*Türkiye’de kira yardımı yokken, Hollanda’da asgari ücretliye ve sosyal ödenekliye 400 euro kira yardımı yapılıyor.
*Türkiye’de emeklilik için 7200 gün çalışmanız gerekirken, Hollanda’da bir gün dahi çalışma şartı yok.
*Türkiye’de sağlık sigortası için maaşın % 5’i kesilirken, Hollanda’da devlet 270 euro aylık destek veriyor.
*Türkiye’de öğrencilere faizli eğitim kredisi verilirken, Hollanda’da başarıya bağlı geri ödemesiz kredi, ücretsiz ulaşım hakları var.
*Türkiye’de, özel davalar için avukat desteği yok iken, Hollanda’da orta gelirliye dahi ücretsiz avukat tahsis ediliyor.
*Türkiye’de kısıtlı bir çocuk ödeneği , ve yine kısıtlı bir kreş ödeneği varken, Hollanda’da çocuk başına yıllık 2000 euroya kadar ödenek veriliyor ve kreş masrafları da devlet tarafından ödeniyor.
*Türkiye’ye gelen gurbetçilere ‘Şımarık zenginler’ gözüyle bakılıyor ve horlanıyorlardı. Şimdi ise aynı gurbetçi, bluz, pantolon fiyatlarını görünce, vitr,inden uzaklaşıyorlar.
*Türkiye’de siyaset, üçüncü ülkeler sınıfındayken, Hollanda’da çok seviyeli bir siyasi anlayış hakim.
(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie is onderaan)
Tatil için gittiğim Türkiye’de iki ay boyunca edindiğim izlenimler, bende yalnızca nostalji değil; aynı zamanda derin bir analiz ihtiyacı da doğurdu. Her karşılaştığım detay, her sohbet ve her fiyat etiketi beni bir gerçeği yazmaya mecbur etti. Türkiye’yi, bir Hollanda mukimi olarak dışarıdan ama kalpten bakarak değerlendirmek istedim.
Bu yazı, ne bir övgüdür ne de toptan bir eleştiri. Bu yazı, Türkiye ile Hollanda gibi sosyal devlet anlayışını benimsemiş bir ülke arasında yapılacak açık ve dürüst bir kıyaslamadır.
EKONOMİ: CEPTEKİ YANGIN, RAFLARDAKİ ATEŞ
TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları ile halkın mutfakta yaşadığı enflasyon arasında derin bir uçurum var. Gıda ürünleri, ulaşım, enerji ve kira gibi kalemler, sabit gelirli bireylerin bütçesini aşındırmakta. Türkiye’de resmi enflasyon %70’lere dayansa da, gerçek enflasyonun %100’ün üzerinde olduğu hissediliyor.
Merkez Bankası’nın faiz politikaları ve kur korumalı mevduat gibi geçici çözümler, günü kurtarsa da yapısal sorunları çözmüyor. Türkiye üretimden uzaklaşıp tüketime dayalı bir ekonomiye saplandıkça, döviz ihtiyacı artıyor ve bu da enflasyonu körüklüyor.
Ayrıca, orta sınıfın giderek yok olması, ekonomik kutuplaşmayı derinleştiriyor. Bugünün Türkiye’sinde artık ya çok zengin ya da çok yoksul olmak mümkün. Arada kalanlar hızla aşağıya doğru çekiliyor.
Türkiye’de ekonomi deyince artık yalnızca uzmanların konuşacağı teknik bir alan değil, halkın günlük hayatının her saniyesini etkileyen bir yaşam koşulu tarifinden söz ediyoruz. Döviz kurları, enflasyon, alım gücü, vergi baskısı ve sürekli değişen fiyatlar… Bunlar artık sıradan bir vatandaşın bile günlük konuşma konuları.
Örnek mi? Büyük şehirlerde orta sınıf bir alışveriş merkezinde sıradan bir kadın bluzu 5.200 TL. Bu rakam, 5 yıl önce Hollanda’dan gelen bir gurbetçi için 25 euroya denk gelen bir meblağ iken, bugün neredeyse 110-120 euroya tekabül ediyor. Yani Avrupa’da yaşayan gurbetçiler artık Türkiye’ye gelip ‘zengin’ sayılmıyor. Eskiden tatillerde alışveriş çılgınlığı yapanlar, şimdi fiyat etiketlerine sadece bakıp geçiyor.
SOSYAL HAKLAR VE YARDIMLAR: SADAKADAN HAKKA GEÇİLEMEDİ
Türkiye’de sosyal yardım anlayışı, Avrupa’daki gibi evrensel bir hak olarak değil, siyasi sadakatle dağıtılan bir lütuf gibi görülüyor. Yardımlar çoğu zaman yerel belediyelerin veya merkezi hükümetin kontrolünde dağıtılıyor ve sosyal adaleti sağlamaktan uzak.
Yoksulluk sınırı 60.000 TL’nin üzerine çıkmışken, asgari ücret 17.000 TL civarında. Ailelerin temel ihtiyaçlarını karşılaması neredeyse imkânsız. Hollanda’da kira, sağlık ve çocuk yardımı gibi desteklerin yapısal ve şeffaf biçimde dağıtıldığı bir düzene karşılık, Türkiye’de çoğu kişi bu yardımlara ya ulaşamıyor ya da sürdürülebilir değil.
Türkiye’de sosyal devlet anlayışı hâlâ ‘niyet’ düzeyinde. Uygulamalar ise büyük ölçüde sınırlı, geçici ve siyasi. Hollanda’da örneğin, 15 yaşından itibaren ülkede yaşayan herkes için garanti altına alınmış bir emeklilik sistemi var. Türkiye’de ise emekli aylıkları açlık sınırının bile altında kalabiliyor.
Hollanda’da çocuk ödenekleri, kira yardımları, eğitim destekleri, ücretsiz ulaşım ve devletin bireye olan somut desteği hayatın her alanında hissedilirken, Türkiye’de sosyal yardımlar çoğu zaman sadaka gibi sunuluyor. Kimin hak ettiği, kimin alamadığı, neden verilmediği çoğu zaman muğlak.
Hollanda’da asgari ücretli, sosyal yardım alan ya da orta gelirli bir birey dahi devletten aylık ortalama 300-400 Euro kira yardımı alabiliyor. Yardımlar düzenli, şeffaf ve başvuru sistemi dijital.
Türkiye’de ise böylesi bir kira yardımı mekanizması yok. Büyük şehirlerde 2+1 bir evin kirası 20.000 TL’ye yaklaşmış durumda. 17.000 TL asgari ücret alan biri için bu, barınmanın lükse dönüştüğü anlamına geliyor. Sosyal konut projeleri ise sınırlı ve siyasal bağlantılarla erişilen yapılar haline geldi.
EMEKLİLİK: HOLLANDA’DA HAK, TÜRKİYE’DE HAYAL
Hollanda’da emeklilik, ülkede yaşamış olmaya dayanır. Her yıl için %2’lik bir emeklilik hakkı kazanılır; yani 50 yıl yaşayan biri %100 emekli maaşı alır. Üstelik bir gün bile çalışma şartı yoktur.
Türkiye’de ise 7200 prim günü çalışmadan emekli olmak mümkün değil. Bu kadar süreyi tamamlayabilmek için sigortalı ve kayıtlı bir işte uzun yıllar çalışmak şart. Emekli maaşları ise açlık sınırının altına düşmüş durumda.
SAĞLIK SİSTEMİ: BİRİNE DEVLET DESTEKLİ HAK, DİĞERİNE SABAH 04.00 RANDEVUSU
Hollanda’da düşük gelirli bireylerin sağlık sigortasına ödediği aylık 140-150 euro bedelin yaklaşık tamamını devlet geri ödüyor. Çocuklardan hiç prim alınmıyor.
Türkiye’de ise maaşlardan sağlık sigortası için kesinti yapılmasına rağmen, kamu hastanelerinde randevu almak artık bir yarış. MHRS sisteminden uzman doktor randevusu almak çoğu zaman haftalar sürüyor. Özel hastaneler de giderek daha erişilemez hâle geldi. Devletin sunduğu hizmet, ihtiyacı olanın değil, bağlantısı olanın eriştiği bir sistem hâlini aldı.
Özel hastaneler ise ciddi maliyetler getiriyor. Bir MR çekimi için 2.000 TL’den fazla istenebiliyor. Hollanda’da ise sağlık sistemi merkezi ve hesap verebilir: çocuklardan prim alınmaz, dar gelirliye devlet desteği sunulur. Türkiye’de SGK sistemi ise hem hizmet kalitesinde hem de sürdürülebilirlikte ciddi darbe almış durumda.
EĞİTİM: TÜRKİYE’DE BORÇ, HOLLANDA’DA DESTEK
Türkiye’de eğitimin en büyük sorunu; içerikten çok sistemin kendisi. Eğitim sistemi her 3-4 yılda bir değişiyor. Öğrenciler sınav sistemlerinin, veliler ise ideolojik tartışmaların arasında sıkışmış durumda.
Devlet okulları ile özel okullar arasındaki uçurum, sosyal sınıfların eğitimle belirlenmesine yol açıyor. Kırsalda bir çocuk ile büyükşehirdeki özel okulda okuyan bir çocuğun eğitime erişimi arasında uçurum var.
Oysa Hollanda’da öğrencilere eşit destek sunuluyor: başarıya bağlı geri ödemesiz kredi, ücretsiz ulaşım, ücretsiz yemek. Bu, eğitimde fırsat eşitliğinin temelidir.
Eğitimde de benzer bir tablo var. Hollanda’da üniversite öğrencilerine verilen geri ödemesiz burslar, ücretsiz ulaşım, ücretsiz okul yemekleri gibi destekler, öğrencilerin sosyal eşitliğe daha yakın büyümesini sağlıyor. Türkiye’de ise eğitim hâlâ hem ekonomik hem de politik eşitsizliklerin sürdüğü bir alan. Okulun değil, semtin, ailenin, hatta öğretmenin siyasi görüşünün bile eğitim kalitesini belirlediği bir ortamdan söz ediyoruz.
Hollanda’da üniversite öğrencilerine başarıya bağlı geri ödemesiz burs, ücretsiz ulaşım hakkı, ücretsiz okul yemekleri ve barınma desteği sağlanıyor.
Türkiye’de ise öğrencilere faizli öğrenim kredisi sunuluyor. Bu borçlar mezuniyetten sonra uzun süreli bir yük haline geliyor. Eğitimde fırsat eşitliği, devlet okuluyla özel okul arasında büyüyen fark nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldi.
ÇALIŞMA KOŞULLARI: TÜKENMİŞLİĞİN İŞ HAYATI
Türkiye’de çalışanlar artık ‘çalışarak fakirleşmek’ deyimini birebir yaşıyor. Asgari ücretin açlık sınırına denk geldiği, çalışanların büyük bölümünün ek iş yaptığı bir ortamda, ‘çalışmak’ bir güvence değil, adeta zorunlu bir mücadele.
Oysa Hollanda’da, en düşük gelirli bireyin bile temel yaşam standartları garanti altına alınmış durumda. Asgari ücretliler dahi kira yardımından, sağlık sigortası ödeneğinden, hatta tatil parasından yararlanabiliyor. Türkiye’de bu tip haklar ya yok, ya da sadece kağıt üzerinde var.
Türkiye’de bir beyaz yakalı, 10 saatlik mesaiden sonra evine dönüp ikinci işine başlıyor. Emeklilik, gelecek değil; uzak bir hayal. Taşeron sistemler, geçici sözleşmeler, düşük ücretli işler; çalışma hayatını istikrarsızlaştırdı.
Buna karşın Hollanda’da her birey için minimum yaşam standardı güvence altında. Sendikalar güçlü, haklar korunuyor. Türkiye’de sendikalaşma oranı %14’ün altında. İş güvencesi, hukuk güvencesine bağlı; ama o da çok zayıflamış durumda.
ADALET GÜVENİ KAYBOLURSA, DEVLET GÜVEN VERMEZ. HOLLANDA’DA ÜCRETSİZ AVUKAT, TÜRKİYE’DE ‘AVUKATLIK LÜKS’
Son yıllarda Türkiye’de yargıya olan güven ciddi biçimde zedelendi. Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarının bile siyasi çekişmelere dahil olduğu görülüyor. Mahkemelerin kararları sık sık kamuoyunda tartışılır hale geliyor.
Hollanda’da bir vatandaş, mahkemeye başvurduğunda yargının tarafsızlığına güvenebilir. Türkiye’de ise çoğu insan, “hakkını aramaktan” değil, başına iş gelmesinden korkuyor. Bu da hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz.
Türkiye’de siyasi tartışmalar, günlük hayatın temel belirleyicilerinden biri. Seçimden seçime değil, neredeyse haftadan haftaya değişen gündemler, halkın dikkatini gerçek meselelerden uzaklaştırıyor. Hukuk sistemi üzerindeki tartışmalar, yargının bağımsızlığına olan güveni büyük ölçüde zedeliyor.
Hollanda’da ise siyaset daha kurumsal, hukuk daha öngörülebilir ve hesap verebilir. Devletin vatandaşa değil, vatandaşın devlete karşı sorumluluğu daha fazla hissediliyor.
Hollanda’da orta gelirli bireyler bile adli yardım sistemi sayesinde kendi seçtiğiniz avukatlardan yararlanabiliyorsunuz. Dava açmak ya da savunma yapmak herkesin hakkı olarak görülüyor.
Türkiye’de ise yalnızca yoksulluk belgesi sunabilen kişiler sınırlı bir adli yardımdan yararlanabiliyor. Hâliyle hukuk, zenginlerin erişebildiği bir ayrıcalığa dönüşüyor. Adalet, hem maddi hem de siyasi bariyerlerle çevrili.
ÇOCUK YARDIMLARI VE KREŞ DESTEĞİ: BİR YANDA GELECEĞE YATIRIM, DİĞER YANDA LÜTUF
Hollanda’da her çocuk için yılda yaklaşık 2.000 euroya kadar çocuk yardımı yapılır. Kreş ücretleri ise hane gelirine göre devlet tarafından büyük ölçüde karşılanır.
Türkiye’de ise çocuk yardımı sınırlıdır; çoğu aile bu yardımları almak için özel başvurular yapmak zorunda kalır ve yardımlar çoğu zaman sembolik düzeyde kalır. Kreş desteği yok denecek kadar azdır. Bu durum, özellikle çalışan kadınların istihdamdan uzaklaşmasına yol açıyor.
Hollanda’da borçlular için borç yapılandırma ofisleri, rehberlik sistemleri ve uzun vadeli ödeme planları sunulur. Hedef, bireyin yeniden ekonomiye kazandırılmasıdır.
Türkiye’de ise borçlu, doğrudan icra ve haciz tehdidi altındadır. Koruyucu mekanizmalar yetersiz, çözüm süreçleri ise gecikmelidir. Ekonomik krizle boğuşan bireyler için ikinci bir şans çoğu zaman yoktur.
GURBETÇİLERE BAKIŞ: ‘ZENGİN GURBETÇİ’ EFSANESİ SONA ERDİ
Eskiden döviz taşıyan, altın takan, alışveriş torbaları ile vitrinleri boşaltan gurbetçi portresi bugün artık tarihe karıştı. Türkiye’deki hayat pahalılığı, Avrupa’daki hayat standartlarını geçmiş durumda.
Gurbetçiler artık Türkiye’de tatil yaparken bile hesap kitap yapmak zorunda. Zira 100 euro, Avrupa’da bir haftalık market alışverişiyken, Türkiye’de tek bir ceket fiyatına denk gelebiliyor.
Bu nedenle, “gurbetçi zengin” algısı hem ekonomik hem sosyal olarak güncelliğini yitirmiştir. Türkiye’de yaşayanların bu değişimi fark etmesi, karşılıklı empatiyi artıracaktır.
Türkiye’deki gurbetçi algısı da değişti. Eskiden Avrupa’dan gelen Türkler, lüks arabaları, dövizleri ve alışverişleri ile ‘zengin’ sayılırdı. Ancak artık o günler geride kaldı. Avrupa’da artan yaşam maliyetleri, Türkiye’deki enflasyon ve pahalılık, gurbetçiyi ‘zengin’ sınıfından çıkardı.
Üstelik gurbetçilere yönelik önyargılar da sürüyor. “Paraya para demezler, Türkiye’ye gelince hava atarlar” söylemleri artık gerçek dışı. Bugünün gurbetçisi, hem iki kültür arasında sıkışmış hem de ekonomik olarak kendisini ait hissedeceği bir yer arayan bireyler haline geldi.
Eskiden 100 Euro ile Türkiye’de büyük bir alışveriş yapılırken, bugün bu tutar bir bluz fiyatına denk geliyor. Gurbetçi artık alışveriş çılgınlığı değil; vitrinlere temkinli bakan bir konumda.
Ancak Türkiye’de hâlâ “şımarık gurbetçi” algısı sürüyor. Gerçek şu ki, Avrupa’da da maliyetler arttı. Türkiye’nin pahalılığı ile birleşince, gurbetçi artık ‘zengin misafir’ değil; sıkışmış bir ziyaretçi.
DIŞ POLİTİKA: HOLLANDA PRAGMATİK, TÜRKİYE TEPKİSEL
Hollanda’nın dış politikası, ekonomik çıkarlar ve çok taraflı diplomasiyi esas alır.
Türkiye ise son yıllarda daha çok iç kamuoyuna yönelik hamlelerle hareket ediyor. Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve mülteci sorunlarında çözüm yerine gerginlik üreten bir dil öne çıkıyor. Bu da Türkiye’yi hem AB’den hem de komşularından uzaklaştırıyor.
İÇ POLİTİKA: KUTUPLAŞMA, SOSYAL DOKUYU ÇÜRÜTÜYOR
Türkiye’de siyaset, yalnızca parlamento ve seçimlerden ibaret değil. Mahallede, okulda, hatta aile içinde bile siyasal görüşler yüzünden insanlar birbirinden uzaklaşıyor. Medya kutuplaşmanın baş aktörü haline geldi. Her kesim, yalnızca kendi sesini duymak istiyor.
Ülkede iktidar ve muhalefet arasında yapıcı bir diyalog neredeyse kalmamış durumda. Seçimler artık sistem tartışmalarına değil, “kimin nefreti daha çok örgütleyebileceğine” dönüşüyor. Bu da toplumsal barışı tehdit ediyor.
Türkiye’de siyasetin dili, günlük yaşamı belirleyen temel unsur haline geldi. Aileler, komşular, arkadaş grupları siyasi görüşler nedeniyle ayrışıyor.
Oysa Hollanda’da siyaset; kurumsal, sade ve çözüm odaklı. Türkiye’de medya ve siyaset sürekli bir gerilim üretirken, Hollanda’da gündem ekonomi, çevre, eğitim gibi sürdürülebilir başlıklarla şekilleniyor.
ÇALIŞMA KOŞULLARI: TÜKENEN EMEK, TÜKETİLEN UMUT
Türkiye’de çalışanlar, çalışarak yoksullaşmanın somut örneğini yaşıyor. Asgari ücret açlık sınırının kıyısında. Ek iş yapanlar, ikinci mesaiye kalanlar sıradanlaştı.
Hollanda’da ise çalışan herkesin barınma, sağlık ve sosyal güvenlik hakları garanti altında. Tatil parası, işsizlik sigortası, sendikal haklar sayesinde çalışma hayatı daha dengeli.
UMUT VAR AMA ŞARTLAR AĞIR
Türkiye’nin potansiyeli tartışılmaz: genç nüfus, zengin tarih, stratejik konum. Ama bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için sosyal devlet anlayışının yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
Hollanda’da vatandaş olmak, yalnızca kimlik taşımak değil; haklara sahip olmak anlamına geliyor. Türkiye’de ise vatandaşlık hâlâ bir mücadeleye, bazen de lütfa dönüşmüş durumda.
Bu yazı; yalnızca bir tatil izlenimi değil, aynı zamanda bir karşılaştırmalı yaşam raporudur.
Dilerim ki bu karşılaştırmalar, daha adil, daha sosyal ve daha umutlu bir Türkiye hayaline katkı sunar.
**************************
İLHAN KARAÇAY ONDERZOEKT TURKIJE VAN 2025 EN MAAKT EEN VERGELIJKING MET NEDERLAND
Terwijl er in Turkije geen huurtoeslag is, ontvangen minimumloonverdieners en mensen met een uitkering in Nederland tot wel 400 euro huurtoeslag.
Voor pensioen moet men in Turkije 7200 dagen werken, terwijl er in Nederland geen enkele werkdag vereist is.
In Turkije wordt 5% van het salaris ingehouden voor de zorgverzekering, terwijl de Nederlandse overheid 270 euro per maand bijdraagt.
Turkse studenten krijgen studieleningen met rente, terwijl Nederlandse studenten prestatieafhankelijke en vaak niet-terugvorderbare beurzen en gratis openbaar vervoer ontvangen.
In Turkije is er geen recht op juridische bijstand in civiele zaken, terwijl zelfs middeninkomens in Nederland gratis een advocaat toegewezen kunnen krijgen.
In Turkije is kinderbijslag en kinderopvangtoeslag zeer beperkt, terwijl er in Nederland tot 2000 euro per kind per jaar wordt uitgekeerd en kinderopvang grotendeels wordt vergoed.
In Turkije worden schulden direct geïnd via beslaglegging, terwijl er in Nederland sneller naar duurzame oplossingen wordt gezocht.
Waar Turkse emigranten voorheen als ‘verwend rijk’ werden gezien, blijven ze nu vanwege hoge prijzen uit de etalages weg.
Terwijl de Turkse politiek nog op het niveau van derdewereldlanden lijkt, is het politieke klimaat in Nederland genuanceerd en volwassen.
De indrukken die ik gedurende twee maanden heb opgedaan tijdens mijn vakantie in Turkije, brachten bij mij niet alleen nostalgie teweeg, maar ook een diepe behoefte aan analyse. Elk detail dat ik tegenkwam, elk gesprek en elk prijskaartje dwong me ertoe een waarheid op te schrijven. Ik wilde Turkije beoordelen als iemand die in Nederland woont – van buitenaf, maar met het hart.
Deze tekst is geen lofzang noch een volledige kritiek. Het is een eerlijke en open vergelijking tussen Turkije en Nederland, een land dat sociale rechtvaardigheid hoog in het vaandel draagt.
ECONOMIE: BRAND IN DE PORTEMONNEE, VLAMMEN OP DE SCHAPPEN
De kloof tussen de officiële inflatiecijfers van TÜİK en de werkelijke inflatie die burgers ervaren in hun dagelijks leven is gigantisch. Voedsel, transport, energie en huur drukken zwaar op het budget van mensen met een vast inkomen. Hoewel de officiële inflatie rond de 70% ligt, voelt de reële inflatie eerder als meer dan 100%.
Tijdelijke oplossingen zoals renteverhogingen of valuta-ondersteunde spaarsystemen lossen de structurele problemen niet op. Turkije is van productie naar consumptie geëvolueerd, wat de afhankelijkheid van vreemde valuta vergroot en inflatie aanwakkert.
De middenklasse verdwijnt steeds verder. Men is óf rijk óf arm; een middenweg lijkt te verdwijnen. Economische termen als valuta, inflatie, koopkracht en belastingdruk zijn onderdeel geworden van ieders dagelijkse gesprek.
Een voorbeeld? Een eenvoudige damesblouse in een gemiddeld winkelcentrum kost 5.200 TL – wat vijf jaar geleden gelijkstond aan 25 euro voor een Nederlandse Turk, kost nu bijna 110-120 euro. ‘Rijke buitenlanders’ bestaan in Turkije nauwelijks meer.
SOCIALE RECHTEN EN STEUN: VAN LIEFDEWERK NAAR RECHT?
In Turkije is sociale hulp geen universeel recht maar eerder een politieke gunst. Hulp wordt vaak verdeeld via lokale of centrale overheden en mist transparantie en duurzaamheid.
Met een armoedegrens boven de 60.000 TL en een minimumloon van 17.000 TL kunnen gezinnen nauwelijks rondkomen. In Nederland daarentegen zijn sociale voorzieningen structureel, duidelijk en toegankelijk: huurtoeslag, zorgtoeslag, kinderbijslag.
In Nederland bouwt iedereen vanaf zijn 15e automatisch pensioen op, zelfs zonder te werken. In Turkije kunnen pensioenbedragen onder het bestaansminimum liggen.
HUURTOESLAG: IN NEDERLAND STRUCTUUR, IN TURKIJE WANHOOP
In Nederland krijgen zelfs middeninkomens tussen de 300-400 euro huurtoeslag. In Turkije bestaat dit systeem niet. In grote steden kost een standaard 2+1 woning al bijna 20.000 TL. Met een minimumloon van 17.000 TL is wonen een luxe geworden.
PENSIOEN: IN NEDERLAND EEN RECHT, IN TURKIJE EEN DROOM
In Nederland wordt elk jaar verblijf in het land met 2% pensioen beloond. Wie 50 jaar in Nederland woont, krijgt 100% pensioen. Er is geen werkverplichting.
In Turkije zijn 7200 werkbare dagen vereist, met langdurig geregistreerd werk. Pensioenen blijven vaak onder de armoedegrens.
ZORGSTELSEL: IN NEDERLAND RECHT, IN TURKIJE STRIJD
In Nederland wordt de zorgpremie van ca. 140-150 euro grotendeels door de staat vergoed voor lage inkomens. Kinderen zijn gratis verzekerd.
In Turkije wordt zorgpremie ingehouden van salarissen, maar afspraken in publieke ziekenhuizen zijn moeilijk te verkrijgen. Velen staan om 04:00 uur op om een specialist te kunnen boeken. Privéziekenhuizen zijn onbetaalbaar.
ONDERWIJS: IN TURKIJE SCHULD, IN NEDERLAND STEUN
Het grootste probleem in Turkije is niet de inhoud, maar het systeem zelf. Elke 3-4 jaar verandert het. Kwaliteit is afhankelijk van school, buurt en politieke voorkeur van de leraar.
In Nederland zijn er niet-terugbetaalbare beurzen, gratis vervoer, gratis maaltijden en meer. Dit bevordert gelijke kansen. In Turkije heerst een diepe kloof tussen openbare en privéscholen. Studenten dragen zware studieschulden.
WERKOMSTANDIGHEDEN: IN TURKIJE UITPUTTING, IN NEDERLAND ZEKERHEID
In Turkije verarmt men terwijl men werkt. Meerdere banen zijn eerder regel dan uitzondering. Een witteboordenwerker werkt vaak 10 uur en begint daarna aan een tweede baan.
In Nederland is het levensminimum verzekerd voor iedereen. Vakbonden zijn sterk, rechten zijn beschermd. In Turkije is het vakbondslidmaatschap minder dan 14%, rechtszekerheid zwak.
RECHT EN RECHTVAARDIGHEID: IN NEDERLAND GRATIS ADVOCATEN, IN TURKIJE EEN LUXE
Vertrouwen in de rechtspraak is in Turkije zwaar beschadigd. Hoger gerechtshoven lijken niet meer onafhankelijk. Mensen vermijden juridische stappen uit angst voor repercussies.
In Nederland zijn juridische processen transparant. Iedereen kan juridische hulp krijgen, ook mensen met een middeninkomen. In Turkije is rechtsbijstand beperkt tot mensen met een armoedecertificaat. Recht is een privilege geworden.
KINDERBIJSLAG EN KINDEROPVANG: IN NEDERLAND EEN INVESTERING, IN TURKIJE EEN GUNST
In Nederland kan men tot 2000 euro per kind per jaar krijgen. Kinderopvangkosten worden grotendeels door de overheid vergoed, afhankelijk van inkomen.
In Turkije is kinderbijslag symbolisch en opvangondersteuning nagenoeg afwezig. Dit beperkt vooral werkende vrouwen.
OMGAAN MET SCHULDEN: IN TURKIJE DIRECT BESLAG, IN NEDERLAND STRUCTUUR
In Nederland worden aan schuldenaars schuldhulpverleningsbureaus, begeleidingssystemen en langetermijnbetalingsregelingen aangeboden. Het doel is om het individu weer economisch actief te maken.
In Turkije daarentegen wordt de schuldenaar direct geconfronteerd met dreiging van beslaglegging en executie. Beschermende mechanismen schieten tekort en de oplossingsprocessen verlopen traag. Voor mensen die worstelen met een economische crisis is er vaak geen tweede kans.
BEELD VAN DE DIASPORA: DE ‘RIJKE TURK’ IS VERLEDEN TIJD
Het traditionele beeld van de gastarbeider die vroeger met buitenlandse valuta op zak, gouden sieraden om en tassen vol aankopen de etalages leegkocht, behoort inmiddels tot het verleden. De hoge kosten van levensonderhoud in Turkije hebben de levensstandaard in Europa ingehaald.
Gastarbeiders moeten tegenwoordig zelfs tijdens hun vakantie in Turkije goed op hun uitgaven letten. Want terwijl je in Europa met 100 euro een weekboodschappen kunt doen, is dat bedrag in Turkije soms net genoeg voor één jasje.
Daarom is het beeld van de “rijke gastarbeider” zowel economisch als sociaal achterhaald. Het besef van deze verandering bij de mensen in Turkije zal het wederzijdse begrip vergroten.
Ook het beeld van de gastarbeider in Turkije is veranderd. Vroeger werden Turken die uit Europa kwamen, gezien als rijk vanwege hun luxe auto’s, buitenlandse valuta en grote aankopen. Maar die tijden zijn voorbij. De stijgende kosten van levensonderhoud in Europa, samen met de inflatie en hoge prijzen in Turkije, hebben ervoor gezorgd dat de gastarbeider niet langer tot de ‘rijke’ klasse behoort.
Bovendien blijven de vooroordelen tegenover gastarbeiders bestaan. Uitspraken als “Ze hebben geld zat en komen hier om te pronken” kloppen niet meer met de realiteit. De gastarbeider van vandaag is iemand die tussen twee culturen is ingeklemd en economisch op zoek is naar een plek waar hij zich thuis kan voelen.
Waar je vroeger met 100 euro flink kon winkelen in Turkije, is dat tegenwoordig nauwelijks genoeg voor een blouse. De gastarbeider is niet langer de koopjesjager, maar kijkt nu met terughoudendheid naar de etalages.
Toch blijft in Turkije nog steeds het beeld bestaan van de ‘verwaande gastarbeider’. De realiteit is echter dat ook in Europa de kosten flink zijn gestegen. In combinatie met de hoge prijzen in Turkije is de gastarbeider niet langer een ‘rijke bezoeker’, maar een klemzittende gast.
BUITENLANDS BELEID: NEDERLAND PRAGMATISCH, TURKIJE REACTIEF
Het buitenlands beleid van Nederland is gebaseerd op economische belangen en multilaterale diplomatie.
Turkije daarentegen handelt de laatste jaren meer met het oog op de binnenlandse publieke opinie.
In kwesties zoals Syrië, Irak, het oostelijke Middellandse Zeegebied en het vluchtelingenprobleem komt eerder een polariserende dan een oplossingsgerichte toon naar voren.
Dit vervreemdt Turkije zowel van de EU als van zijn buurlanden.
Politiek in Turkije draait niet alleen om het parlement en verkiezingen. In buurten, op scholen en zelfs binnen families raken mensen van elkaar vervreemd door politieke opvattingen. De media zijn de hoofdrolspeler geworden in de polarisatie. Elke groep wil alleen nog zijn eigen stem horen.
Er is in het land bijna geen constructieve dialoog meer tussen regering en oppositie. Verkiezingen gaan niet langer over het systeem, maar over “wie de meeste haat kan mobiliseren”. Dit vormt een bedreiging voor de sociale vrede.
De politieke taal in Turkije is een bepalende factor geworden in het dagelijks leven. Families, buren en vriendengroepen raken verdeeld door politieke meningsverschillen.
In Nederland daarentegen is de politiek institutioneel, eenvoudig en oplossingsgericht. Terwijl de media en de politiek in Turkije voortdurend spanningen creëren, wordt de agenda in Nederland bepaald door duurzame thema’s zoals economie, milieu en onderwijs.
In Turkije ervaren werknemers concreet wat het betekent om armer te worden door te werken. Het minimumloon ligt op de rand van de armoedegrens. Mensen met een bijbaan of een tweede dienst zijn de norm geworden.
In Nederland daarentegen zijn huisvesting, gezondheidszorg en sociale zekerheid gegarandeerd voor iedereen die werkt. Dankzij vakantiegeld, werkloosheidsverzekering en vakbondsrechten is het werkleven meer in balans.
CONCLUSIE: ER IS HOOP, MAAR DE VOORWAARDEN ZIJN ZWAAR
Turkije heeft een enorm potentieel: jonge bevolking, rijke geschiedenis, strategische ligging. Maar om dit te benutten, moet het sociale zekerheidsstelsel herbouwd worden.
In Nederland betekent staatsburgerschap: rechten hebben. In Turkije betekent het vaak: vechten voor je rechten – soms zelfs hopen op een gunst.
Deze tekst is niet alleen een vakantie-indruk, maar een vergelijkend rapport. Hopelijk draagt deze vergelijking bij aan een eerlijker, socialer en hoopvoller Turkije.