Gurbetçi kızları olarak doğdular, itildiler, kakıldılar ve horlandılar…
Ama biri Hollanda’nın en büyük gazetesinin muhabiri, diğeri de Bakan olmayı başardı.
Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf, ikilinin röportajını tam sayfa olarak yayınladı.
İlhan KARAÇAY derledi:
Bir zamanlar eğitim sorunları yaşayan, itilen, kakılan ve horlanan, ‘misafir işçi çocukları’nın, tüm zorlukları aşarak, aynı ülkede zirveye yükseleceklerini kim tahmin edebilirdi?
Gazetecilik yaşamımız boyunca hep ayrımcılıklar üzerinde durduğumuz Hollanda’da, sözünü ettiğim ‘zirve’ye ulaşan pek çok insanımız var. İş dünyasında, sanatta, sporda ve siyasette başarılı olan bu insanlarımızı sizlere sık sık sunmuşuzdur.
Ama bugün, gündemde olan bir konuyu da allandıra ballandıra sizlere aktarmadan edemeyeceğim.
Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf’ta, tam sayfa olarak gördüğüm bir haber, beni bu yazıyı yazmaya zorladı.
Haber, misafir işçi kızı olan Elif Işıtman ile, yine misafir işçi kızı olan Günay Uslu’yu kapsıyor.
Elif Işıtman, ülkenin en büyük gazetesinin bir muhabiri olarak, Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı Günay Uslu ile benden önce bir röportaj yaptı. ‘Benden önce’ dedim, zira benim daha önceden yapmış olduğum görüşme isteğime Bakan Uslu, ‘Yaz tatili sonrası’ yanıtını vermişti. Eeeee, ne de olsa De Telegraaf gazetesi, acizane şahsımdan daha önemliydi. Alınganlığı bir kenara bırakarak söyleyebilirim ki, ikisinin de Lahey’de, belki de aynı çatı altında olmaları, Işıtman’a bu önceliği kazandırmıştı.
İtilip kakılmalardan ve horlanmalardan sonra, ezilerek ve bükülerek zirveye çıkan bu iki insanımızın mülakatına değinmeden önce, Elif Işıtman’ın kısa bir tanıtımını yapayım. Günay Uslu’yu daha önceleri sık sık sizlere tanıtmıştım.
ELİF IŞITMAN
Elif Işıtman’ın eğitiminden sonraki ilk işi, Kamu Düzeni Bakanlığı’na insan ticareti konusunda rapor sunan bir kuruluşta raportörlük ve psikologluk işi oldu.
Daha sonra hiyerarşik memurluktan bıktığı için gazeteciliği seçti.
2014-2018 yıllarında Elsevier dergisinde, bir yıl sonra da Financieele Dagblad’ta muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Daha çok, göçmenlik ve Türkiye’nin dış politikası hakkında yazıyordu.
2017-2019 yıllarında Business Radyosu BNR’de sık sık programlara katıldı.
Daha sonra WNL Televizyonu’nun politika redaksiyonunda çalıştı ve 2020 ağustosunda da Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf’ın Lahey muhabiri oldu.
…VE İŞTE O RÖPORTAJ
‘FANFARE DE BİR KÜLTÜRDÜR’
Günay Uslu: Bazı elit çevreler, kültür dendiği zaman, sadece opera, bale ve konser salonlarını düşünür.
Ama, kilise korosu, fanfare ve karnaval da kültürdür. Kültürünüzü takdir edip sahiplenirseniz, daha çekici ve güçlü bir ülke yaratırsınız.
Elif Işıtman De Telegraaf’ta yazdı, İlhan Karaçay çevirdi:
Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı Günay Uslu, siyasi bir kaplan değil. Parlamentonun bulunduğu Binnenhof da, onun için yabancı. Ancak, devlet sekreterliği görevi için övgü dolu sözler söylüyor: ‘Başka bir portföy teklifini kabul etmezdim. Bunu siyasi hırstan değil kültür ve medya için kabul ettim. Bende bir siyasi heves yok.”
“Bazı elit çevreler, kültür dendiği zaman, sadece opera, bale ve konser salonlarını düşünür. Ama, kilise korosu, fanfare ve karnaval da kültürdür. İşte bu hikâyeyi anlatmak istiyorum” diye söze başlayan, Demokrat 66’nın çiçeği burnunda politikacısı Günay Uslu. “Hollandalılar’ın kendi kültürlerine verdiği değer biraz daha çok olabilir. Nedense bu ülkede gurur duymak, iftihar etmek biraz korkutucu geliyor. Ama tabii ki ülken ile gurur duyabilirsin ve iftihar edebilirsin. Kültürünüzü takdir edip sahiplenirseniz, daha çekici ve güçlü bir ülke yaratırsınız.” diye devam ediyor.
Günay Uslu sık sık yaptığı müze gezilerinin sonuncusunu Leeuwarden kentinde yaptı. İki müzenin direktörleri Taco Dibbits ve Kris Callens’den bilgi alan Uslu, kültür işlerine destek olmaktan çok mutlu olduğunu söyledi. Foto:Jacob van Essen
Uslu, geçtiğimiz cuma günü Leeuwarden’de Rembrandt’ın De Vaandeldrager(Bayrak taşıyan) adlı tablosunun, 12 ilde tekrarlanacak olan ilk sergisini açtı. İlgi duyanlar bu sergileri bir günlüğüne bilet kesmeden izleyebilecekler.
Bu tablonun kabine tarafından, zengin Rothschild ailesinden satın alınışı, Lahey’de sıcak karşılanmamıştı. Muhalefet partileri, bu tablonun 150 miyon euroya satın alınışının, korona krizi sırasında işveren çevrelerince de hoş karşılanmadığını belirttiler.
Bunun talihsiz bir zamanlama olduğunu söyleyen Uslu, “Yine de tabloyu alışımız iyi oldu, zira 150 milyon euro zaten kültür işine harcanmayacak, genel ihtiyaçlar için kullanılacaktı” dedi.
Adeta doğuştan kültür tarihçisi olan Uslu, sözü edilen tablonun tura çıkacak olmasından çok memnun. Uslu bu konuda, “Müzelere girebilme serbestliğini çok hoş karşılıyorum. Zira çoğu kimse müzeleri ziyaret edemeyecek konumdadır. Böylece bu tablo turnesini çok beğendim” diyor.
Sözü edilen tablo, Günay Uslu’nun siyasi kariyerindeki başlangıç noktası oldu. Bugüne kadar, aile şirketi Corendon’un tatil toplantılarına ve Amsterdam Üniversitesi için araştırma toplantılarına aşinaydı Uslu. Ama bu defa, ocak ayında başladığı yeni görevi ile birlikte, henüz birinci haftada kendisini senato tartışmasında buldu. Zira o sırada bu tablonun satın alma konusu tartışılıyordu. Bu da Uslu için çetin bir deneyim oldu.
Bakanlığı portföyünde Kültür işlerinin yanında, Medya işlerinin de olması, Uslu için ikinci bir çetin deneyim oldu. Zira o günlerde ‘Sınırı aşan cinsel taciz’ olayları da patlak vermişti. Televizyondaki ‘O ses Hollanda’ programında, yaşananlar için devreye giren Uslu, daha sonra da D66 Partisi ve İşçi Partisi’nde ve Ajax kulübünde meydana gelen cinsel taciz olayları içinde buldu kendini…
Ünlü eski hakem Johan Derksen’in, günlük televizyon programlarının sonuncusunda, cinsel taciz olaylarını alaycı bir şekilde ele alırken yaptığı bir benzetme sonucundaki tepkiler üzerine, programdan ayrılması konusuna da değinen Uslu, bu konuda, “ Bu gibi konuşmalar, taciz kurbanları için, acı verici, aşağılayıcı, utandırıcıdır.” diye konuştu.
Eski hakem, tacizcilerin ve kurbanlarının ele alındığı programda, gençlik yıllarında yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyordu: “Bir akşam kızlı erkekli bir grup eğleniyorduk. Kızlar o kadar sarhoş olup devre dışı kaldılar ki, masada bulunan mumlardan birini aldım ve kızlardan birinin vaginasına soktum”.
Derksen’in bu sözlerine kahkahalarla gülen diğer katılımcılar, bu soğuk ve çirkin şakanın dozunu artırdılar.
Bu duruma çok kızmış olan Uslu, yine de tartışmanın devam etmesi gerektiğini, aşırılığa kaçmamak kaydıyla, ağız tıkamanın ve kaskatı kesilmenin gereksizliğini dile getirdi.
LAHEY’DEN DERS ÇIKARMA
Gülümsemeyi iyi bilen bu eski girişimcinin, Lahey’den ders çıkarmaya da alışması gerekecek. Siyasetin tabiatında bulunan kuşku, şüphe ve güvensizlik kafasını karıştırıyor.
Şöyle konuşuyor Uslu: “Olaylar karşısında, bir girişimci olarak, ‘Sen ne yapabilirsin, ben ne yapabilirim’ ve ‘bir şey elde etmek için nasıl kombine edebilirim’ diye düşünürsün. Kaldı ki, parlamento tartışmasındaki atmosfer çok değişiktir. Hemen, ‘Sen bu işi iyi yapmadın’ uyarısı alırsın. Tabii ki bu uyarı mantıklı. Zira parlamentonun kontrol edici bir fonksiyonu var. Ama bunlar benim için henüz yabancı.”
Genel anlamda kendisini gerçek siyasetçi olarak kabul etmiyor Uslu. “Bazen güven bulamıyorum. Bazen de, söylediklerimin akıllıca olmadığını düşünüyorum. Başından beri bu böyle devam ediyor.” diyen ve gülümseyen Uslu, bazı konularda fazla konuştuğunu hissediyor ve şöyle diyor: “Aslında ben böyle kalmak istiyorum. Bir şey söylediğim zaman, bunun uyarıcı olduğunu biliyorum ve bundan korkmuyorum.”
Uslu, Lahey’deki ilk haftalarının çok hoş geçmediğini BEAU muhabiri Jair Ferwerda’ya ikrar etmişti. “O zaman öyle hissediyordum ama zamanla hoş olmaya başladı. Zira şimdi daha derin düşünmeye zamanım oldu. Sorunlar nelerdir ve bunları nasıl çözerim sorusuna, girişimci ruhumla cevap arıyorum.” diyen Uslu, portföyünü genişletmek istemiyor. Uslu, “Ben meslekten politikacı biri değilim. ‘Şimdi kültür işleri, daha sonra da başka bir Bakanlık’ diye düşünmüyorum. Bunları siyasi bir hırs için yapmıyorum.” diye devem ediyor.
KİTAP YAZACAK
‘Uslu’yu D66 Partisi’nin lideri olarak hiç görmeyecek miyiz’ şeklindeki soruma Uslu, gülerek ve yüz ekşisi bir eda ile şu yanıtı verdi: “Hayır, lider olmak istemiyorum. Benim başka planlarım var. 1930’lu yılların güçlü liderleri hakkında ve bir de günümüzdeki medya ve kültür politikası hakkında bir kitap yazmak istiyorum. Bu gerçekten tam bana göre bir görev. Kültür ve medya için yapıyorum bunları. Bunları içeren Bakanlığı da bu nedenle kabul ettim. Görevimi hakkıyla yapacağım”
HOLLANDA’DAKİ ÖĞRENCİLER, GERİ ÖDEMESİZ ÖDENEK ALDIKLARI GİBİ, TREN VE OTOBÜSLERDE DE BEDAVA SEYAHAT YAPIYOR.
HOLLANDA’DA RESMİ KAYITLI HERKES, BİR GÜN DAHİ ÇALIŞMIŞ OLMASA DA EMEKLİLİK ÖDENEĞİ ALIYOR.
HESAPSIZ KREDİ VEREN BANKA ADLİYEDEN KOVULUYOR…
KİRA YARDIMI İLE AVUKAT İHTİYACININ KARŞILANMASI DA CABASI…
İlhan KARAÇAY derledi:
Bakmayın siz, ‘Hollanda’da enflasyon 8 virgül bilmem kaça yükseldiği’ haberlerine…
Yine bakmayın siz, ‘Hollanda’da şu kadar fakir var’ iddialarına…
Hele hele, ‘Şu kadar kişi sokaklarda yaşıyor’ haberleri de, bence eğlendirici haber oluyor.
Çünkü bu ülkede, yurttaşlarının sorunlarını anlayan ve çözen bir devlet var.
Türkiye’de olduğu gibi, dünyanın pek çok ülkesinde yaşayanların inanmakta zorluk çekecekleri, ‘Hollanda bökörlüğü’nden söz edeceğim bugün…
55 yıldır yaşadığım Hollanda’da, Türk televizyonlarını izlerken sık sık duyduğum emeklilik ve öğrenci borçlanmaları konusu, yıllardır kafamı karıştıryordu.
Öyle ya, 55 yıldır yaşadığım bu ülkede gördüklerim, duyduklarım ve bildiklerimi, Türkiye’de yaşayanlar bir duysa, inanın küçük dillerini yutarlardı.
ÖĞRENCİ FİNANSMANI
Geçen hafta Türk televizyonlarında izlediğim haber bültenlerinde, öğrencilerin, hem de yüksek faizlerle aldıkları kredileri, daha az faizle veya faizsiz ödeyebilecekleri şeklinde bir açıklama duymuştum. Bu konuda öğrencilerin çok büyük zorluklar içinde oldukları da dillendiriliyordu.
Kaldı ki, benim yaşadığım ülkede yıllardır duyduğum, öğrencilere finansman desteği haberleri, Hollanda’nın bu konuda ne kadar bonkör olduğunu açıkça ortaya seriyor.
Kafanızı fazla karıştırmamak için bu uzun ve çok çeşitli öğrenci desteği konusunu kısaca anlatayım:
Malumunuzdur, Hollanda’da ailelere, her çocuk için yüklü miktarda ‘Çocuk ödeneği’ verilmektedir. Orta okul çağına kadar çocuklar bu ödenek ile geçinirler. Orta okullara başlayan çocuklar ise, eğitim masraflarını karşılamak için ‘Eğitim finansmanı-bursu’ ödeneği alırlar. Bu durum, ailenin durumuna göre, ayda 90 ile 400 euro arasında değişir.
10 yıl içinde diplomalarını alarak başarılı olan öğrencilerden bu paralar geri alınmaz.
Ayrıca, orta okul öğrencileri, geri ödenmek şartıyla her ay 192,76 euro, lise ve üniversite öğrencileri ise 513,83 euro kredi alabilirler.
Hollanda devletinin öğrencilere tanıdığı haklar, yukarıdakilerden ibaret değil. Türkiye’de öğrenciler için ‘ucuz’ taşıt kartı verilirken, Hollanda’da öğrencilere ‘bedava-beleş’ taşıt kartı veriliyor. Böyle olunca da Hollanda’da, öğrencilerin taşıt masraflarının azlığı ve çokluğu tartışılmıyor.
Hollanda’da yaşayanlar, kendilerine verilmiş olan bu hakları çok iyi değerlendirmesini biliyorlar.
EMEKLİLİK ÖDENEĞİ
Türkiye’de, ‘Şu kadar gün çalışırsan, şu kadar gün borçlanırsan, şu kadar emekli ödeneği alırsın’ hesaplamaları yapılırken, Hollanda’da bir tek gün dahi çalışmış olmayanlar bile emekli maaşı alıyorlar.
Şöyle ki; 15 yaşından 65 yaşına kadar Hollanda’da resmi olarak kayıtlı olan herkes, bir gün dahi çalışmış olmasa da emekli ödeneği alıyor.
Bu ödenek hakkına, Hollandalı olmayanlar da dahil.
15 yaş ile 65 yaş arasında 50 yıl var. Emeklilik ödeneğinin tamamı 50 yıllıktır.
Örnek vereyim: Ben Hollanda’ya geldiğim zaman 25 yaşındaydım. Bu durumda 65 yaşına geldiğim zaman, emeklilik hakkım 40 yıllıktı. Bu da yüzde 20’lik bir kayıptı. Şimdi ben yüzde 20 daha eksik emekli ödeneği alıyorum. Zira, 15’inci yaştan 25’inci yaşa kadar 10 yıl kaybım olmuştu.
Bu durum evli eşler için eşit haklarla geçerlidir. Yani, 65 yaşına gelen eşler, durumlarına göre bu haktan yararlanabiliyor. Emeklilik ödeneği meblağı, her birey için aylık net olarak 851,52 eurodur.
Eşlerden biri hayatını kaybettiği zaman, yaşamakta olan eşe, belediye yardımı ile azgari ücrete kadar bir destek yapılır.
Bu konuda birkaç ekstra destek de vardır ama, kafanızı karıştırmamak için bunlardan söz etmiyorum.
Ne diyorsunuz şimdi değerli okurlarım?
Yukarıda yazdıklarıma inanabildiniz mi?
Ben size kesin söyleyeyim: İnanın lütfen. Zira bu yazdıklarım aynıyla vakidir.
Zira Hollanda’da ‘Devlet Baba’ vardır.
Hollanda’da, devletin yurttaşlarına sunduğu daha pek çok bonkörce haklar vardır değerli okurlarım. Avukata ihtiyacı olan dar gelirlilerin avukat parasının ödenmesi için de imkânlar var. Bu konuda belediyeye başvuruluyor, Belediye, gelir durumuna göre bir belge veriyor. Bu belge ile istenilen avukata gidiliyor ve avukat da bu belgeyi kabul edip, davaya bakıyor.
Dar gelirlilere kira yardımının yapılması gibi daha nice bonkörlükler var. Maaşınız veya ödeneğiniz asgari ücret sınırındaysa, belediyeler her ay 400 euroya kadar bir kira yardımı yapıyor.
Yazıma, ‘Bakmayın siz Hollanda’da şunlar, şunlar, şunlar oluyor’ diye başlamıştım.
Evet, Hollanda’da enflasyon yükseliyor, fakir sayısı artıyor, sokaklarda yaşayanlar da var.
Var ama, buna karşın yurttaşlarını bu sıkıntılardan kurtaracak bir devlet de var.
Burada geçim sıkıntısı geçirenler, belediyelerdeki Sosyal Yardım Büroları’na gittikleri zaman, elde ettikleri maaş veya ödeneklerin ihtiyacı karşılamaması halinde, derhal takviye ödenekler veriliyor.
Sosyal yardım alabilmek için üzerinize bir otomobil ve konut sahibi kaydı olmaması lâzım.
Malumunuzdur, Türkiye’deki bankalar, insanların gelir durumuna hiç bakmadan, kredi kartı dağıtma yarışına girmişlerdi. Aşağı yukarı herkesin cebinde üç beş bankanın kredi kartları var. Harcamaları ödeyemeyenlerin vay haline…
Ben size, bizzat şahit olduğum bir borçlu-bankacı duruşmasını anlatayım.
Bir zamanlar ben de bankalardan kredi alma aracılığı yapıyordum. Borç alan bir müşterim ödemeyi yapamıyordu. Benim araya girmem de işe yaramayınca, çözüm mahkemede arandı.
Mahkeme hakimi, borçlu olan kişiye gelir durumunu ve ödemesi gereken diğer ihtiyaçları sordu. Mahkeme hakimi, küçük bir hesaplama yaptıktan sonra, bu kişinin aldığı maaş ile, ancak geçimi için ödeme yapabileceğini ve ekstra bir ödeme yapamayacağını anlayında bankacıya sordu: “Siz bu kişiye borç verirken, gelir ve gider durumuna baktınız. Bunlar kâğıda da öyle geçmiş. Geçimiminin dışında bir ödeme yapamayacak olan bir kişiye nasıl borç verirsiniz?” diye terslenen bankacı adeta kovuldu.
Eeee, devletin mahkemesi de böyle adaletli çalışıyor işte.
Bir de sokakta yatanlar hikâyesi var.
Son olarak yapılan araştırmalarda, sokakta yatanların, gelir darlığından değil, kendi istek ve hataları yüzünden bu duruma düştükleri anlaşıldı. Ya tembellik, ya da müptelalık bu kişileri sokaklara mahkûm ediyor.
Bu konuda bir başka ilginç iddia da var. Bir araştırma bürosu, sokakta yatanların bir bölümünün, ‘zevk ve araştırma’ peşinde olduklarını iddia etti. Varlıklı olan bazı kişiler (ki sayılarının fazla olduğu da iddia ediliyor) sırf ‘nasıl oluyormuş’un cevabını almak için sokaklarda yatıyormuş. Bazı varlıklılar da, çeşitli nedenler yüzünden hayata küstükleri için sokaklarda yatıyorlarmış
Eeee işte, gelişmiş olmak ile gelişmemiş olmak arasındaki fark da bu olmalıdır.
Bugün anılmakta olan anneler, çocukların anarahmine düştükleri günden itibaren, ömürleri boyunca meşekkat çektiler, sağlıklı ve mutlu olmaları için göz nuru döktüler.
Herkesin, anneleri için anlatacakları vardır.
Ben de bugün kendi annemi anlatacağım:
Annemiz Vahide, 16 yaşındayken, 3 çocuklu bir bir adam (Numan Karaçay) ile evlendirildi.
O 3 çocuğa öz evlatları gibi baktığı, tüm mahallelirce konuşuluyordu.
O adamdan 6 çocuk doğurdu.
O 6 çocuktan biri bendim.
O adam da, mahalleli tarafından ‘Çok iyi bir insan’ olarak anlatılıyordu.
O adamın, biri çarşıda, biri de mahallede iki manav dükkânı vardı.
Annemiz, mahalledeki manav dükkânına, sonradan olma 9 çocuğu ile bakmak mecburiyetinde idi.
Babamız. 5 Aralık 1946’da vefat ettiği zaman ben 4 yaşındaydım.
Babamızın ölümünden sonra mahalledeki manav dükkânını işletmeye devam eden annemiz, sabahları 05.00’te sebze haline gidiyor, satışa sunacağı malları at arabası ile dükkâna getiriyordu.
Avlumuzda 20 baraka vardı. Bunların tamamı Roman vatandaşlarımıza kiralanmıştı.
Annemiz bu işlere de bakıyordu. Tabii ki çoğu zaman ödenmeyen kiralara, manavdan borç defterine yazdırılarak alınanlar da ekleniyordu. Tabii ki sonunda da, defterdeki borç sayfalarına bir çizgi çekiliyordu. Mahallelinin tam bir yardım ocağıydı annemiz.
Gelişen ve delikanlı olan ağabeylerim evimizin altındaki manav dükkânının yanına bir kahvehane açmışlardı. İyi ama, kahvehanenin de sabah erken açılması gerekiyordu. Fedakâr ve cefakâr annemiz bu görevi de üstlenmişti. Sabah erken çarşı dönüşünden sonra kahvehaneyi de açıyor, kömürlü ocağı yakıyor ve çayı demliyordu. Ben erken kalktığım zamanlarda geçtiğim kahvehanede annem ve müdavimler ile birlikte radyoda önce Kur’an-ı Kerim, sonra da arapça şarkı dinlerdim.
İşte biz böylesi fedakâr, cefakâr bir anne tarafından yetiştirilmiştik. Delikanlılıktan adamlığa terfi eden ağabeylerim, Özel İdare’den kiraladıkları turistik tesisleri işletmeye başlamıştı.
Ben de tüm bu işler ile haşır neşir olmıştum. Ama bir tesadüf eseri dünya turuna çıkma mecburiyetinde kaldım.
Dünya turu yaparken 10 Kasım 1967’de, Kanada’dan geldiğim Hollanda’da, 11 kasımda annemizin ölüm haberini aldım.
Rahat uyu anne.
Geride bıraktıklarının tamamı, sayende refah bir hayat yaşadılar.
TÜM ANNELERE SEVGİ, SAYGI, SAĞLIKLI VE UZUN BİR ÖMÜR, VEFAT EDENLERE DE RAHMET DİLİYORUM. İlhan Karaçay
Şair, yazar, gazeteci, araştırmacı ve tiyatro oyuncusu Sunay Akın, 13 Mayıs Cuma akşamı, Eindhoven yakınlarındaki Veldhoven’de bir gösteri sunacak.
Ünlü sanatçı yeni oyununda, işgal yıllarının İstanbul’undan, bir doktorun salgın hastalıkla mücadelesinden, tıp fakültesinin çiçeklerinden bir yastığa işlenen şiire kadar uzanan hissi konuları canlandıracak.
Son 100 yılda Türkiye ve tarihçesi ile ilgili anektodları ve hikâyeleri kendine has sunumu ile canladıracak olan Sunay Akın’ın bu gösterisini kaçırmayın.
Hollanda’da sigortacılık alanında başarılı faaliyetlerde bulunan Ömer Özkür tarafından organize edilen YÜZ YÜZE adlı gösteri, saat 20.00’de Theater de Schalm salonunda gerçekleşecek.
İlk şiirini, kendi anlattığına göre yedi yaşında, anne ve babasının odasında bulunan elbise gardırobundaki boş duran tek askılığa yazar ve “Üşümüyor musun?” diye sorar ona. İlk şiir kitabı 1989’da “Makiler” adıyla yayımlanır. Adını Cemal Süreya’nın koyduğu bu kitabı “Antik Acılar”, “Kaza Süsü”, “62 Tavşanı” izler. Arkadaşlarıyla birlikte 1989’da Yeni Yaprak şiir dergisini, 1990’da Olmaz şiir dergisini çıkarır.
Anlık ilhamlara dayanan ve genellikle kısa olan şiirleri, Orhan Veli‘nin şiirindeki bazı özellikleri günümüzde sürdüren bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu tür şiirlerde genellikle rastlanmayan, yumuşak, lirik bir tonu vardır. Şiirlerinde özellikle ince yergi ögelerini kullanmadaki rahatlığı ile dikkat çeker. Cemal Süreya‘nın etkisinde sürdürdüğü şiirlerde, dil oyunlarına dayalı yoğun bir alaycılık ve şaşırtma; çocuklar ve hüzünle birlikte şairin ilgi ve duyarlılığını göstermektedir.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde ders verdi. Müjdat Gezen Sanat Merkezinde 5 yıl boyunca hem ders verdi hem ders aldı. Bu deneyimin de yardımıyla, tek kişilik oyunlar hazırlayıp oynamaya başladı. Türkiye‘nin çok sayıda merkezinde ve yurt dışında (Frankfurt, Nürnberg, Londra) sayısız kez tek kişilik oyunlarını sergiledi. Hâlâ İki Kitap Bir Heves adlı gösterisini sunmaya devam etmektedir.
23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, yıllardır hayalini kurduğu İstanbul Oyuncak MüzesiniGöztepe, İstanbul‘da ailesine ait dört katlı tarihî bir konakta açtı. Müze, Türkiye’de türünün ilk ve tek örneği olup, Avrupa Konseyi‘ne bağlı Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum) tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü‘ne 2010 yılı için aday olmuştur. 2015 yılında ODTÜ Genç Girişimciler Topluluğu tarafından düzenlenen 5. Kristal Ağaç Ödül Töreni’nde “Kültür Sanat Sektörü Yılın Girişimcisi” ödülünü almıştır.[5]
TRT 2 ve CNN Türk‘te “Stüdyo İstanbul”, “İzler”, “Akşama Doğru”, “5N1K” gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan ve bunlara katkıda bulunan Sunay Akın, TV8‘de de “Gezgin Korkuluk” ve “Mahya Işıkları” adlı programları hazırlayıp sundu.
Yaşam Radyo, Radyo Kent ve Best FM‘de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezinde öğretim görevlisi olarak ders verdi.[6]Atv‘de Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu ve Nebil Özgentürk ile birlikte “Yaşamdan Dakikalar“da yer aldı. Skyturk360‘ta “Hayat Deyince” programını sunmuştur.
Dün, Hollanda’da İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından öldürülen Hollandalıları anma günüydü. Dün akşam saat 20.00’de tüm ülke iki dakika saygı duruşunda bulundu.
Ölenlerden ve anılanlardan birisi de doktor Laurens Johannes Büller idi.
(Büller hakkındaki ilginç konuyu haberin altında bulacaksınız)
HOLLANDALILAR İÇİN 4 VE 5 MAYIS GÜNLERİ ÖNEMLİ VE ANLAMLI GÜNLERDİR
4 Mayıs ise, bu savaş sırasında canlarını kaybeden insanları anma günüdür.
5 Mayıs, İkinci Dünya Savaşı sonrasında elde edilen kurtuluş günü olarak kutlanır.
Hollanda’da resmi tatiller dini ve milli bayramların niteliğine göre saptanmıştır.
Milli Bayram olarak sadece 5 Mayıs ve 27 Nisan kutlanır.
5 Mayıs ‘Kurtuluş Günü’, 27 Nisan ise ‘Kral Günü’ olarak kutlanır.
İlginçtir ki, 5 Mayıs Kurtuluş Günü resmi bir bayram olmasına rağmen, çalışanların parası 5 yılda bir (2020, 2025 gibi) ödenir. Bu konudaki anlaşmalar işveren ve işçi sendikaları arasında değişik şekillerde uygulanıyor.
İçinde yaşadığımız Hollanda’nın norm ve değerlerine saygı duymak bakımından, bizlerin de bu anma ve kutlamalara uymamız gerekir.
5 Mayıs 1945’te Alman ordusu Hollanda’daki Müttefik kuvvetlerine teslim oldu ve ülkeyi işgaline son verdi. İnsanlar, Hollanda’da her yıl bu önemli tarihi, özgürlüğü kutlayan partiler, toplantılar ve festivaller düzenleyerek onurlandırmaktadırlar.
İnsanlar bu tarihi, II. Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana gözlemlemelerine rağmen, 1990 yılında Bevrijdingsdag (Kurtuluş Günü) resmi bir resmi tatil oldu.
Bu kurtuluş günü çeşitli yerlerde değişik şekillerde kutlanmaktadır.
AMSTERDAM’DA
Kurtuluş Günü boyunca Amsterdam’da, açık hava sosyal toplantılarından şehrin müzelerindeki canlı tartışmalara kadar pek çok farklı etkinlik gerçekleşiyor. Örneğin, şehrin çevresindeki birçok ev, kafe ve tarihi mekân, eski Yahudi halkının ve Hollanda direnişinin üyelerinin, genç nesillere öykülerinden geçebilmek için II. Dünya Savaşı deneyimlerini tartıştığı özel görüşmelere ev sahipliği yapıyor. Amsterdamlılar ayrıca yemek yemeklerini paylaşmak ve bir topluluk olarak kutlamak için şehir çevresindeki mahallelerde bir araya geliyor. Günün sonunda, müzisyenler, Amstel nehrinde bir açık hava konserinde sahne alıyorlar.
ROTTERDAM’DA
Kurtuluş Günü sırasında, Rotterdam’ın merkezi kent parkı, het Park, Özgürlük Festivali Zuid Holland adlı ücretsiz bir açık hava etkinliğine ev sahipliği yapıyor. Bu festival için parkta birçok sahne ve podyum var ve canlı hip-hop konserlerinden sessiz diskolara kadar pek çok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Bu konserler, gösteriler ve performans
12: 30’da başlar ve genellikle 11’den önce sona erer. Diğer müzeler, galeriler ve mekanlar da canlı tartışmalar veya ücretsiz klasik müzik konserleri gibi Kurtuluş Günü sırasında özel etkinlikler düzenler.
LAHEY’DE
Kurtuluş Günü beklentisiyle Lahey, ‘Özgürlük Haftaları’ başlığı altında Nisan ayı ortasına kadar Mayıs ayı ortasından itibaren özgürlük ve barışla ilgili etkinliklere ev sahipliği yaptı. Bu etkinlikler arasında uluslararası hukukla ilgili canlı tartışmalar, mülteci krizi ve tarihi binaların rehberli turları gibi güncel konularla ilgili sergiler yer almaktadır. Şehrin Özgürlük Haftaları programı 5 Mayıs’ta, canlı konuşmalar, konserler ve performanslar sunan Malieveld parkında büyük bir açık hava festivaliyle sona eriyor.
WAGENİNGEN’DE
Wageningen, her yıl, Hollanda’nın en eski ve tartışmasız en büyük Kurtuluş Günü festivaline ev sahipliği yapar ve bu da Bevrijdingspop olarak bilinir. Bu büyük ölçekli etkinlik 1980’de kuruldu ve Hollanda’daki türünün ilk festivaliydi. Ülkenin diğer benzer kutlamaları gibi, Bevrijdingspop da Hollanda’nın kurtuluşunun onuruna düzenlenen konserler ve canlı performanslar içerir. Festival başlangıçta gençler için alternatif bir etkinlik olarak kuruldu ve şu anda yılda yaklaşık 130.000 ziyaretçi çekiyor.
Doktor Büller, 1912-1913 yıllarında İstanbul’da, Balkan Savaşı’nda yaralanmış yüzlerce Türk askerini Kızılhaç adına ameliyat ve tedavi etmişti.
Büller,bu hizmetinden dolayı Sultan Reşat tarafından Mecidiye Nişanı ile ödüllendirilmişti.
12-4-1944 tarihli gazetelerdeki ölüm ilanlarında, bu Mecidiye Nişanı gururla belirtilmiştir. (Orde van Medjidie).
Doktor Laurens Johannes Büller, 9 Nisan 1944’te muayenehanesinde Naziler tarafından vurularak öldürülmüştü.