Ülkede yaşayan yabancıların ve özellikle müslümanların sorunlarını hiçe sayan siyasi partiler yerine, Türkler tarafından kurulmuş ve tüm yabancıları sahiplenmiş DENK Partisi’nin şimdiki lideri Stephan van Baarle de Türk kanı taşıyor.
Başbakanlık yarışını kazanmak için, en çok oy almanın şart olduğu Hollanda’da 3 parti kıyasıya yarışacak.
Başbakanlığa en büyük aday Pieter Omtzigt ve Dilan Yeşilgöz’ün olumsuz davranışları göz ardı edililirken, üçüncü aday Frans Timmermans tilki yürüyüşü yapıyor.
Bir gazeteci Yeşilgöz için ‘Yalancı ve mefaatçı’ diyor…
(Altta haberin Hollandacasını bulacaksınız) (Onderaan vind u de Nederlandse vertaling)
İlhan KARAÇAY’ın seçim analizi:
Bazılarını üzecek, bazılarını da şaşırtacak olan bu yazıma şöyle başlamak istiyorum:
Hollanda, demokrasi ve özgürlükler konusunda tarihsel olarak öne çıkan bir ülke. Yüksek özgürlükler, demokratik ilkeler ve hoşgörüye dayalı bir toplum yapısı ile bilinirler. Hollandalılar, çoğulculuğu ve farklılıkları kabul etme konusunda genellikle öncü olmuşlardır. Bu değerleri benimsemiş bir toplum olarak, farklı kültürlerin, inançların ve düşüncelerin bir arada barış içinde yaşamasına olanak tanıyan bir ortam oluşturmuşlardır.
Hollanda’nın demokratik yapısı ve özgürlükçü atmosferi, birçok insanın takdirini kazanmıştır. Bu değerleri korumak ve desteklemek, uluslararası düzeyde de önemli bir örnek teşkil edebilir. Şayet Hollanda halkına teşekkür etmek istiyorsak, belki de paylaştığımız bu duygu ve düşünceleri doğrudan Hollandalılarla veya Hollanda’ya özgü platformlarda paylaşabiliriz. Herkesin anlayışına ve kültürel mirasına saygı duymak, küresel anlamda daha uyumlu bir dünya için önemli bir adım olabilir.
Önümüzdeki 22 Kasım günü Hollanda’da yapılacak olan genel seçimlerde, enflasyon, sağlık, konut, göç ve iklim konuları genel anlamda belirleyici rol oynayacak.
İsrail-Filistin savaşı nedeniyle, Filistin’de işlenen insanlık suçunun, Hollanda’daki seçimlere de yansıyacağına kaçınılmaz olarak bakılıyor.
Siyasi partilerin, Türk ve Müslüman kökenli adaylara ilgi duymaması ve hatta dışlaması, Hollanda’da yaşayan ve sayıları 2 milyona yaklaşan Müslümanın, DENK partisine yöneleceğine dair sinyaller veriyor.
Hollanda seçmeninin oy tercihinde sağlık hizmetleri (%65) ile ilk sırada yer alırken, bunu hükümetin güvenilirliği (%63) takip etmektedir. Enflasyon (%62), norm ve değerler (%60), göç ve sığınma (%55) oyların yönünü tayin edecektir.
Frans Timmermans, Dilan Yeşilgöz ve Pieter Omtzigt bir televizyon tartışmasında.
Pieter Omtzigt, Frans Timmermans ve Dilan Yesilgöz, başbakanlığa en yakın adaylar olarak görülüyor. NSC lideri Omtzigt hâlâ en yüksek puan alan politikacı olurken, onu VVD lideri Yesilgöz ve GroenLinks/PvdA lideri Timmermans üçüncü aday olarak takip ediyor.
Yaz tatili öncesi, mülteciler meselesi yüzünden düşen dördüncü Rutte hükümeti, beraberinde siyasi depremleri getirmişti. Hükümetin düşmesiyle, başta iktidar partileri VVD, D66 ve CDA’nın liderleri istifa ederek, siyasetten çekildiklerini açıklamışlardı. Bu istifayı muhalefet partileri de takip ederek, hemen hemen tüm siyasi parti liderleri, (Sosyalist Partilideri hariç) 22 Kasım seçimlerinde aday olmadılar.
Diğer taraftan, insanlığın gözü önünde bir milletin yok edilişi, İsrail’in Filistin’i haritadan silme girişimi karşısında, başta Başbakan Rutte ve partisi olmak üzere, diğer siyasi partilerin yanlı tutumu, Hollanda’daki Müslümanları rahatsız etti. Sol partilerin bile İsrail hükümetinin yaptıklarının yanında olmaları, geçen dönem Yeşil Sol partisinden milletvekili seçilen Temsilciler Meclisinin tek baş örtülü milletvekili Kauthar Bouchallikht’in adaylıktan çekilmesini beraberinde getirdi.
Bu iki somut gelişme ve Filistin’deki zulüm karşısında, çifte standartlı olan siyasi partilerin tutumu, Hollanda’da yaşayan Müslümanların önemli bir bölümünü, DENK partisine yönlendirdi. DENK partisi lideri, Stephan van Baarle’nin, gerek Temsilciler Meclisi kürsüsünde, gerek televizyon tartışma programlarında ve İsrail karşıtı mitinglerde, haksızlığın karşısında susmaması, Hollanda’daki Türklerin ve Müslümanların ve pek çok Hollandalı’nın 22 kasım seçimlerinde, oylarını DENK’e vermeye sevk edecek.
Hollanda siyasi partilerinin, ülkede yaşayan yarım milyondan fazlası Türk toplumu ile iki milyona yakın Müslüman toplumunu adeta hiçe saymaları ve dikkate almamaları karşısınnda yapılacaklar tabii ki bellidir. “Madem siz bizi ciddiye almıyorsunuz, biz de gider ‘adaletsizliğe dur demenin vakti geldi’ diyerek, DENK Partisi’ne akacak olan Müslümanlar için başka seçenek kalmamıştır.
İşte bu nedenle, 22 Kasım seçimlerinde rüzgar DENK partisi lehine esmektedir. Müslümanlar ve diğer azınlıklar, milletvekili listelerinde düşünce özgürlüğüne tahammül edemeyen partilere inat, zulme ‘hayır’ diyen DENK’ten başka çare görmemektedirler.
Tunahan Kuzu ve Farid Azarkan’ın liderlikten ayrılmalarından sonra dağılacağı ve hatta yok olacağı tahmin edilen DENK Partisi’nin, Stephan van Baarle’nin siyasi liderliğinden sonra hiçbir şansı olmadığı fikri ağırlık kazanırken, Van Baarle’nin, gerek Temsilciler Meclisi kürsüsünde, gerek televizyon tartışma programlarında ve gerekse İsrail karşıtı mitinglerde, haksızlığın karşısında susmaması, DENK Partisi’ne gönül vermiş olanların dışındaki yerli ve yabancı seçmenlerde büyük bir memnuniyet yarattı.
Babası, Hollanda’ya kısa bir ziyaret yapmış bir Türk olan Van Baarle, bu nedenle Türkler’in de sempatisini kazanmıştır.
Başlangıçta yok olacağı düşünülen DENK Partisi’nin, son anketlerde, 3 olan sandalye sayısı dörde ve hatta beşe yükseleceği görülüyor.
Böyle bir durum karşısında, her nerede olursa olsun, seçimlerde rengini belli etmemesi gereken benim gibi bir gazeteci de, ‘Oyum DENK Partisinedir’ diyor.
DENK Partisi’nin seçim listesindeki ilk üç sırada Stephan van Baarle, Doğukan Ergin ve İsmail El Abbasi yer alıyor. Üçünün de seçilmesine garanti gözüyle bakılıyor.
Tunahan Kuzu’nun seçim kampanyasını organize işlerine üzerine almış olması, DENK Partisi için tabii ki yararlı olacaktır. Ejder Köse’nin Parti Başkanlığı, Stephan van Baarle’nin de siyasi liderlik rolünü alması, DENK Partisi’ne çok şey kazandıracaktır.
Listede yer alan ilk üç sıradan sonra, 46’ıncı sıraya kadar yer alan adayların dört ve hatta beşincisi de kazanacaklar sınıfına girebilir. Tabii ki tercihli oylar da sıralamayı değiştirebilecek.
Öte yandan, Türkler İçin Danışma Kurulu İOT Başkanı Zeki Baran, Hollanda’daki Türk toplumunu sandık başına gitmeye çağırdı. Baran yaptığı açıklamasında, “VVD Partisi Hollanda’ya göçü önemli ölçüde sınırlamak istiyor ve bu amaçla gerekirse PVV ile işbirligi yapacak. VVD sıkı göç politikasını nasıl uygulayacak? Parti içinde yapılan tartışmalarda sıkça gündeme geldiği şekilde, Hollanda’nın göçmenler için daha az çekici hale gelmesi, temel çıkış noktalarından birisi. Bu durumda VVD ağırlıklı sağ bir koalisyon hükümetinin işbaşına gelmesi halinde, uygulanacak göç karşıtı politikalardan tüm göçmenler gibi Türkler de olumsuz etkilenecekler.” dedi.
22 Kasım Çarşamba günü sandığa giderek, tercihinizi belli edin. Oyunuz boşa gitmesin!
HOLLANDALILAR’IN GÖZ ARDI ETTİĞİ VEYA GÖREMEDİĞİ GERÇEKLER:
Hollanda’da, siyasi hareketliliği ile hükümet düşürecek kadar güçlenen ve sempati kazanan Pieter Omtzigt için daha önce, “Omtzigt seviliyor ama eşi değil” gibi bir başlıkla bir şeyler yazmıştım. Omtzigt’in hükümet düşürecek kadar sempati kazandığını, ne varki eşi Ayfer Koç’un, Belediye meclis üyeliği yaptığı Enschede şehrinde sempatik bulunmadığını, gazetelere verdiği Türkiye aleyhindeki beyanatları nedeniyle de Türkler tarafından sevilmediğini yazmıştım. O yazıdan sonra Ayfer Koç hanım beni telefonla aradı ve itirazlarını belirtti. Ben de kendisine, ‘Anlatmak istediklerinizi yazın, nokta ve virgülüne kadar aynen yayınlayayım’ dedim ama maalesef bir yazı gelmemişti.
Pieter Omtzigt ve eşi Ayfer Koç
Şimdi, gelelim sevilen Omtzigt’in bende bıraktığı izlenime:
Hatırlayacaksınız, daha önceki koalisyon çalışmaları sırasında, Omtzigt için bir Bakanlık önerisi yapan aracıya, ‘Başka göreve’ diye bir not düşen Başbakan Rutte’nin bu çıkışı pek çok kimse tarafından farkedilmemişti.
Evet, Omtzigt, Rutte’nin koalisyon hükümetini devirmişti ve Rutte de ona bu yüzden kızmış olabilirdi. Ama hiç kimse, Rutte’nin Omtzigt’e, bir arabuluculuk yüzünden sırt çevirmiş olabileceğini hiç düşünmemişti. Neydi Rutte’yi bu kadar kızdırabilecek arabuluculuk?
Yine hatırlayacaksınız, Sywert van Lienden adında bir ünlü, corona salgını sırasında Hollanda devletine 40 milyon ağız maskesi satmıştı. “Şahsi kâr yapmıyorum, geliri yardım kuruluşuna veriyorum” diyerek bu satışı yapan Van Lienden, daha sonra 80 milyon adetlik bir satış için, Pieter Omtzigt ile birlikte Rutte’ye gitmişti Rutte ile görüşen ikili daha sonra ilgili Bakan ve diğer bürokratlar ile de görüşmüştü.
Daha sonra Van Lienden’in yalan söylediği ve alış satış işlemini yardım Vakfı üzerinden değil, ortak olduğu bir limited şirket üzerinden yaptığı ve çok para kazandığı anlaşıldı. Yargılanan Van Lienden için ‘Hollanda’nın Sülün Osman’ı başlıklı bir yorum yazdığımı da hatırlayacaksınız. Mahkeme Van Lienden ve ortaklarının tüm mallarına el koydu. Yargı hâlâ devam ediyor.
Yukarıdaki fotoğraf ile saptanan Rutte-Omtzigt kavgası:
Koalisyon çalışmaları için Annemarie Jorritsma ve Kajsa Ollongren arabulucu olarak seçilmişlerdi. Arabulucuların, Başbakan Rutte ile yapmış oldukları görüşme sonrasında yapılan açıklamalarda, önemli bir konu dile getirilmemişti. Bu konu, büyük bir tesadüf eseri, çekilen bir fotoğraf sayesinde su yüzüne çıkmıştı.
Yağmurlu bir günde elinde dosyalarla yürüyen Ollogren’in bir fotoğrafı çekilmişti. O fotoğrafta, dosyanın görülen yüzündeki sayfa büyütülünce, ‘Omtzigt’e başka bir görev’ satırı rahatça okunuyordu.
İşte bu fotoğraf, Başbakan Rutte’nin arabuluculara, ‘Omtzigt’i kabinede istemiyorum’ demiş olduğunu ortaya seriyordu.
Omtzigt ile Van Lienden arasındaki ilişkinin analizi:
Pieter Omtzigt’in Mark Rutte ve Sywert van Lienden arasındaki aracılık rolünün etik çerçevesini ve olası sonuçlarını anlamak önemlidir. Omtzigt, bir milletvekili olarak, çıkarları temsil ederken ve taraflar arasında bağlantı kurarken şeffaflık ve dürüstlükle hareket etme sorumluluğuna sahiptir. Van Lienden gibi üçüncü bir tarafın başbakanla görüşmelere dahil edilmesi, özellikle Omtzigt ve Van Lienden arasında kişisel veya iş ilişkileri varsa, çıkar çatışmaları konusunda soru işaretlerine yol açabilir.
Şeffaflık ve dürüstlük: Siyasetçilerin, özellikle taraflar arasındaki görüşmeleri kolaylaştırırken şeffaflık ve dürüstlükle hareket etme sorumluluğu ve bunun çıkar çatışması algılarını nasıl etkileyebileceği.
Milletvekillerinin rolü: Milletvekillerinin davranışlarına ilişkin beklentiler ve bunun halka ve temsil ettikleri çıkarlara karşı sorumluluklarıyla nasıl ilişkili olduğu.
Siyasete duyulan güven üzerindeki etki: Siyasi karar alma süreçlerinin bütünlüğüne yönelik kamu güvenini korumak için açıklık ve dürüstlüğün önemi.
Etik kurallara uygunluk: Bu tür durumlar için geçerli olan etik kuralların ve yasaların incelenmesi ve Omtzigt’in eylemlerinin bu kurallara uygun olup olmadığı.
Dengeli bir bakış açısı sağlamak, farklı bakış açılarını vurgulamak ve gerçeklerin ve etik hususların daha derinlemesine analiz edilmesine olanak tanımak çok önemlidir.
Şimdi, Rutte’nin, Omtzigt için neden ‘Başka bir görev’ dediğini az da olsa anladınız mı?
Ben anladım ama pek çok Hollandalı anlayamadı.
Türkiye’nin Sülün Osmanı Hollanda’nın Sülün Osmanı Van Lienden
Omtzig için ikinci bir sakıncalı durum ise, geçen hafta yayınladığım, ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış birinin serbest bırakılması için yapılmakta olan kampanyalara dahil olması ve kendisini hapishanede sık sık ziyaret etmiş olması gösteriliyor.
Omtzigt’in insanlar üzerindeki en itici davranışından biri de, “Başbakanlık yapmayı düşünmüyorum” demesidir. Omtzigt defalarca verdiği beyanlarında, birinci parti seçilmeleri durumunda, kabineyi kendisinin değil, bir başkasının kurma ihtimalinden söz ediyor.
Başbakanlığı kendi partisinden bir başkasının veya koalisyon ortaklarından birinin yapabileceğinden söz eden Omtzigt, azınlık kabinesini tercih edeceğini de söylüyor.
İşte, son günlerdeki bu beyanatlar seçmen üzerinde tereddüt yaratıyor.
Omtzigt’in bu davranışına şüpheyle bakanların çoğu kendisine oy vermeyecektir tabii.
Omtzigt için sakıncalar bunlardı.
DİLAN YEŞİLGÖZ’ÜN SAKINCALARI
‘Dilan Yeşilgöz için sakıncalarımız ne?’ diye soracaksınız.
Yeşilgöz için ilk sakınca, kendisi bir siyasi sığınmacı ailenin kızı olduğu halde, ilticacılığa karşı olduğunu açıklaması birinci sakınca olmalı.
Irkçı siyasetçi Wilders ile koalisyon kurmakta tereddüt etmeyeceğini belirtmesi de ikinci sakınca olmalı.
Dilan Yeşilgöz, çok eleştirildiği, kalaşnikoflu nine fotoğrafının önünde verdiği pozu ile…
Kendisinden ‘Türk kökenli’ ve ‘Türkiyeli’ diye söz edilmesine çok kızan Yeşilgöz, bu tavrını son televizyon söyleşisinde göstermişti. Muhatabının, ‘Şimdi gelelim sizin ülkeniz Türkiye’ye’ sözüne çok kızan Yeşilgöz, “Türkiye hiç bir zaman benim ülkem olmadı. Benim Türk pasaportum da olmadı” diye hiddetlenerek Türkiye ve Türkleri böylece rencide etmişti.
Kaldı ki biz kendisinden hep ‘kızımız’ olarak söz ediyorduk.
BİR SKANDAL DA SPORDA
Dilan Yeşilgöz ve VVD Partisi, seçim öncesinde kuralları çiğnemeye devam ediyorlar. Son skandal, dünya şampiyonu bir sporcuya yapıldı. Bakınız Platform Dergisi bu konuyu nasıl yayınlamış:
Hollanda’da başbakan adayı Dilan Yeşilgöz’ün, Dünya Ağır Sıklet Kickboks Şampiyonu Rico Verhoeven ile birlikte ringe çıktığını gösteren video, siyasi tartışma yarattı.
Hollanda’da Dünya Ağır Sıklet Kickboks Şampiyonu Verhoeven’dan
VVD lideri Dilan Yeşilgöz’e ‘siyasi istismar’ suçlaması.
Verhoeven, Hollanda Olimpiyat Komitesi ve Spor Federasyonu (NOC* NSF) tarafından hazırlanan bir videonun, VVD tarafından siyasi amaçla kullanıldığını savunarak, tepki gösterdi.
NOC*NSF de tartışma sonrası açıklama yaptı. Açıklamada, “Bu VVD’nin bir kampanya videosu değil, bu bizim kampanyamız. Amaç, imkanları kısıtlı insanlara spor yapabilecekleri bir alan sağlamaktı” denildi.
Yeşilgöz, NOC*NSF tarafından, sosyal açıdan dezavantajlı gençlerin spora kazandırılması amacıyla başlatılan “Siyaset, harekete geç!” başlıklı kampanyaya destek amacıyla, 2 hafta önce Rico Verhoeven ile ringe çıktı.
Kickboks antrenmanı sırasında çekilen video, 22 Kasım’da yapılacak erken seçim öncesi, hem Yeşilgöz hem de VVD’nin resmi sosyal medya hesaplarından paylaşıldı.
VVD’nin mesajında, “Parti liderimiz Dilan Yeşilgöz, Rico Verhoeven ile birlikte ringe çıktı” denildi.
Verhoeven, Pazartesi akşamı katıldığı bir televizyon programında, NOC*NSF videosunun, siyasi propaganda için kullanılmasına tepki gösterdi.
Kendisini siyasi istismara uğramış hissettiğini belirten Verhoeven, videonun yayımlanmasının ardından, Artık ‘VVD yanlısı’ gibi göründüğünü söyledi.
Hollandalı sporcu, “Bu hiç de komik değil. Bu videonun amacı bu değildi. Şimdi herkes, ‘Rico, VVD yanlısı’ diyor. Ben ne sağcıyım ne de solcu. Siyasete fazla karışmak istemiyorum” dedi.
NOC*NSF sözcüsü ise Hollanda medyasına yaptığı açıklamada, kampanyanın siyasi tartışmaların içine çekilmesini, Rico Verhoeven ve çevresi açısından çok can sıkıcı bulduklarını söyledi.
AD gazetesine konuşan sözcü, “Bu VVD’nin bir kampanya videosu değil, bu bizim kampanyamız, parasını biz ödüyoruz” dedi.
NOC*NSF’nin siyasi açıdan tarafsız olduğunun da altını çizen sözcü, kampanyaya destek için 5 parti liderinin, değişik dallardan 5 sporcuyla kamera karşısına geçtiğini belirtti.
HOLLANDALI GAZETECİ DE “YALANCI VE MENFAATÇI” DEDİ
Bakınız, Jeroen Corduwener adlı ünlü bir gazeteci, Dilan Yeşilgöz’e yazdığı açık mektubunda neler demiş:
Bayan Yeşilgöz
Hollanda’ya 7 yaşında bir kız çocuğu olarak, mülteci bir çocuk olarak bir tekneyle geldiğinizi iddia ediyorsunuz. Sizin tarafınızdan 20 yıl önce tarif edilen bu iddiaya karşı, Hollanda’ya Hollanda hükümeti tarafından ödenen bir bilet ile KLM uçağıyla, aile birleşiminin bir parçası olarak getirildiniz.
Kısa bir süre Sosyalist Parti üyesi olduğunuzu ve kısa süre sonra partiden ayrıldığınızı iddia ediyorsunuz. Gerçek şu ki, yedi yıl boyunca SP’nin bir üyesi oldunuz, orada bir yönetim kurulu üyesi pozisyonunda bulundunuz ve sığınmacılara “üçüncü sınıf vatandaş” olarak davrandığını söylediğiniz dönemin Devlet Bakanı Rita Verdonk’un, sığınma politikasına karşı bir gösteriye liderlik ettiniz. “Şayet15 yıl sonra kaçmış olsaydık, şu anda hala bir ilticacı kampında oturuyor ve sınır dışı edilmeyi bekliyor olurdum” demiştiniz.
Size bir mülteci olarak mağdur muamelesi yaptıklarını iddia ederek SP’den ve İşçi Partisi ya da Yeşil Sol’dan ayrıldığınızı belirtiyorsunuz. SP’ye göre bu hikayenin hiç biri doğru değil.
Kendi isteğiniz dışında 7 yıl boyunca mağdur muamelesi görmenize neden izin verdiniz.
Yönetim kuruluna seçildiniz, sert iltica politikalarına karşı bir gösteri düzenlediniz?
Amsterdam’ın merhum Belediye Başkanı Van der Laan’ın güvenlik politikası konusunda yakın çalışma arkadaşı olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Ancak o dönemdeki meslektaşlarınıza göre, gerçek şu ki, siz bu alandaki pek çok devlet memurundan biriydiniz. Follow the Money’de çalışan o meslektaşlarınızdan biri, “Tipik Dilan, kendini olduğundan daha büyük gösteriyor” dedi.
Hırslarınız kariyerinizle senkronize olmadığı bir sırada, kendinizi Ayaan Hirsi Ali’nin yerine geçmeye layık görüldünüz ve VVD’ye geçtiniz:
Selefiniz Bay Rutte yalanlar içinde yüzüyordu ve bunu başbakanlığı sırasında sürekli yaptı. Hoş değil, hiç değil, ama başbakanlığa giden yolu açmak için yalan ve hileyi kullandığı için onu suçlayamayız.
Ama siz yaptınız. Şimdi geçmişinizle tutarsız bir resim çiziyorsunuz. Ve böylece kendi tarihinizi uyarlıyorsunuz. Mültecilerle ilgili şu anki kuduz ama gerçekte yanlış görüşlerinizi kanıtlamak amacıyla yapıyorsunuz bunları.
Böylece, sadece kendi kariyeriniz için mültecileri mağdur etmekle kalmıyorsunuz. Hepsinden önemlisi, insan hakları aktivisti ve avukatı sığınmacı bir babanın kızı ve bir mülteci örgütünün yöneticisi olarak mültecilerin çıkarları için barikatlarda bulunan bir annenin kızı olarak kendi kökeninizi inkâr ediyorsunuz.
Bunları yapamazsınız. Barikatları lüksle takas ettiniz ve oradan, ilk başta çok sıkı ve sert bir şekilde ilan ettiğiniz görüşleri reddediyorsunuz.
İlkelerini açıkça inkar eden, dahası bu konuda açıkça yalan söyleyen, kişisel hırsları uğruna kendisinin de ait olduğu mültecilerin çıkarlarını küçümseyen bir başbakan adayıyla Hollanda’daki bizler ne yapacağız?
SONUÇ
Seçime 12 gün kala yazmış olduğum yukarıdaki yorumlarda eleştirilen Dilan Yeşilgöz için eleştiriler bundan sonraki günlerde de devam edecektir. Güçlü partiyi güçsüz duruma düşürecek olan Yeşilgöz için bu seçim, ‘son seçim’ olacak gibi görülüyor.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
******************************
Yazının Hollandacası
MIJN STEM VOOR DE DENK BIJ DE NEDERLANDSE VERKIEZINGEN…
Stephan van Baarle, de huidige leider van de DENK-partij, die is opgericht door Turken en alle buitenlanders omarmt in plaats van politieke partijen die de problemen van buitenlanders en vooral moslims die in het land wonen negeren, heeft ook Turks bloed.
Om de race om het premierschap te winnen, zullen 3 partijen elkaar fel beconcurreren in Nederland, waar het essentieel is om de meeste stemmen te krijgen.
Terwijl de negatieve gedragingen van Pieter Omtzigt en Dilan Yeşilgöz, de grootste kandidaten voor het premierschap, worden genegeerd, doet de derde kandidaat Frans Timmermans een vossenwandeling.
Een journalist noemt Yesilgöz ‘een leugenaar en een manipulator’…
İlhan KARAÇAY’s verkiezingsanalyse:
Ik wil dit artikel, dat sommigen van streek zal maken en anderen zal verrassen, als volgt beginnen:
Nederland is een land dat zich van oudsher heeft onderscheiden op het gebied van democratie en vrijheden. Ze staan bekend om hun hoge vrijheden, democratische principes en een samenleving gebaseerd op tolerantie. Nederlanders zijn vaak pioniers geweest in het accepteren van pluralisme en diversiteit. Als samenleving die deze waarden heeft omarmd, hebben ze een omgeving gecreëerd waarin verschillende culturen, overtuigingen en gedachten vreedzaam kunnen samenleven.
De democratische structuur en liberale sfeer van Nederland hebben de bewondering van veel mensen gewonnen. Het behouden en bevorderen van deze waarden kan een belangrijk voorbeeld zijn op internationaal niveau. Als we het Nederlandse volk willen bedanken, kunnen we onze gevoelens misschien rechtstreeks delen met het Nederlandse volk of op Nederland-specifieke platforms. Het respecteren van ieders begrip en culturele erfgoed kan een belangrijke stap zijn op weg naar een meer harmonieuze wereld.
Bij de algemene verkiezingen die op 22 november in Nederland worden gehouden, zullen inflatie, gezondheid, huisvesting, immigratie en klimaatkwesties in algemene termen een beslissende rol spelen.
Door de Israëlisch-Palestijnse oorlog is het onvermijdelijk dat de misdaden tegen de menselijkheid die in Palestina worden gepleegd, hun weerslag zullen hebben op de verkiezingen in Nederland.
Het feit dat politieke partijen niet geïnteresseerd zijn in kandidaten van Turkse en moslimafkomst en deze zelfs uitsluiten, geeft aan dat de in Nederland wonende moslims, van wie het aantal de 2 miljoen nadert, zich tot de DENK-partij zullen wenden.
In de stemvoorkeur van de Nederlandse kiezers staat gezondheidszorg (65%) op de eerste plaats, gevolgd door de betrouwbaarheid van de overheid (63%). Inflatie (62%), normen en waarden (60%), immigratie en asiel (55%) zullen de richting van de stemmen bepalen.
Frans Timmermans, Dilan Yeşilgöz en Pieter Omtzigt in een televisiedebat.
Pieter Omtzigt, Frans Timmermans en Dilan Yeşilgöz worden gezien als de beste kandidaten voor het premierschap. NSC-leider Omtzigt is nog steeds de hoogst gewaardeerde politicus, gevolgd door VVD-leider Yeşilgöz en GroenLinks/PvdA-leider Timmermans als derde kandidaat.
De val van het vierde kabinet Rutte over de vluchtelingenkwestie voor de zomervakantie zorgde voor politieke aardbevingen. Met de val van het kabinet traden de leiders van de regeringspartijen VVD, D66 en CDA af en kondigden aan zich terug te trekken uit de politiek. Dit aftreden werd gevolgd door de oppositiepartijen en bijna alle partijleiders (behalve de Socialistische Partij) stelden zich niet kandidaat voor de verkiezingen van 22 november.
Aan de andere kant stoorden de vernietiging van een natie voor de ogen van de mensheid, de poging van Israël om Palestina van de kaart te vegen, de bevooroordeelde houding van andere politieke partijen, vooral premier Rutte en zijn partij, de moslims in Nederland. Het feit dat zelfs de linkse partijen voorstander waren van de acties van de Israëlische regering leidde tot het terugtrekken van Kauthar Bouchallikht, de enige hoofddeksel-afgevaardigde van de Tweede Kamer, die afgelopen zittingsperiode werd gekozen als Kamerlid van de partij GroenLinks.
Deze twee concrete ontwikkelingen en de houding van politieke partijen die met twee maten meten tegen de onderdrukking in Palestina hebben een aanzienlijk deel van de in Nederland wonende moslims naar de partij DENK geleid. Het feit dat de leider van de DENK-partij, Stephan van Baarle, niet zwijgt tegenover het onrecht, zowel in de Tweede Kamer als in discussieprogramma’s op televisie en anti-Israël rally’s, zal Turken en moslims in Nederland en veel Nederlanders aanmoedigen om op DENK te stemmen bij de verkiezingen op 22 november.
Wat te doen tegenover het feit dat de Nederlandse politieke partijen de Turkse gemeenschap van meer dan een half miljoen en de moslimgemeenschap van bijna twee miljoen die in het land wonen bijna negeren en negeren, is natuurlijk duidelijk.
“Omdat jullie ons niet serieus nemen, hebben we geen andere optie meer voor de moslims die naar de DENK Partij zullen stromen door te zeggen ‘het is tijd om het onrecht te stoppen’.
Daarom waait de wind in het voordeel van de DENK-partij bij de verkiezingen van 22 november. Moslims en andere minderheden zien geen andere keuze dan DENK, die ‘nee’ zegt tegen onderdrukking, ondanks de partijen die geen vrijheid van denken kunnen tolereren op hun parlementaire lijsten.
Terwijl het idee dat de DENK-partij, waarvan werd voorspeld dat deze uit elkaar zou vallen en zelfs zou verdwijnen na het vertrek van Tunahan Kuzu en Farid Azarkan uit de leiding, geen kans meer had, na het politieke leiderschap van Stephan van Baarle, heeft Van Baarle’s weigering om te zwijgen tegenover onrecht, zowel in de Tweede Kamer, in televisie-discussieprogramma’s en in anti-Israël rally’s, grote tevredenheid gecreëerd bij andere lokale en buitenlandse kiezers dan diegenen die de DENK-partij een warm hart toedragen.
Van Baarle, wiens vader een Turk was die Nederland kort bezocht, heeft daarmee ook de sympathie van Turken gewonnen.
De DENK-partij, waarvan aanvankelijk werd gedacht dat ze zou verdwijnen, lijkt in de laatste peilingen haar zetelaantal te verhogen van 3 naar vier of zelfs vijf.
Geconfronteerd met een dergelijke situatie zegt een journalist zoals ik, die zijn kleur bij de verkiezingen niet mag prijsgeven waar hij ook is, “Mijn stem is voor de DENK-partij”.
Stephan van Baarle, Doğukan Ergin en Ismail El Abbasi staan op de eerste drie plaatsen op de verkiezingslijst van de DENK-partij. Alle drie zijn ze vrijwel zeker van verkiezing.
Het feit dat Tunahan Kuzu de organisatie van de verkiezingscampagne op zich heeft genomen, is natuurlijk gunstig voor de DENK-partij. Ejder Köse die de rol van partijvoorzitter op zich neemt en Stephan van Baarle die de rol van politiek leider op zich neemt, zullen de DENK-partij veel brengen.
Na de eerste drie plaatsen op de lijst kunnen vier of zelfs vijf van de kandidaten die tot de 46e plaats staan ook als winnaars worden aangemerkt. Voorkeursstemmen kunnen de ranglijst natuurlijk ook veranderen.
Aan de andere kant riep Zeki Baran, voorzitter van het Inspraak Orgaan Turken (IOT), de Turkse gemeenschap in Nederland op om te gaan stemmen. In zijn verklaring zei Baran: “De VVD wil de immigratie naar Nederland aanzienlijk beperken en zal hiervoor zo nodig samenwerken met de PVV. Hoe gaat de VVD haar strenge immigratiebeleid uitvoeren? Een van de belangrijkste uitgangspunten is dat Nederland minder aantrekkelijk wordt voor immigranten, zoals vaak besproken in discussies binnen de partij. Als er dan een door de VVD gedomineerde rechtse coalitieregering komt, zullen Turken, net als alle immigranten, negatieve gevolgen ondervinden van het te voeren anti-immigratiebeleid.”
FEITEN DIE NEDERLANDERS NEGEREN OF NIET ZIEN:
Ik had eerder iets geschreven over Pieter Omtzigt, die sterk genoeg werd om de regering in Nederland ten val te brengen met zijn politieke mobiliteit en sympathie kreeg, met een titel als “Omtzigt is geliefd maar zijn vrouw niet”. Ik had geschreven dat Omtzigt genoeg sympathie had gekregen om de regering ten val te brengen, maar dat zijn vrouw Ayfer Koç niet geliefd was in Enschede, waar ze lid was van de gemeenteraad, en dat ze niet geliefd was bij Turken vanwege haar uitspraken tegen Turkije in de kranten. Na dat artikel belde mevrouw Ayfer Koç me op en uitte haar bezwaren. Ik zei tegen haar: “Schrijf op wat je wilt zeggen en ik zal het precies zo publiceren, tot op de punt en de komma”, maar helaas kwam er geen artikel.
Pieter Omtzigt en zijn vrouw Ayfer Koç
Dan nu mijn indruk van de populaire Omtzigt:
U zult zich herinneren dat tijdens de vorige coalitieonderhandelingen de uitval van premier Rutte door velen niet werd herkend toen hij de tussenpersoon die Omtzigt een ministerspost had aangeboden een briefje schreef met de tekst “‘functie elders’.
Ja, Omtzigt had Ruttes coalitieregering omvergeworpen en Rutte was daar misschien boos om. Maar niemand had ooit gedacht dat Rutte Omtzigt de rug zou toekeren vanwege een bemiddeling. Welke bemiddeling zou Rutte zo boos hebben kunnen maken?
Je herinnert je misschien dat een beroemdheid genaamd Sywert van Lienden tijdens de coronapandemie 40 miljoen mondmaskers aan de Nederlandse staat verkocht. Van Lienden, die deze verkoop deed door te zeggen “Ik maak geen persoonlijke winst, ik geef de inkomsten aan de hulporganisatie”, ging later samen met Pieter Omtzigt naar Rutte voor een verkoop van 80 miljoen stuks.
Later werd bekend dat Van Lienden had gelogen en dat hij de verkoop niet via de hulpstichting had gedaan, maar via een BV waarin hij vennoot was, en dat hij veel geld had verdiend. Je zult je ook herinneren dat ik een commentaar heb geschreven over Van Lienden, die terecht staat, getiteld ‘De fazant Osman van Nederland’. De rechtbank heeft beslag gelegd op alle eigendommen van Van Lienden en zijn partners. Het vonnis loopt nog.
Annemarie Jorritsma en Kajsa Ollongren zijn gekozen als bemiddelaars voor de coalitiebesprekingen. In de verklaringen van de bemiddelaars na hun ontmoeting met premier Rutte werd één belangrijke kwestie niet genoemd. Deze kwestie kwam aan de oppervlakte dankzij een foto die door een groot toeval was genomen.
Er is een foto genomen van Ollogren die op een regenachtige dag met dossiers in zijn hand loopt. Op die foto was, wanneer de pagina aan de zichtbare kant van het dossier werd vergroot, de regel ‘functie elders’ goed te lezen.
Uit deze foto bleek dat premier Rutte tegen de bemiddelaars had gezegd: “Ik wil Omtzigt niet in het kabinet”.
De analiese van de relatie tussen Omtzigt en Van Lienden:
Het is belangrijk om het kader van ethiek en de mogelijke implicaties van de rol van Pieter Omtzigt als tussenpersoon tussen Mark Rutte en Sywert van Lienden te begrijpen. Omtzigt, als parlementslid, heeft een verantwoordelijkheid om transparant en integer te handelen bij het behartigen van belangen en het verbinden van partijen. Het betrekken van een derde partij, zoals Van Lienden, in gesprekken met de Minister-President kan vragen oproepen over belangenverstrengeling, vooral als er persoonlijke of zakelijke relaties spelen tussen Omtzigt en Van Lienden.
Het schrijven over deze kwestie kan de volgende punten omvatten:
Transparantie en integriteit: De verantwoordelijkheid van politici om transparant en integer te handelen, met name bij het faciliteren van ontmoetingen tussen partijen, en hoe dit de perceptie van belangenverstrengeling kan beïnvloeden.
Rol van parlementsleden: De verwachtingen van het gedrag van parlementsleden en hoe dit zich verhoudt tot hun verantwoordelijkheden jegens het publiek en de belangen die ze behartigen.
Impact op vertrouwen in de politiek: Het belang van openheid en eerlijkheid om het vertrouwen van het publiek in de integriteit van politieke besluitvorming te behouden.
Naleving van ethische richtlijnen: Het onderzoeken van de ethische richtlijnen en wetten die van toepassing zijn op dergelijke situaties en of de handelingen van Omtzigt binnen deze richtlijnen vallen.
Het is cruciaal om een gebalanceerd perspectief te bieden, waarbij verschillende standpunten worden belicht en er ruimte is voor een diepere analyse van de feiten en ethische overwegingen.
Begrijp je nu een beetje waarom Rutte ‘functie elders’ voor Omtzigt zei?
Ik wel, maar veel Nederlanders niet.
Turkije’s Fazant Osman Van Lienden, Nederland’s Fazant Osman
Een tweede aanstootgevend aspect van Omtzigts gedrag is, zijn betrokkenheid bij de campagne voor de vrijlating van een tot levenslang veroordeelde man, die ik vorige week publiceerde, en zijn frequente bezoeken aan hem in de gevangenis.
Een van Omtzigts meest aanstootgevende gedragingen is dat hij zegt: “Ik ben niet van plan premier te worden”. Omtzigt heeft herhaaldelijk verklaard dat als de eerste partij wordt gekozen, hij niet zelf het kabinet zal vormen, maar iemand anders.
Omtzigt zegt dat iemand anders van zijn eigen partij of een van de coalitiepartners premier zou kunnen worden, en hij zegt ook dat hij de voorkeur zou geven aan een minderheidskabinet.
Deze uitspraken van de afgelopen dagen zorgen voor aarzeling bij de kiezers.
Natuurlijk zullen de meesten die sceptisch zijn over het gedrag van Omtzigt niet op hem stemmen.
Dit waren de nadelen voor Omtzigt.
DE NADELEN VAN DİLAN YEŞİLGÖZ
Wat zijn de nadelen voor Dilan Yeşilgöz?
Het eerste nadeel voor Yeşilgöz is dat ze, hoewel ze de dochter is van een familie van politieke asielzoekers, heeft verklaard dat ze tegen asiel is.
Het tweede nadeel is dat ze heeft verklaard dat ze niet zou aarzelen om een coalitie te vormen met de racistische politicus Wilders.
Dilan Yeşilgöz poseerde voor de veel bekritiseerde foto van een oma met een Kalashnikov…
Yeşilgöz, die erg boos is over het feit dat zij wordt aangeduid als ‘van Turkse afkomst’ en ‘uit Turkije’, toonde deze houding in zijn laatste televisie-interview. Yeşilgöz, die erg boos was op de opmerking van zijn gesprekspartner, “Laten we het nu over jouw land Turkije hebben”, zei: “Turkije is nooit mijn land geweest. Ik heb ook nooit een Turks paspoort gehad” en beledigde daarmee Turkije en Turken.
Bovendien hadden we altijd naar haar verwezen als ‘onze dochter’.
NEDERLANDSE JOURNALIST NOEMDE HAAR OOK “LEUGENAAR EN EIGENBELANG”.
Kijk wat een journalist genaamd Jeroen Corduwener zei in zijn open brief aan Dilan Yeşilgöz:
Mevrouw Yesilgöz
📣 U beweert dat u als 7 jarig meisje in een bootje naar Nederland kwam, als vluchtelingenkind. De werkelijkheid beschreef u notabene zelf, 20 jaar geleden: u werd met een door de Nederlandse regering betaald ticket met een KLM vlucht naar Nederland gebracht, in het kader van gezinshereniging.
📣 U beweert dat u een korte tijd lid bent geweest van de Socialistische Partij, waar u al snel vertrok. De werkelijkheid is dat u 7 jaar lid bent geweest van de SP, daar een bestuursfunctie vervulde en ondermeer een demonstratie leidde tegen het asielbeleid van toenmalig staatssecretaris Rita Verdonk, die volgens u asielzoekers als “derderangs burgers” behandelde. ‘Als wij vijftien jaar later waren gevlucht, zat ik nu nog in een AZC, wachtend op het moment dat ik gedeporteerd zou worden’, waren uw woorden. Toen.
📣 U beweert dat u de SP en ook de PvdA of Groenlinks verliet omdat ze u, als vluchteling, behandelde als slachtoffer. Volgens de SP klopt er niets van dat verhaal. Waarom zou u zich 7 jaar lang tegen wil en dank als slachtoffer laten behandelen, in het bestuur laten kiezen, een demonstratie organiseren tegen hardvochtig asielbeleid?
📣 U beweert dat u een naaste medewerker was van wijlen burgemeester Van der Laan van Amsterdam op het gebied van veiligheidsbeleid. Maar de werkelijkheid is, volgens collega’s uit die tijd, dat u één van de vele ambtenaren was op dat terrein. ‘Typisch Dilan, zichzelf groter maken dan ze werkelijk is’, aldus één van die collega’s in Follow the Money.
📣 Toen de ambities niet synchroon liepen met de carrière, waagde u de overstap naar de VVD, waar u als een waardige vervangster van Ayaan Hirsi Ali werd gezien.
📣 Uw voorganger, meneer Rutte, grossierde in leugens, en deed dat tijdens zijn premierschap. Niet fraai, allerminst zelfs, maar we kunnen hem er niet op betrappen dat hij met leugen en bedrog de weg naar het premierschap plaveide.
📣 U wel. U schetst nu een beeld van u zelf dat niet strookt met uw verleden. En dus past u uw eigen geschiedenis aan. Met als doel om uw huidige rabiate, maar feitelijke onjuiste standpunten over vluchtelingen te kunnen onderbouwen.
📣 Zo slachtoffert u niet alleen vluchtelingen voor uw eigen carrière. U verloochent vooral uw eigen afkomst, dochter van een vader die gevlucht is, een mensenrechtenactivist en advocaat, en van een moeder die als directeur van een vluchtelingenorganisatie op de barricades stond voor belangen van vluchtelingen.
📣 U niet. Niet meer. U heeft de barricades ingeruild voor pluche, en verwerpt vanaf daar de standpunten die u eerst zo ferm en hard verkondigde.
📣 Wat moeten wij in Nederland met een premiers kandidaat die haar principes openlijk verloochent, daarover bovendien aantoonbaar liegt, de belangen van vluchtelingen – waartoe ze zelf behoort – schoffeert ten behoeve van haar persoonlijke ambities?
EEN SCHANDAAL IN DE SPORT
Dilan Yesilgöz en de VVD Partij blijven de regels overtreden voor de verkiezingen. Het laatste schandaal betrof een wereldkampioen. Bekijk hoe Platform Magazine deze uitgave publiceerde:
In Nederland heeft een video waarop premier-kandidaat Dilan Yeşilgöz te zien is in de ring met wereldkampioen zwaargewicht kickboksen Rico Verhoeven een politiek debat ontketend.
Wereldkampioen zwaargewicht kickboksen Verhoeven in Nederland, VVD-leider Dilan Yeşilgöz beschuldigd van ‘politiek misbruik’.
Verhoeven reageerde door te stellen dat een video die was gemaakt door het Nederlands Olympisch Comité en Sportfederatie (NOC*NSF) door de VVD was gebruikt voor politieke doeleinden.
NOC*NSF legde na de discussie ook een verklaring af. “Dit is geen campagnevideo van de VVD, dit is onze campagne. Het doel was om kansarme mensen een plek te geven om te sporten.”
Yeşilgöz stapte 2 weken geleden de ring in met Rico Verhoeven ter ondersteuning van de campagne getiteld “Politiek, kom in actie!” die NOC*NSF lanceerde om maatschappelijk kansarme jongeren aan het sporten te krijgen.
De video, die werd opgenomen tijdens een kickbokstraining, werd voor de vervroegde verkiezingen op 22 november gedeeld op de officiële social media accounts van zowel Yeşilgöz als VVD.
“Onze partijleider Dilan Yeşilgöz stapte de ring in met Rico Verhoeven,” aldus het bericht van de VVD.
Verhoeven reageerde maandagavond in een televisieprogramma op het gebruik van de NOC*NSF-video voor politieke propaganda.
Verhoeven zei dat hij zich politiek misbruikt voelde en dat hij na het uitbrengen van de video nu ‘pro-VVD’ bleek te zijn.
De Nederlandse sportman zei: “Dit is helemaal niet grappig. Dat was niet de bedoeling van deze video. Nu zegt iedereen: ‘Rico is pro-VVD’. Ik ben niet rechts en niet links. Ik wil me niet te veel met politiek bemoeien.”
Een woordvoerder van NOC*NSF liet aan Nederlandse media weten het heel vervelend te vinden voor Rico Verhoeven en zijn kring dat de campagne in politieke discussies werd getrokken.
“Dit is geen VVD-campagnefilmpje, dit is onze campagne, wij betalen ervoor”, zei hij tegen de krant AD.
De woordvoerder benadrukte dat NOC*NSF politiek neutraal is en dat 5 partijleiders met 5 sporters uit verschillende disciplines voor de camera verschenen om de campagne te ondersteunen.
UITKOMST
De kritiek op Dilan Yeşilgöz, die werd bekritiseerd in de bovenstaande commentaren die ik 12 dagen voor de verkiezingen schreef, zal in de volgende dagen doorgaan. Het lijkt erop dat deze verkiezing de ‘laatste verkiezing’ zal zijn voor Yeşilgöz, die de sterke partij zal verzwakken.
‘Abonelerim’ dedim, çünkü bir ajans olarak gönderdiğim yazılarım, beş bini medya olmak üzere 27 bin adrese gidiyor. Beş bin kadar medya içinden yüzlercesi yazılarımı değerlendiriyor. Bu nedenle, yazılarımı yayınlayan haber portalları benim için ‘abone’dirler.
Haber portallarına yaptığım katkıdan dolayı tabii ki mutluyum. Aşağıda, yazılarımı yayınladıklarını saptayabildiğim haber portallarının logolarını göreceksiniz.
Peki, ilhankaracay.com’daki yenilikler nedir? Alttaki fotoğrafın altına bakınız:
Değerli Okurlarım ve Abonelerim,
Yazılarım, Hollanda’da yaşamakta olan onbinlerce gencimiz tarafından da okunuyor. Pek çok gencimizden gelen mesajlarda, bazı terimlerin ve vurgulamaların iyi anlaşılmadığı belirtiliyor. Açıkçası gençlerimiz, tam olarak anlayamadıkları yazılarımı, Hollandaca olarak da yayınlamamı istiyorlar.
Daha önceleri DÜNYA Gazetesi’ni Avrupa’da yayınlarken, gazetenin birkaç sayfasını Hollandaca olarak yayınlıyordum. Gazeteyi beş yüzü aşkın Hollanda medyasına, üniversitelere ve parlamentoya postalıyordum. Masraflı oluyordu ama, özellikle yorumlarım Hollanda’da gündem yaratıyordu.
Başta en büyük gazete De Telegraaf olmak üzere, pek çok yayın organı yazılarıma tepki gösteriyor veya az da olsa destekliyordu.
Parlamenterler arasında da ilgi gören yazılarımdan biri, bir parlamenteri o kadar kızdırmış olacak ki, meclis kürsüsünde “Kim bu İlhan Karaçay, nasıl oluyorda hakkımzda böylesine pervasız yazabiliyor?” deme ihtiyacı duymuştu.
De Telegraaf gazetesinin Genel Yayın Müdürü de elemanlarına “İçinizde bu Karaçay denen adamı tanıyan var mı? Çağırın da bir yemek yiyelim” demişti. Zira o zamanlar De Telegraaf’ın yayınlarını çok eleştiriyordum.
Tabii ki çağrılmadım, davet edildim ve yemeklerini yemedim, sadece kahvelerini içtim.
Yine De Telegraaf’ın en çok okunan bir yazarı kafayı bana takmıştı ve defalarca sütununda beni konu etti.
İşte, geçmişteki bu yayıncılığım özlenir oldu. Pek çok okurum ve dostum, eskiden yarattığım ortamları yeniden yaratmamı istedi.
Ben de bunca yıl sonra yeni bir karar aldım. Yazılarımı bundan böyle Hollandaca’ya çevirecek ve bu kez posta ile değil, email kanalıyla medyaya ve parlamenterlere göndereceğim.
Nasıl olsa, bu teknoloji çağında dijital tercümeler de işe yarar oldu. Tercümeler tam olmasa da, dikkatli bir kontroldan sonra kabul edilebilir bir hale geliyor. Tabii ki bunun için de, düzenleme ve fotoğraf yerleştirme için zaman harcanıyor.
Olsun, ben zamanımdan fedakârlık yapmaya hazırım.
İlk tercümeli haberim, Hollanda seçimleri olacak.
Birkaç gün sonra yayınlayacağım bu yazımda, oyumu DENK Partisin’e vereceğimi ve Başbakanlığa en yakın adaylar Pieter Omtzigt ile Dilan Yeşilgöz hakkındaki endişelerimi yazacağım.
Bakalım daha ilk yazımdan sonra, Hollanda yine ayağa kalkacak mı?
Bekleyeceğiz ve göreceğiz…
*************************
Nieuwe ontwikkelingen op ilhankaracay.com
Beste lezers en abonnees.
Ik zei ‘mijn abonnees’ omdat mijn artikelen, die ik als agentschap verstuur, naar 27 duizend adressen gaan, waarvan vijfduizend in de media. Honderden media van de ongeveer vijfduizend beoordelen mijn artikelen. Nieuwsportalen die mijn artikelen publiceren zijn dus ‘abonnees’ voor mij.
Ik ben natuurlijk blij met mijn bijdrage aan nieuwsportalen.
Hieronder zie je de logo’s van de nieuwsportalen waarvan ik heb kunnen vaststellen dat ze mijn artikelen publiceren.
Dus, wat is er nieuw bij ilhankaracay.com? Zie na de foto hieronder:
Beste lezers en abonnees,
Mijn artikelen worden ook gelezen door tienduizenden jongeren die in Nederland wonen. In de berichten die ik van veel van onze jongeren ontvang, wordt aangegeven dat sommige termen en accenten niet goed begrepen worden. Het is duidelijk dat onze jongeren willen dat ik mijn artikelen, die ze niet helemaal begrijpen, ook in het Nederlands publiceer.
Vroeger, toen ik DÜNYA Newspaper in Europa publiceerde, publiceerde ik een paar pagina’s van de krant in het Nederlands. Ik stuur de krant naar meer dan vijfhonderd Nederlandse media, universiteiten en het parlement. Het was kostbaar, maar vooral mijn commentaar zorgde voor een agenda in Nederland.
Veel media, vooral de grootste krant De Telegraaf, reageerden op mijn artikelen of steunden ze tot op zekere hoogte.
Eén van mijn artikelen, dat de aandacht van parlementariërs trok, moet een parlementariër zo boos hebben gemaakt, dat hij het nodig vond om op de vloer van het parlement te zeggen “Wie is die İlhan Karaçay, hoe kan het dat hij zo roekeloos over ons kan schrijven?”.
De hoofdredacteur van De Telegraaf vroeg ook aan zijn medewerkers: “Kent iemand van jullie deze Karaçay? Bel hem, roept hem op, en laten we gaan eten”. Want ik was op dat moment erg kritisch over de publicaties van De Telegraaf.
Ik was natuurlijk niet geroepen, ik was uitgenodigd en ik heb niet van hun eten gegeten, ik heb alleen hun koffie gedronken.
Nogmaals, een van de meest gelezen schrijvers van De Telegraaf was geobsedeerd door mij en schreef herhaaldelijk over mij in zijn columns.
Deze manier van publiceren wordt gemist. Veel van mijn lezers en vrienden hebben me gevraagd om de sfeer die ik vroeger creëerde, te herscheppen.
Na al die jaren heb ik een nieuw besluit genomen: vanaf nu zal ik mijn artikelen in het Nederlands vertalen en ze niet per post maar per e-mail naar de media en parlementariërs sturen.
In dit tijdperk van technologie zijn digitale vertalingen immers ook nuttig. Zelfs als de vertalingen niet volledig zijn, zijn ze na zorgvuldige controle acceptabel. Natuurlijk vergt dit tijd voor het bewerken en plaatsen van foto’s.
Maar ik ben bereid mijn tijd op te offeren.
Mijn eerste vertaalde artikel gaat over de Nederlandse verkiezingen.
In dit artikel, dat ik over een paar dagen zal publiceren, zal ik schrijven dat ik op de DENK-partij zal stemmen en wat mijn zorgen zijn over Pieter Omtzigt en Dilan Yeşilgöz, de kandidaten die het dichtst bij het premierschap staan.
Eens kijken of Nederland weer opstaat na mijn eerste artikel.
İşyeri kurduktan sonra hesap açılması için aylarca bekletilen ve sonunda ret edilen Türkler, ya iflas ediyorlar, ya da Hollanda dışında hesap açmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı Başkanı Ethem Emre’nin konuyla ilgili olarak Kabine’ye soru yönelttirdi ama cevap yine olumsuz oldu.
Emre’nin ifadeleri, yazılı ve görsel medyada yayınlanınca ortalık karıştı.
Hollandalılar 1997 yılından bu yana ilk defa Türkleri ret ediyor. Gerekçe tam söylenmiyor ama ‘Kara para’ şüphesi ağırlık basıyor.
Milletvekili Stephan van Baarle da bu konuda açtı ağzını, yumdu gözünü. En alttaki linkten arayınız.
İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:
Hollanda bankaları Türk işyerlerine hesap açmıyor.
Bu konu, Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın gündeminde. Vakfın başkanı Ethem Emre’nin, Hollanda medyasında da yankılanan şikâyetine karşı verilen reaksiyonlar umut verici değil.
Türk ve Türk kökenlilere hesap açmayan bankaların gerekçeleri açık ve net değil ama, yorumlanınca, ‘kara para aklama’ şüphesi doğuyor.
Yapılan yoğun şikâyetler üzerine devreye giren ve bankalar ile temasa geçen Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın başkanı Ethem Emre, bankalardan aldığı cevaplar üzerine Hollanda medyası ile temasa geçti.
Emre’nin medyadaki açıklaması şöyle yer aldı:
“Hollanda’da şirket kurup işletme açmak isteyen Türkler, bankalarda hesap açmada büyük zorluklar yaşıyorlar. Hesap açmak için başvuru yapan Türkler aylarca bekliyorlar ve sonuçta da olumsuz cevap alıyorlar. Ret ediliş için hiç bir gerekçe göstermeyen bankalar, kime hesap açıp açmayacakları sorusuna da, “Buna biz karar veririz” modundalar.
Türkler, noterlite şirketlerini kurup Ticaret Odası’na kayıtlarını yaptırdıktan sonra, aldıkları belgeler ile seçtikleri bir bankaya hesap açmak için gittikleri zaman, yokuşa sürüş başlıyor. Uzun süren prosedürlerden sonra olumsuz yanıt alan Türkler, başvurdukları diğre bankalardan da sonuç alamıyorlar. İşyeri için satın aldıkları veya kiraladıkları yerler ile, işe başlattıkları elemanlara yüklü paralar ödeyen Türk girişimciler, iflasın eşiğine geliyorlar. Komşu ülkelerdeki bankalarda hesap açabilen Türkler ise iflastan kurtulabiliyor.
Yabancı yatırımcılar için ‘ideal’ olarak gösterilen ve 2019 yılında yabancı yatırımcılar için hesap açmayı kolaylaştırma kararı alan Bankaların bu uygulaması Türkler için geçerli olmuyor. ‘Türkler’in, önce banka hesabı açmaları daha sonra da diğer işlemleri yapmaları daha akılcı değil mi’ sorusuna cevap veren Ethem Emre, “Bankalar, Ticaret Odası’na kayıt olmayanlara hesap açmaz.” diyor.
Ethem Emre’nin Bankaar Birliği’ne yaptığı şikâyet de sonucu değiştirmedi. Bankalar Birliği’ne göre de, Banka müşteri kabul etmede serbesttir.
Hollandalılar’ın Türkiye’de yatırım yapmada hiç bir zorluk çekmediklerini belirten Ethem Emre, “Bizim Hollandalılar’a gösterdiğimiz kolaylık, burada maalesef bizimkilere yapılmıyor ve hatta ret ediliyor” diyor.
ING Bankası’nın bir Türk girişimciye gönderdiği mektupta kısaca şunlar yazılı:
“Sayın Yönetici, 18 Nisan 2023 günü bize yapmış olduğunuz başvuruda, işyeri hesabı açmak istediniz. Size gönderdiğimiz sorulara verdiğiniz cevapları değerlendirdiğimiz zaman, sizinle müşteri ilişkisi kuramayacağımızı anladık. Bu mektupta ret ediliş nedenini okuyacaksınız.”
Ret nedenini bu mektupta okumak mümkün olmadı. Zira diğer satırlrda neden yazılı değil. Sadece, “kriterlerimize uynmuyorsunuz” gibi cümleler var.
Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı Başkanı Ethem Emre, yakın dostu olan, koalisyonun en büyük ortağı VVD Partisi milletvekili Jan Klink kanalı ile, Ekonomi Bakanı Micky Adriaansens’se bu konuda bir soru önergesi verdirdi.
Ekonomi Bakanı Mickey Adriaanses VVD Milletvekili Jan Klink’in asistanı Bo de Kruijff ile…
Soru: VVD partisi üyeleri, Hollanda ile Türkiye arasındaki ticaret ilişkisine önem veriyor. Genel olarak, ama özellikle Türkiye’deki depremden sonra, Hollandalı şirketleri Türk şirketleriyle ticaret yapmaya teşvik etmek için bir fırsat var. Bakan, Türk meslektaşıyla birlikte, Hollanda ve Türk şirketleri için ticareti daha erişilebilir hale getirmek amacıyla ticaret alanında iş birliği seçeneklerini değerlendirmeyi düşünüyor mu?
Hükümetin Cevabı:
Türkiye ile ikili ticaret ilişkileri söz konusu olduğunda, Türkiye Hollanda’nın 25 öncelikli pazarından biridir. Bu, Türkiye’nin ticaret misyonları ve araçları konusunda odaklandığımız ülkelerden biri olduğu anlamına gelir. Hollanda ve Türkiye arasındaki ikili ticaret ilişkileri, bakanlar düzeyinde yıllık olarak Joint Economic & Trade Commission (JETCO) toplantısında tartışılır. JETCO bu yıl 22 Şubat’ta Hollanda’da yapılacaktı, ancak yıkıcı depremler nedeniyle bu yılın ilerleyen bir tarihine ertelendi. Hollanda hükümeti ve VNO-NCW işbirliğiyle, iş dünyasını depremler hakkında bilgilendirmek ve Türkiye’ye yardım etme olasılıkları hakkında bir bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Ayrıca, VNO-NCW ve Hollanda hükümeti, Türk ortaklarla birlikte, Hollandalı şirketlerin depremler sonucu yeniden inşa sürecine nasıl katkıda bulunabileceğini araştırıyor. Bu bağlamda, iki adet keşif misyonu düzenlendi.
Soru: VVD partisi üyeleri, Hollanda ve Türkiye’de faaliyet gösteren girişimcilerin Hollandalı bankalarda iş hesapları açmakta zorlandıklarını duyuyor. Bakan da bu durumdan haberdar mı ve bu konuda ne yapabilir?
Hükümetin Cevabı: Son yıllarda, bankalar, ödeme sistemine erişim, özellikle de bir ödeme hesabı açma veya sürdürme konusunda sorunlar yaşayan iş müşterilerinden sinyaller almıştır. Ödeme sistemine erişim, kara para aklamayla mücadele politika gündeminin, hükümetin önceliklerinden biridir. Politika gündeminin ilerleme raporunda, işletmelerin karşılaştığı sınırlamaların ve üzerinde çalışılan çözümlerin sektörlere göre bir özeti verilmiştir. Maliye Bakanı, sorunları netleştirmek, çözümler formüle etmek ve bunları uygulamak için sektörlerle, bankalarla ve denetleyicilerle görüşmektedir. Ayrıca, iş müşterileri için ödeme sistemine erişimi sürdürülebilir bir şekilde güvence altına almanın ne gerektirdiğini değerlendiriyor. Bu amaçla, iş müşterileri için temel bir ödeme hesabının olasılığı ve arzu edilirliği dahil olmak üzere çeşitli seçenekler araştırılıyor.
ÜNLÜ GAZETECI BART VAN RIJSWIJK KONUYLA ILGILI OLARAK ŞUNLARI YAZDI:
Türk girişimciler, Hollandalı bir bankada iş hesabı açmakta büyük zorluklar yaşıyorlar. Aylarca bekledikten sonra, çoğu durumda sonuç yine de olumsuz oluyor. Girişimciler şimdi duruma dikkat çekiyorlar. Ethem Emre, Türkiye-Hollanda Ticaret Odası Vakfı’nın başkanı, kendi vatandaşlarının uzun bekleme süreleri nedeniyle iş yapamaz hale geldiğinden yakınıyor. “Bu süre zarfında, Türk girişimciler işlerine başlayabileceklerini düşünüp çeşitli taahhütlerde bulunuyorlar,” diyor Emre. Yeni girişimciler genellikle zaten bir Ticaret Odası kaydına ve bir KDV numarasına sahiptir. “Eksik olan tek şey bir hesaptır.” Eğer bu gerçekleşmezse, yeni bir işletme bazen faaliyetlerini tam başlamadan önce durdurmak zorunda kalır. “İş hesabı için yurtdışına bile gidiyorlar çünkü Hollandalı bankalarda başaramıyorlar”.
RAAD International’dan John van Wijk, bu sorunu tanıyor. Şirketi, Hollanda’da iş yapmak isteyen çeşitli milliyetlerden insanlar için muhasebe hizmetleri de dahil olmak üzere çeşitli hizmetler sunmaktadır. “Yabancı şirketler, Hollandalı bankalarda başaramadıkları için iş hesabı için bile yurtdışına gidiyorlar.”
Sıkılaştırılmış kara para aklama yasası nedeniyle, Hollandalı bankalar bu soruna bir çözüm bulmakta başarılı olamıyor gibi görünüyor. 2019’da, Hollanda Bankalar Birliği (NVB), yabancı şirketlerin ülkemizde daha kolay hesap açabilmeleri için bir öneri sunmuştu, ancak dört yıl sonra durum daha da kötüleşmiş gibi görünüyor. Sıkılaştırılmış kara para aklama yasası, yabancı girişimciler için iş hesabı açmayı daha da zorlaştırdı.
Bankalar, ret kararında sözleşme özgürlüklerine başvuruyor: kimi müşteri olarak kabul edeceklerini kendileri belirleyebilir. Bu nedenle, çoğu durumda bir ret nedeni belirtilmez. Türkiye’nin, Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) sözde gri listesinde olduğu için, Türk girişimcilerin diğerlerinden daha sık hesap açmayı ret edildiğinden şüpheleniliyor. FATF, kara para aklamayla mücadele eden uluslararası bir kuruluştur. Bu denetleyicilerin, Türkiye’nin paranın kaynağını izleme konusunda yeterince çaba göstermediği düşünülüyor.
Hem Rabobank hem de ING Bank, bahsedilen sinyalleri tanımıyor. Her iki banka da kapıcı rolünü çok ciddiye alıyor ve bu nedenle yeni müşterileri kabul etmede dikkatli davranıyor. Bir hesabın amacı açık değilse, başvuru sahiplerinden önce açıklama istenir. “Yalnızca son çare olarak bir hesap başvurusu ret edilir,” diyor Rabobank’ın bir sözcüsü.
HOLLANDA’DA BANKACILIĞIN İŞLEYİŞİ
Bir kişinin çek hesabının olması o kadar normal ki, bunun verilmiş bir hak olduğunu biliyorsunuzdur. Çok sayıda insan bunu edinmek için mücadele ediyor.
İyi düzenlenmiş süper bir Hollanda’da bu işler nasıl yürüyor?
Milletvekili ve yazar Inge van Dijk, kendisine ait yeni ödeme blogunda bunları açıklarken, Türklere ayrımcılık yapıldığını da belirtiyor.
Kendi hesabınızı açmak kadar basit bir hak maalesef zorlanıyor. Bu hak, on yıllar boyunca, vatandaşlar ve işletmeler için kabul edildi ve basitti. Herkes bir banka hesabına sahip olmanın gerekli olduğunu anlıyor. Faturalarınızı ödemek, sosyal haklarınızı almak, çalışanlara maaş ödemek vs. için. Kısacası, ekonomiye ve topluma katılmak için. Hükümet de bunu böyle görüyor: Bir birey olarak, bir banka hesabına sahip olmak yasal hakkınız. Bu arada bir girişimcinin böyle bir hesabı yoktur ve hiçbir zaman da gerekli olmamıştır.
BİRAZ GEÇMİŞE DÖNELİM
Yaklaşık 50 yıl önce cari hesap moda oldu. O zamana kadar her şeyi nakit olarak ödüyor ve maaşlarımızı haftalık olarak maaş paketimizde nakit olarak alıyorduk.
1970’lerde Postcheque & Girodienst; o zamanlar çok ilerici olan ve iki ana sütuna dayanan otomatik bir ödeme sistemi getirdi: 1) herkesin, ama o zamanlar gerçekten herkesin bir hesabı vardı ve 2) bir delikli kart kullanarak birbirinize para transfer ediyordunuz. Buna ‘giroing’ deniyordu (‘giro’, ‘tur veya tur’ anlamına gelir – bisiklet hayranları iyi bilir).
Böylece giro hesabı ortaya çıktı. Her devlet memuru otomatik olarak bir giro hesabına sahip oldu, çünkü artık maaşını buradan alıyordu. Bunu kısa süre sonra ticari bankaların muadili olan banka hesabı izledi.
Geçmiş yıllarda, ister genç bir yetişkin, ister yeni bir vatandaş, ister bir şirket veya vakıf olun, doğru temel bilgileri sağlayabildiğiniz sürece bir hesap açmak kolaydı. On yıl önce, küçük işletmeler için bile hesap açmak o kadar hızlı ve basitti ki, banka şubesinden 15 dakika içinde cebinizde eksiksiz bir ödeme paketi, çalışan bir banka kartı ve PIN ile ayrılabiliyordunuz. Aktif bir çek hesabı, her banka için müşteri ilişkisinin başlangıcıydı ve hala da öyledir. Bu nedenle açılış hızı katma değer sağlar.
HERKES BANKA İŞLEMİ YAPAMIYOR
Artık kesinlikle bu kadar basit değil. DNB tarafından yapılan son araştırma, her altı Hollandalıdan birinin bağımsız olarak bankacılık yapmakta zorlandığını gösteriyor: 2,6 milyon kişi. Ödeme yapmak genellikle hâlâ idare edilebilir, ancak örneğin bir hesap açmak, banka kartını etkinleştirmek veya bakiyeyi kontrol etmek, insanların yardıma ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Uzun zamandır dijital ortama ayak uydurmakta güçlük çekenlerin, çoğunlukla yaşlılar olduğu düşünülüyordu. Ancak, çalışma bunun çok daha büyük ve son derece çeşitli bir grup insanı ilgilendirdiğini gösteriyor. Engelli insanlar, düşük okuryazarlık seviyesine sahip insanlar, dijitalleşmede zorluk çeken insanlar, göçmen kökenli vatandaşlar ve evet, yaşlılar da…
AYRIMCILIK
Ve bunun üzerine bir başka sorun daha geliyor. Nisan ayı başında Ayrımcılık ve Irkçılığa Karşı Ulusal Koordinatörlük, Müslüman vatandaşların, bankalar ve finans kuruluşları tarafından, örneğin bir hesap açtırırken ‘yanlış’ bir soyadı nedeniyle yapısal olarak ayrımcılığa uğradığını bildirdi. Ya da farklı ödeme şekilleri yanlış yorumlandığı için. Örneğin Ramazan ayında hayır kurumlarına bol bol bağışta bulunmak iyi bir uygulamadır.
Bu durum, bir yıl önce Ukraynalı mültecilerin basitleştirilmiş bir başvuru prosedürü ile banka hesabı almalarına yardımcı olunduğundaki hız ve kararlılıkla keskin bir tezat oluşturuyor.
Belirli insan grupları gibi vakıflar, dernekler ve bazı şirketlerin de hesap açmanın, hatta hesap tutmanın ya da nakit para yatırmanın ne kadar zor olduğunu deneyimlediği ‘normal dünyada’ durum ne kadar farklı. Genellikle kara para aklamayı önleme politikaları kapsamındaki ekstra kontrollerin bir sonucu olarak veya bir hesap açmak için gereken bilgi eksikliği nedeniyle. Bankanın bu bilgilere neden ihtiyaç duyduğu her zaman açık değildir ve insanlar her şeyin uzun sürdüğünü de deneyimlemektedir. Bu memnuniyetsizlik ödeme hizmetlerinin erişilebilirliğine ilişkin rakamlara da yansımıştır. Erişilebilirlikle ilgili rapor rakamları düpedüz endişe verici ve girişimcilere de bir ödeme hesabı için yasal hak verilmemesi gerekip gerekmediği sorusu giderek daha sık soruluyor.
OTOMASYON VE STANDARDİZASYONUN SINIRLARI
Tüm bu farklı hedef grupları anlamak ve onlara iyi hizmet vermek, artık hizmet sağlayıcılar arasında maliyet verimliliğine veya getiri iyileştirmesine odaklanmakla pek uyuşmuyor gibi görünüyor. Görünüşe bakılırsa, ödeme yaparken yıllardır süregelen otomasyon ve standardizasyonun sınırlarıyla karşılaşıyoruz. Hassas konumdaki insanlar ve işletmeler, özel durumlarının daha iyi anlaşılmasını ve daha kişiselleştirilmiş hizmet talep ediyor. DNB’nin son anketi, toplumumuzdaki büyük çeşitliliğin bir veri olduğunu ve buna çok daha fazla özen göstermemiz gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Tasarım yoluyla kapsayıcılığa dayalı hizmet sunumu, yani ürün tasarımı aşamasından itibaren erişim ve kapsayıcılığı sağlamayı düşünmek, yerel, kişisel banka şubesinin eksikliğini telafi etmek için gerekli olacaktır. Erişilemezliği ya da bu hissi tersine çevirmenin tek yolu budur.
DAHA FAZLA BİLGİ PAYLAŞIMI
Bu da karşılıklı anlayışla başlar. Örneğin, bankaların belirli bir sektörde neyin normal olduğu konusunda daha iyi bilgi sahibi olması, böylece ‘sapkın ödeme davranışının’ veya bir hesap başvurusunun (‘yanlış’ bir soyadıyla) çok hızlı bir şekilde ret kutusuna düşmemesi. Ancak top sadece bankaların sahasında değil. Çıkar grupları da kendi sektörleri veya hedef grupları hakkında daha fazla bilgi paylaşabilir, böylece bankalar başvuruları değerlendirirken bunu dikkate alabilir. Ve biz de başkalarından öğrenebiliriz. Şube kuruluşları Bovag ve Hayır Kurumları web sayfalarındaki özel şube bilgileriyle iyi bir örnek teşkil etmektedir. Ve tabii ki tüm taraflar, bu arada mali suçlara daha fazla kapı aralamamak için gereken özeni göstermelidir. Böylece hep birlikte her zamanki gibi kapsayıcı ve basit bir ödeme sisteminin temellerini atıyoruz. Tabiri caizse Giro 3.0, çünkü delikli kart da çoktan değiştirildi.
TAŞRADA
İyi haber şu: Hollanda ödeme sisteminde yer alan tüm tarafların ulusal ortaklığı olan, Maatschappelijk Overleg Betalingsverkeer’de bu konudaki çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Taşra modeli iş başında. Tüm katılımcılar, özellikle de bankalar (NVB ve Betaalvereniging tarafından temsil edilen), herkes için erişilebilirliği hızlı ve önemli ölçüde iyileştirmeye kararlıdır: daha fazla hizmet noktası, daha kolay telefon desteği ve bilgiye daha iyi erişim, böylece mevcut girişimlerin de daha iyi bulunması. İş dünyası için de Kifid’e benzer bir ofis kurulursa, tam bir daire çizmiş ve işletmelerin şikayetleriyle oradan oraya gönderilmesini engellemiş olacağız.
Kendi cari hesabınıza sahip olmak, bağımsız olarak ödeme yapabilmek: Hollanda’da kökeni giro sistemine dayanan bu onlarca yıllık geleneği onurlandırmalıyız. Elbette, ödemeleri herkes için mümkün kılmak ve mümkün tutmak da bizim sosyal görevimizdir. Hollanda’da da bu geleneğe sahipsek ve bu eldiven iyi bir şekilde tutulursa, o zaman bu derecelendirme hızla iyileşecektir ve bence şirketler için yasal bir banka hesabı hakkı hala gereksizdir.
TÜRKİYE’YE GİZLİ BOYKOT
1990’lı yıllarda Türkiye ve Türkler’e karşı resmen boykot uygulayan Financial Action Task Force on Money Laundering (FATF)’tan resmi bir boykot yok ama, nedense Türkiye ve Türkler’e gizli bir boykot uygulanıyor.
FINANCIAL ACTION TASK FORCE – FATF NEDİR?
Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force – FATF), uluslararası bir kuruluş olup, vergi kaçakçılığı, kara para aklamanın ve terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik standartları belirler ve bu standartların uygulanmasını izler. FATF, üye ülkelerin finansal sistemindeki zayıflıkları tespit etmeyi ve düzeltilmesini sağlamayı amaçlar. FATF’nin incelemeleri, üye ülkelerin finansal sistemlerini ve anti-kara para aklama/terörizmin finansmanını önleme önlemlerini değerlendirir.
FATF, üye ülkelerin uyum sağlamasını ve standartlarını karşılamasını sağlamak için birçok araç kullanır. FATF üye ülkelerini düzenli olarak inceleyerek ve değerlendirerek bu süreci yönetir. Bu incelemeler üç aşamadan oluşur:
Değerlendirme Aşaması: FATF üye ülkelerini belirli bir zaman diliminde incelemeye başlar. Bu aşamada ülkenin kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme mevzuatı ve uygulamaları incelenir.
İyileştirme Aşaması: Eğer bir ülke eksiklikler tespit edilirse, FATF bu eksikliklerin giderilmesi için ülkeye tavsiyelerde bulunur. Ülke, bu eksiklikleri gidermek için bir eylem planı oluşturmalı ve uygulamalıdır.
İzleme Aşaması: Ülke eylem planını uygulamaya başladığında, FATF bu süreci yakından izler ve düzenli olarak raporlar alır. Eğer ülke eylem planını tamamlarsa ve FATF standartlarını karşılarsa, FATF ülkeye bir “temiz fatura” verir.
Bu süreçler, üye ülkelerin kara para aklama ve terörizmin finansmanını önleme önlemlerini güçlendirmelerine yardımcı olur ve uluslararası finansal sistemi daha güvenli hale getirir.
Eğer bir ülkenin FATF tarafından incelemesi veya değerlendirmesi hakkında daha fazla bilgi almak istiyorsanız, resmi FATF web sitesini ziyaret edebilirsiniz veya ülkenin yerel maliye veya finansal kurumlarından bu konuda bilgi alabilirsiniz. Unutmayın ki FATF, uluslararası finansal sistemi daha güvenli hale getirmeye çalışan önemli bir kuruluş olduğu için, üye ülkeler için bu standartları karşılamak büyük bir öneme sahiptir.
TÜRKİYE KARA PARA AKLIYORMUŞ
Hollanda’da yayınlanan haber, röportaj ve kitaplarda, Türkiye’de 1990’lı yıllarda olduğu gibi, şimdilerde de kara para aklanıyormuş.
Peter Edel adlı bir gazetecinin yazmış olduğu Bosporus adlı kitabında, Turgut Özal’ın, Türk ekonomisini uyuşturucu ticareti sayesinde kurtardığı iddia ediliyor.
Aynı gazeteci, hikâyesine Türklere övgü ile başlamış.
21. YÜZYILDA TÜRKİYE’DE UYUŞTURUCU TRANSİTİNİ KİM KONTROL EDİYOR?
Bir süredir Türkiye’de yaşıyor olmama rağmen, Türklerin ne kadar temiz oldukları beni hâlâ şaşırtıyor. Tamam, sokaklarda bir dağınıklıkla karşılaşabilirsiniz ama içeride ev hanımları her şeyi olabildiğince temiz tutmak için büyük çaba sarf ediyor. Birçok Hollandalı bundan ders çıkarabilir, gerçekten. Ben bunu kısmen benimsedim. Eskiden Hollanda’da ayakkabılarımla bir oturma odasına umursamadan girerdim, ama şimdi bunun aslında ne kadar barbarca olduğunu fark ediyorum. Bugünlerde Hollanda’yı ziyaret ettiğimde, Türkiye’de olduğu gibi kapıda ayakkabılarımı çıkararak birçok yurttaşımı şaşırtıyorum.
1980’lerde bu temizlik tutkusu ayakkabı çıkarmaktan tamamen farklı bir anlam taşıyordu. Türkiye o zamanlar (zaten) bir kara para aklama cennetiydi. Yıkanacak çok şey vardı, çünkü Türkiye Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden gelen eroinin Batı Avrupa’ya geçişi için önemli bir ülkeydi (ve hala da öyle). Bu kârlı ticaretin gelirleri Türk ekonomisine güzel bir katkı sağladı. Örneğin turizm sektörünün gelişmekte olduğu bölgelerde oteller inşa edildi. Bu konuda büyük bir gizlilik yoktu; insanlar en üst düzeylere kadar bunu biliyordu. Hatta suç fonlarının kara para aklaması teşvik edildi.
Eski Başbakan Turgut Özal’ı ele alalım. Uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklamanın ekonominin iki önemli ayağı olduğunu biliyordu, bundan rahatsız olmadı. Hollandalı kriminologlar Frank Bovenkerk ve Yücel Yeşilgöz, Türk Mafyası adlı kitaplarında Özal’ın 1989 yılında iki Türk bankacıyla birlikte Lübnanlı kara para aklama uzmanı Mamoud Shakarchi ile görüşmek için İsviçre’ye nasıl gittiğini anlattılar. Özal, Türk organize suç örgütlerinin hizmetlerini kullanabilmesi için Shakarchi’ye Kuzey Kıbrıs’ta bir banka vermeye hazırdı (dikkat çekici bir şekilde birçok Türk bankası orada bulunuyor). Özal mafya için rüya gibi bir başbakan olmalıydı. Bir keresinde uyuşturucu kaçakçılığı zanlıları için bir af planına karar vermişti.
Türkiye uzun zamandır kara para aklamaya karşı uluslararası sözleşmeleri imzalamayı reddeden ülkeler arasındaydı. 1995 yılında bir değişiklik oldu. Uluslararası baskılar sonucunda Türk parlamentosu o yıl bu tür uygulamaların önüne geçmek için bir yasa çıkardı. Bunun öncesinde yıllarca boş vaatler verilmiş, kara para aklamaya karşı kurulan özel meclis komisyonunda yasa tasarıları defalarca sonuçsuz kalmıştı. Ancak yasa kabul edildikten sonra bile, kaynağı belirsiz bir bavul dolusu banknotla bir bankanın kapısını çalmak pek sorun yaratmadı. Örneğin bankalar o dönemde hala mali makamlara bildirimde bulunmak zorunda değildi.
1996 yılında Türkiye, uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin 1988 Viyana Sözleşmesi’ni de onayladı. Bir yıl sonra Alman yargıç Rolf Schwalbe, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in uyuşturucu kaçakçılarıyla temas halinde olduğunu tespit etti. Bu karar Türkiye’de büyük protestolara yol açtı. Çiller orada da bu konuda kendini savunmak zorunda kalmadı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002’de ilk hükümetini kurduktan sonra bile bu konu gündeme gelmedi. AKP Türkiye’nin tarihindeki kara sayfalarla hesaplaşmak istediğini iddia ediyor ama Çiller kaçmaya devam ediyor. Baş suç ortağı eski bakan ve eski emniyet müdürü Mehmet Ağar geçen yıl bir suç örgütünü yönetmekten mahkum edilirken, yargılama sırasında uyuşturucu konusundan kaçınıldı. Yargıç, Ağar’ın suç işleme niyeti olan bir örgüte liderlik ettiği gibi muğlak bir sonuca varmaktan öteye gidemedi. Ağar, Türkiye standartlarına göre oldukça düşük bir cezayla kurtuldu.
FATF AKP, destekçileri tarafından çoğunlukla AK Parti olarak yazılmaktadır. ‘AK’ Türkçe’de beyaz anlamına geliyor ve Başbakan Erdoğan’ın partisinin temiz olduğunu vurgulamak için kullanılıyor. Kulağa hoş geliyor, ancak yıllar sonra bile Türkiye bankalarda kara para aklama konusunda eleştirilerin hedefi olmaya devam etti. Özellikle de 1989 yılında G7’nin girişimiyle kurulan ve adından da anlaşılacağı üzere bankaların kara para aklamasını hedef alan hükümetler arası bir kuruluş olan Kara Para Aklama Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından. Daha sonra FATF’ın odak noktası bankacılık sektörünün terörizmin finansmanındaki rolüne kaymıştır.
Türkiye FATF’ın ilk 36 üyesi arasında yer almıştır. Ancak aynı zamanda en başından beri kara para aklama ve terörün finansmanına ilişkin kurallara uymayan üyeler arasındaydı. FATF bu sonuca 2005 yılında varmıştı. Bu yılın Mayıs ayında ise artık yettiğini düşündü. Türk politikacılar binlerce vaatte bulundular ama hiçbir şey olmadı ve bunun üzerine FATF bir ültimatom verdi.
Dört ay içerisinde herhangi bir adım atılmaması halinde Türkiye’nin üyeliği askıya alınacaktı. Bu son durum AB’nin gözünden kaçmadı. AB’nin Türkiye’ye ilişkin kısa süre önce yayınladığı ‘İlerleme Raporu’ FATF’ın bulgularını rapor etti.
Okuyucu muhtemelen tahmin etmiştir: dört ay sonra hiçbir şey olmamıştı. Bunun üzerine Türkiye’nin FATF üyeliği askıya alındı ve yeni bir ültimatom verildi. Şubat 2013’e kadar belirlenen koşullar yerine getirilmezse, FATF Türkiye’yi üyeliğinden çıkaracaktır. Bu tedbirin sonuçları küçümsenmemelidir. Türkiye, FATF tarafından İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerle aynı kefeye konulacaktır. Bu durum sermaye akışına ve ticarete ambargo uygulanmasının yanı sıra Avrupa Yatırım Bankası (EBI) gibi finans kuruluşlarıyla ilişkilerin kesilmesine de yol açabilir. Bu durum şüphesiz Türkiye’nin halen yetersiz olan altyapısının iyileştirilmesine yönelik projeler üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Sonuç olarak ildeki girişimciler zarar görecektir. AKP’nin temsilcisi olduğu girişimciler.
Elbette asıl soru, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birinin bu tehditle yüzleşmesine nasıl izin verebileceğidir. Türkiye’de çeşitli türlerde terörizm var, dolayısıyla bunun finansmanını dışlamak için her türlü nedene sahip olmalı. Bunun sebebinin Türk hükümetinin terörizmi tanımlamakta zorlanması, örneğin Kürt PKK’yı terör örgütü olarak kabul edip Filistinli Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmemesi olduğu düşünülüyor. Öte yandan Türkiye’de hala kara para patlaması yaşanmaktadır. Terörizmin banka finansmanına karşı alınacak tedbirler aynı zamanda bu paranın aklanma kabiliyetini de sınırlayacaktır.
Kara para Türkiye’nin her köşesinden geliyor. İnşaattan kadın ticaretine kadar. Peki ya uyuşturucu? Çünkü terörizmin genellikle uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla finanse edildiği bilinen bir gerçek. Tamam, konu Türkiye olunca bugünlerde pek konuşulmuyor ama Afganistan’dan batıya giden ‘eroinin’ sadece çok küçük bir kısmı Türk makamları tarafından ele geçiriliyor. O kadar küçük ki, başka rotaların kullanılma ihtimaline rağmen, çok sayıda eroinin buradan geçtiğini parmaklarınızla sayabilirsiniz. Belki eskisi kadar çok değil ama yine de kapsamlı bir yıkama gerektirecek kadar çok.
1990’larda Türkiye’de ne zaman uyuşturucudan bahsetseniz, etkileyici bir faşist bozkurt sürüsü koşarak gelirdi. Özellikle Tansu Çiller’in Kürt ‘işadamlarını’ ortadan kaldırmasından sonra, bu işte çok fazla söz sahibi oldular. Silahlı kuvvetler, jandarma, polis ve çeşitli istihbarat örgütleri gibi güvenlik güçleriyle işbirliği yaparak kârdan paylarını aldılar. Ancak AKP hükümeti silahlı kuvvetlerin bağımsız yapısına son verirken artık Ülkü Ocakları hakkında neredeyse hiçbir şey duymuyorsunuz.
Kısacası, 21. yüzyılda Türkiye’de uyuşturucu transitini kim kontrol ediyor? Bilenler söyleyebilir.
Peter Edel, Türkiye’nin siyasi biyografisi Boğaz’ın Derinliği’nin yazarıdır.
Milletvekili Stephan van Baarle’de bu konuda açtı ağzını, yumdu gözünü…
Van Baarle’yi dinlemek için alttaki fotoğrafa tıklayınız.
Hastalanmıştı, ameliyatlar geçirdi ve sonra ayağa kalktı yaşamına devam etti. Ama yorgun kalbi bir anda durdu ve Sabit’imiz ahirete göç etti.
Ölüm haberi bir saat içinde sosyal medyayı alt-üst etti. Benim iddia ettiğim gibi, “Hak ettiği şöhreti bulamadı” diye yazanlar çoğunluktaydı.
Naaşı bügün defnedilecek olan Sabit Gürses için yazacaklarımı çok eskiden yazmıştım.Yeniden yazmama gerek yok. Eskiden yazdığım şöyleydi:
Mersin’de ‘Avrupa’nın Prensi’ olan
bir şarkıcı yaşıyor: Sabit Gürses.
* Şans veya tesadüfler O’na yardım etseydi Türkiye’nin en ünlü sanatçısı olurdu.
* Şarkı ve filmleri ile Avrupa’da ve özellikle Hollanda’da idol olan Sabit Gürses, Mersin’de işlettiği Rakışıklı lokantasında her akşam program yapıyor.
* Ünlüler O’nun için ‘Türkiye’nin en iyi yeteneği’ demişti
* Zeki Müren: Türkiye’nin en iyi sesi.
* Hulki Saner: Elime geçseydi sahne ve beyaz perde kralı olurdu.
* Turgut Akyüz: Kibariye’yi yarattığım gibi, Sabit’i de yaratacağım.
İlhan KARAÇAY yazdı…
MERSİN,- Nasıl ki Johan Cruyff , Pele, Maradona ve gibileri dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcularıysa, Türkiye’nin en güzel sesli şarkıcısının da Sabit Gürses olduğuna inanıyor ve iddia ediyorum.
1970’li yılların başında ve de çocuk yaşta iken, ‘Uykuda mısın sevgili yarim uyan’ şarkısını Türk müzikseverlere çok sevdiren, daha sonra gittiği Hollanda’da müzik çalışmalarını sürdüren ve tüm Avrupa’da ‘Prens’ olarak şöhret olan Sabit Güres, şimdilerde Mersin’de yaşıyor.
Adanalı Gürses ailesinin tüm erkek bireylerinin müzisyen oluşu tabii ki bir tesadüf değil. Baba ve altı erkek evlat, hem birkaç müzik enstrümanı çalıyor ve hem de şarkı söylüyordu. Büyük ağabey Necati Gürses Hollanda’nın Rotterdam kentine yerleşmiş ve orada şöhret olmuştu. Küçük kardeş Sabit ağabeyinin yanına gitmişti.
Ve gidiş o gidiş…
Sabit, ağabeyi Necati’nin şöhretini egale etmeye başlamıştı.
Sabit Gürses Almanya’daki Türküola şirketi ile anlaşmıştı.
Türküola Kaset ve video firmasının sahibi olan Yılmaz Asöcal’ın, eşi Yüksel Özkasap’tan sonra en çok yararlandığı şarkıcı olan Sabit Gürses’in kariyerinde büyük başarılar var.
Ne var ki, firma sahibi Yılmaz Asöcal, Sabit Gürses için Türkiye’de büyük bir reklam kampanyası yapma sözü vermişti. Asöcal’ın eşi olan ve ‘Köln Bülbülü’ olarak isim yapan Yüksel Özkasap kıskançlık emareleri gösterince, Asöcal bu sözünde durmadı.
O’nu ilk keşfeden, zamanın Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar olmuştu 1978-1979 yıllarındaki 2. Ecevit Hükümeti’nde yer alan İşgüzar, o zamanın spor yazarı ve Fenerbahçe’nin eski başkanı Ali Şen ile birlikte götürdüğüm Amsterdam’daki Türkiye Restaurant’ta dinlediği Sabit Gürses’e hayran olmuş ve ‘Bu çocuk Türkiye’nin tanıtım elçisi olur. Bu çocuğu bana getirin’ demişti.
Sabit Gürses Zeki Müren ile
O yıl, Türkiye’deki ses ve sahne sanatçılarına ilk kez emeklilik maaşı bağlanacaktı. Bunun için de Maxim Gazinosu’nda bir gala gecesi düzenlenmişti. Türkiye’nin en ünlü sanatçıları, film ve plak yapımcılarının hazır bulunduğu bu galaya Sabit Gürses de Bakan İşgüzar’ın özel davetiyle gelmişti.
O gala gecesi, fantezi filmlerdeki sahnelere benzer şeyler yaşandı. Sabit Gürses ‘Konuk sanatçı’ olarak sahneye çıktığı zaman masalardan büyük gürültü fışkırıyordu. Masadakilerin kulaklarına gelen büyüleyici ses, onların bir anda susmasına ve sahneye dönüp merak ve beğeni ile dinlemelerine neden oldu.
O gece, Türkiye’de ne kadar gazinocu, ne kadar filmci ve ne kadar plakçı varsa, Hilmi İşgüzar’ın masasındaki Sabit Gürses’e teklif yağdırdı.
Sabit Gürses, Hollanda’da İKON Televizyon Kurumu’na benim hazırladığım 5 bölümlük bir serinin müzik yapımını üstlendi ve bölümlerden birinde de başrol oynadı. ‘Ceremeyi çeken çocuklar’ isimli seride, yabancı kökenli çocukların sorunları dile getiriliyordu. Sabit Gürses bu serinin yayınından sonra tüm Avrupa’da sevilen ve aranan bir sanatçı oldu.
Kibariye’yi keşfedip onu sahneye çıkaran, Beyaz Kelebekler grubunun lideri olan merhum Turgut Akyüz, sık sık geldiği Hollanda’da dinlemeye doyamadığı Sabit Gürses’e, ‘İstanbul’a gelirsen seni de Kibariye gibi Türkiye’ye kazandırırım’ demişti. Ama Akyüz’ün ömrü buna yetmedi. Zira, o zamanlar Stardust adlı gazinoyu da çalıştıran Akyüz öldürülmüştü.
Hollanda’yı ziyaret eden tüm şöhretlerin mutlaka görüp dinledikleri ve ‘Çok büyük yetenek, buralarda kalması ve Türkiye’ye gitmemesi büyük yanlış’ dedikleri Sabit Gürses, Zeki Müren ve film yapımcısı Hulki Saner’in tavsiyelerini de dinlemedi.
Merhum Zeki Müren, şişman ve sağlıksız olduğu günlerde tedavi için Amerika’ya gidiyordu. Bir gece Amsterdam’da kalıp, ertesi gün ABD’ye uçacaktı. Zeki Müren’i havalimanından aldım ve oteline götürdüm. Akşam yemeği için bir lokantaya gidilecekti. Zeki Müren’e ‘Bir Türk lokantasına gideceğiz. Orada sana bir çocuğu dinleteceğim’ dediğim zaman, Zeki Müren ‘Ne olursun beni bir batakhaneye götürme’ ricasında bulunmuştu. Zeki Müren pişman olmamıştı. Zira, Sabit Gürses’i dinlediği zaman, ‘Yazık oluyor. Bu çocuk neden burada kalıyor? Türkiye’de böyle bir ses yok. Getirin bu çocuğu bana. O’nun elinder tutar ve zirveye oturturum.’ demişti.
Ünlü film ve müzik yapımcısı Hulki Saner’i de Gürses ile tanıştırmıştım. Gürses’i birkaç kez dinleyen Hulki Saner de, ‘Elime geçseydi Türkiye’de ses ve beyaz perde kralı olurdu. Bu çocuğu bana getirin O’nu buradaki ünvanı ile Türkiye’de prens yaparım.’ demişti.
Sabit Gürses’in dostları arasında ünlü sanatçı Orhan Gencebay da vardı. Gencebay da Gürses’e Türkiye’ye gelmesi için sık sık teklifler yapmıştı.
Ama her gurbetçi gibi, o zaman yaşadığı ortamı değiştirmek istemeyen Sabit Gürses, ‘Avrupa prensliği’ ile yetiniyor ve tavsiyelere kulak kapatıyordu.
Öyle ya, Avrupa’da Türk müziğinin her dalındaki şarkı ve türküleri büyüleyici bir ses ile okuyan Sabit Gürses, aynı zamanda da genç kızları çıldırtacak kadar da güzeldi. Çok iyi kazanıyordu Gürses. O zaman uyuşturucu ticaretinin merkezi olan Hollanda’daki tüm mafya babaları Sabit Gürses’i dinlemeye geliyordu. Babalar, Sabit Gürses için bir şampanya patlatıyordu ama kasalar dolusu şampanyayı da parasını ödeyerek ikram ediyorlardı. Sahneye para da yağıyordu. O zamanki gulden birimimden binlik banknotlar sahneye yağıyordu.
Eeee, böylesine sevilen ve böylesine kazanan Sabit Gürses neden İstanbul’a gitsin ki?
İşte o Sabit Gürses şimdilerde Mersin’de yaşıyor. Hem de, Rotterdamlar’a kadar peşinden gittiği ağabeyi Necati Gürses ile birlikte. Necati kendini emekli olmaya sevketmiş. Ama Sabit yerinde duramıyor. Mersin’in sayfiye ilçesi Mezitli’nin kıyı şeridinde işlettiği lokantalarda, hem patron hem de mekan şarkıcısı olan Sabit Gürses şimdilerde Rakışıklı adlı mekanında yaşamını sürdürüyor.
Gürses’in arkasında şimdi bir kadın desteği de var. Mersin’de Melek Terim ile evlenen Gürses, yaşamının en mutlu günlerini Mersin’de geçirmekte olduğunu söylüyor. Melek Terim-Gürses, Mersin ve Adana’da musiki cemiyetlerinde sanat müziği okumuş biri olarak Sabit’e eşlik etmekten de geri kalmıyor.
Biz de gittik Sabit Gürses’in Mersin’deki mekanına. Öyle bir gece geçirdik ki, o geceye katılanların nasıl mutlu ve neşeli olduklarını gördükçe biz de mutlu ve neşeli olduk.
Pek çok şarkıcı çıktı Adana’dan. Adana bir zamanlar Türkiye’ye şarkıcı üreten bir kentti. Bırakalım eskileri. Yenilere bakalım. Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Faruk Tınaz ve Vahdet Vural. Hepsi Sabit Gürses’in çocukluk arkadaşı.
Ama Zeki Müren’e göre, hiçbiri Sabit’in eline su dökemezdi.
Bu yazı sizlere sakın ola bir mizansen hissi vermesin. Sabit Gürses’i dinleyenler zaten bu methiyenin gerçek olduğunu bilirler. Mersin’deki Rakışıklı’ya bir kez uğrarsanız ve Sabit Gürses’i dinlerseniz gerçeği sizler de öğrenirsiniz. Mersin’e gidemezseniz en alttaki klibe bakınız veya Youtube’ye girin, Sabit Gürses ile röportajlarımı seyredin ve dinleyin.
Merhum Zeki Müren’in dediği gibi: ”Türkiye’deki en güzel sesi” dinleyeceksiniz.
Sabit Gürses, Mersin’de önce Kumkapı Restaurant’ı daha sonra da Rakışıklı’yı açmıştı. O’nun güzel sesinin varlığı Mersin’de kısa bir zaman içinde duyulmuştu.
ZEKİ MÜRENE GÖRE TÜRKİYE’NİN EN GÜZEL SESİ: Yıl 1983. Zeki Müren sağlık kontrolu için Amerika’ya giderken uğradığı Amsterdam’da Sabit Gürses’i dinleme fırsatını yakalar. Ünlü sanatçı, Gürses’i dinledikten sonra ‘ Yazık oluyor bu çocuğa. Türkiye’de böyle bir ses yok. Getirin bu çocuğu bana. Onu Türkiye tanımalı’ demişti.
MERSİN KUMKAPI’DA HER AKŞAM FASIL: Bir zamanlar ‘Avrupa’nın Prensi’ olarak ün yapan Sabit Gürses, şimdi Mersin’de işlettiği Kumkapı adlı balık lokantasında her akşam fasıl yapıyor. Gürses’e, Mersin’de evlendiği eşi Melek de eşlik ediyor.
TÜRKÜOLA FİRMASI EN ÇOK GÜRSES’TEN KAZANMIŞTI: Almanya’da faaliyet gösteren kaset ve video firması Türküola, Sabit Gürses kasetlerinden en çok parayı kazanmıştı.
OTANTİK KUMKAPI’DA RUHUNUZA MÜZİK DOLUYOR: Sabit Gürses, eşi Melek ile birlikte işlettiği Kumkapı lokantasına gelenlere, otantik bir ortam içinde müzik ziyafeti veriyor. Kumkapı’ya gelenler, leziz yemekler ile karınlarını doyurdukları gibi, ruhları da müzikle doluyor.
ORHAN GENCEBAY DA GÜRSES’E TEKLİFLERDE BULUNMUŞTU: Sabit Gürses’in dostları arasında ünlü sanatçı Orhan Gencebay da vardı. Gencebay da Gürses’e Türkiye’ye gelmesi için sık sık teklifler yapmıştı.