Hollanda’da Türk ve göçmen toplumunun sesi olan DENK Partisi, kendi eliyle kendi ayağına sıkıyor.
DENK’e sahip çıkalım dedim, “o adamlarla asla aynı masaya oturmayız” diyenler…
DENK’i ayakta tutacak tütünleşmeye, “Bizim medeniyet sevdalılarıyla işimiz olmaz” diyenler…
İç çekişmeler, kaprisler, “Biz onlarla aynı masaya oturmayız” böbürlenmeleri… Hangi akla, hangi mantığa sığıyor bu?
(Yorumun Hollandacası en altta.
Nederlandse versie is onderaan)
İlhan KARAÇAY yorumladı:
Bülent Ecevit, ülke menfaati için hem Necmettin Erbakan’la hem de Devlet Bahçeli’yle ülkeyi yönetmek için koalisyon kuraraken, peki siz kimsiniz ki, bu görüşmeme lüksünü kendinizde görüyorsunuz?
Siyaset dediğin, farklılıklarla masaya oturma sanatıdır. DENK, sadece bir parti değil; azınlıkların en yüksek düzeyde temsil hakkı olan bir oluşum.
Bu hakkı çöpe atarsanız, yarın “Niye kimse sesimizi duymuyor?” diye ağlamayın.
Kapıları kapatmayın. Masaya oturun. Yoksa bu ses, sizin suskunluğunuz yüzünden susar ve tarih bunu size yazar.
Siyaset, sadece aynı düşüncedekilerin bir araya gelmesi değil; farklı görüşlerin ortak paydada buluşabilmesi sanatıdır.
Bugün “Biz onlarla aynı masaya oturmayız” diyenlere, tarihten ders verecek en güçlü örnek, rahmetli Bülent Ecevit’tir. Kendisine “solun sembol ismi” denmesine rağmen, ülke menfaati söz konusu olduğunda hem Necmettin Erbakan hem de Devlet Bahçeli ile koalisyon kurmuştu.
ECEVİT’TEN UZLAŞMA DERSİ
Ecevit’in, ideolojik çizgisi kendisinden çok farklı olan iki siyasi liderle hükümet kurabilmesi, demokratik olgunluğun, uzlaşma kültürünün ve ülke çıkarlarını kişisel ya da parti menfaatlerinin önünde tutmanın en net göstergesiydi.
1974’te Erbakan ile yaptığı koalisyon sayesinde Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşti.
1999’da Bahçeli ile kurulan koalisyon ise hem ekonomik toparlanma adımlarına hem de Avrupa Birliği’ne uyum sürecine zemin hazırladı.
Bu örnekler, “farklıyla yan yana gelmenin” vatana ihanet değil, aksine büyük kazanımlar getirebileceğinin kanıtıdır.
DENK’SİZ BİR GELECEK, SESSİZ BİR TOPLULUK DEMEKTİR
Bugün Hollanda’da, Türk toplumunun ve geniş anlamda göçmenlerin sesi olan DENK Partisi, iç çekişmelerin kıskacında parçalanma tehlikesi yaşıyor.
Dün yayınladığım “Hollanda Türkleri, yüzlerinin akı olan DENK Partisi’ne sahip çıkmalı” başlıklı haber-yorumumdan sonra aldığım destek mesajları sevindirici olsa da, bazı dost bildiklerimden gelen tepkiler hayli düşündürücüydü.
Bana, “Sen nasıl demokratsın? Bu Selefi, Alevi düşmanlarına nasıl sahip çıkalım?” diyecek kadar önyargılı konuşanlar oldu.
Kendilerine şunu anlattım:
Hollanda’da elde edilmiş bir hakkı ve kazanımı kaybetmeyelim.
Bu ülkede bini aşkın sivil toplum kuruluşu var. Elbette çok değerli çalışmalar yapanlar oldu; kültürümüzü, inançlarımızı, dayanışmamızı ayakta tuttular. Ama hiçbiri, bir siyasi parti olma seviyesine gelemedi.
Oysa DENK, bu eşiği geçti; ülke genelinde seçimlere katılma hakkını kazandı.
Bir siyasi parti, belki bir grup insanın iradesiyle kurulabilir ama ülkenin her seçim bölgesinde varlık göstermek, yıllar süren örgütlenme, sabır, kadro yetiştirme ve finansman mücadelesi ister.
Bugün mecliste azınlıkların ve Müslümanların haklarını savunan üç milletvekilimiz var; anketler bu sayının beş ya da altıya çıkabileceğini söylüyor.
Ama iç çekişmeler bu kazanımı elimizden alacak gibi görünüyor.
KAPILARI KAPATMAYIN, MASAYA OTURUN
O nedenle diyorum ki:
Bu partiye girin, üye olun, genel kurullara katılın, yönetime girme mücadelesi verin. Kendi düşüncenizi, kendi renginizi oraya taşıyın. Farklılıklarımız masada çözülsün; kapılar kapatılarak değil, kapılar açılarak güçlenelim.
KENDİMDEN BİR ÖRNEK VEREYİM
Ben 1984’te Mersin Belediye Başkanlığı’na Doğruyol Partisi’nden aday olduğumda, CHP kökenli bir aileden geliyor ve hatta CHP İl Gençlik Kolu Başkanlığı yapmış bulunuyordum. Teklif geldiğinde, “Yerel yönetimle ülke siyaseti farklıdır” diyerek kabul ettim. Amacım, siyasi hesap gütmeden halkın ihtiyaçlarını karşılamaktı.
Daha sonra rahmetli Süleyman Demirel, milletvekilliği teklifinde bulunduğunda ise, “Artık Hollanda’dan dönmem mümkün değil” diyerek nazikçe reddettim.
41 yıl önce de ılımlı olduğumu kanıtlamıştım. Bugün hâlâ aynı yerde duruyorum: Ilımlılık, diyalog, ortak akıl… Bunlar olmadan siyaset, yalnızca kısır çekişmelerin arenası olur.
Eğer DENK Partisi toparlanmazsa, temsil ettiği topluluk büyük bir sesi kaybedecek. Oysa şimdi yapılması gereken, kimin “aşırı” kimin “ılımlı” olduğuna takılmadan, masaya oturmak ve ortak hedeflerde birleşmektir.
SİYASİ PARTİ OLMANIN DEĞERİ
Yapmayın kardeşler… Hollanda’da elde edilmiş bir hakkı ve kazanımı kaybetmeyelim.
Bu ülkede bini aşkın sivil toplum kuruluşu var; kültürümüzü, dayanışmamızı, kimliğimizi ayakta tuttular. Ama hiçbiri, siyasi bir varlık olarak parlamentoda temsil edilmeye, ülke çapında seçimlere katılmaya hak kazanmadı.
DENK Partisi, tam bu noktada bir kilometre taşıdır: STK sınırlarının ötesine geçerek kurumsal bir siyasi yapıya dönüştü; sandıkta oy aldı, mecliste yer buldu.
Bir siyasi partinin ülke çapında seçimlere katılabilmesi; örgüt kurmak, güçlü kadro oluşturmak, finansal ayakları oturtmak, gönüllü ağı yaratmak ve topluluk desteğini yıllarca canlı tutabilmek gibi zorlu süreçlerden geçer.
Bugün mecliste azınlıkların ve Müslüman toplumun haklarını savunan üç milletvekilimiz var. Anketler bu sayının beş ya da altıya yükselebileceğini öngörüyor. Ancak iç çekişmeler bu kazanımı yok edebilir.
O nedenle diyorum: Bu siyasi mücadeleye katılın! Partiye üye olun, genel kurullarda söz sahibi olun, yönetime girme çabasına dahil olun. Renklerinizi, düşüncelerinizi, umutlarınızı o masaya taşıyın.
Siyasi partili olmanın, sivil örgütlenmeden çok daha fazlası olduğunu unutmayın. Bu, sadece bir partiye üyelik değil; aynı zamanda temsil edilme hakkı, topluluğun sesi olma, geleceğe yönelik karar mekanizmalarında var olma mücadelesidir.
DENK Partisi bir zamanlar yönetici arayışını afişler ile duyuracak kadar demokrattı
Hollanda’da DENK Partisi’nin Oy Oranları ve Seçmen Profili (2017–2023)
DENK, 2017 genel seçimlerinde %2,1 oy oranı ile üç milletvekili çıkararak Hollanda parlamentosuna giren ilk göçmen kökenli parti oldu. Bu, yalnızca Türk toplumu için değil, ülkedeki tüm azınlıklar açısından da tarihi bir adımdı.
2021 seçimlerinde oy oranı %2,0 olarak sabit kaldı ve üç sandalyeyi korudu. 2023’te ise %2,37 ile yine üç milletvekili çıkarmayı başardı. Bu oranlar küçük görünse de Hollanda gibi çok partili ve rekabetin yoğun olduğu bir siyasi sistemde büyük bir başarıdır; zira %0,1’lik oynamalar bile meclis aritmetiğini değiştirebilmektedir.
Daha da çarpıcı olan, DENK’in özellikle büyük şehirlerdeki başarısıdır. Rotterdam’ın bazı mahallelerinde %35–40’a ulaşan oy oranları görülürken, Amsterdam ve Utrecht’te de göçmen nüfus yoğun bölgelerde %25–30 seviyeleri yakalanmıştır. Bu da partinin, ülke genelinde küçük ama belirli bölgelerde çok güçlü bir tabana sahip olduğunu gösteriyor.
Seçmen profiline bakıldığında, oyların büyük kısmını Türk ve Fas kökenli göçmenler oluşturuyor. Ancak partinin Hollandalı sol seçmenden, özellikle de ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele konularında duyarlı gençlerden de destek aldığı biliniyor. Bu karma yapı, DENK’in sadece “etnik köken partisi” olmadığını, belli bir değerler sistemini savunan kapsayıcı bir siyasi hareket olarak algılandığını gösteriyor.
Bütün bu tablo, “Bir siyasi parti kurmak kolay, ama ülke çapında seçimlere katılma hakkını almak çok zordur” sözümü sayılarla doğruluyor. DENK, Hollanda’daki azınlık topluluklarının bugüne kadar ulaşabildiği en üst düzey siyasi temsil biçimidir.
Bu nedenle, iç çekişmeler yüzünden bu kazanımın kaybedilmesi, sadece bir partinin değil, bir toplumsal mücadelenin geriye gitmesi anlamına gelir.
Unutmayın, Birliği kaybederseniz, sadece sandıktaki gücü değil, gelecekte “biz de vardık” deme hakkınızı da kaybedersiniz.
Bilin ki, bugünkü inat ve kibir, yarının sessizliği ve pişmanlığı olacak.
**************
DENK PARTİSİ’DEKİ GELİŞMELER
Van Baarle’nin adaylığa dönüşü için çalışmalar yapılıyor
DENK Partisi Genel Başkanı Ejder Köse, adaylıktan geri çekilmesi ile büyük bir krize yol açan Stephan van Baarle’nin adaylığa dönüşü için çağrı yaptı.
DENK yönetiminden yapılan açıklamada, krizin çözülmesi için birçok öneride bulunulduğunu, bunlar arasında olağanüstü genel kurulda iki farklı liste seçeneği sunmak, ilk üç sırada yetenekli bir kadın adaya yer vermek olduğu belirtildi.
Açıklamada, “Bu kriz, partinin genel menfaatinden çok, halihazırda görev yapan bir adayın sandalyesini korumaya odaklanmış durumda. Böyle kişisel çıkar kampanyaları, aday listesinin oluşumunda yeri olmayan ve partimize zarar veren girişimlerdir” denildi.
Parti yönetimi, Stephan van Baarle’nin yıllardır partiye kattığı katkıları takdir ettiklerini ancak “ortak ideallerin her zaman kişisel çıkarların üzerinde durduğunu” vurguladı. Yönetim, üyelerin aday listesini belirleme yetkisini tüzük gereği yönetime verdiğini, bu kuralın kayırmacılığı ve güç yoğunlaşmasını engellemek için konduğunu hatırlattı.
Yönetim Kurulu Başkanı Ejder Köse, basına yaptığı sözlü açıklamada, tüzük gereği yönetim kurulu değişikliğinin belirli kurallara bağlı olduğunu söyledi:
“Bir yönetim kurulu başkanı tüzük gereği seçilir, yine tüzük gereği görevini bırakır. Her kafası esen yönetimi değiştirmeye kalkamaz. Genel kurul yapılması için üye sayısının yüzde 10’unun imzası gerekir. Ancak o zaman genel kurula gidilir ve seçim yapılır.”
****************
HET ‘BAH’-TABOE TUSSEN VERLICHTE, DEMOCRATISCHE, PROGRESSIEVE MENSEN EN NATIONALISTEN, RELIGIEUZE, CONSERVATIEVE MENSEN
De DENK-partij, de stem van de Turkse en migrantengemeenschap in Nederland, schiet zichzelf in de voet.
Toen ik zei: “Laten we DENK steunen”, klonk het: “Wij gaan nooit aan dezelfde tafel zitten met die mensen…”
Toen ik opriep tot eenheid om DENK overeind te houden, kwam het antwoord: “Wij willen niets te maken hebben met die zogenaamde ‘beschaving’-liefhebbers…”
Interne ruzies, grillen, het borstklopperige “wij gaan niet met hen aan tafel”… In welke logica past dit?
İlhan KARAÇAY geeft commentaar:
Bülent Ecevit ging, in het landsbelang, zowel met Necmettin Erbakan als met Devlet Bahçeli aan tafel. Politiek is de kunst om met verschillen aan tafel te zitten. Wie denkt u dat u bent om uzelf dat ‘luxe’ toe te kennen?
DENK is niet zomaar een partij; het is het hoogste niveau van vertegenwoordiging van minderheden. Als u dit recht in de prullenbak gooit, moet u morgen niet huilen: “Waarom hoort niemand onze stem?”
Sluit geen deuren. Ga aan tafel. Anders zal deze stem zwijgen door uw stilzwijgen en de geschiedenis zal dat aan u toeschrijven.
Politiek is niet enkel bijeenkomen met gelijkgestemden, maar de kunst om met verschillende opvattingen een gemeenschappelijke basis te vinden.
Tegenwoordig is het krachtigste historische voorbeeld voor wie zegt: “Wij gaan niet met hen aan tafel”, wijlen Bülent Ecevit. Hoewel hij werd beschouwd als hét symbool van links, vormde hij – wanneer het landsbelang dat vereiste – zowel met Necmettin Erbakan als met Devlet Bahçeli een coalitie.
EEN LES IN COMPROMIS VAN ECEVİT
Dat Ecevit met twee politieke leiders, wiens ideologische lijn sterk afweek van de zijne, een regering kon vormen, was het duidelijkste bewijs van democratische volwassenheid, van een cultuur van compromis, en van het plaatsen van landsbelang boven persoonlijke of partijbelangen.
Dankzij de coalitie met Erbakan in 1974 vond de Vredesoperatie op Cyprus plaats.
De coalitie met Bahçeli in 1999 legde de basis voor zowel economische herstelmaatregelen als het toetredingsproces tot de EU.
Deze voorbeelden tonen aan dat “naast de ander staan” geen verraad aan het vaderland is, maar juist grote voordelen kan opleveren.
EEN TOEKOMST ZONDER DENK BETEKENT EEN STEMLOZE GEMEENSCHAP
Vandaag dreigt DENK, de stem van de Turkse gemeenschap en in bredere zin van migranten in Nederland, ten onder te gaan door interne conflicten.
Na mijn artikel van gisteren “Turken in Nederland moeten trots zijn op en opkomen voor de DENK-partij”, kreeg ik veel steunbetuigingen, maar sommige reacties van vrienden waren ronduit verontrustend.
Sommigen waren zo bevooroordeeld dat ze zeiden: “Hoe kun jij als democraat opkomen voor deze salafistische, Alevi-vijandige mensen?”
Ik heb hen uitgelegd:
Laten we in dit land geen verworven recht en winst verliezen.
Er zijn in Nederland meer dan duizend maatschappelijke organisaties. Natuurlijk hebben velen daarvan waardevol werk verricht; zij hebben onze cultuur, ons geloof en onze solidariteit in stand gehouden. Maar geen enkele heeft het niveau bereikt van een politieke partij.
DENK heeft die drempel wél overschreden; het heeft het recht verworven om landelijk aan verkiezingen deel te nemen.
Een politieke partij kan misschien door een kleine groep mensen worden opgericht, maar om in elk kiesdistrict aanwezig te zijn, heb je jarenlange organisatie, geduld, kaderopbouw en financiële slagkracht nodig.
Vandaag hebben we drie Kamerleden die opkomen voor de rechten van minderheden en moslims; peilingen zeggen dat dit er vijf of zes kunnen worden.
Maar interne ruzies lijken deze winst van ons af te pakken.
SLUIT DEUREN NIET, GA AAN TAFEL
Daarom zeg ik:
Word lid van deze partij, neem deel aan de algemene ledenvergaderingen, strijd om in het bestuur te komen. Breng uw eigen ideeën en kleur naar binnen. Laten we onze verschillen aan tafel oplossen, niet door deuren te sluiten maar door ze te openen.
Toen ik in 1984 kandidaat werd voor het burgemeesterschap van Mersin namens de Doğru Yol Partisi, kwam ik uit een CHP-familie en was zelfs voorzitter van de CHP Jongerenafdeling geweest. Toen ik de uitnodiging kreeg, accepteerde ik die met de gedachte: “Lokaal bestuur is iets anders dan landelijke politiek.” Mijn doel was om de behoeften van het volk te dienen zonder politieke berekening.
Later deed wijlen Süleyman Demirel mij een aanbod voor het parlementslidmaatschap, maar ik wees dat vriendelijk af: “Terugkeren uit Nederland is nu niet meer mogelijk.”
Ik bewees al 41 jaar geleden dat ik gematigd was.
Vandaag sta ik nog steeds op hetzelfde punt: gematigdheid, dialoog, gezond verstand…
Zonder die drie wordt politiek slechts een arena van vruchteloze ruzies.
Als DENK zich niet herpakt, zal de gemeenschap die zij vertegenwoordigt een krachtige stem verliezen. Nu is het moment om zonder te kijken naar wie ‘extreem’ en wie ‘gematigd’ is aan tafel te gaan zitten en ons op gemeenschappelijke doelen te verenigen.
DE WAARDE VAN EEN POLITIEKE PARTIJ
Doe het niet, vrienden… Laten we in Nederland geen verworven recht en winst verliezen.
Er zijn meer dan duizend maatschappelijke organisaties; zij hebben onze cultuur, onze solidariteit en onze identiteit in stand gehouden. Maar geen enkele heeft het recht verworven om als politieke entiteit in het parlement vertegenwoordigd te zijn en landelijk aan verkiezingen deel te nemen.
DENK is precies op dat punt een mijlpaal: het is uit de grenzen van een NGO getreden en een institutionele politieke structuur geworden; het haalde stemmen bij de stembus en vond een plek in het parlement.
Om als politieke partij landelijk mee te doen, moet je een organisatie opbouwen, een sterk team vormen, financiële fundamenten leggen, een netwerk van vrijwilligers opzetten en jarenlang het draagvlak in de gemeenschap levend houden.
Vandaag hebben we drie Kamerleden die de rechten van minderheden en de moslimgemeenschap verdedigen. Peilingen voorspellen dat dit aantal kan stijgen naar vijf of zes. Maar interne ruzies kunnen deze winst vernietigen.
Daarom zeg ik: Doe mee aan deze politieke strijd! Word lid van de partij, zorg dat u inspraak heeft op de ledenvergadering, strijd om een plaats in het bestuur. Breng uw kleuren, ideeën en hoop naar die tafel.
Vergeet niet dat partijlidmaatschap veel meer is dan maatschappelijke organisatie: het is het recht om vertegenwoordigd te worden, om de stem van de gemeenschap te zijn en om deel te nemen aan de besluitvorming over de toekomst.
Stemmen en achterban van DENK in Nederland (2017–2023)
DENK werd in de Tweede Kamer gekozen als eerste partij van migrantenafkomst met 2,1% van de stemmen in 2017, goed voor drie zetels. Dat was een historische stap, niet alleen voor de Turkse gemeenschap, maar voor alle minderheden in het land.
Bij de verkiezingen van 2021 bleef het percentage stabiel op 2,0% en behield de partij haar drie zetels. In 2023 steeg het naar 2,37% en opnieuw drie zetels. Hoewel deze percentages klein lijken, is dit in een land als Nederland met een zeer concurrerend meerpartijenstelsel een grote prestatie; verschuivingen van slechts 0,1% kunnen de Kamerverhoudingen veranderen.
Opvallend is vooral het succes van DENK in de grote steden. In sommige wijken van Rotterdam haalde de partij 35–40%, terwijl in Amsterdam en Utrecht in wijken met veel migranten de percentages 25–30% bereikten. Dit toont aan dat de partij landelijk klein, maar in bepaalde gebieden zeer sterk is.
Het grootste deel van de stemmen komt van Turkse en Marokkaanse migranten, maar de partij krijgt ook steun van Nederlandse linkse kiezers, vooral jongeren die gevoelig zijn voor het bestrijden van racisme en discriminatie. Deze gemengde achterban laat zien dat DENK niet slechts een “etnische partij” is, maar een inclusieve politieke beweging met een waardenprogramma.
Dit hele beeld bevestigt mijn woorden: “Een partij oprichten is makkelijk, maar het recht verkrijgen om landelijk mee te doen is zeer moeilijk.”
DENK is de hoogste vorm van politieke vertegenwoordiging die minderheden in Nederland tot nu toe hebben bereikt.
Daarom betekent het verliezen van deze winst door interne ruzies niet alleen het verlies van een partij, maar ook een terugval van een hele maatschappelijke strijd.
Onthoud: als u de eenheid verliest, verliest u niet alleen uw kracht in het stemhokje, maar ook het recht om in de toekomst te zeggen: “Wij waren er ook.” Weet dat de koppigheid en trots van vandaag, de stilte en spijt van morgen zal zijn.
**********
CRISIS BINNEN DENK: TERUGKEER VAN BAARLE ALS KANDIDAAT IN BEELD
DENK bevindt zich in een politieke storm na de terugtrekking van Stephan van Baarle als kandidaat. Partijvoorzitter Ejder Köse heeft nu een oproep gedaan om Van Baarle alsnog terug te laten keren op de kandidatenlijst.
Volgens een verklaring van het partijbestuur zijn er verschillende voorstellen gedaan om de impasse te doorbreken. Zo wordt gedacht aan het presenteren van twee aparte lijsten tijdens een bijzondere algemene vergadering en aan het opnemen van een getalenteerde vrouwelijke kandidaat in de top drie.
Het bestuur stelt echter dat de crisis vooral draait om het behoud van een individuele zetel, en niet om het belang van de partij als geheel. “Campagnes die gericht zijn op persoonlijke belangen horen niet thuis bij het samenstellen van de lijst en schaden onze partij,” aldus het bestuur.
Hoewel de bijdragen van Van Baarle aan de partij worden erkend, benadrukt het bestuur dat “gemeenschappelijke idealen altijd boven persoonlijke belangen moeten staan.” Daarbij wijst het op de partijstatuten, waarin staat dat het vaststellen van de kandidatenlijst expliciet een bestuursbevoegdheid is, bedoeld om vriendjespolitiek en machtsconcentratie te voorkomen.
Partijvoorzitter Köse verduidelijkte tegenover de pers dat bestuurswisselingen niet zomaar mogelijk zijn: “Een voorzitter wordt volgens de statuten gekozen en verlaat zijn functie eveneens volgens diezelfde regels. Het bestuur kan niet naar willekeur worden vervangen. Voor het bijeenroepen van een algemene vergadering is de steun van minstens 10 procent van de leden vereist. Pas dan kan er daadwerkelijk een stemming plaatsvinden.”