Türkevi Araştırmalar Merkezi, yardım raporunu kitap olarak yayınladı.
Hollanda yardım kuruluşları, yapılan harcamaları rapor halinde sundu.
Hollanda’daki Türk kuruluşlarının yardımları da yerini buluyor…
Hollanda’da toplanan 128 milyon euronun 40 milyonu harcandı.
Yardım kuruluşları şubat 2025’e kadar proje kabul edecek.
Haberin Hollandacası ve daha önce yayınlamış olduğum Türkiye-Hollanda arasındaki felaket yardımlarına ait haberler en altta.
İlhan KARAÇAY araştırdı:
Acıların konu edildiği olayları yazarken, duygu sömürüsü yapmak, yazarlığın en çirkin tarafı olmalıdır. Hele hele, aynı olayı maddi ve siyasi çıkar için kullanmak, lanet edilecek bir tutumdur.
Bir yıl önce 6 Şubat sabahı, tesadüfen uyanık olduğum ve TV izlediğim bir sırada meydana gelen Kahramanmaraş merkezli ve 11 ili kapsayan deprem haberlerini gözyaşları ile izlemiştim.
Daha sonra Hollanda’da yaşanan yardım kampanyalarını titizlikle takip etmiş ve gelişmeleri detaylı olarak yayınlamıştım.
Geçtiğimiz aralık ayında da, Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’ın bağışladığı 102 adet konteyner konutun teslimat törenine katılmak için Hatay’a da gitmiştim.
Hollanda’dan verdiğim yardım haberleri genellikle olumlu haberlerdi.
Hollanda’da yetişen müzisyen kızımız Karsu’nun ve Hollanda Kurtarma Timi USAR ile Hava Ambülans Hizmeti MEDEVAC’ın çalışmaları, haberlerimin ana kaynağı oluyordu.
USAR’ın Başkanı Job Kramer MEDEVAC’IN Başkanı Moris Schonk ile…
Karsu’nun fedakârca çalışmaları ve yarattığı olumlu atmosfer tüm çevrelerin takdiri ile ödüllendirilmiş sayılır. USAR ve MEDEVAC’ın fedakârca çalışmalarını da, tüm ekiptekilere bir öğle yemeği, madalya ve teşekkürler ile ödüllendirmeye çalışmıştık.
Yıkarıda da zikrettiğim gibi, demrem yardımları konusunda en iyi ve en kontrollu ülke, Hollanda oluyordu.
İşte bu Hollanda’da var olan çeşitli Türk Sivil Toplum Kuruluşu ile resmi teşekküllerimizi de tebrik etmek ve ödüllendirmek şart olmuştur.
Türkevi Araştırmalar Merkezi, yukarıda sözü edilen kuruluşlardan biridir.
Türkiye’deki depremzedeler için yapılan yardım faaliyetlerini araştırma kararı alan Türkevi, akademisyenlerden oluşan bir ekibi devreye sokmuştur.
Araştırmada, Hollanda’da faaliyet gösteren Türk sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik yardımları başta olmak üzere, Hollanda yardım kuruluşlarının, belediyelerinin ve arama kurtarma ekiplerinin faaliyetlerinin incelediği araştırmada, yardım faaliyetlerinde yer alan, Hollanda Diyanet Vakfı (HDV), Hollanda İnsani Yardım Vakfı (İHH), Türk Girişimciler Derneği (Tover), Hollanda İşadamları Derneği (HOTİAD), Kümbet Vakfı, Hollanda Uluslararası Demokratlar Birliği (UID), BM Live Vakfı ve Azerbaycan Türk Kültür Derneği gibi bazı sivil toplum kuruluşları ile mülakatlar yapıldı ve elde edilen veriler, tematik yaklaşım metodu ile analiz edildi.
Haftalarca süren bu araştırmanın sonunda tamamlanan rapor, “6 Şubat 2023 Depremi Sürecinde Hollanda-Türkiye Dayanışması” başlığı ile kitap olarak yayınlandı.
Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin Başkanı Veyis Güngör, önceki gün bu kitabın tanıtımını, araştırmaya katılan kuruluşların temsilcileri önünde yaptı.
Gazeteci olarak naçizane şahsım ve Anadolu Ajansı muhabiri Selman Aksünger’in yanında, Hollanda Sivaslılar Platformu Başkanı İbrahim Çitil, Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı Ömer Erdem, İHHNL Başkanı Ayhan Arslantaş, Türkevi’nden Mustafa Zeki Ören, Hollanda Samsunlular Derneği Başkan Yardımcısı İsmail Asma, HOLSAMDER Başkanı Mümin Özsoy, Nogay Vakfı Başkanı Orhan Demirci, toplantıya ev sahipliği yapan İHH Koordinatörü Hüseyin Gündüz, Hollanda Türk Turizmciler Seyahay Acenteleri Derneği Başkanı Kamil Saygı, TİCF Başkanı Ömer Altay, Hollanda Gelişim Vakfı Başkanı Selahattin Köse, Kümbet Vakfı Başkanı Bekir Baş ve gözlemciler Selim Şimşek ile Recep Can’ın katıldığı kitap tanıtım toplantısında, Veyis Güngör’ün yaptığı açıklamalar ilgiyle dinlendi.
Veyis Güngör şunları söyledi:
“Çalışmada, özellikle Hollanda Türkiye ikili ilişkilerinin önemine dikkat çekilerek, kendileriyle mülakat yapılan STK temsilcilileri, deprem sürecinde Hollanda’nın oldukça sıcak ve samimi davranış sergilediğini belirtmişlerdir.
Buradan hareketle, mevcut ilişkilerin öneminin korunması, gelecekteki ikili işbirliği fırsatlarının değerlendirilmesi ve bu iş birliğinin Hollanda ve Türkiye arasında pek çok alanda olumlu etkiler yaratabileceği potansiyelinin göz önünde bulundurulması, gelecek kuşakların yeni ilişkiler kurması açısından önem arz ettiğine dikkat çekilmiştir.”
Veyis Güngör, Hollanda’da deprem sürecinde ortaya çıkan yardım ve eylem çeşitliliğinin, kitapta yer alışını şöyle anlattı: “Arama, kurtarma ekipleri ve eğitimli köpekleri enkaz çalışmaları için Türkiye’ye gönderildi,
Bazı kiliselerde çanlarla İstiklal Marşı çalındı,
Bayraklar yarıya indirildi,
Köprüler, binalar kırmızı renkle ışıklandırıldı,
Temsilciler Meclisi’nde saygı duruşunda bulunuldu,
Hollanda Kralı, Başbakanı ve Maliye Bakanı yardım toplama merkezlerini ziyaret ettiler,
Belediyeler kişi başı 1 Euro bağışladılar,
15 Şubat akşamı Ulusal Yardım kampanyası başlatıldı,
Dostluk adına futbol maçı yapıp geliri Türkiye’ye gönderildi,
Hollandalılar hem maddi olarak hem de ihtiyaç malzemeleri getirerek yardım ettiler.”
Kitapta yer alanların, mümkün mertebe okutulması gerektiğini arzulayan Veyis Güngör şöyle devam etti:
“Deprem sürecinde, organize edilen başta Ulusal Yardım Kampanyası olmak üzere, diğer kampanyaların başarılı olmasında, Hollanda medyasının rolü öne çıkmıştır. Depremi birinci haber olarak vermeleri, günlerce gündemde tutmaları, toplanan yardım miktarının artmasını sağlamıştır.
Türkiye’de meydana gelen şiddetli deprem, Hollanda’da yaşayan Türklerin bir bütün olarak hareket etme çabası içerisinde olduklarını göstermiştir. Depremde yaşanan acı ve trajedinin yanı sıra, dayanışma, birlik ve insani duygularının perçinlendiği bu vesile ile ortaya çıkmıştır. Bu acı gelişme sonrasında bir kez daha görülmüştür ki, Türkiye, Türkiye’den büyüktür.”
Veyis Güngör, depremzedeler için Hollanda cephesinde neler yapıldığını da şöyle anlattı:
“Deprem ve devamındaki artçılar sonrası, Birlikte Çalışan Hollanda Yardım Kuruluşları, -Giro 555 üye kuruluşları-, 15 Şubat 2023 günü Ulusal Yardım Kampanyası düzenlemiştir. Kuruluşlar bölgeye acil yardım malzemeleri göndermiştir. İlk gönderilen yardımlar arasında geçici barınaklar, su ve sanitasyon, tıbbi bakım, yiyecek ve içeceklerden oluşan malzemeler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, hijyen kitleri, kışlık kıyafet ve battaniye gibi yardım malzemeleri de dağıtılmıştır. Hayatta kalanlara, ihtiyaçlarını gidermek için nakit para ve kuponlar verilmekle birlikte, psiko sosyal yardım ve travma rehberliği sağlandı ve çocukların rahat edebilecekleri güvenli alanlar oluşturuldu.
Hollanda Kurtarma Timi USAR, 65 kişilik ekip ve 8 arama köpeği ile 25 Şubat tarihine kadar deprem bölgesinde çalışmalar yapmıştır. Enkaz altından yüzlerce yaralıyı çeşitli şehirlerdeki hastanelere taşımıştır. Uluslararası “Hava Ambulans Hizmeti”(MEDEVAC) kuruluşu, depremin ilk günü havacılardan oluşan 45 kişilik bir sağlık grubuyla deprem bölgesine ulaşmıştır. Ekibi bölgeye ulaştıran C-130 Hercules uçağı, 25 şubat gününe kadar orada kalıp, yüzlerce yaralıyı çeşitli şehirlerdeki hastanelere taşımıştır. Kurumsal yardım kampanyaları yanı sıra, Hollanda’nın hemen hemen her köşesinde bireysel yardım kampanyalarının yapıldığı da gözlemlenmiştir.”
Araştırmayı yapan akademisyenlerin, Sivil Toplum Kuruluşları ile yaptıkları mülakatlar sonrasında şu konu başlıkları ön plana çıkmıştır.
“Yardımların toplanması ve Türkiye’ye sevki noktasında, Sivil Toplum Kuruluşları arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Giro 555’in, toplanan yardım paralarının yerine doğru bir şekilde ulaşıp ulaşmadığı hususunda mülakat yapılanlar arasında ciddi tereddütler bulunmaktadır.
Deprem yardım çalışmalarında her STK’nın harekete geçtiğine dikkat çekilirken, profesyonel bir koordinasyonun olmamasından şikayet edilirken, daha planlı ve koordineli bir yardım kampanyasının yapılabileceği, çeşitli STK temsilcileri tarafından dile getirilmiştir.
Araştırmaya katılanlar, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yapmayı düşündüklerini belirtirken, Hollanda’daki STK’larla koordineli bir şekilde bir afet yardım organizasyonunun hayata geçirilmesini önemsemektedirler. Bazı katılımcılar, organizasyonun Büyükelçilik öncülüğünde yapılmasını salık vermekteler.”
Veyis Güngör, konuşmasını teşekkür cümleleri ile şöyle sonlandırdı:
“Deprem yardımları sürecinde vuku bulan hadiselerin yönetimi ve koordinasyonu noktasında, başta T.C. Lahey Büyükelçiliği olmak üzere, T.C. Amsterdam, Deventer ve Rotterdam Başkonsolosluklarının, hem sahada hem de diplomatik alanda etkin rol oynadığı görülmüştür. Bu kapsamda hem Dışişleri Bakanlığımızı misyonlarına, hem de görüşme gerçekleştirilen Sivil Toplum Kuruluşlarımıza, Türkevi Araştırmalar Merkezi olarak şükranlarımızı iletiyoruz.”
Veyis Güngör’ün konuşmasından sonra, söz alan katılımcılar, kendi görüşlerini anlattıktan sonra, anlaşılmayan konular hakkında bilgi istediler.
Konuşmaların odak noktası ise, Giro 555’te bulunan 80 milyon euro kadar paranın iyi değerlendirilmesi için proje üretimi yapılmasının teşvik edilmesi oldu.
HOLLANDA CEPHESİNDEN DE AÇIKLAMA VAR
11 Yardım Kuruluşundan oluşan Giro 555’ten gelen son açıklama, yüreklerimize su serpti adeta…
İletişim Koordinatörü Gün Özkara imzasıyla gelen açıklamada aynen şunlar yazılıydı:
Giro555 gelirleriyle Türkiye ve Suriye’de 5,5 milyondan fazla insana yardım edildi
Nihai geliri 128 milyon avroyu bulan yardım çalışmaları, bir yılın ardından hâlâ acil yardım, psikososyal destek ve geçim kaynaklarının yeniden tesisi alanlarında tüm hızıyla devam ediyor.
Amsterdam, 5 Şubat 2024:
Yaklaşık bir yıl önce Hollanda, Türkiye ve Suriye’deki depremzedeler için kitlesel olarak seferber oldu.
Sayaç, 31 Aralık 2023’de 128 milyon avroyu gösteriyordu ve böylece bu kampanya, Giro555’in şimdiye kadarki en büyük üçüncü kampanyası oldu. Giro555’in arkasındaki kuruluşlar, kampanyanın ilk bölümünün tamamlanmasıyla birlikte ilk dokuz ayda en az 5,5 milyon kişiye ulaşmış oldu. Giro555 tarafından bugün yayınlanan 9 aylık raporda da aynı şey söyleniyor. Bu dönemde, yardım çabalarının odak noktası, özellikle insanların enkaz altından çıkarılması, gıda paketleri, temiz içme suyuna erişim, tıbbi yardım ve geçici barınma gibi akut ve hayat kurtarmaya yönelik ihtiyaçlar oldu. Özellikle Suriye’de ve Türkiye’nin bazı bölgelerinde bunlar gerekli olmaya devam etse de, odak noktası yavaş yavaş yerel ekonomilerin ve geçim kaynaklarının yeniden tesis edilmesine kayıyor. Yardım kuruluşları, başka şeylerin yanı sıra çocuklara yönelik psikososyal destek de sunuyor.
Elde edilen gelirlerle Ekim 2023 sonuna kadar 5,5 milyondan fazla insana ulaşıldı ve diğer şeylerin yanı sıra 500.000’den fazla gıda paketi dağıtıldı. En büyük miktar, akut acil yardım, geçici barınma ve su ve sanitasyon sağlamaya gitti. Özellikle Türkiye’de çok sayıda geçici çadır ve konteyner kampları kuruldu, ev ve binalarda güvenlik denetimleri ve onarımlar gerçekleştirildi. Suriye’de ise temiz içme suyu ve hijyen tesislerinin yetersizliği nedeniyle yardımların çoğu su ve sanitasyona gitti. Türkiye’de yardımların %21’i barınmaya, %19’u yerel girişimcilerin mali olarak desteklenmesi gibi geçim kaynaklarına, %16’sı ise su ve sanitasyona harcandı. Suriye’de yardımların çoğu (%26) su ve sanitasyona, %18’i insanların geçimlerini sağlayabilmeleri için CASH projelerine ve %9’u geçim kaynaklarına aktarıldı.
Türkiye ve Suriye’de harcanan miktar neredeyse birbirine eşit olup, önümüzdeki aylarda da eşit dağıtılacak. Yardım operasyonunun boyutu etkilenen bölgelerin büyüklüğü nedeniyle çok büyük ve her bir bölgenin kendine ait zorlukları bulunuyor. Yardım kuruluşları kampanyanın devamında, Mart 2025’e kadar yardım sağlamaya devam edecek.
Giro555, Eylem Başkanı Michiel Servaes, “Her bir yardım kuruluşunun Giro555 adına sunduğu uzmanlık, her iki ülkede de farklı ihtiyaçlara cevap verebilmemizi sağlıyor. Depremden önce Suriye’de pek çok insan için yeteri kadar gıdaya ulaşmak zaten zordu. Depremden sonra durum, başka şeylerin yanı sıra, hızla artan enflasyon nedeniyle daha da kötüye gitti. Yardım kuruluşları, yemek, gıda paketleri ve çeşitli nakit projeleri şeklinde gıda dağıtımı için geniş çaplı çalışmalar yaptı. Türkiye’de, başka sorunların yanı sıra, büyük bir su sorunu ortaya çıkmıştı. O zamandan bu yana, bölgedeki binlerce insana yeniden temiz su sağlayacak bir su arıtma tesisini onarmayı başardık. Her iki ülkede de faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Aşırı kış koşulları nedeniyle, ne yazık ki halen çadır kamplarında kalmakta olan insanlara, daha fazla battaniye ve sıcak tutan kıyafetler gibi ilave yardımlar gönderdik.” diyor.
Giro555 adına faaliyet gösteren 13 yardım kuruluşu, insanların yeniden geçimlerini sağlayabilecek duruma gelmeleri için önümüzdeki yıl da ailelere ve girişimcilere barınma, psikososyal destek ve mali desteğin artırılması da dahil, acil yardım sağlamaya devam edecek.
Felaketin hem yetişkinler hem de çocuklar açısından büyük psikolojik ve sosyal sonuçları oldu. Bu konuya özel önem veren kuruluşlardan biri de UNICEF’tir. Acil Yardım Koordinatörü Wietske Nijman, özellikle çocuklara yardım etmenin önemli olduğunu söylüyor ve, “Onların normal rutinleri bir anda alt üst oldu ve arkadaşları genellikle başka yerlere göçtü. Pek çok çocuk ebeveynlerini, ailesini ya da evini kaybetti. Tüm bunlar kaygı, sosyal izolasyon, depresyon ve strese bağlı diğer sorunlara yol açabilir. Eğitimin de verileceği çocuk dostu özel alanların yaratılması çocukların ruh sağlığı için büyük önem taşıyor. UNICEF, Giro555’in yardımıyla, halihazırda 36 çocuk dostu alanı destekleyebildi ve bu yıl 45 alan daha desteklenecek.” diyor.
www.giro555.nl <https://www.giro555.nl/> adresinde ülke bazında, hangi acil yardımın hangi kuruluş tarafından sağlandığı görülebilir. Kampanya miktarının tamamının harcanmasına ilişkin nihai rapor Haziran ayında yayınlanacak.
Giro555, toplanan paranın nasıl harcandığı konusunda şeffaf olan 11 yardım kuruluşundan oluşan bir iş birliği platformudur. Giro555 kampanyasından elde edilen gelir, 11 katılımcı yardım kuruluşu ve akredite misafir katılımcılar arasında dağıtılıyor. Bu sayede her bir kuruluş doğrudan acil yardım sağlayabiliyor olup, yardım çabalarının sonuçları hakkında Giro555’e belirli aralıklarla rapor verir.
Giro555’in Türkiye ve Suriye’deki deprem için iş birliği yaptığı yardım kuruluşları şunlardır: CARE Netherlands, Cordaid, Kerk in Actie, Netherlands Red Cross, Oxfam Novib, Save the Children, Stichting Vluchteling, UNICEF Netherlands ve World Vision. Dokters van de Wereld, VNG, War Child ve Habitat ise halihazirdaki ek konuk katılımcılardır.
Giro 555’in konuyla ilgili olarak hazırlamış olduğu görüntüleri izlemek için, aşağıdaki linke tıklayınız.
KAHRAMANCA ÇALIŞAN USAR VE MEDAVAC İÇİN DAHA ÖNCE YAYINLADIKLARIM
Kuruluşunun 20’nci yılı kutlanan USAR hakkında daha önce de yayın yapmıştım.
Hollanda ile Türkiye arasındaki yardımlaşma konusunu da haber yapmıştım.
Sizlere o iki haberi yeniden sunuyorum:
LAHEY BÜYÜKELÇİLİĞİMİZ VE YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ’NDEN HOLLANDALI DEPREM KAHRAMANLARINA BÜYÜK JEST…
Enkaz altından 12 insanımızı ve bir de köpeği canlı çıkaran Hollanda yardım ekibine, ‘Teşekkür ve Minnet Borcu Yemeği’ verildi.
45 Kişilik sağlık ekibi MEDEVAC ve 65 kişilik kurtarma ekibi USAR’ın kaptanları Maurice Schonk ve Job Kramer, “ İlk kez böyle bir jest ile karşılaştık” dediler.
USAR’ın, 1999 Marmara depreminden sonra kurulmuş olduğuna dikkat çeken Kramer, “Bu gerçek, bizi daha da kamçıladı” dedi.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
56 Yıllık gazetecilik yaşamımda ve binlerce yıllık tabii afet tarihinde hiç rastlamadığım, Kahramanmaraş merkezli deprem felaketi, bıraktığı acı izlerin yanında, insan sevgisinin de ne kadar gerçekçi olduğunu ortaya koydu.
İzleyenleri bir acı girdabına sokan Anadolu’daki son felaket, yüreğinde insan sevgisi olan herkesi harekete geçirdi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kurtarma ve sağlık ekipleri, depremzedeler için harekete geçti.
Sadece Avrupa Birliği’nden 21ülkeden 1.150 kişi ve 70 arama köpeği deprem bölgesine aktı.
Deprem bölgesine akan yardımseverler arasında tabii ki Hollandalılar da vardı.
MEDEVAC
Depremin birinci günü. Havacılardan oluşan 45 kişilik sağlık grubunu taşıyan C-130 Hercules uçağı, 25 şubat gününe kadar orada kaldı ve yüzlerce yaralıyı çeşitli şehirlerdeki hastanelere taşıdı.
45 kişilik ekip, deprem bölgesinde kurdukları sağlık çadırlarında da yüzlerce yaralıyı tedavi etti.
USAR
65 kişi ve 8 arama köpeği ile deprem bölgesine giden ve 12 insanımız ile bir köpeği enkaz altından canlı çıkaran USAR ekibi, günlük yaşamlarında itfaiyeci, hastabakıcı, doktor, polis ve inşaatçılardan oluşuyor.
GERİ DÖNÜŞLER
Hollanda yardım ekiplerinin geri dönüşleri de hararetli oldu. Ekiplerin Hollanda’ya geri dönüşlerinde Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal, Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz, Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Ebutaleb ve kalabalık Türk grupları çiçeklerle hazır bulundular.
…VE TEŞEKKÜR YEMEĞİ
Hollanda Yardım Kuruluşlarının, deprem sonrasında ortaklaşa başlattıkları bağiş kampanyası sonunda toplanan 110 milyon euro, Hollanda için rekor bir meblağdı. Hollanda kurtarma gruplarının, deprem bölgesinde yaptıkları fedakârlıklar, gönüllerde taht kuracak cinstendi.
Bunlara karşın, bizim devletimiz ve yurttaşlarımız gerekli şükranlıkları gösterdiler ama, birilerine göre bu yetmezdi.
İşte, bu birilerinden biri de, Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nün müdürü Adil Akaltun’du.
Adil Akaltun, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal’a başvurarak durumu arzetti. Büyükelçimiz Ünal, “Ben de Hollandalıların bu fedakârca girişimlerine özel bir teşekkür düşünüyordum” dedi.
Akaltun hemen önerdi: ”Biz Yunus Emre’de bir öğle yemeği verelim, siz de bize katılın.”
Büyükelçinin onayından sonra, Hollanda’dan deprem bölgesine giden iki ekibin tamamına davetiye gönderildi.
Bu davet o kadar memnuniyet vericiydi ki, iki gruptan pek çoğu bu yemeğe katıldı.
Amsterdam Başkonsolosumuz Mahmut Burak Ersoy’un da katıldığı yemek öncesinde yapılan konuşmalarda, büyükelçimiz Ünal Ünal teşekkürlerini sunarken, iki grubun başkanları da hissiyatlarını anlattılar.
Hediye dağıtımından sonra, kadınlarımızın hazırladıkları leziz yemeklerimiz açık büfe olarak sunuldu. Aslında bir Güney ve Güneydoğu yemeği olan içli köfte çok beğenildi ve kapışıldı. Ama sonradan öğrendiğime göre, içli köfteyi yapan Güneydoğulu deği, Konyalı bir bayandı.
Yemek sonrasında konuştuğum MEDEVAC’ın Başkanı Moris Schonk, Türkiye’de yaşadıkları facia sonrasının, bu güne kadar görülmüş faciaların en büyüğü olduğunu ve Türk halkının kendilerine gösterdikleri yakınlığı hiç unutamayacaklarını belirtirken, “Ama bize yapılan bus on yemek jestini hiç mi hiç unutmayacağız. Sonsuz teşekkürler” dedi.
USAR’ın Başkanı Job Kramer ise şunları anlattı: “Büyükelçiliğinizin, Yunus Emre Enstitüsü ile ortaklaşa düzenledikleri bu jest bizi çok mutlu etti. Türkiye’deki çalışmalarımız sırasında çok zor anlar yaşadık. Ama biz enkaz altından canlı çıkardığımız zaman, gösterilen sevinç ve alkışları hiç unutmayacağız. Şunu mutlulukla söyleyebilirim ki, bizim grubumuz, yinebir Türkiye felaketi sonrasında kurulmuştu. 1999 Yılında yaşanan deprem felaketi sonrası devlet bize bu imkânı tanıdı. Bu nedenle de Türkiye’nin bizde bambaşka bir yeri var. “
KÖPEK MİKA DA VARDI…
Deprem bçlgesine götürülen 8 köpekten biri de Mika’ydı. Teşekkür yemeğine getirilen Mika da menudeki yemeklerden nasibini aldı. Çok kişinin canlı olarak kurtarılmasında rol oynayan Mika, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal’ın da dikkatini çekti. Büyükelçi Ünal, Mika’yı okşayarak teşekkürlerini sunmuş oldu.
**********************
1916 SEL FELAKETİNDE 2.387.90 FLORİN, 1953 SEL FELAKETİNDE BATTANİYE GÖNDERDİĞİMİZ HOLLANDA, TÜRKİYE DEPREMZEDELERİ İÇİN 90 MİLYON EURO TOPLADI.
Medyada tam 10 gündür, duygulu anlar yaşatan görüntülerin etkilediği Hollandalılar, 100 milyonu aşması beklenen, tarihin en büyük yardım meblağını yakaladılar.
Türkiye’de televizyonlar ortak yayın yaparken, Hollanda’da da televizyonlar, ünlülerin katılımı ile yardım çağrısında bulundular ve rekor meblağı buldular.
Sanatçımız Karsu’nun aynı yayında icra ettiği ‘Gönlüm hep seni arıyor neredesin Sen’ şarkısı, altyazı tercümeli olunca, daha çok duygulanan Hollandalılar gönüllerindekileri boşalttılar.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Meydana gelen felaketler, insanları olduğu gibi, devletleri de duygulandırınca, medeniyet ve minnettarlık devreye giriyor ve dostluk ilişkileri alevleniyor.
Bunun son örneğini, ülkemizde onbir ilde meydana gelen deprem sırasında yaşadık.
Örneğin, düşmanca ilişkilerimiz olan Ermenistan, Yunanistan ve İsrail gibi ülkelerin yardım isteklerini geri çevirmedik. Haliyle de bu ülkelerden gelen insanlarla kucaklaştık.
Gönül ister ki, insanlık uğruna kucaklaşabildiğimiz bu ülke ve insanlarıyla, bundan sonra da sıcak ilişkilerimiz devam eder.
Şimdi sizlere düşman bir ülkeden değil, kuruluşları sırasında ilk bizim tanıdığımız, 80 yıllık İspanya savaşında destek verişimiz ile savaşı kazanmalarına yardım ettiğimiz ve lalemiz ile zengin ettiğimiz bir ülkeden, yani Hollanda’dan söz edeceğim.
Arada bir, siyasi tartışmalar yaşadığımız ve şahsen benim de ‘Irkçılık yapıyorlar’ diye fırçaladığım Hollandalılar ile gerçekten de dostmuşuz…
Hollandalılar ile dost olduğumuzun ispatı için, geçmişten pek çok örnek verebileceğim gibi, son yaşanan örneği, ‘perçin’ olarak kabul edebiliriz.
Hollandalılar, tıpkı 1999 Marmara depremi sonrasında olduğu gibi, şimdi yaşadığımız felaket sırasında ve sonrasında duyarlılıklarını yeniden ortaya serdiler.
1999 depremi sonrasında, birbirimize kenetlenerek yaptığımız bir kampanya sonrasında 67 milyon Gulden yardım toplanmıştı. O zaman da Prensesler, Bakanlar ve ünlüler camilerimize koşmuş ve sonra da yine ortak bir TV yayını ile o zamanki rekor meblağı toplamışlardı.
Hollandalılar şimdi de, deprem bölgesine kalabalık bir yardım ekibi göndererek ve 12 canımızı kurtararak dostluklarını ortaya koydular. Depremi takip eden günlerde, Başbakan ve Bakanlar ve hatta Kral Willem Alexander, Türkler ile buluştular ve kucaklaştılar. Belediyeler bayraklarını yarıya indirdiler, geceleri kırmızı ışıklarla ile Türk bayrağını simgelediler ve her yurttaş için bir euro hesabıyla, toplamda 17 milyon euro bağış yaptılar.
Kral Willem Alexander, ziyaret ettiği Türkler ile.
Hollandalılar’ın en büyük ve duyarlı yardım kampanyası, dün yapılan ortak TV yayınında gerçekleşti.
Türkiye’de, ünlülerin katıldığı ‘Türkiye Tek Yürek’ başlıklı ortak TV yayını sırasında 120 milyarı aşan rekor bir meblağ toplanırken, Hollanda televizyonlarının ortak yayınında da 90 milyar euroyu bulan ve 100 milyonu aşması gerek rekor bir meblağ toplandı.
Başbakan Rutte, ziyaret ettiği Türkler ile.
TV yayınının en duygulu anı, burada yaşayan şarkıcı kızımız Karsu’nun konuşması ve şarkı söylemesi sırasında yaşandı. Karsu, Hataylı bir ailenin kızı. Anne ve babası ona köylerinin adını vermişlerdi. Bu ara harabe haline gelmiş o köy görüntülenirken, Karsu da enkaz altında kalan 16 aile ferdinin acısını anlatıyordu. Karsu daha sonra piyanoya geçip ‘Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen’ şarkısını söyledi. Şarkının sözleri altyazı ile tercüme edilince, göz yaşları pınar olup aktı.
İşte Karsu’nun seslendirdiği, depremzedeler için
‘biçilmiş kaftan’ gibi şarkının sözleri ve tercümesi:
Şu garip halimden bilen, işveli nazlı,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen? Mijn liefste, jij weet hoe verloren ik me voel;
mijn hart zoekt steeds jou, waar ben je nu?
Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen, neredesin sen? Je zoete woorden, je lieve lach, je mooien ogen;
Mijn hart zoekt steeds jou, waar ben je nu?
Ben ağlarsam ağlayıp, gülersem gülen,
Bütün dertlerim’ anlayıp, gönlümü bilen Jij die huilt als ik huil, lach als ik lach;
Jij die al mijn pijn en verlangens begrijpt,
Sanki kalbimi bilerek, yüzüme gülen,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen, neredesin sen? Jij die glimlachend recht in mijn hart kijkt;
Mijn hart zoekt steeds jou, waar ben je nu?
HOLLANDA ACİL YARDIM EKİBİ USAR’IN 20’NCİ YILI KUTLAMASINA KATILAN BÜYÜKELÇİMİZ VE HOLLANDA DIŞİŞLERİ BAKANI DOSTLUĞUMUZU PEKİŞTİRDİLER
Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal: “USAR’ın 1999’da Türkiye’yi vuran trajik depremlerden ilham alınarak kurulmuş olması sevindiricidir.”
Hollanda Dışişleri Bakanı Wopke Hoekstra: “USAR Ekibi Türkiye’de etkileyici bir profesyonellikle büyük çaba gösterdi.”
Büyükelçimiz Ünal, 1916 ve 1953’te Hollanda’da yaşanan sel felaketlerinden sonra, Türkiye’nin yaptığı yardımları anlattı.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’nın, dillere destan kurtarma ekibi USAR’ın 20’nci kuruluş yıldönümü, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal’ın çok özel katılımıyla kutlandı. Hollada Dışişleri Bakanı Wopke Hoekstra’nın da konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte, büyükelçimiz Ünal tek yabancı davetliydi.
6 Şubat deprem felaketinden hemen sonra, 65 kişi ve 8 arama köpeği ile deprem bölgesine giden ve 12 insanımız ile bir köpeği enkaz altından canlı çıkaran USAR ekibi, günlük yaşamlarında itfaiyeci, hastabakıcı, doktor, polis ve inşaatçılardan oluşuyor.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde meydana gelen felaketler sonrasında, olay yerlerine en hızlı bir şekilde gitmesi ve başarılı çalışmalar yapması ile ünlenen USAR ekibi, 1999 yılında meydana gelen Marmara depreminden sonra kurulmuştu. Marmara depreminin kendilerine ilham vermesi sonrasında kurulan USAR’ın 20’nci kuruluş yılında etkinliğinde konuşan büyükelçimiz Selçuk Ünal, geçmişte yaşanan Hollanda’daki felaketlere, Türkiye’nin yaptığı yardımları dile getirdi.
Büyükelçi Selçuk Ünal’ın yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
“Sayın Dışişleri Bakanı Hoekstra, USAR’ın Değerli ve Cesur Üyeleri, USAR’ın Destekleyici Aileleri ve İnsani Yardım Dünyasının Dostları,
USAR.NL’nin 20 yıllık olağanüstü yolculuğunu kutlayan bu anlamlı olayda bugün burada olmak benim için bir onur.
Bizleri bu önemli kutlamaya davet ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bana, Hollanda’nın USAR.NL’yi 1999’da Türkiye’yi vuran trajik depremlerden sonra kurmaya karar verdiği söylendi. O yüzden davetiniz çok anlamlı.
Türkler ve Hollandalılar arasındaki ilişkiler 1612’de resmi olarak diplomatik ilişkilerin kurulmasına kadar gitmektedir. Ancak gerçekte ilişkiler 1571’de başlamıştır. İlk temasın 1566’da başladığı belgelenmiştir.
Türk Hükümeti ve halkı adına, Türkiye’de son zamanlarda meydana gelen yıkıcı depremlerin ardından verdiği paha biçilmez destek için USAR.NL’ye yürekten şükranlarımı sunuyorum. Sayın Dışişleri Bakanı ve ekibine, İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na, Savunma Bakanlığı’na, Giro 555’a, Hollandalı dostlarımıza ve Türk-Hollanda camiasına büyük katkıları için teşekkür ederiz.
USAR ekibi 12 kişi, 1 köpek ve bir kanaryayı kurtardı. İnsanlığın tüm inançlarında bir canı kurtarmak, insanlığı kurtarmaktır. Yani sizler sadece gelecekteki aileleri değil, insanlığı da kurtardınız.
Kriz zamanlarında dayanışma ve merhamet kendini gösterir. İhtiyaç anında Hollanda’nın yaptığı yardımı unutamayız.
Hollanda hükümeti ve Hollanda halkı, kurtarma ve yardım operasyonlarına yardımcı olmak için yardım ellerini uzatarak, kaynaklarını sağlayarak ve uzmanlıklarını sunarak ön saflarda yer aldı.
Dahası, aramızdaki bağın sadece karşılıklılığın ötesine geçtiğini kabul etmek önemlidir. Uluslarımız, felaket zamanlarında, sınırları aşarak ve gerçek dostluk ruhunu göstererek yan yana durdular.
Hollanda yıkıcı sellerle karşı karşıya kaldığında, Türkiye de her zaman hızlı destek ve dayanışma sunarak ikili ilişkilerimizin derinliğini gösterdi.
Osmanlı Devleti, 1916 selinin yaşandığı çok zor günlerde Hollanda Krallığı’na yardım göndermişti.
1953 yılında Hollanda’da yaşanan sel felaketinin ardından Türkiye yeniden yardımda bulunmuştur.
Felaketin 50. yıldönümü vesilesiyle dönemin Başbakanı Jan Peter Balkenende 18 Eylül 2003 tarihli mektubuyla ülkemizin yardımları karşısında Hollanda ulusu adına ülkemize resmi teşekkürlerini içeren mektubu, bu tarihi dayanışmanın simgelerinden biridir.
Aynı şekilde, Türk dernekleri ve Türk-Hollanda topluluğu, Temmuz 2021’de Limburg’da selden etkilenen 216 aileye yardım etmekte gecikmedi.
USAR.NL’nin son çalışmasında örneklenen ülkelerimiz arasındaki işbirliği, kriz zamanlarında uluslararası ortaklıkların gücünün bir kanıtıdır.
Hayat kurtarmak, acıları hafifletmek ve toplulukları yeniden inşa etmek için kaynaklarımızı, uzmanlığımızı ve sarsılmaz bağlılığımızı bu işbirlikleri aracılığıyla bir araya getirebiliriz.
USAR.NL’nin son yirmi yıldaki olağanüstü başarılarını kutlarken, ortaklığımızın daha geniş önemi üzerinde de düşünelim.
Ortak çabalarımızın etkisi, bireysel felaketleri aşar ve dünyanın dört bir yanındaki insanlarda yankı uyandıran bir birlik, dayanıklılık ve umut duygusunu besler.
USAR.NL’ye olağanüstü adanmışlığı ve insani yardım çabalarına olan sarsılmaz bağlılığı için derin takdirlerimizi ifade etmek isterim.
Türkiye ve Hollanda, birlikte, dayanışmanın, gerçek anlamda dostluk ve işbirliğinin örneğini ortaya koydular.
Gelecekteki zorluklarla sarsılmaz bir kararlılıkla yüzleşirken, bu ortaklığın gelişmeye ve başkalarına ilham kaynağı olmaya devam etmesini dilerim.
Türk-Hollanda toplumunun bir önerisini yineleyerek sözlerimi bitirmek istiyorum. STK’ların birçoğu bir Hollanda-Türk arama ve kurtarma ekibi kurulmasını tavsiye etti. Umarım 30. yıl dönümünüzde burada duran ve bu fikrin gerçekleşmesini takdir eden farklı bir Türk Büyükelçisi olur.
Teşekkür ederim.”
WOPKE HOEKSTRA
Büyükelçimizin konuşmasından sonra söz alan Hollanda Dışişleri Bakanı Wopke Hoekstra şunları söyledi:
Değerli USAR Ekip Üyeleri ve Aileleri, Sayın büyükelçiler, Bayanlar ve Baylar,
” Hem Yahudi, hem de İslami geleneklerde bir söz vardır. ‘Bir hayatı kurtaran, tüm dünyayı kurtarmış olur.’ USAR olarak yirmi yıldır bu prensibi uyguluyorsunuz. Hollanda’da ve tüm dünyada büyük bir özveri, cesaret ve yorulmak bilmez bir çabayla… .
En zor koşullarda, felaket kurbanlarına yardım etmek için büyük çaba harcıyorsunuz. Bununla bir ekip olarak siz – kadınlar, erkekler ve köpekler – her seferinde olağanüstü bir şey yaratırsınız. Ama turuncu miğferlerinizle bana göre daha büyük bir şeyi de temsil ediyorsunuz.
Bunu sadece son bir yılda, Sudan’dan Hollanda vatandaşlarının tahliyesinde ve Ukrayna’ya verdiğimiz desteklerde gördüm. Türkiye ve Suriye’deki şiddetli depremden sonra yaptıklarınız da cabası…
Depremde en çok hasar gören Hatay’da çok kısa bir zaman içinde ulaştınız ve orada zor koşullar altında, mümkün olduğu kadar çok insanı kurtarmak için etkileyici bir profesyonellikle büyük çaba sarf ettiniz.
Tüm Hollanda, bu fedakârlığınızı ‘Türkiye’de Turuncu Miğferler’ belgeselinde görebildi .
Hollanda’nın tamamı, ekibinizin bağlılığını, profesyonelliğini, cesaretini ve insanlığını gördü. Bu etkileyici çalışma için tüm övgüyü hak ediyorsunuz.
Bayanlar ve Baylar,
Bu taahhütle Hollanda’nın en iyi yüzünü dünyaya gösteriyorsunuz. Yararlı, profesyonel ve hayat kurtarıcı…
Bunu yaparak Hollanda diplomasisine de büyük bir katkı sağlamış oluyorsunuz. Sorumluluk alan ve başkalarına yardım etmeye hazır bir ülkeyiz. Bu, doğal afet mağduru, savaş ve şiddetten etkilenen veya bundan kaçan insanlara verilen desteği içerir.
Bunu esas olarak BM kuruluşlarının, Kızıl Haç’ın ve STK’ların çalışmalarını finansal olarak mümkün kılarak yapıyoruz. Dolayısıyla, USAR’ın konuşlandırılması gerçekten benzersizdir.
Hükümet adına, USAR üyeleri olarak sizinle gurur duyduğumuzu söylemek isterim. .
Teşekkürler ve her şeyden önce: tebrikler!”
GEÇMİŞTE YARDIMLAŞMA
Hollanda, 16 Şubat (yani bugün) 1916’da, Amsterdam’ın kuzeyinde bulunan bölgede bir su felaketi yaşamıştı.
Pek çok ev sular altında kalırken 51 kişi hayatını kaybetmişti.
O zaman, harp içinde olan ve maddi durumu hiç iyi olmayan Osmanlı, 2.387.90 Florin tutan bir TL meblağını yardım olarak göndermişti. Bu meblağın, şimdiki değeri ile 20 bin euro olduğu tahmin ediliyor.
Zamanın Dış İşleri Bakanı, Kraliçe adına gönderdiği mektup ile teşekkür etmişti. Yukarıdaki fotoğrafta, Kraliçe adına gönderilen teşekkür mektubu, sular altında kalan evler ve bölge harıtası görülüyor.
Türkiye’nin Hollanda’ya ikinci yardımı da anlamlıydı. 1836 kişinin can verdiği 31 Ocak 1953 sel felaketinden sonra, özellikle battaniye isteyen Hollanda’ya, miktarını bulamadığım kadar battaniye gönderen Türkiye’ye şükran borçluydu Hollanda. Üstteki fotoğrafta, Türkiye’den giden battaniyelere sarılan selzedeler, sular altında kalan evler ve Zeeland bölgesi haritası görülüyor.
İşte böyle değerli okurlarım. Düşman ile barışmak için ille de bir felaket olmasını beklemek nasıl doğru değil ise, insanlar ile her zaman iyi ilişki içinde olmak ve dost olmak en doğrusudur.
DE BESTE AARDBEVINGSHULP VOOR TURKIJE HET MEEST GECONTROLEERDE LAND: NEDERLAND
Turkevi Research Centre publiceerde het hulprapport als boek.
Nederlandse hulporganisaties presenteerden de gedane uitgaven als rapport.
De hulp van Turkse organisaties in Nederland vindt ook zijn plaats…
Van de 128 miljoen euro die in Nederland is ingezameld, is 40 miljoen besteed.
Hulporganisaties accepteren projecten tot februari 2025.
İlhan KARAÇAY onderzocht:
Bij het schrijven over pijnlijke gebeurtenissen zou het uitbuiten van emoties het lelijkste aspect van het schrijven moeten zijn. Vooral het gebruiken van dezelfde gebeurtenis voor financieel en politiek gewin is een verdoemelijk gedrag.
Een jaar geleden, op de ochtend van 6 februari, toen ik toevallig wakker was en tv keek, zag ik met tranen in mijn ogen het nieuws over de aardbeving die zich concentreerde in Kahramanmaraş en 11 provincies bestreek.
Daarna heb ik de hulpacties in Nederland nauwgezet gevolgd en de ontwikkelingen in detail gepubliceerd.
Afgelopen december reisde ik naar Hatay om de opleveringsceremonie bij te wonen van 102 containerwoningen die door de Nederlandse Vereniging van Turkse Zakenlieden HOTIAD waren geschonken.
Het nieuws dat ik vanuit Nederland over de hulp gaf was over het algemeen positief.
Het werk van Karsu, onze in Nederland opgegroeide muzikantendochter, en het werk van de Nederlandse Reddingsbrigade USAR en de Luchtambulancedienst MEDEVAC waren de belangrijkste bronnen van mijn nieuws.
Karsu’s zelfopofferende werk en de positieve sfeer die hij creëerde werden door alle kringen erkend. We hebben ook geprobeerd de opofferingen van USAR en MEDEVAC te belonen met een lunch, medailles en dankbetuigingen aan alle teamleden.
Zoals ik hierboven al zei, was Nederland het beste en meest gecontroleerde land op het gebied van hulp aan de democratie.
Het was noodzakelijk om de verschillende Turkse NGO’s en officiële organisaties in Nederland te feliciteren en te belonen.
Turkevi Research Centre is een van de bovengenoemde organisaties.
Türkevi, dat besloot onderzoek te doen naar de hulpactiviteiten voor de slachtoffers van de aardbeving in Turkije, zette een team van academici in.
In het onderzoek zijn de activiteiten van Nederlandse hulporganisaties, gemeenten en zoek- en reddingsteams onderzocht, in het bijzonder de hulp aan Turkije door Turkse niet-gouvernementele organisaties die in Nederland actief zijn, en de activiteiten van de Nederlandse Stichting Religieuzen (HDV), de Nederlandse Stichting Humanitaire Hulpverlening (IHH), Er zijn interviews gehouden met enkele niet-gouvernementele organisaties zoals de Turkse Ondernemersvereniging (Tover), de Nederlandse Vereniging van Ondernemers (HOTIAD), de Stichting Kümbet, de Nederlandse Unie van Internationale Democraten (UID), de Stichting UN Live en de Turkse Culturele Vereniging Azerbeidzjan, en de verkregen gegevens zijn geanalyseerd met behulp van de thematische aanpak.
Het rapport, dat aan het eind van dit wekenlange onderzoek werd afgerond, is als boek gepubliceerd onder de titel “Nederland-Turkije Solidariteit in het proces van de aardbeving van 6 februari 2023”.
Veyis Güngör, voorzitter van het Turkevi Research Centre, lanceerde dit boek de dag ervoor in het bijzijn van de vertegenwoordigers van de organisaties die deelnamen aan het onderzoek.
Naast mijzelf nederig als journalist en Anadolu Agency correspondent Selman Aksünger, İbrahim Çitil van Nederland Sivaslılar Platform, Ömer Erdem, voorzitter van Nederland Turks Islamitische Culturele Verenigingen, Arslantaş van İHHNL, Mustafa Zeki Ören van Türkevi,
İsmail Asma van de Nederlandse Sivaslılar Vereniging, Mümin Özsoy van HOLSAMDER, Orhan Demirci van Nogay Foundation, Hüseyin Gündüz van IHH die de bijeenkomst organiseerde,
Kamil Saygı, voorzitter van de Vereniging van Turkse Toerisme en Reisbureaus in Nederland, Ömer Altay van TİCF, Selahattin Köse, voorzitter van de Nederlandse Ontwikkelings Stichting, Bekir Baş van de Kümbet Foundation en waarnemer Selim Şimşek woonden de boeklanceringsbijeenkomst bij, Veyis Güngör’s uitspraken werden met belangstelling beluisterd.
Veyis Güngör zei het volgende:
“In het onderzoek werd vooral gewezen op het belang van de bilaterale betrekkingen tussen Nederland en Turkije en de vertegenwoordigers van de geïnterviewde NGO’s verklaarden dat Nederland een zeer warm en oprecht gedrag vertoonde tijdens het aardbevingsproces.
Vanuit dit oogpunt werd erop gewezen dat het belangrijk is om het belang van bestaande relaties te beschermen, om toekomstige bilaterale samenwerkingsmogelijkheden te evalueren en om rekening te houden met het potentieel dat deze samenwerking op veel gebieden positieve effecten kan creëren tussen Nederland en Turkije, en om nieuwe relaties voor toekomstige generaties aan te gaan.”
Veyis Güngör legde uit hoe de diversiteit aan hulp en actie die tijdens de aardbeving in Nederland naar voren kwam als volgt in het boek is opgenomen:
“Zoek- en reddingsteams en getrainde honden werden naar Turkije gestuurd voor wrakwerkzaamheden,
In sommige kerken werd het volkslied met klokken gespeeld,
Vlaggen hangen halfstok,
Bruggen en gebouwen werden rood verlicht,
In het Huis van Afgevaardigden werd een moment stilte in acht genomen,
De koning, de minister-president en de minister van Financiën van Nederland bezochten de inzamelingscentra,
De gemeenten doneerden 1 euro per persoon,
Op de avond van 15 februari werd de Nationale Hulpactie gelanceerd,
Er werd een voetbalwedstrijd voor vriendschap gespeeld en de opbrengst ging naar Turkije,
De Nederlanders hielpen zowel financieel als door voorraden te brengen.”
Veyis Güngör, die wil dat de inhoud van het boek zoveel mogelijk gelezen wordt, vervolgde als volgt:
“Tijdens het aardbevingsproces was de rol van de Nederlandse media prominent in het succes van de Nationale Hulpactie en andere georganiseerde campagnes. Het feit dat zij de aardbeving als eerste nieuws meldden en dagenlang op de agenda hielden, vergrootte de hoeveelheid ingezamelde hulp.
De zware aardbeving in Turkije heeft laten zien dat Turken die in Nederland wonen zich inspannen om als geheel in actie te komen. Naast de pijn en tragedie die de aardbeving met zich meebracht, zijn bij deze gelegenheid solidariteit, eenheid en humanitaire gevoelens naar voren gekomen. Na deze pijnlijke ontwikkeling is opnieuw gebleken dat Turkije groter is dan Turkije.”
Veyis Güngör legde ook uit wat er aan het Nederlandse front is gedaan voor de slachtoffers van de aardbeving:
“Na de aardbeving en de daaropvolgende naschokken organiseerden de Nederlandse Samenwerkende Goede Doelen -Giro 555 aangesloten organisaties- op 15 februari 2023 een Nationale Hulpactie. De organisaties stuurden noodhulpgoederen naar de regio. Onder de eerste hulpgoederen die werden gestuurd waren tijdelijke onderkomens, water en sanitaire voorzieningen, medische zorg, voedsel en drank. Daarnaast werden hygiënekits, winterkleding en dekens uitgedeeld. Overlevenden kregen geld en tegoedbonnen om in hun behoeften te voorzien, evenals psychosociale hulp en traumabegeleiding, en veilige ruimten voor kinderen.
Het Nederlandse Rescue Team USAR, met een team van 65 mensen en 8 speurhonden, werkte tot 25 februari in het aardbevingsgebied. Honderden gewonden werden van onder het puin naar ziekenhuizen in verschillende steden vervoerd. De internationale organisatie “Air Ambulance Service” (MEDEVAC) bereikte het aardbevingsgebied op de eerste dag van de aardbeving met een medische groep van 45 vliegeniers. Het C-130 Hercules-vliegtuig dat het team naar de regio bracht, bleef daar tot 25 februari en vervoerde honderden gewonden naar ziekenhuizen in verschillende steden. Naast institutionele hulpacties werd ook geconstateerd dat in bijna elke uithoek van Nederland individuele hulpacties werden georganiseerd.”
De volgende onderwerpen kwamen naar voren na de interviews van de academici die het onderzoek met NGO’s uitvoerden.
“Op het punt van het inzamelen van de hulp en het overbrengen ervan naar Turkije moet de samenwerking tussen niet-gouvernementele organisaties worden verbeterd.
Er zijn ernstige twijfels onder de ondervraagden of het hulpgeld dat door Giro 555 wordt ingezameld op de juiste manier op de plaats van bestemming aankomt.
Terwijl erop werd gewezen dat elke NGO zich inzette voor de hulpverlening tijdens de aardbeving en klaagde over het gebrek aan professionele coördinatie, gaven verschillende vertegenwoordigers van NGO’s aan dat de hulpcampagne beter gepland en gecoördineerd zou kunnen worden.
Hoewel de deelnemers aan het onderzoek verklaarden dat zij overwegen om samen te werken met maatschappelijke organisaties in Turkije, hechten zij belang aan de realisatie van een rampenbestrijdingsorganisatie in coördinatie met de NGO’s in Nederland. Sommige deelnemers suggereren dat de organisatie geleid zou moeten worden door de ambassade.”
Veyis Güngör sloot zijn toespraak af met het volgende dankwoord
“Er is geconstateerd dat de Ambassade van de Republiek Turkije in Den Haag en de Consulaten-Generaal van de Republiek Turkije in Amsterdam, Deventer en Rotterdam zowel in het veld als op diplomatiek gebied een effectieve rol hebben gespeeld in het management en de coördinatie van de gebeurtenissen die plaatsvonden tijdens het hulpverleningsproces door de aardbeving. In deze context willen wij als Turkevi Research Centre onze dank uitspreken aan zowel de missies van het ministerie van Buitenlandse Zaken als de niet-gouvernementele organisaties die werden geïnterviewd.”
Na de toespraak van Veyis Güngör namen de deelnemers het woord en vroegen, nadat ze hun mening hadden gegeven, om informatie over de onderwerpen die niet werden begrepen.
Het centrale punt van de toespraken was het stimuleren van de productie van projecten om goed gebruik te maken van de 80 miljoen euro in Giro 555.
OOK EEN VERKLARING VAN HET NEDERLANDSE FRONT
De laatste verklaring van Giro 555, bestaande uit 11 hulporganisaties, heeft ons water in de mond gedaan…
In de verklaring, ondertekend door communicatiecoördinator Gün Özkara, staat het volgende:
De opbrengst van Giro555 heeft meer dan 5,5 miljoen mensen in Turkije en Syrië geholpen.
Na een jaar is de hulpverlening nog steeds in volle gang op het gebied van noodhulp, psychosociale ondersteuning en herstel van bestaansmiddelen, met een uiteindelijke opbrengst van €128 miljoen.
Amsterdam, 5 februari 2024:
Bijna een jaar geleden kwam Nederland massaal in actie voor slachtoffers van aardbevingen in Turkije en Syrië.
Op 31 december 2023 stond er 128 miljoen euro op de teller, waarmee het de op twee na grootste Giro555-actie ooit was. Met de afronding van het eerste deel van de campagne hebben de organisaties achter Giro555 in de eerste negen maanden minstens 5,5 miljoen mensen bereikt. Dat staat ook in het 9-maandenrapport dat Giro555 vandaag heeft uitgebracht. In deze periode lag de focus van de hulpverlening op acute en levensreddende behoeften, met name op het gebied van het redden van mensen uit puin, voedselpakketten, toegang tot schoon drinkwater, medische hulp en tijdelijk onderdak. Hoewel dit essentieel blijft, vooral in Syrië en delen van Turkije, verschuift de focus geleidelijk naar de wederopbouw van lokale economieën en bestaansmiddelen. De hulporganisaties bieden onder andere psychosociale hulp aan kinderen.
Met de opbrengst werden eind oktober 2023 meer dan 5,5 miljoen mensen bereikt en werden onder andere meer dan 500.000 voedselpakketten uitgedeeld. Het grootste bedrag ging naar het bieden van acute noodhulp, tijdelijk onderdak en water en sanitaire voorzieningen. Met name in Turkije werden talrijke tijdelijke tenten- en containerkampen opgezet, veiligheidsinspecties uitgevoerd en reparaties uitgevoerd aan huizen en gebouwen. In Syrië ging het grootste deel van de hulp naar water en sanitaire voorzieningen vanwege het gebrek aan schoon drinkwater en hygiënische voorzieningen. In Turkije werd 21 procent van de hulp besteed aan onderdak, 19 procent aan levensonderhoud, zoals het financieel ondersteunen van lokale ondernemers, en 16 procent aan water en sanitaire voorzieningen. In Syrië ging het grootste deel van de hulp (26 procent) naar water en sanitatie, 18 procent naar CASH-projecten om mensen te helpen in hun levensonderhoud te voorzien en 9 procent naar levensonderhoud.
Het bedrag dat in Turkije en Syrië is uitgegeven, is bijna gelijk en zal de komende maanden gelijk worden verdeeld. De omvang van de hulpoperatie is enorm door de grootte van de getroffen gebieden en elke regio heeft zijn eigen uitdagingen. Hulporganisaties zullen hulp blijven bieden gedurende de rest van de campagne, tot maart 2025.
Michiel Servaes, hoofd actie bij Giro555: “De expertise die elke hulporganisatie namens Giro555 aanbiedt, stelt ons in staat om in te spelen op verschillende behoeften in beide landen. Voor de aardbeving was het voor veel mensen in Syrië al moeilijk om aan voldoende voedsel te komen. Na de aardbeving verslechterde de situatie, onder andere door de torenhoge inflatie. Hulporganisaties hebben op grote schaal voedsel uitgedeeld in de vorm van maaltijden, voedselpakketten en verschillende geldprojecten. In Turkije was, naast andere problemen, een groot waterprobleem ontstaan. Inmiddels hebben we een waterzuiveringsinstallatie kunnen repareren, waardoor duizenden mensen in de regio weer schoon water zullen krijgen. We blijven actief in beide landen. Vanwege de extreme winterse omstandigheden hebben we extra hulp gestuurd, zoals meer dekens en warme kleding voor de mensen die helaas nog steeds in tentenkampen verblijven.”
De 13 hulporganisaties die namens Giro555 actief zijn, zullen het komende jaar noodhulp blijven bieden aan gezinnen en ondernemers, waaronder onderdak, psychosociale ondersteuning en meer financiële steun om mensen te helpen hun levensonderhoud te hervinden.
De ramp heeft grote psychologische en sociale gevolgen gehad voor zowel volwassenen als kinderen. UNICEF is een van de organisaties die hier speciale aandacht aan besteedt. Wietske Nijman, coördinator noodhulp, zegt dat het vooral belangrijk is om kinderen te helpen: “Hun normale routines zijn overhoop gehaald en hun vriendjes zijn vaak verhuisd. Veel kinderen zijn hun ouders, familie of huis kwijtgeraakt. Dit alles kan leiden tot angst, sociaal isolement, depressie en andere stressgerelateerde problemen. Het creëren van kindvriendelijke gespecialiseerde ruimtes waar ook onderwijs wordt gegeven is cruciaal voor de geestelijke gezondheid van kinderen. Met de hulp van Giro555 heeft UNICEF al 36 kindvriendelijke ruimtes kunnen ondersteunen en dit jaar zullen er nog eens 45 worden ondersteund.”
Op www.giro555.nl <https://www.giro555.nl/> is per land te zien welke noodhulp door welke organisatie is verstrekt. Het eindrapport over de besteding van het hele campagnebedrag wordt in juni gepubliceerd.
Noot voor de redactie:
Voor verdere vragen of een interview met Michiel Servaes (Oxfam Novib) of Wietske Nijman (Unicef) kunt u contact opnemen met Denise Cremers via 06-24704411 of denise.cremers@oxfamnovib.nl <mailto:denise.cremers@oxfamnovib.nl>.
Giro555 is een samenwerkingsplatform van 11 goede doelen die transparant zijn over de besteding van het ingezamelde geld. De opbrengst van de Giro555-campagne wordt verdeeld onder de 11 deelnemende hulporganisaties en geaccrediteerde gastdonateurs. Op deze manier is elke organisatie in staat om directe noodhulp te bieden en periodiek verslag uit te brengen aan Giro555 over de resultaten van haar hulpinspanningen.
De hulporganisaties waarmee Giro555 samenwerkt voor de aardbeving in Turkije en Syrië zijn: CARE Nederland, Cordaid, Kerk in Actie, Nederlandse Rode Kruis, Oxfam Novib, Save the Children, Stichting Vluchteling, UNICEF Nederland en World Vision. Andere gastdeelnemers zijn op dit moment Dokters van de Wereld, VNG, War Child en Habitat.
Klik op onderstaande link om de beelden te bekijken die Giro 555 over dit onderwerp heeft gemaakt.
İrfan Ünver Nasrattınoğlu ve Oğuz Çetinoğlu’nun yayınları, milyonlara ulaşan haber portallarında yayınlandı.
Nasrattınoğlu biyografimi, Çetinoğlu da Lahey Adalet Divanı hakkında iki söyleşi yayınladı.
Biri çeşitli kuruluşlarda görev yapmış bir folklor araştırmacısı, diğeri de iş dünyasında, siyasi kuruluşlarda ve Ocak’larda yer almış bir yazar.
(Yazıların Hollandacası en altta) (Nederlandse tekst onderaan)
İlhan KARAÇAY yazdı:
Sevgili okurlarım,
Bir yazarın megalomanlaşıp kendini övmesi, görgüsüzlüğün ve bencilliğin daniskası olmalıdır.
Ne varki, naçizane şahsım, arada bir megomanlaşıp kendimi övmeye çalışırım.
Aslında bu, benim değil, başkalarının övgülerini yansıtma isteğidir. Öyle ya, başkalarının söylediklerini ve yazdıklarını her yerde göremezsiniz. Kaldı kı, Google amcada yıllar boyu kalacak ve ölümsüzleşecektir.
Her yazara tabii ki övücü ve yerici mesajlar gelir. Her yazar da haliyle, genellikle kendilerini övenlerin mesajlarına yer verir. Ben de çok defa bana gelen övücü mesajları yayınlamışımdır. “Elllerine sağlık, çok akıcı yazıyorsun,”, “Devlet sana ödül vermeli” ve “Benden pek çok yazar söz etti ama, bir de sizin akıcı kaleminizden okunmak isterim” gibi mesajları sizlere duyurmazsam, bir eksiklik yapmış olurum. Tıpkı bana, “Siz gazeteciliğin Van Gogh’usunuz” diyerek portreleyen bir hayran okurum gibi…
Bana gelen son iki mesajdan biri, çeşitli kuruluşlarda görev yapmış bir folklor araştırmacısı olan İrfan Ünver Nasrattınoğlu’dan, (soyad aynen böyle) diğeri de, iş dünyasında, siyasi kuruluşlarda ve Ocak’larda yer almış bir yazar olan Oğuz Çetinoğlu’dan geldi.
Yazıları, Ankara’da ANKHABER, Afyonkarahisar’da KOCATEPE, Silifke’de SESİMİZ, Diyarbakır’da MÜCADELE ve Mut’ta MUTTAN HABER’de yayınlanan Nasrattınoğlu şöyle başlamış mesajına: “Belleğimdeki İlhan Karaçay, müstesna bir insandır. Bu yüzden sizin hakkınızda kaleme alıp, yayımlamayı düşündüğüm bir yazı taslağını ekte size gönderiyorum. Ben artık 87. yaşımı idrak ediyorum. Resmi ya da özel hiç bir görevim yok,artık. Sadece yazıyor, yazıyor, yayımlıyorum.”
KOCAELİ AYDINLAR OCAĞI haber portalında yazan Oğuz Çetinoğlu ise, gönderdiği mesajında, İsrail’in Lahey Adalet Divanı’nda yargılanması ile Divan’a Türkiye tarafından hediye edilmiş olan halı hakkında birer röportaj yapmak istediğini belirtmişti.
İşte, ben de sizlere bu dostların yazmış olduklarını sunarak, megalomanlığıma perçin vuruyorum.
İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU’NUN YAZISI:
Ankara Afyonkarahisar Diyarbakır Mut Silifke
Hollanda’da Popüler Bir Türk Gazeteci
İLHAN KARAÇAY
Türkiye’den Hollanda’ya işçi göçü, resmi olarak 19 Ağustos 1964 tarihinde yapılan ikili sözleşme ile başlamıştır. Bu Ülkeye giden pek çok Türk, işçi olarak geldikleri bu ülkede başarılı işlere imza atmışlar, yurttaşlarının sorunlarının çözümü için başrollerde oynamışlar ve toplumsal faaliyetleri ile lider duruma gelmişlerdir. Hollanda’da bu gibi faaliyetlerde öne çıkmış isimlerden biri de, İlhan Karaçay’dır. Onun adı Hollanda ile özdeşleşmiştir.
Ben bu Ülkeye ilk kez 1978 yılında gittim. Sonra iki kez 2000 yılında gittiğim bu Avrupa Ülkesine, 2014 yılının Mart ve Haziran aylarında üç kez daha giderek, o süreçte önemli bir etkinliğe de imza atmıştım. Bu son Hollanda seyahatimde tanıdığım ve onu tanımaktan büyük memnuniyet duyduğum Karaçay’la aralıksız dokuz yıldır, temas halindeyiz. Onun sık sık yayımlamakta olduğu haberlerden, bu ülkede olup biten her şey hakkında bilgiler ediniyorum. Yine onun yayınladığı haberlerden, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde var olan Türk izlerini öğreniyorum.
23 Aralık 1942 tarihinde Mersin’de dünyaya gelen Karaçay, gençlik yıllarında, CHP İçel İl Gençlik Kolu Başkanlığı görevini sürdürürken, bu partinin yayın organı sayılan Ulus Gazetesi’nde de haber ve yorum yazmağa başlar. Aynı zamanda, genç yaşına rağmen, Mersin’de ailece sahip oldukları ve Pompeipolis adını koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin işletmeciliği de onun omuzlarındadır.
Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir Yunan kaptanın, hayatının rotasını değiştireceğini söyleseler kendisi de inanmazdı. Bu kaptanın gemisi ile Çin’in Şanghay kentine gideceğini öğrenince, üç arkadaşıyla birlikte, gemiye işçi olarak girmeyi başarırlar. Çin’de Mao’nun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır. Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. 1967’nin haziran ayı başlarında başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir…
Çin yolculuğu, geminin Süveyş Kanalı’nı geçtikten hemen sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine, fakat 7 Haziran 1967 günü Cibuti’ye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki savaşın tüm şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalı’nın kapandığını öğrenirler. Singapur üzerinden Şanghay’a varıp karaya ayak basıldığında diğer gemicilerin neler yapacağı az çok bilinir ama Karaçay, soluğu postanede alır. Süveyş Kanalı’ndan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri fotoğrafları ve birbirinden ilginç haberleri Akşam Gazetesi’ne postalar.
Karaçay Şanghay’da, Kültür İhtilali’nin en renkli günlerini yaşar. O zamanların dünyaya kapalı ve dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’de sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye yatırılır. Fakat götürüldüğü hastaneden kaçar. Karaçay bu kaçış olayını şöyle anlatır: “Kaptanın verdiği garanti belgesi ile, beni hastaneye götürmek için gelen jandarmanın elinden kurtulmayı ve kaçmayı başardım. Çünkü Şanghay’dan sonraki yolculuk Kanada’nın Vancouver kentiydi. Yatacaksam modern dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?”
Karaçay, Şanghaay’da bir restoranda arkadaşları ile
Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idare edecek kadar bildiği İngilizcesini geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, çok kısa zamanda İngilizce öğrenen Karaçay’ı tebrik eder, daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce ise yanına kâr kalır. Kısacası, hasta olarak girdiği hastaneden sağlam ve “Bir lisan bir insan demektir” sözünden hareketle iki insan olarak çıkar.
Londra üzerinden Türkiye’ye dönerken Hollanda’ya uğrayan Karaçay, Hollanda’daki yaşamı ve insanları çok beğenir ve burada kalmaya karar verir. Avrupa’da basımına başlanan Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik yapmak için, daha önceden tanıdığı İstihbarat Şefi Kemal Özbayraç ile anlaşır. O zamanlar Hollanda’daki yaşamı oldukça renklidir. Pek çok kız arkadaşı olmuştur ama yine de yaşamının giderek monotonlaştığını düşünmektedir. Niyeti Amerika’ya gitmektir. Fakat en beğendiği ve giderek sevdiği Jeanne hanım, Karaçay’ın Hollanda’dan ayrılacak olmasına üzülür. Nitekim daha sonra ikili arasındaki aşk, evliliğe dönüşmüştür.
Bir gün postacı kapıyı çalar ve Karaçay’ın eline bir telgraf tutuşturur. Gönderen Tercüman Gazetesi spor müdürü Necmi Tanyolaç’tır. Türk spor basınının önemli simalarından Tanyolaç gönderdiği acil telgrafta; “İlhan, Fenerbahçe Ajax ile eşleşti. Ajax’ı takip et, yazı ve fotoğrafları acele gönder.” diyordu. 10 Kasım 1968 günü Amsterdam’ın Schiphol havalimanına inen Fenerbahçe’yi Jeanne Hanım ile karşılarlar. Oysa Jeanne’yi terk edip Amerika’ya gitmeyi planlarken, Ajax-Fenerbahçe maçı Karaçay’ı Jeanne ile nikah masasına kadar götürür. Bu konu ile ilgili Karaçay, “Beşiktaşlı olmama rağmen, Jeanne ile evlenmeme ve Hollanda’da kalmama vesile olan Fenerbahçe’ye her zaman şükran duymuşumdur.” demektedir.
1969 yılında Avrupa’da yayın hayatına başlayan Hürriyet gazetesi ile anlaşarak gazetecilikte profesyonelliğe adım atan Karaçay, 1975’te TRT Haber Dairesi Başkanı Tayyar Şafak’ın Amsterdam ziyareti sırasında yaptığı muhabirlik teklifini de kabul eder. Bununla birlikte aynı yıl Hollanda Yayın Kurumu NOS televizyonunda Türkler için ‘Pasaport’ adlı programı yönetmeye başlar. 1980 yılında, İKON Televizyonu’nun ünlü rejisörü Henk Barnard ile birlikte “Ceremeyi çeken çocuklar” adlı beş bölümlük bir dizi yapan Karaçay, iki bölümün çekimlerini Türkiye’de gerçekleştirdikten sonra, Kapıkule sınır kapısına geldiğinde sabah olmaktadır. Ortalıkta, tanklar, askerler belirir birden. Tarih 12 Eylül 1980’dir ve TSK, Türkiye’nin yönetimini ele almıştır.
Bir yandan TRT’nin, öte yandan Hürriyet gibi büyük bir gazetenin ve de Hollanda televizyonlarının başarılı bir elemanı olması, birçok kapının kolayca açılmasını sağlar, Karaçay’a.
O günleri anlatırken Karaçay, unutamadığı bir acı anıyı da anlatmadan geçemez; “Her şeyi hazırlanmış, evlilik töreni için Mersin’e gidiyorduk. Yolculuğumuzun büyük bölümü geride kalmış Aksaray’a varmak üzereyken büyük bir trafik kazası geçirdik, Jeanne ile birlikte. İkimiz de ağır yaralanmıştık. Ölümden döndük diyebilirim. Nihayet 23 Mayıs 1970’te Mersin’de dünya evine girdik.”
Çiçeği burnunda İlhan ve Jeanne çiftinin mutlulukları ikiye, üçe katlanır 23 Ocak 1971’de.
Ruşen ve Vahide adını verdikleri biri erkek, diğeri kız olmak üzere ikiz çocukları olur. Fakat bu mutlulukları uzun sürmez! Vahide, kalbindeki delik nedeniyle ancak beş hafta hayata tutunabilmiştir. Kızlarını unutamazlar. Bu yüzden 17 Nisan 1974 tarihinde doğan ikinci kızlarına, beş haftalık bebek iken ölen Vahide’nin adını verirler. İlk çocukları Ruşen’den Eva, Vahide’den de Esra isminde iki torunu ile geçirdiği güzel zamanlar için Karaçay: “Hayatımın en güzel anları torunlarımla geçirdiğim anlardır. Her fırsatta torunlarımla olmak benim için dünyanın en büyük mutluluğudur.”
İlhan Karaçay 1973 yılında gazeteciliğin yanı sıra turizm işine de el atar ve 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile THY’nin Utrecht Bölgesi Genel Satış Acentalığını üstlenir.
Bürosunda gazeteciliğin ve seyahat acentalığının yanı sıra, ihtiyaç ve istek üzerine sigorta ve kredi işleriyle de uğraşır. Gece gündüz iş derken, 1981 yılında geçirdiği ağır ameliyatlar sonucu, önce turizm bürosunu daha sonra da Hürriyet Gazetesi temsilciliğini güvendiği kişilere devreder.
Karaçay çocuklarının Türkçe eğitim görmelerini istediği için Türkiye’ye dönerek, Mersin’e yerleşir. Tabii orada da boş duramaz ve yine turistik tesislerini işletmeye başlar. O arada bir kez daha siyasette şansını dener. 1984 yerel seçimlerinde DYP Mersin Belediye Başkan adayı olarak girdiği seçimi kaybeder. Mersin’deki sosyal yaşamdan rahatsız olmaya başlar, sıkılır ve 1986 yılının başında Hollanda’ya döner.
Hollanda’ya gelişi ile birlikte Günaydın gazetesinin muhabirliğini, Türkçe ve Hollandaca yayınlanan Haber Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenir. Aynı yılın sonunda Avrupa’ya açılan Sabah Gazetesi’nin Benelüx ctemsilciliğini de alır. Fakat Sabah’ın ilk Avrupa serüveni uzun sürmez ve kapanır. 1988’de Asil Nadir’in Günaydın Gazetesi’ni satın alması ile birlikte, bu kez bu gazetenin Benelux temsilcisi olur. Asil Nadir krizinin ardından gazetenin Bekir Kutmangil tarafından satın alınmasından sonra da aynı görevi sürdürür. Gazetecilik yaşamında, bu sektörün her branşında görev yapmış olan Karaçay, 1994 yılında Günaydın’ın Avrupa baskılarının sahibi olmuştur. Bu nedenle de Avrupa Türk Basınının merkezi olan Frankfurt’a yerleşir.
İlhan Karaçay Oğlum Salih’le aramızda
DEVAMI GELECEK Sayın Nasrattınoğlu, hikâyeme Frankfurt’ta son vermiş. Ne var ki, hikâye orada bitmeyecek.
Kıymetli yazar, Hollanda’daki yaşamımda, Türk toplumu için yaptığım önemli çalışmalardan örnekler sunacağı bir yazı daha hazırlayacağını belirtti.
NASRATTINOĞLU’NUN KISA ÖZGEÇMİŞİ
İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU
Folklor araştırmacısı. 18 Aralık 1937, Afyonkarahisar doğumlu. Hava Astsubay Okulu (1955) mezunu. Yirmi yıl Hava Kuvvetlerinde çalıştıktan sonra kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 1976’dan itibaren çeşitli gazetelerde çalıştı. Sonraki yıllarında folklor araştırmalarında yoğunlaştı, bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlarda çeşitli görevler üstlendi. 1981 yılından itibaren Folklor Araştırmaları Kurumunun başkanlığını yaptı.
İlk yazısı, 1954 yılında Türkeli gazetesinde (Afyonkarahisar) çıktı. Sonraki yıllarda makaleleri Türkeli, Afyon, Zafer, Mücadele (Diyarbakır), Anadolu, Güney, Orta Doğu gazeteleri ile Türk Folklor Araştırmaları, Sivas Folklor, Türk Folkloru, Erciyes, Hisar, Ilgaz, Gülpınar, Size, Güneyde Kültür, İçel Kültürü, Ses, Yeni Defne dergilerinde yayımlandı. Türkiye içinde ve dışında çok sayıda, ulusal ve uluslararası kongre, sempozyum ve seminerlere katılarak bildiriler sundu. Folklor araştırmalarına hizmetleri yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda ödül aldı. Azerbaycan Mehmet Emin Resulzâde adına Devlet Üniversitesi tarafından ve Moldova-Komrat Devlet Üniversitesi tarafından İkiz fahri doktora beratı ve fahri profesör payesi (1999) verildi. Yine çeşitli ülkelerde akademi üyelikleri vardır. Hakkında üniversitelerde tezler hazırlandı. Türk Basın Konseyi, Azerbaycan Yazarlar Birliği, Afyonkarahisar Gazeteciler Cemiyeti, İLESAM, Moldova Yazarlar Birliği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yazarlar Birliği gibi birçok derneğin üyesidir.
“Folklor araştırmacısı, yazar İrfan Ünver Nasrattınoğlu faydalı hizmetler veriyor. Geçen yıl “Çağdaş Kuzey Azerbaycan Şiiri” antolojisini yayınlamıştı. Bu defa elimizde, İrfan Ünver’in derlediği “Çağdaş Uygur Şiiri Antolojisi” var. Türkiye dışındaki Türk edebiyatının Türkiye’de tanınması, yayılması, Türk edebiyatının, dışardaki kardeşlerimize tanıtılması yönünde yıllar yılı yazdık, ısrarla durduk. Görüşlerimiz zaman zaman hafife alındı. Bakışlar büyük yerlerdeydi.” (Tahir Kutsi Makal)
**************
OĞUZ ÇETİNOĞLU’NUN YAZILARI
Suçlu! (İsrail) Ayağa Kalk…
Hollanda’da Yaşayan Türk Gazeteci ve İş Adamı
İLHAN KARAÇAYile Milletlerarası
Adâlet Divanı’nda Görüşülmekte Olan İSRAİL’İN SOYKIRIM DÂVÂSI HAKKINDA KONUŞTUK.
Oğuz Çetinoğlu: İsrail’in, 7 Ekim 2023 târihinden bu yana Gazze’ye yönelik saldırılarının soykırım olduğunu ileri süren Güney Afrika Cumhuriyeti, 1948 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezâlandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle, 29 Aralık 2023’te İsrail aleyhinde açtığı dâvâ, gazeteci ve iş adamı hüviyeti ile bulunduğunuz Hollanda’da, Lahey’deki Barış Sarayı’nda faaliyet gösteren Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın temel hukuk organı Milletlerarası Adâlet Divanı’nda birkaç gün başladı. Dâvâyı tâkip ediyorsunuz. İlk intibalarınızı anlatır mısınız?
İlhan Karaçay: Barış Sarayı’ndaki oturum, Güney Afrika’nın sözlü açıklaması ile başladı. Güney Afrika Cumhuriyeti öncelikli olarak, İsrail’in Gazze’deki bütün askerî operasyonlarının derhal askıya alınmasını istedi. Yüksek Mahkeme öncelikli olarak bu talebi ele aldı.
Çetinoğlu: Güney Afrika’nın müracaatında size göre dikkat çeken hususlar nelerdir?
Karaçay: Güney Afrika’nın başvurusunda, ‘Filistin halkının, ihlal edilmeye devam edilen soykırım sözleşmesi kapsamında haklarının korunması gerektiği’ vurgulanıyor.
Duruşma devam ederken, Filistin ve İsrail yanlısı çok sayıda gösterici, Barış Sarayı’nın önünde toplandı. Göstericiler duruşmayı, dışarıya kurulan büyük ekranlar aracılığıyla tâkip etti.
Çetinoğlu: Güney Afrika’nın Milletlerarası Adâlet Divanı’na yaptığı 84 sayfalık yazılı müracaatında yer alan cümleler hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Karaçay: Güney Afrika’nın İsrail hakkında şikâyetçi olduğu konular, soykırım târifine giriyor. Çünkü “hedef Filistin’in millî, ırkî ve etnik grubunun önemli bir bölümünü yok etmektir” deniliyor.
Çetinoğlu: Neticenin ne zaman belli olacağı tahmin ediliyor?
Karaçay: Lahey’e giden soykırımla ilgili dâvâların karara bağlanması çok uzun yıllar sürebiliyor. Güney Afrika, bu yüzden Milletlerarası Adâlet Divanı’nın süreç devam ederken, ‘İsraillilerin, Filistinlileri öldürmesini durduracak’ önlemler almasını istedi.
Güney Afrika ayrıca başvurusunda İsrail’in Filistinlileri bir grup olarak bilinçli şekilde ortadan kaldırılmasını hedefleyen saldırılara son vermesini ve Tel Aviv’e soykırım başlattığı için cezâ verilmesini talep etti.
Çetinoğlu: İsrail ne cevap verdi?
Karaçay: İsrail, yapılan başvurudaki iddiaların ‘bir dayanağı olmadığını’ ifâde etti ve İsrail’in, ‘kanla karalanmaya çalışıldığını’ söyledi.
Çetinoğlu: Dâvâ neden Milletlerarası Adâlet Divanı’nda açıldı?
Karaçay: BM’nin en üst yargı organı olan Milletlerarası Adâlet Divanı, Milletlerarası Cezâ Mahkemesi’nin aksine, şahsî suçlar yerine sâdece devletler arasındaki ihtilafları ele alıyor. Bu sebeple dâvâ Milletlerarası Adâlet Divanı’nda açıldı.
Çetinoğlu: Delillerle alâkalı bilgi var mı?
Karaçay: Adâlet Divanı’nda görülen duruşmada, Güney Afrika’yı temsil eden avukatlardan Adila Hassim, konuşması sırasında delil olarak Anadolu Ajansı’nın fotoğraflarını da gösterdi. Foto muhabiri Fadi Alwhidi’nin çektiği fotoğrafta, Gazze’de 23 Aralık’ta Filistin Sivil Savunma ekipleri tarafından Beyt Lahya şehrinde enkaz altından çıkarılan cesetlerin, Endonezya Hastanesi’nin yakınında hazırlanan toplu mezara defnedildiği görülüyor.
Foto muhabiri Mohammed Fayk tarafından çekilen fotoğrafta da aynı şekilde 30 Ekim 2023 târihinde Gazze’de bâzı mezarlıklarda boş yer kalmaması sebebiyle Fatayer âilesinin naaşlarının topluca bir bölgede defnedildiği kameraya yansımıştı.
Çetinoğlu: Güney Afrika Cumhuriyeti Heyeti’nin iddiaları arasında yer alan diğer hususlar nelerdir?
Karaçay: Güney Afrika, 84 sayfalık yazısında İsrail’in 7 Ekim saldırılarının ardından başlattığı operasyonda Gazze’deki Filistinlilere karşı öldürerek, ciddî zihnîve bedenî zarar vererek, yerleşim yerlerini yıkarak, kuşatma ile açlık ve susuzluğa mâruz bırakarak, fizikî yıkımlarına yol açacak şartları oluşturarak soykırım yaptığını dile getirdi.
Duruşmada, ‘Bu eylemler Güney Afrika’nın müracaatında ayrıntılı olarak belgelenmiş ve güvenilir, genellikle BM kaynakları tarafından teyit edilmiştir.’ diyen Güney Afrika’nın avukatı Adila Hassim, duruşma sırasında soykırım davranışının modelini göstermek için örnekler sıraladı.
Güney Afrika ayrıca, İsrail’in 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki diğer temel yükümlülüklerini de ihlal ettiği suçlamasında bulundu.
1948 sözleşmesi soykırımı, ‘millî, etnik, ırkî veya dînî bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek maksadıyla işlenen fiiller’ olarak tanımlıyor.
Güney Afrika’da iktidar partisi olan Afrika Millî Kongresi, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki politikalarını ‘apartheid’ rejimi altındaki kendi târihiyle karşılaştırıyor.
Çetinoğlu: ‘Apartheid rejiminedir’ diye soracağım. Fakat önce konunun uzağında olanlar için Güney Afrika Cumhuriyeti hakkında kısa da olsa bilgi lütfeder misiniz?
Karaçay: Güney Afrika Cumhuriyeti, Afrika Kıtası’nın en güneyinde yer alır. Yüzölçümü 1.220.000 Km2, nüfusu 2017 yılı tahminlerine göre 57.000.000’dur. Nüfusun %78’i Afrika’nın yerlisi, %10 Avrupalı, %9 Melez, %3 Asyalıdır. %80 Hıristiyan, %2 Müslüman, %2 Hindu’dur. %16 Agnostiktir. (Allah’ın varlığının da yokluğunun da ispat edilemez olduğunu düşünen felsefî görüş)
Ülke altın, elmas ve değerli taşlar bakımından zengindir. Mısır, buğday, üzüm, şekerkamışı ve sebze yetiştirilir.
Ülkede Afrika yerlileri yaşamakta idi. 1488 yılında Portekizli Bartolomeo, Ümit Burnu’na ulaşınca Avrupalıların hücumuna uğradı. 1800 yılında İngiltere yönetime hâkim oldu. İngilizlerle yerli halk arasındaki savaşlar 100 yıl devam etti. 1931 yılında İngiltere yönetimden çekildi ise de ülkedeki beyazlar yönetime hâkim olup yerli halka soykırım uyguladı. Yerli halktan Nelson Mandela liderliğindeki yerliler, galip gelip Cumhuriyet rejimini seçtiler. Mandela cumhurbaşkanı oldu.
Ülkede gelir dağılımı bozuktur. Nüfusun %10’u ülke servetinin ve gelirinin %95’ine sâhiptir.
Osmanlı Devleti, din adamları ve âlimler gönderip ülke halkını İslâmiyet’e çekmeye çalıştı.
Dünyânın diğer Müslüman ülkeleri ilgisiz kalırken, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Filistin’e sâhip çıkmasının sebebini, Osmanlı’nın desteğiyle açıklamak mümkündür.
‘Apartheid, ayrım, ayrıştırma’ demektir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Avrupalıların oluşturduğu Millî Parti hükümetinin, 1948-1994 yılları arasında beyaz olmayanların aleyhine uyguladığı ırka dayalı ayırımcılığı ifâde etmektedir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim İlhan Bey. Güney Afrika Devleti’nin Cumhurbaşkanının dikkat çeken beyanını sizden dinleyebilir miyiz?
Karaçay: Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, mahkeme öncesinde yaptığı açıklamada ‘Bir zamanlar mülksüzleştirmenin, ayrımcılığın, ırkçılığın ve devlet destekli şiddetin acı meyvelerini tatmış bir millet olarak, târihin doğru tarafında duracağımız konusunda netiz.’ dedi.
Çetinoğlu: Gönülden, yürekten alkışlanacak, asıl sorumluları utandıracak bir ifâde. Peki Efendim, Türkiye’nin bakış açısı ile alâkalı olarak ne söylemek istersiniz?
Karaçay: Lahey’deki duruşmayı tâkip etmek üzere gelen Türk heyetini, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal ağırladı.
TBMM Adâlet Komisyonu Başkanı Cüneyt Yüksel, Divan’daki duruşmaları tâkip etmek ve temaslarda bulunmak üzere, Avrupa Birliği (AB) Karma Parlamento Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail Emrah Karayel ve Anayasa Komisyon Üyesi ve Denizli Milletvekili Cahit Özkan ile Lahey’e geldi.
‘Güney Afrika’nın İsrail aleyhine yaptığı başvuruyu memnuniyetle karşılıyoruz’ diyen Cüneyt Yüksel, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Filistin topraklarındaki milletlerarası hukuk ihlallerinin artarak devam ettiğini belirtti. Yüksel, Güney Afrika’nın İsrail aleyhinde dâvâ açarak ihlallerin durdurulmasına yönelik attığı adımın önemli olduğunu dile getirdi.
Cüneyt Yüksel, Milletlerarası Adâlet Divanındaki dâvâ sonucunun, Milletlerarası toplumun vicdanının ferah bulması beklentisi taşıdıklarını dile getirerek, şunları söyledi:
‘Biz Türkiye olarak gerek makamlarımız gerek sivil toplumumuz, bu zulme asla ortak olmayacaktır. Türkiye olarak, İsrail’in sivilleri hedef alan barbarca saldırılarının bir an önce sona ermesini talep ediyoruz ve hesap vermesi gerektiğini düşünüyoruz.
Milletlerarası Adâlet Divanı’na Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından yapılan başvuruyu memnuniyetle karşıladık. Başlayan bu sürece olan desteğimizi Türk halkı adına bir defa daha beyan ediyoruz. Bu sürecin mümkün olan en kısa sürede tamamlanmasını ve Adâletin tecelli etmesini istiyoruz.’
Divan’ın hükmedeceği ihtiyâtî tedbirlerin her konudan önce ateşkesi garanti altına almasını gerektiğini vurgulayan Yüksel, bunun, Gazze’de çok ihtiyaç duyulan şartsız, engelsiz ve düzenli insânî yardımı mümkün kılmasını arzu ettiklerini kaydetti.
Yüksel, şöyle devam etti: ‘Filistin meselesi âdil bir siyâsî çözüme kavuşturulmadan, bölgemizde kalıcı barış ve istikrarın tesisinin mümkün olamayacağı, bir kere daha görülmüştür. Dolayısıyla, Milletlerarası toplumun, barışı tesis etmeye yönelik âcil ve somut adımlar atması temel beklentimizdir. Türkiye, varılacak bir çözüme giden yolda bütün çabalara aktif katkı sağlayacağı gibi, varılacak bir nihâi anlaşmanın uygulanması aşamasında garantör olarak sorumluluk almaya da hazırdır.’
Yüksel, Güney Afrika’nın ihtiyâti tedbir taleplerine ilişkin dâvâyı, tâkip edecek hükümet yetkilileri, diplomatlar, insan hakları kurumlarından temsilciler ve hukukçularla da temaslarda bulunduklarını söyledi.
Anayasa Komisyon Üyesi ve Denizli Milletvekili Cahit Özkan, duruşma sırasındaki beyanların çok etkili olduğunu dile getirerek, Güney Afrika tarafının sunduğu deliller arasında Anadolu Ajansı’nın çektiği fotoğrafların da yer aldığını söyledi.
Anadolu Ajansı’nın Gazze’deki soykırımın delillendirilmesinde ve bu dâvâ sürecinde çok etkili ve önemli bir rol oynadığının altını çizen Özkan, bu delillerle birlikte Güney Afrika’nın iddialarını fotoğraf ve belge şeklinde çok zengin malzemelerle duruşmada yansıttığını kaydetti.
Özkan, Gazze’deki soykırımın, Gazze halkının cep telefonlarıyla canlı aktardığı, bir şeyler yapabileceği umuduyla kendi yıkımlarını gerçek zamanlı olarak yayımladıkları târihteki ilk soykırım olduğuna dikkati çekti.
Avrupa Birliği (AB) Karma Parlamento Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili İsmail Emrah Karayel, Türkiye’nin, Milletlerarası hukukun uygulanması ve Milletlerarası mahkemelerin uyuşmazlıkları çözmesi noktasında destekleyici olduğunun altını çizerek, Türkiye’nin tavrının, uyuşmazlıkların Milletlerarası hukuk kurallarına uygun olarak çözülmesi gerektiği şeklinde olduğunu belirtti.
İsrail’in işlediği suçların soruşturulmaması ve cezâsız kalmasının kabul edilemez bir durum olduğunu kaydeden Karayel, Türkiye’nin bu tür dâvâlarda her zaman Adâletin sağlanması, suçluların cezâlandırılması ve sorumlular hakkında gereğinin yapılması için sürecin tâkipçisi olacağını aktardı.
Öte yandan, Gazze’de yaşanan dramın azalması için Divan’ın tedbir kararı vermesi gerektiğine işâret eden Karayel, bu tedbir kararlarının da nasıl uygulanacağını tâkip edeceklerini dile getirdi.
Duruşmanın ilk günü, Güney Afrika’nın Amsterdam Büyükelçisi Vusimuzi Madonsela’nın ülkesinin Divan’dan, İsrail aleyhine talep ettiği 9 ihtiyâtî tedbiri okumasının ardından sona erdi.
Çetinoğlu: Konu ile ilgilenenler tarafından merak edilen üç husus var:
1-Ateş kes kararı verilir mi? 2-Netanyahu’ya; Sırp kasabı Mladiç’e verildiği gibi cezâ verilir mi? 3-İsrail’e müeyyide uygulanır mı? Bu konulardaki (temennilerinizi değil) kanaatlerinizi okuyucularımız için açıklar mısınız?
Karaçay: 1-Adalet Divanı’nın sadece haklıyı ve haksızı saptayacağını sanıyorum. Bir uygulama kararı beklemiyorum. Zira Dıvan, yaptırım yetkisine sahip değildir.
2- Adalet Divanı, Netanyahu davasına karışmaz. Bu Divan milletlerarası davalara bakar. Netanyahu’yu Lahey’de yargılayabilecek mercinin adı: “Milletlerarası Ceza Mahkemeleri Rezidüel Mekanizması (IRMCT) 3- Yukarıda belirttiğim gibi, Adalet Divanı, bağlayıcı bir karar vermez. Sadece haklıyı ve haksızı saptar. Bundan sonraki durum, Birleşmiş Milletler, devletler ve kamuoyu tarafından değerlendirilebilir.
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim İlhan Bey.
Karaçay: Rica ederim, ben teşekkür ederim.
********************
ÇETİNOĞLU’NUN ADALET DİVANI’NDAKİ TÜRK HALISI İLE İLGİLİ RÖPORTAJI
Hollanda’da Yaşayan Türk Gazeteci ve İş Adamı
İLHAN KARAÇAYile Milletlerarası Adâlet Divanı’ndaki TÜRK HALISI Hakkında Konuştuk.
Oğuz Çetinoğlu: Sizin Lahey Yüksek Adâlet Divanı’ndaki halı ilgili haberiniz, İstanbul gazetelerinde yer almıştı. Konu hakkında neler söylemek istersiniz?
İlhan Karaçay: Bizim, ‘Lahey Yüksek Adâlet Divanı’ olarak söz ettiğimiz ‘Barış Sarayı’na, Hollandalılar ‘VredesPleis’ diyor. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, ‘Yüksek Adâlet Divanı’na taşınmıştı.
Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Milletlerarası Adâlet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya dâvet etmişti.
O zamanlar bütün dünyâda sitayişle söz edilen ‘Barış Sarayı’nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan dâvâsının önemi yanında, böylesi dünyâca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.
Malûmdur, o zamanlar ‘Haber atlatma’ yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı ‘Türk-Yunan’ dâvâsı değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.
Çetinoğlu: Günümüzdeki durum nedir?
Karaçay: İşte o halının hikâyesi, bu defa 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.
Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yâni 113 yıl öncesine dayanıyor.
Çetinoğlu: Anlatır mısınız?
Karaçay: 113 yıl öncenin yılı 1911 idi.
Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı Devleti tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.
Şimdi, tâmirat ve tâdilât için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi: ‘Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 113 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması için Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.’
Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzâkerelerin devam ettiği Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.
Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen film çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.
Çetinoğlu: İlgi çekici… Demek tören yapıldı. Neler konuşuldu?
Karaçay: Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: ‘Ecdadımızın 1907’deki dâvete icabetle 1911’de armağan ettiği târihî Hereke halısı 113 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzâkere ve görüşmeye şâhitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 113 yıl târihe şâhit oldu. Ecdadımızın Milletlerarası barışa desteğini o târihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir cihan devletinden Avrupa’nın saygın bir devletine hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar Milletlerarası dostluk ve barış mesajını verecektir.’ İşte, hepimize gurur veren ve bundan sonraki gelişmeler ile âlicenaplığımızı dünyâya ilân edecek olan ‘Hereke Halısı’nın hikâyesi böyle.
Çetinoğlu: ‘Hereke halısı’ deyip geçebilir miyiz?
Karaçay: Aslâ. Târihî olaydır. Yeni nesiller tarafından da bilinmesi gerekir.
Çetinoğlu: Sizden öğrenebilir miyiz?
Karaçay: İntihal (aşırma) yapmayacağım ama Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.
Çetinoğlu. Ne buldunuz?
Karaçay: Hollanda’nın Lahey şehrindeki Milletlerarası Adâlet Divanı olarak hizmet veren Barış Sarayı’na, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın fermanı üzerine 1905’te hediye edilen, yaklaşık 162 metrekarelik Hereke halısı Aksaray’ın Sultanhanı ilçesinde restore ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan, Aksaray’daki halı tâmir atölyesinde düzenlenen basın toplantısında, Türkiye târihi için önemli yeri olan Sultanhanı Kervansarayı’nda olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.
Nadir Alpaslan, Barış Sarayı yapıldığı dönemde 40’tan fazla ülkenin yardımda bulunduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti: ‘Osmanlı Devleti Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminde Barış Sarayı’na, biraz sonra restorasyonuna başlanacak, Hereke halısını hediye etmiş. Bu halı ülkemizin kültürel ögeleriyle bezenmiş, ilmek ilmek dokunmuş çok özel bir halı. Halı restorasyon sürecinde yapıldığı dönemin teknik özelliklerine göre her bir ilmeği yenilenerek tekrar evine gönderilecek. Hereke halısı 100 yılı aşkın süredir Barış Sarayı’nda Japon Salonu’nda târihe tanıklık etmektedir. Halımız, 1 yıl sonra bu çalışma bitip evine döndüğünde târihe şâhitlik etmeye devam edecek.’
Alpaslan, bu eşsiz halının Türkiye’nin kültürel zenginliğini yansıtan önemli örneklerden biri olduğunu aktardı. Restorasyonun Türkiye’de yapılmasının önemli olduğuna dikkati çeken Alpaslan, ‘Halı, 400 yılı aşan Hollanda ve Türkiye ilişkilerinin de somut bir göstergesidir. Halımızın restorasyonu uzman ekip ve geleneğe dayalı teknikler kullanılarak gerçekleştirilecek, her aşamada halının orijinal dokusu ve estetiğinin korunması için büyük hassasiyet gösterilecektir. Bu proje, halının restorasyonundan öte kültürel bir mirasın korunmasını da temsil etmektedir.’ diye konuştu.
Alpaslan, halının restorasyonuyla dünyâ kültürel mirasına da katkı sunulduğunu vurguladı.
İçinde yaşanılan dünyâda, barışa ve Adâlete ihtiyaç olduğunu anlatan Alpaslan, bütün dünyâya barış ve Adâlet gelmesi temennisinde bulundu.
Çetinoğlu: Bilenler elbette biliyor da… İnsanlarımızın çoğunluğu makine halısı kullanıyor. Onlara Hereke halısını nasıl tanıtırsınız?
Karaçay: Hereke halısı, dünyânın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Restorasyondan sonra dokunduğu dönemdeki kıymetine kavuşacaktır.
Çetinoğlu: Hollanda’dan restorasyon için gönderilirken tören yapıldı. Türkiye’de karşılamak maksadıyla da tören yapıldı mı?
Karaçay: Evet: Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands ise bir asırdan sonra halının Hollanda’dan tekrar Türkiye’ye restorasyon için geldiğini söyledi.
Halının hikâyesinin Türkiye ile Hollanda arasındaki güçlü bağların sembolü olduğunu belirten Wijnands, sözlerini şöyle devam etti: ‘Hereke halısı, dünyânın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Uzun süreli olması ve târihî öneme sahip olması da ayrı bir güzel yanı. İki ülke arasındaki ilişkiler ve aramızdaki dostluk halıdaki ilmekler kadar sağlam ve güçlüdür. İki ülke arasındaki dostluk çok uzun yıllar öncesine dayanıyor. Seneye dostluk anlaşmasının 100. yılının kutlamasını yapacağız. Diplomatik ilişkiler de 400 yıl kadar geriye gidiyor. İki ülke arasında bu halıdan daha da fazla güzellikler var. Hollanda’nın Milletlerarası sembolü olan lâleyi, Türklerin getirdiği bilinir.’ Wijnands, 500 yıl önce Hollanda’nın bağımsızlığı için Türkiye’nin yardım ettiğini de vurguladı.
Konuşmaların ardından Bakan Yardımcısı Alpaslan ve beraberindekiler, halıyı inceledi.
Çetinoğlu: Konu açılmışken, biraz da Hereke Halı Fabrikası’ndan bahseder misiniz?
Karaçay: Kocaeli’de 1843 yılında kurulan Osmanlı emâneti olan ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ dokuma fabrikası, 181 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak millî saraylar için dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1.000.000 düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.
Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devleti‘nin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ ismiyle faaliyetini devam ettiren fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başlandı.
Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk hayatını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka hâline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de armağanlara lâyık görüldü.
Çetinoğlu: Bu konuda hayli bilgi sâhibisiniz. Herekede üretilen halıları nerelerde görmek mümkün?
Karaçay: Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan İkinci Abdülhâmid döneminde Alman İmparatoru Kaiser İkinci Wilhelm’in ziyâreti vesilesiyle 1897 yılında Yıldız Şale Köşkü Muayede (Bayramlaşma) Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beylerbeyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adâlet Divanı ve Beyaz Saray’ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 181 yıldır faaliyetini devam ettiren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hâlâ millî saraylara halı dokumaya devam ediyor.
Çetinoğlu. Hereke halısının özelliklerinden de söz eder misiniz?
Karaçay: Hereke halısının özelliği: ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır.
Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan târihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyâsında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, Osmanlı halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda devam ettirilen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve halı sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Gayretli çalışmalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkeze alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim İlhan Bey.
Karaçay: Rica ederim, ben teşekkür ederim.
ÇETİNOĞLU’NUN KISACA ÖZGEÇMİŞİ
28 Kasım 1938 târihinde Bafra’da doğdu. İlk ve Orta Okulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi’nde okudu.
İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mâlî müşâvir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu.
SSCB’nin dağılmasından Türk Cumhuriyetleri’nde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas âzâsı olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da; tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti.
İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı.
Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu, dergisinde yazdı. İslam, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyası Tarih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet dergilerinde, Dünya ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu.
10 yıl boyunca (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan ve İstanbul gazetelerinde, Dil ve Edebiyat ile Yesevi ve Adana’da yayınlanan Töre dergilerinde yazmaktadır.
Üstlendiği sosyal görevler:
*Ankara Ticaret Lisesi Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığı *Ankara Meslek Okulları Öğrenci Kültür Birliği Kültür Kolu Başkanlığı
*Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Talebe Cemiyeti Başkanlığı
*Millî Türk Talebe Birliği’nde; Mayıs 1961’den Şubat 1963’e kadar Yönetim Kurulu üyeliği
*Millî Türk Talebe Birliği Ankara Şubesi Kültürel Hizmetler Grup Başkanlığı *Türk Ocakları Ankara Şubesi İkinci Başkanlığı *Karabük İşadamları Derneği Kurucu Başkanlığı *Karabük Serbest Meslek Mensupları Yapı Kooperatifi Kurucu Başkanlığı
*Türk Ocakları İstanbul Şubesi Kurucu Üyeliği *Anavatan Partisi Sarıyer İlçe Başkanlığı
*Türkiye Millî Kültür Vakfı Kurucular Kurulu Üyeliği
*Aydınlar Ocağı Genel Merkezi ve İlim İstişare Kurulu Üyeliği
*Türk 2000’ler Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği
*AVRASYA-BİR / Avrupa Asya Birliği Türk Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği
Oğuz Çetinoğlu; ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği, İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği, Aydınlar Ocağı İstanbul Merkezi ve Türk Ocakları İstanbul Şubesi Üyesidir.
************************
EERVOLLE PUBLICATIES VAN TWEE BEROEMDE SCHRIJVERS OVER MIJ…
De publicaties van İrfan Ünver Nasrattınoğlu en Oğuz Çetinoğlu zijn gepubliceerd op nieuwsportalen die miljoenen mensen bereiken.
Nasrattınoğlu publiceerde mijn biografie en Çetinoğlu publiceerde twee interviews over het Gerechtshof in Den Haag.
Een van hen is een folkloreonderzoeker die in verschillende organisaties heeft gewerkt en de ander is een schrijver die betrokken is geweest bij het bedrijfsleven, politieke organisaties en verenigingen.
İlhan KARAÇAY schreef:
Beste lezers,
Het moet het toppunt van vulgariteit en egoïsme zijn voor een schrijver om een megalomaan te worden en zichzelf te prijzen.
Echter, naar mijn bescheiden mening, probeer ik zo nu en dan een megalomaan te zijn en mezelf te prijzen.
In feite is dit niet mijn eigen lof, maar het verlangen om de lof van anderen te weerspiegelen. Je kunt dus niet overal zien wat anderen zeggen en schrijven. Bovendien blijft het jarenlang op Uncle Google staan en wordt het vereeuwigd.
Natuurlijk ontvangt elke schrijver berichten van lof en kritiek. Natuurlijk neemt elke schrijver meestal de berichten op van degenen die hem prijzen. Ook ik heb vaak lovende berichten gepubliceerd.
Ik zou nalatig zijn als ik geen berichten zou publiceren als “Gezondheid, je schrijft erg vloeiend”, “De staat zou je een prijs moeten geven” en “Veel schrijvers hebben mij genoemd, maar ik zou graag door jouw vloeiende pen gelezen willen worden”. Net als een van mijn bewonderende lezers die mij afschilderde als “U bent de Van Gogh van de journalistiek”…
Een van de laatste twee berichten die ik ontving was van İrfan Ünver Nasrattınoğlu, een folklore onderzoeker die in verschillende organisaties heeft gewerkt, en de andere was van Oğuz Çetinoğlu, een schrijver die betrokken is geweest bij het bedrijfsleven, politieke organisaties en januari.
Nasrattınoğlu, wiens artikelen zijn gepubliceerd in ANKHABER in Ankara, KOCATEPE in Afyonkarahisar, SESİMİZ in Silifke, MÜCADELE in Diyarbaır en MUTTAN HABER in Mut, begon zijn bericht als volgt: “İlhan Karaçay is in mijn herinnering een uitzonderlijk persoon. Om deze reden voeg ik een ontwerp bij van een artikel dat ik van plan ben te schrijven en te publiceren over jou. Ik ben nu in mijn 87e jaar en heb geen officiële of privé functie meer. Ik schrijf, schrijf en publiceer alleen nog maar.”
Oğuz Çetinoğlu, die schrijft voor het nieuwsportaal KOCAELİ OCAĞI VAN DE LICHTEN, in zijn bericht.
Hij had de wens geuit om geïnterviewd te worden over het proces tegen Israël bij het Gerechtshof in Den Haag en het tapijt dat Turkije aan het Hof heeft gepresenteerd.
ARTIKEL DOOR IRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU:
Ankara Afyonkarahisar Diyarbakır Mut Silifke
Een populaire Turkse journalist in Nederland
İLHAN KARAÇAY
De arbeidsmigratie van Turkije naar Nederland begon officieel met de bilaterale overeenkomst die op 19 augustus 1964 werd ondertekend. Veel Turken die naar dit land gingen, waar ze als arbeiders kwamen, hebben succesvol werk verricht in dit land, speelden een leidende rol bij het oplossen van de problemen van hun landgenoten en werden leiders met hun sociale activiteiten. Een van de prominente namen in dergelijke activiteiten in Nederland is İlhan Karaçay. Zijn naam wordt geïdentificeerd met Nederland.
Ik reisde voor de eerste keer naar dit land in 1978. Daarna bezocht ik dit Europese land twee keer in 2000, en daarna nog drie keer in maart en juni 2014, waarin ik ook een belangrijke gebeurtenis heb uitgevoerd. Ik heb al negen jaar op rij contact met Karaçay, die ik tijdens mijn laatste reis naar Nederland heb ontmoet en die ik met veel plezier ken. Uit het nieuws dat hij regelmatig publiceert, haal ik informatie over alles wat er in dit land gebeurt en uit het nieuws dat hij publiceert, leer ik weer over de Turkse sporen die in verschillende delen van Europa bestaan.
Geboren op 23 december 1942 in Mersin, begon Karaçay met het schrijven van nieuws en commentaren voor de Ulus krant, die werd beschouwd als het orgaan van deze partij, terwijl hij tijdens zijn jeugd voorzitter was van de CHP İçel Provinciale Jeugdafdeling. Op hetzelfde moment, ondanks zijn jonge leeftijd, was hij ook verantwoordelijk voor het beheer van de toeristische faciliteiten in Mersin, die eigendom waren van zijn familie en Pompeipolis genaamd, bestaande uit een motel, strand, casino en camping.
Als ze hem hadden verteld dat een Griekse kapitein die op vijfentwintigjarige leeftijd naar de toeristische faciliteiten kwam die hij beheerde, de loop van zijn leven zou veranderen, zou hij het ook niet hebben geloofd. Toen hij hoorde dat deze kapitein met zijn schip naar Shanghai, China zou gaan, slaagden hij en zijn drie vrienden erin om als arbeiders aan boord van het schip te komen. Dit waren de jaren van Mao’s Culturele Revolutie in China. Dit was een niet te missen kans voor Karaçay, die hield van het vak van journalist. Het echte doel van de reis, die begin juni 1967 begon, is journalistiek…
De reis naar China verandert in een avontuur wanneer het schip net na het oversteken van het Suezkanaal wordt gebombardeerd. Ze staken het kanaal over, maar toen ze Djibouti bereikten op 7 juni 1967, hoorden ze dat de oorlog tussen Israël en de Arabische landen in volle gang was en dat het Suezkanaal gesloten was. Het is min of meer bekend wat de andere matrozen gaan doen als ze via Singapore Shanghai bereiken en voet aan land zetten, maar Karaçay belandt op het postkantoor. Hij mailt de foto’s en interessante nieuwtjes die ze van het Suezkanaal hebben meegenomen en de havens die ze tijdens de reis hebben aangedaan naar de krant Akşam.
Karaçay beleeft de kleurrijkste dagen van de Culturele Revolutie in Shanghai. In China, het dichtstbevolkte land ter wereld en op dat moment gesloten voor de wereld, krijgt hij geelzucht. Hij wordt opgenomen in het ziekenhuis. Maar hij ontsnapt uit het ziekenhuis. Karaçay beschrijft dit ontsnappingsincident als volgt: “Met het garantiedocument dat de kapitein me gaf, kon ik ontsnappen uit de handen van de gendarmerie die me naar het ziekenhuis kwam brengen en ontsnappen. Want de volgende reis na Shanghai was naar Vancouver, Canada. Als ik in het ziekenhuis zou worden opgenomen, moest dat in de moderne wereld gebeuren. Wat zou ik in deze onbekende wereld doen als het schip zou vertrekken?”
Zodra hij voet zette in de moderne wereld, werd hij voor precies tweeënhalve maand opgenomen in het ziekenhuis. Gedurende deze tijd verbetert hij zijn Engels, dat hij voldoende beheerst om zichzelf te redden. De vrouwelijke arts van het ziekenhuis feliciteert Karaçay met het feit dat hij in zo’n korte tijd Engels heeft geleerd en geeft de directeur van de bibliotheek opdracht hem lessen te geven om zijn Engels verder te verbeteren. Karaçay herstelt van zijn ziekte en komt weg met het Engels dat hij heeft geleerd. Kortom, hij komt het ziekenhuis binnen als een patiënt en vertrekt als een gezond persoon en als twee mensen, zoals het gezegde luidt: “Eén taal betekent één persoon”.
Op de terugweg via Londen naar Turkije stopt Karaçay in Nederland, bewondert het leven en de mensen in Nederland en besluit hier te blijven. Om als correspondent te gaan werken voor de krant Tercüman, die in Europa begon te verschijnen, sluit hij een overeenkomst met Kemal Özbayraç, het hoofd van de inlichtingendienst, die hij al eerder had gekend. In die tijd was zijn leven in Nederland behoorlijk kleurrijk. Hij had veel vriendinnen, maar toch vond hij dat zijn leven eentonig werd. Hij is van plan om naar Amerika te gaan. Jeanne, zijn favoriet en groeiende favoriet, is echter verdrietig dat Karaçay Nederland zal verlaten. De liefde tussen de twee mondt later uit in een huwelijk.
Op een dag klopt de postbode op de deur en overhandigt Karaçay een telegram. De afzender was Necmi Tanyolaç, de sportmanager van de krant Tercüman. Tanyolaç, een van de belangrijkste figuren van de Turkse sportpers, stuurde een dringend telegram: “İlhan, Fenerbahçe is gekoppeld aan Ajax. Volg Ajax en stuur de artikelen en foto’s in een haast.” Op 10 november 1968, landde Fenerbahçe op Amsterdam’s Schiphol luchthaven en werd begroet door mevrouw Jeanne. Terwijl hij van plan was om Jeanne te verlaten en naar Amerika te gaan, bracht de wedstrijd Ajax-Fenerbahçe Karaçay naar de trouwtafel met Jeanne. Karaçay zegt, “Hoewel ik een Beşiktaş fan ben, ben ik altijd dankbaar geweest naar Fenerbahçe, die instrumentaal was in mijn huwelijk met Jeanne en mijn verblijf in Nederland.”
In 1969 werd Karaçay professioneel journalist door een overeenkomst te tekenen met de krant Hürriyet, die in Europa begon te publiceren, en in 1975 accepteerde hij het aanbod om verslaggever te worden van Tayyar Şafak, het hoofd van de TRT Nieuwsafdeling, tijdens zijn bezoek aan Amsterdam. In hetzelfde jaar begon hij het programma ‘Paspoort’ voor Turken op de NOS televisie te regisseren. In 1980 filmde Karaçay, die samen met Henk Barnard, de beroemde regisseur van IKON Televisie, een vijfdelige serie met de titel “De kinderen die lijden” maakte, twee afleveringen in Turkije en kwam ‘s ochtends aan bij de grenspoort van Kapıkule. Tanks en soldaten verschenen plotseling in het centrum. Het was 12 september 1980 en de Turkse strijdkrachten hadden de regering van Turkije overgenomen.
Een succesvolle medewerker van TRT aan de ene kant, van een grote krant als Hürriyet aan de andere kant en van de Nederlandse televisie aan de andere kant, opende veel deuren voor Karaçay.
Terwijl hij over die tijd sprak, kon Karaçay het niet laten om een pijnlijke herinnering te vertellen die hij niet kon vergeten: “We hadden alles voorbereid en waren op weg naar Mersin voor de huwelijksceremonie. Toen we op het punt stonden om in Aksaray aan te komen met het grootste deel van onze reis achter de rug, waren Jeanne en ik betrokken bij een zwaar verkeersongeval. We raakten allebei ernstig gewond, ik kan wel zeggen dat we terugkwamen uit de dood. Uiteindelijk trouwden we op 23 mei 1970 in Mersin.”
Het geluk van het opbloeiende koppel İlhan en Jeanne verdubbelde en verdrievoudigde op 23 januari 1971.
Ze kregen een tweeling, een jongen en een meisje, die ze Ruşen en Vahide noemden. Maar hun geluk duurde niet lang! Vahide kon maar vijf weken overleven door een gat in haar hart. Ze kunnen hun dochter niet vergeten. Daarom noemden ze hun tweede dochter, geboren op 17 april 1974, naar Vahide, die stierf toen ze nog maar vijf weken oud was. Karaçay zei over de goede momenten die hij doorbracht met zijn twee kleinkinderen, Eva van hun eerste kind Ruşen en Esra van Vahide: “De mooiste momenten van mijn leven zijn de momenten die ik doorbreng met mijn kleinkinderen. Bij elke gelegenheid bij mijn kleinkinderen zijn is voor mij het grootste geluk ter wereld.”
In 1973 ging İlhan Karaçay zich naast de journalistiek ook bezighouden met toerisme en in 1976, met het besluit van de Raad van Ministers, nam hij het algemene verkoopagentschap van de THY in de regio Utrecht op zich.
Naast journalistiek en reisbureau in zijn kantoor, houdt hij zich ook bezig met verzekeringen en kredietzaken op verzoek en op behoefte. Na zware operaties in 1981 gaf hij eerst zijn bureau voor toerisme en daarna de vertegenwoordiging van Hürriyet Newspaper over aan mensen die hij vertrouwde.
Karaçay wilde dat zijn kinderen Turks onderwijs zouden krijgen, dus keerde hij terug naar Turkije en vestigde zich in Mersin. Natuurlijk kon hij ook daar niet stil blijven zitten en begon hij weer met het exploiteren van toeristische faciliteiten. Ondertussen probeerde hij zijn geluk opnieuw in de politiek. Bij de lokale verkiezingen van 1984 stelde hij zich kandidaat als DYP voor het burgemeesterschap van Mersin en verloor de verkiezing. Hij begint zich ongemakkelijk te voelen bij het sociale leven in Mersin, verveelt zich en keert begin 1986 terug naar Nederland.
Na zijn aankomst in Nederland werkt hij als correspondent voor de krant Günaydın en als hoofdredacteur van de krant Haber, die in het Turks en Nederlands wordt uitgegeven. Aan het eind van datzelfde jaar nam hij ook de Benelux-vertegenwoordiging van Sabah Newspaper over, dat zich op Europa richtte. Het eerste Europese avontuur van Sabah duurde echter niet lang en het werd gesloten. In 1988, toen Asil Nadir de Günaydın krant kocht, werd hij de Benelux vertegenwoordiger van deze krant. Na de crisis van Asil Nadir en de aankoop van de krant door Bekir Kutmangil, bleef hij in dezelfde functie. Karaçay, die in zijn journalistieke leven in elke tak van deze sector heeft gewerkt, werd in 1994 eigenaar van de Europese edities van Günaydın. Daarom vestigde hij zich in Frankfurt, het centrum van de Europese Turkse pers.
İlhan Karaçay met mijn zoon Salih
MEER KOMT NOG Meneer Nasrattınoğlu eindigde mijn verhaal in Frankfurt. Het verhaal zal hier echter niet eindigen.
De gewaardeerde auteur verklaarde dat hij nog een artikel zal voorbereiden waarin hij voorbeelden zal geven van het belangrijke werk dat ik heb gedaan voor de Turkse gemeenschap tijdens mijn leven in Nederland.
KORTE BIOGRAFIE VAN NASRATTINOĞLU
İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU
Folklore onderzoeker. Geboren op 18 december 1937 in Afyonkarahisar. Afgestudeerd aan de Air Non-Commissioned Officer School (1955). Na twintig jaar bij de luchtmacht te hebben gewerkt, ging hij vrijwillig met pensioen. Vanaf 1976 werkte hij voor verschillende kranten. In zijn latere jaren legde hij zich toe op folkloreonderzoek en bekleedde hij verschillende functies in organisaties die op dit gebied actief zijn. Sinds 1981 was hij voorzitter van het Folklore Onderzoeksinstituut.
Zijn eerste artikel verscheen in de krant Türkeli (Afyonkarahisar) in 1954. In de jaren daarna werden zijn artikelen gepubliceerd in Türkeli, Afyon, Zafer, Mücadele (Diyarbakır), Anadolu, Güney, Orta Doğu kranten en Turkish Folklore Research, Sivas Folklore, Turkish Folklore, Erciyes, Hisar, Ilgaz, Gülpınar, Size, Güneyde Kültür, İçel Kültürü, Ses, Yeni Defne tijdschriften. Hij nam deel aan vele nationale en internationale congressen, symposia en seminars in en buiten Turkije en presenteerde papers. Zijn diensten aan het folkloreonderzoek werden vele malen bekroond in binnen- en buitenland. Twee eredoctoraten en ereprofessoraten (1999) werden uitgereikt door de Staatsuniversiteit van Azerbeidzjan namens Mehmet Emin Resulzâde en door de Staatsuniversiteit van Moldavië-Komrat. Hij heeft ook academielidmaatschappen in verschillende landen. Er zijn scripties over hem geschreven aan universiteiten. Hij is lid van vele verenigingen zoals de Turkse Persraad, Azerbeidzjaanse Schrijversbond, Afyonkarahisar Journalistenbond, İLESAM, Moldavië Schrijversbond, Turkije Journalistenbond, Turkije Schrijversbond.
“Folklore onderzoeker, schrijver İrfan Ünver Nasrattınoğlu levert nuttige diensten. Vorig jaar publiceerde hij de anthologie “Hedendaagse Noord-Azerbeidzjaanse Poëzie”. Deze keer hebben we de “Bloemlezing van hedendaagse Oeigoerse poëzie” samengesteld door Irfan Ünver. Jarenlang hebben we geschreven en aangedrongen op de erkenning en verspreiding van Turkse literatuur buiten Turkije in Turkije, en de introductie van Turkse literatuur aan onze broeders en zusters in het buitenland. Onze standpunten werden soms onderschat. De blik was op grote plaatsen” (Tahir Kutsi Makal).
ARTIEKEL VAN OĞUZ ÇETİNOĞLU
Schuldig (Israël) Sta op…
We spraken over ISRAEL’S GENOCIDE CASE, met de Turkse Journalist woonachtig in Nederland ILHAN KARAÇAY
Oğuz Çetinoğlu: De Republiek Zuid-Afrika, die beweert dat de aanvallen van Israël op Gaza sinds 7 oktober 2023 genocide waren, heeft op 29 december 2023 een rechtszaak tegen Israël aangespannen wegens schending van het Verdrag van de Verenigde Naties inzake de voorkoming en bestraffing van genocide, dat in 1948 in werking is getreden. De rechtszaak is een paar dagen geleden begonnen bij het Internationaal Gerechtshof, het belangrijkste juridische orgaan van de Organisatie van de Verenigde Naties, dat opereert in het Vredespaleis in Den Haag in Nederland, waar u zich als journalist en zakenman bevindt. U volgt de zaak. Kunt u ons vertellen over uw eerste indrukken?
İlhan Karaçay: De sessie in het Vredespaleis begon met de mondelinge verklaring van Zuid-Afrika. De Republiek Zuid-Afrika eiste eerst de onmiddellijke opschorting van alle Israëlische militaire operaties in Gaza. Het Hooggerechtshof ging eerst in op dit verzoek.
Cetinoglu: Wat zijn volgens u de saillante punten in het verzoek van Zuid-Afrika?
Karaçay: Zuid-Afrika’s aanvraag benadrukt dat ‘de rechten van het Palestijnse volk onder het genocideverdrag, die nog steeds geschonden worden, beschermd moeten worden’.
Terwijl de hoorzitting voortduurde, verzamelde een groot aantal pro-Palestijnse en pro-Israëlische demonstranten zich buiten het Vredespaleis. De demonstranten volgden de hoorzitting op grote schermen die buiten waren opgesteld.
Cetinoglu: Kunt u ons informatie geven over de vonnissen in de 84 pagina’s tellende schriftelijke aanvraag van Zuid-Afrika bij het Internationaal Gerechtshof?
Karaçay: De zaken waarover Zuid-Afrika klaagt over Israël vallen onder de definitie van genocide. Want er staat dat “het doel is om een aanzienlijk deel van de nationale, raciale en etnische groep van Palestina te vernietigen”.
Cetinoglu: Wanneer wordt de uitkomst verwacht?
Karaçay: Genocidezaken die naar Den Haag gaan kunnen vele jaren duren voordat er een uitspraak is. Zuid-Afrika heeft daarom verzocht dat het Internationaal Gerechtshof maatregelen neemt om “Israëli’s te stoppen met het doden van Palestijnen” terwijl het proces nog loopt.
Zuid-Afrika eiste in zijn verzoek ook dat Israël de aanvallen zou staken die gericht zijn op de opzettelijke eliminatie van de Palestijnen als groep en dat Tel Aviv zou worden gestraft voor het plegen van genocide.
Çetinoğlu: Hoe reageerde Israël?
Karaçay: Israël verklaarde dat de beschuldigingen in de aanvraag “geen basis hebben” en dat Israël “probeert Israël met bloed te belasteren”.
Cetinoglu: Waarom werd de zaak voor het Internationaal Gerechtshof gebracht?
Karaçay: In tegenstelling tot het Internationaal Strafhof behandelt het Internationaal Gerechtshof, het hoogste gerechtelijke orgaan van de VN, alleen geschillen tussen staten in plaats van persoonlijke misdaden. Daarom werd de zaak bij het Internationaal Gerechtshof aanhangig gemaakt.
Cetinoglu: Heeft u informatie over het bewijs?
Karaçay: Tijdens de hoorzitting bij het Hof van Justitie liet Adila Hassim, een van de advocaten die Zuid-Afrika vertegenwoordigde, tijdens haar toespraak de foto’s van Anadolu Agency zien als bewijsmateriaal. De foto’s, genomen door fotojournalist Fadi Alwhidi, tonen de lichamen die op 23 december door Palestijnse civiele verdedigingsteams van onder het puin in Beit Lahya in Gaza zijn gehaald en begraven in een massagraf dat vlakbij het Indonesische ziekenhuis is aangelegd.
Op de foto, genomen door fotojournalist Mohammed Fayk, was op de camera te zien dat de lichamen van de familie Fatayer op 30 oktober 2023 werden begraven in een massagraf in Gaza vanwege ruimtegebrek op sommige begraafplaatsen in Gaza.
Cetinoglu: Wat zijn de andere punten onder de beweringen van de delegatie van de Republiek Zuid-Afrika?
Karaçay: In haar 84 pagina’s tellende verklaring stelt Zuid-Afrika dat Israël genocide heeft gepleegd op de Palestijnen in Gaza door hen te doden, ernstig geestelijk en lichamelijk letsel toe te brengen, nederzettingen te vernietigen, te belegeren, uit te hongeren en uit te drogen, en omstandigheden te creëren die zouden leiden tot hun fysieke vernietiging in de operatie die werd gestart na de aanvallen van 7 oktober.
Deze daden zijn gedetailleerd gedocumenteerd in de aanvraag van Zuid-Afrika en bevestigd door betrouwbare, vaak VN-bronnen,’ zei Zuid-Afrika’s advocaat Adila Hassim tijdens de hoorzitting, waarbij ze voorbeelden noemde om het patroon van genocidaal gedrag te illustreren.
Zuid-Afrika beschuldigde Israël ook van het schenden van andere fundamentele verplichtingen onder de Genocide Conventie van de Verenigde Naties uit 1948.
De conventie van 1948 definieert genocide als ‘daden gepleegd met de bedoeling een nationale, etnische, raciale of religieuze groep geheel of gedeeltelijk te vernietigen’.
Het African National Congress, de regerende partij in Zuid-Afrika, vergelijkt het beleid van Israël in Gaza en de Westelijke Jordaanoever met haar eigen geschiedenis onder het apartheidsregime.
Çetinoğlu: Ik zal vragen ‘wat is het apartheidsregime’. Maar eerst, voor degenen die niet bekend zijn met het onderwerp, kunt u ons een korte informatie geven over de Republiek Zuid-Afrika?
Karaçay: De Republiek Zuid-Afrika ligt in het zuidelijkste deel van het Afrikaanse continent. De oppervlakte bedraagt 1.220.000 Km2 en de bevolking 57.000.000 volgens schattingen uit 2017. 78% van de bevolking is inheems in Afrika, 10% Europees, 9% van gemengd ras, 3% Aziatisch. 80% christen, 2% moslim, 2% hindoe. 16% is agnostisch (filosofische opvatting dat het bestaan of niet bestaan van God niet bewezen kan worden).
Het land is rijk aan goud, diamanten en edelstenen. Er wordt maïs, tarwe, druiven, suikerriet en groenten verbouwd.
Er woonden Afrikaanse inboorlingen in het land. In 1488 werd de Portugees Bartolomeo aangevallen door Europeanen toen hij Kaap de Goede Hoop bereikte. In 1800 domineerde Engeland het bestuur. De oorlogen tussen de Britten en de inboorlingen duurden 100 jaar. In 1931 trokken de Britten zich terug uit het bestuur, maar de blanken in het land domineerden het bestuur en pleegden genocide op de inheemse bevolking. De inheemse bevolking, geleid door Nelson Mandela, zegevierde en koos het Republikeinse regime. Mandela werd president.
De inkomensverdeling in het land is verstoord. Tien procent van de bevolking bezit 95 procent van de rijkdom en het inkomen van het land.
Het Ottomaanse Rijk probeerde de mensen van het land tot de Islam te bewegen door geestelijken en geleerden te sturen.
Terwijl andere moslimlanden in de wereld onverschillig bleven, is het mogelijk om de reden te verklaren waarom de Republiek Zuid-Afrika Palestina in eigen handen nam met de steun van het Ottomaanse Rijk.
Apartheid betekent ‘scheiding, afzondering’. Het verwijst naar de rassendiscriminatie die de door Europeanen gevormde regering van de Nationale Partij in de Republiek Zuid-Afrika tussen 1948 en 1994 toepaste tegen niet-blanken.
Cetinoglu: Dank u mijnheer İlhan. Kunnen we luisteren naar de opmerkelijke verklaring van de president van Zuid-Afrika?
Karaçay: De Zuid-Afrikaanse president Cyril Ramaphosa zei in een verklaring voor het proces: “Als een natie die ooit de bittere vruchten heeft geproefd van onteigening, discriminatie, racisme en door de staat gesponsord geweld, zijn we er duidelijk over dat we aan de goede kant van de geschiedenis zullen staan.
Cetinoglu Een verklaring die van harte moet worden toegejuicht en om de verantwoordelijken te schande te maken. Welnu, meneer, wat wilt u zeggen over het standpunt van Turkije?
Karaçay: De Turkse delegatie die het proces in Den Haag kwam volgen werd ontvangen door Selçuk Ünal, onze ambassadeur in Den Haag.
Cüneyt Yüksel, voorzitter van de Justitiecommissie van de Grote Nationale Assemblee van Turkije, reisde naar Den Haag met İsmail Emrah Karayel, voorzitter van de Gemengde Parlementaire Commissie van de Europese Unie (EU) en AK-partijparlementslid voor Istanboel, en Cahit Özkan, lid van de Constitutionele Commissie en parlementslid voor Denizli, om de hoorzittingen bij het Hof te volgen en contacten te leggen.
Cüneyt Yüksel zei: “We verwelkomen het verzoek van Zuid-Afrika tegen Israël” en verklaarde dat de schendingen van het internationaal recht door Israël in de Palestijnse gebieden sinds 7 oktober zijn toegenomen. Yüksel verklaarde dat de stap van Zuid-Afrika om de schendingen te stoppen door een rechtszaak tegen Israël aan te spannen belangrijk is.
Cüneyt Yüksel sprak de verwachting uit dat de uitkomst van de zaak voor het Internationaal Gerechtshof een opluchting zou zijn voor het geweten van de internationale gemeenschap en zei:
‘Als Turkije zullen zowel onze autoriteiten als ons maatschappelijk middenveld nooit een partner zijn van deze vervolging. Als Turkije eisen we dat er onmiddellijk een einde komt aan de barbaarse aanvallen van Israël op burgers en we vinden dat Israël ter verantwoording moet worden geroepen.
Wij hebben de aanvraag van de Republiek Zuid-Afrika bij het Internationaal Gerechtshof verwelkomd. Namens het Turkse volk spreken wij nogmaals onze steun uit voor dit proces. Wij willen dat dit proces zo snel mogelijk wordt afgerond en dat het recht zegeviert.
Yüksel benadrukte dat de discretionaire maatregelen waarover het Hof zal oordelen in de eerste plaats een staakt-het-vuren moeten garanderen en zei dat ze graag zouden zien dat dit de broodnodige onvoorwaardelijke, ongehinderde en regelmatige humanitaire hulp in Gaza mogelijk maakt.
Yüksel vervolgde als volgt: “Het is opnieuw duidelijk geworden dat zonder een rechtvaardige politieke oplossing voor de Palestijnse kwestie, de vestiging van duurzame vrede en stabiliteit in onze regio niet mogelijk zal zijn. Daarom verwachten wij vooral dat de internationale gemeenschap dringende en concrete stappen zet om vrede tot stand te brengen. Turkije zal actief bijdragen aan alle inspanningen om tot een oplossing te komen en is bereid de verantwoordelijkheid op zich te nemen als garant in de implementatiefase van een te bereiken definitieve overeenkomst.
Yüksel zei dat ze ook contact hadden gehad met regeringsambtenaren, diplomaten, vertegenwoordigers van mensenrechtenorganisaties en advocaten die de zaak zouden volgen in verband met het Zuid-Afrikaanse verzoek om een gerechtelijk bevel.
Cahit Özkan, lid van de constitutionele commissie en parlementslid uit Denizli, zei dat de verklaringen die tijdens de hoorzitting werden afgelegd zeer doeltreffend waren en dat de foto’s die door het Anadolu Agency werden genomen deel uitmaakten van het bewijsmateriaal dat door Zuid-Afrika werd gepresenteerd.
Özkan benadrukte dat het Anadolu Agency een zeer effectieve en belangrijke rol heeft gespeeld in het proces en in het bewijzen van de genocide in Gaza, en merkte op dat Zuid-Afrika met dit bewijs zijn beweringen in het proces heeft weergegeven met zeer rijk materiaal in de vorm van foto’s en documenten.
Özkan wees erop dat de genocide in Gaza de eerste genocide in de geschiedenis was die de inwoners van Gaza live uitzonden op hun mobiele telefoons, waarbij ze hun eigen vernietiging in realtime uitzonden in de hoop dat er iets zou kunnen worden gedaan.
İsmail Emrah Karayel, parlementslid uit Istanbul en voorzitter van de Gemengde Parlementaire Commissie van de Europese Unie (EU), benadrukte dat Turkije voorstander is van de toepassing van het internationaal recht en de beslechting van geschillen door internationale rechtbanken en verklaarde dat Turkije van mening is dat geschillen moeten worden opgelost in overeenstemming met de regels van het internationaal recht.
Karayel merkte op dat het onaanvaardbaar is dat de door Israël gepleegde misdaden niet worden onderzocht en onbestraft blijven, en verklaarde dat Turkije in dergelijke gevallen altijd het proces zal volgen om gerechtigheid te garanderen, de misdadigers te straffen en te doen wat nodig is voor de verantwoordelijken.
Aan de andere kant wees Karayel erop dat het Hof een gerechtelijk bevel moet uitvaardigen om de tragedie in Gaza te verminderen en zei dat ze zullen volgen hoe deze bevelen zullen worden uitgevoerd.
De eerste dag van de hoorzitting eindigde nadat Vusimuzi Madonsela, ambassadeur van Zuid-Afrika in Amsterdam, de 9 voorlopige maatregelen voorlas die zijn land had gevraagd aan het Hof tegen Israël.
Cetinoglu: Er zijn drie kwesties die van belang zijn voor degenen die geïnteresseerd zijn in het onderwerp:
1-Zal er een staakt-het-vuren worden uitgevaardigd?
2-Wordt Netanyahu gestraft zoals de Servische slager Mladic?
3-Worden er sancties opgelegd aan Israël?
Kunt u uw mening (niet uw wensen) over deze kwesties uitleggen voor onze lezers?
Karaçay:
1-Ik denk dat het Hof van Justitie alleen zal bepalen wat goed en fout is. Ik verwacht geen dwangbesluit, omdat het Hof niet de bevoegdheid heeft om sancties op te leggen.
2- Het Hof van Justitie zal zich niet mengen in de zaak Netanyahu. Dit Hof behandelt internationale zaken. De naam van de instantie die Netanyahu in Den Haag kan berechten is: “International Residual Mechanism of Criminal Tribunals (IRMCT)”.
3- Zoals ik hierboven al zei, geeft het Hof van Justitie geen bindende uitspraak. Het stelt alleen vast wie gelijk heeft en wie niet. Daarna kan de situatie worden beoordeeld door de Verenigde Naties, staten en de publieke opinie.
Cetinoglu: Dank u zeer mijnheer İlhan.
Karaçay: Graag gedaan, dank u.
****************************
Wij spraken met Turks journalist İLHAN KARAÇAY,
over Turkse tapijt bij Internationaal Gerechtshof
Oğuz Çetinoğlu: Uw nieuws over het tapijt bij het Haagse Hooggerechtshof werd gepubliceerd in Istanbul kranten. Wat wilt u over dit onderwerp zeggen?
İlhan Karaçay: Het ‘Vredespaleis’, dat wij het ‘Haagse Hooggerechtshof’ noemen, wordt door de Nederlanders ‘VredesPleis’ genoemd. De eerste keer dat ik deze plek zag was ongeveer 50 jaar geleden.
Dat jaar werd het geschil over het zeeschiereiland tussen Turkije en Griekenland aan het ‘Hooggerechtshof’ voorgelegd.
De Veiligheidsraad maakte geen keuze tussen Turkije en Griekenland, de partijen in het geschil, en stelde de partijen enerzijds voor om het geschil op te lossen door middel van rechtstreekse onderhandelingen, en nodigde hen anderzijds uit om de mogelijke bijdrage van het Internationaal Gerechtshof aan de beslechting van het geschil in overweging te nemen.
Op dat moment verblindde een enorm tapijt de ogen van degenen die het zagen in het ‘Vredespaleis’, dat over de hele wereld werd geprezen. Daar hoorde ik dat dit tapijt een geschenk was van de Ottomanen. Naast het belang van de Turks-Griekse vete, was de aanwezigheid van een Turks tapijt op zo’n wereldberoemde plaats heel belangrijk voor mij.
Zoals je weet, was in die tijd de ‘nieuwsontwijkingsrace’ in zwang. Nadat ik een foto van dat tapijt had gemaakt, ben ik naar het ANP in Nederland gegaan en heb mijn foto per telefoto naar de krant Hürriyet laten sturen. De kop van de Hürriyet van de volgende dag was niet de ‘Turks-Griekse’ zaak, maar het Turkse tapijt in het Vredespaleis.
Çetinoğlu: Hoe is de situatie vandaag?
Karaçay: Het verhaal van dat tapijt is opnieuw op de agenda gekomen, dit keer 50 jaar later.
Het verhaal van het tapijt gaat eigenlijk veel verder terug, 113 jaar geleden.
Çetinoğlu: Kunt u het ons vertellen?
Karaçay: 113 jaar geleden, het jaar was 1911.
Tijdens de bouw van het Vredespaleis in Den Haag werd in 1911 een enorm Hereke tapijt als geschenk aangeboden door het Ottomaanse Rijk, in antwoord op de oproep tot bijdragen aan de staten in 1907.
Over het tapijt dat voor reparatie en renovatie naar Turkije is gestuurd, zei onze ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, het volgende:
‘Het Hereke Tapijt, dat geschonken werd aan het Koninkrijk der Nederlanden en 113 jaar lang het Vredespaleis heeft gesierd, gaat tijdelijk naar ons land voor restauratiedoeleinden. In overeenstemming met het protocol dat is ondertekend door de Carnegie-stichting, die het Vredespaleis beheert, en het ministerie van Cultuur en Toerisme, is het Hereke-tapijt, waarvan wordt aangenomen dat het het grootste buiten Turkije is, 160 m2 meet en 700 kg weegt, uit het Vredespaleis verwijderd om het restauratieproces te starten.
Ambassadeur Selçuk Ünal, Erik Weststrate, Europees Directeur van het Nederlandse Ministerie van Buitenlandse Zaken, die ook verantwoordelijk is voor Turkije, en J.P.H. Donner, directeur van de Carnegie-Stichting, waren ook aanwezig bij de ceremonie van de verwijdering van het tapijt uit de Japanse Kamer in het Vredespaleis, waar tal van onderhandelingen gaande waren.
Ambassadeur Selçuk Ünal nam ook deel aan de filmopname die werd georganiseerd tijdens het laden van het Hereke tapijt uit het Vredespaleis in de vrachtwagen met Erik Weststrate, directeur Europa van het Nederlandse ministerie van Buitenlandse Zaken, en J.P.H. Donner, directeur van de Carnegie-Stichting.
Çetinoğlu: Interessant… Dus er was een ceremonie. Wat is er besproken?
Karaçay: Ambassadeur Selçuk Ünal vervolgde: ‘Het historische Hereke tapijt, dat onze voorouders in 1911 presenteerden als antwoord op een uitnodiging in 1907, is gedurende 113 jaar getuige geweest van talloze belangrijke vredesverdragen, onderhandelingen en bijeenkomsten. In feite is het, alleen, eenzaam en verdrietig, al 113 jaar getuige van de geschiedenis. Het feit dat onze voorouders destijds met een langetermijnvisie en op deze manier hun steun aan de internationale vrede toonden, is een belangrijke boodschap voor ons allemaal vandaag. Het Hereke tapijt zal vandaag en morgen een van de onsterfelijke tekens van de Turks-Nederlandse vriendschap zijn, net zoals het werd gedacht toen het werd gepresenteerd als een geschenk van een staat van de wereld aan een gerespecteerde staat van Europa. Zolang mensen leven en de mensheid leeft, zal het van hier tot in de eeuwigheid de boodschap van internationale vriendschap en vrede uitdragen.
Dit is het verhaal van het ‘Hereke Tapijt’, dat ons allemaal trots maakt en onze vriendelijkheid aan de wereld zal aankondigen met verdere ontwikkelingen.
Çetinoğlu: Kunnen we gewoon ‘Hereke tapijt’ zeggen?
Karaçay: Nooit. Het is een historische gebeurtenis. Het moet bekend zijn bij nieuwe generaties.
Çetinoğlu: Kunnen we van jou leren?
Karaçay: Ik zal geen plagiaat plegen, maar kijk eens wat ik vond in mijn zoektocht op Uncle Google.
Çetinoğlu. Wat heb je gevonden?
Karaçay: Het ongeveer 162 vierkante meter grote Hereke tapijt, dat in 1905 werd geschonken aan het Vredespaleis, dat dienst doet als Internationaal Gerechtshof in Den Haag, Nederland, op besluit van sultan Abdülhâmid II, wordt gerestaureerd in de wijk Sultanhanı in Aksaray.
Vice-minister van Cultuur en Toerisme Nadir Alpaslan zei op de persconferentie die werd georganiseerd bij de tapijtrestauratie workshop in Aksaray dat hij blij was om in Sultanhanı Caravanserai te zijn, die een belangrijke plaats inneemt in de geschiedenis van Turkije.
Nadir Alpaslan herinnerde eraan dat meer dan 40 landen hulp verleenden toen het Vredespaleis werd gebouwd en vervolgde als volgt:
‘Het Ottomaanse Rijk schonk een Hereke tapijt aan het Vredespaleis tijdens het bewind van sultan Abdülhâmid II, waarvan de restauratie binnenkort wordt gestart. Dit tapijt is een heel bijzonder tapijt versierd met de culturele elementen van ons land en geweven in lussen. Tijdens de restauratie van het tapijt wordt elke lus vernieuwd volgens de technische specificaties van de periode waarin het werd gemaakt, en wordt het weer naar huis gestuurd. Het Hereke tapijt getuigt al meer dan 100 jaar van de geschiedenis in de Japanse zaal van het Vredespaleis. Ons tapijt zal na 1 jaar, wanneer dit werk voltooid is en het naar huis terugkeert, van de geschiedenis blijven getuigen.
Alpaslan verklaarde dat dit unieke tapijt een van de belangrijke voorbeelden is van de culturele rijkdom van Turkije. Alpaslan wees erop dat het belangrijk is dat de restauratie in Turkije wordt uitgevoerd en zei: “Het tapijt is een concrete indicator van de betrekkingen tussen Nederland en Turkije gedurende meer dan 400 jaar. De restauratie van ons tapijt zal worden uitgevoerd met behulp van een deskundig team en technieken die gebaseerd zijn op traditie, en er zal grote gevoeligheid aan de dag worden gelegd om de oorspronkelijke textuur en esthetiek van het tapijt in elke fase te behouden. Dit project staat voor de bescherming van een cultureel erfgoed dat verder gaat dan de restauratie van het tapijt.
Alpaslan benadrukte dat de restauratie van het tapijt ook bijdraagt aan het cultureel werelderfgoed.
Alpaslan legde uit dat vrede en gerechtigheid nodig zijn in de wereld waarin we leven en wenste vrede en gerechtigheid voor de hele wereld.
Çetinoğlu: Degenen die het weten, weten natuurlijk… De meerderheid van onze mensen gebruikt machinaal vervaardigde tapijten. Hoe zou jij Hereke tapijt aan hen voorstellen?
Karaçay: Hereke tapijt is het beste en beste tapijt ter wereld. Na restauratie krijgt het de waarde terug die het had toen het werd geweven.
Çetinoğlu: Er werd een ceremonie gehouden toen het vanuit Nederland werd opgestuurd voor restauratie. Was er ook een ceremonie om het in Turkije te verwelkomen?
Karaçay: Ja: Joep Wijnands, de ambassadeur van Nederland in Ankara, zei dat het tapijt na een eeuw uit Nederland was teruggekomen naar Turkije voor restauratie.
Hij zei dat het verhaal van het tapijt een symbool is van de sterke banden tussen Turkije en Nederland en vervolgde zijn woorden als volgt:
‘Hereke tapijt is de beste kwaliteit en het beste tapijt ter wereld. Het feit dat het lang meegaat en een historische betekenis heeft is een ander mooi aspect. De relaties tussen de twee landen en de vriendschap tussen ons zijn net zo sterk en hecht als de lussen in het tapijt. De vriendschap tussen de twee landen gaat vele jaren terug. Volgend jaar vieren we de 100e verjaardag van het vriendschapsverdrag. Ook de diplomatieke betrekkingen gaan 400 jaar terug. Er is nog meer moois tussen de twee landen dan dit tapijt. Het is bekend dat de Turken de tulp meebrachten, het internationale symbool van Nederland.
Wijnands benadrukte ook dat Turkije Nederland 500 jaar geleden heeft geholpen onafhankelijk te worden.
Na de toespraken bekeken staatssecretaris Alpaslan en zijn gevolg het tapijt.
Çetinoğlu: Nu we het er toch over hebben, kunt u ons iets vertellen over de Hereke Tapijtfabriek?
Karaçay: De ‘Hereke Factory-i Hümayunu’ weeffabriek, een Ottomaans relikwie dat in 1843 in Kocaeli werd opgericht, maakt al 181 jaar naam. Zijden tapijten die speciaal voor nationale paleizen zijn geweven, schitteren met hun 1.000.000 knopen per vierkante meter en patronen uit de Ottomaanse tijd. De vrouwen die de handgemaakte tapijten weven doen er minstens een jaar over om een tapijt te voltooien.
De fabriek, die in 1843 door twee broers werd opgericht als een grote werkplaats in de Hereke regio van het Körfez district, werd in 1845 verbonden met het paleis met de industriële doorbraken van het Ottomaanse Rijk. Na 1845 voldeed de fabriek, die haar activiteiten voortzette onder de naam ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’, eerst aan de vraag naar gordijnen en stoffering van de paleizen en begon daarna tapijten te weven.
Hereke Fabrika-i Hümayunu, dat tot de waardevolle instellingen van het Ottomaanse Rijk behoorde en het keizerlijke leven kleur gaf, werd tegen het einde van de 19e eeuw een merk in Europa. De producten van de fabriek, die een prestigieus merk werden, werden in verschillende landen geëerd met geschenken.
Çetinoğlu: Je hebt veel informatie over dit onderwerp. Waar kun je de in Hereke geproduceerde tapijten zien?
Karaçay: In Hereke Fabrika-i Hümayun werden veel tapijten geweven. De meest gigantische was een tapijt van 468 vierkante meter met een gewicht van 3 ton, dat in 1897 werd gemaakt tijdens het bewind van sultan Abdülhâmid II ter gelegenheid van het bezoek van de Duitse keizer keizer Wilhelm II aan Yıldız Şale Mansion. Daarnaast werden de tapijten in de Blauwe Zaal van het Beylerbeyi Paleis, de Onderzoekszaal van het Dolmabahçe Paleis, het Hoge Gerechtshof in Den Haag en het Witte Huis geweven in Hereke Fabrika-i Hümayun. Al 181 jaar weeft de Hereke Zijdeweverij en Tapijtfabriek, met haar huidige naam, tapijten voor nationale paleizen.
Çetinoğlu. Kunt u ons ook iets vertellen over de kenmerken van het Hereke-tapijt?
Karaçay: Hereke tapijten worden gekenmerkt door hun lussen, dubbele knopen, gareneigenschappen en duurzaamheid.
De Ottomaanse periode van de Turkse tapijtkunst weerspiegelt het historische proces en de culturele accumulatie die zich uitstrekt van Altai tot Anatolië. In deze context, parallel met de opkomst van de staat tijdens de eerste vierhonderd jaar, ontwikkelde de tapijtkunst zich en nam haar diversiteit toe. De nieuwe beschaving die zich in de Westerse wereld ontwikkelde, gebaseerd op wetenschap en techniek, bracht de Ottomaanse kunst echter in een moeilijke situatie, zoals op elk gebied. Vooral toen de weefsector een nieuw proces inging met de industriële revolutie, werd de Ottomaanse tapijtweverij diep getroffen. Daarom werd de weverij opgenomen in de moderniseringsinspanningen van de 19e eeuw. Met de opening van de fabriek in Hereke in 1843 werd de weef- en tapijtindustrie opgericht en na verloop van tijd werd het een opleidingscentrum voor de sector. Dankzij de ijverige inspanningen ontstonden er veel tapijtweverijen in de provincies. Sommige oude centra die hun efficiëntie verloren hadden, werden nieuw leven ingeblazen. Onderwijs in tapijten maken op industriële meisjesscholen en middelbare meisjesscholen werd ondersteund. Bovendien reikte de regering de Medaille van de Industrie uit aan diegenen die succesvol waren en uitstekende diensten leverden in de tapijtproductiekunst. Op deze manier werd een model gecreëerd dat zich concentreerde op de Hereke Fabriek en tapijtmaakopleidingen bood aan studenten, volwassenen en personeel van privébedrijven, waardoor de kwaliteit werd verhoogd en werkgelegenheid werd gecreëerd.
Çetinoğlu: Hartelijk dank, mijnheer İlhan.
Karaçay: Graag gedaan, dank u.
KORTE BIOGRAFIE VAN ÇETİNOĞLU
OĞUZ ÇETİNOĞLU
Hij werd geboren op 28 november 1938 in Bafra. Na de lagere en middelbare school in zijn geboortestad, studeerde hij aan de Ankara Trade High School en Ankara Academy of Economic and Commercial Sciences.
Hij begon zijn zakelijke leven als accountant in Ankara. Hij ging verder als accountant, financieel adviseur en professioneel manager in Ankara en Karabük. In Istanbul hield hij zich bezig met ijzerhandel.
Na het uiteenvallen van de USSR richtte hij een bedrijf op met meerdere partners om industriële investeringen in de Turkse republieken te realiseren. Als directeur van het bedrijf vestigde en exploiteerde hij faciliteiten in Azerbeidzjan en de Krim. In 2000 liquideerde hij zijn bedrijf.
Zijn schrijversleven ging verder naast zijn zakenleven. Zijn eerste artikel werd gepubliceerd als een hoofdartikel in de Bafra News krant die in 1954 in Bafra werd gepubliceerd. In de daaropvolgende jaren werden de artikelen van İlhan Egemen Darendelioğlu gepubliceerd in Toprak Magazine, Son Havadis en Tercüman kranten.
Hij schreef in Türk Yurdu, een tijdschrift dat werd uitgegeven door het Algemeen Centrum van Turkse Horen. Zijn handtekening is ook te vinden in de tijdschriften Islam, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Krim, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyası Tarih ve Kültür, Nevzuhur gepubliceerd in Antalya, Erciyes en Yeniden Diriliş gepubliceerd in Kayseri, Kümbet gepubliceerd in Tokat, en kranten zoals Dünya en Kırım Sadâsı gepubliceerd in de Krim. Hij becommentarieerde de gebeurtenissen van de week op Akra FM radio.
Gedurende 10 jaar (één dag per week) schreef hij columns in de Zaman krant. Hij schrijft nog steeds in Önce Vatan en Istanbul kranten, Taal en Literatuur, Yesevi en Töre tijdschriften gepubliceerd in Adana.
Maatschappelijke taken die hij op zich nam:
*Voorzitterschap van de afdeling Cultuur en Literatuur van de Handelshogeschool in Ankara *Voorzitterschap van de afdeling Cultuur van de Studentencultuurbond van de Beroepsscholen in Ankara
*Voorzitter van de studentenvereniging van de Academie voor Economische en Handelswetenschappen in Ankara
*Lid van de raad van bestuur van de nationale unie van Turkse studenten van mei 1961 tot februari 1963
*Voorzitterschap van de culturele dienstengroep van de Millî Türk Talebe Birliği Ankara-afdeling *Turkish Hearths Ankara-afdeling Tweede voorzitterschap *Oprichtingsvoorzitterschap van de Vereniging van Zakenlieden van Karabük *Oprichtingsvoorzitterschap van de Coöperatieve Bouwcoöperatie van Vrije Beroepsbeoefenaren van Karabük
*Oprichtend lid van de afdeling Istanbul van Turkish Hearths *Anavatan Partij Sarıyer Districtsvoorzitterschap
*Lid van de oprichtingsraad van de Nationale Culturele Stichting van Turkije
*Lid van het Algemeen Centrum en de Wetenschappelijke Adviesraad van de Hearth of Intellectuals
*Bestuurslid van de Stichting Turkse jaren 2000
*Bestuurslid van de Stichting Turks Economisch, Sociaal en Cultureel Onderzoek van de Europese Aziatische Unie.
Oğuz Çetinoğlu is lid van ESKADER / Vereniging van Literatuur-, Kunst- en Cultuuronderzoekers, İLESAM / Turkse Beroepsvereniging van Eigenaren van Wetenschappelijke en Literaire Werken, Istanbul Centrum van de Hearth of Intellectuals en Istanbul Branch of Turkish Hearths.
MERSİN’İN TOROS DAĞLARINDA SERİNLİK VE GÜVENLİK ARZEDEN İSTİRAHATGÂH..
Mersin, Akdeniz’in doğusunda, Türkiye’nin en uygar şehirlerinden biridir.
Yazın sıcağından kaçmak isteyenler, Toroslar’daki yaylalarda mesken kurarlar.
Yaylaların en gözdesi Gözne yaylasıdır. Trafiği yoğun olan Gözne yolu, çağımıza uygun bir hale getirilmiştir.
Gözne’ye varmadan önce, Kepirli sapağı görülür. Bu yola girenler, Yeni keşfedilen Keprli yaylasına gelirler.
Mersin’e gelen bir Hollandalı çift, sıcaktan kurtulmak için, tavsiye üzerine Kepirli’ye gelir.
İnek ve koyunların otladığı kocaman bir ağacın altındaki serinliğe rastlayan Hollandalı çift, bu arsayı hemen satıl alır ve bir mesken yapılması için Durak Yapı ile anlaşır.
Hollandalı çiftin tahayyüllerinde kurdukları meskeni projelendiren Durak Yapı, arazi üzerindeki düzenlemelerden sonra inşaata başlar.
Hollandalı çift, Durak Yapı’ya verdikleri genel vekaletname sayesinde, tek bir merciye bile gitmeden, inşaatın gelişmesini izler…
Yer düzenlemesinden sonra inşaatın çatısı yavaş yavaş görülür.
İnşaat, artık kendini göstermeye başlamıştır
Mersin’in sıcağından kurtulmaya az bir zaman kalmıştır.
…Ve villanın yapımı tamamlanmıştır.
Toroslar’ın muhteşem görüntüsünden başka, Mersin de uzaklardan görülmektedir.
Hikâyenin sonu:
Hollandalı çift, evlerini son model eşyalar ile düzenledikten sonra, bu evde hiç ikamet edemeden, ailevi bir meseleden ötürü, memleketlerine göç etmek mecburiyetinde kalır ve burayı satışa çıkarır.
Yaşanan depremler, pek çok kişiyi tek katlı yer evlerini tercih etmeye zorlamıştır.
Asrın sıcakları da insanları yaylalara yönlendirmiştir.
İşte bu insanlar için doğan bir fırsat.
Hollandalı bir çiftin büyük umutlarla inşa ettiği vilanın hikâyesini alttaki klipte izleyiniz.
HET VERHAAL VAN DE VILLA VAN EEN NEDERLANDS ECHTPAAR GEBOUWD IN DE TAURUS MET HOGE VERWACHTINGEN
EEN VILLA IN DE HOEK VAN HET PARADIJS WACHT OP ZIJN GELUKKIGE…
EEN KOELE EN VEILIGE RUSTPLAATS IN HET TAURUSGEBERGTE VAN MERSİN
Mersin, ten oosten van de Middellandse Zee, is een van de meest beschaafde steden van Turkije.
Degenen die de hitte van de zomer willen ontvluchten, vestigen zich op de plateaus in het Taurusgebergte.
De meest favoriete hoogvlakte is de hoogvlakte van Gözne. De weg naar Gözne, die druk bereden is, is geschikt gemaakt voor onze tijd.
Voordat je Gözne bereikt, zie je de afslag Kepirli. Wie deze weg neemt, komt op het pas ontdekte Keprliplateau.
Een Nederlands stel dat naar Mersin reisde, kwam naar Kepirli op aanraden om van de hitte af te komen.
Het Nederlandse stel, dat de koelte aantrof onder een enorme boom waar koeien en schapen grazen, kocht meteen dit stuk land en kwam met Durak Yapı overeen om er een woning te bouwen.
Durak Yapı, die de woning ontwierp die het Nederlandse echtpaar zich in hun verbeelding voorstelde, begon met de bouw nadat de afspraken op het land waren gemaakt.
Dankzij de algemene volmacht die ze aan Durak Yapı gaven, volgt het Nederlandse echtpaar de voortgang van de bouw zonder naar één enkele instantie te gaan…
Na de organisatie van de bouwplaats wordt het dak van het gebouw geleidelijk zichtbaar.
De constructie begint nu zichtbaar te worden
Er is nog maar weinig tijd om de hitte van Mersin kwijt te raken.
…En de bouw van de villa is voltooid.
Naast het prachtige uitzicht op het Taurusgebergte is Mersin in de verte te zien.
Het einde van het verhaal:
Het Nederlandse echtpaar, nadat ze hun huis hebben ingericht met de nieuwste modellen meubels, zijn gedwongen te emigreren naar hun vaderland vanwege een familiekwestie en zetten het te koop.
De aardbevingen hebben veel mensen gedwongen om de voorkeur te geven aan grondgebonden huizen met één verdieping.
De hitte van de eeuw heeft mensen ook naar de hooglanden gedreven.
Hier ligt een kans voor deze mensen.
Bekijk het verhaal van de villa die een Nederlands stel met veel hoop heeft gebouwd in de clip hieronder.
İnsanın bu dünyadaki ömrü, ahiretteki ömür ile kıyaslandığı zaman çok kısadır.Aslında ‘Çok kısa’ demek de yanlıştır.
Zira, inanışlara göre, ahiretteki yaşam sonsuzdur. ‘Kısa yaşam’ sürdürdüğümüz bu dünyada, doğuyoruz, büyüyoruz, yaşlanıyoruz ve ölüyoruz.
Bu dünyada herşey değişkendir.
Yine inanışlara göre, dünyamızda Allah’tan başka kalıcı ve ölümsüz varlık yoktur. ‘Ecel’ denilen yaşamın sona ermesi ile, ‘Kıyamet’ denilen dünyanın yok olması sonrasında, ‘Mahşer’de toplanılacak, hesaplar görülecek ve ondan sonra da ‘Ahiret’ başlayacaktır. ‘Ahiret’ te yaşam sonsuza kadar sürecektir.
Hepimizin çok sevdiği canlılar vardır ki, Allah’ın, yukarıda belirtilen kuralları doğrultusunda bu dünyaya gelmişler ve sonra da gitmişlerdir.
Bunu, ‘Ahiret’e göç etti’ diye değerlendiriyoruz.
Benim de, annem, babam, kardeşlerim ve dostlarım Ahiret’e göç etmişlerdir.
Bir de, aynı akibete uğrayan, hepimizin tanıdığı ünlüler vardır.
Üzüntü verici ama, bu ünlüler arasında benim pek çok dostum olmuştur.
Bu dostlardan bazılarını ele alacağım ve ilgi çekecek anılar anlatacağım.
Aslında bunu kitaplaştıracaktım.
Ama içimden bir ses, “Bu yazdıkların okunmalı acele et” der gibi oldu.
Ben de kitap işinden vazgeçtim ve bu yazıları sizlere web sayfamda armağan etmeyi yeğledim.
Çok yakın bir süre içinde yayınlayacağım.
Çok uzun bir yazı olacak ama, bu ünlüleri sıra ile ele almak zorunluluğu olduğu için, uzun yazıma katlanacaksınız artık…
İster art arda okuyun, ister peyderpey…
(Medyadaki dostlarım her gün birkaç anı yayınlamak ile yetinebilirler)
Meydanın yeri: Hollanda’nın Almelo kenti
Meydanın kahramanı: Görme engelli Ömer Kadan
Göçmen olarak yaşadığı Hollanda’da, sazı ile Türkçe ve Hollandaca şarkılar söyleyen Ozan Ömer Kadan, gönüllerde taht kurmuştu.
Geçen yıl ölümünden sonra, Almelo Belediyesini harekete geçiren kızı Ayşe, babasının adını bir meydana verdirdi.
Hollanda medyası ozanımızdan, “Türkler ile Hollandalılar arasında sevgi köprüsü kurdu” şeklinde söz ediyorlar.
(Yazının Hollandacası en altta)
(De Nederlandse versie van het artikel staat onderaan)
İlhan KARAÇAY derledi:
Derlemiş olduğum aşağıdaki yazının kahramanı hakkındaki haberleri sosyal medyada görmüşsünüzdür. Ama, haberin kahramanı için yapılan inceliğin, dünyada belki de ilk defa yaşandığını da bilmiyorsunuzdur.
Öyle ya, ekmek parası kazanmak için vatanının terkedip, gurbetlere çıkan milyonlarca göçmen arasından birine, yaşadığı şehrin belediyesi görülmemiş bir armağan sunuyor.
Bu armağanın verilişinin ardında birileri (kızı) var ama, olsun, sonuçta bilinmeyenleri bilinir hale getirmek de şart olmaktadır.
Hollanda’da, pek çok Türk’e Kraliyet nişanı verilmiştir. Nişan veriliş kriterlerinin dünyadaki işleyişi hep aynıdır. Birileri, gerekli bir makama, “Çok hayırseverdir, çok başarılıdır, çok faydalıdır” mesajını iletirler. O makam da yapılan veya yapılmayan araştırmalar sonunda o kişiyi nişana lâyık görür.
Samimiyetim ile yazıyorum. Geçmişte ikamet ettiğim tüm belediyelerde, bana söylenen “Adını belediyeye bildireyim sana Kraliyet nişanı versibler” teklifine he pret cevabı vermişimdir. Zira ben, Kraliyet yönetimine karşı olan koyu bir cumhuriyetçiyim. Hiç haberim olmadan böyle bir teklifin gelmesi halinde, bunu hâlâ ret etmekte israrcıyımdır.
Şimdi gelelim bizim Ozan’ımıza…
Ozan Ömer Kadan’ın adını 2018 yılında görmüştüm.
Anadolu Ajansı muhabiri olan dostum şu haberi yazmıştı:
Anadolu bestelerini Hollandacaya uyarlayarak gönülleri fetheden Ozan Ömer Kadan, yaşadığı olumsuzluklara rağmen 32 yıldır hayata tutunuyor
ALMELO,-Hollandaca bestelediği türkülerle gönülleri fetheden görme engelli Ozan Ömer Kadan, dört yaşında annesini ve ardından görme yetisini kaybetmesine rağmen 32 yıldır sazıyla hayata tutunuyor.
Kadan, Anadolu türkülerini kendi bestesiyle Hollandacaya uyarlayarak Türklerin yanı sıra, Hollandalıların da gönlünü kazandı.
Farklı etkinliklerde sahne alarak ünlenen ve Ozan lakabını kazanan Kadan, yaptığı açıklamada, gözlerini kaybettikten sonra faydalı şeyler yapmak istediğini, bunu hisseden babasının kendisine bir saz aldığını söyledi.
Gösterdiği büyük bir azimle ders almadan saz çalmayı öğrenen Kadan, “Elektriklerim kesildi, ortalık karardı. Gözlerimi kaybettim ama bunun yanında bazı şeyleri kazandım. Bir gece saat üçte ‘Gelin Ayşe’ türküsünü çalmaya başladım ve büyük bir heyecanla, ‘baba bak Gelin Ayşe’yi çalıyorum’ diye bağırdım. Uykudan uyanmanın verdiği şaşkınlık ve biraz da korku ile neye uğradığını şaşıran babam, bana öfkelenerek uyumamı istedi.” dedi.
Azmini yitirmeyerek sazını elinden bırakmayan Kadan, “İnsanları mutlu edebilmek beni de mutlu ediyor. Sahne aldığım etkinliklere toplu taşıma aracı ile kendi başıma gidiyorum. İki çocuğum var ama ben kendimi dört çocuk babası olarak görüyorum. Çünkü yayınladığım ‘İki Kültür Arasında’ ve ‘Türkiye’mi Özlüyorum’ albümlerim de benim çocuklarım gibi.” diye konuştu.
CORONA ÖLDÜRMEDİ
Ömer Kadan’ın adını daha sonra Platform Dergisinde Mustafa Toga imzasıyla görmüştüm.
Haber şöyleydi:
ALMELO,- Hollanda Türk Toplumunun Yakından Tanıdığı Görme Engelli Ozan Ömer Kadan Corona Virüsüne Yakalandı. Hollandaca bestelediği türkülerle gönülleri fetheden görme engelli Ozan Ömer Kadan, dört yaşında annesini ve ardından görme yetisini kaybetmesine rağmen uzun yıllar sazıyla hayata tutunuyordu.
Kadan, Anadolu türkülerini kendi bestesiyle Hollandacaya uyarlayarak Türklerin yanı sıra Hollandalıların da gönlünü kazandı.
Farklı etkinliklerde sahne alarak ünlenen ve Ozan ismini alan Kadan, gözlerini kaybettikten sonra faydalı şeyler yapmak istediğini Platform’da daha önce yayınlanan röportajında bahsetmişti Ozan Ömer Kadan, bunu hisseden babasının kendisine bir saz aldığını söyledi.
Gösterdiği büyük bir azimle ders almadan saz çalmayı öğrenen Kadan, “Elektriklerim kesildi, ortalık karardı. Gözlerimi kaybettim ama bunun yanında bazı şeyleri kazandım. Bir gece saat üçte “Gelin Ayşe” türküsünü çalmaya başladım ve büyük bir heyecanla, baba bak “Gelin Ayşe’yi” çalıyorum diye bağırdım. Uykudan uyanmanın verdiği şaşkınlık ve birazda korku ile neye uğradığını şaşıran babam, bana öfkelenerek uyumamı istedi.” dedi.
Azmini yitirmeyerek sazını elinden bırakmayan Kadan, “İnsanları mutlu edebilmek beni de mutlu ediyor. Sahne aldığım etkinliklere toplu taşıma aracı ile kendi başıma gidiyorum. İki çocuğum var ama ben kendimi dört çocuk babası olarak görüyorum. Çünkü yayınladığım “İki Kültür Arasında” ve Türkiye’mi Özlüyorum” albümlerim de benim çocuklarım gibi.” diye konuşmuştu.
Ozan’ın kızı Ayşe Kadan tarafından sosyal medyada paylaşılan habere göre Doktorların Ozan Ömer Kadan’ı zor bir dönemin beklediğini söyledikleri belirtildi. Sevenlerinden dua isteyen Ayşe Kadan ”Allah’tan ümit kesilmez, imtihandayız, Ozanımızın bol bol duaya ihtiyacı var dualarınızı bekliyoruz” ifadelerini kullandı.
TALİHSİZ ÖLÜM Ömrü badirelerle geçen Ozan Ömer’in ölümünü, Hans Brok’un 27 Ocak 2023 günü yazdığı Hollandaca haberi tercüme ederek aktarıyorum:
Almelo’lu sevilen Türk ozan Ömer Kadan vefat etti
ALMELO – Türkücü, ozan ve şakacı Ömer Kadan, pek çok rahatsızlığına rağmen yıkılmaz görünüyordu. Ölüm onu birkaç kez yakalamak üzereydi ama her seferinde mucizevi bir şekilde kurtulmayı başardı. Bu kez başarılı olamadı. Çarşamba’yı perşembe’ye bağlayan gece hayatını kaybetti. 59 yaşındaydı.
Kör şarkıcı ölümle son kez birkaç yıl önce yüz yüze gelmişti. Koronaya yakalanmıştı ve birkaç hafta boyunca sonsuzluğun kenarında dengede durdu. Daha sonra bu konuda “Doktorlar, Tanrı ve ailem beni kurtardı” diyecekti. O dokuz canlı bir kedi gibiydi sanki….
Kadan 1978 yılında ailesiyle birlikte Almelo’ya geldi. Babası o zamana kadar 18 yıldır Ten Cate’de çalışıyordu. Kadan 1985 yılında nadir görülen bir göz hastalığına yakalandı ve kısa sürede kör oldu. Rehabilitasyon için sağırlar için bir yatılı okula gitti. Orada sadece iyi bir Hollandaca değil, aynı zamanda uzun saplı bir ud türü olan saz çalmayı da öğrendi.
Belirgin bir yeteneği vardı, şarkılar yazdı ve insanları eğlendirmek için sahne almaya başladı. Doğuştan bir şovmen olduğunu kanıtladı ve hatta ulusal çapta dikkatleri üzerine çekti. Diğerlerinin yanı sıra Herman Finkers ve Willeke Alberti ile birlikte sahne aldı. 2008 yılında Man Bijt Hond’dan bir film ekibi tarafından ziyaret edildi. Filmde Wilders’in kışkırtıcı diline karşı ‘uzlaşma’ hakkında konuştu.
“Yapabiliyorsanız birbirinize yardım edin, çünkü birlikte gayet iyi yaşayabilirsiniz”
Ömer’i Almelo’nun Türk tekstil işçileri tarihine yerleştirme çağrısı her halükarda güçleniyor. Özellikle de ölümüne verilen tepkiler göz önüne alındığında. Herman Finkers sesini duyurdu ve Ömer’in ailesine bir şiir gönderdi. Kadan, Hollanda’nın yanı sıra birkaç kez yurtdışında da sahne aldı. Avusturya’dan ve başka yerlerden gelen tepkilere göre onu orada da unutmamışlar.
Bir misafir işçinin oğlu olarak özel bir yaşamı vardı. Babası 1960 yılında Ten Cate için çalışmak üzere Hollanda’ya gitti. Ömer ve ailenin geri kalanı da 1978’de onu takip etti. O zamanlar, ancak yedi yıl sonra bir göz hastalığı nedeniyle kör olacağını hayal bile edemezdi.
Bunun sonucunda hayatı radikal bir değişim geçirdi. Gooi bölgesinde sağır ve körler için bir yatılı okulda sadece iyi Hollandaca değil, aynı zamanda bir Türk lavtası olan saz çalmayı da öğrendi.
Yaptığı şarkılarda Hollanda’daki birçok Türk’ün yaşadıklarını anlattı. Bu onu sadece öne çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda Willeke Alberti ve Herman Finkers gibi isimlerle de tanışmasını sağladı. Sazıyla şaka yapan Türk ozan, medyada iyi bir yer edindi. Kızına göre, hayatının son anına kadar bile şaka yapmaya devam etti.
Doktor, doktor
Kadan kendi mahallesinde de sahne aldı. 1990’larda Bellavista Caddesi’nde bir muayenehane açıldığında, toplanan izleyicilere Doktor, Doktor, Ben Yarı Ölüyüm şarkısını söyledi. Bazı hastaların ağrı ve sızılarını dile getirme biçimleriyle alay etti.
Kültürler arasında köprü kurmak istedi. Ve her şeyden önce barış içinde bir arada yaşamak istiyordu. Bunu şu sözlerle ifade etti: “Hollandalı ve Türk, ortalığı karıştırmayın. Yapabiliyorsanız birbirinize yardım edin, çünkü birlikte iyi yaşayabilirsiniz”. Şarkıyı geleneksel Türk kıyafetleriyle ama ayağında Hollanda takunyalarıyla söyledi.
Tipik Kadan, kültürleri birleştirmeye çalışan Hollandalı bir Türk. Esprili bir dille Hollandalıların görüşleriyle dalga geçmekten de geri durmadı. Ha-san trek je jas an’da olduğu gibi.
Sıra dışı bir adam bu Ömer Kadan. Çok kültürlü ve uzlaşmacı bir Almelolu. Akıllı, müzik yeteneği olan ve hem dostlarının hem de düşmanlarının sevdiği birisi.
Bir sokakta ya da caddede anılıp anılmayacağını zaman gösterecek.
Ömer Kadan, ailesiyle birlikte doğduğu Türk köyünde toprağa verildi.
ÖLÜMÜNDEN SONRA KIZININ ÇABALARI SEMERESİNİ VERDİ
Ozan Ömer Kadan’ın bir sokağa, bir caddeye veya bir meydana isminin verilmesini isteyen Kızı Ayşe belediyeye başvurdu.
Bakınız bundan sonrasını Almelo gazetesi nasıl yayınlamıştı:
Merhum Türk ozan Ömer Kadan Almelo’da bir sokak ismi alacak mı?
Bir caddeye onun adı verilmeli mi? Ya da bir anıt mı yapılmalı? Mezenstraat’lı Türk halk sanatçısı Ömer Kadan 26 Ocak’ta 59 yaşında hayatını kaybetti. Bu özel Almelolu’nun kalıcı olarak onurlandırılması için giderek daha fazla ses yükseliyor. Mahalleli bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyor. Belediye de bunu düşünüyor.
YouTube’a adını yazdığınızda Türk ozan Ömer Kadan şarkılarıyla ekranı dolduruyor. Kör şakacı ve türkücü öldüğünde ardında bir eser bıraktı. Yurtiçinde ve yurtdışında tanındı, televizyona çıktı ve ünlülerle sahne aldı. Hemşehrisi Herman Finkers ile olduğu gibi.
Bu olağanüstü adam 36 yıldan fazla bir süre Mezenstraat’ta yaşadı. Düzenli konserleri vardı, ancak hastalandıkça Kadan unutulmaya yüz tuttu. Son birkaç haftasını evinde ailesiyle birlikte geçirdi. Ölümü şok etkisi yarattı. Yüzünde bir gülümsemeyle uykusunda ölmüş olsa da geride bıraktığı boşluk çok büyük.
Ozan Ömer Kadan için düşünülenlerden biri de, adının bir meydana verilmesiydi. Yukarıdaki sembolik görüntü gerçek oldu ve meydan (Plein) adı armağan edildi.
Ömer Kadan Sokağı?
Ölümüne gösterilen tepkiler nedeniyle Kadan’ın kalıcı olarak onurlandırılması planlanıyor. Bu, ikinci kuşak misafir işçilerin duygularının dile getirilmesine yaptığı katkı nedeniyle uygun olacaktır. Kızı Ayşe birkaç hafta önce belediyeyle temasa geçti. Mezenstraat tabelasının altına bir sokak ismi tabelası asmanın mümkün olup olmayacağını merak ediyordu. Örneğin Ömer Kadanstraat.
Belediye’den cevap
Belediye Başkan Yardımcısı Jan Martin van Rees, Ayşe’ye gönderdiği e-postada bu konuyu inceleyeceğini yazdı ve beklentilerini de yumuşattı. Bir başka fikir de, Kadan’ın evinin karşısına küçük bir anıt yerleştirmek. Ya da onun renkli, müzikal varlığına başka bir atıfta bulunmak. Bu konuda da çok az şey biliniyor.
…ve karar Ayşe Kadan’ın isteği gerçekleşmek üzereydi. Ozanımız için bir şeyler yapılacaktı ama bu ne olacaktı? Sonunda bir meydana Ozan Ömer Kadan Meydanı tabelasının asılmasına karar verildi. Bunun için de 26 Ocak günü saptandı.
“Aslen Kayserili olan Ömer Kadan’ın kızı Ayşe Kadan, sosyal medya hesabından şu sözleri paylaştı: ‘Aysem, bir gün benim adıma birşey yapılacak ama benim ömrüm bunu görmeye yetmeyecek.’ demiştin baba. Adın hep yaşayacak, unutulmayacaksın!
26 Ocak babamın ölüm yıldönümünde Babamıza layık bir şekilde açılışımızı yapacağız inşallah!”
İşte, 26 Ocak günü yapılan törenin haberini de, Ufuk Media’dan Murat Yakar ve Ümit Uysal’ın kaleminden okuyalım:
Hollanda’da ünlü Türk ozanı Ömer Kadan’ın ismi bir parka verildi
Hollanda’da 26 Ocak 2023’de hayata veda eden Türk toplumunun yakından tanıdığı, etkinliklerin vazgeçilmez ismi Türk ozanı Ömer Kadan’ın ismi Almelo şehrinde bir parka verildi.
Parkta düzenlenen programa T.C Deventer Başkonsolosluğu yetkilileri, Hollanda Türk Federasyon Genel Başkanı Murat Gedik, AVEDAN temsilcisi Annemarie Pleyhuis ve dernek başkanları ile vatandaşlar katıldılar.
Parkta topluma günün önemine dair açılış konuşması yapıldı. O konuşmayı AVEDAN temsilcisi Annemarie Pleyhuis yaparken; ardından merhum Kadan’ın kızı Ayşe Kadan babsını anlatan kısa bir konuşma yapıp bir şiir ile konuşmasını sonlandırdı.
Parkın açılışından sonra Hollanda Türk Federasyon Genel Başkanı Murat Gedik Ufuk Media’ya programla alakalı bir değerlendirmede bulunarak şunları söyledi, “Bugün, Almelo şehrinde ikamet etmiş olup, Hakk’ın rahmetine kavuşan Ozan Ömer Kadan için burada bulunmaktayız. Evinin karşısında bulunan bir parka onun adının verilmesi bizleri mutlu etmiştir. Kendisi yaşamı boyunca Türklüğe sazı ve sözleriyle hizmette bulunmuş olup, kültürel hizmetinden hiç geride kalmamıştır. Hollanda Türk Federasyon’un kültür sanat ekibinde bulunup, gelecek nesillerimize nasihatlar edip, yeri doldurulamayacak bir hizmet sunmuştur. Çocuklarının girişimi ile Almelo Belediyesi’nden izin alınıp adı Almelo kentinde ölümsüzleştirilmiştir. Elbette bizlerin de gönlünde yeri hep kalıcıdır. Onu rahmet ile anarak, vermiş olduğu hizmetlerle hep anacağız.”
Açılış programı bu konuşma sonrası ikram edilen çay ve kahveden sonra sona erdi. Ayrıca, Hollanda Türk Federasyon’a bağlı, Almelo Türk Kültür Merkezi’nde Ozan Ömer Kadan için anma programı tertiplenerek, din görevlilerinin katkılarıyla ardından dualar edildi.
********************************
EEN ONGEKEND MIGRANTENSIGNAAL IN DE GESCHIEDENIS VAN DE WERELDMIGRATIE: OZAN ÖMER KADAN PLEIN
Locatie van het plein: Almelo, Nederland De held van het plein Slechtziende Ömer Kadan
In Nederland, waar hij als immigrant woonde, had de minstreel Ömer Kadan, die met zijn instrument Turkse en Nederlandse liederen zong, een troon in de harten gevestigd.
Na zijn dood vorig jaar liet zijn dochter Ayşe, die de gemeente Almelo mobiliseerde, een plein naar haar vader vernoemen.
De Nederlandse media spreken over onze minstreel als “Hij bouwde een brug van liefde tussen Turken en Nederlanders”.
Turkse tukker Ömer Kadan heeft eigen plein: “Hij sloeg een brug tussen Turken en Nederlanders”
Samengesteld door İlhan KARAÇAY:
Je hebt misschien het nieuws over de held van het volgende artikel dat ik heb samengesteld op sociale media gezien. Maar misschien weet je niet dat de vriendelijkheid die voor de held van het nieuws is gedaan, misschien de eerste keer in de wereld is.
Van de miljoenen migranten die hun thuisland verlaten om de kost te verdienen, geeft de gemeente van de stad waar ze wonen bijvoorbeeld een ongekend cadeau aan een van hen.
Er zit iemand (zijn dochter) achter het geven van dit cadeau, maar uiteindelijk is het nodig om het onbekende bekend te maken.
In Nederland zijn veel Turken onderscheiden met de Koninklijke Orde. De criteria voor het toekennen van orden zijn altijd hetzelfde in de wereld. Iemand brengt de boodschap “Hij is zeer filantropisch, zeer succesvol, zeer nuttig” over aan een noodzakelijke autoriteit. Die autoriteit oordeelt op zijn beurt dat die persoon de eer waardig is aan het einde van de uitgevoerde onderzoeken of niet.
Ik schrijf met oprechtheid. In alle gemeenten waar ik in het verleden heb gewoond, heb ik een schijnantwoord gegeven op het aanbod “Laat mij uw naam melden bij de gemeente en zij zullen u de Koninklijke Orde geven”. Omdat ik een overtuigd republikein ben die tegen koninklijk bestuur is. Als ik zo’n aanbod krijg zonder dat ik het weet, sta ik er nog steeds op om het te weigeren.
Laten we het nu over onze troubadour hebben…
In 2018 kwam ik de naam Ozan Ömer Kadan tegen.
Mijn vriend, een correspondent voor Anadolu Agency, schreef het volgende nieuws:
Visueel gehandicapte Ozan veroverde de harten met de volksliedjes die hij in het Nederlands componeerde
Troubadour Ömer Kadan, die de harten veroverde door Anatolische composities in het Nederlands aan te passen, houdt al 32 jaar vast aan het leven ondanks de negativiteiten die hij heeft meegemaakt.
ALMELO,-De visueel gehandicapte minstreel Ömer Kadan, die harten veroverde met de volksliedjes die hij in het Nederlands componeerde, houdt al 32 jaar stand met zijn instrument ondanks het verlies van zijn moeder op vierjarige leeftijd en daarna zijn gezichtsvermogen.
Kadan bewerkte Anatolische volksliedjes in het Nederlands met zijn eigen compositie en veroverde de harten van zowel de Nederlanders als de Turken.
Kadan, die beroemd werd door op te treden bij verschillende evenementen en de bijnaam Ozan kreeg, zei in een verklaring dat hij nuttige dingen wilde doen nadat hij zijn gezichtsvermogen verloor en zijn vader, die dit aanvoelde, kocht een saz voor hem.
Kadan, die met veel doorzettingsvermogen de saz leerde spelen zonder les te nemen, zei: “Mijn elektriciteit viel uit, het werd donker. Op een nacht om drie uur begon ik het volkslied ‘Gelin Ayşe’ te spelen en met grote opwinding riep ik: ‘Pap, kijk, ik speel Gelin Ayşe’. Mijn vader, die verrast was door de verrassing en een beetje bang was om wakker te worden uit zijn slaap, was boos op me en vroeg me om te gaan slapen.”
Kadan, die zijn vastberadenheid niet verloor en zijn saz niet losliet, zei: “Mensen gelukkig kunnen maken maakt mij ook gelukkig. Ik ga in mijn eentje met het openbaar vervoer naar de evenementen waar ik optreed. Ik heb twee kinderen, maar ik zie mezelf als de vader van vier kinderen. Want mijn albums ‘Between Two Cultures’ en ‘Turkey’mi Özlüyorum’ zijn als mijn kinderen.”
CORONA DOODDE NIET
Ik zag de naam van Ömer Kadan later in Platform Magazine onder de handtekening van Mustafa Toga.
Het nieuws was als volgt:
ALMELO,- Ömer Kadan, een visueel gehandicapte troubadour die zeer bekend is bij de Turkse gemeenschap in Nederland, is besmet met het Corona Virus. De visueel gehandicapte minstreel Ömer Kadan, die de harten veroverde met de volksliedjes die hij in het Nederlands componeerde, hield jarenlang stand met zijn instrument ondanks het verlies van zijn moeder op vierjarige leeftijd en daarna zijn gezichtsvermogen.
Kadan bewerkte Anatolische volksliedjes in het Nederlands met zijn eigen compositie en veroverde de harten van zowel de Nederlanders als de Turken.
Kadan, die beroemd werd door op te treden in verschillende evenementen en de naam Ozan aannam, vertelde in zijn interview dat eerder op het Platform is gepubliceerd dat hij nuttige dingen wilde doen nadat hij zijn ogen verloor Ozan Ömer Kadan zei dat zijn vader, die dit voelde, een saz voor hem kocht.
Kadan, die met veel doorzettingsvermogen de saz leerde spelen zonder les te nemen, zei: “Mijn elektriciteit viel uit, het werd donker. Op een nacht om drie uur begon ik het volksliedje “Gelin Ayşe” te spelen en met grote opwinding riep ik: “Pap, kijk, ik speel “Gelin Ayşe”. Mijn vader, die verrast was door de verrassing en een beetje bang was om wakker te worden uit zijn slaap, was boos op me en vroeg me om te gaan slapen.
Kadan, die zijn vastberadenheid niet verloor en zijn saz niet losliet, zei: “Mensen gelukkig kunnen maken maakt mij ook gelukkig. Ik ga in mijn eentje met het openbaar vervoer naar de evenementen waar ik optreed. Ik heb twee kinderen, maar ik zie mezelf als de vader van vier kinderen, want mijn albums “Between Two Cultures” en “Turkey’mi Özlüyorum” zijn als mijn kinderen.
Volgens het nieuws dat Ozan’s dochter Ayşe Kadan op sociale media deelde, stond er dat artsen zeiden dat Ozan Ömer Kadan een moeilijke periode te wachten staat. Ayşe Kadan, die vroeg om gebeden van haar fans, zei: “Er is geen hoop van Allah, we zitten in een test, onze Ozan heeft veel gebeden nodig, we wachten op jullie gebeden.
ONGELUKKIGE DOOD
Hans Brok schreef over de dood van troubadour Ömer op 27 januari 2023.
Geliefde Turkse troubadour Ömer Kadan uit Almelo overleden
ALMELO – Ondanks zijn vele kwalen leek liedjeszanger, troubadour en grappenmaker Ömer Kadan, onverwoestbaar. De dood had hem een paar keer bijna te pakken, maar steeds wist hij op wonderbaarlijke manier te ontsnappen. Deze keer lukte dat niet. Hij overleed in de nacht van woensdag op donderdag. Hij werd 59 jaar.
De laatste keer dat de blinde zanger de dood in de ogen keek, was enkele jaren terug. Hij kreeg corona en balanceerde enkele weken op de rand van de oneindigheid. „De dokters, God en mijn familie hebben me gered”, zou hij er later over zeggen. Hij was een kat met negen levens.
Kadan kwam in 1978 met zijn gezin naar Almelo. Zijn vader werkte daar toen al 18 jaar bij Ten Cate. Kadan kreeg in 1985 een zeldzame oogziekte waardoor hij in korte tijd blind werd. Hij ging voor revalidatie naar een internaat voor doven. Daar leerde hij niet alleen goed Nederlands maar ook spelen op de saz, een soort luit met een lange hals.
Finkers en Alberti
Hij had overduidelijk talent, schreef liedjes en begon op te treden om de mensen te vermaken. Hij toonde zich een geboren entertainer en trok zelfs landelijke belangstelling. Hij trad onder andere op met Herman Finkers en Willeke Alberti. In 2008 kreeg hij een filmploeg van Man Bijt Hond op bezoek. Hij sprak daarin over ‘verzoening’, om zo tegengas te geven aan de opruiende taal van Wilders.
De boodschap van de geliefde liedjeszanger was steeds dezelfde: „Ik wil met mijn liedjes de positieve dingen naar voren halen. Er is al genoeg rotzooi in de wereld. In dit prachtige kikkerlandje moeten we tevreden zijn met wat we hebben. Ik ben echt gelukkig in Nederland.”
Help elkander als dat kan, want samen kun je prima leven
Gastarbeiders
De roep om Ömer te verankeren in de Almelose geschiedenis van Turkse textielarbeiders wordt hoe dan ook sterker. Zeker gezien de vele reacties die er op zijn dood kwamen. Herman Finkers liet van zich horen en stuurde Ömers familie een gedicht. Kadan trad behalve in Nederland ook meerdere keren op in het buitenland. En daar waren ze hem niet vergeten, zo bleek uit reacties uit onder meer Oostenrijk.
Bijzondere levensloop
Als zoon van een gastarbeider had hij een bijzondere levensloop. Zijn vader vertrok in 1960 naar Nederland waar hij bij Ten Cate ging werken. Ömer en de rest van de familie volgde in 1978. Hij kon toen niet bevroeden dat hij amper zeven jaar later door een oogziekte blind werd.
Zijn leven nam daardoor een radicale wending. Op een doven- en blindeninternaat in het Gooi leerde hij niet alleen goed Nederlands, maar ook spelen op de saz, een Turkse luit.
In de liedjes die hij maakte verhaalde hij over wat veel Turken in Nederland meemaakten. Hij viel er niet alleen mee op, maar het bracht hem ook in contact met bijvoorbeeld Willeke Alberti en Herman Finkers. De grappen makende Turkse troubadour, spelend op zijn saz, deed het goed in de media. Volgens zijn dochter bleef hij ook tot het allerlaatste moment van zijn leven grappen maken.
Dokter, dokter
Kadan trad ook op in zijn eigen wijk. Toen in de jaren 90 een huisartsenpraktijk werd geopend in de Bellavistastraat zong hij voor het verzamelde publiek het nummer Dokter, dokter, ik ben halfdood. Hij dreef de spot met hoe sommige patiënten hun pijntjes presenteren.
Hij wilde culturen overbruggen. En toch vooral vreedzaam samenleven. Hij vertolkte dat met de woorden: ‘Hollander en Turkse man, maak er toch geen rotzooi van. Help elkander als dat kan, want samen kun je prima leven.’ Hij zong het lied in traditioneel Turkse kledij, maar wel met Hollandse klompen aan zijn voeten.
Typisch Kadan, een Nederlandse Turk die de culturen probeerde te verenigen. Met een kwinkslag, waarbij hij niet schuwde de Nederlandse opvattingen op de hak te nemen. Zoals in Ha-san trek je jas an.
Een bijzonder man, deze Ömer Kadan. Een multiculturele en verzoenende Almeloër. Schalks, muzikaal en geliefd bij vriend en vijand. Of hij een vermelding krijgt in een straat of steeg, de tijd zal het leren.
Ömer Kadan werd begraven in zijn Turkse geboortedorp, bij zijn familie.
NA ZIJN DOOD WIERPEN DE INSPANNINGEN VAN ZIJN DOCHTER VRUCHTEN AF
Zijn dochter Ayşe diende een verzoek in bij de gemeente om een straat, laan of plein naar de troubadour Ömer Kadan te laten vernoemen.
Bekijk hoe de Almelose krant verslag deed van wat er daarna gebeurde:
Krijgt de overleden Turkse troubadour Ömer Kadan een straatnaam in Almelo? Velen willen dat
Moet er een straat naar hem worden vernoemd? Of moet er een herdenkingsmonument komen? Ömer Kadan, de Turkse volkszanger uit de Mezenstraat, overleed 26 januari op 59-jarige leeftijd. Er gaan steeds meer stemmen op om deze bijzondere Almeloër blijvend te eren. De buurt vindt het een goed idee. De gemeente denkt erover na.
Tik zijn naam in op YouTube en de Turkse troubadour Ömer Kadan vult een scherm met zijn liedjes. De blinde grappenmaker en liedjeszanger liet bij zijn overlijden een oeuvre na. Hij was bekend in binnen- en buitenland, was op televisie te zien en trad op met bekende personen. Zoals met stadgenoot Herman Finkers.
Meer dan 36 jaar woonde deze bijzondere man in de Mezenstraat. Hij had regelmatig optredens, maar naarmate hij zieker werd, raakte Kadan in de vergetelheid. De laatste weken bracht hij thuis door bij zijn familie. Zijn overlijden kwam als een schok. Hoewel hij in zijn slaap is overleden, met een glimlach op zijn gezicht, is de leegte die hij achterlaat groot.
Ömer Kadanstraat?
Vanwege de vele reacties op zijn overlijden zijn er nu plannen om Kadan blijvend te eren. Dat zou passend zijn vanwege zijn bijdrage aan het vertolken van de gevoelens van de tweede generatie gastarbeiders. Zijn dochter Ayse nam een aantal weken terug contact op met de gemeente. Ze was benieuwd of het mogelijk is een straatnaambordje te hangen onder het bord van de Mezenstraat. De Ömer Kadanstraat, bijvoorbeeld.
Antwoord van de gemeente
Locoburgemeester Jan Martin van Rees schreef in een e-mail aan Ayşe dat hij de zaak zou bekijken en temperde zijn verwachtingen. Een ander idee is om een klein monument te plaatsen tegenover het huis van Kadan. Of een andere verwijzing naar zijn kleurrijke, muzikale aanwezigheid. Ook hierover is weinig bekend.
…en de beslissing
De wens van Ayşe Kadan ging in vervulling. Er moest iets gedaan worden voor onze troubadaour, maar wat? Uiteindelijk werd besloten om het uithangbord van Ozan Ömer Kadan op een plein te hangen. Hiervoor werd 26 januari vastgesteld.
“Ayşe Kadan, de dochter van Ömer Kadan, die oorspronkelijk uit Kayseri komt, deelde de volgende woorden op haar social media account: ‘Aysem, op een dag zal er iets in mijn naam worden gedaan, maar mijn leven zal niet genoeg zijn om het te zien. Jouw naam zal altijd voortleven, je zult niet vergeten worden!
Op 26 januari, op de sterfdag van mijn vader, hoop ik dat we zullen openen op een manier die onze vader waardig is!”
Lees hier het nieuws over de ceremonie van 26 januari uit de pen van Murat Yakar en Ümit Uysal van Ufuk Media:
In Nederland is de naam van de beroemde Turkse minstreel Ömer Kadan gegeven aan een park
De naam van de op 26 januari 2023 overleden Turkse minstreel Ömer Kadan, die niet meer weg te denken is uit de Turkse gemeenschap in Nederland, is gegeven aan een park in de stad Almelo.
Het programma in het park werd bijgewoond door ambtenaren van het Consulaat-Generaal van de Republiek Turkije in Deventer, Murat Gedik, voorzitter van de Nederlandse Turkse Federatie, AVEDAN-vertegenwoordiger Annemarie Pleyhuis, verenigingshoofden en burgers.
In het park werd een openingstoespraak gehouden voor de gemeenschap over het belang van de dag. AVEDAN-vertegenwoordiger Annemarie Pleyhuis hield die toespraak; daarna hield de dochter van de overleden Kadan, Ayşe Kadan, een korte toespraak over haar vader en sloot haar toespraak af met een gedicht.
Na de opening van het park gaf Murat Gedik, voorzitter van de Nederlandse Turkse Federatie, een evaluatie van het programma aan Ufuk Media en zei: “Vandaag zijn we hier voor de troubadour Ömer Kadan, die in de stad Almelo woonde en is overleden. We zijn blij dat een park tegenover zijn huis naar hem is vernoemd. Zijn leven lang heeft hij de Turkse identiteit gediend met zijn instrument en woorden, en hij heeft nooit stilgezeten in zijn culturele dienstbaarheid. Hij was lid van het cultuur- en kunstteam van de Nederlandse Turkse Federatie, adviseerde onze toekomstige generaties en verleende een onvervangbare dienst. Op initiatief van zijn kinderen is toestemming verkregen van de gemeente Almelo en is zijn naam vereeuwigd in Almelo. Natuurlijk is zijn plaats in ons hart altijd blijvend. We zullen altijd met barmhartigheid aan hem terugdenken en aan de diensten die hij verleende.”
Het openingsprogramma eindigde na de thee en koffie die na deze toespraak werd geserveerd. Daarnaast werd in het Almelose Turks Cultureel Centrum, aangesloten bij de Nederlandse Turkse Federatie, een herdenkingsprogramma georganiseerd voor Ozan Ömer Kadan en werd er na afloop gebeden met bijdragen van religieuze functionarissen.