İşyeri kurduktan sonra hesap açılması için aylarca bekletilen ve sonunda ret edilen Türkler, ya iflas ediyorlar, ya da Hollanda dışında hesap açmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı Başkanı Ethem Emre’nin konuyla ilgili olarak Kabine’ye soru yönelttirdi ama cevap yine olumsuz oldu.
Emre’nin ifadeleri, yazılı ve görsel medyada yayınlanınca ortalık karıştı.
Hollandalılar 1997 yılından bu yana ilk defa Türkleri ret ediyor. Gerekçe tam söylenmiyor ama ‘Kara para’ şüphesi ağırlık basıyor.
Milletvekili Stephan van Baarle da bu konuda açtı ağzını, yumdu gözünü. En alttaki linkten arayınız.
İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:
Hollanda bankaları Türk işyerlerine hesap açmıyor.
Bu konu, Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın gündeminde. Vakfın başkanı Ethem Emre’nin, Hollanda medyasında da yankılanan şikâyetine karşı verilen reaksiyonlar umut verici değil.
Türk ve Türk kökenlilere hesap açmayan bankaların gerekçeleri açık ve net değil ama, yorumlanınca, ‘kara para aklama’ şüphesi doğuyor.
Yapılan yoğun şikâyetler üzerine devreye giren ve bankalar ile temasa geçen Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın başkanı Ethem Emre, bankalardan aldığı cevaplar üzerine Hollanda medyası ile temasa geçti.
Emre’nin medyadaki açıklaması şöyle yer aldı:
“Hollanda’da şirket kurup işletme açmak isteyen Türkler, bankalarda hesap açmada büyük zorluklar yaşıyorlar. Hesap açmak için başvuru yapan Türkler aylarca bekliyorlar ve sonuçta da olumsuz cevap alıyorlar. Ret ediliş için hiç bir gerekçe göstermeyen bankalar, kime hesap açıp açmayacakları sorusuna da, “Buna biz karar veririz” modundalar.
Türkler, noterlite şirketlerini kurup Ticaret Odası’na kayıtlarını yaptırdıktan sonra, aldıkları belgeler ile seçtikleri bir bankaya hesap açmak için gittikleri zaman, yokuşa sürüş başlıyor. Uzun süren prosedürlerden sonra olumsuz yanıt alan Türkler, başvurdukları diğre bankalardan da sonuç alamıyorlar. İşyeri için satın aldıkları veya kiraladıkları yerler ile, işe başlattıkları elemanlara yüklü paralar ödeyen Türk girişimciler, iflasın eşiğine geliyorlar. Komşu ülkelerdeki bankalarda hesap açabilen Türkler ise iflastan kurtulabiliyor.
Yabancı yatırımcılar için ‘ideal’ olarak gösterilen ve 2019 yılında yabancı yatırımcılar için hesap açmayı kolaylaştırma kararı alan Bankaların bu uygulaması Türkler için geçerli olmuyor. ‘Türkler’in, önce banka hesabı açmaları daha sonra da diğer işlemleri yapmaları daha akılcı değil mi’ sorusuna cevap veren Ethem Emre, “Bankalar, Ticaret Odası’na kayıt olmayanlara hesap açmaz.” diyor.
Ethem Emre’nin Bankaar Birliği’ne yaptığı şikâyet de sonucu değiştirmedi. Bankalar Birliği’ne göre de, Banka müşteri kabul etmede serbesttir.
Hollandalılar’ın Türkiye’de yatırım yapmada hiç bir zorluk çekmediklerini belirten Ethem Emre, “Bizim Hollandalılar’a gösterdiğimiz kolaylık, burada maalesef bizimkilere yapılmıyor ve hatta ret ediliyor” diyor.
ING Bankası’nın bir Türk girişimciye gönderdiği mektupta kısaca şunlar yazılı:
“Sayın Yönetici, 18 Nisan 2023 günü bize yapmış olduğunuz başvuruda, işyeri hesabı açmak istediniz. Size gönderdiğimiz sorulara verdiğiniz cevapları değerlendirdiğimiz zaman, sizinle müşteri ilişkisi kuramayacağımızı anladık. Bu mektupta ret ediliş nedenini okuyacaksınız.”
Ret nedenini bu mektupta okumak mümkün olmadı. Zira diğer satırlrda neden yazılı değil. Sadece, “kriterlerimize uynmuyorsunuz” gibi cümleler var.
Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı Başkanı Ethem Emre, yakın dostu olan, koalisyonun en büyük ortağı VVD Partisi milletvekili Jan Klink kanalı ile, Ekonomi Bakanı Micky Adriaansens’se bu konuda bir soru önergesi verdirdi.
Ekonomi Bakanı Mickey Adriaanses VVD Milletvekili Jan Klink’in asistanı Bo de Kruijff ile…
Soru: VVD partisi üyeleri, Hollanda ile Türkiye arasındaki ticaret ilişkisine önem veriyor. Genel olarak, ama özellikle Türkiye’deki depremden sonra, Hollandalı şirketleri Türk şirketleriyle ticaret yapmaya teşvik etmek için bir fırsat var. Bakan, Türk meslektaşıyla birlikte, Hollanda ve Türk şirketleri için ticareti daha erişilebilir hale getirmek amacıyla ticaret alanında iş birliği seçeneklerini değerlendirmeyi düşünüyor mu?
Hükümetin Cevabı:
Türkiye ile ikili ticaret ilişkileri söz konusu olduğunda, Türkiye Hollanda’nın 25 öncelikli pazarından biridir. Bu, Türkiye’nin ticaret misyonları ve araçları konusunda odaklandığımız ülkelerden biri olduğu anlamına gelir. Hollanda ve Türkiye arasındaki ikili ticaret ilişkileri, bakanlar düzeyinde yıllık olarak Joint Economic & Trade Commission (JETCO) toplantısında tartışılır. JETCO bu yıl 22 Şubat’ta Hollanda’da yapılacaktı, ancak yıkıcı depremler nedeniyle bu yılın ilerleyen bir tarihine ertelendi. Hollanda hükümeti ve VNO-NCW işbirliğiyle, iş dünyasını depremler hakkında bilgilendirmek ve Türkiye’ye yardım etme olasılıkları hakkında bir bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Ayrıca, VNO-NCW ve Hollanda hükümeti, Türk ortaklarla birlikte, Hollandalı şirketlerin depremler sonucu yeniden inşa sürecine nasıl katkıda bulunabileceğini araştırıyor. Bu bağlamda, iki adet keşif misyonu düzenlendi.
Soru: VVD partisi üyeleri, Hollanda ve Türkiye’de faaliyet gösteren girişimcilerin Hollandalı bankalarda iş hesapları açmakta zorlandıklarını duyuyor. Bakan da bu durumdan haberdar mı ve bu konuda ne yapabilir?
Hükümetin Cevabı: Son yıllarda, bankalar, ödeme sistemine erişim, özellikle de bir ödeme hesabı açma veya sürdürme konusunda sorunlar yaşayan iş müşterilerinden sinyaller almıştır. Ödeme sistemine erişim, kara para aklamayla mücadele politika gündeminin, hükümetin önceliklerinden biridir. Politika gündeminin ilerleme raporunda, işletmelerin karşılaştığı sınırlamaların ve üzerinde çalışılan çözümlerin sektörlere göre bir özeti verilmiştir. Maliye Bakanı, sorunları netleştirmek, çözümler formüle etmek ve bunları uygulamak için sektörlerle, bankalarla ve denetleyicilerle görüşmektedir. Ayrıca, iş müşterileri için ödeme sistemine erişimi sürdürülebilir bir şekilde güvence altına almanın ne gerektirdiğini değerlendiriyor. Bu amaçla, iş müşterileri için temel bir ödeme hesabının olasılığı ve arzu edilirliği dahil olmak üzere çeşitli seçenekler araştırılıyor.
ÜNLÜ GAZETECI BART VAN RIJSWIJK KONUYLA ILGILI OLARAK ŞUNLARI YAZDI:
Türk girişimciler, Hollandalı bir bankada iş hesabı açmakta büyük zorluklar yaşıyorlar. Aylarca bekledikten sonra, çoğu durumda sonuç yine de olumsuz oluyor. Girişimciler şimdi duruma dikkat çekiyorlar. Ethem Emre, Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın başkanı, kendi vatandaşlarının uzun bekleme süreleri nedeniyle iş yapamaz hale geldiğinden yakınıyor. “Bu süre zarfında, Türk girişimciler işlerine başlayabileceklerini düşünüp çeşitli taahhütlerde bulunuyorlar,” diyor Emre. Yeni girişimciler genellikle zaten bir Ticaret Odası kaydına ve bir KDV numarasına sahiptir. “Eksik olan tek şey bir hesaptır.” Eğer bu gerçekleşmezse, yeni bir işletme bazen faaliyetlerini tam başlamadan önce durdurmak zorunda kalır. “İş hesabı için yurtdışına bile gidiyorlar çünkü Hollandalı bankalarda başaramıyorlar”.
RAAD International’dan John van Wijk, bu sorunu tanıyor. Şirketi, Hollanda’da iş yapmak isteyen çeşitli milliyetlerden insanlar için muhasebe hizmetleri de dahil olmak üzere çeşitli hizmetler sunmaktadır. “Yabancı şirketler, Hollandalı bankalarda başaramadıkları için iş hesabı için bile yurtdışına gidiyorlar.”
Sıkılaştırılmış kara para aklama yasası nedeniyle, Hollandalı bankalar bu soruna bir çözüm bulmakta başarılı olamıyor gibi görünüyor. 2019’da, Hollanda Bankalar Birliği (NVB), yabancı şirketlerin ülkemizde daha kolay hesap açabilmeleri için bir öneri sunmuştu, ancak dört yıl sonra durum daha da kötüleşmiş gibi görünüyor. Sıkılaştırılmış kara para aklama yasası, yabancı girişimciler için iş hesabı açmayı daha da zorlaştırdı.
Bankalar, ret kararında sözleşme özgürlüklerine başvuruyor: kimi müşteri olarak kabul edeceklerini kendileri belirleyebilir. Bu nedenle, çoğu durumda bir ret nedeni belirtilmez. Türkiye’nin, Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) sözde gri listesinde olduğu için, Türk girişimcilerin diğerlerinden daha sık hesap açmayı ret edildiğinden şüpheleniliyor. FATF, kara para aklamayla mücadele eden uluslararası bir kuruluştur. Bu denetleyicilerin, Türkiye’nin paranın kaynağını izleme konusunda yeterince çaba göstermediği düşünülüyor.
Hem Rabobank hem de ING Bank, bahsedilen sinyalleri tanımıyor. Her iki banka da kapıcı rolünü çok ciddiye alıyor ve bu nedenle yeni müşterileri kabul etmede dikkatli davranıyor. Bir hesabın amacı açık değilse, başvuru sahiplerinden önce açıklama istenir. “Yalnızca son çare olarak bir hesap başvurusu ret edilir,” diyor Rabobank’ın bir sözcüsü.
HOLLANDA’DA BANKACILIĞIN İŞLEYİŞİ
Bir kişinin çek hesabının olması o kadar normal ki, bunun verilmiş bir hak olduğunu biliyorsunuzdur. Çok sayıda insan bunu edinmek için mücadele ediyor.
İyi düzenlenmiş süper bir Hollanda’da bu işler nasıl yürüyor?
Milletvekili ve yazar Inge van Dijk, kendisine ait yeni ödeme blogunda bunları açıklarken, Türklere ayrımcılık yapıldığını da belirtiyor.
Kendi hesabınızı açmak kadar basit bir hak maalesef zorlanıyor. Bu hak, on yıllar boyunca, vatandaşlar ve işletmeler için kabul edildi ve basitti. Herkes bir banka hesabına sahip olmanın gerekli olduğunu anlıyor. Faturalarınızı ödemek, sosyal haklarınızı almak, çalışanlara maaş ödemek vs. için. Kısacası, ekonomiye ve topluma katılmak için. Hükümet de bunu böyle görüyor: Bir birey olarak, bir banka hesabına sahip olmak yasal hakkınız. Bu arada bir girişimcinin böyle bir hesabı yoktur ve hiçbir zaman da gerekli olmamıştır.
BİRAZ GEÇMİŞE DÖNELİM
Yaklaşık 50 yıl önce cari hesap moda oldu. O zamana kadar her şeyi nakit olarak ödüyor ve maaşlarımızı haftalık olarak maaş paketimizde nakit olarak alıyorduk.
1970’lerde Postcheque & Girodienst; o zamanlar çok ilerici olan ve iki ana sütuna dayanan otomatik bir ödeme sistemi getirdi: 1) herkesin, ama o zamanlar gerçekten herkesin bir hesabı vardı ve 2) bir delikli kart kullanarak birbirinize para transfer ediyordunuz. Buna ‘giroing’ deniyordu (‘giro’, ‘tur veya tur’ anlamına gelir – bisiklet hayranları iyi bilir).
Böylece giro hesabı ortaya çıktı. Her devlet memuru otomatik olarak bir giro hesabına sahip oldu, çünkü artık maaşını buradan alıyordu. Bunu kısa süre sonra ticari bankaların muadili olan banka hesabı izledi.
Geçmiş yıllarda, ister genç bir yetişkin, ister yeni bir vatandaş, ister bir şirket veya vakıf olun, doğru temel bilgileri sağlayabildiğiniz sürece bir hesap açmak kolaydı. On yıl önce, küçük işletmeler için bile hesap açmak o kadar hızlı ve basitti ki, banka şubesinden 15 dakika içinde cebinizde eksiksiz bir ödeme paketi, çalışan bir banka kartı ve PIN ile ayrılabiliyordunuz. Aktif bir çek hesabı, her banka için müşteri ilişkisinin başlangıcıydı ve hala da öyledir. Bu nedenle açılış hızı katma değer sağlar.
HERKES BANKA İŞLEMİ YAPAMIYOR
Artık kesinlikle bu kadar basit değil. DNB tarafından yapılan son araştırma, her altı Hollandalıdan birinin bağımsız olarak bankacılık yapmakta zorlandığını gösteriyor: 2,6 milyon kişi. Ödeme yapmak genellikle hâlâ idare edilebilir, ancak örneğin bir hesap açmak, banka kartını etkinleştirmek veya bakiyeyi kontrol etmek, insanların yardıma ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Uzun zamandır dijital ortama ayak uydurmakta güçlük çekenlerin, çoğunlukla yaşlılar olduğu düşünülüyordu. Ancak, çalışma bunun çok daha büyük ve son derece çeşitli bir grup insanı ilgilendirdiğini gösteriyor. Engelli insanlar, düşük okuryazarlık seviyesine sahip insanlar, dijitalleşmede zorluk çeken insanlar, göçmen kökenli vatandaşlar ve evet, yaşlılar da…
AYRIMCILIK
Ve bunun üzerine bir başka sorun daha geliyor. Nisan ayı başında Ayrımcılık ve Irkçılığa Karşı Ulusal Koordinatörlük, Müslüman vatandaşların, bankalar ve finans kuruluşları tarafından, örneğin bir hesap açtırırken ‘yanlış’ bir soyadı nedeniyle yapısal olarak ayrımcılığa uğradığını bildirdi. Ya da farklı ödeme şekilleri yanlış yorumlandığı için. Örneğin Ramazan ayında hayır kurumlarına bol bol bağışta bulunmak iyi bir uygulamadır.
Bu durum, bir yıl önce Ukraynalı mültecilerin basitleştirilmiş bir başvuru prosedürü ile banka hesabı almalarına yardımcı olunduğundaki hız ve kararlılıkla keskin bir tezat oluşturuyor.
Belirli insan grupları gibi vakıflar, dernekler ve bazı şirketlerin de hesap açmanın, hatta hesap tutmanın ya da nakit para yatırmanın ne kadar zor olduğunu deneyimlediği ‘normal dünyada’ durum ne kadar farklı. Genellikle kara para aklamayı önleme politikaları kapsamındaki ekstra kontrollerin bir sonucu olarak veya bir hesap açmak için gereken bilgi eksikliği nedeniyle. Bankanın bu bilgilere neden ihtiyaç duyduğu her zaman açık değildir ve insanlar her şeyin uzun sürdüğünü de deneyimlemektedir. Bu memnuniyetsizlik ödeme hizmetlerinin erişilebilirliğine ilişkin rakamlara da yansımıştır. Erişilebilirlikle ilgili rapor rakamları düpedüz endişe verici ve girişimcilere de bir ödeme hesabı için yasal hak verilmemesi gerekip gerekmediği sorusu giderek daha sık soruluyor.
OTOMASYON VE STANDARDİZASYONUN SINIRLARI
Tüm bu farklı hedef grupları anlamak ve onlara iyi hizmet vermek, artık hizmet sağlayıcılar arasında maliyet verimliliğine veya getiri iyileştirmesine odaklanmakla pek uyuşmuyor gibi görünüyor. Görünüşe bakılırsa, ödeme yaparken yıllardır süregelen otomasyon ve standardizasyonun sınırlarıyla karşılaşıyoruz. Hassas konumdaki insanlar ve işletmeler, özel durumlarının daha iyi anlaşılmasını ve daha kişiselleştirilmiş hizmet talep ediyor. DNB’nin son anketi, toplumumuzdaki büyük çeşitliliğin bir veri olduğunu ve buna çok daha fazla özen göstermemiz gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Tasarım yoluyla kapsayıcılığa dayalı hizmet sunumu, yani ürün tasarımı aşamasından itibaren erişim ve kapsayıcılığı sağlamayı düşünmek, yerel, kişisel banka şubesinin eksikliğini telafi etmek için gerekli olacaktır. Erişilemezliği ya da bu hissi tersine çevirmenin tek yolu budur.
DAHA FAZLA BİLGİ PAYLAŞIMI
Bu da karşılıklı anlayışla başlar. Örneğin, bankaların belirli bir sektörde neyin normal olduğu konusunda daha iyi bilgi sahibi olması, böylece ‘sapkın ödeme davranışının’ veya bir hesap başvurusunun (‘yanlış’ bir soyadıyla) çok hızlı bir şekilde ret kutusuna düşmemesi. Ancak top sadece bankaların sahasında değil. Çıkar grupları da kendi sektörleri veya hedef grupları hakkında daha fazla bilgi paylaşabilir, böylece bankalar başvuruları değerlendirirken bunu dikkate alabilir. Ve biz de başkalarından öğrenebiliriz. Şube kuruluşları Bovag ve Hayır Kurumları web sayfalarındaki özel şube bilgileriyle iyi bir örnek teşkil etmektedir. Ve tabii ki tüm taraflar, bu arada mali suçlara daha fazla kapı aralamamak için gereken özeni göstermelidir. Böylece hep birlikte her zamanki gibi kapsayıcı ve basit bir ödeme sisteminin temellerini atıyoruz. Tabiri caizse Giro 3.0, çünkü delikli kart da çoktan değiştirildi.
TAŞRADA
İyi haber şu: Hollanda ödeme sisteminde yer alan tüm tarafların ulusal ortaklığı olan, Maatschappelijk Overleg Betalingsverkeer’de bu konudaki çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Taşra modeli iş başında. Tüm katılımcılar, özellikle de bankalar (NVB ve Betaalvereniging tarafından temsil edilen), herkes için erişilebilirliği hızlı ve önemli ölçüde iyileştirmeye kararlıdır: daha fazla hizmet noktası, daha kolay telefon desteği ve bilgiye daha iyi erişim, böylece mevcut girişimlerin de daha iyi bulunması. İş dünyası için de Kifid’e benzer bir ofis kurulursa, tam bir daire çizmiş ve işletmelerin şikayetleriyle oradan oraya gönderilmesini engellemiş olacağız.
Kendi cari hesabınıza sahip olmak, bağımsız olarak ödeme yapabilmek: Hollanda’da kökeni giro sistemine dayanan bu onlarca yıllık geleneği onurlandırmalıyız. Elbette, ödemeleri herkes için mümkün kılmak ve mümkün tutmak da bizim sosyal görevimizdir. Hollanda’da da bu geleneğe sahipsek ve bu eldiven iyi bir şekilde tutulursa, o zaman bu derecelendirme hızla iyileşecektir ve bence şirketler için yasal bir banka hesabı hakkı hala gereksizdir.
TÜRKİYE’YE GİZLİ BOYKOT
1990’lı yıllarda Türkiye ve Türkler’e karşı resmen boykot uygulayan Financial Action Task Force on Money Laundering (FATF)’tan resmi bir boykot yok ama, nedense Türkiye ve Türkler’e gizli bir boykot uygulanıyor.
FINANCIAL ACTION TASK FORCE – FATF NEDİR?
Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force – FATF), uluslararası bir kuruluş olup, vergi kaçakçılığı, kara para aklamanın ve terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik standartları belirler ve bu standartların uygulanmasını izler. FATF, üye ülkelerin finansal sistemindeki zayıflıkları tespit etmeyi ve düzeltilmesini sağlamayı amaçlar. FATF’nin incelemeleri, üye ülkelerin finansal sistemlerini ve anti-kara para aklama/terörizmin finansmanını önleme önlemlerini değerlendirir.
FATF, üye ülkelerin uyum sağlamasını ve standartlarını karşılamasını sağlamak için birçok araç kullanır. FATF üye ülkelerini düzenli olarak inceleyerek ve değerlendirerek bu süreci yönetir. Bu incelemeler üç aşamadan oluşur:
Değerlendirme Aşaması: FATF üye ülkelerini belirli bir zaman diliminde incelemeye başlar. Bu aşamada ülkenin kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme mevzuatı ve uygulamaları incelenir.
İyileştirme Aşaması: Eğer bir ülke eksiklikler tespit edilirse, FATF bu eksikliklerin giderilmesi için ülkeye tavsiyelerde bulunur. Ülke, bu eksiklikleri gidermek için bir eylem planı oluşturmalı ve uygulamalıdır.
İzleme Aşaması: Ülke eylem planını uygulamaya başladığında, FATF bu süreci yakından izler ve düzenli olarak raporlar alır. Eğer ülke eylem planını tamamlarsa ve FATF standartlarını karşılarsa, FATF ülkeye bir “temiz fatura” verir.
Bu süreçler, üye ülkelerin kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme önlemlerini güçlendirmelerine yardımcı olur ve uluslararası finansal sistemi daha güvenli hale getirir.
Eğer bir ülkenin FATF tarafından incelemesi veya değerlendirmesi hakkında daha fazla bilgi almak istiyorsanız, resmi FATF web sitesini ziyaret edebilirsiniz veya ülkenin yerel maliye veya finansal kurumlarından bu konuda bilgi alabilirsiniz. Unutmayın ki FATF, uluslararası finansal sistemi daha güvenli hale getirmeye çalışan önemli bir kuruluş olduğu için, üye ülkeler için bu standartları karşılamak büyük bir öneme sahiptir.
TÜRKİYE KARA PARA AKLIYORMUŞ
Hollanda’da yayınlanan haber, röportaj ve kitaplarda, Türkiye’de 1990’lı yıllarda olduğu gibi, şimdilerde de kara para aklanıyormuş.
Peter Edel adlı bir gazetecinin yazmış olduğu Bosporus adlı kitabında, Turgut Özal’ın, Türk ekonomisini uyuşturucu ticareti sayesinde kurtardığı iddia ediliyor.
Aynı gazeteci, hikâyesine Türklere övgü ile başlamış.
21. YÜZYILDA TÜRKİYE’DE UYUŞTURUCU TRANSİTİNİ KİM KONTROL EDİYOR?
Bir süredir Türkiye’de yaşıyor olmama rağmen, Türklerin ne kadar temiz oldukları beni hâlâ şaşırtıyor. Tamam, sokaklarda bir dağınıklıkla karşılaşabilirsiniz ama içeride ev hanımları her şeyi olabildiğince temiz tutmak için büyük çaba sarf ediyor. Birçok Hollandalı bundan ders çıkarabilir, gerçekten. Ben bunu kısmen benimsedim. Eskiden Hollanda’da ayakkabılarımla bir oturma odasına umursamadan girerdim, ama şimdi bunun aslında ne kadar barbarca olduğunu fark ediyorum. Bugünlerde Hollanda’yı ziyaret ettiğimde, Türkiye’de olduğu gibi kapıda ayakkabılarımı çıkararak birçok yurttaşımı şaşırtıyorum.
1980’lerde bu temizlik tutkusu ayakkabı çıkarmaktan tamamen farklı bir anlam taşıyordu. Türkiye o zamanlar (zaten) bir kara para aklama cennetiydi. Yıkanacak çok şey vardı, çünkü Türkiye Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden gelen eroinin Batı Avrupa’ya geçişi için önemli bir ülkeydi (ve hala da öyle). Bu kârlı ticaretin gelirleri Türk ekonomisine güzel bir katkı sağladı. Örneğin turizm sektörünün gelişmekte olduğu bölgelerde oteller inşa edildi. Bu konuda büyük bir gizlilik yoktu; insanlar en üst düzeylere kadar bunu biliyordu. Hatta suç fonlarının kara para aklaması teşvik edildi.
Eski Başbakan Turgut Özal’ı ele alalım. Uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklamanın ekonominin iki önemli ayağı olduğunu biliyordu, bundan rahatsız olmadı. Hollandalı kriminologlar Frank Bovenkerk ve Yücel Yeşilgöz, Türk Mafyası adlı kitaplarında Özal’ın 1989 yılında iki Türk bankacıyla birlikte Lübnanlı kara para aklama uzmanı Mamoud Shakarchi ile görüşmek için İsviçre’ye nasıl gittiğini anlattılar. Özal, Türk organize suç örgütlerinin hizmetlerini kullanabilmesi için Shakarchi’ye Kuzey Kıbrıs’ta bir banka vermeye hazırdı (dikkat çekici bir şekilde birçok Türk bankası orada bulunuyor). Özal mafya için rüya gibi bir başbakan olmalıydı. Bir keresinde uyuşturucu kaçakçılığı zanlıları için bir af planına karar vermişti.
Türkiye uzun zamandır kara para aklamaya karşı uluslararası sözleşmeleri imzalamayı reddeden ülkeler arasındaydı. 1995 yılında bir değişiklik oldu. Uluslararası baskılar sonucunda Türk parlamentosu o yıl bu tür uygulamaların önüne geçmek için bir yasa çıkardı. Bunun öncesinde yıllarca boş vaatler verilmiş, kara para aklamaya karşı kurulan özel meclis komisyonunda yasa tasarıları defalarca sonuçsuz kalmıştı. Ancak yasa kabul edildikten sonra bile, kaynağı belirsiz bir bavul dolusu banknotla bir bankanın kapısını çalmak pek sorun yaratmadı. Örneğin bankalar o dönemde hala mali makamlara bildirimde bulunmak zorunda değildi.
1996 yılında Türkiye, uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin 1988 Viyana Sözleşmesi’ni de onayladı. Bir yıl sonra Alman yargıç Rolf Schwalbe, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in uyuşturucu kaçakçılarıyla temas halinde olduğunu tespit etti. Bu karar Türkiye’de büyük protestolara yol açtı. Çiller orada da bu konuda kendini savunmak zorunda kalmadı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002’de ilk hükümetini kurduktan sonra bile bu konu gündeme gelmedi. AKP Türkiye’nin tarihindeki kara sayfalarla hesaplaşmak istediğini iddia ediyor ama Çiller kaçmaya devam ediyor. Baş suç ortağı eski bakan ve eski emniyet müdürü Mehmet Ağar geçen yıl bir suç örgütünü yönetmekten mahkum edilirken, yargılama sırasında uyuşturucu konusundan kaçınıldı. Yargıç, Ağar’ın suç işleme niyeti olan bir örgüte liderlik ettiği gibi muğlak bir sonuca varmaktan öteye gidemedi. Ağar, Türkiye standartlarına göre oldukça düşük bir cezayla kurtuldu.
FATF AKP, destekçileri tarafından çoğunlukla AK Parti olarak yazılmaktadır. ‘AK’ Türkçe’de beyaz anlamına geliyor ve Başbakan Erdoğan’ın partisinin temiz olduğunu vurgulamak için kullanılıyor. Kulağa hoş geliyor, ancak yıllar sonra bile Türkiye bankalarda kara para aklama konusunda eleştirilerin hedefi olmaya devam etti. Özellikle de 1989 yılında G7’nin girişimiyle kurulan ve adından da anlaşılacağı üzere bankaların kara para aklamasını hedef alan hükümetler arası bir kuruluş olan Kara Para Aklama Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından. Daha sonra FATF’ın odak noktası bankacılık sektörünün terörizmin finansmanındaki rolüne kaymıştır.
Türkiye FATF’ın ilk 36 üyesi arasında yer almıştır. Ancak aynı zamanda en başından beri kara para aklama ve terörün finansmanına ilişkin kurallara uymayan üyeler arasındaydı. FATF bu sonuca 2005 yılında varmıştı. Bu yılın Mayıs ayında ise artık yettiğini düşündü. Türk politikacılar binlerce vaatte bulundular ama hiçbir şey olmadı ve bunun üzerine FATF bir ültimatom verdi.
Dört ay içerisinde herhangi bir adım atılmaması halinde Türkiye’nin üyeliği askıya alınacaktı. Bu son durum AB’nin gözünden kaçmadı. AB’nin Türkiye’ye ilişkin kısa süre önce yayınladığı ‘İlerleme Raporu’ FATF’ın bulgularını rapor etti.
Okuyucu muhtemelen tahmin etmiştir: dört ay sonra hiçbir şey olmamıştı. Bunun üzerine Türkiye’nin FATF üyeliği askıya alındı ve yeni bir ültimatom verildi. Şubat 2013’e kadar belirlenen koşullar yerine getirilmezse, FATF Türkiye’yi üyeliğinden çıkaracaktır. Bu tedbirin sonuçları küçümsenmemelidir. Türkiye, FATF tarafından İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerle aynı kefeye konulacaktır. Bu durum sermaye akışına ve ticarete ambargo uygulanmasının yanı sıra Avrupa Yatırım Bankası (EBI) gibi finans kuruluşlarıyla ilişkilerin kesilmesine de yol açabilir. Bu durum şüphesiz Türkiye’nin halen yetersiz olan altyapısının iyileştirilmesine yönelik projeler üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Sonuç olarak ildeki girişimciler zarar görecektir. AKP’nin temsilcisi olduğu girişimciler.
Elbette asıl soru, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birinin bu tehditle yüzleşmesine nasıl izin verebileceğidir. Türkiye’de çeşitli türlerde terörizm var, dolayısıyla bunun finansmanını dışlamak için her türlü nedene sahip olmalı. Bunun sebebinin Türk hükümetinin terörizmi tanımlamakta zorlanması, örneğin Kürt PKK’yı terör örgütü olarak kabul edip Filistinli Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmemesi olduğu düşünülüyor. Öte yandan Türkiye’de hala kara para patlaması yaşanmaktadır. Terörizmin banka finansmanına karşı alınacak tedbirler aynı zamanda bu paranın aklanma kabiliyetini de sınırlayacaktır.
Kara para Türkiye’nin her köşesinden geliyor. İnşaattan kadın ticaretine kadar. Peki ya uyuşturucu? Çünkü terörizmin genellikle uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla finanse edildiği bilinen bir gerçek. Tamam, konu Türkiye olunca bugünlerde pek konuşulmuyor ama Afganistan’dan batıya giden ‘eroinin’ sadece çok küçük bir kısmı Türk makamları tarafından ele geçiriliyor. O kadar küçük ki, başka rotaların kullanılma ihtimaline rağmen, çok sayıda eroinin buradan geçtiğini parmaklarınızla sayabilirsiniz. Belki eskisi kadar çok değil ama yine de kapsamlı bir yıkama gerektirecek kadar çok.
1990’larda Türkiye’de ne zaman uyuşturucudan bahsetseniz, etkileyici bir faşist bozkurt sürüsü koşarak gelirdi. Özellikle Tansu Çiller’in Kürt ‘işadamlarını’ ortadan kaldırmasından sonra, bu işte çok fazla söz sahibi oldular. Silahlı kuvvetler, jandarma, polis ve çeşitli istihbarat örgütleri gibi güvenlik güçleriyle işbirliği yaparak kârdan paylarını aldılar. Ancak AKP hükümeti silahlı kuvvetlerin bağımsız yapısına son verirken artık Ülkü Ocakları hakkında neredeyse hiçbir şey duymuyorsunuz.
Kısacası, 21. yüzyılda Türkiye’de uyuşturucu transitini kim kontrol ediyor? Bilenler söyleyebilir.
Peter Edel, Türkiye’nin siyasi biyografisi Boğaz’ın Derinliği’nin yazarıdır.
Milletvekili Stephan van Baarle’de bu konuda açtı ağzını, yumdu gözünü…
Van Baarle’yi dinlemek için alttaki fotoğrafa tıklayınız.
Hastalanmıştı, ameliyatlar geçirdi ve sonra ayağa kalktı yaşamına devam etti. Ama yorgun kalbi bir anda durdu ve Sabit’imiz ahirete göç etti.
Ölüm haberi bir saat içinde sosyal medyayı alt-üst etti. Benim iddia ettiğim gibi, “Hak ettiği şöhreti bulamadı” diye yazanlar çoğunluktaydı.
Naaşı bügün defnedilecek olan Sabit Gürses için yazacaklarımı çok eskiden yazmıştım.Yeniden yazmama gerek yok. Eskiden yazdığım şöyleydi:
Mersin’de ‘Avrupa’nın Prensi’ olan
bir şarkıcı yaşıyor: Sabit Gürses.
* Şans veya tesadüfler O’na yardım etseydi Türkiye’nin en ünlü sanatçısı olurdu.
* Şarkı ve filmleri ile Avrupa’da ve özellikle Hollanda’da idol olan Sabit Gürses, Mersin’de işlettiği Rakışıklı lokantasında her akşam program yapıyor.
* Ünlüler O’nun için ‘Türkiye’nin en iyi yeteneği’ demişti
* Zeki Müren: Türkiye’nin en iyi sesi.
* Hulki Saner: Elime geçseydi sahne ve beyaz perde kralı olurdu.
* Turgut Akyüz: Kibariye’yi yarattığım gibi, Sabit’i de yaratacağım.
İlhan KARAÇAY yazdı…
MERSİN,- Nasıl ki Johan Cruyff , Pele, Maradona ve gibileri dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcularıysa, Türkiye’nin en güzel sesli şarkıcısının da Sabit Gürses olduğuna inanıyor ve iddia ediyorum.
1970’li yılların başında ve de çocuk yaşta iken, ‘Uykuda mısın sevgili yarim uyan’ şarkısını Türk müzikseverlere çok sevdiren, daha sonra gittiği Hollanda’da müzik çalışmalarını sürdüren ve tüm Avrupa’da ‘Prens’ olarak şöhret olan Sabit Güres, şimdilerde Mersin’de yaşıyor.
Adanalı Gürses ailesinin tüm erkek bireylerinin müzisyen oluşu tabii ki bir tesadüf değil. Baba ve altı erkek evlat, hem birkaç müzik enstrümanı çalıyor ve hem de şarkı söylüyordu. Büyük ağabey Necati Gürses Hollanda’nın Rotterdam kentine yerleşmiş ve orada şöhret olmuştu. Küçük kardeş Sabit ağabeyinin yanına gitmişti.
Ve gidiş o gidiş…
Sabit, ağabeyi Necati’nin şöhretini egale etmeye başlamıştı.
Sabit Gürses Almanya’daki Türküola şirketi ile anlaşmıştı.
Türküola Kaset ve video firmasının sahibi olan Yılmaz Asöcal’ın, eşi Yüksel Özkasap’tan sonra en çok yararlandığı şarkıcı olan Sabit Gürses’in kariyerinde büyük başarılar var.
Ne var ki, firma sahibi Yılmaz Asöcal, Sabit Gürses için Türkiye’de büyük bir reklam kampanyası yapma sözü vermişti. Asöcal’ın eşi olan ve ‘Köln Bülbülü’ olarak isim yapan Yüksel Özkasap kıskançlık emareleri gösterince, Asöcal bu sözünde durmadı.
O’nu ilk keşfeden, zamanın Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar olmuştu 1978-1979 yıllarındaki 2. Ecevit Hükümeti’nde yer alan İşgüzar, o zamanın spor yazarı ve Fenerbahçe’nin eski başkanı Ali Şen ile birlikte götürdüğüm Amsterdam’daki Türkiye Restaurant’ta dinlediği Sabit Gürses’e hayran olmuş ve ‘Bu çocuk Türkiye’nin tanıtım elçisi olur. Bu çocuğu bana getirin’ demişti.
Sabit Gürses Zeki Müren ile
O yıl, Türkiye’deki ses ve sahne sanatçılarına ilk kez emeklilik maaşı bağlanacaktı. Bunun için de Maxim Gazinosu’nda bir gala gecesi düzenlenmişti. Türkiye’nin en ünlü sanatçıları, film ve plak yapımcılarının hazır bulunduğu bu galaya Sabit Gürses de Bakan İşgüzar’ın özel davetiyle gelmişti.
O gala gecesi, fantezi filmlerdeki sahnelere benzer şeyler yaşandı. Sabit Gürses ‘Konuk sanatçı’ olarak sahneye çıktığı zaman masalardan büyük gürültü fışkırıyordu. Masadakilerin kulaklarına gelen büyüleyici ses, onların bir anda susmasına ve sahneye dönüp merak ve beğeni ile dinlemelerine neden oldu.
O gece, Türkiye’de ne kadar gazinocu, ne kadar filmci ve ne kadar plakçı varsa, Hilmi İşgüzar’ın masasındaki Sabit Gürses’e teklif yağdırdı.
Sabit Gürses, Hollanda’da İKON Televizyon Kurumu’na benim hazırladığım 5 bölümlük bir serinin müzik yapımını üstlendi ve bölümlerden birinde de başrol oynadı. ‘Ceremeyi çeken çocuklar’ isimli seride, yabancı kökenli çocukların sorunları dile getiriliyordu. Sabit Gürses bu serinin yayınından sonra tüm Avrupa’da sevilen ve aranan bir sanatçı oldu.
Kibariye’yi keşfedip onu sahneye çıkaran, Beyaz Kelebekler grubunun lideri olan merhum Turgut Akyüz, sık sık geldiği Hollanda’da dinlemeye doyamadığı Sabit Gürses’e, ‘İstanbul’a gelirsen seni de Kibariye gibi Türkiye’ye kazandırırım’ demişti. Ama Akyüz’ün ömrü buna yetmedi. Zira, o zamanlar Stardust adlı gazinoyu da çalıştıran Akyüz öldürülmüştü.
Hollanda’yı ziyaret eden tüm şöhretlerin mutlaka görüp dinledikleri ve ‘Çok büyük yetenek, buralarda kalması ve Türkiye’ye gitmemesi büyük yanlış’ dedikleri Sabit Gürses, Zeki Müren ve film yapımcısı Hulki Saner’in tavsiyelerini de dinlemedi.
Merhum Zeki Müren, şişman ve sağlıksız olduğu günlerde tedavi için Amerika’ya gidiyordu. Bir gece Amsterdam’da kalıp, ertesi gün ABD’ye uçacaktı. Zeki Müren’i havalimanından aldım ve oteline götürdüm. Akşam yemeği için bir lokantaya gidilecekti. Zeki Müren’e ‘Bir Türk lokantasına gideceğiz. Orada sana bir çocuğu dinleteceğim’ dediğim zaman, Zeki Müren ‘Ne olursun beni bir batakhaneye götürme’ ricasında bulunmuştu. Zeki Müren pişman olmamıştı. Zira, Sabit Gürses’i dinlediği zaman, ‘Yazık oluyor. Bu çocuk neden burada kalıyor? Türkiye’de böyle bir ses yok. Getirin bu çocuğu bana. O’nun elinder tutar ve zirveye oturturum.’ demişti.
Ünlü film ve müzik yapımcısı Hulki Saner’i de Gürses ile tanıştırmıştım. Gürses’i birkaç kez dinleyen Hulki Saner de, ‘Elime geçseydi Türkiye’de ses ve beyaz perde kralı olurdu. Bu çocuğu bana getirin O’nu buradaki ünvanı ile Türkiye’de prens yaparım.’ demişti.
Sabit Gürses’in dostları arasında ünlü sanatçı Orhan Gencebay da vardı. Gencebay da Gürses’e Türkiye’ye gelmesi için sık sık teklifler yapmıştı.
Ama her gurbetçi gibi, o zaman yaşadığı ortamı değiştirmek istemeyen Sabit Gürses, ‘Avrupa prensliği’ ile yetiniyor ve tavsiyelere kulak kapatıyordu.
Öyle ya, Avrupa’da Türk müziğinin her dalındaki şarkı ve türküleri büyüleyici bir ses ile okuyan Sabit Gürses, aynı zamanda da genç kızları çıldırtacak kadar da güzeldi. Çok iyi kazanıyordu Gürses. O zaman uyuşturucu ticaretinin merkezi olan Hollanda’daki tüm mafya babaları Sabit Gürses’i dinlemeye geliyordu. Babalar, Sabit Gürses için bir şampanya patlatıyordu ama kasalar dolusu şampanyayı da parasını ödeyerek ikram ediyorlardı. Sahneye para da yağıyordu. O zamanki gulden birimimden binlik banknotlar sahneye yağıyordu.
Eeee, böylesine sevilen ve böylesine kazanan Sabit Gürses neden İstanbul’a gitsin ki?
İşte o Sabit Gürses şimdilerde Mersin’de yaşıyor. Hem de, Rotterdamlar’a kadar peşinden gittiği ağabeyi Necati Gürses ile birlikte. Necati kendini emekli olmaya sevketmiş. Ama Sabit yerinde duramıyor. Mersin’in sayfiye ilçesi Mezitli’nin kıyı şeridinde işlettiği lokantalarda, hem patron hem de mekan şarkıcısı olan Sabit Gürses şimdilerde Rakışıklı adlı mekanında yaşamını sürdürüyor.
Gürses’in arkasında şimdi bir kadın desteği de var. Mersin’de Melek Terim ile evlenen Gürses, yaşamının en mutlu günlerini Mersin’de geçirmekte olduğunu söylüyor. Melek Terim-Gürses, Mersin ve Adana’da musiki cemiyetlerinde sanat müziği okumuş biri olarak Sabit’e eşlik etmekten de geri kalmıyor.
Biz de gittik Sabit Gürses’in Mersin’deki mekanına. Öyle bir gece geçirdik ki, o geceye katılanların nasıl mutlu ve neşeli olduklarını gördükçe biz de mutlu ve neşeli olduk.
Pek çok şarkıcı çıktı Adana’dan. Adana bir zamanlar Türkiye’ye şarkıcı üreten bir kentti. Bırakalım eskileri. Yenilere bakalım. Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Faruk Tınaz ve Vahdet Vural. Hepsi Sabit Gürses’in çocukluk arkadaşı.
Ama Zeki Müren’e göre, hiçbiri Sabit’in eline su dökemezdi.
Bu yazı sizlere sakın ola bir mizansen hissi vermesin. Sabit Gürses’i dinleyenler zaten bu methiyenin gerçek olduğunu bilirler. Mersin’deki Rakışıklı’ya bir kez uğrarsanız ve Sabit Gürses’i dinlerseniz gerçeği sizler de öğrenirsiniz. Mersin’e gidemezseniz en alttaki klibe bakınız veya Youtube’ye girin, Sabit Gürses ile röportajlarımı seyredin ve dinleyin.
Merhum Zeki Müren’in dediği gibi: ”Türkiye’deki en güzel sesi” dinleyeceksiniz.
Sabit Gürses, Mersin’de önce Kumkapı Restaurant’ı daha sonra da Rakışıklı’yı açmıştı. O’nun güzel sesinin varlığı Mersin’de kısa bir zaman içinde duyulmuştu.
ZEKİ MÜRENE GÖRE TÜRKİYE’NİN EN GÜZEL SESİ: Yıl 1983. Zeki Müren sağlık kontrolu için Amerika’ya giderken uğradığı Amsterdam’da Sabit Gürses’i dinleme fırsatını yakalar. Ünlü sanatçı, Gürses’i dinledikten sonra ‘ Yazık oluyor bu çocuğa. Türkiye’de böyle bir ses yok. Getirin bu çocuğu bana. Onu Türkiye tanımalı’ demişti.
MERSİN KUMKAPI’DA HER AKŞAM FASIL: Bir zamanlar ‘Avrupa’nın Prensi’ olarak ün yapan Sabit Gürses, şimdi Mersin’de işlettiği Kumkapı adlı balık lokantasında her akşam fasıl yapıyor. Gürses’e, Mersin’de evlendiği eşi Melek de eşlik ediyor.
TÜRKÜOLA FİRMASI EN ÇOK GÜRSES’TEN KAZANMIŞTI: Almanya’da faaliyet gösteren kaset ve video firması Türküola, Sabit Gürses kasetlerinden en çok parayı kazanmıştı.
OTANTİK KUMKAPI’DA RUHUNUZA MÜZİK DOLUYOR: Sabit Gürses, eşi Melek ile birlikte işlettiği Kumkapı lokantasına gelenlere, otantik bir ortam içinde müzik ziyafeti veriyor. Kumkapı’ya gelenler, leziz yemekler ile karınlarını doyurdukları gibi, ruhları da müzikle doluyor.
ORHAN GENCEBAY DA GÜRSES’E TEKLİFLERDE BULUNMUŞTU: Sabit Gürses’in dostları arasında ünlü sanatçı Orhan Gencebay da vardı. Gencebay da Gürses’e Türkiye’ye gelmesi için sık sık teklifler yapmıştı.
Baybaşin’i destekleyen çok sayıda üst düzey yönetici, ‘Baybaşin’e özgürlük’ kampanyaları yaparken, konferanslar da düzenliyor.
Uluslararsı diplomatlar, sosyologlar, hukuk profesörleri, hakim ve savcıların da katıldığı bir konferansta, Türk devleti ile Hollanda devleti eleştirildi ve ‘Baybaşin haksız yere suçlanıyor’ iddiası öne sürülüldü.
Baybaşin için mücadele edenlerden biri de, Başbakanlık için en büyük favori olan Pieter Omtzigt.
Hapishane üzerinde uçurulan bir uçakta ‘Baybaşin’e hemen özgürlük’ pankartı asılınca, kaçmasından şüphelenen hapishane yönetimi ‘hücre’ cezası verdi.
Baybaşin ile yapılan bir röportajı, Türkiye’de hiç bir televizyona yayınlatamadım. Ruşen Çakır’ın röportajı da Milliyet’te tam olarak değil, kısaca yayınlanmıştı.
Hollanda hapishanelerinde tam 25 yıldır cezasını çekmekte olan ve başından bu yana “Ben suçsuzum, devletimiz beni sattı” diye feryat eden Hüseyin Baybaşin, Hollanda Adalet Bakanlığı’nın tahliye kararına rağmen hâlâ hapishanede çürütüldüğünü söylüyor.
Geçmişte, haksızlığa uğradığını duyurmak için gazetecilere haber salan ama anlattıkları yayınlanamayan Hüseyin Baybaşin için, bu konuda verebileceğim iki örnek var. Örneklerden biri şahsım, diğeri de Ruşen Çakır. Ama bu konuyu daha sonraki satırlarda bulacaksınız.
BAŞLANGIÇ
Hüseyin Baybaşin, kiralık katil cinayetinde suç ortaklığı, iki cinayete azmettirme girişimi, rehin alma olayına suç ortaklığı ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlamaları ile interpol tarafından aranıyordu.
Hüseyin Baybaşin, 1998 yılında “Siyah Lale” adı verilen uluslararası bir operasyonla Hollanda’da yakalanmıştı.
İnterpol’ün de aradığı Baybaşin, 1998 Mart ayına Hollanda’da gözaltına alınmış ve yıllar süren yargılama sonu ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Baybaşin’e göre bu suçlamaların tamamı Türk devletinin uydurmasıydı. Zira Baybaşin Kürt davasında güçlü bir isimdi ve hapisanede yatmalıydı.
Hüseyin Baybaşin, uzun bir süre Hollanda’da tek kişilik hücrede tutuldu. Bu durum, ‘Ceza Adaleti ve Gençliğin Korunması İdaresi Konseyi (RSJ)’ tarafından saptanmıştı. Baybaşin, temmuz ayında küçük bir uçağın arkasında ‘Baybasin’e hemen özgürlük’ pankartıyla cezaevinin üzerinden geçmesinin ardından tecrit altına alınmıştı.
Cezaevi yönetimi, hapishane üzerinden uçan uçağın bir kaçış girişimi olabileceği endişesiyle, Baybaşin’i tecrit hücresine yerleştirdi. Ömür boyu hapis cezasını çeken Kürt daha sonra RSJ Konseyi’ne başvurdu.
RSJ, Baybaşin’in çok uzun süre tecritte tutulduğunu belirledi. Bu nedenle Baybaşin’e maddi tazminat ödendi.
Baybaşin, 2002 yılında Türkiye’de cinayet ve uyuşturucu kaçakçılığından suçlu bulunmuş ve hüküm giymişti. Kanıtların Türk hükümeti tarafından üretildiğini söyleyen Baybaşin, bu konuda inceleme talebinde bulundu. Ancak, Başsavcı bu talebin temmuz ayında reddedilmesini tavsiye etti. Kural olarak Yüksek Mahkeme bu tavsiyeyi benimsedi.
Baybaşin’in yaşam öyküsünü anlatan ‘Haksız Müebbet Hapis’ kitabı ile, tanıtım için organize edilen konferansın afişi.
Crimesite yazı işleri müdürü Wim van de Pol ve eski polis memuru Klaas Langendoen tarafından Baybasin davasıyla ilgili bir kitap yayımlandı.
İsterseniz sizlere, benim değil, Hollanda gazetelerinde bu konuda yayınlanan bir haberin tercümesini sunayım:
Haftalık Panorama dergisi, ‘Haksız Müebbet’ (On)terecht Levenslang kitabının tanıtımını yayınladı. Panorama’ya göre kitap, Kürt Hüseyin Baybaşin’in takibatındaki bilinmeyen tarihi gerçekler ile dolu.
Hüseyin Baybaşin, 2002 yılında Den Bosch’taki mahkeme tarafından kiralık katil cinayetinde suç ortaklığı, iki cinayete azmettirme girişimi, rehin alma olayına suç ortaklığı ve yirmi kilo eroin kaçakçılığına hazırlık suçlarından mahkum edildi.
Yani küçük bir çocuk değil?
Baybaşin’in Avrupa’da eroinin Pablo Escobar‘ı olduğu, özellikle Türk medyasında sıklıkla yazılıyor. Ancak buna dair hiçbir kanıt yok. Ve suç dosyalarında büyük çaplı uyuşturucu kaçakçılığına işaret eden hiç bir şey yok. Türkiye’de sabıka kaydı da yok.
Bu hikâyeler nereden geliyor?
Amcasının (veya dayısı) İstanbul’daki otelinde çalışarak kendisini ticarete hazırladı.
1984 yılında İngiltere’de bir eroin kaçakçılığı çetesinin şüphelilerinde telefon numarasının bulunmasının ardından tutuklandı ve mahkum edildi. Ama kendisi, Türk devleti adına çalıştığını söylüyor. Zira bu devlet eroin ticareti yapıyordu.
Peki bunu nasıl öğrendi?
Baybaşin, Türkiye’de bir nevi gizli ajan olarak eğitim gördü. Genç Hüseyin akıllıydı ama üniversiteye gitmedi. Amcasının onun için başka planları vardı. Küçük yaşta amcası aracılığıyla gizli devlet memurları ağında eğitim aldı. Bu ağ, NATO’nun İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, Avrupa ülkelerinde kurduğu sözde Gladyo ağından ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’nin işgali durumunda Gladyo, komünistlerle savaşmak zorunda kalacaktı. Baybaşin böylece Dışişleri yetkilisi oldu ve Batı Avrupa ülkelerindeki Türk kuruluşlarını ziyaret etti. Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den çıkan para akışlarına dair iç görüsü vardı. Bu pozisyonda iken, üst düzey yetkililerin eroin ticareti yaptığını keşfetti.
Türk hükümeti bu kadar kriminal suç çetesi miydi?
Evet, 1980 ile 2000 yılları arasında, polis ve adalet yetkilileri de dahil olmak üzere hükümet ve üst düzey yetkililere uyuşturucu çeteleri ve Bozkurtlar sızdı.
KİTAPTAN BİR BÖLÜM:
1997 yazında bir akşam, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcısı, Boğaz’a bakıyordu. Beşiktaş’ta Hanedan restoranının terasında oturuyordu. Ayasofya Camii’nin ve geniş Topkapı Sarayı’nın ışıkları uzakta titreşiyordu. Modern Türkiye’de iktidar mücadelesi eskisinden çok daha karanlık bir oyundu. Başsavcı bir devlet adamıydı, karanlık kardeşliğin üyesiydi. Beraberindekiler dönerek konuştu: “Çok yakında bomba patlayacak” dedi ve “Hüseyin Baybaşin doğduğuna pişman olacak, uzaklaştırılacak.” diye ekledi.
Baybaşin o sırada serbestti ve Hollanda’da saklanıyordu. O akşam Hanedan Restoranında Başsavcı’nın eşliğinde eski Jandarma komutanı Hamdi Topçu da vardı. Topçu başsavcının mesajını anladı. Yakında Hollanda’da gizli şebeke adına Baybasin’e saldırı düzenlenecekti. Topçu, daha önce Baybaşin’i ‘ortadan kaldırma’ girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığını öğrenmişti.
Topçu, Hanedan restoranında yediği akşam yemeğinden birkaç ay sonra, Baybaşin’le ilgili başka planlar duydu. Baybasin hakkında savcı Hugo Hillenaar’ın öncülüğünde cezai soruşturma başlatılmıştı. Topçu 2000 yılında yaptığı açıklamada şöyle demişti: “Aynı Başsavcı, eylül veya ekim ayında şöyle demişti: Çok yakında Baybaşin gidecek; Agar’ın (eski Adalet Bakanı) cesur bir adam olduğunu, kimsenin ona karşı bir şey yapamayacağını söyledi. Hatta Hollanda Başsavcısı ile anlaşmaya vardı.
Onun adı neydi? Hilering falan mı? O adam gece gündüz bize bilgi veriyordu ama, bizden daha sabırsızdı. (…) Baybaşin ölmedi ama hapishanede ölecek. Ona asla unutamayacağı bir oyun oynayacağız. Bana öyle söyledi. (…).”
TAHLİYESİ NEDEN ERTELENDİ
Baybaşin’in özel hukuk danışmanı Dr. Hüseyin Demir, iki yıl önce Baybaşin’in 64 yaşında serbest bırakılacağına dair bir Bakanlık kararı olduğunu açıklamıştı. Aradan iki yıl geçtiği halde hâlâ hapishanede tutulan Baybaşin, kendisinin hürriyete kavuşmasını isteyen kişi ve kuruluşların protesto eylemlerine rağmen, bırakın serbest bırakılmayı, tek kişilik hücre cezasına bile mahkûm edildi. Hüseyin Baybaşin için özel olarak uçurulan bir uçağın, hapishane üzerinde dolaştırılmasından şüphelenen yöneticiler, kaçma ihtimaline karşı hücre önlemi almışlardı.
Uçağın arkasında ‘Baybaşin’e hemen özgürlük’ pankartı asılmıştı.
İki yıl önce, Baybaşin’in serbest bırakılacağı hakkında, Türk medyasında yayınlanan bir haberden bir alıntı sunuyorum:
1998’DEN BU YANA HOLLANDA’DA TUTUKLU HÜSEYİN BAYBAŞİN TAHLİYE OLACAK
Cinayet, rehin alma ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından İnterpol’ün aradığı Baybaşin, 1998 martında Hollanda’da gözaltına alınmış ve yıllar süren yargılama sonu ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı.
Ömür boyu hapis cezasının Ağustos ayında sona ermesi ile 64 yaşındaki Hüseyin Baybaşin’e tahliye yolu göründü.
Hüseyin Baybaşin, 1998 yılında “Siyah Lale” adı verilen uluslararası bir operasyonla Hollanda’da yakalanmıştı.
Cinayet, rehin alma ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından İnterpol’ün aradığı Baybaşin, 1998 martında Hollanda’da gözaltına alınmış ve yıllar süren yargılama sonu ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı.
Ömür boyu hapis cezasının Ağustos ayında sona ermesi ile 64 yaşındaki Hüseyin Baybaşin’e tahliye yolu göründü.
Konuya ilişkin Özel Danışmanı Hüseyin Demir, bir açıklamada bulundu.
Hüseyin Demir, 25 yıldır hukuksuz olarak Hollanda cezaevinde tutulan, Sn. Hüseyin Baybaşin’in ağustos ayında denetimli serbesti şartı ile özgürlüğüne kavuşacağını ve 3 ay sürecek topluma uyum programından sonra tamamen özgür olacağını söyledi.
Hüseyin Baybaşin’in tahliyesine ilişkin detayları paylaşan Hüseyin Demir, “Yaklaşık olarak 2 yıl önce Hollanda yasalarında Sn. Hüseyin Baybaşin’in, özgürlüğü önünde hiçbir engel olmadığı halde, hakkı olan özgürlüğe kavuşması için istinat edilen tüm suçlamaları kabul etmesi ya da özgürlüğüne kavuşamayacağı yönünde bir zorlamaya maruz kalmıştı. Bu zorlamaya karşılık kendisine istinat edilen tüm suçlamaları kabul etmediğini belirterek karşı dava açan Sn. Hüseyin Baybaşin, davayı kazandığı için ağustos ayında tahliye olacak.” dedi.
Demir şöyle devam etti: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kişilerin tahliye umudu olmadan ömür boyu hapsedilmesinin insanlık dışı olduğuna yönelik 2013 yılındaki kararının ardından, Hollanda devletinin ömür boyu hapis cezası yasasını, AİHM’den gelen itirazları dikkate alarak, 2016’da ömür boyu hapis cezalarına ilişkin yeniden gözden geçirme ve denetimli serbestlik yasasında düzenleme yaptı. Yeni yasal düzenlemede, belirli aralıklarla davanın yeniden gözden geçirilmesi ve 25 yıl cezaevinde kalan mahkumların 25 yılın sonunda denetimli serbestlik kapsamında, haklarında başka bir davadan dolayı hüküm olmaması ve 3 aylık topluma uyum sağlama prosedürlerinden sonra tahliye edilmesi yer almaktadır.”
Bu durumda Hüseyin Baybaşin ağustos ayında denetimli serbestlik ile tahliye edilecek.
Ama beklenen olmadı ve Baybaşin hâlâ Hollanda hapishanelerinde bekliyor.
BAYBAŞİN İÇİN KONFERANS
Yukarıda afişini gördüğünüz, ‘‘Hollanda’da bir siyasi tutuklu: Hüseyin Baybaşin’’ başlıklı konferans düzenlendi. Konferansı organize edenler arasında Hollandalı üst düzey görevliler, hâkim ve savcılar da bulunuyor. Konferans, Hüseyin Baybaşin’in kim olduğunu, neden hapiste olduğunu ve hapisteyken neler yaptığını kapsıyor. Konferansa birçok uluslararası düzeyde siyasi diplomatlar, sosyologlar, hukuk profesörleri ve birçok şahsiyet katıldı.
Baybaşin için mücadele edenler arasında, Başbakanlığın en büyük favorisi Pieter Omtzigt de var.
Baybaşin için uçak kaldıranlar, sahillerde de ‘Baybaşin’e özgürlük’ bayrağı ve çıkarması sergiliyorlar.
Hüseyin Baybaşin’e Hollanda’da gösterilen bu ilgi şaşırtıyor.
Hakkında konferanslar yapılması, pankart taşıyan uçaklar kaldırılması ve medyada çok geniş yer alması, ‘Acaba Baybaşin gerçekten haksızlığa mı uğradı’ sorusunu getiriyor.
Baybaşin’e Özgürlük pankartları ile sokaklarda dolaşanlar var. Bu yaşananlar gerçekten de çok şaşırtıcı olmuyor mu?
MEDYA İLE DİYALOG
Hüseyin Baybaşin, hakılılığını kamuoyuna duyurmak için, medya ile diyalog kurmaya çalışıyordu.
Bu konuda kendisine aracılık yapanlardan biri benimle de irtibat kurmuştu. Ama Baybaşin ile görüşmemiz için bir meblağ ödemem gerektiğini de söylemişti. Eminim ki Baybaşin böyle bir meblağ istememiştir.
Bu konuda benim yaşadıklarımı az sonra anlatacağım.
Ama önce şunu okuyunuz:
Gazeteci Ruşen Çakır da, yayınladığı bir klibinde aracı birisinin Hüseyin Baybaşin ile konuşmasını sağlayabileceğini anlatmıştı. 1995 yılı sonlarında Baybaşin ile Fransa’da görüştüğünü anlatan Ruşen Çakır, anlatılanların çok sansasyonel olduğunu, bunu tam olarak yayınlamanın tehlikeli olabileceğini anlatıyor. Ama sonunda, Milliyet gazetesinde çok kısa bir yazının yayınlandığını belirten Çakır, kendisine görüşme konusunda aracılık yapan kişinin iki yıl sonra öldürüldüğünü açıklıyor.
Şimdi gelelim benim bu konudaki anılarıma:
Burada bir bayan meslektaşım, ömür boyu hapse mahkum olan Hüseyin Baybaşin ile görüntülü bir röportaj yapmıştı. Ama bu röportajı yayınlatamıyordu. Bayan meslektaşımdan aldığım o röportajı önce yazıya döktüm ve yazılı bir röportaj hazırladım. Sonra da Türkiye’deki ‘Korkusuz’ gazetecilerden birine gönderdim. Ne var ki, Baybaşin’in anlattıkları o kadar derindi ki, o korkusuz arkadaş da yayınlayamadı bu kaseti. Sonra İstanbul’a gittim ve çalışmakta olduğum NTV televizyonuna verdim. NTV, bu röportajı 13.00 haberlerinden sonra yayınlanacağına dair anonslar yapmaya başladı. Ama nedense bu anonslar saat 11.00’de durduruldu. Yani NTV de, içeriğindeki derin iddialar nedeniyle bu röportajı yayınlayamadı.
O zaman çalıştığım GÜNAYDIN gazetesi’ne uğradım. Yazı İşleri’nde bu kasetten söz ettim ve yayınlanamadığını söyledim. Yayın müdürümüz, ‘Röportaj yazılı var mı İlhan?’ diye sordu. ‘Var ama benim imzam ile yayınlanmasını istemem’ dedim. Bunun üzerine ‘Tamam ben kendi imzamla yayınlarım’ diyen yönetmenime bu haberi verdim. İnanır mısınız, haberi imzasıyla yayınladığı günün gecesinde evi kurşunlanmıştı.
Baybaşin’in anlattıklarını yayınlamaktan çekinenler belli ki ‘Derin Devlet’ten korkuyordu. Kim bilir, Günaydın Genel Yayın Müdürü’nün evini kurşunlatan belki de ‘Derin Devlet‘ti.
Aşağıdaki kliplerdeki fotoğraflara tıklarsanız görüntüleyebilirsiniz.
Klipte, Holllanda’da Baybaşin’i destekleyenlerin anlattıkları görülüyor.
Tamamı Hollandacadır.
Yücel Yesilgöz (papa van Dilan Yesilgöz) werd in 1996 ingezet in Dossier Baybasin. Yücel bezocht Baybasin (tijdens zijn uitleveringsdetentie) tientallen keren in de Bredase gevangenis… https://t.co/VRCBOKZjpZ
— Huig Plug (justitie-klokkenluider) (@huig_plug) July 12, 2023
Bu yılın sonuna kadar açık kalacak olan yardım hesabında toplanacak olan paralar 2025 yılı sonuna kadar değerlendirilmiş olacak.
İlk etapta yapılan yardımlarda, geçici barınaklar, içme suyu, temiz tuvaletler, sağlık paketleri, kışlık giysiler ve battaniyeler yer aldı.
Psikososyal yardım sağlanması konusunda da büyük çaba sarf edildi ve çocuklara oyun oynayabilecekleri ve ders çalışabilecekleri güvenli alanlar oluşturuldu.
Hollandalıların yanında, Türk girişimciler de fedakârca bağış yapıyorlar.
Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’tan 102 konteyner ev, BM Live Vakfı’ndan 200 tablet bilgisayar…
Madalyonun diğer tarafı: Proje üretilip verilmezse, paralar yardım kuruluşlarının kasaların da kalacak.
İlhan KARAÇAY derledi:
6 Şubat 2023 Pazartesi gecesi Türkiye ve Suriye’de meydana gelen, büyük hasara yol açan iki güçlü deprem ve artçı sarsıntılar sonrasında, dünyanın dört bir yanından gelen yardım ekiplerinin fedakârca çalışmalarından sonra, yine tüm dünya ülkelerinden para ve eşya yardımları yağmıştı.
Yardım ekibi gönderen ve daha sonra ülke çapında bir kampanya ile para toplayan ülkelerden biri de Hollanda idi.
Hollanda’dan giden yardım ekiplerinin kahramanlıklarını medyada okumuş ve görmüşsünüzdür.
Hollanda’daki para yardımı kampanyası da bir başkaydı.
11 Yardım kuruluşunun birlikte organize ettikleri yardım gecesi, tüm medya tarafından ortaklaşa gösterildi ve yazıldı.
Hollanda’da yaşayan Türk kökenli şarkıcı Karsu’nun, depremde kaybolanlara atfen yazılı tercüme ile okuduğu ‘Neredesin sen’ şarkısı ile daha çok duygusallaşan Hollandalılar, Türkler ve diğer ülkeler mensup insanlar, rekor derecede meblağı bulan paralarını esirgemediler.
Canlı yayınlanan yardım kampanyasında her saat yükselen milyonlarca euronun bugünkü toplamı 124,5 milyon euroyu buldu.
Yardımların hâlâ devam etmekte olduğunu göz önünde tutan Giro 555 hesabının Başkanı Michiel Servaes, kampanya hesabının bu yılın sonuna kadar açık kalacağını belirtti.
Servaes, bugüne kadar 32 milyon euroluk bir meblağın yardımzedeler için harcandığını belirtirken, bundan sonra gelecek olan projeler için 1 Mart 2025 tarihine kadar başvuru yapılabileceğini bildirdi.
Michiel Servaes sözlerine şöyle devam etti: “Bu kadar çok yıkımın milyonlarca insanın hayatını büyük ölçüde değiştirdiği ve zorlaştırmaya devam ettiği her iki ülkede de durum hala endişe verici. Neyse ki, Hollanda’daki muhteşem katılım ve Giro555’ten elde edilen büyük meblağ sayesinde yardım kuruluşlarıgüçlenmiş oldu. Bu ölçekte uluslararası yardımın vazgeçilmez halkası olan çeşitli yerel ortaklarla yakın işbirliği içinde çalışıyoruz. Sert kış yaklaşırken acil yardım sağlamaya devam edeceğiz. Ancak şimdi bir sonraki aşamaya da odaklanacağız. Binaların restore edilmesi veya yeniden gelişebilmesi için ekonomiye yatırım yapılması da dahil olmak üzere, afet bölgesine yeniden gelecek perspektifi kazandırmak için ihtiyaç duyulan konularda çalışmalar yapılıyor.”
Servaes Yeniden Yapılanma konusunda şunları söyledi:
“Giro555’in arkasındaki kuruluşlar, acil yardım sağlamanın yanı sıra, yeniden yapılanma, iyileştirme çalışmaları ve perspektif sunmaya da odaklanıyor. Mümkün olduğunca normal yaşamın yeniden başlatılabilmesi için okullar, hastaneler ve su sistemleri onarılarak yerel pazarlara ve ekonomilere destek veriliyor. En savunmasız durumdakiler, önümüzdeki kış aylarında kendi geçimlerini sağlayabilmeleri için mali destek alacak. Pek çok insan hâlâ endişe ve stres duygularıyla mücadele ettiğinden, psikososyal yardımın kapsamı önümüzdeki aylarda daha da artırılacak. Giro555’ten elde edilen gelirler 1 Mart 2025’e kadar harcanacak.”
WORLD VISION PARA DAĞITIYOR
Servaes, şöyle devam etti:“World Vision depremin hemen ardından harekete geçti. Acil yardımımız, kısmen Giro555’ten gelen para sayesinde, şu anda Türkiye ve Suriye’de neredeyse bir milyon erkek, kadın ve çocuğa ulaştı. World Vision, temiz ve güvenli içme suyuna öncelik verdi ve ailelere hayatta kalabilmeleri için nakit kuponları sağladı. World Vision, etkilenen okulların öğretim materyalleri almasını sağladı. 32 binden fazla çocuğa psikososyal
destek verildi. Bu arada on beş okulun onarılması ve mağdurlar için acil konut oluşturulması için yerel halkla birlikte hazırlıklar yapıldı.”
MADALYONUN DİĞER TARAFI Hollanda’daki yardım kampanyalarının, hangi ülke olursa olsun cömertçe yapıldığına şahit olmaktayız. Kampanya Türkiye için olduğu zamanlarda, buradaki Türkler’in katkısıyla daha bonkörce davranıldığı da malumdur.
1999 yılındaki Marmara depremi sonrasında da, yine muhteşem bir kampanya sonunda 67 milyon toplanmıştı. Televizyondan canlı yayınlanan o kampanya’ya Prensesler, Bakanlar ve ünlüler de katılmıştı. Ne var ki toplanan paralar yine 11 yardım kuruluşuna pay edilmişti. Şubat 2000’de yapılan bir toplantıda yardım paralarının neden paylaşıldığını sorduğum zaman aldığım cevap şu olmuştu: “Tüm yardım kuruluşları ortaklaşa faaliyet gösterdikleri için meblağ paylaşıldı. Her kuruluş ayrı ayrı projelere harcama yapacak.” Ben de, “Böylece meblağ çarçur ediliyor” diye bağırıp, kızgınlıkla dışarı çıktığım zaman, Kızılhaç’ın başkanı arkamdan geldi ve beni yatıştırarak bilgi vermeye çalıştı. Ama ne yazık ki, yardım kuruluşlarına yeteri kadar proje gelmeyince o paraların çoğu, kuruluşların kasalarında kaldı.
Şimdi de 125 milyon euro gibi rekor bir meblağ toplandı. Yapılan açıklamalara bakıldığı zaman, bu meblağ yine kuruluşlar arasında pay edildi. Kuruluşlar şimdi proje bekliyorlar. Açıklamalara bakılırsa, 1 Mart 2025’e kadar başvuru bekleniyor. Demek oluyor ki, yine bir yığın para kasalarda kalacak. Bu nedenle gerek Türkiye’deki ve gerekse Hollanda’daki Türkler ve kuruluşlar proje üreterek bu kuruluşlara vermeliler. 11 Kuruluşun isim ve logoları altta:
HOLLANDALI TÜRKLER DE BÜYÜK FEDAKÂRLIK YAPIYORLAR
Hollandalılar’ın yaptığı fedakârca yardımların yanında, ülkede yerleşik Türkler de yardımdan geri kalmadılar. Hem de bonkörlükte sınır tanımadan…
Çeşitli Türk kuruluşları ve işadamlarının yardım kampanyalarından ikisini sizlere sunmak istiyorum.
HOTİAD’TAN 102 KONTEYNER EV
Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD, depremzedeler için 500 bin euro gibi büyük bir meblağı gözden çıkardı ve tam 102 konteyner evi Hatay’a gönderdi.
HOTİAD Başkanı Hikmet Gürcüoğlu bu konuda şu açıklamayı yaptı:
“Konteynerleri aldık ve gönderdik ama, bunları yerleştirmek için arsaya ihtiyaç vardı. İrtibat kurduğumuz AFAD ve mahalli yöneticilerin yardımı ile Serinyol’da bir arsa verildi. Altyapı işlerini de halledilmesinden sonra o arsaya 90 konteyner sığdırabildik. Arta kalan 12 konteynirin ikisini Samandağ Belediyesine, 10 tanesini de iki sivil toplum kuruluşu aracılığı ile yine Samandağ’a verdik. Şu anda çevre düzenleme, aydınlanma, yerleştirme, çit çekme işleri yapılıyor. Bir iki hafta içinde bu çalışmalar tamamlandığı zaman teslim ve açılış programı yapılacak. O mutlu günü sizlere haber vereceğim.”
Biz de o mutlu güne katılabilmek için heyecanla bekliyoruz.
Hollanda’da Benim Sigortam (BM) sahibi Mehmet Keskin’in inisiyatifi ile kurulmuş olan, başkanlığını bir Hollandalının, Koordinatörlüğünü de Mehmet Emin Ateş’in yaptığı BM Life Vakfı da, depremzedeler için çeşitli yardım kampanyaları gerçekleştirdi. İlk etapta depremzedeler için yazlık ihtiyaçlar gönderen BM Life Vakfı, ikinci etapta 200 öğrenciye tablet bilgisayar dağıttı.
Mehmet Keskin ve Mehmet Emin Ateş, gazeteci dostumuz Yavuz Nüfel ile gittikleri deprem bölgesinde duygulu anlar yaşadılar.
Dostumuz Yavuz Nufel’in konuyla ilgili haberi şöyle:
Deprem sonrası başlatılan kampanyanın ilk etabında bölgeye yazlık giyecek ve malzeme getirerek dağıtan BM Life, kampanyanın ikinci etabında Eğitime Destek Projesi ile Hatay’da girişimlerde bulundu.
Hollanda’da Türk iş adamları tarafından kurulan ve faaliyetlerini başarılı şekilde yürüten BM Life Vakfı, 6 Şubat depreminin Hatay’da oluşturduğu maddî ve manevî zararların telafisine katkı amacıyla sürdürdüğü uzun soluklu kampanya çerçevesinde yardımlara devam ediyor.
Yardımları birinci elden ihtiyaç sahiplerine ulaştırma prensibinden taviz vermeyen BM Life Vakfı, Yönetim Kurulunu temsilen Kordinatör Mehmet Emin Ateş ve Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Keskin, proje kapsamında yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşları aracılığı ile tespit edilen öğrencilere tablet bilgisayaralarını tek tek teslim etti.
BM Life Vakfı heyeti, Hollanda Ankara Büyükelçiliği’ni temsilen, Gaziantep Hollanda Fahri Konsolosu Bora Tezel ile birlikte Hatay’da faaliyetlerine başladı. Ekibe Mustafa Kemal Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hüseyin Kürşat Türkan ve Öğretim Üyesi Dr. İsa Kılıç ile Türkiye’de görev yapan gazeteci Yaşar İliksiz eşlik etti.
Türk, Ermeni, Süryani, Hristiyan Yahudi, Alevi, Sünni cemaatleri ile Kilise, Cami, Havra ayırmadan, ibadethaneleri, AK Partili, MHP’li, CHP’li belediye başkanları, İskenderun Kaymakamı, ilk okullar, imam hatip okulları, meslek okulları ziyaret edildi…
Önceden tespit edilen ve yukarıda adı geçen dini inancı/ siyasi görüşü ne olursa olsun, depremde anne ve babasını kaybetmiş öğrenci çocuklara tablet bilgisayar teslim edildi.
BM life bölgenin sosyolojik yapısını da göz önüne alarak oluşturduğu logo ve afişlerde de bu hassasiyete dikkat etti.
Vakıfın 20 bin Euro ile başlattığı kampanya çığ gibi büyümüştü. Yaz öncesi bölgeye yazlık ihtiyaç getiren BM Life, okulların açılması ile birlikte, şimdi de 200 tablet bilgisayar ile kampanyayı sürdürüyor.
Mehmet Emin Ateş ve Mehmet Keskin, BM Life kampanyaları hakkında şunları söylediler: “5 ay gibi kısa bir sürede bölgeye ikinci gelişimiz ama sonuncu olmayacak. En kısa zamanda tekrar geleceğiz. Çünkü şeffaf oluşumuz, bize olan güven çok önemli. Bu yüzden hayırseverler imkânları dahilinde sürekli maddî destek vermeye devam ediyor. Bölgenin ihtiyacı çok.
O yüzden son enkaz parçası yerden kalkmadan, son aile evine girmeden biz de kampanyalarımıza son vermeyeceğiz. Hollanda’da bizi destekleyen vatandaşlarımıza iş adamlarımıza, Fahri Konsolosumuz Bora Tezel nezdinde Hollanda Büyükelçiliğimize ve Hollanda’ya teşekkürü borç biliyoruz.”
Son gün: İskenderun’dan Samandağ’a
Türkiye’deki depremzede öğrencilerin eğitimlerine katkı için bağışladığı tablet bilgisyarları ilk elden sahiplerine ulaştırmak için, BM Life Vakfı Yönetim Kurulunu temsilen Hatay’da bulunan Koordinatör Mehmet Emin Ateş ve Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Keskin ilk iki gün yoğun ziyaret trafiğinin ardından üçüncü gün temaslarına başladı.
BM Life Vakfı heyetine mihmandarlık eden Mustafa Kemal Üniversitesinden Doç. Dr. Hüseyin Kürşat Türkan ve Öğretim Üyesi Dr. İsa Kılıç ile Türkiye’de görev yapan gazeteci Yaşar İliksiz’in, üçüncü gündeki ilk durağı, İskenderun Kaymakamlığı oldu. İskenderun Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, Türk misafirperverliğinin gerektirdiği şekilde ağırladığı misafirlerine, deprem bölgesi ve yapılan yardımların dağıtımında gözettikleri ilkeler hakkında bilgi verdi.
İlk iki gün boyunca hemen her dini kesimden ve kültürden kurumları ziyaret eden ekip, zaten yardımların din, dil, kültür ve soy farkı gözetilmeksizin herkese ulaştırıldığına şahit olmuştu. Depremin yol açtığı hasarın büyüklüğüne ve kapanan yollara ve yaşanan tüm olumsuz etkenlere rağmen Türkiye Cumhuriyeti devletinin bunu nasıl başardığının sırlarını usta diplomat Murat Sefa Demiryürek açıkladı.
BM Life Vakfı ekibi ise Kaymakam Demiryürek’e bundan sonra deprem bölgesine yapmayı planladıkları kalıcı yardımlar hakkında bilgi verdiler.
Ekibin bir sonraki durağı İskenderun Bilsem (Hatay / İskenderun Bilim ve Sanat Merkezi) oldu. Kurum Müdürü Ahmet Yelseli ve kurumda seçkin öğrencilere eğitim veren öğretmenler ekibi karşılayarak, tablet bilgisayar verilecek öğrencilerle tanıştırdılar. Bu ziyarette BM Life Vakfı’nın bir başka önemli eğitim hizmeti de kendisini gösterdi. Depremzede öğrencilere online yabancı dil eğitimi projesine katkıda bulunan kurum öğretmenlerinden Filiz Yüksekbaş, gelinen nokta, yapılması gerekenler ve geleceğe dair planlar hakkında bilgilendirmede bulundu. BM Life Vakfı Koordinatörü Mehmet Emin Ateş, depremzede öğrencilere yabancı dil eğitimi projesini çok önemsediklerini ve gereken her desteği vereceklerini söyledi.
Daha sonra öğrencilerin tablet bilgsayarları takdim edildi. Öğrencilerin her birinin diğerinden zeki ve her birinin diğerlerinden daha büyük hedefleri olması dikkat çekti. Bilimkurgudan uzay teknolojisine, iletişimden sosyo kültürel kalkınma projesine kadar farklı hedeflere sahip öğrencileri takdir eden BM Life Vakfı heyeti, eğitimcilerden bu gençlere hayallerini gerçekleştirmeleri için gereken her yardımı yapmalarını rica etti. Eğitimciler de öğrencilerinin yüksek potansiyellerinin farkında olduklarını ve onları ülkenin geleceğinde önemli noktalara taşımanın üzerine düşen büyük vazife olduğunu belirttiler…
Gezinin sonraki durağı Samandağ Belediyesi idi. İlk gün MHP’li bir belediye başkanına konuk olan BM Life Vakfı ekibi, son gün CHP’li bir belediye başkanına konuk olarak, inançlarda olduğu gibi siyasi görüşte de fark gözetmediklerini gösteriyordu. Samandağ Belediye Başkanı Refik Eryılmaz, ekibin gelişine çok sevinmişti.
BM Life Vakfı günün son ziyaretini Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan ve şu anda mahalle statüsünde yer alan Vakıflı Köyü’ne gerçekleştirdi.
Köyde Ermenice, Türkçe, Arapça ve Farsça konuşan köylülerle karşılaşan ekip, Türkiye kültür mozaiğinin doğurduğu bu ilginç manzaraya hayran kaldı. Ermeni mahallesinin 30 yıldır muhtarı olan Berç Kartun, köylerinde can kaybı olmasa da pek çok evin yıkıldığını ve diğer mahallelerde ölen Türk, Kürt, Arap, Alevi vatandaşların ölümlerinin onları da çok üzdüğünü dile getirdi. BM Life Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Keskin, aynı acıyı binlerce kilometre uzaktan kendilerinin de yaşadığını belirterek, “Felaketler ve sıkıntılarda insanın kimliğine, inancına, kültürüne bakılmaz. İnsandır önemli olan. Bir insanın diğerinden farkı yoktur. BM Life Vakfı olarak 3 gündür Müslüman, Hrıstiyan, Ermeni, Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni, Protestan, Katolik, Ortodoks demeden tüm depremzedelerin acılarına ortak olduk. Keşke elimizden daha fazlası gelse diyoruz. Buradan tüm dünyaya, bu coğrafyanın çok daha uzun süre yardımlara muhtaç olacağını belirtmek istiyorum. Sizlere de bu hassasiyetiniz için teşekkür ediyorum” dedi.
BM Lİfe Vakfı ekibi, güneşin batışı ile birlikte yorgun ve bitkin halde istirahate çekilirken yüreklerinde buruk bir mutluluk vardı. Tüm yardımlara ve devletin tüm organları ile yaraları sarabilmek için seferber olmasına rağmen, insanlar zorlu yaşam şartları içinde yaşıyorlardı ve ekip onlardan sadece bir avucuna yardım eli uzatabilmişti. Bu onların yüreğini burkan taraftı. Diğer yanda ise çocukların gözlerindeki mutluluk ışıltısı ve sevinç çığlıkları vardı… Ekip üyeleri birbirlerine, son mağdurun yarası sarılana kadar bu topraklara yardım ulaştırılması için gayret sarf etme sözü verdiler…