ERDEM ATANER YÜCE, ‘URFALIYAM EZELDEN’ TÜRKÜSÜNÜ MODERN MÜZİĞE UYARLADI

‘Von Dark’ ismiyle tanınan Yüce, elektronik müzikte çığır açtıktan sonra, şimdi de yeni bir çalışma ile 2021’e damgasını vuracak.

Agatha Christie’nin ‘Murder On The Orient Express’ adlı romanından ve Pink Floyd’un ‘Dark Side Of The Moon’ adlı albümünden esinlenerek yaptığı iki eser ile ünlenen Yüce, yeni eseri ile ününe ün katacak.


İlhan KARAÇAY yazdı:

 

Son yıllarda yaptığı prodüksüyonlar ile dikkatleri üzerine çekerek ünlenen Erdem Ataner Yüce, on yıllardır sevilerek dinlenen ‘Urfalıyam Ezelden’ adlı türküyü, modern müziğe uyarlayarak muhteşem bir eser ortaya çıkardı.
                                   ‘Von Dark’ adıyla ünlenen Erdem Ataner Yüce
Başlangıçtaki ilk projesini, ‘Orient Von Dark’ ismi ile tanıtan Yüce, Agatha Christie’nin ‘Murder On The Orient Express’ adlı romanından ve Pink Floyd’un ‘Dark Side Of The Moon’ adlı albümünden esinlenerek yaparak beğeni kazanmıştı.
Elektronik müziğin, yeni çağın en büyük gelişimi olduğunu vurgalayan Yüce, amacının bu müziğe sanatsal bir bakış açısı ile yaklaşarak kendi tarzını ve kitlesini oluşturmak olduğunu söyledikten sonra, ‘Urfalıyam Ezelden’ adlı türküyü yeniden aranje ederek bambaşka bir form ile yine elektronik tarzda ‘Ezelden’ ismi ile yayınladı.
’28 İnç Grubu’nun vokalisti ve bas gitaristi Ömer Yüksel ile ortaklaşa gerçekleştirlen bu proje, sürreal (gerçek üstü) yaklaşım ve seçilen melankolik tema, parçayı modern müziğin yeni bir ürünü haline getirmiş.
                                                                     Urfalı Ömer Yüksel
Kendisi de Urfa Kökenli olan Ömer Yüksel, ortaya çıkan eseri, manevi değeri yüksek olan bir çalışma olarak gördüğünü dile getirdi.
Bu başarılı iki müzik adamı, pandemi sürecinde kayıt yapmanın ve bir araya gelerek üretim yapmanın zorluklarından söz ederken, bir yandan da parçanın kayıtlarının bir kısmının, online olarak Kanada’nın Vancouver bölgesindeki Apricot Music Studios’da, Aybars Savat ve Davis Yates tarafından alındığını dile getirdiler.
Çalışmada, gitarları Davis Yates çalarken, davullara vuran ve kayıt masasında yer alan Aybars Savat’tı.
Bu çalışımada, Von Dark’ın, dijital melodileri, Ömer Yükselin ise Trip Hop tarzını andıran vokali ve buğulu sesi ve de koyu bir sound seçimi, 2021’in en iyi çalışmaları arasında yerini aldı.
Özellikle bir filim müziğini andıran melodiler, dinleyiciyi bir film sahnesinin içinde gibi hissettirmeyi başarıyor.
Von Dark ve Ömer Yüksel, bu türkü formunu elektronik ögeler ile birleştirerek, sanatsal bir formda yorumlamaya çalıştıklarını ve parçayı yaptıkları süreç içerisinde İstanbul’dan Kanada’ya kadar uzanan kalabalık bir ekip ile çalışma gerçekleştirdiklerini dile getirdiler.

                                               Görsel çalışmaları ile ünlü İrem Şahinbaş
Parçanın görselleri de oldukça dikkat çekici.Çalışmanın kapak görselleri, daha öncekiler gibi İrem Şahinbaş imzalı. Şarkıyı yapım sürecinden itibaren takip eden ve kendine has ambient temaları ile bilinen tasarımcı İrem Şahinbaş, bu çalışmada da kendi tarzını yansıtarak gerçek üstü bir tema ortaya koymayı başarmış.
Kendi tarzında kullandığı aksak ve kapalı ritimleri, duygusal melodileri, soundun depresif yapısı ve Davis Yates’in zarif gitar cümleleri, Ömer Yüksel’in kullandığı trip hop vokal tekniği ile birleşerek, parçanın sözlerine bambaşka bir anlam yüklemiş adeta. Zarif bir çekiciliğe sahip olan bu parçayı, ikilinin Spotify hesapları ve diğer sosyal medya platformlarından dinleyebilirsiniz.
Aşağıdaki Spotify dinleyici linkini tıklayınız:
https://open.spotify.com/album/0zhK1kUAm5UhaFmwODxyck
HOLLANDALILARIN TÜRKİYE ALERJİSİ FUTBOLA DA YANSIMIŞ

HOLLANDALILARIN TÜRKİYE ALERJİSİ FUTBOLA DA YANSIMIŞ

4-2 yenişimiz, Hollanda’yı çılgına çevirdi.

Kaldı ki biz Hollandalı Türkler maç öncesinde ‘Kaybımız olmaz’ diyorduk.

İlhan KARAÇAY Yazdı:

Gelecek yılı Katar’da yapılacak olan Dünya Futbol Şampiyonası’na katılabilmek için ilk grup maçını Türkiye’ye karşı 4-2 kaybeden Hollandalılar, geçmişteki mağlubiyetler sonrasında olduğu gibi, yine çıldırdılar.
Maçın yorumu için İstanbul’a giden Hollanda Televizyonu NOS’un kadrosunda, eski ünlü futbolcular Rafael van der Vaart ve Pierre van Hooijdonk da vardı.
Atatürk Olimpiyad Stadı’nın localarından birinde maç öncesi görüş belirten Van der Vaart, maçın sonucunun 0-3 olacağını belirtirken, milli takımımızdan alaycı bir şekilde söz ediyordu. Buna karşın, Türkiye’de Fenerbahçe’de ekmek yemiş olan Van Hooijdonk daha temkinli konuşuyordu.
Maçın devre arasında ve sonrasındaki yorumlarda da Türkiye’yi aşağılamaya devam eden Van der Vaart, bir ara, ‘Ben 0-3 olacağını söylemiştim ama 2 gol atabildik. Türkiye’nin gollerini saymıyorum’ diye çok saçma bir savunma yaptı.
Milli takımımızın daha önce de hezimete uğrattığı Hollanda’nın bu defaki mağlubiyeti, medyada elbetteki geniş yer bulacaktı ama, yapılan analizlerin hiç birinde Türk futbolcularının kalitesinden söz edilmedi. Kaldı ki, Avrupa’nın ünlü takımlarında oynayan futbolcularımızın piyasa değeri, Hollanda milli takımında yer alan fotbolcuların değerinden daha fazlaydı.
Hollanda medyası, sadece Burak Yılmaz için övücü sözler kullandı. Fransa’nın Lille takımını eleyen Ajax’ın çok şanslı olduğunu, zira Burak Yılmaz’ın sakatlığı nedeniyle o maçta oynamadığını yazan medya, ‘Burak Yılmaz oynasaydı, Ajax belki de turu atlayamazdı’ dedi.
Sosyal medyada ise, Johan Cruyff’ın ölüm gününde oynanan maçı kaybeden Hollanda için, ‘Böylece, Katar’a gitmeyi boykot etmek için ilk girişimimizi yaptık’ esprisi yapıldı.
Hollanda milli takımının, ‘keçi peyniri’ gibi dağıldığını ve kalecinin her topa ‘geç’ dediğini yazan sosyal medya, Frank de Boer’u da yerden yere vurdu.
Yukarıda yazdıklarım, maç öncesi ve sonrası söyelenenler ve yazılanlardı.
Ama ben daha önceleri de yazmıştım. Hollandalılar, (Daha doğrusu Avrupalılar) Türkiye konusunda çok olumsuzlar. Siyasette, inançta, kültür ve gelenekte olduğu gibi, spor konusunda da çok acımasızlar. Sporda Yunanistan’a veya Fas’a yenildikleri zaman çok üzülmeyen Hollandalılar, bir Türkiye yenilgisi sonrasında çılgına dönerler.

                            Spor muhabirliği ve yazarlığı günlerimden bir kupür
Bu konuda bir anımı anlatayım:
Hollandalı bir iş adamını, Bursa’da oynanan Türkiye-Hollanda maçına götürmüştüm.
O zaman Fanatik gazetesine spor yazıyordum. Fanatik ekibi ile birlikte Bursa’ya gittik.
Hollandalı iş adam ‘yemek’ demişti. Ben de ‘Maçtan sonra’ demiştim.
Futbol bilgisi fazla olmayan Hollandalı, ‘Biz yeneriz’ diye beni kızdırmaya çalışıyordu.
Maç boyu bana laf atan Hollandalı’yı bir türlü susturamıyordum.
Ama, Hollandalılar’ın ‘Boğaziçin’nin Boğası’ diye adlandırdıkları Hakan Şükür’ün kafa golünden sonra sustu Hollandalı. Maçın bitimine yakın kazanılan penaltıyı Clarence Seedorf gole çeviremeyince, susmuş olan Hollandalı tam anlamıyla çıldırdı. Maç sonrasında hep beraber yemeğe gittik. Maç öncesinde acıkmış olan Hollandalı, birden bire kabalaştı ve ‘Ben yemeyeceğim’ dedi. Fanatik’teki meslektaşlarım da şaşırmışlardı.
İşte böyle değerli okurlarım. Hollandalılar hangi ülkeye yenilirlerse yenilsinler çok kızmazlar ama, yenildikleri Türkiye olduğu zaman, çılgına dönercesine kızarlar.
Ne diyelim?
Geçmiş olsun Hollandalı yurttaşlarım!

 

MERSİN’İN ‘ÇAMLIBEL’İ VE ‘AŞIKLAR PARKI’ İLE ÜNLÜ HAMİDİYE MAHALLESİ…

MERSİN’İN ‘ÇAMLIBEL’İ VE ‘AŞIKLAR PARKI’ İLE ÜNLÜ HAMİDİYE MAHALLESİ…

Sosyetesi, muhacirleri, Romanları, müslümaları ve hıristiyanları
ile harmanlanmış tam bir kültür zenginliği, Madam Doralar’ı,
güzel kızları, delikanlıları ve aşıkları ile anılan neşe dolu bir mahalle.

İlhan KARAÇAY yazdı:

Şirin İşitemiz adında Mersinli bir kardeşimizin, Facebook’a aktardığı notları, beni 60 yıl geriye götürdü. Şirin ablamız mesajında şunları yazmış:
‘Çamlıbel, Mersin’in en kaliteli semtlerinden biri olup hem büro hem mağaza, cafe ve alışveriş merkezlerinin hem de yerleşim birimlerinin olduğu bir semttir.
Mersin Merkez – Akdeniz İlçesi’nde bulunmakta olan semt, şehrin eski denebilecek semtlerindendir. Semtin arkasındaki Kilise sokağında bir çok Kuaför dükkânı vardır. Kuaförler sokağı da denebilir. Sistem Tıp Merkezi de Çamlıbel’de bulunur. Bunun dışında Eczaneler, Çiçekçiler, oldukça fazla. Seyahat acenteleri, terziler, butikler, HSBC ve Fortis Bankaları da bu semtte şube açmıştır.
Anadolu Kız Meslek Lisesi, Salim Yılmaz Lisesi, Ordu Evi, tarihi Polis Evi ve Mersin Yat Baseni yine bu semtte bulunur. Ayrıca, Çamlıbel’de bir adet Cami (Park Camii) ve bir de Ortodoks Kilisesi bulunmaktadır.
Çamlıbel Atatürk Caddesi ve İsmet İnönü Bulvarı civarındadır.’
 
Şirin kardeşimiz bu yazısına üstteki fotoğrafı koymuş ve bir de şiir eklemiş.
Bunu okuyunca 50-60 yıl öncesini düşünmeye başladım ve Facebook’ta aceleyle şu satırları yazdım:
‘Çamlıbel’i, Çamlıbel yapan, çam ağaçlarıydı. Aşıklar Parkı çam ağaçları içinde ve Cengiz Topel Caddesi’nin adı, ‘Yeni Cadde’ iken, çam ağaçları yolu ikiye bölüyordu.
Sosyetikti Çamlıbel. ‘Muhacir’ olarak anılan bir kısım halkın genç kızları süper görünümdeydi. Sor ailesinin gençleri ve özellikle Mesut Sor, mahallenin gözdeleriydi.
Sorlar’ın kurduğu Çamlıbelspor ile Karaçaylar’ın kurduğu Yeşil Ada(Kıbrıs) futbol takımlarının maçları, dillere destandı.
Facebook’taki bu reaksiyonuma karşı İbrahim Direk kardeşimizden de alttaki reaksiyon geldi:
İlhan Karaçay kardeşim günaydın.. Yorumunu okuyunca duygulandım.. Çamlıbel’de doğmuş ve o yılları yaşamış biri olarak yazdıklarınız çok hoşuma gitti.. Mehmet Sor Ağabey Türkocağı ile ilgilenince Çamlıbelspor (Çamlıbel Gençlik) olarak benim kaptanlığımda devam etti.. Bizde Kışla’nın karşısında Beykoz Çayırı’nda ne maçlar yaptık.. Nostalji için sağolun…’
Şirin İşitemiz’in bu yazısı öğle saati 15.30’a kadar 778 beğeni almış ve 292 yorum yazılmıştı.
Bu gerçekten kıskanılacak bir reaksiyon sayısıydı.
Gazetecilikte kıskançlık da vardır ya? Ben de kıskandım ve konuyla ilgili daha geniş birşeyler yazmaya başladım.
Hoş, zaten Mersin’nin geneli hakkında yazmaya başlamıştım ama, bugüngü yazım da ön sunum olsun.
Mersin’in Hamidiye mahallesi, Arap kökenlilerin ve Romanlar’ın oluşturduğu Bahçe bölgesi ile, yüksek sosyete, hıristiyanlar ve muhacirlerin oluşturduğu Çamlıbel bölgesinden oluşuyordu.
Arap kökenlilerin ve Romanlar’ın yoğunlukta olduğu Bahçe bölgesi, Karaçay ailesinin, sosyete ve muhacirlerin yoğunlaştığı Çamlıbel bölgesi de Sor ailesinin himayesindeydi.

Kendi ailem olduğu için, Karaçay ailesinin faaliyetlerini ve etkinliklerini sansürleyeceğim.
Sadece yukarıdaki iki fotoğrafı kullanmakla yetineceğim.
Karaçay ailesi ile bir nevi rekabet içinde olan Sor ailesi hakkında ise cömertçe yazacağım. Bakmayın siz ‘rekabet içinde’ dediğime. Karaçay ailesi ile Sor ailesi çok sıcak ilişkiler içindeydiler. Örneğin, naçizane şahsım, çok genç yaşta kaybettiğimiz Mesut Sor ile can ciğer arkadaştık. Yine çok erken kaybettiğimiz İsmail Sor ile de…
Ailenin en büyüğü Mehmet Sor ve sonraki büyük Ahmet Sor ile aramızda saygı çizgisi vardı.
Sor Kardeşler’i sizlere anlatabilmek için, yukarıdaki gazete kupüründeki yazıdan faydalanayım. Bakınız TANIK HABER’den Tayfun TUNA kardeşimiz, Sor ailesi hakkında özetle neler yazmış:
Limanıyla, tarımıyla, lojistiğiyle ve sanayisiyle Türkiye’nin lokomotif kentlerinden olan Mersin’in merkez mahalle muhtarlarını ziyaret etmeye devam ediyoruz.
Mersin’in en eski mahalleri arasında olduğu bilinen Hamidiye Mahallesi’nde yaklaşık 22 yıldır muhtarlık görevini sürdüren Hamit Sor, “Mahallenin kuruluşuna tanıklık eden bir aileden geliyoruz. Sırasıyla amcam, babam sonra da ben muhtar seçildim. Toplamda 60 yıla yakın bir süredir muhtarlık hizmeti verdik, hala da vermeye  devam ediyoruz. Biz muhtarlığı ailecek çok seviyoruz. Sağ olsun mahalleli de bizi seviyor. Burayı, başka bir yere geçmek için basamak olarak görmüyoruz. Bu iş bana baba mirası. Buradan başka bir yere gidemeyiz, köklerimiz burada. Ben buradan çıkarsam zaten yaşayamam. Babam da mahalleden dışarı çıkmazdı. Mersin’i bile bilmezdi doğru düzgün” dedi.
Mahallenin kuruluşunun eskilere dayandığını anlatan Muhtar Sor, “Günümüzde; Ordu Evi,  Müftü Deresi, Soğuksu Karakolu” üçgeninde sıkıştık kaldık. Mahallemizde bir tane sağlık ocağı, Kız Meslek Lisesi, Salim Yılmaz Anadolu Lisesi, polis ve asker lojmanları, askerlik şubesi, Kıbrıs Konsolosluğu var. Şu an alan olarak küçük bir mahalleyiz ama yüksek katlı binalardan dolayı nüfusumuz yoğun. Nüfusumuz 10 bine yakın, 4 bin kadar da seçmen var. Buralar Mersin’in en köklü ailelerinin oturduğu yerlerdi. Türk Ocağı Kulübü var, Mersin’in en eski kulüplerinden biri. Kurucuları hep benim akrabam, amcam babam kardeşlerim” diyerek mahallenin profilini çiziyor.

Mersin’deki Tevfik Sırrı Gür Stadyomu da Çamlıbel ile bağlantılıydı. Yıkılan stadın yerine şimdi park yapıldı. Çamlıbel ile park alanını bölen Müftü Deresi’ne yapılacak köprüler ile (solda) kışla alanının birleştirilmesi, Mersinliler için muhteşem bir kazanç olacaktır.
ESKİ KIŞLA VE MİLLET BAHÇESİ UMUT OLDU
Muhtar Sor, mahallelerinin gelişmesi ile ilgili olarak şunları söyledi:
‘Akdeniz Belediye Başkanı Sayın Mustafa Muhammet Gültak, eski kışlanın millet bahçesine dahil edilebileceğini söyledi. Bu bizi çok heyecanlandırdı, çünkü Hamidiye’de atıl bir vaziyette kalan kışlanın bu projeye entgre edilmesiyle buralar hareketlenebilir. Zaten ormanlık alan, insanların gidip oturabileceği, nefes alabileceği bir yer olacak. Bizim amacımız Çamlıbel’in eski havasına gelmesi.’
Şimdi dönelim Hamidiye’ye.

Çamlıbel bölgesinde bir Aşıklar Parkı vardı. Atatürk caddesi üzerindeki bir döner yolun ortasındaydı. Çam ağaçları ve çiçekler içindeki bu parkta buluşan sevgililerin unutulmaz anlar yaşadıkları bir yerdi Aşıklar Parkı. Ama sonra, tıpkı Yeni Cadde’de (şimdiki Cengiz Topel) olduğu gibi, buradaki çam ağaçları da katledildi. Aşıklar Parkı’nda, gizliliği kaldırmak için önce etrafı sarıp kapatan çiçek ağaçları katledildi, (Yukarıdaki fotoğraf) daha sonra da çam ağaçları.

Eski adıyla Yeni Cadde’yi andıran fotoğraf (solda), ve şimdiki Cengiz Topel Caddesi, Hamidiye Mahallesi’nin, Akdeniz’den Yumuk Tepe’ye kadar uzanan en uzun ve geniş caddesiydi.
Çamlıbel’in muhacirleri

Genellikle Yunanistan, Bulgaristan ve Arnavut’tan göç etmiş olan bu insanlar, nedense Bahçe bölümünde yaşayan Romanlar ile karıştırılıyor. Romanlar, Romanya’dan göç eden ve ‘çingene’ olarak söz etmekten imtina ettiğimiz, genellikle sepet yapan ve davulculukla meşgul olan insanlardı.
Çamlıbel’deki muhacirler toplum yaşamına daha çabuk intiba etmiş genellikle müzik yapan (çalgıcılık) insanlardı. Muhacirlerin genç kızları ise göz kamaştıracak kadar güzel giyimli insanlardı.

Madam Doralar ve Hıristiyanlar


Mersin’de yaşamış olan ve hâlâ yaşamakta olan hıristiyan toplumun geneli, Çamlıbel ile Atatürk anıtının bulunduğu Halkevi arasındaki bölgede yerleşikler. Sosyetenin bir bölümünü oluşturan hıristiyanların en ünlüsü Madam Dora idi.
Miskavi ve Gandur aileleri, Hamidiye mahallesindeki iki sabun fabrikası sahibi olarak ünlüydüler. İtalyan aileler de çoktu Çamlıbel’de. Öyle ki, 1960’lı yıllarda Karaçay ailesi tarafından yönetilen Pompeipolis Gazinosu’nda, İtalyan şantöz Diana, iki defa üst üste, altışar ay çalışma imkânı bulabilmişti. İsimlerini yazmakla bitiremeyeceğim hıristiyanlar, ticaret, denizcilik ve gemi acentalığı işleri yapıyorlar. Hıristiyanlar, hiç bir zaman ayrımcılığa maruz kalmadıkları gibi, Mersinliler tarafından baş tacı edildiler.
Deli Kadir, 11 Yusuf ve 5,5 Ahmet

Mersin’de sembolleşmiş eksantrik insanların çoğu Çamlıbel’de yaşadı.
Bir ‘Deli Kadir’ vardı ki, dünya delilerinin kralı olmalıydı. Deli Kadir, papyon kravat ve fötr şapkalı takım elbisesiyle en iyi giyinen adamdı ama, ayakları çıplaktı.
Bir de ‘11 Yusuf’ vardı. Mersin İdmanyurdu’nun en fanatik taraftarıydı ama, futbolu sevdiği için değil, para toplamak için yapardı bu taraftarlığı. Kasaphanede çalışırdı 11 Yusuf. İşten çıktıktan sonra, çarşıdaki tüm dükkanların önüne gelerek agressif hareketlerde bulunur ve onu uzaklaştırmak isteyen esnaf cebine para koyardı.
İdmanyurdu’nun 11 numaralı formasını giydiği için ona ’11 Yusuf’ adı yakıştırıldı.
Yusuf’un, Ahmet adında bir kardeşi vardı. O da akıl hastasıydı ama Yusuf kadar agressif değildi. Bu nedenle ona 11’in yarısı olan ‘5,5 Ahmet’ (beşbuçuk) adı yakıştırıldı.
Mersinliler’in sembolü haline gelen bu iki kardeş artık hayatta değiller.

Hamidiye mahallesi için yazılacak daha pek çok ilginç konular var. Ama bunların hepsini, yazmakta olduğum ‘MERSİN’ yazıma saklayacağım.

 

BU SABAH YAZDIĞIM HABER ÜZERİNE BİLİNÇSİZ TEPKİLER!

BU SABAH YAZDIĞIM HABER ÜZERİNE BİLİNÇSİZ TEPKİLER!

Değerli Okurlarım,
Aşağıdaki haberi, bu sabah web sayfamda, facebook, twitter ve Linkedin de kullandıktan sonra, binlerce email adresine servis edildi. O kadar güzel reaksiyonlar geldi ki, inanın gazeteciliğin tadını bir kez daha tattığım için çok mutlu oldum.
Ne var ki, bir de üzücü tepki geldi. Bu tepki DENK Partisi’nin üst düzeyinden şu şekilde geldi: ‘Abi bu hiç olmamış. Kaynağın kimse… Çok yanlış bilgi var. Biraz da özele giriyor. Ama çoooook yanlışlar var içinde.’
Anlaşılıyor ki, bunları bana yazan dost, ya bu konuyu hiç bilmiyor, ya da son günlerde medyayı takip etmiyor. Hoş, bu konu medyada geniş yer almadı ama ben, hikâyenin kahramanının bir söyleşisini yazılı ve sesli olarak bulmuştum.
Bana tepki gösteren dosta bunları anlatıktan az sonra, ‘Eyvallah abi’ sözünden başka bir de bravo analamlı başparmak şekli gönderdi.

Anlaşılıyor ki, hikâyenin kahramanı Stephan van Baarle, yaşadıklarından hiç de utanç duymazken, nedense bizim vatandaşımız olan üst düzey kişi, gereksiz bir hicap duymuş:
Ama sonunda o da meseleyi kavramış ve bana ‘bravo’yu göndermiş.
AŞK İLİŞKİLER FİLM OLUYOR
Sözünü ettiğim haberi sizlere altta sunmadan önce, son anda bana gelen bir bildiriden söz etmek istiyorum:
Bildirinin başlığı şöyle:
İlk Türklerin kaçamak aşkı beyaz perdeye taşınıyor: ‘Vincent & Bayram’
Şerife Çetin ile yönetmen Rob Rombout, 1970’li yıllarda yaşanan aşk hikâyelerini filme çekmek için ön hazırlık yapıyorlar.
Bildiride şunlar yazılı:
70’li Yılların başında Maria teyze ilk nesil Türk işcilerinin biri ile bir süre ilişki yaşamıştır. Ancak ilişki Türk işcinin nihayetinde yeniden Türkiye’deki ailesini tercih etmesi ile sonlanır. Maria teyzenin yaşadıklarının benzerlerini o dönemin bir çok kadını da yaşamıştır aslında. Bu az bilinen ve üzerinde az konuşulan hikayelerlerin kahramanları 65 yaş üstü ve hikayeler kaybolma riski ile karşı karşıya.
28 Mart 2021 Pazar saat 13:00 – 14:00 Rotterdam Verhalenhuis’dan Livestream olarak (online) https://fb.me/e/1lbZiWqp5 linkinden izlenilebilir.
İleride çekimi yapılacak asıl film için benzeri olayların görgü tanıklarının yaşanmışlık hikayelerini arıyoruz. Konuyla ilgili tanıdıkları veya anlatacakları olanlar bizimle temasa geçebilirler: seri.cetin@gmail.com 0645209292.
Şimdi gelelim asıl haberimize:

DENK’İN ÜÇÜNCÜ MİLLETVEKİLİ DE TÜRK KÖKENLİ

*Stephan van Baarle’nin, zorluklarla dolu hazin yaşam öyküsü…

*Annesi, gezgin bir Türk iş adamına aşık olmuştu.
Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan iş adamından evlilik
dışı hamile kalan anne, oğluna Stephan adını koymuş.

*Komşu çocukları, evlilik dışı doğduğu için Stephan’ı hep
dışlamışlar. 19 yaşına geldiği zaman kökenini araştırmak için
Türkiye’ye giden Stephan, kendisine neden ‘Türk’ denildiğini
öğrenebilmiş.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

 


Hollanda‘da geçen hafta yapılan genel seçimlerde oy kaybına uğradığı sanılan ve sadece iki milletvekilliği kazandığı açıklanan, ne var ki sıkı bir sayımdan sonra üçüncü milletvekilliğini de kazanmış olduğu anlaşılan DENK Partisi’nin, üçüncü sıradaki adayı Stephan van Baarle’nin de Türk kökenli olduğu anlaşıldı.
Hazin hikâye
Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan gezgin bir Türk iş adamı ile tanışan Hollandalı bir kız, evlenme vaadi ile aşk hayatı yaşadığı adamdan hamile kalmış. 1992 yılında doğum yaptığı zaman, çocuğun babası olan Türk iş adamı yakınlarda olmadığı gibi, uzun süre uzaklarda kalmış. Oğluna Stephan adını koyan anne, komşuların bildiği gerçeği, oğluna yıllarca söylememiş.
Stephan, okul çağıdayken arkadaş edinemediği gibi, çocuklar kendisinden hep uzak durmuş.
Stephan, hem evlilik dışı doğduğu ve hem de Türk kökenli olduğu için dışlandığını 19 yaşında öğrenebilmiş. Bu durum karşısında şoke olan Stephan, 2011 yılında, 19 yaşındayken Türkiye’ye gitmiş ve kökenini araştırmış.
Babasını bulup bulamadığı hakkında bilgi sahibi olamadığım Stephan, ayrımcılığın verdiği hıs ile tahsiline devam etmiş ve Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nden sosyolog olarak mezun olmuş.
Azınlıklara destek olan DENK Partisi’nin yaşama geçmesinden sonra bu partiye üye olan Stephan, ilk seçimlerde Rotterdam belediye meclisine girmiş. Daha sonra kurduğu Bilimsel Araştırma Bürosu ile DENK Partisi’nin işlerine bakmış. Daha sonra partinin Parlamentodaki işlerine bakan Stephan, geçen hafta yapılan genel seçimlerde, aday listesinin üçüncü sırasında yer almıştı.
Fractie DENK | Rotterdam.nl Stephan van Baarle Archieven - De Jonge Turken
Stephan van Baarle, Rotterdam Belediye Meclisi’nde, Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’i
en çok zorlayan üyelerden biriydi.

Oylar açıklandığı zaman, seçilememiş olduğu görülen Stephan’ın, sıkı bir oy sayımından sonra seçildiği anlaşıldı.

Stephan van Baarle, partisinin sadece müslümanlara ve azınlıklara değil, mağduriyete uğrayacak tüm vatandaşları temsil edeceğini belirterek, ‘Sadece etnik gruplara hizmet etmek de ayrımcılıktır. Bu nedenle biz, etnik grup, cinsiyet, din, dil ayrımı yapmadan hizmet edeceğiz.’ diyor.

 

DENK’İN ÜÇÜNCÜ MİLLETVEKİLİ DE TÜRK KÖKENLİ

DENK’İN ÜÇÜNCÜ MİLLETVEKİLİ DE TÜRK KÖKENLİ

*Stephan van Baarle’nin, zorluklarla dolu hazin yaşam öyküsü…

*Annesi, gezgin bir Türk iş adamına aşık olmuştu.
Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan iş adamından evlilik
dışı hamile kalan anne, oğluna Stephan adını koymuş.

*Komşu çocukları, evlilik dışı doğduğu için Stephan’ı hep
dışlamışlar. 19 yaşına geldiği zaman kökenini araştırmak için
Türkiye’ye giden Stephan, kendisine neden ‘Türk’ denildiğini
öğrenebilmiş.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

 


Hollanda‘da geçen hafta yapılan genel seçimlerde oy kaybına uğradığı sanılan ve sadece iki milletvekilliği kazandığı açıklanan, ne var ki sıkı bir sayımdan sonra üçüncü milletvekilliğini de kazanmış olduğu anlaşılan DENK Partisi’nin, üçüncü sıradaki adayı Stephan van Baarle’nin de Türk kökenli olduğu anlaşıldı.

Hazin hikâye

Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan gezgin bir Türk iş adamı ile tanışan Hollandalı bir kız, evlenme vaadi ile aşk hayatı yaşadığı adamdan hamile kalmış. 1992 yılında doğum yaptığı zaman, çocuğun babası olan Türk iş adamı yakınlarda olmadığı gibi, uzun süre uzaklarda kalmış. Oğluna Stephan adını koyan anne, komşuların bildiği gerçeği, oğluna yıllarca söylememiş.

Stephan, okul çağıdayken arkadaş edinemediği gibi, çocuklar kendisinden hep uzak durmuş.
Stephan, hem evlilik dışı doğduğu ve hem de Türk kökenli olduğu için dışlandığını 19 yaşında öğrenebilmiş. Bu durum karşısında şoke olan Stephan, 2011 yılında, 19 yaşındayken Türkiye’ye gitmiş ve kökenini araştırmış.

Babasını bulup bulamadığı hakkında bilgi sahibi olamadığım Stephan, ayrımcılığın verdiği hıs ile tahsiline devam etmiş ve Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nden sosyolog olarak mezun olmuş.

Azınlıklara destek olan DENK Partisi’nin yaşama geçmesinden sonra bu partiye üye olan Stephan, ilk seçimlerde Rotterdam belediye meclisine girmiş. Daha sonra kurduğu Bilimsel Araştırma Bürosu ile DENK Partisi’nin işlerine bakmış. Daha sonra partinin Parlamentodaki işlerine bakan Stephan, geçen hafta yapılan genel seçimlerde, aday listesinin üçüncü sırasında yer almıştı.

Fractie DENK | Rotterdam.nl Stephan van Baarle Archieven - De Jonge Turken
Stephan van Baarle, Rotterdam Belediye Meclisi’nde, Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’i en çok zorlayan üyelerden biriydi.

Oylar açıklandığı zaman, seçilememiş olduğu görülen Stephan’ın, sıkı bir oy sayımından sonra seçildiği anlaşıldı.

Stephan van Baarle, partisinin sadece müslümanlara ve azınlıklara değil, mağduriyete uğrayacak tüm vatandaşları temsil edeceğini belirterek, ‘Sadece etnik gruplara hizmet etmek de ayrımcılıktır. Bu nedenle biz, etnik grup, cinsiyet, din, dil ayrımı yapmadan hizmet edeceğiz.’ diyor.