REKLAM: BİR HOLLANDALI ÇİFTİN BÜYÜK HAYALLERLE İNŞA ETTİKLERİ AMA İKAMET EDEMEDİKLERİ VİLLANIN SATIŞI. (Su Emlak’tan)
HABER 1: DİLAN YESİLGÖZ’E SORULAR VE DEREYİ GÖRMEDEN PAÇAYI SIVAYANLARA ÖNERİLER…
HABER 2: SILA’YA OTOMOBİL İLE GİDİŞ-GELİŞTEKİ AVANTAJLAR VE DEZAVANTAJLAR
REKLAM: (Eskiz Emlak’tan)
HABER 3: TÜRKLER UYUM SAĞLAYAMIYOR İDDİASINDA BULUNANLARA TOKAT GİBİ BİR CEVAP: HAMİT KARAKUŞ, EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ OLDU!
Su Emlak’tan, Hollandalı çiftin villa satış reklamını izlemek için aşağıdaki fotoğrafa tıklayınız…
DİLAN YEŞİLGÖZ’E SORULAR VE DEREYİ GÖRMEDEN PAÇAYI SIVAYANLARA ÖNERİLER…
Hollanda’da ‘Başbakan’olacağına kesin gözüyle bakanlar aldanıyorlar. Yeşilgöz’ün lideri olduğu parti en çok oyu alamayacak ve Başbakan çıkaramayacak.
Bakanlık yaptığı dönemde, Türkiye ve Türkler konusunda olumsuz bir davranışı olmayan ve Türk Bakanlar ile samimi bir şekilde görüşen Yeşilgöz’e, herkesin cevabını merakla beklediği soru: “Başbakan olursanız, Türkiye’ye ve Türkler’e karşı tutmunuz ne olacak?
Türk medyası tarafından ağır eleştiriler alan Dilan Yeşilgöz, iddialara belki cevap vermiş ve biz görememiş olabiliriz. Yeşilgöz’den, objektif bir gazeteci olarak sorduklarıma yanıt bekliyorum.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Yazdıklarımın sonunda, Türk medyası tarafından ağır eleştirilere maruz kalan Dilan Yeşilgöz hakkında yazılanlardan pasajlar sunacağım.
Objektif bir gazeteci olarak, peşin hükümle davranmayacağım Yeşilgöz hakkında, tabii ki benim de söyleyeceklerim ve soracaklarım olacak.
Öncelikle, Dilan Yeşilgöz’ün ‘Başbakanlık’ konusu ve Hollanda siyasetindeki gelişmeler hakkında görüşlerimi sunmak istiyorum.
Sadece Hollanda’da değil, tatilde olduğum Türkiye’de dahi, hemen hemen her evde konusu geçen Yeşilgöz için yapılan varsayımlar bana göre yanlış tabii…
Hollanda’daki Türk medyası tarafından da ‘Başbakan olacak’ varsayımları ile öne çıkarılan Dilan Yeşilgöz, bana göre ‘Başbakan’ olamayacak.
Neden mi?
Anlatayım.
Dört dönemdir Başbakanlık yapmakta olan Mark Rutte, Volkspartij voor Vrijheid en Democratie VVD, (Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi)’nin siyasi lideriydi. Bu partide görev yapan Dilan Yeşilgöz, parti kongresinde yapılan seçim sonrasında Mark Rutte’nin yerine ‘Siyasi lider’ oldu. (Hollanda’da, Parti Genel Başkanı’nın yanında, Parlamentodaki grup başkanı ‘Siyasi lider’ olarak tanınır.)
Yeşilgöz’ün siyasi lider olarak ilan edilişinden sonra, kendisinin geleceğin Başbakanı olacağı fikri yayılmaya başladı.
Peki, daha önceleri de pek çok defa en büyük parti olarak Başbakan çıkaran VVD Partisi, önümüzdeki kasım ayında yapılacak olan seçimlerde yine ‘en büyük parti’ olacak mı?
İşte, bu sorunun cevabını henüz tespit edemeyenler dahi, Yeşilgöz’e ‘Başbakan’ gözü ile bakmaya başladılar. Bu söylem, Türkiye’deki evlerde dahi günün konusu olmuş.
HOLLANDA’DA SİYASİ DURUM
Hollanda’daki siyasi gelişmeleri yakından takip edenler, kasım ayında yapılacak olan seçimler sonucunda, popüler politikacı Pieter Omtzigt’in yeni kurduğu Nieuw Sociaal Contract (Yeni Sosyal Kontrat) partisi ile, Avrupa Komisyonu eski Başkanı Frans Timmerman’ın siyasi lider olduğu, İşçi Partisi-Yeşil Sol Parti Birleşimi’nden birinin en büyük parti olacağına inanıyorlar. Yine kuvvetle muhtemeldir ki, yeni kurulacak olan hükümette, bu iki parti koalisyonda olacaktır.
Bu da gösteriyor ki, Dilan Yeşilgöz’ün siyasi liderliğini yaptığı VVD partisi, birinci parti olamayacağı için Başbakan çıkaramayacak. VVD’nin yeni hükümet koalisyonunda bulunması muhtemeldir ama, bu durumda bayan Yeşilgöz sadece yine Bakan olabilir.
Hollanda siyasetindeki son gelişmeler ve medyada yer alanlar, Dilan Yeşilgöz’ün popülaritesinin sürmesine neden oluyor ama, VVD Partisi, Mark Rutte dezavantajı ile Dilan Yeşilgöz deneyimsizliği nedeniyle hayal kırıklığı yaşayacaktır.
Şimdi gelelim Dilan Yeşilgöz hakkında söylenenlere ve yazılanlara…
Dilan Yeşilgöz’ün, muhtemel bir koalisyonda, ırkçı siyasetçi Wilders ile işbirliği yapmaya hazır olduğu söylemi, kendi seçmenleri içinde bile puanını düşürmüştür. Sırf bu nedenle, pek çok VVD seçmeni bu kez başka seçenekler arayabilir.
Dilan Yeşilgöz hakkında başından bu yana Kürt ve Ermeni sempatizanı olduğu söylenmekte ve yazılmaktadır. Bu iki iddia, benim nezdimde olumsuz bir durum yaratmamaktadır. İnsanların kendilerini nasıl kabul ettikleri ve hissettikleri serbestisi olmalıdır.
Az sonra yazımın sonuna ekleyeceğim, değişik suçlamalara istinaden şimdi Yeşilgöz’e soruyorum:
Bakanlık yaptığınız dönemde, Türkiye ve Türkler konusunda olumsuz bir davranışınız olmadı ve Türk Bakanlar ile samimi bir şekilde görüştünüz. “Başbakan olursanız, Türkiye’ye ve Türkler’e karşı tutmunuz ne olacak?
Türk medyası tarafından ağır eleştiriler alan Dilan Yeşilgöz, iddialara belki daha önce cevap vermiş ve biz görememiş olabiliriz. Yeşilgöz’den, objektif bir gazeteci olarak sorduklarıma yanıt bekliyorum.
Yeşilgöz, şimdi altta görülecek olan yayın organlarının iddialarına da yanıt verebilir.
Dileğim, ‘Türkiyeli’ de olsa, Anadolu’dan geldiği için arada bir övündüğümüz Yeşilgöz’ün, objektif ve dostane sorduğum bu sorulara açık yüreklilikle cevap vermesidir.
Kim bilir, Yeşilgöz belkide vereceği cevapla pek çok yanlış istifhamı ortadan kaldırabilir, ve bizlerin onunla övünmemizi de sürdürebilir.
İşte, benim, objektif bir gazeteci olarak, direkt olarak suçlayamayacağım Yeşilgöz için daha önce yazılanlardan bazıları: (Haberin kaynağı KARAR gazetesi)
Dilan Yeşilgöz’ün fotoğrafındaki ayrıntı
Hollanda’da 17 Mart 2021 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerin ardından kurulan koalisyon hükümetinde yer alacak bakanlar belirlendi. Yeni kabinenin Adalet Bakanı ise Dilan Yeşilgöz oldu.
PKK sempatizanı olarak 1984 yılında Hollanda’ya kaçan Yücel Yeşilgöz’ün kızı Dilan Yeşilgöz, Hollanda Parlamentosu’nda sözde Ermeni soykırımı iddialarının tanınması gerektiğini savunan isimlerden biri.
Dilan Yeşilgöz’ün basına yansıyan fotoğraflarından birinde ise ince bir detay gizli. Yeşilgöz’ün önünde poz verdiği fotoğraf, Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali ile ilgili bir mesaj gönderiyor. 1990 yılında Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali sırasında, 106 yaşındaki bir Ermeni kadının elinde AK-47 Kalaşnikof tüfekle görüntülendiği kare, Ermenistan’ın Karabağ’daki iddiaları için bir sembole dönüşmüştü.
Dilan Yeşilgöz kimdir?
Dilan Yeşilgöz, Tunceli kökenli bir ailenin çocuğu olarak 18 Haziran 1977’de Ankara’da doğdu. Terör örgütü PKK sempatizanı olduğu bilinen Yücel Yeşilgöz’ün kızı. Babası Yücel Yeşilgöz, uzun yıllar Hollanda’da Utrecht Üniversitesi Kriminoloji bölümünde doçent olarak çalıştı. Yeşilgöz 1984 yılında ailesiyle birlikte Hollanda’ya iltica etmişti.
Lisans eğitimini Amsterdam Üniversitesi Sosyo-Kültürel Bilimler bölümünde tamamladı.
Siyasi hayatına Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi’nde başladı. 2014 ve 2017 seçimlerinde parti listesinden Amsterdam Kent Konseyi üyeliğine seçildi. Yeşilgöz, 2017 yılında Hollanda parlamentosuna seçildi. 25 Mayıs 2021’de kabinede Ekonomik İşler ve İklim Politikasından Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev aldı.
Yeşilgöz, Hollanda Parlamentosu’nda Türkiye karşıtlığı ile bilinen isimlerden biri.
2019 yılında RTL-Z televizyon kanalında katıldığı ‘Van Liempt Live’ adlı programda, Türklerin Hollanda’da devlet içinde devlet kurduğunu dile getirmesi bu düşmanlık örneklerinden sadece biri.
Yeşilgöz ifadelerinde şu cümleleri kullandı: “Bir ülkede basın her zaman özgür olmalı. İnsan her zaman düşündüklerini söyleyebilmeli ve yazabilmeli. Türkiye bu gün imkânsız olan bir olayı bize gösterdi ki, farklı düşünmek ve farklı şeyler artık imkânsız. Bundan sonra Avrupa rolünü üstlenip burada inisiyatif almalı.Türkiye’de şu anda hükümetin basına karşı operasyonunu kabul etmek mümkün değil. Basın özgürlüğü bir ülkenin en önemli insan haklarından bir tanesidir. Ben şu anda Türkiye’de olanlara zor bir şekilde inanabiliyorum. Bence, Avrupa Birliği Ülkeleri ve Hollanda bu tutuklamalara karşı çıkmalı. Gerçekten inanılmaz bir şey. Böyle bir baskını kabul edemeyiz. Ben Türk halkı için orada ki gazeteci arkadaşlarımız için çok üzüldüm. Umarım bu defa Avrupa kalkıp yeter artık sınır buraya kadar der. Bu kadar da olmaz der.”
Babası Yücel Yeşilgöz PKK sempatizanı
Dilan Yeşilgöz’ün babası Yücel Yeşilgöz terör örgütü PKK’ya ve PKK Elebaşı Abdullah Öcalan’a yakın bir isim. Yücel Karagöz, 1980 Darbesi sonrası, Irak’a oradan da İran üzerinden 1984 yılında Hollanda’ya gitti. 1985 yılında Utrecht Üniversitesi’nde Çağdaş Türk Edebiyatı dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.
1998 yılında NRC’ye verdiği röportajda PKK Elebaşı Öcalan için dostu olduğunu söyleyen Yeşilgöz, kendisinin Öcalan kadar çalışkan olmadığını ve Öcalan’ın devrim ve sözde Kürdistan için çok çalıştığını ifade etmişti.
Dilan Yeşilgöz kimdir, kaç yaşında, aslen nereli, ne mezunu? İşte biyografisi
03/01/2022 12:44KAYNAK: KARAR
7 yaşındayken ailesiyle birlikte Hollanda’ya yerleşen Dilan Yeşilgöz, üniversitede sosyo-kültürel bilimler eğitimi aldı. 2009 yılında politikaya adım attı, 2021 yılında Hollanda hükümetinde bakanlık yaptı. İşte, Dilan Yeşilgöz’ün hayatı…
Bir teknoloji firmasında çalıştıktan sonra 32 yaşında siyasete giren Dilan Yeşilgöz‘ün kariyerinin belirleme safhasında, gençliğinden beri sendikal faaliyetlerde bulunan babası Yücel Yeşilgöz etkili oldu. Yücel Yeşilgöz, 12 Eylül 1980 Asker Darbesi öncesi Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nda (DİSK) uzun yıllar aktif rol almıştı.
DİLAN YEŞİLGÖZ’ÜN HAYAT HİKAYESİ
18 Haziran 1977 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi. Dilan Yeşilgöz, baba tarafından aslen Tuncelilidir. Babası Yücel Yeşilgöz, uzun yıllar Hollanda’da Utrecht Üniversitesi Kriminoloji bölümünde doçent olarak çalıştı.
1980 Askeri Darbe’nin ardından, sendikacı babasının hapse atılması tehlikesi dolayısıyla 1984 yılında ailesiyle birlikte Hollanda’ya iltica etti.
Lisans eğitimini Amsterdam Üniversitesi Sosyo-Kültürel Bilimler bölümünde tamamladı.
Politikaya adım atan Dilan Yeşilgöz, 2009 yılında liberal sağ eğilimli Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi’ne (Volkspartij voor Vrijheid en Democratie – VVD) üye oldu.
2014-2017 yılları arasında Amsterdam Belediye Meclis Üyesi olarak seçildi. Mecliste Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin enerji politikası, iklim, özgürleşme ve medya politikasının sözcülüğünü yaptı.
2015-2017 yılları arasında Alman Havacılık ve Uzay Merkezi DLR ile Hollanda Havacılık ve Uzay Merkezi NLR tarafından kurulan DNW’de danışman olarak çalıştı.
2017 yılında Hollanda’nın Genel Eyaletleri’nin alt meclisi olan yasama organı olan Temsilciler Meclisi’ne üye olarak seçildi.
2019 yılında RTL-Z televizyon kanalında katıldığı ‘Van Liempt Live’ adlı programda, Türklerin Hollanda’da devlet içinde devlet kurduğunu dile getirmesiyle tartışma konusu oldu.
17 Mart 2021 tarihinde Hollanda’da yapılan seçimlerin ardından Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nden Ekonomik İşler ve İklim Politikası Devlet Bakanı olarak atandı.
3 Ocak 2021 tarihinde yeniden kurulan hükümette Güvenlik ve Adalet Bakanı oldu.
(Dilan Yeşilgöz’ün diğer biyografilerinde, Hollanda’da siyasete sol partilerde başladığı, şans bulamayınca, kendisini sağcı partilere adadığı belirtilmektedir.)
Rene Zegerius ve Dilan Yeşilgöz
ÖZEL YAŞAMI
1977 doğumlu olan Dilan Yeşilgöz, 2022 yılı itibarıyla 45 yaşındadır.
2014 yılında doktor Rene Zegerius ile evlendi. Amsterdam’da hayatını sürdürüyor.
Dilan Yeşilgöz 1.65 metre boyunda, 58 kilo ve ikizler burcudur.
Yüksek seviyede Hollandaca, İngilizce, Kürtçe ve orta seviyede Almanca konuşabilmektedir.
Sosyal paylaşım sitesi Instagram’da @dilanyesilgoz_, Twitter’da @dilanyesilgoz, Linkedin’de @dilan-yesilgoz kullanıcı adıyla yer almaktadır.
YEŞİLGÖZ İLE İLGİLİ OLARAK BAŞLANGIÇTA YAZDIĞIM YORUMU EN ALTTA BULABİLİRSİNİZ.
************************
Eskiz Emlak’tan, Hollandalı çiftin villa satış reklamını izlemek için aşağıdaki fotoğrafa tıklayınız.
SILA’YA OTOMOBİL İLE GİDİŞ-GELİŞTEKİ AVANTAJLAR VE DEZAVANTAJLAR
*Can ve mal endişesinden başka, maddi harcamalar, havayolu tercihini öne çıkarıyor.
*Gümrük kapılarındaki giriş ve çıkışlar ile yol vergi gişeleri, 30 defa durmayı zorunlu kılıyor ve en az 10 saatlik beklemeler bıktırıyor.
*Özellikle Almanya’daki yol tamiratları, saatlerce gecikmeye neden oluyor ve yoruyor.
*Otel masrafları, yemek paraları ve yol vergileri de cabası…
*Uçak yolculuğu, otomobil kiralanmasına rağmen, daha pahalı olmuyor.
*Otomobil yolculuğunu tercih edenler, gümrüklerde beklememek için, gidiş ve geliş günlerini pazartesi, salı ve çarşambaya denk getirmeliler.
İlhan KARAÇAY, son kez gitti yaşadı ve analizini yaptı:
Tam 60 yıldır yazılarımızda ‘gurbetçiler’imizden söz ederiz.
Gurbete karşı bir de ‘sıla’ vardır tabii…
Yani biri ayrılık, diğeri de kavuşma.
Gurbet ile sıla arasındaki yolculuklarda iki seçenek vardır. Biri Havayolu, diğeri de karayolu.
Benim, gurbetten sılaya ilk kara yolculuğum 1970 yılında gerçekleşmişti. Şimdiki eşim, o zamanki nişanlım Jeanne ile evlenmeye gidiyorduk.
1970’li yıllarda, Almanya ve Avusturya dışındaki yollar, gerçekten ‘ölüm yolu’ idi. Ama biz ölüm tehlikesini kendi ülkemizde, Aksaray’a girerken yaşadık. Bir dikkatsizlik yüzünden otomobilimiz yoldan çıkmış tarlalarda taklalar atarak, yoldan 500 metre öteye savrulmuştu.
Yardımımıza koşan hayırsever insanlar bizi ayrı ayrı araçlarla hastaneye yetiştirdiler.
Ben bir kamyonda gözlerimi hafifçe açabildiğim sırada nişanlımı sormuştum. Önde giden otomobilde yaşadığını söylediler. Memnuniyet içinde yine bayıldım ve daha sonra gözlerimi yeniden hastanede açtım.
BÜYÜK TESADÜF
23 Mayıs 1970 günü, Mersin’de düğünümüz olacaktı. Bunun için davetiyeler gönderilmişti bile…
Düğünümüzün yapılacağı Pompeipolis adlı turistik tesislerimizde, ağabeylerimin misafirleri vardı.
Misafir, Ankara’dan Türkiye Trafik müdürü ve ekibi idi. Ağabeylerim misafirlere bizim düğünümüzden söz etmişler ve birkaç gün daha kalmalarını istemişlerdi. İşte o misafirler, bizim kazayı yaptığımız andan üç beş dakika sonra oradan geçiyorlardı. Durup sordukları zaman, kazayı bir Hollandalı plakaya sahip otomobilin yaptığı cevabını almışlardı.
Misafirler, yani Ankara’daki Trafik müdürü ve ekibi, derhal Aksaray hastanesine gelerek benimle görüşmüşlerdi. Trafik müdürü, “Mersin’e haber gönderdim, ağabeylerin yola çıktılar. İki saate burada olurlar” dediği zaman çok sevinmiştim.
Uzun lafın kısası, büyük bir Amerikan otomobili ile Aksaray’a gelen ağabeylerim bizi Mersin’deki hastaneye taşıdılar. Benim 5 kaburga kemiğim kırılmıştı. Nişanlımın sadece yüzünde hafif bir yara açılmıştı.
Velhasıl, biz düğünü iptal etmeden gerçekleştirmiştik.
Hurdaya dönen otomobilimizi de gümrüğe hibe etmiştik.
BENZERLERİ ÇOKTU TABİİ Bizim başımızdan geçenler, pek çok gurbetçinin başından değişik şekillerde geçmiştir. Hepimiz dersimizi almışızdır. ‘Ölüm yolu’ dedikleri Avrupa yollarında da pek çok kaza olmuştur ve binlerce yurttaşımız hayatlarını kaybetmişlerdir.
ÖNLEM UYARILARI
Her yıl yaz ayları öncesinde uçak rezervasyonu yaptıran yurttaşlarımızın yanında, otomobilleri ile kara yolunu tercih edenlerin hazırlıkları yapılırdı. Biz gazeteciler de, ‘Ölüm yolu’ dedikleri yolları önceden inceler ve seyahat öncesi bilgilendirici yayınlar yapardık. Hoş, bu yayınlar şimdi de hâlâ sürüyor.
Özellikle Hürriyet ve Sabah gazetelerinin kurdukları özel servisler ve bazı oteller ile anlaşmaları da ilginçti tabii…
Daha önce de “Bu son kara yolculuğum” diye yazmışımdır. Ama yine de o yollara düşmüşümdür.
Şimdi kesin bir dille yazıyorum, bu gerçekten son kara yolculuğum olacak. Zira bir dahası için ‘tövbe’.
Türkiye’ye giderken ve gelirken tercih edilen yollardan biri de, İtalya’nın Ancona limanından, Yunanistan’ın İgoumenitsa limanına feribot ile gitmektir. Çok rahat ama tam bir gün gecikmeli bu tercihi seçenler hâlâ çoktur. Beni ‘tövbe’lendiren nedenlerden en önemlisi, çok yeni olmasına rağmen, otomobilimin feribotta start yapamasıdır. Geri dönüş yapacak olan feribottan derhal çıkarılması gereken otomobilim, çalışmamakta ısrarcı olunca çekici çağırdık ve otomobili bir tamir atölyesine taşıdık. Yeni olan otomobil bizi iki tam gün meşgul etti. Uçak ile Hollanda’ya dönüş planı yaparken, birden bire çalışan otomobilim, hem zaman ve hem de maddi kayba neden olmuştu.
Yunanistan’ı, İtalya üzerinden değil, Kuzey Makedonya üzerinden tercih edenler de vardır. Bu yol, Bulgaristan üzerinden giden yoldan 190 km. daha uzundur.
Ayrıca, Bulgaristan üzerinden gidilen Kapıkule gümrük kapısı, Yunanistan üzerinden gidilen İpsala gümrük kapısından çok daha kalabalıktır.
Türkiye’ye giderken ve dönerken, pazartesi, salı ve çarşamba günleri yola çıkarsanız tüm yollarda ve gümrük kapılarında sakinliği yaşarsınız.
Tıpkı benim, Pazartesi günü İpsala’dan girdiğim gümrük kapısı gibi… İn cin top oynuyordu sanki.
En ideali Yunanistan yolu
Yunanistan yolunun 280 km. daha uzun olduğu yazılıp duruldu. Ama hem navigasyon ve hem de otomobildeki göstergeleri dikkatle incelediğim zaman, Yunanistan yolunun sadece 190 km. daha uzun olduğunu saptadım.
Bir değil, birkaç defa Yunanistan-Makedonya yolunu katedmişliğim oldu.
Bir sabah saat 07.00’de Mersin’den yola çıkmıştık. İstanbul ve Tekirdağ üzerinden İpsala’ya geldiğimiz zaman saat 19.00’du. Yani tam 12 saatlik bir yol katetmiştik. İpsala sınırından 150 km. mesafedeki Kavala şehrini (üstteki fotoğraf) hedeflemiştik. Saat 20.30’da Kavala’ya girdik ve limandaki bir otele yerleştik. Sonra da bir restorana gidip balık sefamızı yaşadık.
Otele dönüp, Brezilya-Hırvatistan maçını seyrettikten sonra uykuya daldık.
YUNAN’IN MAKEDONYA TAKINTISI
Yunanlılar, komşu Makendonya ile hiç sevişmediler. Makendonya’nın kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Makendonya ismini de sadace kendi kısımlarında kalan bölge için kullandılar. Bu nedenle yol levhalarında, başşehri Üsküp olan Makedonya’yı hiçbir zaman kullanmadılar. Bir defasında, Mekedonya levhasını gördüğüm zaman o istikamete girmiş ve yolumu kaybetmiştim. Zira Yunanlı, yol levhasına kendilerine ait Makedonya’nın ismini yazmıştı.
Yunanistan, Birleşmiş Milletler’in, Makendonya’yı ‘Kuzey Makedonya’ olarak kabul etmesinden sonra mutlu oldu ve yol bulma derdi de ortadan kalktı.
Yukarıdaki levhalarda görüleceği gibi, Avrupa ülkelerine Yunanistan-Makedonya üzerinden gitmek isteyenler, aldatıcı olan yukarıdaki tabelaya uyup Makedonya istikametine gittikleri zaman yolu kaybediyorlar. Üsküp’e gidebilmek için tabelalardaki Makedonya değil Atina-Edessa’yı takip etmek gerekiyordu.
Yunanistan’da bir de benzin sorunu var. İpsala’dan Selanik’e kadar oto yolu üzerinde hiç benzin istasyonu yok. Yunanistan’a girmeden önce veya girince deponuzu doldurun. Aksi takdirde yoldan çıkıp bir yerleşim yerinde benzin doldurmanız gerekecek. Bunların dışında rahatsız edici bir durumla karşılaşmadık.
Yaşadıkları Avrupa ülkelerinden, anavatana tatile gitmekte olan yurttaşlarımıza, havayolunu mu, kara yolunu mu tercih etmeleri tavsiyesinde bulunmak tabii ki kolay değil.
-Acele bir gidiş için tabii ki uçak birinci tavsiye.
-Acele bir kara yolculuğu için ise, Bulgaristan tavsiye edilir.
-Rahat bir kara yolculuğu için ise Makedonya-Yunanistan yolu tavsiyemdir.
-Gezici bir kara yolculuğu için ise, Ancona-İgoumenitsa feribotunu tavsiye edebilirim.
İtalya’nın Ancona kentinde feribotlara girmeden önce teraslarında serinleyebilir ve akşam yemeğinizi yiyebilirsiniz.
Ben, bundan böyle uçakçıyım.
Siz de bu dört şıktan birini seçin artık.
Her zaman ve her tercih için hayırlı yolculuklar dileğimle…
***********************
Türkler uyum sağlayamıyor iddiasında bulunanlara tokat gibi bir cevap:
HAMİT KARAKUŞ, EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ OLDU!
Bir Türk olarak, ilk polis komiseri, ilk Belediye Başkan Yardımcısı, ve ilk senatör olan Karakuş, şimdi de Amsterdam’ı da içine alan Kuzey Hollanda’nın Emniyet Genel Müdürü oldu.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Sadece Hollanda’da değil, tüm Avrupa’da, ‘Türkler uyum sağlayamıyor’ iddiasını savuran bilgisizlere tokat gibi bir cevap daha:Hamit Karakuş Hollanda’da Emniyet Genel Müdürü oldu.
Bu güne kadar Hollanda’ya, 20 milletvekili, 2 senatör, 15 İl Genel Meclisi Üyesi, bine yakın Belediye Meclis Üyesi, Devlet Daireleri ve Holdinglerde onlarca üst düzey yönetici ve yüzlerce doktor, avukat, mühendis, yüzlerce işadamı ve binlerce esnaf kazandırdık.
Günümüzün en güncel konusu, Hamit Karakuş’un Amsterdam’ı da içine alan Kuzey Hollanda’ya Emniyet Genel Müdürü oluşudur.
Polislik yaptığı yıllarda, politikaya ilgi duyan Karakuş, İşçi Partisi adayı olarak girdiği seçimlerde kazanamamıştı. Ama Karakuş’un yeteneğini fark eden parti yöneticileri, O’nu Rotterdam İl Başkan Yardımcısı yaptılar. 2002-2006’da İl Başkan Yardımcısı olan Karakuş, 2006’daki yerel seçimlerde, Rotterdam Belediye Meclisi’ne girmeyi başardı.
Karakuş, 2006-2014 yıllarında tam sekiz yıl Konut Yapı Geliştirme ve Ekonomi’den sorumlu Belediye Başkan Yardımcılığı yaptı. Kendi gözetiminde yapılan ‘Pazar Yeri’,
‘de Rotterdam’, ‘Crooswijk’, ‘Timmerhuis’ gibi projelerden başka, Katendrecht bölgesinin modernleştirilmesi ile göze giren Karakuş, ‘Lokoburgemeester’ sıfatı ile, Belediye Başkanı’nın olmadığı zamanlarda Başkanlık koltuğuna oturuyordu.
2014 yılında liste başı olarak girdiği seçimlerde İşçi Partisi kaybedince, üstlenmiş olduğu görevlerden istifa eden Karakuş, 2014 yılından bu yana ‘Platform31’in, 2019’yılından bu yana da ‘Araştırma Enstitüsü’nün Genel Müdürlüğü’nü yapıyordu.
Dört yıl önce yapılan seçimlerde senatoya giremeyen Karakuş yedek üyelikte beklerken, kendi partisinden Jopie Nooren önceki gün görevi bırakınca asil üyeliğe geçti. 2 Mart günü yemin ederek Senatör olarak göreve başlayan Karakuş, daha önce aynı ünvanı kazanmış olan Düzgün Yıldırım’dan sonra, ‘Türk asıllı ikinci Senatör’ olmayı başarmış oldu.
KARAKUŞ’UN HOLLANDA ÖYKÜSÜ
Karakuş, ebeveynlerinin çiftçi olarak yaşadığı Kırşehir’de doğdu . İki erkek kardeşi ve iki kız kardeşi var. Karakuş’un babası 1960’ların sonlarında misafir işçi olarak Hollanda’ya göç etti. 1973 yılında ailenin geri kalanı onunla birlikte babalarının bir halı fabrikasında çalıştığı Overijssel kasabası Steenwijk’e geldiler.
1979 ve 1983 yılları arasında Steenwijk’te metal işleme uzmanlığı içeren bir LTS kursuna katılan Karakuş, daha sonra babasının da çalıştığı halı fabrikası olan Heuga deposunda çalışmaya başladı.
Karakuş, 1987 ile 1988 yılları arasında Gelderland Lochem’deki ‘De Cloese Polis Okulu’nda eğitim gördü ve ardından Rotterdam – Rijnmond polis gücüne katıldı . Kuzey Rotterdam’da yedi yıl polis memuru , üç yıl boyunca Schiedam’da komiser olarak çalıştı . Karakuş aynı zamanda organize suç soruşturmalarıyla da meşguldü.
Karakuş, 1998 yılında Atta Makelaars’ta müdür yardımcısı olmak için polis teşkilatından ayrıldı. 2006 yılında belediye meclisi üyeliğineseçilinceye kadar bu görevinde kaldı.
Pim Fortuyn’un yükselişiyle siyasete ilgi duyan Karakuş, 2002’de İşçi Partisi’ne üye oldu . Rotterdam’da PvdA’nın başkan yardımcısı olarak birkaç yıl aktif olarak görev yaptıktan sonra Karakuş, 18 Mayıs 2006’da şehirdeki yeni konsey bünyesinde konut ve mekansal planlamadan sorumlu belediye meclisi üyesi olarak atandı . Büyük projelerin ve gökdelenlerin inşasından yanaydı ve bir belediye meclisi üyesi olarak gecekondu mahalleleriyle , ipotek dolandırıcılığıyla ve Doğu Avrupalı göçmen işçilerin sıkıntılarıyla mücadelede yer aldı.
Aralık 2017’de Karakuş, Doğu Avrupalı işçilerin yarattığı sıkıntıya çözüm bulmak amacıyla belediyelere yönelik bir Polonya zirvesi düzenledi.
Aynı yılın sonlarında Karakuş, konut derneklerinin mahallelerinde rahatsızlık yaratan kiracıları reddetmesine ve tahliye etmesine izin veren yeni bir politika uygulamaya koydu.
GÖREVDE İKİNCİ DÖNEM
Karakuş, Jantine Kriens’in istifa etmesi nedeniyle, Nisan 2013’te belediye meclisi üyeliğinin yanı sıra, Belediye Başkan Yardımcısı da oldu. 2014 yılı başında Karakuş’un önderliğinde, Doğu Avrupalı işçi göçmenlerine kötü yaşam koşullarıyla mücadele etmek için, konaklama imkânı sunan ilk Polonya oteli Rotterdam’da açıldı.
Eylül 2013’te bir sonraki yıl yapılacak belediye seçimlerinde bir kez daha PvdA’nın lideri olacağını duyurdu. Karakuş oyların %45’ini alarak iki rakibine karşı galip geldi. Aynı yılın sonlarında Karakuş’u öldürmeye çalıştığı iddia edilen bir Rotterdamlı tutuklandı. Şüphelinin belediyeyle bir mülk konusunda anlaşmazlığı vardı.
Seçim kampanyası sırasında Karakuş, kalabalığa Türkçe olarak düğün salonları inşa edileceğine dair söz verdi; Bu, ilçenin karar verebileceği bir şeydi . Bu ona eleştiri getirdi. 2014 belediye seçimlerinde İşçi Partisi on dört sandalyesinden altısını kaybederek Yaşanabilir Rotterdam’ı en büyük parti haline getirdi.Beş gün sonra Karakuş, kaybı nedeniyle Rotterdam PvdA liderliği ve belediye meclisi üyeliğinden derhal istifa ettiğini duyurdu. Ayrıca belediye meclisindeki koltuğunu da reddetti. Karakuş, veda töreninde belediye başkanı Ahmed Aboutaleb’den bir ödül kabul etti .
DAHA SONRAKİ KARİYERİ
Eylül 2014’te Karakuş, kentsel ve bölgesel kalkınmaya yönelik bir bilgi ve ağ kuruluşu olan Platform 31‘in genel müdürü oldu. Mart 2018’de sosyal açıdan savunmasız gruplara odaklanan IVO Araştırma Enstitüsü’nün de yöneticisi oldu. Karakuş’un bu göreve atanması, iki örgüt arasındaki işbirliğinin başlangıcı oldu. Bu ana pozisyonlara ek olarak, Hogeschool Rotterdam , Stichting BOOR (Rotterdam’da eğitimden sorumlu), Stichting Nederlandse Register Vastgoed Taxateurs ve konut derneği Eigen Haard gibi çeşitli kuruluşların denetim ve danışma kurullarının üyesi oldu .
Şubat 2019’da İçişleri Bakanı Kajsa Ollongren , Vestia’nın aktif olduğu bölgelerde sosyal kiralık konut anlaşmaları yapma konusunda hükümetleri ve konut birliklerini desteklemek üzere, Karakuş’u yönetişim direktörü olarak atadı . Vestia mali sorunlar nedeniyle sosyal konuta yeterince yatırım yapamadı.
SENATO
2019 Senato seçimlerinde Karakuş, PvdA’nın yedinci adayıydı. Partisi altı sandalye kazandığı için seçilemedi. 2 Mart 2021’de Jopie Nooren’in Amsterdam Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’ndeki yeni görevi nedeniyle ayrılmasının ardından ortaya çıkan boşluğa Senato üyesi olarak atandı . Karakuş diğer görevlerinde aktif olarak kaldı ve Senato’da su yönetimi, tarım, doğa, çevre, altyapı, hayvan refahı, balıkçılık, halk sağlığı, refah ve spor portföyleri kendisine verildi. Aynı zamanda aşağıdaki komitelerin de üyesidir:
Ekonomik İşler ve İklim / Tarım, Doğa ve Gıda Kalitesi
Karakuş’un bir karısı, iki kızı ve bir oğlu var. Zorunlu askerlikten kaçınmak için Türk vatandaşlığından vazgeçti .
SONHABER EU’YA DEMECİ:
“Teşkilatta da değişim gerekli”
Emniyet teşkilatının zamana ve yeni teknolojilere ayak uydurması gerektiğini belirten Karakuş, “Teşkilatın zamana ayak uydurması ve geleceğe hazırlanması önemli ayrıca toplumun dışında da kalmaması gerekiyor. Toplumda zaman zaman tıkanmaların giderilmesi için yürütülen çalışmaların, güçlenerek ve hızlanarak yürütülmesi, gerekiyor.” şeklinde açıklama yaptı.
Karakuş yeni görevi için, “huzurlu ve toplumla iç içe olan bir teşkilat” mottosunu, kendisine yol haritası olarak benimsediğini kaydetti.
Emniyet Genel Müdürü olarak topluma karşı görevlerinin bulunduğunu belirten Karakuş, aynı zamanda teşkilatta çeşitlilik ve yenilenmenin de gerekli olduğunu kaydetti. Karakuş, “Teşkilat içerisinde çeşitliliğin artırılmasını önemli buluyorum. Ayrıca yabancı kökenli vatandaşlarımızın belirli pozisyonlara gelmesinin, teşkilata olan ilgiyi de arttıracağını düşünüyorum.” dedi.
“Ben gençlere güveniyorum, gençlerin de kendisine güvenmesi lazım”
Karakuş polis teşkilatında çeşitlilik vurgusu yaptığı açıklamasında, ilk önce polis teşkilatının farklı kökenden gençlerin de teşkilat içerisinde olması fikrini daha fazla benimsemesi gerektiğine inandığını dile getirdi. “Örneğin ayrımcılığın giderilmesi gerekiyor.” diyen Karakuş, gençlerimizi de bu konuda hazırlamak gerektiğini kaydetti.
Karakuş “Çoğu gencimizle gurur duyuyorum. Hollanda’daki donanımlı ve eğitimli gençlerimizin sayısı git gide artıyor. Bazı gençlerimiz buradaki olanakları kullanarak bir yerlere geliyor, bazıları ise bu olanakları kullanmıyor veya kullanamıyor. Gençlerimizin sorunlarını gidermemiz ve onları desteklememiz gerekiyor. Aynı şekilde gençlerimizin polis teşkilatına olan ilgisinin azaldığını görüyorum ve bu konuda da bir şeylerin yapılması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Polis teşkilatının toplumun aynası olması gerektiğini vurgulayan Karakuş, teşkilat içerisinde yabancı kökenli gençlerin çoğalmasını istediğini de dile getirdi.
Yeşilgöz hakkında başlangıçta yayınladığım yazı altta:
DİLAN YEŞİLGÖZ’ÜN ADALET BAKANI OLMASINA GÖSTERİLEN TAHAMMÜLSÜZLÜK HOLLANDA TÜRKLERİNİN BİR KISMI TARAFINDAN ELEŞTİRİLİYOR…
Günay Uslu’nun da Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı yapılması nedeniyle gösterilen sevince, ‘Ermeni olan Yeşilgöz için neden sevinelim’ tepkisinde bulunanlara söylenecek bir çift söz var.
Kelimeleri titizlikle seçerek ve ’Türk’ vurgulamasını özellikle yapmayarak yazdığım haberi bile değerlendiremeyen tahammülsüzler, daha toleranslı yurttaşlarımız tarafından da anlaşılmıyor.
Günay Uslu, Kültür ve Medya Devlet Bakanı Dilan Yeşilgöz, Adalet Bakanı
Değerli Okurlarım,
İki gün önce servise koyduğum ‘Yeni yılın ilk güzel haberi’ başlıklı haberimde, Hollanda’da kurulan yeni hükümette Günay Uslu ile Dilan Yeşilgöz’ün Bakan olarak görev aldıklarını belirtmiş ve özellikle Günay Uslu’nun, Emirdağlı Ata Uslu’nun kızı oluşu üzerinden esprili vurgulamalar yapmıştım. Gurbete temizlik işçileri olarak gelen yurttaşlarımızın çocuklarının, artık temizlikçi değil, Bakan bile olduklarını vurgulayan bu haberimi en altta sizlere yeniden sunacağım.
Bakan olarak atanan Dilan Yeşilgöz, Türk olmadığını sık sık belirtiyordu.
Olsun, varsın Dilan Yeşilgöz bir Türk kızı olmasın…
Peki, Dilan Yeşilgöz’ün bir Türk kızı olmaması, O’nun Bakan olarak atanmasından söz etmemeyi ve gizli tutmayı mı gerektirir?
Yeşilgöz’ün daha önceleri yaptığı açıklamaları da göz önünde tutarak, O’nun bir Türk veya Türk kökenli olduğunu yazmamıştım. Bu hususa dikkat ederek, haberimi yazarken sadece isimleri belirtmiş ve Türklükten söz etmemiştim.
Zira iyi biliyordum ki, Dilan için Türk veya Türk kökenli deseydim hem bizimkilerin ve hem de Dilan’ın tepkisini çekebilirdim. Zira Dilan da bana, ‘Ben Türk veya Türk kökenli değilim’ diyebilirdi.
Aynı haberi birkaç arkadaşımız da haber yapmışlardı ve ‘Türk-Türk kökenli’ deyimlerini kullanmışlardı. Bu haberlere gelen tepkileri alt alta koyduğumuz zaman, gerçekten şaşırtıcı, biraz da abartılı ifadeler görülür.
Benim haberimin altına da çeşitli tepkiler yazılmıştı.
Ben genelde tepkilere cevap yazmamayı yeğlerim.
Ama, haberimin altına ‘Neden sevinecekmişiz’ diye yazanlara şöyle bir yanıt vermeyi zaruri görmüştüm.
Tepki gösterenlere:
Çok haksız ve acımasız eleştiri yapıyorsunuz. Benim yazı tarzımı da çözemiyorsunuz. Dikkat ettiyseniz, ‘Türk’ diye yazmadım. Öyle yazsaydım belki iki taraf da hakkı tepki gösterebilirdi. Sadece isim belirttim. Haberin içeriği ve anlamı tabii ki güzel. Bir zamanların, hor görülen temizlik işçilerinin çocukları, şimdi Bakan oluyorlar. Bu, göbek atılacak kadar güzel değil midir? Ben işin politik yanına değinmiyorum. Anlamışsınızdır inşallah?
Bir okurum vermiş olduğum cevaptan tatmin olmayınca bu kez şunu yazdım:
Peki ne yapmam lazımdı? Bir Türk kızının Bakan yapıldığını yazıp, Ankara’da doğmuş, kendini Türk kabul etmese de, Türk pasaportu taşımış Türk isimli bir kızdan hiç söz etmemeli miydim? Haberin geneli sevindirici değil mi? Gerekirse bir gün gelir, kendisini Türk kabul etmeyen kız için de bir şeyler yazarız. Ama kim bilir, belki de o kız, Bakanlığı sırasında doğru yolu seçer ve bizim iiçin iyi şeyler yapar ve söyler.
Yukarıdaki açıklamam bazıları tarafından maalesef yine anlaşılamadı. Bunun üzerine bazı okurlarım da bana hak veren birkaç kelime koydular. Ama sosyal medyada tartışmayı sevmeyen pek çok dost ve okur, bana telefon, email, whatsapp ve messenger ile ulaştılar ve tahammülsüzlüğün gereksizliğinden söz ettiler.
Değerli Okurlarım,
Dilan Yeşilgöz ve babası Yücel Yeşilgöz hakkında bende çok kalın dosya ve fotoğraflar var. Bir zamanlar Türkiye aleyhinde söz etmiş bu kişileri, sesleri çıkmadığı bir sırada neden eleştirelim ve neden kışkırtıcı olalım ki?
Aslında bugün, gerek Dilan ve gerekse babası hakkında doyurucu şeyler yazacaktım.
Ama bu planı şimdilik erteledim. Gelecekteki vaziyete göre hareket etmekte yarar var.
Şimdi sesleri çıkmayanlara karşı kışkırtıcı olmak hem yanlış ve hem de haksızlık olur.
Günay Uslu’yu tebrik edip başarılı olmasını dilediğimiz gibi, Dilan Yeşilgöz’ü de kutlayıp başarı dilemek medeni bir davranış olur.
Altta iki gün önce yayınladığım haberimi sunuyorum.
Her haber ve yorumumda olduğu gibi, kelimeleri ve cümleleri en anlaşılır şekilde yazdığım bu haberi inceleyenlerden takdir alacağımı umuyorum.
YENİ YILIN İLK GÜZEL HABERİ:
Hollanda-Türkiye tarihinde ilklere imza atıyoruz…
HOLLANDA’DAKİ EMİRDAĞ AĞASI ATA’NIN KIZI GÜNAY USLU KÜLTÜR VE MEDYADAN SORUMLU DEVLET BAKANI, DİLAN YEŞİLGÖZ DE ADALET BAKANI OLUYORLAR.
Demokrat 66 Partisi tarafından, siyaset dışı bir sima olan Günay Uslu büyük başarılarıyla göze çarptığı için Bakan yapılırken, Başbakan’ın Partisi VVD Dilan Yeşilgöz’e de Bakanlık payesini yakıştırdı.
Mart ayından bu yana bir türlü kurulamayan Hollanda hükümeti, 29 kişilik kadrosuyla 10 Ocak günü Kraliyet Sarayı merdivenlerinde poz verip göreve başlayacak.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Gurbete çıkan birinci nesil Türk işçilerinin, binbir meşekkat ile geride bıraktıkları çocuklarının, babaları ve dedeleri gibi ‘temizlik işçisi’ olarak kalmadıklarını ve çalışkanlıkları ile işadamı olduklarını, eğitimleri ile önemli postları kaptıklarını sık sık övgüyle yazmışızdır.
Başarılı ikinci ve üçüncü nesil çocuklarımız arasında milletvekili olanlar da vardı. Ama şimdi, umutlarla girdiğimiz 2022 yılının ilk günlerinde, sizlere çok mutlu olacağınız bir haber sunacağım:
Yukarıdaki gazete kupürünü daha önce de birkaç haberimde görmüşsünüzdür. Bir zamanlar Haarlem kentinde Emirdağlılar’ın Ağası olarak tanınan Ata Uslu, emekliliğini yaşadığı Foça’da, Hollanda’da geride bıraktığı çocuklarının başarıları ile ne kadar övünse azdır.
Tabii ki biz de bu övgülere ortak oluyoruz. Zira, oğlu Atilay Uslu tarafından, çok ilginç ve ansızın kurulan Corendon adlı Tur Operatörlüğü ve Havacılık şirketi nasıl ki efsanevi bir hal aldıysa, Ata Ağa’nın diğer çocukları da efsaneleşenler arasına girmeye başladılar.
Ata Ağa’nın efsane olmaya namzet ikinci çocuğu Günay Uslu.
Abisinin kurduğu şirketin önemli postlarında yer alan Günay Uslu, aynı şirketin Yardım Vakfı’nın da Başkanlığını yapıyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Eee, ne var bunda, abisinin şirketinde görev almak o kadar önemli mi?’ Tabii ki değil. Günay Uslu, abisinin şirketi dışında o kadar postlara el atmış ki, bunları alta sıraladığım zaman sizde şaşıracaksınız.
Bakınız hangi postları kapmış Günay Uslu:
-Amsterdam Üniversitesi’de Kültür ve Tarih Araştırmacısı olarak görev yapıyor.
-Amsterdam Eye Film Müzesi Konseyi’ne Başkanlık yapıyor.
-Lahey’de Maurits Müzesi’nin Danışma Kurulu Üyesi.
-Rembrand Derneği’nin Danışma Kurulu Üyesi.
-Leiden Üniversitesi’nde Hoşgörü Kürsüsü ve Allard Pierson’da Danışma Kurulu Üyesi.
-NIOD Vakfı’nda da Yönetim Kurulu Üyesi.
Yetti mi değerli okurlar?
Günay Uslu, benim 2012 yılında yayınladığım, ‘Türkiye-Hollanda Arasında 400 Yıllık resmi ilişkiler ve Hollanda’ya Türk Göçünün 50’inci Yılı’ kitabıma da katkıda bulunmuştu.
Üstteki fotoğrafta gördüğünüz Geert Snoeijer ile birlikte, Türkiye’ye göç etmiş olan Hollandalı aileler ile yapılan röportajları, kitabıma koymama ‘evet’ demişti Günay Uslu.
İşte değerli okurlarım, yukarıda sıraladığım çeşitli ve önemli postları kapmış olan Günay Uslu, siyaset dışı bir kişi olmasına rağmen, D’66 Partisi’nin Başkanı Sigrid Kaag’ın da dikkatini çekmiş veya ona tavsiye edilmiş ki, uzun çalışmalardan sonra nihayet kurulan Hollanda kabinesinde, kendisine Kültür ve Medya’dan sorumlu Devlet Bakanlığı lâyık görülmüştür.
Emirdağlılar’ın Haarlem’deki ağası Ata Uslu’nun diğer çocukları ve torunları da, üstlenmiş oldukları görevler ile, övünç kaynağımız olmaya namzetler. Fotoğrafta, Atilay Uslu’nun, Amsterdam Corendon Otel’in Genel Müdürlüğünü yapan oğlu Atacan (solda), Atilay Uslu, eşi Leoni ve şimdi Bakan olan Günay Uslu (solda) görülüyor.
4’üncü Rutte Kabinesinde, Adalet Bakanlığı koltuğuna Dilay Yeşilgöz (üstte solda) atandı. Dilan Yeşilgöz, geçici kabinede Ekonomi ve İklim Devlet Bakanlığını mayıs ayından bu yana yürütüyor.
FC TWENTE’NİN TUR UMUTLARINI ÇİMLERE GÖMEN FENERBAHÇE’YE TEBRİKLERİMLE…
DUŠAN TADİĆ DÜN ‘TU KAKA’ İDİ, BUGÜN ALKIŞLANIYOR…
Depremzede yas bandını takmadığı için, Türk Futbolcu Orkun Kökçü tarafından eli sıkılmayarak protesto edilen Tadić, şimdi Fenerbahçe taraftarları tarafından alkışlanıyor.
Feyenoord-Ajax maçında, 27’nci dakikada Orkun’un oruç açması ile de dalga geçen Sırp futbolcu, maçın 61’inci dakikasında ayağına bastığı Kökçü ile kavga etmişti.
Türkiye ve İslam’a karşı saygı göstermeyen Sırp futbolcunun şimdilerde Türkler tarafından alkışlanması can yakıyor.
Türk halkına sempatik görünmek için, bazı yayın organlarına demeçler veren ve kendisini savunan Tadić’in samimiyetine güvenmiyorum ama, kendisini hoş görmemiz için, ayıplarını kapatacak bir tutum içine girmesini tavsiye ediyorum.
İlhan KARAÇAY yazdı:
ABD 1994 Fransa 1984 Bernabéu Didi Kovács
Cruyff Eusébio Van Basten, Gullit,Rijkaart Van gaal
Gerd Müller De Booer kardeşler Arveladse kardeşler Dick Advocaat
Abdullah Avcı, Türk sporuna yaptığım hizmetten ötürü bana ödül veriyor…
Değerli Okurlarım, yukarıdaki fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi, 1970- 2000 yılları arasında çalışmalarımın büyük bir kesimini futbol oluşturmuştu.
2000 Yılında Hollanda ve Belçika’da organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, takip ettiğim en son turnuva olmuştu.
Bugünkü yazımın ana konusu, Fenerbahçe’ye transfer olan Dušan Tadić’in, geçmişte yaptığı ayıplar üzerine. Tadić’in ayıpları, bizim futbolcumuz Orkun Kökçü ile bağlantılı olduğu için, önce Orkun Kököçü ile ilgili haberimi okuyalım:
2000 yılından sonra arada bir spor yazdım ama, hiç bir yazı, beni Orkun Kökçü yazısı kadar sevindirmemiş ve heyecanlandırmamıştı. Zira milli futbolcumuz Orkun Kökçü, bir tarih yazmıştı. ‘Hadi Orkun’u da yazayım’ diye düşünürken, özellikle genç okurlarımın benim futbol geçmişimi bilmelerini urzuladım ve üstteki kupürleri sıralamak durumunda kaldım. Yukarıdaki kupür ve fotoğrafların, binlerceden birkaçı olduğunu da genç okurlarıma duyurmak isterim.
Dile kolay tabii…
22 Yaşında bir Türk genci, Hollanda’daki tüm ünlü futbolcular arasında ‘En İyi’ olarak seçilmiş ve ‘Altın Ayakkabı’yı hak etmiş.
Yurt dışında futbol oynayan Türk gençleri arasında başarılı olan başkaları da vardır elbette.
Ama, 22 yaşında olmasına rağmen, Feyenoord gibi bir takımda kaptanlık yapan ve futbolcular arasındaki ilişkiyi sıcak tutup ağabeylik yapan, bunlar yetmezmiş gibi bir de şampiyonluk kazandıran Orkun Kökçü, sadece başarıya değil, zirveye ulaştı.
Sezon boyunca sergilediği muhteşem futbolu ile medya tarafından sürekli övülen Orkun’un, ‘En İyi’ seçileceğini gösteren emareler o kadar çoktu ki, bu gelişi sezinleyememek bir futbol yazarı için imkânsız gibiydi. Zira, milli takımımızdaki performansı da yüksek olan Orkun, Hollanda medyası için tam bir konu mankeni olmuştu. Spor yazarları ve muhabirler, Orkun ile röportaj yapabilmek için sıraya girmişlerdi.
Orkun için futbol konulu yazılar ‘olağan’ sayılırdı. Ama bir konu vardı ki, futbol dışı ve insanlık ayıbı sayılacak bir konuydu bu.
Ülkemizde meydana gelen deprem felâketinden sonra, dünyanın dört bir yanındaki spor müsabakalalardan önce saygı duruşu yapılıyordu.
Orkun’nun Futbol Federasyonu’na başvurusu sonucunda, takım kaptanlarının siyah pazubent takmalarına izin verildi ama bir mecburiyet yoktu. Hollanda’daki tüm takım kaptanları pazubent takma saygınlığını gösterirken, Ajax’ın kaptanı Tadic pazubent takmayacağını açıklamıştı. Bu açıklamadan sonra tesadüfen Feyenoord-Ajax maçı vardı. Hakemler ile el sıkışılırken, Orkun’a da el uzatan Tadic’in eli havada kaldı tabii. Zira Orkun, bu saygısız ve küstah kaptanın elini sıkma nezaketini uygun bulmamıştı
Sahada yaşanan bu görüntü tabii ki medyanın ana konusu oldu ve sağduyulu herkes Orkun’a hak verdi.
Orkun’un medyaya geniş bir şekilde konu olacak futbol dışı güzel bir hareketi daha vardı.
Şampiyonlukları kutlamaya gelen onbinlerce Feyenoord taraftarı arasında tabii ki engelli insanlar da vardı. Kimi tedavi olunmaz kanser hastası olan bu engelli insanların, bu iyi hasletine karşılık vermek için dolaşan ve onlarla konuşan Orkun, ihtiyaç istekleri olanlara da katkı sözü verdi. Orkun’un onlarca engelli ve tedavi edilmez hasta arasındaki bu dolaşımı, medyanın bir başka konusu olmuştu.
Orkun’un, küçüklükten bu yana her zaman desteğini aldığı ve kanatları altına sığındığı ağabeyi Ozan da iyi bir futbolcudur. Bir zamanlar Azerbaycan’ın Sabah FC takımında ve milli takımda oynayan Ozan, şimdi Hollanda’nın Eindhoven takımında oynuyor.
Ebeveynleri Afyonkarahisar Emirdağ’ın Suvermez köyünden Hollanda’ya gelen Orkun, 29 Aralık 200 tarihinde Haarlem şehrinde doğdu.
Futbol yaşamına Haarlem’de başlayan Orkun, 2014 Yılında Feyenoord’un Gençlik Akademisi’ne katıldı. 17 yaşında iken Feyenoord formasını giyen Orkun, Hollanda Kupası’nın ilk turunda
VV Gemert’e karşı oynadı. Maçı 4-0 kazanan Feyenoord’un iki golünü Orkun atmıştı. 17 Yaşında bir gencin iki gol atması dikkat çekmişti tabii.
İlk lig maçını 9 Aralık 2018’de Emmen’e karşı oynayan Orkun, oyuna sonradan girmesine rağmen bir gol ve bir asist ile yine dikkat çekti.
Kökçü, Hollanda’nın U-17, U-18 ve U-19 millî takımlarında oynadı. 2019 Yılında Türk milli takımı formasını tercih edeceğini ilan eden Orkun, ilk milli formayı 6 Eylül 2019’da İngiltere’ye karşı 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’nda giydi. Orkun Kökçü A milli takıma 28 Ağustos 2020’de çağrıldı.
Feyenoord 10 Nisan 2019’da Orkun ile mukavelesini 2023’e kadar uzattı.
Bu yıl serbest kalacak olan Orkun astronomik bir teklif bekliyor ama, “Olmazsa, takımımla Şampiyonlar Ligi’nde mücadelemi sürdürürüm” diyor.
ALTIN AYAKKABI
Ünlü futbol adamlarından oluşan 35 kişilik Jüri’den 96 puan alan Orkun altın kazanırken, 54 puanla Xavi Simones gümüş ve 19 puanla David Hancko brons kazandı.
35 ünlü fotbol adamından 29’u oylarını Orkun’a verdi. Ruud Gullit, Bert van Marwijk, Wim Kift, Rafael van der Vaart, Jaap Stam, Arnold Mühren, Arie Haan, Ernie Brandts, Ben Wijnsteker, Roy Makaay, Rinus İsrael, Marcel Peeper, Jan Peters, Danny Koevermans, Bart Latuheru, John van Loens, Peter Boeve, Sonny Silooy, Ferdi Vierklau, Mario Been, Regi Blinker, Andre Hoekstra, Peter Hoekstra, Romano denneboom, Barry van galen, Ed de Goey, Martijn Meerdink ve Henny Meijer, Orkun Kökçü’yü birinci olarak seçerken, John van ’t Schip, Kees Kist, Barry Opdam ve Jan Poortvliet de Orkun’a ikinciliği lütfettiler. Böylece 35 jüri üyesinin 33’ü Orkun’u seçmiş oldu.
BABA HALİS KÖKÇÜ
Orkun’un Altın Ayakkabı kazanması, Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf’ta yayınlanan tam sayfa yayınlandı. Haberde şu ilginç sözler yer aldı:
“Altın Ayakkabı ödülü alanların çok azı, babaları ile birlikte olmuştur. Baba Halis Kökçü, soyunma odasında yalnız kalan oğluna müjdeyi vermek için, sürpriz bir ziyaret yapmıştır. Zira, Feyenoord’un kaptanı, Eredivisie Ligi’nin en iyi futbolcusu olarak ‘Altın Ayakkabı’yı kazanmıştı.
Feyenoord’un şampiyonluğunu ilan ettiği maç sonrasında çok hareketli olan soyunma odasından en son çıkmak üzere olan Orkun, karşısında babasını görünce şaşırdı. Baba Halis oğluna, şampiyonluktan başka bir de ‘En iyi futbolcu’ olduğu haberini verdiği zaman duygulu anlar yaşanmıştı. Baba Halis, diğer oğlu Ozan’ın da profesyonel futbolcu olduğunu vei ki oğlunu sahalarda görmek için Hollanda’yı baştan başa dolaştığını söylerken, çok gurur duyduğunu da anlatıyor. Baba Halis, bu güzel gelişmeler arasında bir başka güzel haberi de verdi. Diğer oğlu Ozan’ın bir oğlu dünyaya gelmiş ve dede olmuştu. Yeni doğan çocuğa ne isim verilmiş biliyor musunuz? Orkun! Evet, Ozan yeni doğan oğluna kardeşinin adını armağan etmiş.”
…VE ORKUN GİTTİ
Hollanda’daki başarıları nedeniyle büyük bir kulübe transfer olması beklenen Orkun, bizleri yanıltmadı ve 45 milyon euro karşılığında Benfica’ya transfer oldu. Bir İtalyan, İspanyol, veya İngiliz takımına değil de, bir Portekiz takımına transfer oluşu biraz yadırgandı ama, Benfica’nın bu güzide futbolcuyu gelecek yıl 100 milyonun üstünde bir meblağ ile satmak için transfer yaptığını da herkes biliyordu.
Şimdi gelelim Dušan Tadić’in ayıplarına:
Depremzedeler için özel olarak yapılan ve dünyanın dört bir yanındaki ünlü takımlar tarafından kullanılan yas pazubendini, Ajax’ın kaptanlığını yaptığı zaman koluna takmayı ret eden Tadić, aynı pazubendi takım arkadaşlarına da taktırmamıştı.
Böylece büyük bir ayıba imza atan Sırp futbolcu, daha sonra oynadıkları bir maçın 27’nci dakikasında orucunu açan Orkun Kökçü ve diğer bir müslüman futbolcunun bu hareketi ile dalga geçmişti. Hareketleri ile iritasyon yaratan Tadić, aynı maçta Orkun ile kavgasını sürdürmüştü.
Depremzedelere ve müslümanlara yaptığı ayıpların üzerinden birkaç ay geçmişken, Fenerbahçe’ye transfer olan Dušan Tadić’in, yaptıklarının unutulması ve alkışlanması, olayları yakından takip eden bizleri çok üzüyor tabii…
Türk halkına sempatik görünmek için, bazı yayın organlarına demeçler veren ve kendisini savunan Tadić’in samimiyetine güvenmiyorum ama, kendisini hoş görmemiz için, ayıplarını kapatacak bir tutum içine girmesini tavsiye ediyorum.
Türkiye’deki yurttaşlarımızın, yurtdışında yaşayan yurttaşlarına karşı kin ve nefret beslediklerini ben iddia etmiyorum. Sosyal medyayı iyi incelediğiniz zaman, bu iddianın çeşitli kalemler tarafından ileri sürüldüğünü görürsünüz.
Yurtdışında yaşayan ve Türkiye’yi ziyarete geldikleri zaman, bin bir türlü hakarete uğradıkları belirtilen ‘gurbetçilerimiz’ için, “Ülkemize girerken 1000 euro vergi ödesinler” diye yazanlar ve hatta kampanya açanlar bile oldu.
Ne yazık ki, benim yazılarımı yayınlayan bir medya organının sahibi bile bu konuda görüş belirtmiş ve “ödesinler” diye yazmıştı. O dosta yazdığım kısa yanıtta, gurbetçilerimizin vatan için yaptıkları katkıları ve başlarına gelen olumsuzlukları yazmıştım.
Konuya şimdi sevgili dostum Veyis Güngör de girmiş. Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin Başkanı olan Veyis Güngör, gurbetçilerimizi eleştirmemiş, bu olumsuz gelişme hakkında cereyan edenleri dile getirmiş.
İsterseniz önce Veyis kardeşimin yazdıklarına bir göz atalım:
Türkiye’de Avrupa Türkleri algısı ve değerler çatışması…
“Genç sosyologlarımızdan Haluk Haydar Ceylan, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde, “Türkiye’ye yönelen geri dönüş göçleri” başlıklı bir Yüksek Lisans Tezi hazırlamış. Bu vesileyle, Almanya’daki Türkler üzerine çalışmalar yapan Ceylan’la Türkiye’ye dönüş yapan Avrupa Türklerinin yaşadıkları re-entegrasyon sorunları üzerine konuşurken, konu ister istemez, yaz tatili için Türkiye’ye gelen yurttaşlarımızın öz vatanlarında karşılaştıkları gayri insani yorumlara geldi.
Sosyal medyayı takip edenler mutlaka onaylayacaklardır. Geçen yıllarda olduğu gibi, bu yaz tatilinde de, bazı kesimlerin Avrupa’dan Türkiye’ye gelen vatandaşlarımıza yönelik nefreti, tahammülsüzlüğü, hakareti, bedduası ve mesnetsiz açıklamaları çizmeyi aşmıştır. Özellikle sosyal medya platformlarında, ne olduğu belli olmayan bazı tiplerin yorumları, Avrupa’daki Türklerin gündemini günlerce meşgul etmiştir. Avrupa’daki bazı Türk kurumları olayı ciddiye alarak basın açıklamaları yapmışlardır.
Her yıl dozu artırılarak yapılan bu yorum ve yayınlar, hiç şüphesiz Türkiye’deki bazı kesimler tarafından bilinçli ve maksatlı olarak dillendirilmektedir. Bu kesimlerin, Avrupa’daki Türklerle ilgili algıları, farklı sebeplerden ve bazı önyargılardan dolayı maalesef olumsuzdur. Öyle ki, bu kesimin bir bölümü, politik nedenlerden dolayı, Türkiye’deki Suriyelilere nasıl davranıyorlarsa, neredeyse Avrupa Türklerine de aynı muameleyi hak görmeye yöneliyorlar.
Bunun yanı sıra, Avrupa’da akrabaları, dostları, kardeşleri, çocukları, gelinleri, damatları ve iş ortakları olan, yani onları tanıyan, onlarla ilişkileri olan kesimlerin de, yukarıda belirtilen grup kadar vicdansız olmasa da, algılarının olumsuz olduğunu yer yer gözlemliyoruz.
Diğer taraftan, Türkiye’deki bu kesimlerin Avrupa Türkleriyle ilgili algıları bu şekildeyken, kimi karar vericilerin ve bürokratların da, Avrupa Türkleri ile ilgili algılarının, farklı olduğunu söylememiz oldukça zor. Tecrübeler, gözlemler, uygulamalar, davranışlar ve gerçekler, Türkiye bürokrasisin de, Ankara’nın son dönemde geliştirdiği diaspora politikalarına rağmen, Avrupa Türkleri ile ilgili algı ve zihniyetinin, ne yazık ki, 1960’larda oluşan ‘işçi’ algısından bir türlü kurtulamadığını söyleyebiliriz.
Alt alta sıraladığımız gözlemleri onlarca örnekle, yaşanmış tecrübeyle, yazılmış, yayınlanmış literatürle daha açık ve net ortaya koyabiliriz. Ancak niyetimiz, örneklerle olayı daha da zorlaştırmak ve içinden çıkılamaz hale getirmek değildir. Dikkat çekmek istediğimiz konu, her yaz tatilinde dozu artırılarak tekrar edilen Avrupa Türklerinin ötekileştirilmesinin psikolojik alt yapısı ve oluşan zihniyete dikkat çekmektir.
Daha net bir şekilde ifade etmemiz gerekirse, sosyolog Haluk Ceylan’ın da çalışmasında değindiği gibi, “Avrupa Türklerinin zihinlerinde yer alan anavatan tasavvuru ile Türkiye’deki gerçeklik uyuşmazlığı” söz konusudur. Bu uyuşmazlık, bir taraftan Türkiye’ye geri dönen Avrupa Türklerinde, bir dizi entegrasyon sorunlarına yol açarken, diğer taraftan her türlü zorluğu göz önüne alarak, büyük bir heyecanla yaz tatili için Türkiye’ye akın akın gelen Avrupa Türklerine, neredeyse nefrete varan ötekileştirme ve dışlama olarak ortaya çıkmaktadır.
Zihniyet değişiminin ve buna paralel olarak norm ve değerlerin oluşmasında insanların yaşadıkları sosyal çevrenin belirleyici rol oynadığını biliyoruz. Buradan hareketle, özellikle Avrupa Türkleri üzerine çalışan genç sosyal bilimcilerimizin, Avrupa Türkleri ile Türkiye Türkleri arasında, “değerler oluşumu ve çatışmalarını” araştırmaları kaçınılmazdır. Unutmamak gerekir ki, değerler sistemi dinamik bir yapıya sahiptir. Toplumsal değişim ve gelişimler önemli rol oynar.
Bu değişimlere rağmen, yukarıda yer alan ifadelerden hareketle, Türkiye’deki Türklerin ezici çoğunluğunun Avrupa Türklerini ötekileştirdiklerini söylememiz mümkün değildir. Diğer taraftan da Avrupa Türklerinin tamamının sütten çıkmış ak kaşık olduğunu da söyleyemeyiz. Bazı dengesizlerin, ukalâların ve komplekslilerin onur kırıcı yorumlarının gündemimizi belirlemesine müsaade etmeden, gelişmelere daha realist bakmaya çalışmalıyız.”
TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜN VE KISKANÇLIĞIN NEDENİ
Veyis Güngör kardeşimin yukarıda yazdıklarına baktığınız zaman, yurtdışında yaşayan yurttaşlarımıza karşı beslenen kin ve nefrete şaşıracaksınız.
Ama bu gelişmenin nedenini düşünmek lâzım.
Ben düşündüm ve nedeni bulmakta da zorlanmadım.
Türkiye’deki ekonomik şartların, orada yaşayan yurttaşlarımızı çok zor durumlara soktuğunu benim tekrarlamama gerek yok sanırım.
Zor şartlar içinde ekmek parası bile bulamayacak kadar fakirleşen ve aç kalan insanlarımız, yanı başlarında bol bol para harcayan yurtdışı Türk’ü izlerken, ister istemez kıskançlık hissediyor.
Kısa bir süre eşimle birlikte gittiğim Türkiye’de alış veriş yaparken işittiğimiz fiyatların Euro karşılığında ne kadar az olduğunu konuşuyorduk.
Öyle ya, bir araba dolusu yiyecek ve içecek için ödediğimiz meblağ 1500 lira olunca, bunun karşılığının 50 Euro olduğunu düşünüyor ve aynı malı Hollanda’da 100 euroya bile alamayacağımızı konuşuyoruz.
Evimizdeki terasımıza bir yataklı salıncak için 6000 lira istenince, bunun karşılığının 200 Euro olduğunu hesaba katıyor ve ‘çok ucuz’ diyorduk. Böylesi bir salıncağa Hollanda’da en az 800 euro ödememiz gerektiğini düşünürken de, ekmek parası bulamayanları kıskandırıyorduk tabii…
Yurttakilerin, yurtdışındakilere karşı kıskançlık duymalarının nedenlerinden biri de, yurtdışındakilerin Türkiye seçimlerindeki oy kullanma şekliydi. Şu andaki muhaliflerin saptamalarına göre, yurtdışındaki Türklerin oylarının çoğu hükümet lehindedir.
Ana akım medyada olduğu gibi, sosyal medyada da dillendirilen bu durum, halkımızın yarısında alerji yaratmaktadır.
Ekmek parası bile bulamayanların, yurtdışından gelip, son model olmasa da otomobillerini, lüks otellerde konakladıklarına şahit oldukları insanları görünce, kıskançlık duymaları anlayışla karşılanabilir. Ama bunun için kin ve nefret duymak yakışık almaz.
Sosyal medyada bu konuyu abartıp, hayal sınırlarını aşarak mübalağalı hikâyeler yazanlar, kin ve nefreti kamçılamış oluyorlar.
GEÇMİŞTE ÇOK EZİLDİLER
Şimdilerde, kıskançlık, kin ve nefret duyulan gurbetçilerimiz, göç ettikleri ilk yıllarda büyük meşakkatlere katlandılar. 20 kişi bir odada yattılar. Gece gündüz çalıştılar ve karşılığında, yerli halktan daha az maaş aldılar. Kazandıkları paralarının büyük kısmını Türkiye’deki yakınlarına göndererek, devletimize döviz kazandırdılar.
Hastalandıkları halde işe gönderildiler. Hasta hasta işe gidenler arasında ölenler bile oldu.
Vatan hasreti içinde iken, bırakın televizyon izlemeyi, kısa dalga TRT Radyosu’nu bile cızırtılı dinleyebiliyorlardı.
Aile birliği başladığı zaman, çoluk çocukları ile başlarını sokacak bir ev bulamıyorlardı.
Çocuklarını okula gönderemiyorlardı. Kendilerini güya ziyarete gelen Bakanlar ve Başbakanlar, sorunları dinliyorlardı ama, bu sorunları sigara paketlerinin arkasına yazıyorlardı ve sonra da atıyorlardı.
Devlete döviz gönderenlerin kıymeti bilinmezken, sahte holdingler meydana çıktı ve hisse satışı bahanesiyle milyonlarca döviz dolandırıcılığı yapıldı.
KENDİ İŞLERİNİ KURDULAR
Yıllarca işçi olarak ezilen gurbetçilerimiz, yavaş yavaş toparlanmaya ve kendi işlerini kurmaya başlamışlardı. “Yavaş yavaş”, artık hızlı olmaya başlamıştı. Örneğin, Hollanda’da 30 bin kadar yurttaşımız şimdi kendi işlerinin başındalar ve en az 100 bin işçi çalıştırıyorlar. Bu işçiler arasında tabii ki Hollandalılar da var. Yani, buraya işçi olarak gelen Türkler, artık Hollandalı işçi çalıştırıyorlar.
Ayrıca, başlangıçta eğitim görmekte zorlanan çocuklarımızın çoğu, artık en iyi eğitimi alıyorlar ve avukatlık, mühendislik, doktorluk gibi meslekler ile kamuoyu içinde ve kamu kuruluşlarında yerlerini alıyorlar.
Yakında yayınlanacak olan, “Hollanda’da ünlü ve başarılı olmuş Türk kadınları” başlıklı araştırmamda, 100’ü aşkın çok ünlü ve 500’ü aşkın başarılı kadınlarımızı saptadım. Eminim ki bu sayılar 500’ü değil, binleri geçmektedir. Buna bir de başarılı olmuş erkeklerimizi eklersem, sayı onbinleri bulacaktır.
İşte böylesi bir gelişmişlik yaşayan, 50 yılı aşkın meşakkatten sonra, şimdilerde eğitim görerek ve meslek edinerek refaha kavuşan gurbetçilerimizi hor görmenin ve kıskanmanın hiçbir anlamı yok.
Bir zamanlar, anavatana döviz gönderebimek için kuyrukta bekleyen gurbetçilerimize karşı gösterilmekte olan böylesi çirkin tepkiler, aidiyetlerini hiçbir zaman inkâr etmeyecek olan genç gurbetçileri de etkileyebilir ve vatanımızdan soğutabilir.
Son günlerde hep birlikte izlemekte olduğumuz ekteki klipte olduğu gibi, Türk bayrağını görünce göz yaşlarını tutamayan Türk çocuğunu, Türkiye’ye ve bayrağımıza bağlılığından koparmayınız.
Türk çocuğunun klibini görmek için fotoğrafa tıklayınız.
Hollanda hükümetine, Türkler konusunda danışmanlık yapması için, çeşitli Türk Federasyonları tarafından kurulmuş olan İOT, önemli ve yararlı girişimler yaparken, sonuç elde edilemeyecek konulara dalmamalı.
Geçmişte, ‘Türkiye’den evlenmeyin’ raporu hazırlayan İOT, Hollanda Adalet Bakanı Yeşilgöz ile görüşememeyi saptırırken, şimdi de Türkiye Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’ndan istenen, ‘Uçak biletlerini ucuzlatın’ çağrısına gelen olumsuz cevabı çarpıtmaya çalıştı.
‘Dünyada eşi ve benzeri yok’ diye sitayişle söz ettiğim İOT, sübvansiyonun kesilmesinden sonra ayakta durma mücadelesi verip, sponsorlukla ayakta durmaya çalışırken, abes işlere girmemeli.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Türkler İçin Danışma Kurulu’nu (Inspraakorgaan Turken in Nederland IOT), ilk kurulduğu günlerde ‘Dünyada eşi benzeri olmayan bir kuruluş’ diye sitayişle övmüş ve sonrasında da yaptığı yararlı çalışmaları sürekli övmüştüm.
Öyle ya, Hollanda’da bulunan, çeşitli siyasi ve dini görüşlere mensup 8 Türk Federasyonunun bir çatı altında toplanıp, Türk toplumu yararına çalışmalar yapacak olması çok önemliydi.
İOT’nin kurulma isteği Hollanda hükümetinden gelmişti. Ülkede bulunan Türk toplumu için hükümete danışmanlık yapması için kurulan İOT, gerekli sübvansiyonu yeterince alıyordu.
Ne var ki, böylesi bir kuruluşun, aldığı sübvansiyon nedeniyle hükümete yalakalı yapacağını sananlar, hayal kırıklığına uğrayınca, sübvansiyonun kesilmesi uzun sürmedi.
Tabii ki sübvansiyon kesilince de, Türk Federasyonları içinde de hoşnutsuzluk baş gösterdi ve Kurul’u oluşturan federasyonlar da değişkenlik gösterdi.
Şimdi ise sübvansiyonu kesilen İOT, sponsorluklar ile ayakta durmaya çalışıyor.
Türkler İçin Danışma Kurulu İOT’nin başkanlığını Zeki Baran yürütürken, Ahmet Azdural da müdürlüğünü yapıyor.
Zeki Baran, haksızlığa uğrayan Türk toplumunun haklarını savunmak için sık sık ortaya çıkıyor ama, bazı girişimlerindeki olumsuzlukları da örtbas etme meyline düşüyor. Bazen de abesle iştigal etme durumu doğuyor.
Abesle iştigal etmek sözü, boş işlerle uğraşmak, boşa zaman geçirmek ve gereksiz alakasız işlerle uğraşmak anlamını taşır. Abes kelimesi gerekli olmayan lüzumsuz anlamında bir kelimedir. İştigal kelimesi ise uğraşmak uğraşı anlamına gelir.
İşte, Zeki Baran’ın son abes ile iştigali:
Hollanda’daki yurttaşlarımız, uçak biletlerinin pahalı oluşundan yakınmışlar. Bu durumu göz önüne alan Baran, hemen kağıda kaleme sarılmış ve Türkiye Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’na bir mektup döşenmiş. ‘Yurttaşlarımız mağdur oluyor, uçak biletleri için tavan fiyat koyun’ diye yazmış Zeki kardeşimiz…
Bu konuyu haber olarak gönderen İOT’nin bu girişimi bana göre, abesle iştigaldi.
Zira, Hollanda kolonisi Curacao’ya 1000 euroya uçan bir KLM varken, buna karşı Corendon’un 375 euroya uçacağı haberleri geliyor. Bu da gösteriyor ki, her ülkede bir serbest piyasa ekonomi vardır.
Türk Bakan’dan da bu konuda olumsuz bir cevap geleceğini biliyorduk.
Bakan’a gönderdikleri ilk mektup hakkında basın bülteni gönderen İOT, aynı Bakan’dan gelen olumsuz cevabı da bir bülten ile duyurdu. Bakanlığın, bilet fiyatlarının daha uygun hale gelebilmesi amacıyla rekabetçi bir ortamın teşvik edildiğini belirten İOT, bunu da olumlu bir sonuç olarak ortaya koydu.
HOLLANDA ADALET BAKANI
Zeki Baran, Hollanda Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz’e gönderdikleri bir mektuba gelen cevabı da çarpıtarak yayınlamıştı. Hollanda’da Kur’an yakma olayı hakkında Bakan’a şikâyette bulunan Zeki Baran, Bakan’a gönderdikleri mektubu da bir bülten ile duyurmuştu.
Daha sonra Bakan’dan gelen olumsuz cevabı da çarpıtan Baran, Bakan’ın kendileri ile görüşmesi için randevu verdiğini belirtmişti. Kaldı ki Bakanın verdiği randevu kendisi ile değil, yardımcıları ileydi.
Bakınız, Bakan Yeşilgöz konusundaki haberimde neler yazmıştım:
Türkler İçin Danışma Kurulu’nun, Kur’an yırtma eylemini protesto amacıyla, Türkler ve Faslılar adına mektup gönderdiği Adalet ve Güvenlik Bakanı Dilan Yeşilgöz’ün iadei cevabını memnuniyet ile karşılayanlar, diplomatik bir dil ile yazılmış olan cevabın, ‘Laf olsun, torba dolsun’ içerikli bir cevap olduğunu anlayamadılar veya anlamazdan geldiler.
Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı Zeki Baran, sosyal medya kanalıyla yaptığı duyuruda, Bakan’dan gelen Hollandaca mektubun yanında şunları yazdı: “Sayın Adalet Bakanı’na yazdığımız mektup için verdiği cevaba Teşekkür ediyoruz. İsteğimizi kabul ederek, bizimle görüşmek istemesi memmuniyet verici. Müslümanların kutsal kitabını yakmak veya yırtmak gibi eylemlerin düşünce özgürlüğü ile bir alakası yoktur. Bu, doğrudan kin, nefret, toplumun bir bölümüne ayrımcılık yapmaktır.Sayın Bakan ile yapacağımız görüşmede, bu gibi eylemlerin önüne geçilmesi için gerekenin yapılmasını önereceğiz.”
GÖRÜŞME BAKAN İLE DEĞİL GENEL MÜDÜR İLE
Zeki Baran’ın açıklamasında, ‘Bakan ile yapılacak olan görüşme’den söz ediliyor. Kaldı ki Bakan mektubunda, görüşmenin Yargı Koruma Genel Müdürü ile yapılacağını belirtmiş. “Bu konuda Bakanlığımın çalışanları sizinle temasa geçecektir. Müslüman ayrımcılığı temasını genişçe ele almak için bazı organizasyonlar ile de görüşeceğim” diyen Bakan Yeşilgöz, mektubunu, Hollandaca deyimi ile ‘Bla bla bla’ ile doldurmuş.
Bakan’ın, ‘Bla bla bla’larından biri de şöyle: “Kur’an yırtma ve tekmeleme eyleminin, İslam toplumu üzerinde huzursuzluk ve kızgınlık yarattığını biliyorum. Bu konuda 24 Şubat’ta meclise yazdığım mektupta, bunun kabul edilemez olduğunu belirtmiştim.”
Bakan bunları söylüyor ama, ardından da protesto özgürlüğünden, kimin ne yapacağını önceden bilememekten, protesto yasaklamanın sansür kabul edileceğinden, protesto izinlerinin Belediye Başkanı tarafından verildiğinden ve de, suç işlenip işlenmediğini savcılığın ortaya çıkaracağından söz ediyor ve ekliyor: “Bu konuda ben, Adalet ve Güvenlik Bakanı olarak görüş belirtemem.”
İyi de sayın Bakan, adını bile anmak istemediğim, kışkırtıcı islam düşmanı eylemci, Kur’an sayfalarını yırtacağını önceden bildirmemiş miydi?
Daha önceleri de, cami önlerinde, mangalda domuz kızartma eylemi için izin istenmişti. Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb, demokrasi budalılığı ile bu eyleme izin vermemiş miydi? Buna karşı da Lahey, Utrecht, Arnhem ve Gouda Belediye Başkanları ret etmemişler miydi?
Savcılık, bu gibi eylemlerin kışkırtıcılık olduğunu ve istenmeyecek olayların meydana gelebileceğini hesaba katamıyor muydu?
TÜRKİYE’DEN EVLENMEYİN
İOT’nin geçmişte bir hatası daha olmuştu.
Bakanlıktan, Türkler arasındaki evlilikler konusunda bir rapor hazırlanması için 75 bin euro alan İOT,
Hazırlanan raporda aile evliliklerinin sağlıksız olduğu görüşü ile süslediği raporu olumsuz bir şekilde tamamlamıştı. O zamanla da bu raporun yazılışını sert bir şekilde eleştirmiştim.
SON SÖZ
Hollanda’daki Türk toplumu için yararlı faaliyetleri olduğu bir greçek olan İOT, para desteği olmayınca bocalamaya başlamıştır. Ne var ki bu zor durum en çok Başkan Zeki Baran’ı zor duruma sokmaktadır.
Şimdi yapılması gereken, Türk kuruluşlarının dizginleri eline almasıdır.
Bu konuda, ya Hükümet’e baskı yapılmalı, ya da Türk kuruluşlar ellerini ceplerine atmalı.
Parasızlık, insanları olduğu gibi kuruluşları da yanlış yola sevkedebilir.
Bu nedenle, Zeki Baran başkanlığındaki şimdiki İOT’nin bocamalarına da olumlu bir göz ile bakılmalı.
Haydi hayırlısı…
MEDENİYETİN ZİRVESİNDE OLAN ÜLKELER YOL VE MESKEN İNŞASINDA NEDEN GERİDELER?
ALMANYA’DA AYLARCA SÜREN YOL TAMİRLERİNİN, TÜRKİYE’DE DAHA ÇABUK YAPILMASININ SEBEBİ NEDİR?
İŞÇİ HAKLARININ SINIRSIZ OLUŞU, MEDENİ ÜLKELERDE YOL VE MESKEN İNŞASINDAKİ LAÇKALIĞA YOL MU AÇIYOR?
BATILILARIN ‘ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKESİ’ OLARAK GÖRDÜKLERİ TÜRKİYE, GEREK KENDİ ÜLKESİNDE VE GEREKSE DIŞ ÜLKELERDEKİ YOL VE MESKEN İNŞASINDA NEDEN BAŞARILI OLUYOR?
DEMOKRASİYE DAYALI OLAN İNSAN HAKLARI, BATIDA LAÇKALIK, ANTİDEMOKRATİK ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİNDE RANDIMAN MI KAZANDIRIYOR?
SADDAM HÜSEYİN VE MUAMMER KADDAFİ NEDEN YOK EDİLDİLER?
Uzun bir dünya turundan sonra, İlhan KARAÇAY’dan bir analiz:
Amacım, her hangi bir devleti veya devlet başkanını övmek veya yermek değil.
Amacım, devletler, devlet başkanları ve toplumlar arasındaki, resmi, siyasi ve özel ilişkilerin nasıl işlediğini anlatmaktır.
Bugünkü dünyamız, ‘medeni ülkeler’, ‘ikinci ve üçüncü sınıf ülkeler’ diye sınıflandırılmıştır. Medeni ülkeler, tabii ki daha gelişmiş, daha demokrat ve insan haklarına saygılı ülkeler olarak tanımlanır. İkinci ve üçüncü dünya ülkeleri ise gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler olarak tanımlanır. Bu ülkelerde demokrasi ve insan hakları da yerini almamıştır.
Batıdaki bazı ülkelerde, seks yaşamından tutun, uyuşturucu kullanımına kadar pek çok konu sınırsız özgürlüğe sahiptir. Öyle ki, trafik cezası yazan polislerin yanında uyuşturucu kullananlar görmezden gelinmektedir. Bazı Batı ülkelerinde, pedofili, yani sübyancılığın bile serbest olması istenmektedir.
İşçi haklarına gelince…
Gelişmiş ülkelerde işçi hakları tabii ki sınırsızdır.
Gelişmemiş ülkelerde ise, var olan işçi sendikalarına rağmen, hak hukuk yok gibidir.
Şimdi soru şu: İşçi haklarının sınırsız oluşu, sözü edilen gelişmiş ülkelerde bir dezavantaj yaratmakta mıdır?
Örneğin, “Benim her türlü serbestlik hakkım var. İşe ister giderim, ister çalışırım, ister çalışmam, çayımı kahvemi istediğim saatte içerim” diyen ve böyle davranan işçiye karşı önlem alınamaması, o ülkede büyük bir laçkalığa yol açmamakta mıdır?
Patron karşısında hazırol duruş Patron karşısında serbest duruş
55 Yıldır yaşadığım Hollanda’da ve komşu ülkelerde tespit ettiklerime göre, işçi hakları özgürlüğünün sınırsız olduğu bu ülkelerde, işler istenildiği gibi randımanlı olmamaktadır. 300 metrelik bir yol tamiratının bile, haftalarca sürmesi, sözü edilen laçkalıklardan biridir.
Konut inşaatlarında, “işçi hakkı sınırsızlığı” nedeniyle yaşanan gecikmeler, oto yolu inşaatlarında da sürmektedir.
Hollanda’nın en büyük inşaat firması Ballast Nedam, işçi haklarının yarattığı zarardan kurtulamadığı için, Türk firması Rönesans tarafından satın alınmıştır.
Hollanda’da şimdi pek çok konut ve yol yapımları, işçi haklarına halel getirilmeden, Rönesans tarafından daha seri bir şekilde yapılmaktadır.
ALMANYA YOLLARI
Geçen ay, Türkiye’ye otomobil ile bir yolculuk yaptım. Almanya yollarına girdiğim zaman, oto yollarında sık sık tamiratlar ile karşılaştım. ‘Yol tamiratı’ diyorum ama, uzun yolculuk yapanlar için üç beş saatlik gecikmeler çok yorucu olmaktadır.
Almanya yollarında her yıl yaşanan bu olumsuzluklar karşısında, ister istemez, “Gelecek defa Almanya yollarını kullanmayacağım. Belçika, Fransa, İsviçre ve İtalya üzerinden gideceğim” diyenlerin sayısı çok oluyor.
Türkiye güzegâhında ve diğer ülkelerde fazla sorun yaşanmıyor.
Türkiye içinde ise, medeni ve refah ülkelerin papuçlarını dama attıracak yolları görmek, sürücüyü rahatlatıyor.
En yoğun trafiğin yaşandığı İstanbul-Ankara yolunda bile, Almanya yolları ile kıyaslanamayacak kadar pürüzsüz yol katediliyor. Türkiye’deki yol tamiratları da aylarca, haftalarca değil, birkaç günde tamamlanıyor.
(Bazı yolların paralı oluşu, istisnalar dışında tabii…)
Ankara’dan sonra, Adana istikametine giden yeni oto yolu da, Aksaray’dan değil, Niğde üzerinden gidiyor. Onlarca tunelin yer aldığı bu yolda seyredenler, huzurlu bir yolculuk yapıyorlar.
Çoğunuzun aklınızdan geçenleri okuyor gibiyim: “İyi ama, Türkiye çok geniş bir alana sahip” diyeceksiniz. Nüfus bakımından eşit sayılacak olan Türkiye-Almanya kıyaslamasında, Türkiye’nin biraz daha geniş bir alana sahip olduğu bir gerçektir. Ama bu gerçek, işçi laçkalığını hoş görmemize yol açmamalıdır.
AKSARAY’IN KAYBI
Her oto yolunun yarattığı olumsuzluklar vardır. Nasıl ki, Bolu otoyolu, eski yol üzerindeki restoran ve dükkânları perişan ettiyse, Niğde üzerinden giden otoyolu da Aksaray güzergâhındaki restoran ve dükkânları perişan etmiştir.
Hele hele Orhan Ağaçlı restoranı ve oteli, terkedilmişlik yüzünden iflasın eşiğine girmiştir.
EMPERYALİSTLERİN OYUNU
Demokrasiyi alet olarak kullanıp, emperyalizmi sürdüren bazı Batı ülkeleri, el attıkları ülkelerdeki halkın refahını görmezden gelip, sözümona demokrasi kahramanlığını oynamaktadırlar.
Örneğin, Irak’ta bir Saddam Hüseyin, Libya’da bir Muammer Kaddafi vardı.
Özellikle ABD tarafından, halklarına eziyet çektirdikleri gerekçesiyle devrilen bu iki devlet lideri, sonradan anlaşıldı ki, halklarına her türlü yaşam yardımını yapan liderlerdiler. Sosyal gelirleri yeterli olan halk, liderlerini kaybettikten sonra perişan hale gelmişlerdir. Afganistan’a bakıldığı zaman, ABD’nin ülkeyi Talibanlar’a nasıl teslim ettiği de görülür. Mısır’ın hali de ortada…
Bütün bunlar gösteriyor ki, Batı ülkelerinin demokrasi ve insan hakları konusunda gösterdikleri hassasiyetler, her ülkede aynı sonucu getirmiyor.
SONUÇ
Analizimin başlığına koyduğum cümlelere bakıldığı zaman, işçi hakları savunuculuğu yerine, haksızlığı savunduğum zehabına kapılabilirsiniz.
Ama benim anlatmak istediğim, her şeyin fazlasının, bazen yarar yerine zarar getirdiğidir. Fazla serbestinin, Batılı ülkeleri iş yapılamaz hale getirdiği gibi.
Bu nedenle de mesken ve yol yapımları da sekteye uğramaktadır.
Peki, Hollanda’da Ballast Nedam’ı satın alıp, inşaat işlerini çabuklaştıran Türk Rönesans firması ile Türkiye’deki inşaat firmaları, işçi haklarını çiğniyor mu?
İşte bu sorulara cevap bulmak için yapılanlara ve yapılamayanlara bakılmalıdır.