Türk toplumunda itibarlı bir yeri olan kuruluştan, Hollanda mercileri rahatsız. Kabine’nin eski üyesi Yeşilgöz ile muhalefet lideri Timmerman “Ankara’nın uzun kolu” dedikleri kurumun kapatılmasını istiyor.
149 cami ile, sahip olduğu emlak değeri milyar euroya yanaşan kuruluşun, yönetim sisteminde yenilikler yapılmaması, varlığın asıl sahibi olan Türk toplumunu da endişelendiriyor.
Hollanda’daki Türk toplumu da, kendi emek güçleri ile yaptırılan camilerin Diyanet Vakfı’na hibe edilişinden endişe duyuyor ve “O camilerde hem çocuklarımızın hakkı vardır hem de ilk kuşağın alın teri” diyor.
Ne olabilir: Almanya’daki DİTİB örneği, Hollanda’daki Diyanet Vakfı için bir uyarı niteliğinde. (En altta)
(Analizin Hollandacası Türkçeden sonra.
Analyse is onderaan)
İlhan KARAÇAY’ın analizi:
Değerli Okurlarım,
Hollanda’da dinî kuruluşların rolü yeniden tartışma konusu hâline geldi.
Yıllardır inançla toplumu buluşturan önemli bir köprü olan Hollanda Diyanet Vakfı (HDV), bugün hem toplumsal hem de siyasî bir tartışmanın merkezinde yer alıyor.
Bu yazıyla amacım; konuyu aydınlatmak, yanlış anlamaları gidermek ve inancını, emeğini, değerlerini özveriyle yaşatan bir toplumun gayretine hakkını teslim etmektir.
Son günlerde gerek siyasette gerek medyada Hollanda Diyanet Vakfı hakkında çokça konuşuluyor.
Ana akım medyada ve sosyal medyada çıkan haberlerin birçoğu, yeterli bilgiye dayanmıyor ve konuyu doğru biçimde yansıtmıyor.
Bu nedenle birçok okurum ve dostum bana, “Abi, şu konuyu sen yaz da olup biteni doğru biçimde öğrenelim” dediler.
Bugüne kadar Hollanda Diyanet Vakfı üzerine, hem övgü dolu hem de eleştirel pek çok yazı kaleme aldım.
Bu konudaki son yazım, 27 Şubat 2025 tarihinde yayımlanan “Yurt dışındaki güzide kuruluşumuz: Hollanda Diyanet Vakfı” başlıklı yazımdı.
Normalde aynı kişi ya da kurum hakkında sık sık yazmaktan kaçınırım. Ancak bu kez, okurlarıma doğru bilgileri aktarma sorumluluğum gereği bu prensibimi bir kenara bırakacak ve Hollanda Diyanet Vakfı konusunu bir kez daha ele alacağım.
“Bir toplumun inancı ve emeği ile başlayan bir yolculuk sona mı erecek?” sorusu ile başlayacağım bu analiz, Hollanda’daki Türk toplumu için, çok önemli bir değer taşıyor.
Türk toplumunun Avrupa’daki en önemli dini ve kültürel kuruluşlarından biri olan Hollanda Diyanet Vakfı, sadece ibadethaneleriyle değil, sahip olduğu geniş emlak varlığı ve yürüttüğü sosyal faaliyetlerle dikkat çekiyor. On binlerce insanın manevi hayatına yön veren, kültürel birlikteliği sağlayan bu vakıf, son dönemde hem Hollanda hem de Türk toplumunda farklı açılardan tartışmalara konu oluyor.
149 cami ve milyar eurolara yaklaşan emlak varlığıyla, Avrupa’daki en büyük dini kurumlardan biri olan Hollanda Diyanet Vakfı neden sık sık gündemde?
Yönetim yapısı, hizmet anlayışı ve geleceğe dair beklentiler doğrultusunda neler değişmeli?
Bu yazıda, tüm bu sorulara cevap verecek ve vakfın mevcut konumuna dair detaylı bir analiz sunacağım.
KURULUŞ VE İLK YILLAR
Hollanda Diyanet Vakfı HDV’nin hikâyesi, aslında yürekten gelen bir ihtiyacın sonucudur. 1970’lerin sonunda Hollanda’ya gelen Türk işçileri, ibadet edecek yer bulamıyor, çocuklarına dini eğitim verecek ortamlar oluşturamıyordu. Çoğu zaman bir apartman bodrumunda, bazen bir fabrika deposunda namaz kılıyorlardı. İşte bu şartlarda, toplumun içinden bazı öncü insanlar “Bizim kendi camilerimiz ve derneklerimiz olmalı” fikrini ortaya attılar.
Bunun üzerine Hollanda Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu kuruldu. Federasyonun Başkanlığını İbrahim Görmez üstlenmişti.
Lahey Büyükeilçiliğimizde bulanan Din İşler Müşavirliği ile yapılan temaslar sonucunda, Hollanda’daki Türklerin dini vecibelerini gözetlemek için bir ‘Üst Kurul’a ihtiyaç olduğu saptandı.
Bu fikir kısa sürede, Hollanda’daki Türk derneklerinin ilgisini çekti. Uzun istişarelerden sonra,
10 Aralık 1982’de ‘Islamitische Stichting Nederland’, Türkçe adıyla ‘Hollanda Diyanet Vakfı’, Hollanda yasalarına göre resmen kuruldu. Yani bu vakıf, Türkiye’de değil, Hollanda’da doğdu.
Girişim Hollanda’daki Türk toplumundan geldi. Elbette Türkiye Diyanet Vakfı’nın ve o dönemdeki Din İşleri Müşavirliği’nin destekleri önemliydi ama vakfın kimliği Hollanda hukukuna göre belirlendi.
HDV’nin kurucuları dönemin saygın isimleri fotoğraftaki gibiydi:
Tayyar Altıkulaç Lütfi Şentürk Abdülbaki Keskin Sami Uslu, Ahmet Uzunoğlu
Mehmet Kervancı Hayrettin Şallı Mahmut Sezgin Remzi Yavuz Erdinç Türkçan
HDV’nin Genel Kurul Üyeleri de şu isimlerden oluşuyordu:
Prof. Dr. Ali Erbaş, Doç. Dr. Selim Argun, Mahmut Özdemir, Prof. Dr. M. Said Yazıcıoğlu, Prof. Dr. İrfan Aycan, Doç. Dr. Burhan İşliyen, Arif Soytürk, Süleyman Necati Akçeşme, Sami Uslu, Hayrettin Şallı, Prof. Dr. A. Bülent Baloğlu, Prof. Dr. Mustafa Sinanoğlu, Prof. Dr. Halife Keskin, Doç Dr. Yüksel Salman, Dr. Ömer Özgül, Remzi Yavuz, Mustafa Yılmaz, Rıza Selimbaşoğlu, Mehmet Kervancı ve Ahmet Uzunoğlu.
Yöneticilerin hepsi de bu yapının hem dini hem toplumsal dayanışma yönüyle Türk toplumuna hizmet etmesini istiyordu. Amaç açıkça yazılmıştı: Hollanda’da İslam’ın barış ve hoşgörü mesajını yayma, kültürler arası anlayışı geliştirme ve Türk-İslam kültürünün zenginliklerini paylaşma misyonuyla önemli bir köprü görevi üstlenmektedir.
İlk yıllarda bu amaç tam anlamıyla gerçekleşti. Camiler birbiri ardına inşa ediliyor ve sorada HDV’ye bağışlanıyordu. Yani, camilerin tapuları HDV adına yapılıyordu. Bir de ‘Cenaze Yardımlaşma’ sistemi kuruldu. Hollanda’nın dört bir yanındaki Türk işçileri artık hem ibadetlerini yerine getiriyor hem de kendilerini bir topluluk içinde hissediyordu.
O yıllarda HDV, adeta bir umut merkeziydi. Herkes elinden geleni yapıyor, dernekler birleşiyor, toplumsal bir heyecan yaşanıyordu.
İnsanlar “Bu cami bizimdir” diyordu, çünkü gerçekten de kendi gayretleri ile yapmışlardı. Bağışlarla, imece usulüyle, kâh haftalık bir gulden, kâh maaştan ayrılan küçük bir payla camiler yapılıyordu. Kimseden emir gelmiyor, herkes gönüllü çalışıyordu.
Ama zamanla bu tablo değişmeye başladı. Hollanda’daki Türk toplumu büyüdükçe, vakıf da büyüdü. Ve her büyüyen kurum gibi, HDV de bürokrasinin ve politik rüzgârların içine girmeye başladı.
KIRILMALAR, TARTIŞMALAR VE OLAYLAR
Yıllar ilerledikçe Hollanda Diyanet Vakfı, camilerden ibaret bir yapı olmaktan çıktı. Büyük bir organizasyona dönüştü. Örneğin, Amsterdam Arena Stadyumunda giderleri milyon Eurolara varan büyük organizasyonlar yaptı. Ancak bu büyüme beraberinde bazı karışıklıkları da getirdi.
Bir yanda topluma hizmet eden gönüllü insanlar vardı. Diğer yanda ise diplomatik temsilciler ve bürokratik görevliler. İşte bu iki çizgi zamanla birbirine karıştı. Hollanda’daki bazı gözlemciler şunu fark etti: Din İşleri Müşavirleri vakfın Başkanlığını yapıyorlardı. Yani diplomatik görevle sivil toplum görevi iç içe geçmişti. Bu nedenle tartışmalar, restleşmeler yaşandı.
Oysa diplomasi ile sivil toplum ayrı şeylerdir. Diplomasi, devlet adına hareket eder. Vakıf ise halk adına. Ama bu sınır kaybolunca, Hollanda makamları “Bu yapı gerçekten bağımsız mı?” diye sormaya başladı. Buna rağmen yıllarca kimse ciddi bir müdahalede bulunmadı. Çünkü toplum HDV’ye güveniyor, onun camilerdeki hizmetini önemsiyordu.
İşte bu sırada, Din İşleri Müşaviri Yusuf Acar olayı yaşandı.
Hollanda medyası ve siyasetçiler, Yusuf Acar’ın, bazı Türkleri fişlediği ve Ankara’ya rapor ettiği fikrinde birleştiler. Yusuf Acar’ın ‘İstenmeyen adam’ ilan edileceğini öğrenen Ankara, derhal geri çağırma yaptı. Hollanda medyası “sınır dışı edildi” başlıkları attı ama Ankara daha akıllı davrandı.
Hem Din İşleri Müşaviri ve hem de Hollanda Diyanet Vakfı Başkanı olarak görev yapan ve Hollanda kükümeti tarafından istenmeyen adam ilân edilen Yusuf Acar ile, o günlerdeki mülakat anım.
Hollanda’nın itirazı üzerine, Din İşleri Müşavirleri HDV Başkanlığı yapamaz oldular. HDV’de artık Başkan seçimi yapılmaya başlandı. Ama ne var ki, bir süre sonra, Din İşleri Müşavirleri, gayrı resmi olarak Başkan gibi hareket etmeye başladılar.
Zamanla işler daha karmaşık hâle geldi. Lahey Büyükelçiliği’nde görevli Din İşleri Müşavirleri, HDV binasında makam kurmaya başladılar. Büyükelçilikteki küçük makam odaları yerine, saray gibi bir binada lüks içinde çalışmak daha cazip geliyordu. CD plakalı diplomatik araçlar vakıf binasının önünde duruyor, Hollandalılar ise bu tabloya anlam veremiyordu. “Bu vakıf artık bir Hollanda kurumu değil, Türkiye’nin bir uzantısı mı oldu?” diye soranların sayısı arttı.
Bu durumun en gürültülü yansıması, Hollanda Parlamentosu’nda görüldü. Özellikle 2016’dan sonra, bazı siyasi partiler “yabancı etkisi” başlığı altında Diyanet’i tartışmaya açmıştı. Şimdi ise Groenlinks/ PvdA (Yeşilsol/İşçi Partisi’nin muhalefet lideri Frans Timmermans, “HDV artık Erdoğan’ın uzun kolu hâline geldi” dedi. VVD Partisi lideri Dilan Yeşilgöz ise “Diyanet zaman zaman cihat çağrısı yapan bir yapıya dönüştü” diyerek sert eleştiriler getirdiler. Tabii ki bu sözler, hem Ankara’da hem de Lahey’de yankı uyandırdı.
Elbette bu ifadeler haksızlık payı taşıyordu. Çünkü Diyanet’in asıl görevi ibadet hizmetlerini düzenlemekti. Fakat mesele şu ki, görüntü yanlıştı. Diplomatik otomobil vakıf binasında, Din İşleri Müşaviri de aynı binadaki vakıf yönetiminde olunca, halkın ve siyasetin algısı da değişti. Zira, Müşavirin farklı yerlerdeki fotoğraf görüntüleri de dikkat çekiyordu.
Bu gelişmeler olurken, HDV’nin mal varlığı da büyümeye devam etti. Hollanda’nın her şehrinde camiler, lojmanlar ve binalar vakıf mülkiyetine geçti. Bugün 149 cami vakfa bağlı. Bir milyar Euro’ya yaklaşan bir portföyden söz ediliyor. Hepsi toplumun bağışlarıyla, alın teriyle, imece usulüyle alınmış mülkler.
Fakat bu noktada başka bir endişe doğdu: Ya bir gün bu mallar el değiştirirse? Ya bir yönetim değişikliğinde, bu mülkler Türk toplumunun elinden çıkarsa? İşte en ciddi tartışma bu oldu. Çünkü vakıf yapısı öyle kurulmuştu ki, tüm mülklerin asıl sahibi HDV’ydi. Yani camiler kendi binalarına sahip değil, vakıftan kiracı konumundaydı. Bu da “toplumun malı mı, vakfın malı mı?” tartışmasını doğurdu.
Bazı yöneticiler “Vakfın sahibi toplumdur, dolayısıyla fark yoktur” dese de, hukukta fark vardı. Bir imza değişirse, mal el değiştirebilirdi. Bu kaygı özellikle son yıllarda iyice arttı. Birçok cami yöneticisi “Bu mülklerin geleceği garanti altında değil” demeye başladı.
İşte bu kaygı, bugün hâlâ çözüm bekleyen en önemli mesele olarak karşımızda duruyor.
BUGÜN VE ÇÖZÜM YOLLARI
Bugün Hollanda Diyanet Vakfı, camileriyle, imamlarıyla, eğitim faaliyetleriyle dev bir kurumdur. Ancak büyüklüğü kadar sorumluluğu da büyümüştür. Artık sadece Hollanda’daki Türklerin değil, Hollandalı siyasetçilerin ve gazetecilerin de gözünü üstüne çevirdiği bir yapıdır. Her adımı izlenir, her kararı tartışılır. Çünkü mesele yalnızca din değildir, temsil meselesidir.
Bugün herkes aynı soruyu soruyor: “HDV Hollanda’daki Müslüman Türklerin kurumu mu, yoksa Türkiye’nin bir uzantısı mı?”
Bu soru, yıllardır gölgede kalan ama artık kaçınılmaz hale gelen bir sorudur.
Cevabı ise, geçmişe dönüp baktığımızda aslında bellidir. HDV, Hollanda’da kurulmuş bir Hollanda vakfıdır. Kurucuları Hollanda’daki Türklerdir. Ve bu vakfın asıl sahibi de o toplumdur. Yani Hollanda Diyanet Vakfı Ankara’nin malı değildir. Hollanda Diyanet Vakfı, Türk toplumunun kendi alın teriyle, kendi bağışlarıyla kurduğu bir emanettir.
Ama bu emanet, artık koruma altına alınmalıdır. Çünkü hukukta açık kapılar vardır. Bir yönetim değişikliği, bir imza, bir siyasi kriz, bütün bu emanetin el değiştirmesine yol açabilir. Bu nedenle yapılması gereken şey çok açıktır: HDV’nin tüzüğü, toplumun lehine yeniden düzenlenmelidir.
Öncelikle, diplomatik görevdeki kişiler ile sivil toplum yöneticileri birbirinden ayrılmalıdır. Din İşleri Müşaviri, vakfı denetleyebilir ama yönetemez. Müşavirlik ofisi ayrı, vakıf binası ayrı olmalıdır. Diplomatik araç, HDV önünde değil, büyükelçilik önünde durmalıdır. Bunlar küçük gibi görünen ama sembolik anlamı büyük olan ayrıntılardır.
İkinci olarak, vakıf yönetiminde Hollanda doğumlu, burada eğitim almış, bu toplumun içinden yetişmiş gençlere yer verilmelidir. Yönetim sadece din adamlarından değil, hukukçulardan, muhasebecilerden, eğitimcilerden ve toplum temsilcilerinden oluşmalıdır. Bu hem çeşitlilik hem de güven getirir.
Üçüncü olarak, HDV’nin tüm mal varlığı şeffaf bir şekilde açıklanmalıdır. Hangi cami, hangi bina, hangi gelir, hangi harcama varsa, yılda bir kez kamuoyuna rapor edilmelidir. Bu sayede kimse “bir şey gizleniyor” diyemez. Şeffaflık hem güveni hem itibarı büyütür.
Vakıf tüzüğüne toplum lehine bir emniyet maddesi konulmalıdır. Bu madde, bağışla alınan hiçbir cami veya binanın toplumun rızası olmadan satılamayacağını garanti altına almalıdır. Hollanda’daki Türk toplumu bu mülklerin gerçek sahibidir ve bu hakkı hukukla korumak gerekir.
Hollanda’daki Türklerin bugüne kadar yaptırdığı camiler sadece ibadet yeri değildir. Onlar, göçmenliğin, dayanışmanın, özlemin ve inancın simgesidir. O camilerde hem çocuklarımızın hakkı vardır hem de ilk kuşağın alın teri.
Eğer bu kurumun itibarı zedelenirse, sadece bir vakıf değil, bir tarih zedelenir. Bu nedenle herkesin sorumluluğu vardır. Din adamının, diplomatın, siyasetçinin ve en çok da halkın.
Bugün HDV’ye düşen en büyük görev, asıl sahiplerine yani halka dönüp şöyle demektir: “Bu kurum sizindir, biz sadece emanetçiyiz.” Eğer bu cümle samimiyetle söylenirse, güven yeniden kazanılır. Yok eğer bürokrasi ağır basar, halkın sesi duyulmazsa, o zaman en güzel niyet bile tartışmaların gölgesinde kalır.
Hollanda Diyanet Vakfı, iyi niyetle doğdu. Ama iyi niyetin yaşaması için sadece dua yetmez. Adalet, şeffaflık ve toplumla bütünleşme gerekir.
Bugün artık yeni bir dönem başlamalı. Vakfın her duvarında, her camiinde, her belgede şu cümle yazmalı: “Bu mal, bu emek, bu kurum milletindir.”
DİN İŞLERİNİN GURU’SU OLAN İBRAHİM GÖRMEZ DE NİYOR?
Hollanda’da, “Din işleri” dendiği zaman akla gelen ilk isim İbrahim Görmez’dir.
Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’nun kurucusu olan ve daha sonra da Hollanda hükümetlerini zorlayarak, Türk İslam Yayın Kurumu’nun Radyo TV yayınlarını başlatan İbrahim Göremez, Hollanda Diyanet Vakfı konusunda şunları söylüyor:
“Ben, Hollanda Diyanet Vakfı’nın kuruluşunda gecesini gündüzüne katmış bir insanım. Bu nedenle Diyanet Vakfı’na en ufak bir halel gelmesini istemem. Kuruluş aşamasında, tüzük hazırlıklarında ben de vardım. 20 sayfa kadar tutan raporu Ankara’ya bizzat ben götürdüm ve Cumhurbaşkanı ile Başbakan’a sunulmasını sağladım. O günlerde rapora neler yazıldıysa, o yazılanların bugün de geçerli olmasını istiyorum. Hiç kimseden bir beklentim yok. Olamaz da… Zira kendimi emekliliğe adamış biriyim. Diyanet Vakfı’na laf söyleyecek olanların karşısına dikilecek ilk adamlardan biri olabilirim. Ama bazı durumlarda gerçekleri de konuşmak lâzım. Şu anda yapılmakta olan yönetim seçimlerinden pek çok din kardeşimiz memnun değildir. En basiti, Diyanet’in kuruluşuna ön ayak olan Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’ndan bir kişi bile girememektedir. Ayrıca, camilerini ve lojmanlarını Hollanda Diyanet Vakfı’na bağışlamış olan dernekler de bu seçimlerde söz sahibi olamamaktadır. Hollanda Diyanet Vakfı’nın Mütevelli Heyetler’in, ölünceye kadar yönetici olarak kalmaları skandala yol açabilir. Tüm bunlar, yurttaşlarım ile yaptığım yazışmalarda belirtilen eksikliklerdir. Hollanda Diyanet Vakfı’nın sahibi, Hollanda’daki Türkler olmalıdır. Bu vakıf ne Türkiye’deki Diyanet’in ve ne de kurucu veya mütevelli heyetin olmamalıdır. Bu böyle bilinmeli ve böyle yapılmalıdır.”
İbrahim Görmez, Hollanda mercilerinin Diyanet Vakfını ‘Ankara’nın uzun kolu’ olarak yaftalamasından da rahatsızlık duyduğunu belirtirken, ”Bu durum bizleri, ‘yarınlarda neler olacak’ düşüncesine sevketmektedir” diye ilave etti.
Özellikle Mütevelli Heyeti’nin uzun süreli görevde kalması, bazı kesimler tarafından “demokratik yönetim ilkelerine uymadığı” gerekçesiyle eleştiriliyor. Ayrıca, HDV’nin kuruluşunda öncü rol oynayan Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’nun temsilcilerinin yönetimde yer almaması da tartışma yaratan konular arasında.
UZUNCA BİR NOT:
İçinde bulunduğumuz sorunun önemi için, geçmişteki bir Meclis Araştırmasından kısa notlar sunuyorum:
Hollanda hükümeti, ülkelerinde yaşayan yabancıların, gelmiş oldukları ülkelerin etkisinde kalmalarından rahatsızlık duydukları için, özellikle cami yapımı için gönderilen paralara dikkat kesildiler.
Bu camilerin çoğunda selefist düşünceler beyinlere işletildiği için, gençleri bundan kurtarmak isten Hollanda hükümeti, İstihbarat Örgütü AIVD’den yardım istedi. AIVD’nin hazırladığı rapora göre, pek çok caminin yapımında kullanılmak üzere Arap ülkelerinden paralar gelmiş.
Bu konuda bir meclis araştırması kararı alındı. Özel olarak kurulan Meclis Araştırma Komisyonu,
3 hafta süren bir sorgulma yaptı.
Ama hayrettir ki, bugüne kadar, hiçbir caminin yapımında dışarıdan para almayan Türkler de bu araştırmaya sokuldu ve Hollanda Diyanet Vakfı’nın da dinlenmesine karar verildi.
Görünürde, Diyanet’in soruşturma sürecine dahil edilmesi, imamların maaşlarının Türkiye tarafından ödenmesi ve Türkiye’nin de merkezi Amerika’da olan düşünce kuruluşu Freedom House tarafından ‘özgür olmayan ülkeler’listesinde yer almasından kaynaklanıyor.
Şimdi, Diyanet Vakfı’nın para konusunda yargılanmayacağı kesin.
Diyanet Vakfı’nın Türkiye’ye bağımlı olduğu ve Erdoğan’ın uzun kolu ile idare edildiği öne çıkarılacaktı. Parlamento Araştırma Komisyonu, dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğimiz bir sistem uyguladı. İfadesini alacağı Hollanda Diyanet Vakfı Sekreteri Murat Türkmen’e soruları önceden bildirdi. Aldığım habere göre, Murat Türkmen’e, özellikle Ermeni mitingi ve Gülenciler konusundaki sorular önceden verildi. Sonra da Murat Türkmen canlı yayında Mecliste sorgulandı.
Buna rağmen, sorgulanan diğer dini kuruluşlar yargılanmaya sevkedildi ama Diyanet Vakfı yargıya sevkedilmedi.
Ama şimdi durum çok daha vahim.
NELER OLABİLİR?
Almanya’daki DİTİB örneği, Hollanda’daki Diyanet Vakfı için bir uyarı niteliğinde.
Bir zamanlar Almanya’da yaşanan kısıtlamalar ve denetimler, bugün Hollanda’da da gündemde. Bu kez tehlike daha büyük, çünkü hem sağ hem sol aynı noktada birleşti.
Benzer bir durum yıllar önce Almanya’da da yaşanmıştı. Köln merkezli DİTİB, Türkiye’den gelen imamların “Ankara adına rapor tuttuğu” iddialarıyla gündeme gelmişti. O dönemde Almanya doğrudan kayyum atamadı ama bazı eyaletlerde DİTİB’e ait projeler donduruldu, eğitim ve gençlik faaliyetleri için yapılan devlet yardımları kesildi. İmamların vize yenilemeleri zorlaştırıldı ve bazı yönetim kurulları, yerel sivil denetim altına alındı. Yani kurum resmen kapatılmadı ama işlevsel olarak kısıtlandı.
Bugün Hollanda’da yaşanan gelişme, Almanya’daki o sürecin neredeyse birebir benzeri olarak görülüyor. Ancak bu kez durum çok daha ciddi, çünkü hem sağcı Yeşilgöz hem de solcu Timmermans aynı noktada birleşmiş durumda. Bu ittifak, hükümetin HDV üzerinde ağır bir denetim başlatacağı anlamına geliyor. Öncelikle vakfın mali yapısı ve gelir kaynakları didik didik incelenebilir, imamların oturum izinleri yeniden gözden geçirilecek, vakıf yönetiminin bağımsızlığı sorgulanabilir.
Ama asıl kaygı başka: Ya bu süreç, HDV’nin mal varlığına da uzanırsa? Bugün Hollanda’daki camiler, lojmanlar ve binaların toplam değeri bir milyar euroya yaklaşıyor. Bu mülklerin büyük bölümü Türk toplumunun bağışlarıyla, alın teriyle edinilmiş emanetlerdir. Eğer HDV, “Ankara’nın uzantısı” olarak tanımlanır ve yasalar nezdinde “bağımsızlığını yitirmiş kurum” sayılırsa, mahkemeler bu malların devrine veya kayyuma benzer bir yönetime geçmesine karar verebilir.
İşte en büyük korku da budur: O zaman bu malların geleceği belirsizleşir. Ne Ankara bu malları sahiplenebilir, ne de Hollanda bunları toplumun elinde bırakmayı garanti eder. Yani ortada, Türk toplumunun yarım asırlık emeğini ilgilendiren çok ciddi bir tehlike vardır.
Bu nedenle mesele artık sadece dinî bir kurumun değil, Hollanda’daki Türk varlığının ortak hafızasının ve emeğinin korunması meselesidir.
*****************
26 Şubat 2020 tarihinde yayınladığım, Meclis araştırma komisyonu.
Hollanda Temsilciler Meclisi, üç hafta boyunca Hollanda’da İslami kuruluşlarını yabancı ülkelerden gelen para yardımları konusunda sorguladı.
İlhan KARAÇAY’ın haberi
Hollanda, uzun zamandır, Kuveyt, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan’dan Hollanda’ya gelen yardımlardan rahatsızlık duymaktaydı. Hollanda’nın endişesi, yardım yapan bu ülkelerin Hollanda’da İslam’ın yorumlanmasına olası etkileri ve Hollanda’da aşırılıǧın körüklenmesi ve terörizme zemin hazırlanmasıydı. Bu doǧrultuda Temsilciler Meclisinde kurulan Araştırma Komisyonu, yabancı ülkelerden gelen para yardımlarının Müslümanlar üzerinde etkisinin olup olmadıǧını araştırıyor. Geçen yıl bu doǧrultuda NRC Gazetesi’nin bir araştırması, dış ülkelerden yardım alan bazı camilerde aşırılık dilinin kullanıldıǧını gösteriyordu. Buna somut örnek ise, Den Haag’daki As Soenna Camisi’nde yapılan konuşmalarda, kadınların da sünnet olmasının önerilmesiydi.
Üç hafta süren sorgulamada, Den Haag’daki As Soenne Camii, Utrecht’deki Fıtrat Camii ve ne yazık ki bizim Hollanda Diyanet Vakfı yer alıyor. Sorgulama sürecinde, hangi kriterlere göre tespit edildikleri belli olmayan uzmanlar ve cami kuruluşları yöneticileri dinleniyor.
Görünürde, Diyanet’in soruşturma sürecine dahil edilmesi, imamların maaşlarının Türkiye tarafından ödenmesi ve Türkiye’nin de merkezi Amerika’da olan düşünce kuruluşu Freedom House tarafından ‘özgür olmayan ülkeler’ listesinde yer almasından kaynaklanıyor.
Kaldı ki, Diyanet’in Hollanda’daki imamların maaşlarını ödemesi yeni bir gelişme deǧil, yıllardır uygulanan ve bilinen bir sistem. Hem de Hollanda’nın severek kabul ettiǧi, bir zamanlar teşvik ettiǧi bir uygulamaydı. Şimdi neler deǧişti de, bu konu Hollanda hükümeti tarafından mercek altına alınıyor, anlaşılması zor bir konu.
Bizim için anlaşılması zor bir konu ama, Hollanda Diyanet Başkanı’nın aynı Zamanda Lahey Din İşleri Müşaviri olması da soru işaretleri yaratıyor.
Soruşturmanın son günü Hollanda Diyanet Vakfı dinlendi.
Diyanet’e, dış ülkelerden yardım alıp almadıkları değil, Türkiye’ye bağımlı olup olmadıkları soruldu. Sabahki oturumda, Türk Dilleri ve Kültürü Yüksek Öğrenim Üyesi Hollandalı Erik-Jan Zürcher dinlendi. Zürcher, ‘Hollanda’da yaşayan Türkler’in yüzde 70’i, Batı’nın kendilerine düşman olduğuna inanıyorlar.’ dedi.
Zürcher, Türkler’in bu fikre kapılmasına, Diyanet’e bağlı camiler ve imamların değil, sosyal medya ile radyo-televizyonların etki yaptığını belirtti. Zürcher, Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadesinde, Hollanda Diyanet Vakfı’nın, Almanya Avusturya ve Fransa’da olduğu gibi, Hollanda’da yasaklanmasına karşı olduğunu belirtirken, ‘Böyle bir karar, imam eğitiminin başlatılamadığı Hollanda’da başıbozukluğa neden olur’ dedi.
Zürcher, ifadesinin büyük bir bölümünde Türkiye aleyhine iddialarda bulundu.
Öğleden sonraki oturumda, Hollanda Diyanet Vakfı Sekreteri ve Amsterdam Eyüp Sultan Camii Başkanı Murat Türkmen dinlendi.
Bir saat 15 dakika süren oturumda, sorulara sürekli olarak ‘Bilmiyorum’, ‘Benim zamanımdan önceydi’, ‘hatırlamıyorum’ şeklinde yanıtlar veren Türkmen izleyenleri çileden çıkardı.
Komisyon üyelerinin, ‘Hollanda Diyanet Vakfı Türkiye’ye bağımlı olmayan bir Hollanda vakfı mıdır?’ anlamındaki soruların yanıtını doyurucu bir şekilde veremeyen Murat Türkmen, ‘Evet, Türkiye’den bağımsız, tamamen bir Hollanda kuruluşudur’ derken, imamların maaşlarının Ankara’dan gelişi ile Vakıf Başkanı’nın, aynı zamanda Lahey Din İşleri Müşaviri oluşunun nedenine de doyurucu cevaplar veremedi.
İmamların cami yönetimlerine değil, Din Ataşelerine bağlı olduklarını ve ataşeliklere karşı sorumlu olduklarını belirten Türkmen, ‘Peki bu nasıl bir Hollanda vakfıdır?’ sorusuna cevap verirken de bocaladı.
Siyasi Duyuru
Komisyon üyelerinin, ‘Vakfın sadece dini hizmet yaptığını ve siyasete karışmadığını belirtiyorsunuz ama, 2006 yılında yapılan Hollanda genel seçimlerinde, Ermeni soykırımı iddiasını desteklemeyen Fatma Koşer Kaya’ya oy verilmesini tavsiye den bir bildiri yayınlandı’ şeklindeki sorusuna da cevap vermekte zorlanan Türkmen, ‘Bunu Diyanet değil, bir Hollanda-Türk lobi grubu Amerika üzerinden yaptı’ gibi bir açıklamada bulundu.
Ermeni Meselesi
Hollanda Diyanet Vakfı’nın, diğer Arap kuruluşları gibi dış ülkelerden para yardımı almadıklarını bilen Hollandalı Komisyon Üyeleri, kısır konular ile Türkmen’i sıkıştırmaya çalıştılar ve sıkıştırdılar da…
Diyanet Vakfı’nın tek amacının dini hizmet olduğunu ve siyasete karışmadığını belirten Türkmen, 2014 yılında Almelo’da açılan bir Ermeni Anıtı’nı protesto etmek için yapılan büyük mitingde, Diyanet’in rolünün ne olduğu sorusuna da doğru dürüst cevap veremedi.
Türkmen, ‘O gün orada bir Osmanlı müziği (Mehter Marşı) çalındı. Kendinizi bir Ermeni yerine koyarsanız üzülmez miydiniz?’ sorusuna ‘Ama ben Ermeni değilim’ yanıtını verdi. Komisyon üyesinin bastırması üzerine, ‘Olmamalıydı, yapılmamalıydı’ diyen Türkmen, nedense Ermeni soykırımının sözde olduğuna ve karşılıklı ölümler olduğuna, soykırımın abartı olduğuna değinemedi.
Miting’e gidebilmek için yapılan afişleri gösteren bir komisyon üyesi, ‘Bu afişte neler yazılı’ dedikten sonra, afiştekileri zor da olsa tek tek tercüme ettirdi. Kaldı ki Türkmen, ‘Bu benim görevim değil’ diyebilirdi. Afişin bir köşesinde, miting yeri olan Almelo’ya otobüs kaldırılacağı yazılıydı. ‘Web sayfamızda, otobüslerin hangi Diyanet camisinden kalkacağını görebilirsiniz’ yazıyordu. Türkmen, Diyanet’in böyle bir şey yapmayacağını söyledi ama, web sayfasını işaret eden kuruluşun adını verseydi daha inandırıcı olurdu.
Askerlik Konusu
Bedelli askerlik konusunu soran komisyon üyesini, ‘Bu bugünün konusu değil’ diyen Türkmen, ‘Evet evet, tam da günümüzün konusu, siz bu işe ne diyorsunuz?’ sorusu üzerine yine kaçamak cevaplar vermeye çalıştı ve sonunda da, ‘Mademki Türk devletine bağlılar, o zaman da görevlerini yapsınlar’ demeyi tercih etti.
FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) Konusu
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, Gülenciler’in camilere sokulmadığını ve hatta Gülenci olanların isimlerinin Diyanet Vakfı Başkanı Yusuf Acar tarafından bir liste halinde Ankara’ya bildirilmiş olduğunu belirten bir komisyon üyesine, ‘Camilere girişte hiç kimseye yasak getirilmedi. Gülencilerin isimlerini veren Yusuf Acar, bu işlemi Diyanet Vakfı Başkanı olarak değil, Lahey Büyükelçiliği Din İşleri Müşaviri olarak yaptı. (Aslında bu ifade çok iyi anlaşılmadı. Zira Türkmen Müşavir sözcüğünü tercüme edemedi) Sorular üzerine çok sıkışan Türkmen, Yusuf Acar’ın yaptığının doğru olmadığını hatta casusluk sayılacağını ifade etti.
Hoorn’daki bir cami imamının, aşırı bir şekilde şeriat fetvası verdiğini, Harderwijk’te iki imamın ‘Gülencileri ihbar edin’ dediklerini hatırlatan komisyon üyelerine, ‘Bunlar bireysel hatalardı. Hoorn’daki cami imamı derhal geri gönderildi. Zira fetvalar Diyanet tarafından yazılıyor’ yanıtını verdi.
Sorular Önceden Verildi
İşin ilginç tarafı nedir biliyor musunuz? Parlamento Araştırma Komisyonu, dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğimiz bir sistem uyguladı.
İfadesini alacağı kişilere soruları önceden bildirdi. Aldığım habere göre, Murat Türkmen’e, özellikle Ermeni mitingi ve Gülenciler konusundaki sorular önceden verildi. Buna rağmen dersine iyi çalışamayan Türkmen, canlı yayınlanan oturum sırasındaki bocalamalarıyla Türkleri çileden çıkarttı.
************************
İki gün sonra 28 Şubat 2020 tarihinde yayınladığım haber
İlhan KARAÇAY cevaplıyor: Araştırma Komisyonu karşısında ben olsaydım
Önceki gün Parlamento Araştırma Komisyonu karşısında ter döken Hollanda Diyanet Vakfı Sekreteri ve Amsterdam Eyüp Sultan Camii Başkanı Murat Türkmen kardeşimiz, yaptığım yayın üzerine gönderdiği bir mesajda serzenişte bulunmuş ve çok üzgün olduğunu belirtmiş.
8 şubatta annesini kaybettiğini, o sırada apar topar oturuma çağrıldığını belirten Türkmen, acı içinde bir haleti ruhiye ile komisyon karşısına çıktığını belirtmiş.
Öncelikle kendisine başsağlığı diliyor ve sabır diliyorum.
Şimdi yazacaklarımın, Murat Türkmen’e cevap niteliğinde olmadığını, komisyon karşısında kim olursa olsun, aynı şeyleri yazacağımı öncelikle belirtmek isterim.
Hollanda hükümeti, ülkelerinde yaşayan yabancıların, gelmiş oldukları ülkelerin etkisinde kalmalarından rahatsızlık duydukları için, özellikle cami yapımı için gönderilen paralara dikkat kesildiler.
Bu camilerin çoğunda selefist düşünceler beyinlere işletildiği için, gençleri bundan kurtarmak isten Hollanda hükümeti, İstihbarat Örgütü AIVD’den yardım istedi. AIVD’nin hazırladığı rapora göre, pek çok caminin yapımında kullanılmak üzere Arap ülkelerinden paralar gelmiş.
Bu konuda bir meclis araştırması kararı alındı. Özel olarak kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, 3 hafta süren bir sorgulma yaptı. Nedense, bugüne kadar, hiçbir caminin yapımında dışarıdan para almayan Türkler de bu araştırmaya sokuldu ve Hollanda Diyanet Vakfı’nın da dinlenmesine karar verildi.
Görünürde, Diyanet’in soruşturma sürecine dahil edilmesi, imamların maaşlarının Türkiye tarafından ödenmesi ve Türkiye’nin de merkezi Amerika’da olan düşünce kuruluşu Freedom House tarafından ‘özgür olmayan ülkeler’listesinde yer almasından kaynaklanıyor.
Şimdi, Diyanet Vakfı’nın para konusunda yargılanmayacağı kesin.
Diyanet Vakfı’nın Türkiye’ye bağımlı olduğu ve Erdoğan’ın uzun kolu ile idare edildiği öne çıkarılacaktı. Parlamento Araştırma Komisyonu, dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğimiz bir sistem uyguladı. İfadesini alacağı Murat Türkmen’e soruları önceden bildirdi. Aldığım habere göre, Murat Türkmen’e, özellikle Ermeni mitingi ve Gülenciler konusundaki sorular önceden verildi.
Daha önceki haberimde, Murat Türkmen’in dersine iyi çalışmadığını ileri sürmüştüm.
Peki, komisyonun karşısında ben olsaydım nasıl davranır ve ne söylerdim?
Komisyon üyelerine öncelikle, karşılarında bir suçlu olmadığını ve sorularını nezaket içinde sormalarını, tavırlarına da dikkat etmelerini sertçe söylerdim. Bu da yetmezmiş gibi, bir gün önce karşılarına çıkan Al Fitrah Camii İmamı Suhayb Salam’ın kendilerine nasıl küfürler savurduğunu ve hakaret ettiğini de hatırlatırdım.
Şimdi gelelim sorulara ve benim vereceğim cevaplara:
Soru: Siz Hollanda Diyanet Vakfı’nın bir Hollanda kuruluşu olduğunu söylüyorsunuz, bu doğru mu?
Karaçay:Evet
Soru: Nasıl olur, Başkanınız Ankara’dan gelen Din İşleri Müşaviriniz ve imamlarınızın maaşı da Ankara’dan.
Karaçay: Ne var bunda? Ankara’dan gelen de bir insan değil mi ve yönetici olamaz mı? İmamların maaşlarının Ankara’dan gelişinde ne acayiplik var? Aidiyet duygusu yaşadığımız anavatanımız bize yardım edemez mi?
(Murat Türkmen, nedense Ankara’ya bağımlılığımızı gizli tuttu)
Soru:İmamlarınız, din ataşeliğinizden mi emir alıyorlar?
Karaçay: İmamlarımızın işvereni ataşeliğimizdir ama patronları cami yönetimidir.
Bu aslında sizin isteğiniz değil mi? İmamlar arasında başıbozukluk istemiyorusunuz. Bu nedenle de dışarıdan gelen paraları, gönderen ülkeler ‘Etkili olurlar’ diye istemiyorsunuz. Biz de, kontrol altında fetvalar sunuyoruz. Daha ne istiyorsunuz?
(Murat Türkmen cevabında bu konulara hiç giremedi)
Soru:İmamların Tükiye’den gelişi sizi bağımlı kılmıyor mu?
Karaçay: Bu aslında sizin isteğiniz değil mi? İmamlar arasında başıbozukluk istemiyorusunuz. Bu nedenle de dışarıdan gelen paraları, gönderen ülkeler ‘Etkili olurlar’ diye istemiyorsunuz. Biz de, kontrol altında fetvalar sunuyoruz. Ayrıca, ‘Kadınların sünnet ettirilmesi’ ve ‘Kadına dayak müstehaktır’ gibi fetva veren yobaz imamlardan rahatsız oluyorsunuz. Bizim imamlarıız ünüversite ayarında tahsil yapmış aydın insanlardır. Sizin de istediğiniz bu değil mi? Aslında bundan memnun olmanız gerekmez mi?
(Komisyon üyelerinin, ‘Hollanda Diyanet Vakfı Türkiye’ye bağımlı olmayan bir Hollanda vakfı mıdır?’ anlamındaki soruların yanıtını doyurucu bir şekilde veremeyen Murat Türkmen, ‘Evet, Türkiye’den bağımsız, tamamen bir Hollanda kuruluşudur’ derken, imamların maaşlarının Ankara’dan gelişi ile Vakıf Başkanı’nın, aynı zamanda Lahey Din İşleri Müşaviri oluşunun nedenine de doyurucu cevaplar veremedi.
İmamların cami yönetimlerine değil, Din Ataşelerine bağlı olduklarını ve ataşeliklere karşı sorumlu olduklarını belirten Türkmen, ‘Peki bu nasıl bir Hollanda vakfıdır?’ sorusuna cevap verirken de bocaladı.)
Soru:Vakfınızın sadece dini hizmet yaptığını ve siyasete karışmadığını söylüyorsunuz. Bu doğru mu?
Karaçay:Evet.
Soru: Peki 2006 yılında yapılan Hollanda genel seçimlerinde, Ermeni soykırımı iddiasını desteklemeyen Fatma Koşer Kaya’ya oy verilmesini tavsiye eden bir bildiri yayınlandınız, buna ne dersiniz?
Karaçay:Bakınız, aynı seçimlerin arifesinde Ayhan Tonca, Erdinç Saçan ve Osman Elmacı, İşçi Partisi ve Hıristiyan Demokrat Partisi’nin aday listelerinden antidemokratik bir şekilde atıldılar. Nedeni de, kendilerine özel olarak sorulan, ‘Ermeni soykırımını tanıyor musunuz’ sorsuna aldıkları ‘Hayır’ cevabı oldu. Biz Hollanda yasalarına göre kurulmuş bir vakıfız ama, aynı zamanda Türk kökenli ve Müslüman bir kuruluşuz.Sizin devletinizin yarım milyonluk Türk toplumuna karşı yapmış olduğu antidemokratik bir işlem karşısında biz de sessiz kalamazdık. Bu nedenle Demokrat 66 Partisi listesinde olan Fatma Koşer Kaya’nın desteklenmesi için bir bildiri yayınladık. Bu, doğrudan doğruya siyasete bulaşmak değil, haksızlığa karşı bir isyandır.
Bunun böyle olduğunu siz kabul etmesenizde, bizim Müslüman ruhumuz bizi buna mecbur etmiştir.
(Murat Türkmen bu soruya yanıt vermekte zorlandı ve ‘‘Bunu Diyanet değil, bir Hollanda-Türk lobi grubu Amerika üzerinden yaptı’ gibi bir açıklamada bulundu.
Soru:2014 yılında Almelo’da açılan Ermeni Anıtı’na karşı yapılan büyük bir protesto gösterisine siz de katıldınız mı?
Karaçay: Evet ben de katıldım.
Soru: Peki elimde bir afiş var. Sayın Türkmen, bize bu afişte yazılanları tercüme eder misiniz?
Karaçay: Öncelikle şu itirazda bulunayım. Ben sizin tercümanınız değilim. Önünüzdeki kağıtta afişte yazılanları tercümeleri de yazılı. Bana karşı nazik olun ve beni çırak yerine koymayın.
(Murat Türkmen, afiştekileri kuzu kuzu tercüme etti ve yanıtlamaya çalıştı.)
Soru:Bu afişte, miting yeri olan Almelo’ya Diyanet tarafından otobüs kaldırılacağı yazılı. Diyanet neden böyle siyasi bir eyleme karıştı?
Karaçay:Bu afiş diyanet tarafından hazırlanmadı. Zaten afişte, ‘Web sayfamızda, otobüslerin hangi Diyanet camilerinden kalkacağını görebilirsiniz’ yazıyor. Bu söz, otobüsleri Diyanet’in kiraladığı anlamını taşımaz. Demek oluyor ki bu afişi herhangi bir kuruluş bastırdı ve otobüslerin hareket yerinin de Diyanet’e bağlı olan camilerden kalkacağı belirtildi.
Soru:Mitingde Osmanlı (Mehter) Marşı çalınıyordu. Siz Ermeni olsaydınız o manzara karşısında gözyaşı dökmez miydiniz?
Karaçay: Bakınız, Bizim de gözyaşı dökmemiz gereken olaylar yaşandı. Soykırım hikâyeleri doğru değildir. Türkiye bu konuda tüm arşivlerini açtı ve dünyaya çağrıda bulundu. Tarihçilerin bu konuda karar vermelerini istedi. Ama siz, hiçbir araştırma yapmadan soykırım damgasını vuruyorsunuz ve soykırıma inanmayan parti adaylarınızı listelerden çıkarıyorsunuz. Bu mudur demokrasi? Bu konu hakkında siyasiler değil, tarihçiler karar vermeli. 1920 yılında Handelsblad gazetesine yazan bir Hollandalı gazeteci, Türkiye’de yaptığı araştırmaları aktarırken, ‘Soykırım yok, karşılıklı katliamlar var’ diye yazmıştı. Ama sizler bundan bile habersizsiniz veya habersiz görünüyorsunuz.
(Murat Türkmen bu soru karşısında gerçekten şaşırdı ve bocaladı. Mehter marşı için de ‘olmamalıydı, yapılmamalıydı’yanıtını verdi. Hatta üyelerden biri, ‘Özür dilediniz iyi oldu’ deyince, ‘Hayır hayır, özür dilemedim, sadece üzüldüm’dedi.
Soru:Bir de Türk gençlerinin bedelli askerlik sorunları var. Buna ne diyeceksiniz?
Karaçay: Aslında bu sorun bizleri de rahatsız ediyor. Bu konuda sizinle birlikte hareket edebiliriz. Ankara ile konuşunuz. ‘Türkler bizim de vatandaşımız’ deyiniz ve bir hal yolu arayınız. Biz zaten bu konuda mücadele ediyoruz. Siz de bize destek olunuz.
(Murat Türkmen bu soruya, bocalayarak cevap verdi ve sonunda, ‘Mademki Türk devletine bağlılar, o zaman da görevlerini yapsınlar’ demeyi tecih etti.
Soru:15 Temmuz darbe girişiminden sonra Gülencileri camilere sokmadığınızı duyduk. Bu doğru mu?
Karaçay:Hayır, bu doğru değil. Camiler Allah’ın evidir. Buraya girenlere ‘kimsin, necisin’ diye soramayız. Bu tamamen Gülencilerin bir uydurmasıdır. (Murat Türkmen bu sorya aynı doğrultuda bir cevap vermiştir)
Soru: Peki, eski başkanlarınızdan Yusuf Acar, Hollanda’da Gülen sempatizanlarının bir listesini Ankara’ya göndermiş.
Karaçay:Bakınız, bu konunun cevabını vermek beni aşar. O zamanlar özellikle De Telegraaf gazetesi ortalığı karıştırmıştı. Durum çok ciddi bir şekle dönmüştü. Bunu farkeden Ankara, Yusuf Acar’ı derhal geri çekmişti. Bu da yeterli bir hareket olmalı.
(Murat Türkmen, bu soruya, ‘Yusuf Acar, bu işlemi Diyanet Vakfı Başkanı olarak değil, Lahey Büyükelçiliği Din İşleri Müşaviri olarak yaptı. Bence bu bir casusluk işlemidir’ cevabını vermişti.
Evet, sevgili okurlarım. İşte, ben olsaydım, Araştırma Komisyonu karşısında yukarıdaki yanıtları verir ve tepki koyardım.
Ne yani, Komisyon karşısında hakaretler yağdırabilen Arap imamdan neyim eksik?
Ha, ben yine de nezaketimden bir şey kaybetmedim ve onların anlayacakları dilden yanıt verdim.
Daha doğrusu verebilirdim…
HOLLANDALI POLİTİKACILARIN HEZEYAN İSPATIDIR
Birkaç gündür gündemimizi meşgul eden, Hollanda Parlamentosu Araştırma Komisyonu’nun bazı dini kuruluşları hizaya çekme işlevi, bizim Diyanet Vakfı’mızı da kapsayınca çok üzülmüştük.
Hollanda İstihbarat Örgütü AIVD’nin hükümete sunduğu bir rapor, Hollanda temsilciler Meclisi’ni ayağa kaldırmıştı.
Hollanda Temsilciler Meclisi bir karar aldı ve kurulacak olan bir komisyonun, bazı dini kuruluşları sorgulamasını istedi.
Rapora göre Hollanda, uzun zamandır, Kuveyt, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’dan gelen yardımlardan rahatsızlık duymaktaydı. Hollanda’nın endişesi, yardım yapan bu ülkelerin Hollanda’da İslam’ın yorumlanmasına olası etkileri ve Hollanda’da aşırılıǧın körüklenmesi ve terörizme zemin hazırlanmasıydı. İktidardaki hükümet bu olası tehlikenin önüne geçilmesi için ‘özgür olmayan ülkeler’den gelen para akışını kesmek ve istenmeyen etkilerden korunmak istiyordu.
Bu doǧrultuda Temsilciler Meclisinde kurulan Araştırma Komisyonu, yabancı ülkelerden gelen para yardımlarının Müslümanlar üzerinde etkisinin olup olmadıǧını araştırdı.
Üç hafta süren sorgulamada, Den Haag’daki As Soenne Camii, Utrecht’deki Fıtrat Camii ve ve ne yazık ki bizim Hollanda Diyanet Vakfı yer aldı.
Görünürde, Diyanet’in soruşturma sürecine dahil edilmesi, imamların maaşlarının Türkiye tarafından ödenmesi ve Türkiye’nin de merkezi Amerika’da olan düşünce kuruluşu Freedom House tarafından ‘özgür olmayan ülkeler’listesinde yer almasından kaynaklanıyor.
Kaldı ki, Diyanet’in Hollanda’daki imamların maaşlarını ödemesi yeni bir gelişme deǧil, yıllardır uygulanan ve bilinen bir sistem. Hem de Hollanda’nın severek kabul ettiǧi, bir zamanlar teşvik ettiǧi bir uygulamaydı. Şimdi neler deǧişti de, bu konu Hollanda hükümeti tarafından mercek altına alınıyor, anlaşılması zor bir konu.
Soruşturma tamamlandıktan sonra biz de beğendiğimiz ve beğenmediğimiz tarafları yazdık.
Yurttaşlarımız da konuyu kendi aralarında halâ tartışıyorlar.
Ben şahsen, ‘Dağ fare doğuru’ demiştim. Nisan ayında yayınlanacağı belirtilen raporun sonucunu merakla bekliyoruz.
Ama, benim ‘Dağ fare doguracak’ iddiamın öncü bilgilerini şimdiden görmeye başladık.
Zira, komisyon araitırmasından sonra Hollanda medyası, Diyanet Vakfı’nın soruşturmasına çok az yer verdi.
Dün yayınlanan De Volkskrant gazetesinde bol fotoğraflı vei ki sayfa olarak yayınlanan bir analizde, ne kadar bilirkişi varsa konuşturuldu. Ama bui ki sayfalık yayında bir tek kelime bile Türk ve Türkiye yoktu.
Bu da gösteriyor ki, Hollanda İstihbarat Örgütü AIVD’nin vermiş olduğu raporda, Türkiye için korku verecek notlar yoktu. İşgüzar politikacılar işi büyütmüşler ve sırf ‘Erdoğan’ın uzun kolu’nu gündeme getirmek için Diyanet Vakfını da soruşturmaya çağırmışlardı.
Ne ilginç değil mi?
Batılılar, İslam teröründen endişe ederlerken, İslamlar’a karşı yapılan hunharce cinayetler Fransa, Yeni Zelanda gibi ülkelerden sonra şimdi de Almanya’da sürüyor.
****************
İLHAN KARAÇAY, SCHRIJFT OPNIEUW HET VERHAAL VAN DE ISLAMITISCHE STICHTING NEDERLAND (HDV)
Een gerespecteerde instelling binnen de Turkse gemeenschap zorgt voor onrust bij de Nederlandse autoriteiten.Voormalig kabinetslid Dilan Yeşilgöz en oppositieleider Frans Timmermans eisen de sluiting van de organisatie, die zij “de lange arm van Ankara” noemen.
Met haar 149 moskeeën en een vastgoedwaarde die in de buurt van een miljard euro komt, wekt het gebrek aan vernieuwing binnen het bestuursmodel van de stichting bezorgdheid op, zelfs bij de Turkse gemeenschap die de werkelijke eigenaar van deze bezittingen is.
De Turkse gemeenschap in Nederland maakt zich zorgen over het feit dat moskeeën, die met eigen arbeid en bijdragen zijn gebouwd, aan de Diyanet Stichting worden overgedragen. “In die moskeeën zit het recht van onze kinderen en het zweet van de eerste generatie,” zeggen zij.
WAT KAN ER GEBEUREN? Het DİTİB-voorbeeld uit Duitsland is een waarschuwing voor de HDV in Nederland.
Analyse van İlhan KARAÇAY:
Beste lezers,
De rol van religieuze instellingen in Nederland staat opnieuw ter discussie.
De Islamitische Stichting Nederland (HDV), die jarenlang een belangrijke brug is geweest tussen geloof en gemeenschap, bevindt zich nu in het centrum van een maatschappelijk en politiek debat.
Met dit artikel wil ik de zaak verhelderen, misverstanden wegnemen en erkenning geven aan de inspanningen van een gemeenschap die haar geloof, arbeid en waarden met opoffering heeft geleefd.
De laatste tijd wordt er, zowel in de politiek als in de media, veel gesproken over de HDV.
Veel berichten in de mainstream en sociale media zijn echter gebaseerd op onvoldoende informatie en weerspiegelen de werkelijkheid niet juist.
Daarom vroegen veel lezers en vrienden mij: “Abi, schrijf jij dit onderwerp maar eens goed op, zodat we eindelijk weten wat er echt aan de hand is.”
Tot nu toe heb ik vele artikelen geschreven over de HDV – zowel lovend als kritisch.
Mijn laatste stuk hierover verscheen op 27 februari 2025 onder de titel “Onze eerbare instellıng in het buitenland: de islamitische stichting Nederland.”
Normaal gesproken vermijd ik het om vaak over dezelfde persoon of organisatie te schrijven.
Maar deze keer zal ik mijn principe opzijzetten, want ik voel de verantwoordelijkheid om mijn lezers de juiste informatie te geven over de HDV.
“Met de vraag ‘Komt een reis die begonnen is met het geloof en de inzet van een gemeenschap tot een einde?’ begin ik deze analyse, die voor de Turkse gemeenschap in Nederland van groot belang is.
De Hollanda Diyanet Vakfı, een van de belangrijkste religieuze en culturele organisaties van de Turkse gemeenschap in Europa, trekt de aandacht niet alleen met haar gebedshuizen, maar ook met haar uitgebreide vastgoedportefeuille en de sociale activiteiten die zij ontplooit. Deze stichting, die richting geeft aan het spirituele leven van tienduizenden mensen en culturele samenhang bevordert, is de laatste tijd in zowel Nederland als de Turkse gemeenschap onderwerp van discussie vanuit verschillende invalshoeken.
Met 149 moskeeën en een vastgoedportefeuille die richting de miljarden euro gaat, waarom staat de Hollanda Diyanet Vakfı, een van de grootste religieuze instellingen in Europa, zo vaak op de agenda?
Wat moet er veranderen in het licht van haar bestuursstructuur, haar benadering van dienstverlening en de verwachtingen voor de toekomst?
In dit stuk zal ik al deze vragen beantwoorden en een gedetailleerde analyse geven van de huidige positie van de stichting.”
OPRICHTING EN DE EERSTE JAREN
Het verhaal van de Islamitische Stichting Nederland (HDV) is in feite het resultaat van een oprechte behoefte.
Aan het eind van de jaren zeventig konden Turkse arbeiders die naar Nederland kwamen nauwelijks een plek vinden om te bidden of om hun kinderen religieus onderwijs te geven.
Zij baden soms in kelders van appartementen, soms in oude fabriekshallen.
In die omstandigheden kwamen enkele pioniers uit de gemeenschap met het idee: “Wij moeten onze eigen moskeeën en verenigingen hebben.”
Zo werd de Federatie van Turkse Islamitische en Culturele Verenigingen in Nederland opgericht, met İbrahim Görmez als voorzitter.
Na overleg met de Religieuze Zakenafdeling van de Turkse Ambassade in Den Haag werd geconcludeerd dat er behoefte was aan een “Hoofdraad” die toezicht zou houden op de religieuze verplichtingen van de Turken in Nederland.
Dit idee vond al snel weerklank onder de Turkse verenigingen in het land.
Na langdurige besprekingen werd op 10 december 1982 de Islamitische Stichting Nederland (HDV) officieel opgericht volgens de Nederlandse wetgeving.
Met andere woorden: deze stichting is niet in Turkije geboren, maar in Nederland.
Het initiatief kwam van de Turkse gemeenschap in Nederland.
Natuurlijk kreeg de stichting steun van de Turkse Diyanet en van de Religieuze Attaché van die tijd, maar de juridische identiteit van de stichting werd bepaald volgens het Nederlandse recht.
De oprichters van de HDV waren de volgende gerespecteerde personen:
Tayyar Altıkulaç Lütfi Şentürk Abdülbaki Keskin Sami Uslu, Ahmet Uzunoğlu
Mehmet Kervancı Hayrettin Şallı Mahmut Sezgin Remzi Yavuz Erdinç Türkçan
DeAlgemene Ledenvergadering van de HDVbestond uit onder meer:
Prof. Dr. Ali Erbaş, Doç. Dr. Selim Argun, Mahmut Özdemir, Prof. Dr. M. Said Yazıcıoğlu, Prof. Dr. İrfan Aycan, Doç. Dr. Burhan İşliyen, Arif Soytürk, Süleyman Necati Akçeşme, Sami Uslu, Hayrettin Şallı, Prof. Dr. A. Bülent Baloğlu, Prof. Dr. Mustafa Sinanoğlu, Prof. Dr. Halife Keskin, Doç. Dr. Yüksel Salman, Dr. Ömer Özgül, Remzi Yavuz, Mustafa Yılmaz, Rıza Selimbaşoğlu, Mehmet Kervancı en Ahmet Uzunoğlu.
Alle bestuurders wilden dat deze structuur, zowel religieus als sociaal, de Turkse gemeenschap ten goede zou komen. Het doel was duidelijk vastgelegd: Het verspreiden van de boodschap van vrede en verdraagzaamheid van de islam in Nederland, het bevorderen van wederzijds begrip tussen culturen, en het delen van de rijkdom van de Turks-islamitische cultuur.
In de eerste jaren werd dit doel volledig verwezenlijkt.
Moskeeën werden één voor één gebouwd en vervolgens aan de HDV geschonken, zodat de eigendomstitels op naam van de stichting kwamen te staan.
Daarnaast werd een Begrafenis- en Solidariteitsfonds opgericht.
De Turkse arbeiders in heel Nederland konden nu hun religieuze verplichtingen nakomen en zich onderdeel voelen van een hechte gemeenschap.
In die tijd was de HDV een waar centrum van hoop.
Iedereen deed wat hij kon, verenigingen kwamen samen en er heerste een gevoel van opwinding en solidariteit.
Mensen zeiden: “Deze moskee is van ons.” En dat was ook zo, want zij hadden die met eigen inzet gebouwd — met donaties, inzamelacties, en bijdragen van een paar gulden per week of een klein deel van hun loon.
Er kwam geen bevel van bovenaf; alles gebeurde uit vrijwillige inzet en gemeenschapszin.
Maar in de loop der tijd begon dit beeld te veranderen.
Naarmate de Turkse gemeenschap in Nederland groeide, groeide ook de stichting.
En zoals bij elke groeiende organisatie, raakte ook de HDV steeds meer verstrengeld in bureaucratie en politieke stromingen.
KEERPUNTEN, DISCUSSIES EN GEBEURTENISSEN
In de loop der jaren groeide de Islamitische Stichting Nederland (HDV) uit tot veel meer dan een netwerk van moskeeën.
Zij werd een grote organisatie die zelfs evenementen organiseerde in de Amsterdam Arena, met uitgaven die in de miljoenen euro’s liepen.
Maar deze groei bracht ook verwarring en spanningen met zich mee.
Aan de ene kant waren er vrijwilligers die de gemeenschap dienden,
aan de andere kant diplomatieke vertegenwoordigers en ambtelijke functionarissen.
En juist deze twee lijnen begonnen na verloop van tijd door elkaar te lopen.
Sommige waarnemers merkten op dat de Religieuze Attachés (Diyanet-functionarissen) automatisch voorzitter werden van de HDV.
Met andere woorden: een diplomatieke functie en een maatschappelijke functie raakten met elkaar verstrengeld.
Dit leidde tot conflicten, misverstanden en machtsstrijd.
Toch zijn diplomatie en maatschappelijke dienstverlening twee totaal verschillende zaken.
Diplomatie vertegenwoordigt de staat, terwijl een stichting het volk vertegenwoordigt.
Toen deze scheidslijn vervaagde, begonnen de Nederlandse autoriteiten te vragen: “Is deze organisatie werkelijk onafhankelijk?”
Jarenlang werd er echter geen serieuze actie ondernomen,
omdat de Turkse gemeenschap vertrouwen had in de HDV en haar diensten waardeerde.
In die periode vond de bekende zaak Yusuf Acar plaats.
De Nederlandse media en politici beweerden dat Yusuf Acar, toenmalig Religieuze Attaché en tevens HDV-voorzitter, Turkse personen zou hebben geobserveerd en gerapporteerd aan Ankara.
Toen bekend werd dat hij tot “persona non grata” zou worden verklaard,
riep Ankara hem snel terug.
De Nederlandse media schreven dat hij was uitgewezen, maar in werkelijkheid had Ankara slim gehandeld.
Mijn interviewmoment met Yusuf Acar, die destijds zowel Diyanet-attaché als voorzitter van de Islamitische Stichting Nederland was, en door de Nederlandse regering tot ongewenst persoon werd verklaard.
Na bezwaar van de Nederlandse autoriteiten mochten de Religieuze Attachés niet langer automatisch voorzitter zijn van de HDV.
Voortaan zou de voorzitter via verkiezingen worden gekozen.
Toch begonnen sommige attachés later opnieuw de facto als voorzitter op te treden, zonder die titel officieel te dragen. De situatie werd steeds complexer.
De attachés van de Turkse Ambassade in Den Haag begonnen kantoor te houden in het HDV-gebouw zelf.
Het luxueuze hoofdkantoor van de stichting was aantrekkelijker dan de kleine ambassadekamers.
Diplomatieke auto’s met CD-kentekenplaten stonden voor de deur van de stichting geparkeerd, en veel Nederlanders vroegen zich af: “Is deze stichting nog wel een Nederlandse organisatie, of is het een verlengstuk van Turkije?”
Deze kwestie kwam duidelijk naar voren in het Nederlandse Parlement,
vooral na 2016, toen verschillende politieke partijen de “buitenlandse invloed” van Diyanet ter discussie stelden.
Meer recent verklaarde Frans Timmermans, leider van GroenLinks/PvdA: “De HDV is de lange arm van Erdoğan geworden.”
En Dilan Yeşilgöz, leider van de VVD, zei: “Diyanet is veranderd in een structuur die soms zelfs oproept tot jihad.”
Deze uitspraken veroorzaakten grote opschudding in zowel Ankara als Den Haag.
Hoewel deze beweringen niet volledig terecht waren — want het oorspronkelijke doel van Diyanet was het organiseren van religieuze diensten —
bleef het probleem dat de beeldvorming verkeerd was.
Wanneer een diplomatieke auto voor het HDV-gebouw stond en de attaché daar tegelijk als bestuurder optrad,
veranderde de publieke perceptie onvermijdelijk.
In de loop der jaren bleef ook het vermogen van de HDV groeien.
In bijna elke Nederlandse stad kwamen moskeeën, huizen en gebouwen in bezit van de stichting.
Tegenwoordig zijn 149 moskeeën aan de HDV verbonden, met een vastgoedwaarde van bijna één miljard euro —
allemaal opgebouwd met donaties, arbeid en opoffering van de Turkse gemeenschap.
Maar hiermee ontstond een nieuwe zorg: Wat gebeurt er als dit bezit ooit van eigenaar verandert?
Wat als bij een bestuurswissel al deze eigendommen niet langer in handen van de gemeenschap blijven?
De stichting is zo opgezet dat het juridisch de enige eigenaar is van alle bezittingen.
De moskeeën zijn dus huurders van hun eigen gebouwen.
Dat leidde tot de vraag: “Is dit bezit van de gemeenschap, of van de stichting?”
Sommige bestuurders zeiden: “De stichting behoort aan de gemeenschap toe, dus er is geen verschil.”
Maar juridisch gezien is er wel degelijk een verschil.
Een enkele handtekening of bestuurswijziging zou het eigendom kunnen overdragen.
Daarom groeit de bezorgdheid, vooral onder moskeebesturen,
die zeggen: “De toekomst van dit bezit is niet voldoende beschermd.”
Deze zorg vormt vandaag nog steeds het belangrijkste onopgeloste probleem.
VANDAAG EN DE OPLOSSINGSMOGELIJKHEDEN
Vandaag de dag is de Islamitische Stichting Nederland (HDV), met haar moskeeën, imams en educatieve activiteiten, uitgegroeid tot een enorme organisatie.
Maar met haar omvang is ook haar verantwoordelijkheid toegenomen.
De stichting staat niet langer alleen in de belangstelling van de Turkse gemeenschap in Nederland,
maar ook van Nederlandse politici, journalisten en instanties.
Elke stap, elk besluit wordt gevolgd en besproken.
Want het gaat hier niet alleen om religie, maar om representatie en vertrouwen.
Iedereen stelt nu dezelfde vraag: “Is de HDV een organisatie van de Turkse moslims in Nederland, of een verlengstuk van Turkije?”
Deze vraag, die jarenlang op de achtergrond bleef, is nu onvermijdelijk geworden.
Het antwoord ligt eigenlijk in de geschiedenis zelf.
De HDV is in Nederland opgericht, volgens de Nederlandse wet.
De oprichters waren Turken die in Nederland woonden.
Dus de echte eigenaar van de HDV is de Turkse gemeenschap in Nederland, niet Ankara.
De HDV is een erfenis die met het zweet en de bijdragen van die gemeenschap tot stand is gekomen.
Maar die erfenis moet nu juridisch worden beschermd,
want er bestaan openingen in de regelgeving waardoor bij een bestuurswissel of politieke crisis
de eigendommen van de gemeenschap in andere handen kunnen overgaan.
Wat moet er dan gebeuren?
Allereerst moeten diplomatieke functies en maatschappelijke bestuursfuncties van elkaar worden gescheiden.
Een Religieuze Attaché mag toezicht houden, maar niet besturen.
Het kantoor van de Attaché hoort bij de Ambassade, niet in het HDV-gebouw.
Diplomatieke voertuigen horen voor de ambassade te staan, niet voor de stichting.
Dit lijken kleine details, maar hun symbolische betekenis is groot.
Ten tweede moet het bestuur van de HDV worden uitgebreid met jongeren die in Nederland zijn geboren en opgeleid,
mensen die het leven hier van binnenuit kennen.
Het bestuur mag niet uitsluitend uit religieuze functionarissen bestaan,
maar moet ook juristen, accountants, onderwijskundigen en vertegenwoordigers van de gemeenschap bevatten.
Dat brengt zowel diversiteit als vertrouwen.
Ten derde moet de financiële transparantie worden vergroot.
Elk jaar moet er een openbaar verslag komen met details over alle moskeeën, gebouwen, inkomsten en uitgaven.
Op die manier kan niemand meer zeggen: “Er wordt iets verborgen.”
Transparantie vergroot zowel vertrouwen als geloofwaardigheid.
Daarnaast moet in de statuten van de HDV een beschermingsclausule worden opgenomen,
waarin staat dat geen enkele moskee of gebouw dat met donaties is verworven,
zonder instemming van de gemeenschap mag worden verkocht.
De Turkse gemeenschap in Nederland is de werkelijke eigenaar van deze bezittingen
en dat recht moet juridisch worden vastgelegd.
De moskeeën die door de Turkse gemeenschap zijn gebouwd, zijn niet enkel gebedshuizen.
Zij zijn symbolen van migratie, solidariteit, heimwee en geloof.
In die moskeeën rust zowel het recht van onze kinderen als het zweet van de eerste generatie.
Als het imago van deze stichting wordt beschadigd,
gaat niet alleen een instelling verloren, maar ook een stuk geschiedenis.
Daarom draagt iedereen verantwoordelijkheid — de imam, de diplomaat, de politicus en vooral het volk zelf.
De HDV moet zich tot haar echte eigenaren wenden en oprecht zeggen: “Deze stichting is van jullie, wij zijn slechts de beheerders.”
Als die zin met oprechtheid wordt uitgesproken,
zal het vertrouwen terugkeren.
Maar als de bureaucratie blijft overheersen en de stem van het volk niet wordt gehoord,
zal zelfs de beste intentie in de schaduw van wantrouwen blijven.
De HDV is geboren uit goede bedoelingen.
Maar om goede bedoelingen in stand te houden, is meer dan gebed nodig:
het vereist rechtvaardigheid, transparantie en verbondenheid met de gemeenschap.
Er moet nu een nieuw tijdperk beginnen.
In elke muur, elke moskee en elk document van de stichting zou moeten staan: “Dit bezit, deze arbeid, deze stichting behoort aan het volk.”
WAT ZEGT DE GOEROE VAN DE GODSDIENSTZAKEN, İBRAHİM GÖRMEZ?
In Nederland is de eerste naam die in je opkomt bij het horen van “godsdienstzaken” zonder twijfel İbrahim Görmez.
Görmez, de oprichter van de Federatie van Turkse Islamitische Culturele Verenigingen in Nederland, heeft later ook — door druk uit te oefenen op de Nederlandse regering — de radio- en televisie-uitzendingen van het Turks-Islamitisch Omroepinstituut weten te realiseren. Over de Stichting Diyanet Nederland zegt hij het volgende:
“Ik ben iemand die dag en nacht heeft gewerkt aan de oprichting van de Stichting Diyanet Nederland. Daarom wil ik absoluut niet dat er ook maar iets misgaat met deze stichting. Tijdens de oprichtingsfase, bij het opstellen van de statuten, was ik er ook bij. Het rapport van ongeveer twintig pagina’s heb ik persoonlijk naar Ankara gebracht en ervoor gezorgd dat het aan de president en de premier werd overhandigd.
Wat er destijds in dat rapport stond, moet vandaag nog steeds geldig zijn. Ik verwacht niets van iemand, dat kan ook niet… want ik heb me volledig aan mijn pensioen gewijd. Maar als iemand iets negatiefs over de Stichting Diyanet zegt, ben ik een van de eersten die daartegen zal opstaan. Toch moeten we in sommige situaties ook de waarheid durven uitspreken.
Veel van onze geloofsgenoten zijn niet tevreden over de huidige bestuursverkiezingen. Het eenvoudigste voorbeeld: van de Federatie van Turkse Islamitische Culturele Verenigingen, die aan de basis stond van de oprichting van de Diyanet, kan geen enkele vertegenwoordiger deelnemen. Bovendien hebben de verenigingen die hun moskeeën en dienstwoningen aan de Stichting Diyanet Nederland hebben geschonken, geen stem in deze verkiezingen.
Het feit dat de leden van de Raad van Toezicht van de Stichting Diyanet Nederland levenslang in functie blijven, kan tot een schandaal leiden. Al deze tekortkomingen worden vermeld in de correspondentie die ik met mijn landgenoten heb gevoerd.
De Stichting Diyanet Nederland behoort toe aan de Turken in Nederland. De stichting mag niet eigendom zijn van de Diyanet in Turkije, noch van de oprichters of de Raad van Toezicht. Dat moet zo worden erkend en zo worden gehandhaafd.”
İbrahim Görmez verklaarde tevens dat hij het storend vindt dat de Nederlandse autoriteiten de Stichting Diyanet Nederland bestempelen als “de lange arm van Ankara”. Hij voegde daaraan toe:
“Deze houding wekt bij ons de zorg: wat zal de toekomst brengen?”
Vooral het feit dat de leden van de Raad van Toezicht voor onbepaalde tijd aanblijven, wordt door sommige kringen bekritiseerd als “niet in overeenstemming met democratische bestuursprincipes”. Daarnaast is het ontbreken van vertegenwoordigers van de Federatie van Turkse Islamitische Culturele Verenigingen in het bestuur van de HDV een ander punt van discussie.
EEN LANGE VOETNOOT
Om het belang van de huidige kwestie beter te begrijpen, wil ik enkele korte aantekeningen delen uit een vroeger parlementair onderzoek in Nederland.
De Nederlandse regering was bezorgd dat buitenlanders die in Nederland wonen,
onder invloed zouden blijven van hun landen van herkomst.
Daarom begon men vooral aandacht te besteden aan geldstromen die naar moskeeprojecten gingen.
Volgens de AIVD, de Nederlandse inlichtingendienst, kwamen er vanuit Arabische landen geldbedragen binnen voor de bouw van verschillende moskeeën.
Men vreesde dat in sommige van die moskeeën salafistische ideeën werden verspreid
en dat jongeren daardoor zouden worden beïnvloed.
Daarom besloot de Nederlandse Tweede Kamer een onderzoekscommissie in te stellen.
Gedurende drie weken werden verschillende organisaties ondervraagd.
Opmerkelijk genoeg werd ook de Turkse gemeenschap,
die nooit geld uit het buitenland had ontvangen, in dit onderzoek opgenomen.
Zelfs de Islamitische Stichting Nederland (HDV) werd uitgenodigd om te getuigen.
De reden hiervoor was dat de salarissen van de imams door Turkije werden betaald
en dat Turkije door de Amerikaanse denktank Freedom House
was ingedeeld bij de “niet-vrije landen.” Daarom wilde men ook de HDV in het onderzoek betrekken.
Toch werd de HDV niet veroordeeld voor financiële onregelmatigheden.
De nadruk lag op de veronderstelde afhankelijkheid van Turkije
en op het idee dat de stichting de lange arm van Erdoğan zou zijn.
Wat dit onderzoek bijzonder maakte, was dat de parlementaire commissie iets deed wat men elders in de wereld zelden ziet: zij stuurde de vragen van tevoren naar de getuige.
Volgens mijn informatie kreeg Murat Türkmen, de secretaris van de HDV, de vragen vooraf toegestuurd, met name over het Armeense protest en de kwestie van de Gülen-beweging.
Daarna werd hij live in de Tweede Kamer verhoord.
Ondanks dit alles werd de HDV niet naar de rechter doorverwezen,
terwijl andere religieuze organisaties dat wel werden.
Maar de situatie is nu veel ernstiger.
WAT KAN ER GEBEUREN?
Het DİTİB-voorbeeld uit Duitsland is een waarschuwing voor de HDV in Nederland.
Wat destijds in Duitsland gebeurde — beperkingen, toezicht en politieke druk — lijkt zich nu in Nederland te herhalen. Ditmaal is het gevaar groter, want rechts en links staan aan dezelfde kant.
Een soortgelijke situatie deed zich enkele jaren geleden in Duitsland voor. De DİTİB in Keulen kwam toen in opspraak vanwege beweringen dat imams rapporten naar Ankara stuurden. Duitsland stelde geen curator aan, maar in verschillende deelstaten werden projecten bevroren, subsidies ingetrokken en visumverlengingen voor imams beperkt. Sommige lokale besturen plaatsten de DİTİB-gemeenten onder civiel toezicht. De organisatie werd dus niet gesloten, maar feitelijk in haar werking ingeperkt.
Wat zich nu in Nederland afspeelt, lijkt sterk op dat proces — maar ditmaal is de situatie ernstiger, omdat zowel de rechtse Yeşilgöz als de linkse Timmermans hetzelfde standpunt delen. Die politieke eensgezindheid wijst erop dat de overheid een streng toezicht op de HDV zal instellen. De financiële structuur zal grondig worden onderzocht, de verblijfsvergunningen van imams kunnen worden herzien en de onafhankelijkheid van het bestuur zal in twijfel worden getrokken.
De grootste zorg is echter van andere aard: wat gebeurt er met het vermogen van de HDV als deze ontwikkeling verdergaat? De moskeeën, woningen en gebouwen in Nederland vertegenwoordigen samen bijna één miljard euro aan waarde — bezit dat door de Turkse gemeenschap zelf is opgebouwd, met donaties en arbeid. Als de HDV officieel wordt bestempeld als een verlengstuk van Ankara en haar onafhankelijkheid verliest, kan een rechtbank besluiten tot een overdracht van het beheer of zelfs tot een tijdelijke bewindvoering.
Dat zou betekenen dat niemand precies weet wat er met dit vermogen gebeurt. Noch Ankara kan er aanspraak op maken, noch Nederland kan garanderen dat het in handen van de gemeenschap blijft. En precies dat maakt de kwestie zo gevoelig: het gaat niet enkel om een religieuze instelling, maar om het behoud van een halve eeuw Turks arbeid, geloof en solidariteit in Nederland.