*Bir gazeteciye laf atan Türk için ‘defol’ demiştiniz, Şimdi TV
 ekibine saldıran Hollandalılar için neden sessiz kaldınız?

*Yukarıdaki soru, aslında bir Hollandalı gazeteciden geldi.
 Ben de kopya ettim.

*Başbakan Rutte, Rotterdam’daki Türk Protesto Yürüyüşü’nde
 bir gazeteciye ‘defol git’ diyen bir Türk için, ‘Buranın sahibi
 biziz, siz defolun’ demişti.

*Bir soru da ırkçı politikacı Wilders’e:Büyükelçimiz ve Sivil
 Toplum Kuruluşları olayı kınayan bildiriler yayınlarken, siz
 nasıl Türkler’i suçlarsınız?

C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\Rutte-Karacay.jpg

Son günlerde çeşitli nedenlerle sokağa dökülüp tedhiş yaratan ve yağma yapan Hollandalı gençler, Hollanda ve Türk medyasında olduğu gibi, dünya medyasında da geniş yer alıyorlar.
‘Çeşitli nedenlerle’ dedim, zira bu gösterilerin nedeniniz sadece korona salgını nedeniyle alınan önlemlere karşı yapıldığını ileri sürenlerin aksine, ben sokağa dökülme nedenini, gençlerin genel hoşnutsuzluğuna bağlıyorum. Bunda tabii ki, ırkçı siyasetçilerin kışkırtmalarının rolü de büyük.

Bugün sizlere bu olaylardan söz etmeyeceğim. Sözünü etmek istediğim iki konu var.
Birincisi, Hollanda Başbakanı Rutte’ye:
İsterseniz bu soruyu benim kalemimden değil, Hollandalı bir yazarın kaleminden okuyalım.

C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\images.jpg C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\Rotterdam protestosu.jpgHollanda Başbakanı Rutte, bir grup Türk’ün protesto gösterisi sırasında, bir Türk’ün Hollandalı bir gazeteciye ‘defol’ demesi üzerine, ‘Buranın sahibi biziz, siz defolun’ demişti. De Telegraaf gazetesi de ‘Wij zijn hier baas’ (Buranın patronu biziz) başlıklı bir manşet atmıştı.

Hollanda’nın üçüncü büyük gazetesi Trouw’un köşe yazarı Stevo Akkerman, sokak olaylarını analiz ettiği yazısında bu noktaya temas ediyor ve şöyle diyor: “Pazar günü, Hollanda’nın dindar yerleşim birimlerinden Urk’te yapılan gösterilerde, NOS televizyon ekibine saldırıldı. Bu durum bize, Hollandalı Türklerin Rotterdam’da yaptıkları gösteri esnasında bir gazeteciye yapılan davranışı hatırlattı. O zaman Başbakan Rutte, Türk gençlerini kasdederek önce ‘defol’, sonra da ‘ya normal davran ya da çek git’ demişti. Şimdi, aynı şekilde Rutte’nin Urk’lü gençlere ne diyeceği merak ediliyor”

Başbakan Rutte, tabii ki, Rotterdamlı Türk gençleri için kullandığı terimi Urk’lü gençler için kullanmadı. Olayların hak aramak yerine kriminel şiddet olduğunu söylemekle yetindi.

BAKANIMIZ SINIR DIŞI EDİLMİŞTİ

Rotterdam’daki protesto, 2017 yılının 11 mart günü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın, Rotterdam Başkonsolosluğumuz’a girişine engel olunup, daha sonra da çirkin bir şekilde sınır dışı edilişi üzerine kızan Türkler’in protestosuydu.
Rotterdam Başkonsolosluğumuzun önünde toplanan bir grup Türk, hiç bağırıp çağırmadan, ellerinde Türk bayrakları ile sakin bir gösteri yaparken, Türk Bakan’ın gelişine çok kızmış olan Rutte’nin talimatı üzerine, polisin çok sert önlemleri ile karşılaşmıştı. O gösteri sırasında, Hollandalı bir gazetecinin kasıtlı sorularına sinirlenen bir Türk’ün, ‘Defol git’ demesi televizyonlarda yayınlanınca olan oldu. Bu duruma çok sinirlenen Başbakan Rutte, ‘Buranın patronu bizi, asıl siz defolun’ diye bir açıklama yapmıştı.

İşte şimdi ben de soruyorum: Sayın Başbakan, bir Türk’ün, çok kızdığı bir Hollandalı’ya ‘defol git buradan’ deyişini ters yorumlayıp, ‘Buranın patronu biziz, siz defolun’ demiştiniz. Kaldı ki o Türk sizin gazeteciyi ülkeden kovmuyordu. Sadece, ‘Bizi rahatsız etme git buradan’ diyeceği yerde ‘defol git’ demişti.
Peki şimdi Urk kentinde bir TV ekibi resmen dayak yedi. Sizin öz be öz vatandaşınız olan bir yazar da aynı soruyu yöneltti: Bu duruma bir şey demeyecek misiniz?

C:\Users\Ilhan\Desktop\SUBAT BULTENI\Rutte-Yuz kizartan ilan.jpg C:\Users\Ilhan\Desktop\veyisgungor-rutteya-cevap.jpg C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\IMG_1630.jpg
Başbakan Rutte’nin tam sayfa ilanına karşı, Veyis Güngör de aynı grafik içinde, naçizane şahsım da normal bir mektup ile cevap vermiştik.

Başbakan Rutte, o zaman bu açıklaması ile de yetinmemiş 10 gün sonra yapılacak olan genel seçimlerde oy toplamak için gazetelere tam sayfa ilan koydurmuştu.
‘Aan alle Nederlanders’ (Tüm Hollandalılar’a) başlıklı o ilanda yer alan ifadeler bizi çok üzmüştü. Şahsen ben ve Türkevi Araştrımalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör, Başbakan’a birer mektup gönderdik. (Benim mektubumu yazının sonunda bulacaksınız)

BİRKAÇ SORU DA WİLDERS’E

Bir sorum da Türk ve müslüman düşmanı ırkçı siyasetçi Geert Wilders’e:
Son günlerdeki gösterilerdeki protestocuları ‘ yabancı kökenli’ diye suçladınız.

Peki siz, Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı Zeki Baran’ın, olayları kınayan bildirisini okumadınız mı?

Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’nin, Türk toplumuna seslenişini ve gözaltına alınanlar arasında hiçbir Türk’ün olmadığı açıklamasını duymadınız mı?

Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın ‘Gösterilerden uzak durun’ çağrılarını duymadınız mı?

Hollanda Diyanet Vakfı’na bağlı 149 camide, Cuma hutbesinde ‘Olaylara karışmayın’ çağrısı yapılacağını da duymadınızmı?

C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\IMG_1633.PNG
Yavuz Nufel, Live 24 Televizyonu’ndaki programına, yağmacıların kurbanı olmuş esnaf yurttaşlarımızı, canlı yayında konuk etti. Yağmacılar tarafından mağdur edilen yurttaşlarımızdan Muhammed Koç (solda) başından geçenleri anlatırken Leiden Türk İşadamları TOVER Başkanı Durmuş Doğan ve Türk Federasyon Başkanı Murat Gedik de, yurttaşlarımıza ‘Dikkatli olun ve olaylardan uzak durun’ çağrısında bulundular.

BAŞIMIZ HEP AĞRIYACAK MI?

Görüldüğü gibi, Türk toplumu olarak gerek karıştığımız ve gerekse karışmadığımız olaylar sonrasında, nedense başımız hep ağrıtılıyor.
Dilerim, kışkırtıcılar amaçlarına ulaşmazlar.
Akıllı olduklarına inandığım Türk toplumu, her düzmece komplo teorilerinden sonra, şimdiki komplo teorisinden de alnı açık çıkacaktır inşallah!

Vakti olanlar için, 2 yıl önce Başbakan Rutte’ye yazdığım mektup:

Mektup Kagidi Karacay

Almere, 27 Mart 2017

Sayın Başbakanım,

Dikkat ettiyseniz size ‘Sayın Başbakan’ değil, ‘Sayın Başbakanım’ olarak hitap ettim. Zira, Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak sizi kendi Başbakanım olarak kabul ediyor ve saygı duyuyorum.
Daha önceleri de çeşitli sorunlar için Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştım.

Sayın Başbakanım, son günlerdeki acı ve üzücü olaylara değinmeden önce, Türk kökenlilerin Hollanda’ya uyum sağlamadıkları iddiasına karşı, Hollanda’da bu konuda nelerin yanlış yapıldığına değinmek istiyorum. Ama bunun için örnekler vermek mecburiyetindeyim.

Ben şahsen, Türkiye’de yabancı kökenli bir ‘Allochtoon’ olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımda Arapça konuşmamız yasaktı. Konuşanlar karakola götürülüyordu. Müslümanlığın Alevi mezhebine sahip olduğumuz için, dini vecibelerimizi de gizli bir şekilde yerine getirebiliyorduk. Daha sonraları yaşanan rejim değişikliklerinden sonra Arapçayı da konuşabildik, Alevi olarak dini vecibelerimizi de yerine getirebildik.
Yasaklar devam etseydi, belki de kendimi hiçbir zaman Türk addetmeyecektim ve kendimi Suriyeli Arap kabul edecektim. Ama ben kendimi hep Türk olarak hissettim.

Aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ben Hollanda’ya göç ettim. Sonra Hollanda tabiyetine geçtim. Gazetecilik yaparken Hollanda milli takımı ve Ajax ile dünyanın çeşitli yerlerine gittim.
Seviyordum o zaman Hollanda futbolunu. 1978 yılında Arjantin’deki finalde kaybedince hüngür hüngür ağlamıştım.
Daha sonra laleleri, yeldeğirmenlerini ve sarışınlarını sevmeye başladımHollanda’nın.
Bu sarışınlardan biri ile evlendim de…

Bu evlilikten iki çocuğum oldu. İki de torunum var. Çocuklarım burada doğmuş olmalarına rağmen, benim yabancı kökenli olmam nedeniyle ‘Allochtoon’ olarak kayıtlara geçtiler. Başlangıçta ayrımcılıktan şikayet etmedi çocuklarım. Ben nasıl ki çocuk iken bir allochtoon olarak Türkiye’yi sevdim ve kendimi bir Türk olarak kabul ettiysem, çocuklarım da Hollanda’yı sevecek ve kendilerini Hollandalı olarak kabul edeceklerdi. Ama maalesef öyle olmadı. İki dilli ve iki kültürlü bir zenginliğe rağmen, çocuklarım da her zaman ayrımcılığı hissettiler.
Çocuklarım, gazeteci olmam hasebiyle, yaşanan haksızlıklardan hep haberdar oldular ve bu duygular içinde yaşadılar.

Şahsen ben de ayrımcılığa kurban gittim.
İki ülke arasında büyük bir sürtüşme ve boykota varan olaylar yaşandığı için. bu konuyu da anlatmakta yarar görüyorum.
Hatırlarsanız, Alanya’da birkaç kendini bilmez Türk, 1995 yılında Hollandalı kızlara tecavüz etmiş ve kızlardan Marijke van Dijk’i öldürmüşlerdi. Bu caniler ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. Daha sonra çıkan bir af yasasından yararlandıkları sanılan katiller yanlışlıkla serbest bırakılmışlardı. İşte o zaman Hollanda’da kıyamet kopmuştu. Hollanda ile Türkiye ilişkileri, bugünkü olaylar gibi zedelenmişti. Daha sonra hata düzeltildi ve katiller yeniden hapisaneye konulmuştu. O sırada Prens Willem Alexander ve Prenses Maxima Türkiye’ye gideceklerdi. Ama medyanın yaygarası nedeniyle bu gezi iptal edilmişti. İş o raddeye varmıştı ki, iki ülke biribirlerine karşı boykot tehditleri savurmuşlardı.

İşte o sırada ben ortalığı yumuşatmak için, yönetmekte olduğum DÜNYA gazetesinde Türkçe ve Hollandaca bir yorum yayınlamıştım. Bu yorumumda iki ülke yöneticilerini sakin olmaya davet etmiş, iki ülke halkına da tavsiyelerde bulunmuştum.
Satır aralarında Hollandalı ebeveynlere ve kızlara şu tavsiyede bulunmuştum:
” Türkiye bir İskandinav ülkesi değil, bir ortadoğu ülkesidir. Bu nedenle Türkiye’de giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin.” diye yazmıştım.

Ne var ki GPD Ajansı, benim bu tavsiyemden bir başka anlam çıkarmış ve 28 abonesine, benim, ‘Alanya’daki tecavüz ve cinayet kendi kabahatlarıydı’ diye yazdığımı iddia etmiş ve ‘Verkrachting Alanya was eigen schuld’ başlığı ile haber yapmıştı.

İşte o zaman kıyamet koptu ve tüm Hollanda medyası bana karşı acımasız yayın yapmaya başladı. Tabii ki olaya karışan kızlar ve aileleri de çok üzüldüler ve benim aleyhime tazminat davası açtılar.

Ben, haber-yorumumda böyle bir ifade kullanmadığımı belirtmeme ve ailelerden özür dilememe rağmen yargılandım. Ne gariptir ki, Utrechts Nieuwsblad gazetesi daha sonraki bir başyazısında, yanlış yaptıklarını ve benim böyle bir ifade kullanmadığımı yazdı ama bu da fayda etmedi.

Avukatlarımın ‘Fikir özgürlüğü’ savunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden örnek duruşmalar göstermesi ve Utrechts Nieuwsblad’ın günah çıkarır gibi düzeltme yorumu bile yargıçları tatmin etmedi. Bu nedenle toplamda 18 bin euro cezaya çarptırıldım ve bu cezayı da ailelere ve devlete ödedim.

Yukarıda anlattığım olay, Hollanda adliyesinin bana karşı açıkça uyguladığı bir ayrımcılıktır. Çok uğraşmıştım. Amsterdam’daki duruşmaya bizzat katılmıştım. Hakimin önünde ailelere hitap ederek, böyle bir benzetme yapmadığımı söyledim ve açıkça özür diledim. Ama yargıçlar, medyanın etkisinde kalmıştı bir kere…

Şimdi gelelim bu günlere.
Bugünlerde de Türkiye ile Hollanda arasında büyük bir gerilim yaşanıyor.
Burada tekrarlamaya gerek görmediğim malum olaylar, iki ülke arasında savaş niteliği kazanacak kadar ciddi bir şekilde gelişiyor. Öyle ya, Rotterdan Belediye Başkanı Aboutaleb’in, ‘Polis timine, yanlış bir harekette vur emri vermiştim’ şeklindeki açıklaması, Türk Dışişleri Bakanı tarafından ‘ Bu bir savaş nedeni olurdu’ tepkisine yol açtı.

Sayın Başbakanım, ben gerek ajansım ile gönderdiğim haber-yorumlarda ve gerekse sosyal medyadaki yazılarımda hep uzlaştırıcı olmaya çalıştım.
Bu olaylar için ne kadar çok kızmış Hollandalı varsa, lehte ve aleyhte o kadar çok kızmış Türk de var.

Ben burada, Türkiye’nin yanlışlarını sıralamayacağım. Türkiye’deki rejimin iyiliği veya kötülüğü bir tarafa. Mademki Hollanda demokrat, özgürlükçü ve insan haklarından yana bir ülkedir, o zaman 11 Mart cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan olayların yorumunu nasıl yapmamız lazım?
Demokrasilerde, özgürlükçülükte ve insan hakları savunuculuğunda kısasa kısas olur mu?
Yani, ‘Türkiye şunu yaptı, biz de bunu yaparız’ demek olur mu?
O zaman nerede kaldı demokrasi, özgürlükçülük ve insan hakları savunuculuğu?

O akşam televizyonlardan canlı olarak izlediğimiz olaylar sırasında, Hollandalılar’ın gururla baktıkları polis kuşatması, Türkler’in içini karartıyordu.
Ekranlarda hem de Bakan olan bir hanımefediye yapılan muamaleyi izleyen milyonlarca Türk, adeta kan kusuyorlardı. Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak ben de öfkelenmiştim. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’a, Bakan’ın yanına girme izni bile verilmiyordu. Bakan’a ve yanındaki heyete bir bardak su bile verilemedi.

Daha sonra iki Türk diplomat tutuklanarak karakola götürüldü. Diplomatik pasaportlarını gösterdikleri halde tam iki saat hem de ayrı ayrı hücrelerde tutuldular.

Peki, bu olayların bu raddeye gelişinin nedeni Türkler miydi?
Ben şahsen, sizin Türkiye Başbakanı Yıldırım ile, Koenders’ın da Dışileri Bakanı Çavuşoğlu ile yaptığınız telefon konuşmalarının içeriğini biliyor gibiyim.
Fransa’nın aynı saatlerde Çavuşoğlu’nun uçağına iniş verdiği haberleri arasında, sizin hala yasakçı olma tavrınızın nedeni, iddia edildiği gibi, sırf Wilders’e karşı, daha sert yabancı ayrımcılığı yapmak mıydı?
Hoş, genel kanaat böyleydi ve bu nedenle de sizin seçimde Wilders’i alt ettiğiniz kanaati hakim ama, bundan sonra olayın telafisine nasıl gideceksiniz?

Sayın Başbakanım, sayıları 315 bini bulan Türk kökenli Hollanda vatandaşı olarak, biz bu ülkeyi, lalesi, yel değirmeni, sarışını, eşcinseli ile sevmek istiyoruz.
Bir zamanlar ben çok sevmiştim bu ülkeyi.
Sonra sevmez oldum.
Haliyle çocuklarım da uzaklaştı bu sevgiden.

Şimdi bir iddiaya karşı yanıt vereyim. Hollandalılar faşist ve ırkçı değillerdir.
Hollandalı’nın faşist ve ırkçı olmadığının delil ve örnekleri elimizde vardır.
Bir zamanlar Glimmerveen diye ırkçı bir politakcı türemişti. Ama Hollanda halkı bu ırkçıya prim vermedi ve seçimlerde tek sandalye bile kazanamadı. Daha sonra Janmaat diye bir başka ırkçı çıktı piyasaya.
Bu ırkçı da Hollanda halkından destek alamadı. Sadece bir sandalye kazandı ve kendisi meclise girdi. Ama meclisteki hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı. Zira o zamanlar politikacılar Hollanda halkının bu konudaki duygularını ve tutumunu çok iyi biliyorlardı.
Sonra sevimli bir ırkçı çıktı ortaya. Pim Fortuyn idi bu sevimli ırkçı.
New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra patlayan islamafobiden de yararlanan Fortuyn büyük bir popülarite kazanmıştı. Ama ne var ki öldürüldü Fortuyn. Katili bulunmasaydı, suç Müslümanlar’a atılacaktı. Ama ne mutlu ki katili yakalandı ve Müslümanlar bu töhmetten kurtuldu. Katil bir Müslüman değil, sapsarı bir Hollandalıydı.

Daha sonra Bayan Verdonk Azınlıklardan Sorumlu bir Bakan olarak çıktı karşımıza. Söylemleri ve uygulamaları ile tam bir yabancı karşıtı olan Verdonk’a ben, bir Türk şarkısından esinlenerek ‘Vicdansız Sabuha‘ lakabını takmıştım. Sonraları da Wilders denen adam çıktı arenaya…
Sonu da malum.
İşte, Hollanda halkı bu çirkin politikacıların tesiri altında kaldılar. Aramızdaki çürük elmalar da Hollanda halkı içindeki bakış açılarının değişmesinde rol aldılar.

Eskiden bize, ne Türkiye devleti sahip çıkıyordu ne de Hollanda.
Şimdi görüyorum ki, bizi paylaşamıyorsunuz.
O zaman, bize bir şans verin sayın Başbakanım.
Öyle şeyler yapın ki, biz bu ülkeyi yeniden sevelim.
Gerekirse bu ülke için can da verelim.

Şu bir gerçektir ki, Hollandalılar olaylara daha serin kanlı bakarlar. Yani serinkanlı nuchterler.
Doğulular ise duygusaldırlar. Hollanda’yı yöneten bir Başbakan olarak siz burada serinkanlılığınızı gösterin ve daha duygusal olan Türkiye’ye karşı daha kucaklayıcı olun.

Bakın, buraya gelmiş ve burada doğmuş olan yarım milyona yakın Türk kökenli, çoğunlukla bu ülkeye entegre olmuş vatandaşlardır. 25 bin Türk kökenli işyeri açmıştır bu vatandaşlarınız. Bunlar 100 bine yakın insan çalıştırmaktadır. Türk kökenli çocuklar eğitim görmüşlerdir. Binlerce gencimiz çok önemli pozisyonlarda görev yapmaktadır. Türk kökenliler siyasete de ilgi duymuşlardır. Milletvekili olan, İl Genel Meclisi Üyesi olan ve Belediye Meclis Üyesi olan binlerce Türk kökenli vardır.
Bazı çatlak sesler, Türk kökenlileri aşağılamak için bu gelişmelerin aksini iddia etmektedirler.
Tabii ki her toplum içinde çürük elmalar olacaktır.
Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde binlerce Hollandalı yaşamaktadır. Oradaki Hollandalılar arasında da çürük elmalar yok mudur?

Göçmenler, dünyanın her tarafında aynı kaderi paylaşırlar sayın Başbakanım.
Kanada’daki, Avusturalya’daki, Yeni Zelanda’daki Hollanda’dan göç etmişlere bakınız. Orada da aynı sorunları görürsünüz. Buralarda kiliseler boş iken ve hatta bazıları camiye dönüştürülürken, oralarda kiliseler dolmaktadır. Tıpkı burada camilerin dolduğu gibi…
Bunlar, göçmenlerin kendilerini sahipsiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır.

Türk kökenlilerin Hollanda’daki toplumsal konumları da tartışılıyor. Türk kökenliler aslında toplumdaki gelişmelere duyarlı davranmaktadırlar. Bunun son örneğini 15 Mart seçimlerinde gördük. Türk kökenliler siyasi katılım mücadelesinde farklı bir misyon ortaya koydular. Türk kökenliler seçimlerde katılımı azami seviyeye çıkararak, güçlerinin farkına varılmasını istediler ve bunu sağladılar. Seçim andıklarına giderek Hollanda’nın asli unsuru olduklarını ortaya koydular. Türk kökenliler, kullandıkları oylar ile, bu ülkenin yönetimi ile ilgili kaygılarının olduğunu ortaya koydular. Eşit vatandaşlar olarak, seçme ve seçilme hakkını vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiklerini gösterdiler. Türk kökenli Hollandalılar, Türkiye’ye duydukları aidiyetin, Hollanda’ya duydukları aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavırlarıyla gösterdiler.

Sayın Başbakanım, madem ki bizler, gelişmemiş ve henüz demokratikleşmemiş bir ülkeden göç etmişiz, siz de gelişmiş , medenileşmiş ve demokratikleşmiş bir ülkesiniz, o halde gelişmelere de bu minvalde toleranslı davranılması gerektiğini anlamalısınız.
Burada yaşamakta olan yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenlinin daha fazla üzülmesine izin vermeyiniz.
Buradaki Türk kökenliler, Hollanda’nın lalesini, yeldeğirmenini, futbolunu ve sarışınlarını yine sevmek istiyorlar. Bu aşkın yeniden doğmasına ön ayak olunuz.

Bu mektubum ile birlikte size, 2012 yılında kutladığımız Hollanda-Türkiye ile 400 yıllık ilişkilere ait kitabımı da gönderiyorm.
Bu kitapta da göreceksiniz ki, iki ülke arasındaki dostluk çok eskiye dayanıyor. Bu bir dostluktan ziyade kader birliğine de benziyor. Zira Türkiye, Hollanda’nın kuruluşunda ve sonrasında büyük yararlar sağlamıştır. Hollanda’nın düşman olması gereken en son ülke Türkiye olmalıdır.

Hollanda’nın Türkiye’ye minnet borcu da vardır. Bu borcu Prens Maurits o zamanlar Zeeland’ta bir yere ‘Türkije’ adını vererek ödemeye çalışmıştır. 80 Yıllık İspanya savaşını kazanmanızda Osmanlı’nın rolü olmuştur. Kurulan Hollanda devletini Venedikliler, Almanlar ve Fransızlar istemediği halde ilk tanıyan Osmanlı olmuştur.
İlk Büyükelçiniz Haga, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip kapütülasyon hakkını aldığı zaman Hollandalılar çok mutlu olmuşlardı.
İşte biz böylesi bir kader birliğine sahibiz.

Şimdi sıra o kader birliğini yeniden inşa etmeye geldi.
Bunu da en iyi yapacak olanların başında siz geliyorsunuz.
Sizden bekleneni yapınız sayın Başbakanım.
Bu ara benim yapmamı istediğiniz bir şey olursa, başımın üzerine…

Mektubuma son vereceğim sırada Rotterdam’dan bir haber geldi: Bir Türk, dükkanını Erdoğan posterleri ile süslemiş. Uyarı üzerine polis gelmiş ve bu posterleri toparlatmış. Gerekçe olarak da, kışkırtıcılığı önlemek gösterilmiş.
Bu durumda bu tip gelişmeler devam edecek gibi.

Peki şimdi ne yapacağız sayın Başbakanım?
Bu ülkede Erdoğan’ı sevenler olduğu sürece, siz nasıl demokrat ve özgürlükçü olarak hareket edeceksiniz? Türkler’in bazıları soruyorlar: Erdoğan diktatördü de, neden O’nunla anlaşmalar yapıyorsunuz? Erdoğan’ı Avrupa olarak neden tamamen dışlamıyorsunuz da, konu seçim olduğu zaman O’nu dışlıyorsunuz?
Burada yaşayan yarım milyona yakın Türk kökenlinin büyük çoğunluğu, bu gibi siyasi çekişmeler içerisinde kurban mı olacaklar?

Lütfen sayın Başbakanım, siz Hollanda gibi önemli bir ülkeyi yönetecek beceriye sahipsiniz. Türkiye ile bozulmuş olan ilişkiyi çözebilecek yeteneğe sahip olduğunuza inanıyorum.
Paylaşamadığınız buradaki Türk kökenlilerin hatırına, barış inisiyatifini siz alınız.

Yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenliler sizden bunu bekliyor.

Saygılarımla,
İlhan

Değerli Başbakanım,
Hollanda’ya yaşayan Türk kökenlilerin, burada hangi duygular içinde yaşadıklarını ve Hollanda’ya karşı duydukları aidiyet hislerini ortaya koymak için, dün bana gelen bir haberi, mektubumun altına ekliyorum.
Krize giren kiliseye Türk kökenliler de yardım etti
Hollanda’nın Arnhem kentindeki Eusebius kilisesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında büyük hasar gördü. Orjinaline göre yeniden restore edilen kilise, Hıristiyanlar tarafından yıllardır ibadette kullanılıyor. Ancak geçen yıllarda yeniden restore edilen Eusebius, çıkan yüksek onarım maliyeti nedeniyle mali kriz yarattı.

Turk girirsimcilerden kiliseye yardim (1)Turk girirsimcilerden kiliseye yardim (2)Arnhem’deki De EUsebius Kilisesi Türk kökenli girişimciler tarafından restore edilmişti.

Bu krizi aşabilmek için kilise yönetimi, bölge valiliği ve belediye işbirliğiyle kermes düzenleyerek Arnhem halkından destek istedi. Bu amaçla düzenlenen resepsiyona, Arnhem’de ticaretle uğraşan Türkiye kökenliler de katıldı ve destek verdi. Hollanda’yı ikinci ve yeni vatanları olarak gördüklerini belirten Türk işadamları, kiliseye neden destek verdiklerini şöyle anlattılar:

“50 yılı aşkın süredir Arnhem’de çeşitli uluslardan insanlarla birlikte yaşıyoruz. İşçi olarak geldiğimiz Hollanda’da eğitime ve girişimciliğe önem vererek önemli yerlere geldik. Anavatanımız Türkiye’dir. Bunu hiçbir zaman unutamayız, daima kalbimizde yaşatırız. İkinci ve yeni vatanımız yaşadığımız, doyduğumuz, iş yaptığımız ülke Hollanda’dır.

Bizler, yaşadığımız ülkenin kanunlarına, örf ve adetlerine uyum sağlayarak birlik beraberlik içerisinde, ama asimile olmadan yaşamlarımızı sürdürmeliyiz. Yıllardır camilere yardımlarda bulunuyoruz. Hollandalılar da bizim camilerimizin ve Türk derneklerinin festivallerine, kermeslerine katkıda bulunuyor. Türk girişimcileri olarak Eusebius kilisesinin onarımına katkıda bulunmak için buradayız.”
Haber: Mustafa KOYUNCU

Başka görüşler

Alttaki iddia bana ait değil. Amsterdam Üniversitesinde, Politika ve Uluslararası Hukuk Yüksek Öğretim üyesi Av. Geert-Jan Alexander Knoops ve Utrecht Üniversitesi’nde İnsan hakları Hukuku Yüksek Öğretim Üyesi Ton Zwart’ın iddialarıdır.

Hollanda, Türk politikacıları ret ederek Uluslararası hukuk kurallarını çiğnemiştir.
Türk Bakanları Hollanda’ya sokmamak için geçerli bir neden yoktu.

http://www.artukluhaber.net/resimler/hoe-rijk-is-geert-jan-knoops-de-advocaat-van-geert-wilders_crop1000x500_d0861f2a570b4829aa2a.jpg

Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkiler, sadece siyasi alanda değil, hukuki alanda da bozuldu.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmemesi ve Aile bakanı Kaya’nın istenmeyen yabancı ilan edilmesi, 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Anlaşması’na aykırıdır.

Bu anlaşmaya göre, başka ülkelerin Bakanları Hollanda topraklarında serbestçe hareket edebilirler. Bu anlaşma bir ülkeye, yabancı Bakanlar’ın girişine önlem aldırabilir ama, bunun yapılabilmesi için olağan dışı gerekçelerin olması lazım. (örneğin devlet sırlarının açığa çıkarılması ve casusluk gibi)

Yabancılar yasasına göre, Hollanda’nın ulusal güvenliğine tehdit oluşturan ve Hollanda’nın uluslararası ilişkilerine zarar verecek olanlar ‘istenmeyen yabacı’ ilan edilebilirler. Ama, Bakan kaya’da olduğu gibi, onların konuşmalarını imkansızlaştırma hakkı yoktur.

Anlaşıldığı üzere, Bakan Kaya’nın beraberindeki iki kişinin, ellerinde diplomatik pasaportları olduğu halde tutuklanmaları da Uluslaraarası hukukun ihlalidir.

20013 yılında, o zamanın Dışişleri bakanı Frans Timmermans’ın başı ağrımıştı. Zira Hollanda adliyesi, sarhoş bir şekilde çocuklarını dövmekte olan Rus diplomat Dimitri Brodin’in evine girmişti. Ne var ki, onun diplomatik konumu, evine girilmesine izin vermiyordu. Bu durumda Timmermans’a Rusya’dan özür dilemekten başaka yapacak şey bırakmıyordu.

Hollanda hükümeti, Türk pasaportu da taşıyan Hollandalılar’ın, yapılacak olan referaandumda ‘evet’ oyu kullanılması çağrısı konusunda taraf olmuştu. Bu çağrıya önlem almak için Türk Bakanları ülkeye sokmamak için geçerli bir neden yoktu. Ayrıca, fikir özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü de ihlal edilmişti.

Avrupa İnsan Hakları Anayasası’na (EVRM) göre, bir kişinin konuşma özgürlüğü kısıtlanamaz. EVRM, politikacıların milliyetine bakmaksızın haklarını daha gçlü bir şekilde korumaktadır.

Başbakan Rutte’ye göre, Türk Bakanlar’ın Hollanda’ya girişi, Hollanda toplumu içinde, başka ülkelere ait politik kampanyalar yapılması için yer olmadığı için önlenmiştir. Ama 2013 yılında, zamanın Başbakanı David Cameron’a, Brexit-referandumu için Lahey’de izin verilmişti. Üstelik, Hollandalı politikacılar da dış ülkelerde faaliyet göstermişlerdir. Tıpkı, İşçi Partili Bakan Ploumen’in New York’ta yaptığı gibi.

Ve bir başka ülke, Hollandalı bir politikacının konuşmasına mani olursa, Hollanda devleti hemen harekete geçiyor. Zamanın Dışişleri Bakanı Maxime Verhagen, 2009 yılında, Geert Wilders’in Birleşik Krallığa girmesine izin verilmemesi üzerine, İngiliz meslektaşına itirazda bulunmuştu. Wilders o zaman, parlamentoda galası yapılacak olan Fitne filmi için gitmişti.

(Wilders’in ülkeye girme kararı İngiliz mahkemesinden çıkmıştı)

Belediye Başkanı Aboutaleb, önce Türk başkonsolosun residansının bulunduğu caddenin, sonra da Başkonsolosluğun bulunduğu sokakların kapatılması emrini vermişti. Belediye yasaları böylesi bir olağanüstü hale izin veriyordu. Ama, bunun için bir kargaşa ortamının kesinliği var olmalıydı. Ama Belediye Başkanı, gerekçe olarak, sosyal medyadan çağrı yapıldığını ve yığınların da buna kulak verdiğini gösterebildi.

Ama bu yeterli bir neden değildi. Çeşitli grupların kargaşa çıkaracaklarına dair bir belirti yoktu. Böyle bir ortam olsaydı dahi, polisin oradaki görevi, Türk politikacıların konuşabilmeleri için önlem almak ve muhtemel karşı gösterilere mani olmaktı.

Hollandalı politikacılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, kendisini daha da diktatör yapacak olan referandumun başarılı olmaması için podyumları kullanamamasını istiyorlardı. Kaldı ki, diktatörler referandum yapmazlar. Anayasa ve uluslararası hukuk şartları, bu gibi hakları korumaktadır.

Anayasa, hükümeti, uluslararası hukuk kurallarına uymasını emrediyor.
Bu olayda Hollanda bu yükümlülüğü yerine getiremedi.

***********

Başbakan Rutte’ye gönderilen mektubun orijinali:

Mektup Kagidi Karacay

Almere, 27 Maart 2017

Mijn Geachte Premier,

Als u goed oplet is de aanhef van mijn brief, “mijn geachte premier”, in plaats van,
“geachte premier”. Dat komt omdat ik, als Nederlander met een Turkse achtergrond, u als mijn premier zie en respect heb voor u.

Al eerder heb ik ook vanwege verschillende vraagstukken brieven gestuurd aan de toenmalige Koningin Juliana en Koningin Beatrix.

Mijn geachte premier, voordat ik iets wil zeggen over de bedroevend gebeurtenissen van de afgelopen tijd, wil ik, als antwoord op de bewering dat de mensen met een Turkse achtergrond niet goed ingeburgerd zijn in Nederland, het hebben over de fouten die er in Nederland in dit proces gemaakt zijn. Om dit te doen is het nodig dat ik voorbeelden geef.

Ik ben persoonlijk een “allochtoon” met een buitenlandse achtergrond die in Turkije ter wereld kwam. Tijdens mijn kinderjaren was het voor ons verboden om Arabisch te praten. De mensen die wel Arabisch spraken werden door de politie meegenomen. Omdat wij islamitische alewieten zijn, konden wij onze religieuze verplichtingen alleen maar in het geheim uitvoeren. Later, onder andere regeringen, mochten wij wel Arabisch praten en wij mochten ook onze alewietische religieuze verplichtingen uitvoeren. Als deze verboden zo gebleven waren, zou ik mijzelf nooit een Turk hebben gevoeld, maar misschien wel een Syrische Arabier. Ik heb mijzelf echter altijd Turk gevoeld.

Jaren later ben ik naar Nederland verhuisd. Ik heb de Nederlandse nationaliteit gekregen. Tijdens de periode dat ik als journalist werkzaam was, heb ik het Nederlandse elftal en Ajax gevolgd over de hele wereld.

Ik hield erg van het Nederlandse voetbal. Toen Nederland de finale in 1978 tegen Argentinië verloor heb ik tranen met tuiten gehuild.

Later ging ik houden van de Nederlandse tulpen, de windmolens en de blondines.

Met zo’n blondine ben ik ook getrouwd…

Uit dit huwelijk heb ik twee kinderen gekregen. Nu heb ik ook nog twee kleinkinderen. Ondanks dat mijn kinderen hier geboren zijn, werden zij bestempeld als “allochtoon”, omdat ik een buitenlander was. Mijn kinderen hebben in eerste instantie geen last gehad van discriminatie. Net zoals ik in Turkije als kind zijnde een ‘allochtoon‘ was en hield van Turkije en mezelf Turk voelde, op dezelfde manier zouden mijn kinderen van Nederland houden en zichzelf Nederlander voelen. Dit ging echter anders. Ondanks de rijkdom van twee culturen en twee talen hebben mijn kinderen zich altijd gediscrimineerd gevoeld.

Vanwege mijn beroep als journalist waren mijn kinderen altijd op de hoogte van de onrechtvaardigheden die er waren en daardoor hebben zij met deze gevoelens geleefd.

Ik ben zelf ook wel gediscrimineerd.

Omdat ik zie dat er grote wrijving en zelfs boycots zijn tussen de beide landen, vind ik het nodig om dit onderwerp aan te halen.

Zoals u zich waarschijnlijk zult herinneren, waren er in 1995 in Alanya een paar verachtelijke Turken die Nederlandse meisjes hadden aangerand en zij hadden een van deze meisjes, namelijk Marijke van Dijk, vermoord. Deze schurken hebben daarna levenslange gevangenisstraf gekregen. Later profiteerden zij van een generaal pardon en toen zijn deze verdachten van moord per abuis vrijgekomen. Toen was in Nederland het hek van de dam. De contacten tussen Nederland en Turkije waren, net als vandaag de dag, flink gehavend. Later is deze fout gecorrigeerd en werden de moordenaars opnieuw vast gezet. In die tijd zouden prins Willem Alexander en prinses Maxima naar Turkije gaan, maar vanwege de druk die er vanuit de media ontstond was deze reis afgelast. Het conflict was zo groot geworden dat beide partijen elkaar dreigden met boycots.

Op dat moment heb ik in de krant DÜNYA, waar ik toen de redactie over had een column in het Turks en in het Nederlands geplaatst. In deze column vroeg ik aan de leiders van beide landen om zich gedeisd te houden en ik gaf aan de volken van beide landen adviezen.

Tussen de regels door gaf ik toen het volgende advies aan Nederlandse ouders en hun dochters: “Turkije is geen Scandinavisch land, het is een land in het Midden-Oosten. Om deze reden is het belangrijk om op je kleding en je gedrag te letten als je in dit land bent.”

Helaas heeft het GPD agentschap mijn woorden anders uitgelegd en tegenover haar 28 abonnees verklaard dat ik had gezegd dat, “de aanranding en de moord in Alanya de schuld was van de meisjes zelf” en zij hebben toen een stuk geplaatst met de kop, “Verkrachting in Alanya was eigen schuld”.

Toen was het hek van de dam en de gehele Nederlandse media begon toen een agressieve strijd tegen mij. Natuurlijk waren de betrokken meisjes en hun ouders hier erg verdrietig door en zij hebben toen een schadevergoeding claim tegen mij aangespannen.

Ondanks dat ik verklaard heb dat ik in mijn column niet deze dingen had gezegd en ondanks dat ik mijn excuses had aangeboden tegenover de betreffende families, werd ik toch veroordeeld. Het was opmerkelijk dat het Utrechts Nieuwsblad later in een hoofdartikel verklaard heeft dat zij een fout hadden gemaakt en dat ik mij niet op die manier had uitgelaten, maar ook dit hielp allemaal niet.

De rechters werden niet overtuigd door mijn advocaten die het hadden over de vrijheid van meningsuiting, de jurisprudentie van het Europese Hof voor de Mensenrechten die vergelijkbaar waren en de rectificatie van het Utrechts Nieuwsblad waarin zij de uitlatingen corrigeerden. Ik werd toen veroordeeld tot het betalen van 18 duizend euro en dit bedrag heb ik betaald aan de betreffende families en aan de staat.

Het voorval wat ik hierboven vermeld, is een duidelijke vorm van discriminatie die door de Nederlandse rechtbank ten opzichte van mij werd toegepast. Ik ben er heel lang mee bezig geweest. Ik ben zelf naar de zitting geweest in Amsterdam. Ten overstaan van de rechter heb ik de families toegesproken en gezegd dat ik niet zo’n vergelijking heb gemaakt en dat ik mijn excuses aanbood. Maar de rechters stonden onder invloed van de media…..

Als we nu eens kijken naar het heden.

Er is een grote spanning tussen Turkije en Nederland.

De bekende voorvallen, waarvan ik het niet nodig vind om ze hier te herhalen, ontwikkelen zich op serieuze wijze, zodat er binnenkort gesproken kan worden over een daadwerkelijke oorlogssituatie.
Het is zelfs zo dat de burgemeester van Rotterdam Aboutaleb de volgende uitspraak heeft gedaan: “Ik heb het politieteam de opdracht gegeven om te schieten als er verkeerde handelingen gedaan zouden worden”. Het antwoord hierop van de Turkse minister van Buitenlandse Zaken was “Dit zou reden zijn voor oorlog”.

Mijn geachte premier, ik heb altijd in mijn stukken, zowel in mijn nieuws / columns in de media als in de teksten op sociale media, geprobeerd om verzoenend te zijn.

Vanwege de gebeurtenissen zijn er veel Nederlanders die kwaad zijn, maar er zijn net zoveel Turken die kwaad zijn (deze mensen kunnen zowel vóór als tegen zijn).

Ik ga hier niet de fouten van Turkije opnoemen. De goede of slechte kanten van de regering van Turkije zijn hier ook niet aan de orde. Als Nederland een democratisch, vrij land is wat zich inzet voor mensenrechten, hoe moeten we dan de gebeurtenissen die op 11 maart in Rotterdam plaatsvonden verklaren?

In een democratie, een vrij land en een land waar de mensenrechten hoog in het vaandel staan, betaalt men toch niet met dezelfde munt terug?

Dus: ‘Turkije heeft dit gedaan en daarom doen wij dit‘, kan toch niet de redenatie zijn?

Waar blijven we dan met onze democratie, vrij land en mensenrechten?

Tijdens de gebeurtenissen die avond, die we allemaal live op de televisie hebben kunnen zien, keken de Nederlanders met trots naar het politieoptreden, maar werden de Turken hier kwaad over.

De miljoenen Turken die zagen hoe de vrouwelijke minister behandeld werd, werden furieus. Als een Nederlander met een Turkse achtergrond werd ik ook kwaad. De Turkse Consul-Generaal Sadin Ayyıldız uit Rotterdam kreeg zelfs geen toestemming om naar haar toe te gaan. Ze konden de minister en haar consorten niet eens een glaasje water aanbieden.

Later werden er twee Turkse diplomaten opgepakt en meegenomen naar het politiebureau. Ondanks dat zij hun diplomatenpaspoort toonden, werden zij toch twee uur vastgehouden in twee aparte cellen.

Maar, waren het wel de Turken die ervoor hadden gezorgd dat deze activiteiten zo uit de hand liepen?

Ik persoonlijk kan mij een beetje voorstellen hoe de gesprekken tussen u en de premier van Turkije Yıldırım en de gesprekken tussen de Ministers van Buitenlandse Zaken Koenders en Çavusoğlu verliepen.

Op het zelfde moment werd in Frankrijk bekend gemaakt dat het vliegtuig van Çavusoğlu daar wel mocht landen, maar u bleef maar verbieden. Was de reden hiervan, zoals beweerd wordt, alleen maar om tegenover Wilders meer discriminatie van vreemdelingen te tonen?

Goed, de algemene indruk was als boven vermeld en er wordt ook gezegd dat u om deze reden van Wilders gewonnen heeft, maar hoe gaat u deze gebeurtenis compenseren?

Mijn geachte premier, wij, als Nederlanders met een Turkse achtergrond, waarvan het aantal op dit moment 315 duizend is, willen van dit land houden met zijn tulpen, met zijn windmolens, met zijn blondines en met zijn homoseksuelen.

Eens heb ik ook veel van dit land gehouden.

Maar later hield ik er niet meer van.

Zelfs mijn kinderen zijn verwijderd van deze liefde.

Nu ga ik antwoord geven op een bewering: Nederlanders zijn niet fascistisch of racistisch.

Er zijn voldoende bewijzen die aantonen dat Nederlanders niet fascistisch of racistisch zijn.

Ooit was er een racistische politicus genaamd Glimmerveen. De Nederlandse bevolking heeft deze man geen premies gegeven en hij heeft zelfs geen enkele zetel gekregen bij de verkiezingen. Later kwam er een andere racist genaamd Janmaat. Ook deze racist kreeg geen steun van de Nederlandse bevolking. Hij kreeg één zetel en kwam zodoende in de kamer. Maar geen enkel ander kamerlid heeft deze man zelfs de hand geschud. Want de politici van toen wisten heel goed hoe de Nederlandse bevolking dacht over deze gevoelens en houding.

Later kwam er nog een lieve racist. Dat was Pim Fortuyn.

Fortuyn maakte gebruik van de islamofobie die ontstond na het 11 september syndroom en verkreeg veel populariteit. Maar Fortuyn werd vermoord. Als de moordenaar niet gevonden was, dan hadden de moslims hier de schuld van gekregen. Maar gelukkig werd de moordenaar wel gepakt en werden de moslims gered van deze valse beschuldiging. De moordenaar was geen moslim, maar een blonde Nederlander.

Nog later werd mevrouw Verdonk minister van minderheidszaken. Verdonk was, zowel met haar uitspraken als met haar activiteiten tegen vreemdelingen en ik noemde haar (gebaseerd op een Turks liedje) “Sabuha zonder geweten”.
Nog later kwam de man genaamd Wilders in de arena….

En de rest is bekend.

De Nederlandse bevolking staat onder invloed van deze lelijke politici. De rotte appels onder ons hebben ervoor gezorgd dat de visie van de Nederlandse bevolking veranderd is.

Vroeger bekommerde noch Turkije noch Nederland zich om ons.

Nu zie ik dat beiden ons willen veroveren.

Mijn geachte premier, geef ons dan een kans.

Doe dingen waardoor wij ook weer van dit land gaan houden.

Dat we ons leven willen geven voor dit land, als dat nodig is.

Het is juist dat de Nederlanders wat nuchterder kijken naar gebeurtenissen.

Oosterlingen zijn wat gevoeliger. Laat u, als Nederlandse premier uw nuchterheid zien en omarm Turkije, wat dus wat gevoeliger is.

Er zijn een half miljoen Turken die hier geboren zijn, of die zich hier gevestigd hebben en de meeste van hen zijn geïntegreerde burgers van dit land. Er zijn 25 duizend Turken die een eigen bedrijf hebben hier in Nederland. Totaal werken er 100 duizend mensen in deze bedrijven. De kinderen met een Turkse achtergrond hebben hier hun opleiding gevolgd. Duizenden jonge Turken zijn werkzaam op belangrijke posities. De mensen met een Turkse achtergrond hebben ook hun belangstelling voor de politiek getoond. Er zijn honderden kamerleden, leden van de provinciale raden, en gemeenteraadsleden met een Turkse achtergrond.

Er zijn figuren die de tegenstelling van deze ontwikkeling beweren om de Turken te vernederen.

Natuurlijk heb je in iedere gemeenschap de rotte appels.

Aan de kust van de Middellandse Zee in Turkije wonen duizenden Nederlanders. Zitten er tussen deze Nederlanders geen rotte appels?

Migranten delen over de hele wereld hetzelfde lot, mijn beste premier.

Kijk naar de Nederlanders die naar Canada, naar Australië, naar Nieuw-Zeeland zijn verhuisd.. Daar zie je dezelfde problemen. Terwijl de kerken hier leeg zijn en sommige kerken zelfs omgebouwd zijn tot moskee, zijn de kerken daar vol. Net als de moskeeën hier….

Dit komt omdat de migranten zich niet geaccepteerd voelen.

Ook de maatschappelijke situatie van de Nederlanders met een Turkse achtergrond worden bediscussieerd. Eigenlijk zijn de mensen met een Turkse achtergrond erg betrokken bij de ontwikkeling in de maatschappij. Dit hebben we gezien bij de verkiezingen van 15 maart. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben een andere missie getoond bij de strijd om de politieke betrokkenheid. Zij wilden dat hun invloed werd gemerkt door de deelname van de Nederlanders met een Turkse achtergrond tot een maximum te verhogen en dit is ze gelukt ook. Zij hebben bewezen een belangrijke element te zijn in Nederland door naar de stembussen te gaan. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben hun bezorgdheid over de aansturing van dit land laten zien door middel van hun stemgebruik. Zij hebben getoond dat zij als volwaardig staatsburger optimaal gebruik maken van hun actief en passief kiesrecht. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben met deze houding laten zien dat het geen belemmering is om zowel bij Turkije als bij Nederland te horen, in tegenstelling dat het juist een verrijking is.

Mijn geachte premier, nu het zo is dat wij uit een land komen wat nog niet ontwikkeld is, wat nog niet democratisch is en u uit een democratisch, ontwikkeld land komt dan zult u toch begrijpen dat u in dit kader geacht wordt wat toleranter te zijn ten opzichte van deze ontwikkelingen.

Geeft u geen aanleiding om het halve miljoen Turken en mensen afkomstig uit Turkije wat hier woont nog langer bedroefd te laten zijn.

De mensen met een Turkse achtergrond die hier wonen willen van Nederland houden met zijn tulpen, met zijn windmolens, met zijn voetval en met zijn blonde meisjes. Neemt u het voortouw om deze liefde nieuw leven in te blazen.

Samen met deze brief stuur ik het boek wat ik in 2012 heb gemaakt naar aanleiding van de 400 jaar contacten tussen Nederland en Turkije.

In dit boek zult u zien dat de vriendschap tussen beide landen al heel oud is. Los van de vriendschap lijkt het meer op een lotgenotenschap. Want Turkije heeft een belangrijke rol gespeeld bij het ontstaan van Nederland. Turkije zou het laatste land moeten zijn wat een vijand wordt van Nederland.

Nederland is Turkije ook dankbaarheid verschuldigd. Deze dankbaarheid heeft Prins Maurits in het verleden willen tonen door een plaatsje in Zeeland de naam “Turkije” te geven. De Osmanen hebben namelijk een rol gespeeld bij het overwinnen van de Nederlanders in de 80-jarige oorlog met Spanje. Toen Nederland opgericht werd, wilden de Venetiërs, de Duitsen en de Fransen dit niet, maar het Osmaanse Rijk was destijds het eerste land wat Nederland erkende.

Jullie eerste ambassadeur Cornelis Haga werd door de Osmaanse Sultan ontvangen en toen de rechten van capitulatie werden overgedragen waren de Nederlanders erg blij.

Dit is ons lotgenotenschap.

Nu is het tijd om dit lotgenotenschap nieuw leven in te blazen.

U bent de persoon die vooraan staat bij de personen die dit zouden kunnen doen.

Mijn premier doet u wat er van u verwacht wordt.

Als ik hierin iets kan betekenen, dan doe ik dat graag….

Ik ben aan het einde van mijn brief gekomen en ik hoor net een bericht uit Rotterdam: Een Turk heeft zijn winkel versierd met posters van Erdoğan. De politie is gewaarschuwd en zij kwamen langs om de posters weg te laten halen. Als aanleiding wordt gezegd dat dit ophitsing is.

Het lijkt er op of dit soort ontwikkelingen door zullen gaan.

Maar mijn premier, wat gaan we nu doen?

Hoe gaat u vorm geven aan de democratie en het vrije land zolang er in dit land mensen zijn die van Erdoğan houden? Sommige Turken vragen het volgende: Als Erdoğan een dictator is, waarom worden er dan overeenkomsten met hem afgesloten? Waarom wordt Erdoğan niet door heel Europa buitengesloten, maar alleen op het moment dat het gaat om de verkiezingen? Moeten de half miljoen Nederlanders met een Turkse achtergrond het slachtoffer worden van dit politieke getouwtrek?

Alstublieft, mijn premier, u heeft de capaciteiten om leiding te geven aan een belangrijk land als Nederland. Ik geloof dat u de vaardigheden heeft om de relatie tussen Turkije en Nederland, die nu kapot is, te herstellen.

Neemt u alstublieft het initiatief om vrede te sluiten in naam van alle Nederlanders met een Turkse achtergrond die u ook vóór zich wilt winnen.

Een half miljoen Turken en mensen met een Turkse achtergrond verwacht dit van u.

Hoogachtend,

İlhan.

İKİ AY SONRAKİ CEVAP

C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\Rutte'den mektup.jpg

Hollanda Başbakanı lütfetti ve bana mektup gönderdi…

Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye mart ayında göndermiş olduğum, bilgilendirici ve uyarıcı mektuba iki ay sonra cevap geldi.

Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkileri kopuş noktasına getiren 11 marttaki olaylardan sonra kaleme aldığım mektuba cevap veren Hollanda Başbakanı Mark Rutte, sabuna suya dokunmadan kaleme aldığı bu mektupta sadece savunma yapmış ve sonrasında da, benim hatırlatmama değinerek, 400 yıllık dostluğun devam etmesini dilemiş.

Başbakan Rutte, 400 yıllık ilişkiler ile ilgili kitabımı aldığını ve memnuniyetle okuyacağını da belittiği mektubunda, Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmeyişinin ve Aileden Sorumlu Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya’nın sınır dışı edilişinin nedenlerini anlatmaya çalışmış.
Tabii ki ben bu anlatımdan hiç de memnun olmadığımı belirtmeliyim.

Zira ben mektubumda, olayların nedenlerine değil, çözümüne çare aramak gerektiğini belirtmiştim. Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilerin rahatsızlıklarını dile getirmiş olduğum mektubumda, ‘Madem ki siz daha demokrat ve daha medenisiniz, o halde siz inisiyatifi ele alın ve tolerans göstererek bu sorunu çözün’ anlamında ifadeler kullandığım mektubum, böylece ‘Dağ fare doğurdu’ misali gümbürtüye gitti.

Sohbeti başlat
1
Yardımcı olabilir miyim?
Merhaba, yardımcı olabilir miyim?