis van oprechte religieuze overtuigingen, maar ook mensen die er de voorkeur aan geven om politieke of ideologische redenen.

Degenen die de burqa kiezen op basis van oprechte religieuze overtuigingen, kiezen deze kleding meestal als een uiting van hun persoonlijke overtuigingen. Voor hen is dit een manier om hun geloof te beleven en hun religieuze waarden tot uitdrukking te brengen. Voor deze mensen maakt hun kleding deel uit van hun geloof en ze maken deze keuze uit vrije wil.

In sommige gevallen zijn er echter mensen die om politieke of ideologische redenen voor een burqa kiezen. Deze mensen kunnen dit kledingstuk kiezen om een bepaald politiek standpunt of een ideologische boodschap uit te dragen. In dit geval heeft de kledingkeuze meer een symbolische betekenis en kan het deel uitmaken van een politieke, sociale of ideologische houding.

Het verschil tussen deze twee groepen heeft te maken met waar de voorkeuren op gebaseerd zijn. Degenen die kleding kiezen vanwege hun oprechte overtuiging worden gemotiveerd door hun religieuze overtuiging en vrije wil. Degenen die om politieke of ideologische redenen kiezen, worden vaak gemotiveerd door de wens om deel uit te maken van een bepaald standpunt of een bepaalde boodschap.

Het kan echter moeilijk zijn om altijd een duidelijk onderscheid te maken, omdat de motivaties van mensen complex kunnen zijn en religieuze overtuigingen en politieke of ideologische overwegingen door elkaar kunnen lopen. Het belangrijkste is om de vrije wil en de keuzes van individuen te respecteren en je in hen in te leven om de persoonlijke, religieuze of politieke redenen voor deze keuzes te begrijpen.

De geschiedenis en het gebruik van de burqa kunnen verschillende betekenissen hebben in verschillende tijden en culturen. Hieronder worden historische gegevens gepresenteerd over het gebruik van dergelijke kledingstukken in Europese landen zoals Nederland. In de loop der tijd zijn kledingvoorkeuren echter sterk veranderd en vandaag de dag vertoont de kledingcultuur een intense diversiteit in een breed scala aan stijlen en voorkeuren.

In de wereld van vandaag bestrijken kledingvoorkeuren een breed spectrum. Sommige mensen geven de voorkeur aan gesloten kleding, terwijl anderen meer open en losse kleding prefereren. Meer onthullende kleding, zoals badmode met bikini’s, kan ook een voorkeur hebben.

In dit geval kan dit verschil in kledingvoorkeur sociale, culturele en individuele veranderingen in de loop der tijd weerspiegelen. De transformatie van de kleding uit het verleden naar de huidige voorkeuren kan een weerspiegeling zijn van de sociale dynamiek in de loop der tijd.

Concluderend, kledingvoorkeuren worden beïnvloed door persoonlijke, culturele en sociale factoren. Deze voorkeuren kunnen in de loop der tijd sterk veranderen. Kledingvoorkeuren van elke periode worden gevormd door de omstandigheden en waarden die specifiek zijn voor die periode. Het is belangrijk om deze diversiteit te begrijpen en de verschillende voorkeuren te respecteren.

Afbeelding met schets, tekening, kunst, Mantel Automatisch gegenereerde beschrijvingDavlumbaz örneği, Bernard Picart 1733, Rijksmuseum Amsterdam koleksiyonu
Voorbeeld van een Huik, door Bernard Picart 1733, collectie Rijksmuseum Amsterdam

On dördüncü yüzyıldan itibaren, Hollanda’daki hanımlar düzenli olarak, yünlü kumaştan yapılmış uzun, çan şeklinde ve bazen pilili kolsuz bir pelerin olan sözde kapüşonla dolaşıyordu. Normal pelerinlerin aksine bu kapüşon başa takılırdı. Yüzünü neredeyse tamamen kapatan bir başlık takan herkesin başı bazen belaya giriyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi, bir zamanlar yüzü kapatan kıyafet yasağı vardı.

Vanaf de veertiende eeuw liepen dames in Nederlanden geregeld rond in een zogeheten huik, een lange klokvormige en soms geplooide mouwloze mantel van wollen stof. Anders dan gewone mantels, werd deze huik op het hoofd gedragen. Wie een huik droeg die het gelaat vrijwel volledig bedekte, kwam soms in de problemen. Net als tegenwoordig gold er vroeger namelijk soms een verbod op gezichtsbedekkende kleding.

Afbeelding met kleding, jurk, vrouw, tekening Automatisch gegenereerde beschrijving
Kapüşonlu Hollandalı kadın – Wenceslaus Hollar (Rijksmuseum Amsterdam ) tarafından yapılan 1643 tarihli gravür.
Vrouw uit Holland, gekleed in een huik – Ets uit 1643 gemaakt door Wenceslaus Hollar (Rijksmuseum 
Amsterdam)

Kapüşondan eski mülk envanterlerinde düzenli olarak bahsediliyor ve giysiye birçok resim, baskı ve çizimde de rastlamak mümkün. Pelerin şeklindeki pelerinin muhtemelen Haçlı Seferleri sırasında Kuzey Afrika ve Endülüs’ten Hollanda’ya geldiği düşünülüyor . Genellikle ayak uzunluğundaydı ve koyu renkli kumaştan (kırkılmış yün) yapılmıştır. Aslında kapüşon bir başlıktı, çünkü tahta bir topuzla şapkaya takılmıştı. Bu, kaputun ‘rüzgara doğru çevrilmesine’ izin verdi.

In oude boedelinventarissen wordt de huik geregeld vermeld en het kledingstuk is ook terug te vinden op veel schilderijen, prenten en tekeningen. Vermoed wordt dat de capevormige mantel vanuit Noord-Afrika en Andalusië naar de Nederlanden is overgewaaid, mogelijk ten tijde van de Kruistochten. Meestal was hij voetlang en gemaakt van donkere lakense stof (geschoren wol). Eigenlijk was de huik een hoofddeksel, aangezien hij vast zat aan een hoedje met een houten knop. Daarmee kon men de huik ‘naar de wind zetten’.

Sağlamlık
Zaman zaman kaportanın bölgemizde özellikle Küçük Buzul Çağı sayesinde popüler hale geldiği ileri sürülmüştür.(1570-1700). Ortalama olarak o dönemde ülkemizde sıcaklık bugüne göre bir ila iki derece daha düşüktü. Pelerin, dışarısı soğuk ve kasvetli olduğunda gerçekten çok uygundu. Sonuçta, kullanıcı neredeyse tamamen pelerinin içinde saklanabiliyordu ve bu nedenle tepeden tırnağa soğuğa karşı korunuyordu. Het Leids Wevershuis Müzesi’nden tarihi terzi Geeske Kruseman’a göre kapüşon, Hollanda’daki kadınlar için sağlamlığın sembolü haline geldi. Pelerinin kendisi de sağlamdı ve çoğu zaman bir ömür boyu dayanıyordu. Ne yazık ki, onbinlercesi yapılmış olsa da, hayatta kalan hiçbir başlık bilinmiyor. Kapüşon bir tür ‘ara sıra elbise’ idi. Bu giysi, diğer şeylerin yanı sıra, pazara, kiliseye veya cenazeye giderken giyilirdi. Özellikle orta sınıf kadınlarkapüşonlu olurdu.

Degelijkheid
Er is wel eens gesuggereerd dat de huik in onze contreien vooral populair werd dankzij de Kleine IJstijd (1570-1700). Gemiddeld lag de temperatuur in ons land in die periode één tot twee graden lager dan tegenwoordig. De mantel was inderdaad goed geschikt als het buiten koud en guur was. De drager kon zich immers vrijwel helemaal in de mantel verschuilen en was dan dus van top tot teen beschermd tegen de kou. Volgens historisch kleermaker Geeske Kruseman van Museum Het Leids Wevershuis werd de huik voor vrouwen in Nederlanden een symbool van degelijkheid. De mantel zelf was ook degelijk en ging vaak een leven lang mee. Helaas zijn er voor zover bekend echter geen huiken bewaard gebleven, hoewel er tienduizenden gemaakt moeten zijn. De huik was een soort ‘gelegenheidsdracht’. Het kledingstuk werd onder meer gedragen als men naar de markt, de kerk of een begrafenis ging. Vooral vrouwen uit de burgerij zouden de huik gedragen hebben.

Afbeelding met kleding, verven, persoon, person Automatisch gegenereerde beschrijvingHendrick Avercamp’ın ‘Köyde Paten Yapmak’ tablosunun detayı , 1610 civarı (Rijksmuseum Amsterdam)
Detail van het schilderij ‘Schaatsenrijden in een dorp’ van Hendrick Avercamp, ca. 1610 (Rijksmuseum Amsterdam)

On yedinci yüzyılın ilk yarısındaki mülk envanterleri, birçok kadının bir veya daha fazla kapüşonlu olduğunu gösteriyor. Bazen kapüşonun üstüne yuvarlak bir şapka takılırdı. Ağır bir Hollanda modeline ek olarak daha şık bir Brabant versiyonu da vardı. Bunun pilili bir duvağı ve kadife tüylü bir şapkası vardı.

Boedelinventarissen uit de eerste helft van de zeventiende eeuw tonen aan dat veel dames één of meerdere huiken in bezit hadden. Soms werd een ronde hoed bovenop de huik gedragen. Naast een zwaar Hollandse model bestond er een wat modieuzere Brabantse versie. Deze had een geplooide sluier en een hoedje met een pluim uit fluweel.

Afbeelding met schets, tekening, kleding, Mantel Automatisch gegenereerde beschrijving Solda: Kaputun Brabant versiyonu – Wenceslaus Hollar (Rijksmuseum Amsterdam) tarafından yapılan 1643 tarihli gravür | Sağda: Kapüşonlu Anversli kadın – Wenceslaus Hollar, 1643
Links: Brabantse variant van de huik – Ets uit 1643 gemaakt door Wenceslaus Hollar (Rijksmuseum Amsterdam) | Rechts: Vrouw uit Antwerpen met een huik – Wenceslaus Hollar, 1643

Başlık yasağı

On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda, yerel başlık yasakları nedeniyle kapüşon takılmasına bazen izin verilmiyordu. Örneğin, Nisan 1572’de Den Briel’in ayaklanmacılar tarafından ele geçirilmesinin ardından Amsterdam, altı yıl daha İspanyol yönetimi altında kaldı. Bu dönemde şehir bu nedenle oldukça yalıtılmıştı. Amsterdam Şehir Arşivleri:
“Amsterdam’ın yalıtılmış konumu aynı zamanda kendi sakinlerinin hareket özgürlüğü açısından da sonuçlar doğurdu. 18 Kasım 1572 tarihli konsey kararı (‘karar’), insanların artık belediye başkanlarının izni olmadan donmuş IJ’deki en uzak mevkilerin ötesine geçmesine izin verilmediğini gösteriyor. Aynı zamanda kadınların ‘yatak toynaklarıyla’ şehri terk etmeleri yasaklandı: bu, kimlik tespitini mümkün kılmak içindi. Kapüşon gibi herhangi bir başörtüsü takmışlarsa buna el konuldu.”

Hoofddekselverbod

In de vijftiende en zestiende eeuw was het dragen van een huik soms niet toegestaan, vanwege lokale hoofddekselverboden. Na de inname van Den Briel in april 1572 door de geuzen bleef Amsterdam bijvoorbeeld nog zes jaar lang onder Spaansgezind bestuur. In die periode verkeerde de stad hierdoor in een groot isolement. Stadsarchief Amsterdam:
“De geïsoleerde positie van Amsterdam had ook gevolgen voor de bewegingsvrijheid van de eigen inwoners. Uit het besluit (de ‘resolutie’) van de vroedschap van 18 november 1572 blijkt dat mensen zonder toestemming van burgemeesters niet meer buiten de verste palen op het bevroren IJ mochten komen. Tegelijk werd aan vrouwen verboden om met ‘bedeckts hoofts’ de stad te verlaten: dit om identificatie mogelijk te maken. Droegen zij toch enige hoofdbedekking, zoals een huik (kapmantel), dan werd die in beslag genomen.”

Resolutie van de Vroedschap met daarin een hoofddekselverbod, 18 november 1572 (Stadsarchief Amsterdam)
Başörtüsü yasağını içeren Vroedschap Kararı, 18 Kasım 1572 (Amsterdam Şehir Arşivleri)
Resolutie van de Vroedschap met daarin een hoofddekselverbod, 18 november 1572 (Stadsarchief Amsterdam)

1477’de Amsterdam’da da başlık yasağı getirildi. Ve 1564’te bu, bir hırsızlık dalgasının ardından gerçekleşti. O zamanlar şehir yetkilileri (anlaşılır bir şekilde), hırsızların bir bekçinin yaklaştığını duyar duymaz yüzlerini hızla bir kapüşon, pelerin veya kapüşon arkasına saklamalarını büyük bir sorun olarak görüyorlardı. Bu nedenle bu tür giysiler yasaklandı.

In 1477 was er ook al eens een hoofddekselverbod in Amsterdam ingevoerd. En in 1564 gebeurde dit naar aanleiding van een inbraakgolf. De stadsbestuurders vonden het toen (begrijpelijk) een groot probleem dat inbrekers hun gezicht snel verborgen achter een capuchon, mantel of huik zodra ze een waker aan hoorden komen. Dergelijke kledingstukken werden daarom verboden.

Yas aksesuarı

On yedinci yüzyıla kadar erkekler de düzenli olarak başlık takarlardı. Kadınlar en azından on yedinci yüzyılın ortalarına kadar pelerini geniş ölçekte kullanmaya devam ettiler. Daha sonra yavaş yavaş modası geçti. Kullanıcının yüzünü büyük ölçüde örttüğü için bugünki burkaya benzeyen yas pelerini , on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar Wadden Adaları’nda varlığını sürdürdü. Adalarda yeni dul kalmış kadınlar genellikle uzun siyah bir başlık takarlar ve ardından kocalarının ölümünü akrabalarına bildirmek için köyün etrafında dolaşırlar. Kaput hala 1949’dan kalma aşağıdaki videoda görülebilmektedir. Bu, Wieringen tarihi derneği tarafından yeniden canlandırılan, yaklaşık 1870 yılındaki bir cenazenin kaydıdır.

Rouw-accessoire

Tot de zeventiende eeuw droegen ook mannen geregeld een huik. Vrouwen bleven de mantel nog tot zeker halverwege de zeventiende eeuw op grote schaal gebruiken. Daarna raakte hij geleidelijk uit de mode. De rouwmantel, die gelijkenis vertoont met de hedendaagse boerka omdat deze het gelaat van de draagster grotendeels bedekt, bleef op de Waddeneilanden hierna nog wel tot ver in de negentiende eeuw standhouden. Vrouwen die net weduwe geworden waren, trokken op de eilanden vaak een lange zwarte huik aan en gingen vervolgens het dorp rond om hun relaties op de hoogte te brengen van het overlijden van de echtgenoot. Op onderstaande video uit 1949 is de huik nog te zien. Het gaat om een registratie van een begrafenis in circa 1870, nagespeeld door de historische vereniging Wieringen.

Mavi Başlık – Blauwe huik

Afbeelding met kleding, verven, persoon, overdekt Automatisch gegenereerde beschrijving
Yaşlı Pieter Bruegel’e göre mavi başlık
De blauwe huik volgens Pieter Bruegel

Mavi başlık

Tarihi elbiseye, “zina yapmak” anlamına gelen “birine mavi şapka takmak” eski deyiminde de rastlamak mümkündür. İfadenin kesin kökeni bilinmemektedir, ancak 1559 yılında Yaşlı Pieter Bruegel tarafından Nederlandse Atasözleri adlı eserinde çok güzel bir şekilde tasvir edilmiştir ; burada sanatçı , ülkemizde yaygın olan en az yüz yirmi beş Hollanda atasözünü ve deyimini resmetmiştir. O zamanlar dil alanı

Het historische kledingstuk is ook terug te vinden in de oude uitdrukking “iemand de blauwe huik omhangen”, wat zoveel betekent als “overspel plegen”. De precieze herkomst van de uitdrukking is niet bekend, maar hij is in 1559 wel mooi afgebeeld door Pieter Bruegel de Oude op zijn werk Nederlandse Spreekwoorden, waarop de kunstenaar zeker honderdvijfentwintig Nederlandstalige spreekwoorden en gezegdes afbeeldde die destijds gangbaar waren in ons taalgebied.

Afbeelding met persoon, kleding, vrouw, person Automatisch gegenereerde beschrijving Burka yasağını ihlal etmenin cezası 150 avro oldu

 

Alt Meclis ziyaretçileri 2016 yılında yüzü kapatan kıyafetlerle ilgili bir tartışmaya katıldı.
Burka ya da nikap gibi yüzü kapatan giysileri 1 Ağustos’tan sonra giyenlere 150 Avro para cezası verilebilir. Bu husus Kamu Savcılığı’nın (OM) savcılık yönergesinde belirtilmiştir. Yasak, hükümet binaları, hastaneler ve toplu taşıma araçları gibi kamuya açık yerlerde geçerli.

OM’ye göre, para cezasının kamu hizmeti ile değiştirilmesi mümkün değil çünkü bu birinci kategori bir para cezası. Ayrıca OM, kimlik tespiti yükümlülüğünün ihlali gibi başka suçların da işlenmesi halinde ceza miktarının artabileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca, burka veya nikap giyen bir kişi kamusal alandan ayrılmayı reddederse, para cezası daha yüksek olabilir.

overtreden boerkaverbod wordt 150 euro

Bezoekers van de Tweede Kamer wonen in 2016 een debat bij over P
Mensen die na 1 augustus gezichtsbedekkende kleding dragen, zoals een boerka of een nikab, kunnen 150 euro boete krijgen. Dat staat in de vervolgingsrichtlijn van het Openbaar Ministerie (OM). Het verbod geldt in publieke ruimten zoals overheidsgebouwen, ziekenhuizen en het openbaar vervoer.
Volgens het OM is het vervangen van de boete door een taakstraf niet mogelijk omdat het om een geldboete van de eerste categorie gaat. Verder wijst het OM erop dat het boetebedrag kan oplopen als er ook andere strafbare feiten worden gepleegd, zoals overtreding van de identificatieplicht. Ook als iemand met een boerka of nikab weigert de openbare ruimte te verlaten, kan de boete hoger uitpakken.

Önce sorulacak

Yönergede OM, hükümet çalışanlarının, ulaşım şirketlerinin ve hastanelerin burka veya peçe giyenlere hitap etmelerinin beklendiğini yazıyor. Onlardan yüz örtülerini çıkarmalarını istemelidirler. Ancak bu reddedilirse polis çağrılabilir.

Eerst wordt gevraagd
In de richtlijn schrijft het OM dat van medewerkers van de overheid, vervoerders en ziekenhuizen wordt verwacht dat ze boerka- of nikabdragers aanspreken. Ze moeten hen vragen hun gezichtsbedekking te verwijderen. Pas als dit wordt geweigerd, kan de politie worden ingeschakeld.

Boerkadraagsters in het gebouw van de Tweede Kamer, 2016.
Burkalı kadınlar parlamento binasında, 2016
Boerkadraagsters in het gebouw van de Tweede Kamer, 2016.

Mayo tarihi
Geschiedenis badpak

Afbeelding met kleding, tekening, persoon, verven Automatisch gegenereerde beschrijvingLes Modes de la Saison moda dergisinden baskı, yaklaşık 1881, Rijksmuseum
Prent uit het modetijdschrift Les Modes de la Saison, ca. 1881, Rijksmuseum

Sıcak yaz günlerinde Hollandalılar sahile akın ediyor. Günümüzde kadınlar pek çok farklı mayo ve bikini çeşidi arasından seçim yapabilmektedir. Açıklayıcı mikrokinilerden sadece yüzü, elleri ve ayakları açıkta bırakan haşemalara kadar çeşitlilik gösteriyor. On dokuzuncu yüzyılda deniz kenarına tam boy yürüyen tuvaletle gitmenin yaygın olduğunu hayal etmek zor.

Op warme zomerdagen trekken Nederlanders massaal naar het strand. Vandaag de dag kunnen vrouwen kiezen uit veel verschillende soorten badmode en bikini’s. Ze variëren van onthullende microkinis tot badmode die alleen het gezicht, de handen en de voeten onbedekt laat. Ze variëren van onthullende microkinis tot zwemkleding die alleen het gezicht, de handen en voeten onbedekt laat. Het is moeilijk voor te stellen dat het in de negentiende eeuw gebruikelijk was om met een lopend toilet over de volle lengte naar zee te gaan.

Banyo elbiseleri

Daha 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz doktorlar deniz suyunun faydalı etkileri hakkında yazılar yazmışlardı. Pek çok sağlık tesisinin yanı sıra kıyı kasabaları ancak on dokuzuncu yüzyılda üst sınıfların , daha sonra da kısmen demiryolunun inşası sayesinde orta sınıfın da gözde mekanı haline geldi . Denize gitmek aslında denize girmek değil, mesire yeri ve sahilde dolaşmak anlamına geliyordu. Görmek ve görülmekle ilgiliydi. 1850 yılına kadar plaj şehrin bir uzantısıydı ve hem görgü hem de giyim büyük ölçüde aynı kaldı.

Denizde yıkanmaya karar veren kadınlar, perkal (ince, yoğun pamuklu kumaş), şayak (yün, ipek veya dimi dokumalı pamuklu kumaş) veya flanelden yapılmış uzun kollu, ayak bileği uzunlukta mayolar giyerlerdi. Hem erkek hem de kadın yıkananlar, denize yuvarlanan plaj arabalarını kullandılar ve ardından merdivenlerden inebildiler. Erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yıkanıyordu.

Badkleiding

Al in de tweede helft van de 18e eeuw schreven Engelse artsen over de heilzame werking van zeewater. Pas in de negentiende eeuw werden kustplaatsen met hun vele kuuroorden een favoriete bestemming voor de hogere klassen en later, mede dankzij de aanleg van de spoorwegen, ook voor de middenklasse. Naar zee gaan ging niet echt over naar zee gaan, maar over promenades en flaneren langs de kust. Het ging om zien en gezien worden. Tot 1850 was het strand een verlengstuk van de stad en zowel de omgangsvormen als de kleding bleven grotendeels hetzelfde.

Vrouwen die besloten om in zee te baden, droegen badpakken met lange mouwen en enkellengte van perkal (dunne, dichte katoenen stof), chayak (wol, zijde of keperbinding van katoen) of flanel. Zowel mannelijke als vrouwelijke badgasten gebruikten strandkarretjes die de zee in rolden en vervolgens konden ze de trap aflopen. Mannen en vrouwen baden apart.

Afbeelding met kleding, jurk, vrouw, tekening Automatisch gegenereerde beschrijving
Moda dergisi Très Parisien’den baskı, 1933, Rijksmuseum
Prent uit het modetijdschrift Très Parisien, 1933, Rijksmuseum

Görgü kuralları

Mayolar yıllar içinde gerçek bir başkalaşım geçirdi ve bu süreçte oldukça fazla malzeme kaybetti. Ancak geçmişte olduğu gibi günümüzde de sadece plajda ne giydiğiniz değil, nasıl davrandığınız da önemli. Kısacası görgü kuralları kitabı ‘Aslında Nasıl Olmalı’nın yazarı Amy Groskamp-Ten Have’nin bilge sözleri şöyle: (1939)
“Uzun pantolonlu veya pantolonsuz mayoyla plaj dışına çıkmak tüm görgü kurallarına aykırıdır. Bu şekilde yıkandıkları yerde alışveriş yapanlar, adaba aykırı davranır ve rencide olurlar. Kendilerine yağ bulaştıran ve böylece bir kafenin terasında başkalarına çekici olmayan bir görünüm veren [mayo giymiş] erkekler, son derece uygunsuz bir davranış sergiliyor ve herkesin onaylamamasını hak ediyor.”

Etiquette

Zwemkleding heeft in de loop der jaren een ware metamorfose ondergaan en heeft daarbij veel materiaal verloren. Maar vandaag de dag, net als vroeger, gaat het er niet alleen om wat je naar het strand draagt, maar ook hoe je je gedraagt. Kortom, hier zijn de wijze woorden van Amy Groskamp-Ten Have, auteur van het etiquetteboek ‘How to Actually Be’: (1939)

“Het is tegen alle etiquette om je buiten het strand te begeven in een badpak met of zonder lange broek. Degenen die op deze manier winkelen op de plaats waar ze baden, beledigen en worden beledigd. Mannen [in zwemkleding] die zich insmeren met olie en zo een onaantrekkelijk uiterlijk aan anderen presenteren op het terras van een café vertonen uiterst ongepast gedrag en verdienen ieders afkeuring.”

Bikini adını atom bombasından alıyor
Bikini is vernoemd naar de atoombom

Bikini (CC0 - Pixabay - stux)
Bikini (CC0 – Pixabay – stux) Bikini (CC0 – Pixabay – stux)

Modern iki parçalı mayo (bikini), 1946’da Fransız otomotiv mühendisi ve giyim tasarımcısı Louis Réard tarafından tanıtıldı, ancak giysiye neden ilk etapta ‘bikini’ adı verildi?

Bu dönemde Amerikalılar, Marshall Adaları’nın bir parçası olan ve ıssız Bikini Atolü’nde nükleer silah denemeleri yapıyorlardı. Louis Réard, kadınlara yönelik yeni giyim ürününün büyük bir hit olmasını bekliyordu ve bu nedenle buna ‘bikini’ adını verdi.

Gerçekte bikini hemen başarıya ulaşmadı. Fransız, giysiyi podyumda sergilemek isteyen bir model bulmakta hemen büyük zorluk yaşadı. Modellerin çoğu bikiniyi fazla ahlaka aykırı buluyordu ve Katolik Kilisesi’nden de şikayetler duyuldu. Nihayetinde Réard, bikiniyi podyumda halka göstermeye istekli çıplak dansçı Micheline Bernardini’yi buldu.

Modern iki parçalı mayo (bikini), 1946’da Fransız otomotiv mühendisi ve giyim tasarımcısı Louis Réard tarafından tanıtıldı, ancak giysiye neden ilk etapta ‘bikini’ adı verildi?

Bu dönemde Amerikalılar, Marshall Adaları’nın bir parçası olan ve ıssız Bikini Atolü’nde nükleer silah denemeleri yapıyorlardı. Louis Réard, kadınlara yönelik yeni giyim ürününün büyük bir hit olmasını bekliyordu ve bu nedenle buna ‘bikini’ adını verdi.

Bikini

Het moderne tweedelige badpak (bikini) werd in 1946 geïntroduceerd door de Franse auto-ingenieur en kledingontwerper Louis Réard, maar waarom werd het kledingstuk eigenlijk ‘bikini’ genoemd?

In die tijd waren de Amerikanen kernwapens aan het testen op het onbewoonde Bikini-atol, dat deel uitmaakt van de Marshalleilanden. Louis Réard verwachtte dat zijn nieuwe kledingproduct voor vrouwen een grote hit zou worden en noemde het daarom de bikini.

In werkelijkheid was de bikini niet meteen een succes. De Fransman had meteen grote moeite om een model te vinden die het kledingstuk op de catwalk wilde showen. De meeste modellen vonden de bikini te immoreel en er kwamen ook klachten van de katholieke kerk. Uiteindelijk vond Réard Micheline Bernardini, een naaktdanseres die bereid was om de bikini op de catwalk aan het publiek te tonen.

Het moderne tweedelige badpak (bikini) werd in 1946 geïntroduceerd door de Franse auto-ingenieur en kledingontwerper Louis Réard, maar waarom werd het kledingstuk eigenlijk ‘bikini’ genoemd?

In die tijd waren de Amerikanen kernwapens aan het testen op het onbewoonde Bikini-atol, dat deel uitmaakt van de Marshalleilanden. Louis Réard verwachtte dat zijn nieuwe kledingproduct voor vrouwen een grote hit zou worden en noemde het daarom de ‘bikini’.

Brigitte Bardot bikinili, 1953 (Kamu malı - wiki)Brigitte Bardot bikinili, 1953 (Kamu malı – wiki)
Brigitte Bardot in bikini, 1953 (Publiek domein – wiki)

Sonraki yıllarda bikini ara sıra görülmeye başlandı. 1951 Miss World yarışmasında ünlü modeller yeni elbiseyi giymişti ancak daha sonra bikininin yarışmadan men edilmesi kararlaştırıldı. Bikininin popülaritesi açısından 1953 yılı önemliydi.Dünyaca ünlü oyuncu Brigitte Bardot, daha sonra Cannes film festivalinde bikinili olarak boy gösterdi. Kısa süre sonra Rita Hayworth ve Ava Gardner gibi diğer tanınmış sanatçılar da onu takip etti. Bikini daha sonra küresel bir atılım gerçekleştirdi.

In de jaren daarna werd de bikini af en toe gezien. In de Miss World wedstrijd van 1951 droegen beroemde modellen de nieuwe jurk, maar later werd besloten om de bikini uit de wedstrijd te verbannen. Het jaar 1953 was belangrijk voor de populariteit van de bikini. De wereldberoemde actrice Brigitte Bardot verscheen later in bikini op het filmfestival van Cannes. Ze werd al snel gevolgd door andere bekende artiesten zoals Rita Hayworth en Ava Gardner. De bikini brak toen wereldwijd door.

Söz konusu mozaikte bikinili kadınlarSöz konusu mozaikte bikinili kadınlar
Vrouwen in bikini in het mozaïek in kwestie

Roma bikinisi
Réard, iki parçalı mayoyu geliştiren ilk kişi değildi. Sicilya’nın dağ kasabası Piazza Armerina’daki Villa Romana del Casale’de bulunan duvar resimleri ve MS dördüncü yüzyıldan kalma bir mozaik, benzer bir giysi giyen kadınları gösteriyor.

Romeinse bikini

Réard was niet de eerste die het tweedelige badpak ontwikkelde. Muurschilderingen en een mozaïek uit de vierde eeuw na Christus in de Villa Romana del Casale in het Siciliaanse bergstadje Piazza Armerina laten vrouwen zien die een soortgelijk kledingstuk dragen.

Afbeelding met badkleding, vrouw, strand, Zonnebaden Automatisch gegenereerde beschrijvingHollanda’da bikiniden sonra Topless modası başlamıştı. Burka ile başlayıp Topless’e ulaşan bu giyim özgürlüğü hâlâ devam ediyor.

Bu tür olaylar genellikle toplumun farklı kesimlerinde farklı tepkilere neden olabilir. Hollanda’da, özellikle giyim ve özgürlük konularında geniş bir tolerans ve özgürlük anlayışı bulunuyor. Bu durum bazen sınırları zorlayabilir ve farklı giyim tarzlarına yönelik değişimlere yol açabilir.

Ancak, birçok kişi için bu tarz değişimler veya eğilimler, kişisel tercihlerle sınırlı olmalıdır ve genellikle toplumda geniş bir kabul görmeyebilir. Özellikle giyim tarzlarıyla ilgili olarak, herkesin kendi tercihine ve rahat hissettiği şekilde giyinmesi önemlidir. Bununla birlikte, toplumda kabul gören normlara saygı duymak da önemlidir.

Herkesin kendi tercihleri ve rahatlık alanları farklıdır. Önemli olan, bu tür konularda karşılıklı anlayış ve hoşgörü içinde olmaktır.

Topless mode begon in Nederland na de bikini. Deze vrijheid van kleding, die begon met de burqa en uitgroeide tot Topless, duurt nog steeds voort.

Zulke gebeurtenissen veroorzaken vaak verschillende reacties in verschillende segmenten van de samenleving. In Nederland is er een breed begrip van tolerantie en vrijheid, vooral op het gebied van kleding en vrijheid. Dit kan soms grenzen verleggen en leiden tot veranderingen in de richting van andere kledingstijlen.

Voor veel mensen moeten dergelijke veranderingen of trends echter beperkt blijven tot persoonlijke voorkeuren en worden ze misschien niet algemeen geaccepteerd in de samenleving. Vooral met betrekking tot kledingstijlen is het belangrijk dat iedereen zich kleedt volgens zijn eigen voorkeur en op een manier waar hij zich prettig bij voelt. Het is echter ook belangrijk om sociaal geaccepteerde normen te respecteren.

Iedereen heeft verschillende voorkeuren en comfortzones. Het belangrijkste is om wederzijds begrip en tolerantie te hebben in dit soort zaken.

Afbeelding met persoon, kleding, blauw, hoofdbedekking Automatisch gegenereerde beschrijving
Burka yasağı yürürlüğe girdi ama ne olacak?
5 soru ve cevap:


En az 14 yıldır konuşuluyordu ama bugün yürürlüğe girdi: burka yasağı. Bazı yerlerde insanların artık yüzlerini kapatan kıyafetler giymesine izin verilmiyor. Peki tam olarak nerede yasaklandı ve orada burka giyerseniz ne olur? Beş soru ve yanıtları:

Ne zamandan beri tartışılıyor?
2006 yılında, dönemin Göç ve Entegrasyon Bakanı Rita Verdonk yüzü kapatan giysilerin yasaklanmasını önermişti. Bunun mümkün olup olmadığı araştırıldı, ancak kısmen böyle bir yasanın ayrımcı niteliği nedeniyle olumsuz bir görüş ortaya çıktı. Verdonk’un ardından Geert Wilders’in de aralarında bulunduğu çok sayıda milletvekili burkanın sokaklarda yasaklanmasına yönelik bir yasa tasarısı sundu. Bunların hiçbiri başarılı olamadı.

2015 yılında burkanın sadece belirli yerlerde kanunla yasaklanması için bir girişim daha yapıldı. Bir yıl sonra, Alt Meclis’in çoğunluğu bunu kabul etti ve bunu 2018’de Üst Meclis izledi. Yasanın tam olarak nasıl uygulanacağı konusunda uzun müzakereler yapılması gerektiğinden, yasa ancak bugün yürürlüğe girdi.

Yasa neden tasarlandı?
Meclis’in 2016 yılında kabul ettiği yasa, dönemin İçişleri Bakanı Ronald Plasterk tarafından önerilmişti. Plasterk, insanların bir araya geldiği ve etkileşimde bulunduğu yerlerde vatandaşlar arasında açık iletişimin önemli olduğunu söylüyordu. Yüz örtüsü takmak bunu daha da zorlaştıracaktır. Dahası, güvensizlik hissi yaratabilir.

Peki yasa tam olarak ne anlama geliyor?
Aslında çok basit: toplu taşıma, eğitim, sağlık ve hükümet binalarında yüzü kapatan hiçbir giysi giyilemez. Örneğin burka ya da peçe giyilemeyeceği gibi tam yüz kaskı ya da kar maskesi de giyilemeyecek. Hükümet, insanların birbirlerine gerçekten bakabilmeleri ve birbirlerini tanıyabilmelerinin tam da bu yerlerde mümkün olması gerektiğine inanmaktadır. Diğer yerlerde ve sokakta bu giysiler giyilmeye devam edilebilir, ancak polis kimlik tespiti için gerekirse giysiyi kısa süreliğine çıkarmanızı ya da çıkarmanızı isteyebilir

Het boerkaverbod is van kracht geworden, maar wat gaat er gebeuren? 5 vragen en antwoorden: Boerkadraagsters in het gebouw van de Tweede Kamer, 2016. Boerkadraagsters in het gebouw van de Tweede Kamer, 2016.
Parlamento binasında burka taşıyıcıları, 2016.

Zeker veertien jaar lang werd erover gepraat, maar vandaag is het ingegaan: het boerkaverbod. Op sommige plekken mag geen gezichtsbedekkende kleding meer gedragen worden. Maar waar is het nou precies verboden, en wat gebeurt er als je daar toch een boerka draagt? Vijf vragen en antwoorden.

Sinds wanneer wordt over zo’n boerkaverbod gesproken?

In 2006 stelde Rita Verdonk, toenmalig minister van Vreemdelingenbeleid en Integratie, al voor om gezichtsbedekkende kleding te verbieden. Er werd onderzocht of het überhaupt mogelijk was, maar daarop volgde een negatief advies, onder meer vanwege het discriminerende karakter van zo’n soort wet. Na Verdonk volgden meer Kamerleden die een initiatiefwetsvoorstel indienden om de boerka op straat te verbieden – zo ook Geert Wilders. Geen van hen was succesvol.

In 2015 werd opnieuw een poging gedaan om de boerka bij wet te verbieden, maar dan alleen op bepaalde plekken. Een jaar later stemde een meerderheid van de Tweede Kamer daarmee in, daarna volgde in 2018 de Eerste Kamer. Omdat lang moest worden overlegd hoe de wet nou precies moest worden uitgevoerd, gaat hij vandaag pas in.

Waarom is de wet bedacht?

De wet waarmee de Kamer instemde in 2016, werd voorgesteld door toenmalig minister Ronald Plasterk van Binnenlandse Zaken. In zijn voorstel werd gezegd dat open communicatie tussen burgers belangrijk is op plaatsen waar mensen elkaar tegenkomen en ontmoeten. Het dragen van gezichtsbedekking zou dat bemoeilijken. Bovendien zou het kunnen zorgen voor een gevoel van onveiligheid.

Wat betekent de wet nou precies?

Eigenlijk is het simpel: in het openbaar vervoer, het onderwijs, de zorg en in overheidsgebouwen mag geen kleding gedragen worden die het gezicht bedekt. Het gaat dan bijvoorbeeld om een boerka of nikab, maar ook om een integraalhelm of een bivakmuts. De overheid vindt dat juist op die plekken mensen elkaar echt moeten kunnen aankijken en herkennen. Op andere plekken en op straat mogen ze nog wel gedragen worden, maar de politie kan je vragen de kleding even af of uit te doen als dat nodig is voor identificatie.

*****************
AVRUPA BURKA YASAKLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME
İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan
Kemal Efe SAYIN’ın araştırması:

Herkes düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu hakkın içsel bir alanı olduğu kadar devletin müdahalesine konu olma ihtimali yüksek bir dışsal alanı da bulunmaktadır. Dini inancı açığa vurma hakkı da bu kapsamda korunmaktadır. Kişiler dini inançlarını dışarıya yansıtırken, dini semboller ve kıyafetler kullanabilirler. Ancak devletler, kişilerin dini sembol ve kıyafetler kullanmasını birtakım amaçlarla sınırlayabilir. Bu sınırlamalar da ayrımcılık içerebilir. Son yıllarda Avrupa’ya doğru artan göç dalgası ile göçmenler beraberlerinde dini uygulamalarını, dolayısıyla dini sembol ve kıyafetlerini de getirmişlerdir. Bu da iş yaşamında, kamuya açık alanlarda, eğitim kurumlarında, güvenlik geçişlerinde hatta kimlik kartlarına koyulacak fotoğraflarda dahi tartışmalara sebep olmuştur. Bu çalışmanın konusunu ise kamuoyunda burka yasakları olarak bilinen, yakın zamanda Avrupa’da çoğu devlette peş peşe kanunlaşan yüzü örten kıyafetler giyme yasağı oluşturmaktadır. Makalede yasakların kanunlaşma süreci ulusal ve uluslararası mahkeme kararları ışığında ele alınacak ve yasaklara ilişkin devletler tarafından ileri sürülen meşru amaçlar ile kamuoyundaki ve literatürdeki tartışmalar karşılaştırmalı bir yaklaşımla ortaya konulacak ve incelenecektir.


Din ve vicdan özgürlüğü tarihsel bakımdan öncül haklardan biridir. Birinci kuşak haklardan olan bu hakkın ulusal ve uluslararası hukuk belgelerinde yer alması da gecikmemiştir. T.C. Anayasası’nın 24. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 18. maddesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. Maddesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesi din ve vicdan özgürlüğüne düzenleme getirmiştir.

Din ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınması hem farklı inanç ve düşüncelerin barış içinde bir arada yaşaması hem de inancın ibadet vb. biçimlerle açığa vurulması gibi halleri de güvence altına alır. İnsan Hakları literatüründe din ve vicdan özgürlüğü forum internum ve forum externum olarak iki boyuta ayrılır.1 Forum internum öznel/bireysel alan anlamına gelir ve kişinin sınır konulamaz iç dünyasını ifade eder. Devletin bu husustaki yükümlülüğü telkin ve endoktrinasyondan kaçınmak ve bir dinin tarafını tutmamaktır. Forum externum ise dışsal alanı betimler, dini inancın açığa vurulması yani; dini ritüeller, uygulamalar ve ibadetler, dini topluluk yaşamı ve nihayetinde dini kıyafet ve semboller çeşitli sınırlandırmalara konu olabilir.

Batı Avrupa’da günümüze kadar gerçekleşen dini tartışmalar kilise-devlet-toplum ilişkileri ve Hristiyanlığın mezhepsel ayrışmalarla dönüşümü eksenindedir.2 Din ve vicdan özgürlüğü de böyle bir iklimde muhafaza altına alınmış ve Avrupa’nın liberal demokrasiyle beraber bireyselleşmesi ve sekülerleşmesi ile devam etmiştir. Son yıllarda ise Avrupa’ya milyonlarca Müslüman göçmüş ve toplum hayatında görünür olmuştur.3 Bu durum da tartışmalara yeni bir boyut katmıştır. Dini farklılıklara hoşgörünün sınırı nedir? Dini inancın açığa vurulması hangi durumlarda sınırlandırılabilir?

11 Eylül 2001 tarihinde El-Kaide’ye bağlı olduğu düşünülen kişilerce kaçırılan uçaklarla ikiz kulelere ve Pentagon binasına yapılan saldırı ve daha sonra Avrupa’nın çeşitli yerlerinde meydana gelen radikal İslam ile ilişkilendirilen saldırılar, Avrupa’da yaşayan Müslümanların hayatını daha da zorlaştırmıştır. Müslümanların yaşayış biçimlerinin Avrupa toplumuna uymadığı, liberal demokratik toplum değerlerini kökünden sarsacakları gibi yargılar tartışılmıştır. Bu tartışmaların görünür olduğu ve hukukta yasalaştığı konulardan biri de başörtüsü (hicap), nikap (peçe) ve burka; islami kıyafetler, örtüler ve semboller hakkındaki düzenlemelerdir.

Bu çalışmanın konusunu ise belirli olarak “burka yasakları” oluşturmaktadır. Fransa’da 2004 yılında yürürlüğe giren düzenleme ile ilk ve orta dereceli okullarda öğrencilerin “gösterişli dini semboller ve kıyafetler” kullanması yasaklanmıştır. Burka yasakları bağlamında ise Fransa’da Nisan 2011’de yürürlüğe giren düzenleme ile kamuya açık alanda burka ve peçe takmak yasaklanmıştır. Fransa’yı ilk olarak Belçika takip etmiş ve Temmuz 2011’de yüzü tamamen veya kısmen kapatan kıyafetlerin giyilmesi kamuya açık alanlarda yasaklanmıştır. Kanunların isimleri her ne kadar “kamuya açık alanlarda yüzün kısmen veya tamamen kapatılmasına ilişkin kanun” şeklinde olsa da, söz konusu kanun “burka yasağı” olarak anılmış ve bu çalışmada da başka bir İslami örtünme biçimi olan nikabı (peçe) da içine alarak, bu ifade ile tekrarlanmıştır. Burka yasağını diğer dini sembol ve kıyafet yasaklarından ayıran nokta temelde yüzü kapatmasıdır. Yapılan kanuni düzenlemelerde de yüzün kapatılması yasaklanmaktadır. Örneğin; burkini giyen kadınların da plaj ve havuzlarda para cezası veya burkininin çıkarılması vb. yaptırımlara uğradığı muhakkaktır. Ancak bu çalışmada belirli olarak yüzü örten burka yasakları incelendiğinden, burkini, başörtüsü veyahut diğer islami dini sembol ve kıyafetlere değinilmemiştir.

Bu çalışmada öncelikle yasakların kanunlaşma sürecinden söz edilecek, daha sonra İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin konuya ilişkin kararları incelenecek ve nihayetinde yasakların gerekçelerine ilişkin tartışmalara dair zıt görüşler karşılaştırılarak değinilecektir. Kanunlaşma sürecinin incelenmesine yasakların gündeme geldiği ve yoğun olarak tartışıldığı ilk ülke olan Fransa’dan başlanarak takip eden ülkelerin benzer kanunlaştırmaları belirtilecektir. İHAM ve İnsan Hakları Komitesi’nin burka yasakları hakkında detaylı bir inceleme yaparak içtihatlarını oluşturdukları ve benzer maddi olayları içeren takip eden davalarda rehber edindikleri önemli kararlar ise bu çalışmada incelenecek kararların seçiminde göz önüne alınacaktır.

DİNİ SEMBOL VE KIYAFETLERİN TANIMI İLE İSLAMİ ÖRTÜNME BİÇİMLERİ

Dini sembol ve kıyafetler dar ve geniş anlamda tanımlanabilir. Dar anlamda dini sembol ve kıyafetlerin kullanımı, kişinin inandığı dinin emrettiği şekilde giyinmesi ve o dine ait semboller taşımasıdır. Ancak hakkın kapsamını sınırlamamak adına, kavramı bu dar alana hapsetmemek gerekir.

Geniş anlamda dini sembol ve kıyafetleri tanımlamak kolay değildir. Zira veganizm, pasifizm veyahut çevrecilik gibi “yaşam biçimleri” veyahut “felsefi inançlar” en kadim inanışlar kadar takipçi bulmaktadır. Bu yaşam biçimlerini ifade eden sembol ve kıyafetler de dini sembol ve kıyafetler arasında kabul edilebilir mi? Dini ve kültürel yaşayışta uygulanagelen ancak dinin emretmediği kıyafet ve semboller için de aynı soru sorulabilir. İHAS’ın düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesinin kapsamına binlerce yıldır var olan büyük ve eski dinler ile nispeten yeni inançların yanında tutarlı ve samimi olarak karşılanabilecek olan felsefi inançlar da girer. Örneğin pasifizm, askerlik hizmetine ilke olarak karşı çıkma (vicdani ret), veganizm vb. vicdani kanaatler 9. maddenin koruması altındadır. Öyleyse dini sembol ve kıyafet tanımı yalnızca dinlerin emrettiklerinden ibaret değil, kişisel kanaatlere ve felsefi inançlara ilişkin sembolleri ve kıyafetleri de kapsayan bir tanım haline gelmiştir. Kipa, haç, başörtüsü, burka, nikap (peçe), barış sembolü, Sih türbanı ve kirpanı hatta Greenpeace tişörtü dini sembol ve kıyafetler arasında sayılabilir. İnsan hakları ve bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğü söz konusu olduğunda kesin tanımlamalar yapmaktan kaçınmak gerekmektedir. Zira özellikle kişinin iç dünyasının ve bu çalışmada konu edilen iç dünyanın dışa vurumunun sınırlandırılması söz konusu olacaktır. Bu konuda kesin çerçeveler çizmek ve sınırlamaları geniş yorumlamak, iktidarları keyfiyete varan uygulamalara başvurmaya götürebilecektir.

Çalışmanın konusu olan İslami semboller esasında çeşitli olmakla birlikte üç ana kategoriye ayrılmıştır: başörtüsü, nikap (peçe) ve burka. Öğretide nikap ve burkayı bir çeşit başörtüsü olarak da ifade edenler bulunsa da bu çalışma bağlamında bu ayrımın önemi bulunmamaktadır. Zira önemli olan; giyilen kıyafetin yüzü kapatmasıdır. TDV İslam Ansiklopedisi’nin doğrudan tanımına göre “Burka bedevî kadınların giydiği, gözler için iki delik bırakılmış torba gibi bir giysidir.” Nikabın ise ağız bölümünü de kapatan bir çeşit başörtüsü olduğu veyahut başörtüsüne eşlik eden bir peçe olduğu söylenebilir.

YASAKLARIN KANUNLAŞMA SÜRECİ
Burka yasaklarının her ne kadar tartışmalı olduğunu belirtilmişse de, Fransız Ulusal Meclisi ve Senatosu’nda büyük anlaşmazlıklar olduğunu söylemek güçtür. Hükümetin önermiş olduğu “Kişilerin Kamuya Açık Alanlarda Yüzlerini Kapatmalarının Yasaklanmasına İlişkin Kanun” önerisi Fransız Ulusal Meclisi’nden 336 evet oyuna karşılık 1 hayır oyuyla geçmiştir. Senato önüne gelen teklif yine ezici bir çoğunluk ile 246 evet oyuna karşılık 1 hayır oyuyla kabul edilmiştir.

Nisan 2011’de yürürlüğe giren Kişilerin Kamuya Açık Alanlarda Yüzlerini Kapatmalarının Yasaklanmasına İlişkin Kanun (No: 2010-1192) aşağıdaki gibidir:
“1- Kimse, kamuya açık alanlarda yüzünü kapatacak kıyafetler giyemez.
2- Birinci maddede belirtilen kamuya açık alan; kamuya açık yolları ve kamuya açık olan ya da kamu hizmetine tahsis edilmiş herhangi bir alanı kapsamaktadır.
– Birinci maddede belirtilen yasaklama, kanun tarafından izin verildiği hallerde; sağlık veya iş gerekçesiyle ya da spor, kutlama, sanatsal ve geleneksel organizasyonlar çerçevesinde giyilen kıyafetler için uygulanmaz.
3- Birinci maddede belirtilen yasaklamanın ihlal edilmesi durumunda, fail ikinci derecedeki adi suçlardan cezalandırılır.
Madde 225-4-10
Bir ya da birden fazla kişiyi, cinsiyeti dolayısıyla, tehdit, baskı, zorlama ya da yetki ve makamın kötüye kullanılması yoluyla yüzünü kapatacak kıyafetler giymeye zorlayan kimse bir yıllık hapis ve 30.000 Euro para cezasıyla cezalandırılır.
Suç reşit olmayan kişilere karşı işlendiğinde, fail iki yıl hapis ve 60.000 Euro para cezasıyla cezalandırılır.”
Belçika, Fransa’yı izleyen ilk devlet olmuştur. 23 Temmuz 2011’de resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “yüzü örtme yasağı” Belçika Ceza Kanunu’nun 563. maddesi aşağıdaki gibidir: “Aksi kanunda belirtilmediği sürece, kamuya açık alanda yüzü tanınmayacak şekilde, tamamen ya da kısmen kapalı olarak bulunan kişiler 15 ila 25 Euro arasında para cezası ve 1 ila 7 gün arasında hapis cezasıyla ya da bunlardan yalnızca bir tanesiyle cezalandırılır.”
Fransa ve Belçika’yı diğer Avrupa devletleri de süratle takip etmişlerdir. Ekim 2017’den bugüne Avusturya’da yüzün örtülmesi “Yüzün örtülmesine karşı yasa” marifetiyle yasaklandı. Danimarka parlamentosunda 75’e 35 oy dağılımı ile kabul edilen yasaya göre, 1 Ağustos 2018 tarihinden itibaren kamuya açık alanda yüzü örten kıyafetler giymeye cezai yaptırım uygulanmaktadır. Hollanda, Almanya ve Bulgaristan’da da belli koşullar altında yüzü örtme yasağı bulunuyor.

Geçmiş yıllarda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önüne gelen başvurularda kamuya açık alanda dini sembol ve kıyafetlerin kullanımının engellenmesine ilişkin ihlal kararları olsa da, bugün Türkiye’de kamuya açık alanda herhangi bir örtünme yasağı bulunmamaktadır. Yalnızca okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda öğrencilere yönelik başörtüsü yasağı bulunmaktadır. Buradan hareketle yine aynı kurumlarda yüzü örten dini kıyafetlerin de kullanılamayacağı söylenebilir ancak ortaokul, lise ve üniversite eğitiminde “yüzü örten dini kıyafetlerin” kullanılıp kullanılamayacağı tartışmalıdır.

IV. ULUSAL VE ULUSLARARASI MAHKEME KARARLARI

Ulusal mahkemeler nezdinde dikkat çekici kararlardan ilki Fransız Danıştay’ının (Conseil d’État) raporudur. Fransız Danıştay’ı raporunda; kamuya açık alanda her yerde ve her zaman, genel bir örtünme yasağı konulmasının “hukuken kırılgan” olacağı ve “anayasal güvensizlik” doğurabileceğini belirtmiştir.15 Fakat bu rapor kanunun senatodan ezici bir çoğunluk ile geçmesine engel olamamıştır.

Belçika Anayasa Mahkemesi de burka yasağına karşı yapılan başvurularda ihlal kararı vermemiştir. İki Müslüman kadın ile beraber, “Flemish and Waloon” ve “Justice and Democracy” gibi sivil toplum örgütlerinin de aralarında bulunduğu başvurucular yasağa karşı Belçika Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Mahkeme; yasanın burka ve nikap giyen Müslüman kadınlar için dolaylı ayrımcılık oluşturduğunu kabul etmişse de, hakka müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olduğunu, bu sebeple de yasanın ayrımcılık yasağına aykırı olmadığına karar vermiştir. Yapılan yasal düzenlemenin kadın-erkek eşitliğini sağlama gibi bir meşru amaç güttüğü de kararda vurgulanmıştır. Mahkeme, kişilerin yüzlerinin kapalı olmasının güvenlik açısından sorun doğurabileceğini ayrıca kişilerin demokratik toplumda bir arada yaşayabilmeleri için birbirlerinin yüzlerini görebilmeleri gerektiğini ortaya koyarak, müdahaleyi insan onuruna ve din özgürlüğüne aykırı bulmamıştır.

Burka ve nikap yasağına ilişkin önemli kararlardan biri İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önüne gelen S.A.S. v. Fransa başvurusudur. Karara konu olayda Müslüman bir Fransız vatandaşı kadın olan S.A.S. yüzü örten kıyafetler giyilmesine ilişkin yasağın ardından kamuya açık alanlarda dini inancı gereği yüzünü örtmesine izin verilmemesinden şikayetçidir. Başvuran dindar bir Müslüman olduğunu, peçeyi de dini inancından ötürü taktığını belirtmiştir. Başvuran yüzünü her zaman örtmediğini, pasaport kontrollerinde, resmi dairelerde, tanınması gereken yerlerde çıkartmasının sorun oluşturmadığını hatta arkadaşları ile dışarı çıkarken çoğunlukla peçe kullanmadığını fakat Ramazan ayı gibi aylarda kullanmak istediği zaman peçe takabilmesi gerektiğini düşünmektedir. Başvuran, eşinin veya ailesindeki diğer erkeklerin kendisine baskı uygulamadığını da eklemiştir. Mahkeme, Sözleşme’nin gerek 8. (özel yaşam ve aile yaşamına saygı hakkı) gerek 9. (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü) gerekse bu maddelerle bağlantılı olarak 14. maddenin (ayrımcılık yasağı) ihlal edilmediğine hükmetmiştir. İHAM yasağın Müslüman kadınlar üzerine “olumsuz bir durum oluşturduğunu” kabul etmiştir. Fransız Hükümeti kamu güvenliğinin sağlanması ve toplumun birlikte yaşaması için gerekli önlemlerin alınması meşru amaçları ile bu müdahalenin yapıldığını öne sürerken İHAM yalnızca kamu güvenliği söz konusu olduğunda değil her zaman, genel bir burka yasağı konulmasının kamu güvenliğinin sağlanması bakımından demokratik toplumda gerekli olmadığını vurgulamıştır. İHAM devamında başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve toplumun birlikte yaşaması için bariyerlerin ortadan kaldırılmasının demokratik toplumda gerekli olabileceğini belirterek meşru amaca özgülenen tedbiri gerekli bulmuştur. İHAM yaptığı orantılılık incelemesinde ise yasağın yalnızca Müslüman kadınları hedef almadığından, genel olarak yüzü kapatan kıyafetleri hedeflediğinden hareketle yasağı orantısız bulmamıştır. İHAM’a göre bu bir toplumsal tercihtir ve devletlerin takdir alanındadır.

Belcacemi ve Oussar v. Belçika ve Dakir v. Belçika kararında da İHAM, S.A.S. kararı ile uyuşan bir içtihat oluşturmuş, “demokratik toplumda birlikte yaşam” sürdürebilmek için müdahalenin gerekli olduğu kanısına varmıştır. İHAM yine, devletlerin ülkelerindeki yerel politik koşul ve ihtiyaçları mahkemeden daha iyi bileceklerinden ötürü devlete takdir alanı bırakmıştır. Mahkemenin, din ve devlet ilişkilerinin politika ile iç içe olması sebebiyle bu ilişkilere karışmaya isteksiz olduğu, bu düzenlemeleri devletlere bırakmayı tercih ettiği görülebilir.

Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi’nin (İHK) kararları İHAM ile paralellik göstermemektedir. Benzer iki olay ve karar olan Miriana Hebbadj v. Fransa ve Sonia Yaker v. Fransa kararlarında başvurucular Fransa’nın Nantes şehrinde ikamet etmektedirler. Kimlik kontrolü sırasında durdurulan başvurucular, kamuya açık alanda yüzü örten kıyafetler giymeyi yasaklayan kanuna aykırı davranışlarından ötürü suçlanmışlardır. İki başvurucu da çıkarıldıkları mahkemede, 2010-1192 no’lu kanunda yer alan en yüksek miktardan, yani 150 euro para cezasına mahkum edilmişlerdir. Başvurucular, Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. maddesinde yer alan din özgürlüklerinin ihlal edildiklerinden yakınmaktadırlar. İtirazı kabil bir karar olmayan mahkumiyete karşın başvurucular Fransa Yargıtay’ına, 2010-1192 no’lu kanunun İHAS 9. maddeye aykırı olduğu ve müslüman azınlığa yönelik ayrımcı bir pratik içerdiği iddiası ile başvurmuşlardır. Ancak Yargıtay başvuruyu, başvurucu İHAS 9. ve 14. madde ihlal iddasını ilk derece mahkemesinde öne sürmediği için, sonradan iddia ve kanıt ekleme yasağı sebebiyle kabul edilemez bulmuştur.

İHK, yasağın kamu güvenliğinin sağlanması bakımından gerekli olmadığını,30 “birlikte yaşam ve başkalarının haklarının korunması” hususunda ise, devletlerin, burka giyen Müslüman kadınların başkalarının haklarına nasıl, ne bakımdan zarar verdiğine dair somut veri sunması gerektiğini belirtmiştir. İHAM’ın ise “somut verileri dikkate alma” gibi bir tavrı genelde bulunmamakta, özellikle dini semboller ve kıyafetler ile ilgili kararlarında devlete tanıdığı takdir marjı ile yüzeysel bir inceleme ile yetinmektedir. İHAM’ın din ve vicdan özgürlüğü bağlamında somut veri aradığı nadir kararlardan biri Lautsi ve Diğerleri v. İtalya kararıdır. Kararda sınıflarda bulunan haç sembolünün güçlü bir sembol olduğunu kabul eden İHAM, sembolün öğrencilere yönelik telkin veya endoktrinasyon amacı taşıdığına ilişkin somut veri olmadığından, sınıflardan haçın kaldırılmasın talep eden başvurucuların ihlal iddiasını yerinde görmemiştir. Başörtüsü ile derse giremediği için İHAM’a başvuran bir öğretmen olan Dahlab v. İsviçre kararında ise İHAM, başörtüsünü yine güçlü bir dışsal sembol olarak değerlendirmiş ve bu sembolün küçük yaştaki öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceği sebebiyle Dahlab’ın başvurusunu kabul edilemez bulmuştur.

Burka yasakları ile ilgili olmayan bir başka İHK kararı, İHK’nın dini semboller konusundaki tutumunu açıklamaya yardımcı olacaktır. Karar kimlik kartlarına konulacak fotoğraflarda başın açık olması zorunluluğu ile ilgilidir. Ranjit Singh v. Fransa kararında34 Bay Ranjit Singh, Fransa’da yaşayan bir mültecidir. Aslen Hindistan vatandaşı bir “sih” olan başvurucu, Fransa’da oturum iznini yenilemek istemiştir. Başvurucunun yenileme başvurusu esnasında yetkili makamlara vermiş olduğu fotoğraflarda başında türban bulunmaktadır. Bu sebepten ötürü Fransız makamları Bay Singh’in yenileme başvurusunu reddetmişlerdir. Başvurucu bu sebeple Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. maddesinde yer alan din özgürlüğünün ihlal edildiği kanısındadır. Başvurucu, kimlik fotoğrafı için türbanını çıkarması yönündeki tedbirin gerekli ve orantılı olmadığını, kamu düzeni ve güvenliğine de sakınca oluşturmadığını iddia etmektedir. Zira başvurucuya göre insanlar, yüzlerinin büyük bir kısmını kaplayan sakalları ile sorunsuz bir şekilde başvuru yapabilmektedir. Ek olarak; türban ile çekilen fotoğraflarla yapılan başvuruları Almanya ve İtalya gibi devletler kabul etmektedir. Başvurucu diğer Fransız vatandaşlarından farklı olarak dini inancı ile kamu hizmetlerine erişim hakkı arasında bir tercih yapmaya zorlandığını, bu sebepten ötürü ayrımcılığa da uğradığını ifade etmiştir. İHK incelemesinde, türbanın kişiyi tanınabilir hale getirip getirmediğini sorgulamıştır. Zira başvurucu sadece başını örten ancak yüzünün geri kalanı açık kalacak şekilde giyinmektedir. Singh, günlük hayatında da sürekli türban taktığından, İHK’ya göre başvurucunun türban giymiş haliyle çekilmiş olan fotoğrafı, günlük hayattaki hali ile daha çok benzeşmektedir. Fransa ise bu hususlardan hiçbirini açıklığa kavuşturmamıştır.35 İHK’ya göre başvurucunun türbanını yalnızca kimlik fotoğrafı çekerken çıkarmasının hakka müdahaleyi azaltan bir yönü yoktur. Çünkü bir defalığına da olsa türban giyilmeden çekilen bir kimlik fotoğrafı, her zaman orada duracaktır ve her kimlik kontrolünde o şekilde görülecektir. İHK, Birdirge’nin 18. maddesinin ve buna bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Singh v. Fransa kararına çok benzeyen bir başvuru İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılmıştır. Mann Singh v. Fransa36 kararında, Ranjit Singh gibi bir sih olan başvurucu ehliyet fotoğrafında başı açık olmak istememiştir. Yerel makamlarca bu isteği olumsuz karşılanan başvurucu, İHAM’a başvurmuş ancak başvurusu açıkça dayanaktan yoksun bulunarak reddedilmiştir.

İHK’nın kararlarıın burka yasakları bakımından bir dikkat çekici noktası da “kişilerin kamusal alanda herhangi biriyle iletişime geçme hakları” veya “kişilerin burka giymesinden hoşlanmama hakkı” olmadığı tespitinde bulunmasıdır. Komite, Fransa’nın başvurucuların düşünce, din ve vicdan özgürlüğü ile hukuk önünde eşitlik hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Dikkat çekici olan husus, geçmişte gerek İHK’nın gerekse İHAM’ın başörtü başvurularında ayrımcılık yasağı bağlamında inceleme yapmamış olmasına rağmen söz konusu burka başvurularında İHK’nın ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşmasıdır.38 Buradan çeşitli saptamalar yapılabilir. Burka giyen kadın sayısının Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman kadına oranla binler düzeyinde kalması belki de bu yasağı daha anlamlı kılmaktadır.39 Başörtüsüne nazaran burka yasağının doğrudan İslam’a dönük bir tavır olarak algılanmış olması,40 BM’nin çok kültürlü, milletli ve dinli yapısı gereği bu durumun önüne geçmek istemesi veya geçmek zorunda kalması makul bir hedef olarak görünebilir.

V. MEŞRU AMAÇ VE KAMUOYU TARTIŞMALARI

Burka yasağına ilişkin devletlerin belli birtakım meşru amaçları bulunmaktadır. Bir kişiye veya gruba dönük olarak uygulanan tedbir, doğrudan hedef gözetmese de hatta ayrımcılık kastı bulunmasa da ayrımcılık oluşturabilir. İHAM’ın da belirttiği üzere “Fakat bu yalnızca, bu tür bir politika ya da tedbirin “objektif ve makul” bir gerekçesinin bulunmaması halinde, yani “meşru bir amaç” taşımaması veya araçla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında “makul bir orantılılık ilişkisi” bulunmaması halinde söz konusu olur.” İHAM burka yasağına ilişkin verdiği S.A.S. v. Fransa kararında meşru amaç tartışmasını, kamu güvenliği ve başkalarının hak ve özgürlüğünün korunması bakımından incelemiştir. Birlikte yaşama ve cinsiyet eşitliğini, başkalarının hak ve özgürlüğünün korunması bağlamında değerlendirmiştir.

Bu çalışmada gerekçeler dörde ayrılarak incelenecektir: kamu güvenliği, birlikte yaşamın ve laikliğin korunması, son olarak da cinsiyet eşitliğinin sağlanması. Devletlerin bu hedeflere ulaşmak için getirdiği yasağın arka planındaki tartışmalar ile sınırlamanın gerekliliği ve orantılılığı değerlendirilecektir.

  1. Kamu Güvenliği

Burkanın kamu güvenliğine tehlike yaratacağı endişesinin altında ilk olarak, İslami dini sembol kullanımının köktenci (fundementalist) İslami hareketlerle ilişkilendirilmesi yatmaktadır. Burka giyen kadınların hepsinin birbirini tanıdığı, bir nevi “cihatçı iletişim ağı” üyesi oldukları inancı yaygındır.43 Burka giyen birinin terörizmi desteklediği varsayımı da burkanın kamu güvenliğini tehdit ettiği anlayışı ile örtüşmektedir.44 Ek olarak, aynı görüşe göre; burka giyen kadınlar bu inanışlarını yaymaya da isteklidirler, istekli olmasalar dahi kullandıkları “güçlü dışsal sembol” diğer kişiler üzerinde bu etkiyi yapacaktır.

Köktenci İslam tanımının da kamu güvenliği endişesini tetikleyen sorunlu bir tanım olduğunu kabul etmek gerekir. Bu tanım İslam’ın yorumdan-reformdan arındırılmış yalın halinin günümüzdeki “terör akımına” tekabül ettiğinin ifadesidir. Halbuki şiddet öngören İslami inanış biçimlerinin İslam’ın bir yorumu olduğu doğru olsa dahi, İslami örtünme biçimlerinin bu durumla bir bağlantısı bulunmamaktadır. Burka, nikap veya başörtüsü kullanımı İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’da veyahut uygulamasında yer aldığına inanılan, kişisel dini bir bağlılığın ürünüdür. Dolayısıyla burka, nikap veyahut başörtüsü kullanmak, çoğu zaman sadece inanışa itaat etme anlamını taşır.45 Nitekim örtünmeye ilişkin benzer dini emir ve uygulamaların diğer semavi dinlerde de olduğu söylenebilir.

İslami kıyafet ve sembollerin bir güvenlik sorunu veya din yayma aracı olarak görülmesinin bir sebebi de Avrupa’nın çoğunluk dini Hristiyanlık ile İslam arasındaki farklardan ileri gelmektedir. İslam’ın da, Kilise (Ruhban) ve devletin ayrılması ile liberal demokrasi ekseninde sekülerleştiği ve bireyselleştiği varsayıldığında, bu tarihsel süreci geri sararak; burka giyen bir kadının bunu radikal kimliğinin bir göstergesi, bir kimlik ifadesi ve yayma aracı olarak görmek mümkün olabilir. Hristiyanlık ile aynı süreçleri geçirmeyen İslam’ın farklı yorumlarının isimlendirilmesi için kullanılan “köktencilik” bu sorunu ıskalamaktadır. Hristiyanlar için kişinin kimliği bireysel alanına denk gelirken bir Müslümanın dini, çoğu zaman kimliğine eşittir. Bu din de İslam’dır, İslam’ın kişinin kendisini ait hissettiği versiyonu, yorumudur. Nitekim İslam peygamberi hem devlet başkanıdır, hem de toplum lideridir. Askeri bir lider olmasının yanı sıra, toplumsal ve hukuki kanunları koyar, vergi toplar, savaş ve barışa karar verir. Bunun devamı olan İslami yaşam tarzı ve ibadetleri de bireyci değil olabildiğince toplumcu yapıdadır.47 Müslüman kadının bu anlamda yaptığı bireysel tercih de, radikalizminin veya misyonerliğinin görünümünden çok, esasen dini inanışın yalın bir ifadesinden ibarettir.

Burka giyen bir kişinin yüzünün görünmemesi ve bu sebeple tanınamamasının, kamu güvenliğine tehdit teşkil ettiği düşünülen bir başka problemdir. İHAM’ın S.A.S. v. Fransa kararında da, Fransız hükümeti savunmasında yasağın meşru amacının kamu güvenliği olduğunu, özellikle yüzü örten kıyafetler giyen kişileri tanımlayabilmenin zorluğunu vurgulamıştır.48 Gerçekten de burka kıyafeti ile pek çok hırsızlık vakası kayıtlara geçmiştir. Örneğin Kanada’nın Toronto şehrinde burka giymiş olan failler, 500 bin dolar değerindeki değerli mücevheri alarak kayıplara karışmıştır.49 2005 yılında ise bombalı saldırı girişiminin başarısız olmasından sonra kaçmaya çalışan fail burka kullanmıştır.50 Belirtmek gerekir ki; bu ve benzeri olayların hemen hemen tamamında failler erkektir. Yine de kamuya açık alanların her karesinde geçerli, genel bir yasağın bu endişelerin çözümüne uygun bir önlem olup olmadığı tartışmalıdır. Nitekim İHAM da yüzü kapatan kıyafetlerin kamu güvenliği bağlamında problem doğurabileceğini kabul etmiştir. Mahkemeye göre şüphe duyulan durumlarda pek tabii kişiden yüzünü açarak kendini tanıtması istenebilir. Ancak yalnızca kamu güvenliğinin tehlikede olduğu belirli anlarda değil, her zaman, genel bir burka yasağı öngörülmesini İHAM demokratik toplumda gerekli bulmamıştır.51

  1. Birlikte Yaşam

İHAM, S.A.S. v. Fransa kararında, burka yasaklarını “birlikte yaşamı sağlama” adına bir meşru amaç olarak yeterli görmüş, yasağın da bu amaca hizmet ettiğini ve demokratik toplumda gerekli olduğunu belirtmiştir. Bu amacı makul bulanlara göre burka, nikap veya başörtüsü giymenin bir amacı da topluma entegre olmama yönündeki isteksizliktir. Ayrıca bu kıyafetlerin kullanımı başarısız bir entegrasyon sürecinin de göstergesi mahiyetindedir.52 Bir başka deyişle, burka giyen kadın kendi ile toplum arasına bilinçli bir mesafe koymaktadır. Burka yasağını getiren devletlere göre söz konusu mesafe hem toplumdaki birliğin korunması hem de İslamofobinin artmaması için kaldırılmalıdır. Zira bu mesafe ve artan İslamofobi, Müslüman toplumun radikalleşmesine de neden olabilir.53 İHAM S.A.S. v. Fransa kararında hükümet, yüzün sistematik olarak gizlenmesinin sorunlu olduğunu, Fransız kardeşlik (fraternity) idealinin ve Fransız toplumunda birlikte yaşamanın temel gerekliliği ile bağdaşmadığını belirtmiş, İHAM da müdahaleyi bu bakımdan demokratik toplumda gerekli bulmuştur.54 İHAM devlete tanıdığı takdir yetkisini de temel alarak müdahalenin orantılı olduğuna da karar vermiştir.

Kişiler arası iletişimde yüzü örten kıyafetlerin sorun oluşturması ihtimal dahilindedir. Burka veya nikap giyen bir kişi ile iletişim halindeki karşı taraf aradaki güç dengesizliğinden mustarip olabilir. Gerçekten de anonim görünen bir kişiyle iletişim halindeki bir başka kişi çekince duyabilir. Duyma engelli bir kişi içinse bu iletişim neredeyse imkansızdır.56

Yasağın “birlikte yaşam” amacına hizmet edip etmeyeceği ise tartışmalıdır. Yasak sebebiyle işine ve eğitimine devam edemeyen, günlük işlerini yapmak için kamuya açık alanlarda bulunamayan kadınlar, git-gide toplumdan uzaklaşabilir. Yasak, topluma, farklı dinlere ve kültürlere, bazı azınlıklara hoşgörü ile bakılmadığı mesajını verebilir. S.A.S. v. Fransa kararında İHAM da, burka yasaklarına ilişkin sürecin, islamofobiyi, hoşgörüsüzlüğü ve ayrımcılığı tetikleyebileceği endişesini vurgulamıştır.

Toplumun birlikte yaşaması için insanların kamuya açık alanda sürekli iletişim halinde olmaları gerektiği varsayımının da tartışılması gerekir. Kişiler arasındaki iletişimin çoğunlukla özel mülklerde gerçekleştiği düşünüldüğünde yasak ile güdülen meşru amaç arasındaki ilişki belirsizleşmektedir.

  1. Laiklik İlkesinin Korunması

Dini sembol ve kıyafetlere ilişkin İHAM nezdinde görülen davalarda laiklik ilkesine – özellikle Türkiye tarafından- dayanılmıştır.59 Burka yasakları söz konusu olduğunda ise İHAM önünde; örneğin S.A.S. v. Fransa davasında laiklik ilkesinin korunması amacına dayanılmadığı görülmektedir. Ancak bu durum kamu önünde süregelen tartışmalarında laiklik vurgusunun olmadığı anlamına gelmemektedir. Nitekim gerek Fransa gerek Belçika’da burka yasakları laiklik boyutu ile de çokça tartışılmıştır.

Kendini laik olarak tanımlayan devletlerin din konusunda neredeyse taban tabana zıt politikaları bulunabilir. Bu devletlerin laikliği nasıl uyguladığına göre değişebilir. Literatürde pasif ve dışlayıcı laiklik gibi ayrımlar bulunmaktadır. Dışlayıcı laikliğin amacı dini kamusal alandan çıkarıp kişinin bireysel alanı ile sınırlamak iken pasif laiklik adı üzerinde dinler karşısında pasif kalarak dinin kamusal alanlarda bulunuşuna müsaade etmesidir.60

Dışlayıcı laikliğin belki de en görünür olduğu Fransa ve Belçika’da uygulanan burka yasakları bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Dışlayıcı laiklik anlayışının tarafsızlık, din özgürlüğü ve çoğulculuğu sağlama gibi temel amaçları bulunur. Bu amaç da genelde kamusal alanı dinden arındırarak gerçekleştirilir. Söz konusu yasağın yalnızca tek bir dine yönelmesi bu bakımdan eleştiri konusu olabilir.61 Bir önceki bölümde de bahsedildiği gibi yasak, farklı dinlere ve buna bağlı olarak giyim-kuşama çoğulculuğun anahtarı olan hoşgörü ile bakılmadığı imajını da yansıtabilmektedir.

  1. Cinsiyet Eşitliğinin Korunması

S.A.S. v. Fransa davasına “amicus curiae” müdahil devlet olarak katılan Belçika, peçenin İslam öncesi Arap adeti olduğunu, Kur’an’da böyle bir hüküm bulunmadığını, bu durumun kadın erkek eşitliğini zedeleyici bir hal aldığını öne sürmüştür. 62

Kimilerine göre burka İslam’da yer alan kadın-erkek eşitsizliğinin bir sembolü mahiyetindedir; İslam dini erkeklerin şehevi isteklerini uyandırmamaları için kadınları daha sıkı kıyafet kurallarına tabi tutmuş, nihayetinde de kadını erkeğin hakimiyet alanına bırakmıştır. Tercih yapma hakkı olmayan kadınlar da bu kurallara uymak zorunda kalmaktadır.63

Yukarıda belirtilen iki farklı yaklaşım da bazı varsayımlara dayanmaktadır. İlki kadınların özgür iradeleri ile burka giymelerinin nadir olduğudur. İkincisi ise dini kimliğinden azade bir kadın tasviridir. Bu görüşe göre özgür kadın dini kimliğinden sıyrılmış kadındır. Kimliklerin kesişimsel yapısının bu doğrultuda göz ardı edilmesinin kadınların haklarını iyileştirip iyileştirmeyeceği tartışma konusudur.64 Ayrıca bazen bir kıyafetin giyilmemesi yönünde koyulan yasağı savunmak, giyilmesi yönünde yapılan yasakları savunmak kadar baskıcı olabilir. Bu baskı Müslüman kadınları nefret suçuna yönelik bir hedef haline getirebilir.65

Burkanın erkeğin kadına dayattığı bir dini sembol olduğu görüşünün yanı sıra, kadınların burkayı özgür iradeleri ile giydikleri varsayılsa dahi bu sembolün kadınlar için zararlı ve insan onuruna aykırı olduğunu savunan görüşler de bulunmaktadır. S.A.S. v. Fransa kararında Fransız hükümeti burkanın “kadınları görünmez kıldığını” ve bu sebeple giyen tarafından arzu edilse dahi” insan onuruna aykırı bir kıyafet olduğunu iddia etmiştir.66 Kararda görülebileceği üzere; bu görüşün temel aldığı fikir ise burkanın kadının erkeğe itaatinin sembolü ve bu fikrin yayıcı nesnesi olduğu fikridir. Görüşe göre; burka giyen kadınlar dünyaya “herkesin örtünmesi gerektiği” veya “kadınların erkeğe itaat etmesi gerektiği” fikrini yaymaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla hem burka giyen kadınları hem de toplumun geri kalanını bu durumdan korumak gerekmektedir.

Burka giyen kadınların topluma, cinsiyet eşitsizliğini onayan, erkeğe itaati kabullenen bir mesaj vermek istedikleri veyahut istemeden verdikleri görüşünün kuvvetli temeller üzerine kurulduğunu söylemek güçtür. Zira burka giyen kadınların topluma bir mesaj verdikleri kabul edilse dahi, bu mesaj cinsiyete ilişkin değil dini inanca ilişkin bir mesajdır. Dolayısıyla bu dini tercihin kişisel olduğunu, dini propaganda (proselytizing) amacı gütmediğini kabul etmek gerekir.67

İHAM Leyla Şahin v. Türkiye kararında karşı görüşte bulunan Yargıç Tulkens’in başörtüsü yasağı ile cinsiyet eşitliği arasında ilişki kurulmasına yönelik eleştirileri bulunmaktadır. Tulkens’a göre başörtüsü mutlaka kadının erkeğin hakimiyetinde olduğunu ifade etmez, özgürce dini kıyafet giyen yetişkin bir kadına bu kararı özgür iradesiyle almadığının söylenmesi için apaçık bir delil gerekir. Ayrımcılığa uğramama hakkı ise kişinin kendi iradi alanındadır.68

Fransa’daki feminist hareketlerin burka yasağına cinsiyet eşitliği bağlamında iki farklı yaklaşımı bulunmaktadır. Yasağa karşı olanlar, kadın-erkek ilişkisine oldukça eşitlikçi (egaliteryan) bir bakış açısıyla yaklaşıldığını iddia ederek, burka giyen kadınların içinde bulundukları kültürün yadsındığını söylemektedirler. Yasağı destekleyenler ise kadın-erkek eşitliğinin yetişilen kültürden bağımsız olarak evrensel ahlak ilkeleri ile ulaşılabilecek, temel bir eşitlik olduğunu savunmaktadırlar.69

Gerek cinsiyet eşitliği bağlamında, gerek insan hakları hukuku özelinde ve genel olarak tüm sosyal bilimi ilgilendiren tartışmalarda son yıllarda önemli yankı bulan evrensellik ve rölativizm ayrımını burada hatırlatmak yerinde olacaktır. Bu ayrıma göre; bir uçta sosyal gerçekliğin hemen her yerde aynı olduğunu ve bunu dini, toplumsal, kültürel hiçbir bakış açısı katmadan, eşitleyici bir düzlemde tartışan evrenselciler dururken, diğer uçta da sosyal gerçekliğin evrensel bir norm olmanın ötesinde toplumların algılama biçimlerine bağlı olduğunu ve dolayısıyla onları incelerken bu değerler bütününü dikkate almak gerektiğini söyleyen rölativistler bulunmaktadır.70 İnsan hakları söz konusu olduğunda, her iki uç noktanın da kendine has artıları ve eksileri mevcuttur. Örneğin; evrenselcilik daha ilerlemeci bir tutum ortaya koyabilirken, rölativizm çoğu sorunu görmezden gelme tuzağına düşebilmektedir. Evrensellikrölativizm ikileminde, bu tuzağın farkında bir yaklaşım sergilemek, çok daha ayakları yere basan bir yaklaşım getirme olanağı tanıyacaktır.71 Evrensel değer ve normların farkında olarak, ancak kültürel yaklaşımları da tamamen göz ardı etmeden yapılacak olan yorumlama, sosyal gerçeklikleri hem akademik hem de insani açıdan daha isabetli şekilde gözlemlememizi mümkün kılacaktır.

Burkanın yasaklanmasının pratikte nasıl sonuçlar doğuracağına ilişkin yasağa yönelik birtakım itirazlar bulunmaktadır. Yasak sonrası eve kapanan, işe, okula, markete gidemeyen ve ekonomik özgürlükleri gerileyen kadın erkekler karşısında daha zayıf bir konuma düşecektir. Kaldı ki halihazırda burka veyahut başörtüsü giyen kadınların cinsiyet, din ve etnisite temelinde günlük hayatta yoğun bir ayrımcılık ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. 72

European Network Against Racism ve Faith Matter’ın ortaklaşa yayınladığı “Unutulmuş Kadınlar: Birleşik Krallık’ta İslamofobinin Müslüman Kadınlar Üzerindeki Etkisi” raporuna göre her 8 müslüman kadından 1’i iş mülakatlarında evlenip, çocuk sahibi olup olmayacağı yönünde sorularla karşılaşmaktadır, aynı durum Müslüman olmayan kadınlarda ise 30 kişide 1’dir. Her 4 işverenden 1’i ise Müslüman kadınları işe almakta çekinceleri olduğunu belirtmiştir. Müslüman kadınların %43’ü iş mülakatlarında farklı muameleye tabi tutulduklarını hissettiklerini açıklamıştır. Başörtüsü giyen kadınlarda ise bu oran yükselmektedir. Kamuya açık alanda peçelerinin çıkarmaya teşebbüs edenlerin olduğunu kaydeden Müslüman kadınlar, internet mecrasında da nefret söylemine maruz kalmaktadırlar.73

VI. SONUÇ

Bu çalışmada başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinde yürürlüğe giren kamuya açık alanda yüzün kapatılması yasağı yani; “burka yasağı” tartışılmıştır. Öncelikle dini semboller ve kıyafetler dar ve geniş anlamda tanımlanarak, hem hakkın kapsamının felsefi inançları da içine katarak genişlediği hem de dini inançlar ile felsefi inançları ayıran çizginin kalın bir çizgi olmadığı vurgulanmıştır. Burka yasağı tartışmaları gerek ulusal ve uluslararası mahkeme kararları gerekse kamuoyu tartışmaları ekseninde konumlandırılmıştır. Devletler burkayı yasaklarken, kamu güvenliğini, cinsiyet eşitliğini, laiklik ilkesini ve başkalarının hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı amaçladıklarını belirtmişlerdir. Bu amaçlara ulaşmak için alınan tedbirin objektif ve makul bir gerekçesinin bulunup bulunmadığı çalışmada incelenmiştir. Bunun yanında yasakların kanunlaşma süreci ile beraber kamuoyundaki tartışmalara da değinilmeye çalışılmıştır.

Fransa’da burkanın yasaklanmasını takip eden yıllarda pek çok Avrupa devleti de burkayı yasaklamıştır. Bu devletlerin bazılarında burka giyen kadın sayısının 100’ü dahi geçmediği tahmin edilmektedir. Çok az sayıdaki kişiye yönelik getirilen yasak, kamuoyu tartışmaları ve kanunlaşma sürecinden de anlaşılabileceği üzere bir kıyafete veya sembole değil, bu kıyafetin ve sembollerin toplumda uyandırdığı kanıya yöneliktir. Yasaklarda çalışmada da çokça değinilen S.A.S. v. Fransa kararının diğer İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ile beraber bıraktığı açık kapının ve sınırlamanın muğlak halinin etkisi büyüktür. Devletlerin ortaya koydukları meşru amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmeye yönelik aldıkları tedbir arasında gereklilik ve orantılılık ilişkisi kurabildiğini söylemek güçtür. Devletler bu gerekçeleri sunamadıkları gibi, İHAM da hakkın sınırlanmasına yönelik alınan tedbirlerin gerçekten gerekli olup olmadığı hususunda somut olaylar bakımından araştırma yapmamıştır. Bunda politik koşulların etkisin büyük olduğunu belirtmek gerekir. İnsan Hakları Komitesi’nin tutumu ise belki de yine politik koşullara bağlı olarak bireysel özgürlüklerin korunması amacına daha çok yakınsamaktadır.

Yasakların Avrupa’daki dini azınlık-çoğunluk ilişkisini ne yönde etkileyeceği önümüzdeki yıllarda belli olacaktır. Ancak Avrupa’daki mevcut durumu özellikle Avrupa ile Müslüman toplumu ilişkisini daha kötü hale getireceğine dair güçlü argümanlar bulunmaktadır. Bu yalnızca müslüman azınlık için değil, diğer “doğu dinlerini” takip eden diğer gruplar için de geçerlidir. Çalışmada da bahsedildiği üzere forum internum-externum ayrımı yerleşmemiş toplumcu pratiklerin içkin olduğu doğu dinleri ile İHAS md. 9 uygulaması arasındaki çelişki sürecek gibi gözükmektedir. Burka giyen kadınların din ve cinsiyet temelli ayrımcılığa uğramaması için burkayı yasaklamak gibi çözümler de bu ayrışmanın önlenmesine yönelik bir tedbir olarak gerçekçi görünmemektedir.

Din ve vicdan özgürlüğü belli sebeplerin varlığında pek tabii sınırlanabilir. Fakat ne İHAM ne de Fransa-Belçika bu sebepleri sadece isimlendirmenin ötesinde bir açıklığa kavuşturmakta başarılı olabilmiştir. Bu da kuşkusuz çoğulculuğa ve hoşgörüye karşı tehlike doğurmaktadır. Çoğulculuğa karşı olan politikacıların din ve vicdan özgürlüğü bakımından getirilen sınırlamaları ve yasakları daha da ileri götürmesi son tahlilde muhtemel gözükmektedir.

GANİRA PAŞAYEVA’YI ANMA TÖRENİNDE YÜREKLER DAYANAMADI, GÖZYAŞLARI SEL OLDU TAŞTI

GANİRA PAŞAYEVA’YI ANMA TÖRENİNDE YÜREKLER DAYANAMADI, GÖZYAŞLARI SEL OLDU TAŞTI

3 ay önce kaybettiğimiz, Türk dünyasının gönlünde taht kuran cesur kadın, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde anıldı.

(Haberin Hollandacası en altta)

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
Haber:İlhan KARAÇAY Fotoğraflar: İrem ERTEM       İbrahim ÇİTİL

Turancılık idealiyle özdeşleşmiş, imanını ve ülküsünü kendine düstur edinmiş, Türk dünyasının önde gelen cesur kadın hatiplerinden biri olan, şair, edebiyatçı, siyasetçi ve gazeteci olan ve de Azerbaycan’da Milletvekillliği de yapmış olan, velhasıl Türk dünyasının gönlünde taht kurmuş olan Ganira Paşayeva’nın anısını yaşatmak amacıyla, Avrasya Sivil Toplum Forumu tarafından düzenlenen ‘15. Avrasya Amsterdam Buluşmaları’nda bir anma programı gerçekleştirildi.

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, persoon, glimlach Automatisch gegenereerde beschrijving

Avrasya Yazarlar Birliği, Hollanda Türkevi Topluluğu, Hollanda Azerbaycan Türk Kültür Derneği, Hollanda Doğu Türkistan Uygur Derneği, Hollanda Nogay Vakfı ve EkoAvrasya Derneği gibi önemli kuruluşların bir araya geldiği, ‘Avrasya Amsterdam Buluşmaları’nda, 3 ay önce talihsiz bir şekilde kaybettiğimiz Ganira’nın yaşamı dile geldi.
O’nun bir milletvekili olarak görev yapması, Azerbaycan’da kadınların siyasi katılımını teşvik etme bakımından yararlı olduğu gibi, kültür, edebiyat ve sanatta da toplumsal değişimde büyük rol oynadı.

Afbeelding met kleding, persoon, person, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

Amsterdam’daki buluşma, Tebriz’den Bakü’ye, Taşkent’ten İstanbul’a kadar uzanan geniş coğrafyada, Türk dünyasını başarıyla temsil etmiş olan Ganira Paşayeva’nın hatırasını yaşatma amacını taşıyordu. Paylaşılan duyguların yarattığı gurur atmosferiyle, bu özel anma programı daha da anlamlı oldu. Ganira’yı yâd etmek, sadece geçmişin hatıralarını anmakla değil, onun özünde taşıdığı fikirleri hayata geçirmek, onun izinden gitmek olmuştur. Ganira’nın mirası, Türk’ün davasını her daim yaşatmaya devam edecek.

Afbeelding met kleding, persoon, person, overdekt Automatisch gegenereerde beschrijving

Anma merasimi, Hollanda’daki Nogay Türklerinden Emel Aktan’ın sunumu, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından, Türkevi Hollanda Topluluğu Veyis Güngör‘ün açılış konuşmasıyla başladı. Veyis Güngör, Azerbaycan’ın Lahey Büyükelçiliği Müsteşarı Nurlan Aliyev, Elçilik Birinci Sekreteri Vusal İbrahimov, Müsiad Hollanda Başkan Yardımcısı Ali Topal ve programa katılan STK, medya temsilcileri ve tüm davetlileri selamlayarak, merhume Ganira Paşayeva’nın Türk dünyasına yaptığı önemli katkıları hatırlattı. Güngör, “Avrasya Sivil Toplum Forumu, esasen “Türkiye Yüzyılı Vizyonu ve Türk Devletleri Teşkilatı felsefesinin, sivil alanda en somut bir tezahürüdür. 2011 yılından bu yana yapılan programlar, Türk aklı projesinin bir ürünüdür” dedi.
(Veyis Güngör’ün konuşma metninin tamamını altta bulacaksınız)

Afbeelding met kleding, persoon, vrouw, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Ganira Paşayeva’nın, Hollanda’nın hükümet merkezi Lahey’de yapılan, “Karabağ Sempozyumunda” dile getirdiği sözleri de duygu dolu bir anı olarak hatırlandı: “Allah bana Karabağ’ın düşman işgalinden kurtuluşunu görmeden ölmeyi nasip etmesin.”
Bu sözler, Paşayeva’nın vatan sevgisi ve özgürlük idealiyle dolu olan kişiliğini bir kez daha ortaya çıkarıyor.

Programda, Hollanda’da yaşayan ve Azerbaycan’ın milli şairlerinden, aynı zamanda ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şiirini yazan Ahmed Cevad’ın akrabası olan Ramin Mamedov da bir selamlarma konuşması yaptı.

Ardından, Hollanda Azerbaycan Türk Kültür Derneği Başkanı İlhan Aşkın, merhume ile olan hatıralarını paylaşarak, Paşeyeva’nın Türk dünyası için yaptıklarını diler getirdi. Tunçbilek Belediyesi’nin hayata geçirmeyi planladığı “Azerbaycan Parkı” ve “Hocalı Katliamı Anıtı” projeleri hakkında Paşayeva ya düşüncelerini sorduğunu ve onun kendisine yöneltilen bu soruya, derin bir duygu ve kararlılıkla, “İki ağayım bir pabuca girse gelirim, elbette anıt dikilsin” şeklinde bir cevap verdiğini katılımcılarla paylaştı.

Program içerisinde, Ganira Hanım’ın yaşamına dair etkileyici sunumlar ve özel belgeseller izleyicilerle buluştu. Abdurrahman Ünal ve Hilal Doruk‘un okuduğu Ahıska ve Türkiye’m şiirleri, davetliler tarafından coşkuyla alkışlandı ve duyguların derinliklerinde iz bıraktı.

Programa veda etmeden önce, merhumeyi anmak adına Türk dünyasına ait yemekler yenildi ve merhumenin anısına dualar okundu ve hayırla yâd edildi.

Programda Hollanda Nogay Vakfı başkanı Orhan Demirci’nin torunlarının, Nogay Türkleri kıyafetleriyle salonda yer almaları, katılımcıların bu çocuklarla hatıra fotoğrafı çektirmeleri için sıraya girmeleri de dikkat çekti.

Veyis Güngör’ün konuşma metninin tamamı:

Afbeelding met tekst, persoon, kleding, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

Yakın tarihimizde de görüleceği üzere, Türk milletine mâl olmuş bir çok kişinin vefatında olduğu gibi, Ganira Paşayeva hanımın da beklenmedik vefatında millet vicdanının yeniden harekete geçtiğini bir kez daha gördük. Derin millet, derin Türkiye, derin Türk Dünyası, Paşayeva’nın ani ölümüyle sarsıldı ve bir kez daha titredi adeta.

Ganira hanımın vefatının hemen ardından, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Türklerin yayınladıkları, dile getirdikleri rahmet ve mağfiret mesajları ve yapılan açıklamalar, tek kelimeyle genç Ganira’nin gönüllerdeki yerini anlatmaya yetmektedir.

Elbette, Türklerin ölülerinin arkasından rahmet okuduklarını, onları hayırla andıklarını biliyoruz. Ancak bazı beklenmedik ölümler var ki, işte Ganira hanımın vefatında olduğu gibi, millet vicdanı daha da coşuyor, duygulanıyor ve göz yaşlarına boğuluyor.

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, bril Automatisch gegenereerde beschrijving

Ganira hanım gibi, gönüllerde taht kurmak her yiğide her kişiye nasip olmayan, ancak, insanüstü bir gayretli çalışmayla mümkün olabilir elbette. Kişinin, varoluşu anlama, anlamlandırma ve bu yönde yaptıkları, gayretleri ve dahi bu uğurda verdiği mücadele, o kişinin ait olduğu milletin derin vicdanı tarafından takdir edilebilir.

Gönüllerde taht kurmak, propaganda veya gösteriş için yapılanlarla değil, iman ederek ve bir aşk içinde, samimiyet ve ihlasla inandıklarını savunmakla olur. İşte Ganira hanımın vefatının hemen ardından sergilen ve bir çoğumuz tarafından anlamlandırılmasında güçlük çekilen derin sevgi, aşk, samimiyet ve göz yaşı böyle bir imanın neticesidir.

Ganira hanım bir tıp doktoru. O bir gazeteci. O bir hukukçu, O bir yazar. O bir milletvekili. O bir aktivist. O bir hatip. O bir Turancı. O bir asker. O bir şair. O bir Azerbaycan ve Türkiye aşığı. Ve o bir mutasavvıf. Bu kadar çok kimliği bir arada, uyum içinde yaşatan Ganira, herkesin onu tanıdığı yönüyle anlatılabilecek bir kişi.

İşte, bu kadar fazla kimliği ile karşımıza çıkan Ganira hanım Türk Dünyasının farklı yerlerinde yapılan etkinliklere katılmayı, konuşma yapmayı, şiir okumayı ve kitaplarını tanıtmayı kendisine misyon edinmişti sanki.

Bitmeyen ve tükenmeyen enerjisiyle Ganira hanım bir gün İstanbul’da, Eşkişehirde, bir başka gün Konya’da, Erzurum’da, Lefke’de, bir başka gün ise Gence’de, Budapeşte’de, Amsterdam’da, Kazan’da, Kaşgar’da, Buhara’da, Şusa’da, Ufa’da, ve bir başka vakit Bahçesaray’da Taşkent’de, Brüksel’de, Tebriz’de, Kerkük’de…

Naçizane, Ganira hanımla farklı yıllarda yukarıda sayılan Türk kentlerinde yapılan Türk Dünyası etkinliklerinde birlikte olduk. Aynı oturumlarda konuşmacı olarak yer aldık. Yazdığı kitaplarını takdim etti. Bakü’ye davet etti. Öyle ki, TASAM’ın İstanbul’da yapılan Türk Dünyası Diasporası toplantısında, salondaki katılımcılara “arkadaşlar, siz Türk diasporasına müşahhas bir örnek mi istiyorsunuz. İşte orada, ön tarafta oturan Hollanda’dan Veyis Güngör var. Diasporayı teorik olarak anlatmıyor, bizzat uygulayarak, uluslararası faaliyetler yaparak Türk diasporasını yaşıyor” diyerek beni utandırmıştı.

Afbeelding met persoon, kleding, Menselijk gezicht, tekst Automatisch gegenereerde beschrijving

Tam 11 yıl önce, bir aralık ayında, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü çerçevesinde, Ganira hanı ve sanatçı Azerin’in de katıldığı bir “Uluslararası Dağlık Karabağ Sempozyumu” organize etmiştik. Hollanda parlamentosunda yapılan bu program, Avrupa Azerbaycan Diasporası ve EkoAvrasya Derneği ile gerçekleşmiştir. Sempozyum öncesi, Amsterdam ve Den Haag’da ziyaretlerimiz ve toplantılarımız da olmuştu. Ganira hanım, sempozyumda “Bir gün işgal edilen toprakları geri alacağız. Bunu bütün dünya görecek” demişti. Bu, kabul edilen bir duaydı adeta.

Belki ilk başta sorulacak soruyu şimdi soruyorum: Peki Ganira’yı Türk Dünyasının asil, kahraman ve cesur Türk kızı yapan nedir?

Kanaatimce Ganira’yı böyle sevdiren hasletler arasında, onun derin Türk tarihi şuuru, Azerbaycan ve Türkiye sevgisi, Hoca Ahmet Yesevi ve İmam Maturidi ontolojisi, nizam-ı alem ülküsüne ve Türk cihan hakimiyetine inanması ve hayatını bu yönde tanzim etmesidir. Bugün, bizim de özlediğimiz ve dünyaya barış getireceğine inandığımız “Türk İslam anlayışının kodlarının” Ganira hanımda tezahür etmesi ve bir vizyon haline gelmesidir. Ruhu Şad, mekanı cennet olsun.

             *****************************

Nederlandse versie van het bericht

BIJ DE HERDENKINGSCEREMONIE VOOR GANİRA PAŞAYEVA KONDEN HARTEN HET NIET VERDRAGEN, TRANEN STROOMDEN OVER.

De dappere vrouw, die we 3 maanden geleden verloren, die een troon vestigde in de harten van de Turkse wereld, werd herdacht op 10 december Internationale Dag van de Mensenrechten.

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
Bericht: İlhan KARAÇAY                 Fotos:      İrem ERTEM               İbrahim ÇİTİL

Een herdenkingsprogramma werd gehouden tijdens de ’15e Eurasia Amsterdam Ontmoetingen’ georganiseerd door het Eurasian Civil Society Forum om de herinnering levend te hou

Tijdens de ‘Eurasia Amsterdam Meetings’, waar belangrijke organisaties als de Eurasian Writers’ Union, de Nederlandse Turkevi Gemeenschap, de Nederlandse Azerbeidzjaans Turkse Culturele Vereniging, de Nederlandse Oost-Turkistaanse Oeigoerse Vereniging, de Nederlandse Nogay Stichting en de Vereniging EkoAvrasya samenkwamen, werd het leven van Ganira, die we helaas 3 maanden geleden verloren, besproken.

Haar werk als parlementslid was nuttig bij het bevorderen van de politieke participatie van vrouwen in Azerbeidzjan, en ze speelde ook een belangrijke rol bij sociale verandering in cultuur, literatuur en kunst.

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, persoon, glimlach Automatisch gegenereerde beschrijving

De bijeenkomst in Amsterdam was bedoeld om de herinnering levend te houden aan Ganira Pashayeva, die met succes de Turkse wereld vertegenwoordigde van Tabriz tot Bakoe, van Tasjkent tot Istanbul. De sfeer van trots die ontstond door de gedeelde emoties maakte dit speciale herdenkingsprogramma nog zinvoller. Ganira herdenken gaat niet alleen over het herinneren van het verleden, maar ook over het realiseren van de ideeën die zij belichaamde en het volgen van haar voetsporen. Ganira’s nalatenschap zal de Turkse zaak altijd levend houden.

Afbeelding met kleding, persoon, person, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

De herdenkingsceremonie begon met de presentatie van Emel Aktan, een van de Nogay Turken in Nederland, na de minuut stilte en het volkslied, met de openingstoespraak van Veyis Güngör van de Turkse Gemeenschap Nederland. Veyis Güngör begroette Nurlan Aliyev, ondersecretaris van de ambassade van Azerbeidzjan in Den Haag, Vusal İbrahimov, eerste secretaris van de ambassade, Ali Topal, vicevoorzitter van Müsiad Nederland, NGO’s, vertegenwoordigers van de media en alle gasten die het programma bijwoonden en herinnerde aan de belangrijke bijdragen van de overleden Ganira Paşayeva aan de Turkse wereld. Güngör zei: “Het Eurasian Civil Society Forum is in wezen de meest concrete manifestatie van de “Visie van de Turkse Eeuw en de filosofie van de Organisatie van Turkse Staten op civiel gebied. De programma’s sinds 2011 zijn een product van het project van de Turkse geest”.
(U vindt de volledige tekst van Veyis Güngör’s toespraak onder de bericht)

Afbeelding met kleding, persoon, vrouw, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Ganira Pashayeva’s opmerkingen op het “Karabach Symposium” gehouden in Den Haag, het regeringscentrum van Nederland, werden ook herinnerd als een emotioneel moment: “Moge Allah mij niet toestaan te sterven zonder de bevrijding van Karabach van de vijandelijke bezetting te zien.”

Deze woorden onthullen opnieuw Pashayeva’s persoonlijkheid vol liefde voor het vaderland en het ideaal van vrijheid.

In het programma hield Ramin Mamedov, die in Nederland woont en familie is van Ahmed Javad, een van de nationale dichters van Azerbeidzjan, die het gedicht ‘Çırpırındı Karadeniz’ schreef, ook een groetwoord.

Daarna deelde İlhan Aşkın, voorzitter van de Nederlandse Azerbeidzjaans Turkse Culturele Vereniging, zijn herinneringen aan de overledene en verwoordde wat Paşeyeva voor de Turkse wereld heeft betekend. Hij deelde met de deelnemers dat hij Paşayeva had gevraagd naar haar gedachten over de projecten “Azerbeidzjan Park” en “Monument voor het Bloedbad van Khojaly” die door de gemeente Tunçbilek zijn gepland en dat ze deze vraag met een diepe emotie en vastberadenheid had beantwoord door te zeggen: “Ik zou komen als mijn twee oudsten in één schoen zaten, natuurlijk moet het monument er komen”.

Tijdens het programma werden indrukwekkende presentaties en speciale documentaires over het leven van mevrouw Ganira gepresenteerd aan het publiek. Abdurrahman Ünal en Hilal Doruk droegen gedichten voor over Meskhetië en Turkije, die enthousiast werden toegejuicht door de gasten en een diepe indruk achterlieten.

Voordat er afscheid werd genomen van het programma, werd er voedsel uit de Turkse wereld gegeten om de overledene te herdenken, werden er gebeden ter nagedachtenis aan de overledene uitgesproken en werd ze met liefdadigheid herdacht.

Het was ook opmerkelijk dat de kleinkinderen van Orhan Demirci, de voorzitter van de Stichting Nogay Nederland, deelnamen aan het programma in de zaal met kleding van Nogay Turken en dat de deelnemers in de rij stonden om een souvenirfoto met deze kinderen te maken.

Volledige tekst van de toespraak van Veyis Güngör:

Afbeelding met tekst, persoon, kleding, pak Automatisch gegenereerde beschrijving

Zoals te zien is in onze recente geschiedenis, hebben we opnieuw gezien dat het geweten van de natie is gereactiveerd door de onverwachte dood van mevrouw Ganira Paşayeva, zoals in de dood van vele mensen die een deel van de Turkse natie zijn geworden. De diepe natie, het diepe Turkije, de diepe Turkse wereld werden geschokt door de plotselinge dood van mevrouw Paşayeva en beefden opnieuw.

Onmiddellijk na de dood van mevrouw Ganira waren de berichten van barmhartigheid en vergeving en de verklaringen van de Turken die in verschillende delen van de wereld wonen, genoeg om de plaats van de jonge Ganira in de harten te verklaren.

Natuurlijk weten we dat Turken bidden voor de doden en hen gedenken met goede daden. Maar bij sommige onverwachte sterfgevallen, zoals die van mevrouw Ganira, raakt het geweten van de natie nog meer opgewonden, ontroerd en barst in tranen uit.

Natuurlijk kan het, net als bij mevrouw Ganira, alleen met bovenmenselijke inspanning mogelijk zijn om een troon in de harten te vestigen, wat niet voor elke dappere persoon mogelijk is. Iemands begrip en inzicht in het bestaan, zijn/haar inspanningen en zelfs zijn/haar strijd voor deze zaak kunnen worden gewaardeerd door het diepe geweten van de natie waartoe die persoon behoort.

Afbeelding met kleding, Menselijk gezicht, persoon, bril Automatisch gegenereerde beschrijving

Het vestigen van een troon in de harten is niet mogelijk door propaganda of voor de show, maar door het verdedigen van iemands overtuigingen met oprechtheid en oprechtheid, met geloof en liefde. De diepe liefde, oprechtheid en tranen die direct na de dood van mevrouw Ganira werden getoond en die voor velen van ons moeilijk te bevatten zijn, zijn het resultaat van een dergelijk geloof.

Mevrouw Ganira is arts. Ze is journaliste. Ze is advocaat, ze is schrijver. Ze is parlementslid. Ze is een activiste. Ze is een redenaar. Hij is een Turk. Hij is een soldaat. Hij is dichter. Hij is een liefhebber van Azerbeidzjan en Turkije. En hij is een mysticus. Ganira, die zoveel identiteiten in harmonie samenleeft, is een persoon die beschreven kan worden met het aspect dat iedereen haar kent.

Ganira, die zoveel identiteiten met zich meedraagt, lijkt er haar missie van gemaakt te hebben om deel te nemen aan evenementen in verschillende delen van de Turkse wereld, toespraken te houden, poëzie voor te dragen en haar boeken te promoten.

Met haar eindeloze en onuitputtelijke energie was mevrouw Ganira in Istanbul, Eskişehir op een dag, Konya, Erzurum, Lefke op een andere dag, Ganja, Boedapest, Amsterdam, Kazan, Kasjgar, Bukhara, Shusa, Ufa, en een andere keer in Bahçesaray, Tasjkent, Brussel, Tabriz, Kirkuk…

In verschillende jaren waren we samen met mevrouw Ganira op de evenementen van de Turkse Wereld in de voornoemde Turkse steden. We namen deel aan dezelfde sessies als sprekers. Ze presenteerde de boeken die ze schreef. Ze nodigde ons uit naar Baku. Zozeer zelfs dat ze op de bijeenkomst van de Turkse Wereld Diaspora van TASAM in Istanbul tegen de deelnemers in de zaal zei: “Vrienden, willen jullie een concreet voorbeeld van de Turkse diaspora? Voorin zit Veyis Güngör uit Nederland. Hij legt de diaspora niet theoretisch uit, hij leeft de Turkse diaspora door het persoonlijk uit te voeren en internationale activiteiten te ondernemen”.

Afbeelding met persoon, kleding, Menselijk gezicht, tekst Automatisch gegenereerde beschrijving

Precies 11 jaar geleden, in december, hadden we een “Internationaal Nagorno-Karabach Symposium” georganiseerd met deelname van Ganira Khan en de kunstenaar Azerin in het kader van de Wereld Mensenrechten Dag op 10 december. Dit programma, dat werd gehouden in het Nederlandse parlement, werd georganiseerd door de Europese Azerbeidzjaanse Diaspora en de Vereniging EkoAvrasya. Voorafgaand aan het symposium hadden we bezoeken en ontmoetingen in Amsterdam en Den Haag. Mevrouw Ganira zei op het symposium: “Op een dag zullen we de bezette gebieden terugnemen. De hele wereld zal dit zien”. Dit was bijna een verhoord gebed.

Misschien zal ik de vraag stellen die in eerste instantie gesteld zal worden: Wat maakt Ganira dan tot een nobel, heldhaftig en dapper Turks meisje van de Turkse wereld?

Naar mijn mening behoren tot de kwaliteiten die Ganira zo populair maken haar diepe Turkse historische bewustzijn, haar liefde voor Azerbeidzjan en Turkije, haar ontologie van Hodja Ahmet Yesevi en Imam Maturidi, haar geloof in het ideaal van de wereldorde en Turkse wereldheerschappij en de manier waarop ze haar leven in deze richting inrichtte. Wat we vandaag ook missen en waarvan we geloven dat het vrede in de wereld zal brengen, is de manifestatie van de “codes van het Turkse begrip van de Islam” in mevrouw Ganira en het worden van een visie. Moge haar ziel in de shad zijn en haar plaats in de hemel.