İLHAN KARAÇAY’IN 2021 DİLEĞİ: CEBERÛTLAR İÇİN İDAM CEZASI GERİ GELSİN

İLHAN KARAÇAY’IN 2021 DİLEĞİ: CEBERÛTLAR İÇİN İDAM CEZASI GERİ GELSİN

Değerli Dostlarım ve Okurlarım,
Her yılın sonunda veya başında yazmakta olduğum, geçmiş yılın değerlendirmesi ve gelecek yılın beklentileri konusunda, bu yıl ne yazacağım konusunu düşünürken, az önce eşim ile yaptığımız sohbet sırasında, Türkiye’de bir günde öldürülen dört kadın konusu gündeme geldi.

Şöyleydi medyadaki başlıklar:

  • Aksaray‘da bir markette çalışan 2 çocuk annesi Saadet Korkmaz, ayrılmak istediği Ramazan T. tarafından 5 yerinden bıçaklanarak öldürüldü.
  • Muğla‘da ise Hafize Günakın isimli kadın, nişanlı olduğu erkek tarafından tabancayla öldürüldü.
  • İzmir‘de de ‘defalarca koruma kararı başvurusunda bulunan’ Çilem Kılıç boşandığı erkek tarafından öldürüldü.
  • Malatya‘da yaşayan 73 yaşındaki Emine P.  hakkında uzaklaştırma kararı çıkardığı erkek tarafından öldürüldü.

Görülüyor ki, Saadet Korkmaz ret ettiği için, Hafize Günakın ayrılmak istediği için, Emine P. koruma kararı uygulanmadığı için, Çilem Kılıç da koruma kararı verilmediği için öldürüldüler.

Öldürülen tüm kadınlarımızın ailelerinde ve dostlarında bıraktığı acıların ölçüsü saptanamaz. Mağdur oldukları için öldürülen kadınlarımızdan birinin görüntüleri TV’lerde geniş yer aldı. Bu kadınımız için görüntülü olarak şunlar anlatıldı:

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\Aylin Sozer.jpg

İstanbul Maltepe’de bıçaklandıktan sonra diri diri yakılarak katledilen öğretim üyesi Aylin Sözer ortaya çıkan ölmeden önceki görüntüleri yürekleri burktu…

İstanbul Maltepe’de bir şahıs eski kız arkadaşı olan öğretim üyesi kadını evinde önce bıçaklayarak öldürdü. Ardından evin kapısına polis dayanınca ateşe vererek yaktı. Şahıs, polis tarafından olay yerinde gözaltına alınırken kadının cenazesi Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Öldürülen kadın, öğretmen olacak adaylara öğretmenlik yapıyordu. Görüntülerde, öğretmen adaylarına ders verirken nasıl insancıl olduğu hemen anlaşılıyordu.

Aylin öğretmen için, çalıştığı Üniversite’den yapılan alttaki açıklama, üzüntümüzü ikiye katladı.

“Üniversitemiz Eğitim Fakültesi’nde Okul Öncesi Öğretmenliği Bölüm Başkanı olarak görev yapan Dr. Öğr. Üyesi Aylin Sözer’i, 29 Aralık 2020 Salı günü (Bugün) öğle saatlerinde, maalesef bir kadın cinayetine kurban vermiş olmanın derin üzüntüsünü yaşıyoruz.’

İDAM’A DÖNÜŞ İSTEĞİ

İşte, bu kahredici konuları görüşürken, göz yaşlarına hakim olamayan eşim, ‘Bu katillere bir de ömür boyu yemek verilecek ve hapisanelerde barındırılacak. Düşün bir kere, Allah korusun, aynı durum kızımızın başına gelse ne yapardık’ deyince, ezelden beri karşı olduğum idam cezası aklıma geldi.

Önce, idam cezasına neden karşı olduğumu izah edeyim.
Kanun yapıcıların da düşündüğü gibi, suçsuz olabilecek insanların boş yere öldürülmemesi fikrine katılıyordum. Ama son yaşanan cinayetler beni o kadar etkiledi ki, eşime, ‘Amaaan, bugüne kadar kaç kişi haksız yere müebbet hapis yedi ki?
Bu acımasız katillere ömür boyu bakıp para harcayacağımıza, varsın idam edilsinler. Bu ara suçsuz olan biri de, binde bir kurban edilmiş olsun.’ deyiverdim.

Yani ben, hiç de iyi beklentilerimin olmadığı 2021 yılından itibaren ‘idam taraftarı’ bir kişi olacağım. Belki siz de biraz kafa yorarsanız aynı fikre göz yumabileceksiniz.
Hoş, ne olacak yani, idam cezası bu gözü dönmüş katil bozuntularını korkutacak mı?
Ama olsun, günahsız insanları hunharca katleden bu canilere insan gözüyle değil,
‘ceberût’ gözüyle bakmak lâzım.
Güçlü olan acılı aileler, zaten bu canileri hapisanelerde cezalandırıyorlar.
Hapisanelerdeki yiğit delikanlılar da bu adilere bir incelik (!) yapıyorlar.
Şimdiki tek tesellimiz de bunlar oluyor.

İdam’ı, medeni dünyanın lideri olarak bilinen ABD’nin pek çok eyaleti uyguluyorsa, varsın Türkiye de uygulasın bu acımasız cezayı.

2021 için beklentilerimi yazmayacağım. Zira görünüre göre, bu yıl da, tıpkı 2020 gibi umutsuz bir yıl olacağa benziyor.

Ben yine de hepinize mutlu, sağlıklı ve uzun yıllar diliyorum.

 

HOLLANDA’DA GURUR KAYNAĞIMIZ TOLGA ÇAKMAK, İSTANBUL’DA HALTER SİLKMEDE DÜNYA REKORU KIRDI

HOLLANDA’DA GURUR KAYNAĞIMIZ TOLGA ÇAKMAK, İSTANBUL’DA HALTER SİLKMEDE DÜNYA REKORU KIRDI

*1 saat içinde 6 bin 650 kilogram kaldıran Çakmak,
Guiness Dünya Rekorlar Kitabın’a geçti.

*Halter, Muay Thai, Kick Boks, Krav Maga, Sambo,
Fitness, Yüzme, Atletizm ve Dalgıçlık’ta rekorlar kırıyor

*Dakikada 524 yumruk atıyor, saatte 26 bin 305 kilo
kaldırıyor ve adını Guinness’e yazdırıyor

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\kapak_170758.jpg
Tolga Çakmak’ın bu pozuna bakıp, işinin çok kolay olduğunu zannetmeyin. Zira bu bir halter kaldırma yarışması değil, halteri bir saat boyunca tekrar tekrar kaldırma yarışmasıdır.

İlhan KARAÇAY’ın haberi

Tolga Çakmak’ın adını, daha önce rekorlar kırdığı zaman yaptığım yayınlardan hatırlayacaksınız. Akıllara durgunluk verecek nitelikte rekorlar kıran Çakmak, bir rekor da İstanbul’da kırdı.
Bunun için çalışmalarını Hollanda’da sürdüren Çakmak ile, genellikle öğrencilerin konakladığı bir otelin lobisinde buluşmuştum. Bu güne kadar almış olduğu ödül belgelerinin tamamını, konuşmamızı yapacağımız masanın üzerine sermişti.

Neler yoktu ki bu belgeler arasında?

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\Tolga Cakmak.jpg C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\tolga-cakmak.jpg Amsterdam’da görüştüğüm Tolga Çakmak, başarı belgelerini gösterirken, çalışmalarda ve yarışmalarda çok acı çektiğini, üstteki fotoğraf ile anlatmaya çalıştı.

Tolga Çakmak, ‘Guinness Dünya Halterde Dik Sırayla Bir Saat İçinde Kaldırılan En Fazla Ağırlık’ rekorunu 26 bin 305 kilogramla kırmıştı. Çakmak, ABD’li sporcu Bob Natoli’nin 2012’den bu yana elinde bulundurduğu rekoru elinden almıştı. Zira ABD’li Natoli, 1.291 tekrarla, 23 bin 450 kilogram kaldırmıştı.
Rekor denemesini 19,4 kilogram ile başlatan Çakmak, bir saat boyunca halter kaldırdı. Bob Natoli’nin dünya rekorunu, sürenin bitimine 1,5 dakika kala kıran Çakmak’ı, eşi ve kızı da yalnız bırakmamıştı. 1.097 tekrarla 26 bin 305 kilogram ağırlık kaldıran Çakmak’ın tansiyonu ise 18/14 olarak ölçüldü.

Yarışmalar halter dalında çeşitli branşlarda yapılıyor. Dik Sırayla yapılan yarışmadan başka, bir de koparma branşı var. Çakmak, ‘Guinness Dünya Halter Koparmada, Bir Saatte Kaldırılan Toplam Ağırlık’ rekorunu 7 bin 60 kilogramla kırmıştı. Çakmak,  yine ABD’li olan Robert Kelly’nin 4 bin 800 kilogramla kırmış olduğu rekorun yeni sahibi olmuştu..

Uzmanlar, halter koparmanın çok zor bir stil olduğunu hatırlatarak, “Kırdığı rekorların üstüne, koparmada da rekor denemesi kolay olmadı. Koparma çok zor bir stil ve bunu bir saat boyunca yapmak da çok zor.’’ diye konuştular.

180 tekrarla, 7 bin 60 kilogram ağırlık kaldıran Çakmak, dünya rekoruna 2 yıl hazırlandığını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:
“Dünya rekoruna 2 yıldır hazırlanıyorum. Son 7 ay daha antrenmanlarımı daha da sıklaştırdım. Günde 6 saat süren antrenmanlar yapıyorum ve kendime sadece 1 gün dinlenme veriyorum. Dünya rekorları antrenmanları süresince çeşitli sakatlıklarım meydana geldi. Bu sakatlıklarımla da doktorlarımızın sayesinde kısa zamanda toparlandım ve hiçbir dinlenme vermeden devam ettim. Çok çalışmıştık ve çok iyi yapacağımızdan hiçbir şüphemiz yoktu. Halter koparmada çeşitli rekorlar kırmaya devam edeceğim. En çok mekik ve şınav çekme rekorlarını kırmakla uğraşacağım.
Amerikalı ve İsrailli sporcuların rekorlarına odaklanıyorum. O rekorları kırabilecek kapasitedeyim. Her zaman hazırım. Her şekilde rekor kırmak için uğraşacağım.
Halterin en zor hareketi koparmadır. Amerikalı’nın rekorunu kırdım. Bundan sonra da rekorlara devam edeceğim.’’

Çakmak, yukarıda anlattıklarının tamamını başarı ile sonuçlandırdı. Daha sonra da halterin bir başka zor branşı olan silkme dalındaki rekora göz dikti. Bunun için çalışmalarını Amsterdam’da sürdüren Çakmak, Guiness gözcülerinin hazır bulunduğu İstanbul’da yeni bir rekora imza attı.

İSTANBUL’DAKİ YENİ REKOR

Daha önce halter koparmada 1 saat içinde 7 bin 60 kilogramı kaldırarak rekor kıran Tolga Çakmak, rekorlarına yenisini ekledi. Başarılı sporcu, halter silkmede 6 bin 650 kilogramı 1 saat içerisinde kaldırarak ismini Guiness Rekorlar Kitabı’na yazdırdı. Kırdığı rekorun ardından açıklamalarda bulunan Tolga Çakmak, “Bu dünya rekorunun hazırlıklarına 2 yıldır yorucu tempo ile başladık. Kendi antrenörlüğümü yaptım. Kendi antrenman sistemleriyle piyasada olmayan bir biçimde çalışmalar yaparak her gün hız antrenmanı güç antrenmanı günün değişik saatlerinde yaptık. Bu rekor halterde silkme rekoru. Halterin en zor hareketi. Daha önce bunu Amerikan ve İngiliz sporcular denemiş ve yapamamıştır. Guiness Dünya Rekorları’nda ilk kez bir Türk sporcu olarak ben yaptım. 6 bin 650 kilogram yaptık. Bunu hiç kimseye tavsiye etmiyorum. Bel fıtığı, boyun fıtığı gibi çok ciddi sakatlıklar doğurabilir. Bu kısımdan tavsiye etmiyorum. Bunun üstüne çıkacağız. Halter mekik şınav rekorlarıyla devam edeceğiz. Amerika’da özel kuvvetler personeli birinin mekik rekoru var onu geçmeye deneyeceğim” şeklinde konuştu.

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\08634cf8-7f12-41f1-a42c-a2b8836d69d5.JPGTolga Çakmak, İstanbul’daki gösterisini Guiness temsilcilerinin nezaretinde yaptı.

Rekor denemelerinde farklı alanlarda 2021 yılında da devam edeceğini dile getiren Tolga Çakmak, şu ifadelere yer verdi: “Biz geçmişte kendimize bir rekor hedefi koyduk. Bu hedef için durmadan çalışmaktayız. Hiçbir engel bizi durduramaz. Ben engel tanımam yaparım. Sadece kendimize rekor denemesi seçip engelleri hiçbir şekilde tanımadan rekor kırmaya hazır şekilde antrenmanlarımızı yapmaktayız. Antrenmanlarımızı kendi spor salonumda yapıyorum. Sporcularımla ve öğrencilerimle birebir çalışarak onları da kendi enerjimden faydalandırıyorum. 2020’nin son günlerinde son rekor denemesidir bu. Yine tarihe geçtik.

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\1418ac68-ae5b-4c03-be37-9f925d0c2e71.JPG

Geçmişte 1 efsane 1 kahraman olarak çıktığımız bu yolda, halter silkme rekor denemesini de yaptık çok mutluyuz. 2021’de yeni rekor denemelerimiz var. 20’ye yakın rekor başvurusu yaptık. Bunları günden güne yapacağız. 2 ayda 1, 3 ayda 1 rekor denemesi yapacağız. Çok ciddi çalışma içerisine girdik. 10-12 saat antrenman yapıyorum. Haftada 3 gün birkaç saat çalışma ile bunlar yapılamaz.”

 

Hollanda’da sosyal yardım komedisi: Bir kadın, annesinin kendisi için yaptığı alış-veriş için 10.500,00 euro geri ödeyecek

Hollanda’da sosyal yardım komedisi: Bir kadın, annesinin kendisi için yaptığı alış-veriş için 10.500,00 euro geri ödeyecek

Hollanda’da sosyal yardım komedisi…

Sosyal ödenek alan bir kadın, annesinin yapmış olduğu alış-veriş için 10.500,00 euro geri ödeyecek.

İlhan KARAÇAY’ın yorum-haberi:

Hollanda’nın sosyal yaşam konusunda dünya liderleri arasında bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Bu ülkede belediyelere kayıtlı insanların, hiçbir şekilde mağdur olmayacakları da bilincimizde.

Korona salgını nedeniyle mağdur olan insanlara yapılan devlet yardımları da takdire şayan.
Ama ne var ki, yasalarda yer alan bazı abartılı maddeler yüzünden, pek çok aile cezalandırılıyor.
Tıpkı, geçtiğimiz ay yapılan bir Meclis Araştırması sonucunda haksız bulunan vergi dairelerinin yapmış olduğu haksız suçlamalar gibi…

Hatırlayacaksınız, ülkede Çocuk Bakım ödeneği alan aileler arasında, sırf çifte tabiyetli vatandaşları kontrol altına alan vergi daireleri, sahtecilikle suçladıkları ailelerin ödeneklerini kestikleri gibi, ağır cezalar da verdiler.
Yapılan Meclis Araştırması sonunda haksız ve insafsız bulunan Vergi Daireleri suçlu bulunurken, sorumlu Bakanlar ve hatta Başbakan’ın bile istifaları istendi.
Mağdur edilen ailelere önce 30 biner euro, daha sonra da hak ettikleri tazminatın tamamının ödenmesi yolunda çalışmalar yapılırken, 4 Ocak’ta toplanacak olan hükümetin istifa edip etmeyeceği de merak konusu oldu.

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\shutterstock_163164371.jpg

Hollanda’da şimdi de bir başka skandal yaşanıyor.
Wijdemeren’de yaşayan ve sosyal ödenek (fakirlik ödeneği) bir kadın, annesinin kendisi için yapmış olduğu ekmek, kahve, yumurta, tuvalet kâğıdı gibi alış-verişler yüzünden, Belediye’ye 7.039,65 euro geri ödemeye mahkûm edildi.
‘Mahkûm edildi’ diyorum, zira Belediye’nin bu acımasız isteği karşısında mahkemeye başvuran kadın, mahkemede de haksız bulundu ve 7.039,65 euronun yanında 3.500,00 euro da tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Kızının almış olduğu sosyal yardım ödeneğinin çok az olduğunu belirten anne, ‘Bu nedenle ben arada bir kendisi için alış-veriş yaptım ve hediye ettim’ dediğine bin pişman oldu.

Sosyal ödenek veren Belediye’nin bu konuyu nasıl tespit ettiği bilinmezini bir kenara bırakalım. Zira bu durum mahkemede geniş bir şekilde ele alındı.
Bir annenin kızına hediye babında almış olduğu ekmek ve yumurta için toplamda 10.539,65 euro ceza verilmesi komedi değil de nedir?

Bu talihsiz kadına sahip çıkan politikacı kim oldu biliyor musunuz?
Irkçılığı ile tanınan Gerd Wilders.
Hatayı ne Belediye’de ve ne de Mahkeme’de aramamak gerektiğini belirten Wilders, ‘Hata böyle bir yasayı çıkaran siyasilerdedir’ diyor.

Ne diyelim, bir yanda sosyal yardım konusunda dünya şampiyorları arasında bulunan bir Hollanda, diğer yanda da, yasaları uygulama konusunda abartıya kaçan ve komikleşen bir başka Hollanda.

 

TÜRK KIZI DİLARA HOLLANDA DEMOKRASİSİNİ ELEŞTİREN BİR KİTAP YAYINLADI, BAŞBAKAN RUTTE TEBRİK İÇİN DAVET ETTİ

TÜRK KIZI DİLARA HOLLANDA DEMOKRASİSİNİ ELEŞTİREN BİR KİTAP YAYINLADI, BAŞBAKAN RUTTE TEBRİK İÇİN DAVET ETTİ

Hollanda siyasetinde gündem yaratan kitap, Türkiye’de yayınlansaydı ne olurdu?

*18 Yaşındaki Türk kızı Dilara, Hollanda demokrasisini eleştiren bir kitap
yayınladı. Başbakan Rutte, genç kızımızı özel olarak davet etti.

*Kitabı çok beğendiğini belirten Rutte, kitabın herkes tarafından
okunmasını tavsiye etti.

*Konuyla ilgili haberlerde Türk kızı övülüyor ama, nasıl bir demokrasi
istediği sorulmuyor.

*Dilara, halkın etkisi ve ağırlığı olan bir parlamento öneriyor

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\Dilara-Rutte (2).jpg

İlhan KARAÇAY
Araştırdı ve yazdı:

Gazetelerde okumuşsunuzdur. Anadolu Ajansı’nın servise koyduğu bir haberde, 2002 doğumlu Türk öğrenci Dilara, Hollanda demokrasisi hakkında bir kitap yayınlamış. Kitabı tavsiye üzerine okuyan Hollanda Başbakanı Rutte, bunu çok ilginç bulmuş ve genç kızımızı özel olarak davet ederek kensini tebrik etmiş.
Televizyon haber bültenlerinde de yayınlanan haberde, Türk kızından övgü ile söz edilmiş ama, nasıl bir demokrasi istediği sorgulanmamış.
Ayrıca, Dilara’nın aynı çalışmayı Türkiye’de yapmış olması halinde, neler yaşanacağı, tahmin de olsa belirtilmemiş.

Böyle bir kitabın Türkiye’de yayınlanması durumunda nelerin yaşanacağını hepimiz tahmin edebiliyoruz ama, gelin biz bu tahminlerle vakit kaybetmeyelim.
Dilara haberini Anadolu Ajansı’ndan dostum Abdullah Aşıran işlemiş.

Haberi okuduktan sonra yaptığım kısa bir çalışma sonucunda, Dilara’nın nasıl bir demokrasi istediğini öğrendim. Ama isterseniz önce Abdullah Aşıran’ın haberini okuyalım, ondan sonra da, Dilara’nın Hollanda’da nasıl bir demokrasi istediğine bakalım.

Anadolu Ajası’nın haberi:

Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Türk asıllı üniversite öğrencisinin ülkedeki demokrasi hakkında yazdığı kitaba büyük ilgi göstererek, “Kitap gerçekten bana hitap ediyor. Yürekten herkese tavsiye ediyorum.” dedi

Başbakan Rutte, De Blackbox Democratie (Kara Kutu Demokrasisi) kitabının yazarı 18 yaşındaki Adıyaman doğumlu Dilara Bilgiç’i makamında ağırladı.

Rutte, Dilara ile makamında yaptığı görüşmede bir arkadaşının tavsiyesi üzerine genç kızın Hollanda için yeni siyasi sistemini anlatan kitabını okuduğunu ve çok ilgisini çektiğini söyledi.

Görüşmede, kitapla ilgili düşüncelerini paylaşan Rutte, “Kitap gerçekten bana hitap ediyor. Yürekten herkese tavsiye ediyorum.” ifadesini kullandı.

Bilgiç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 16 yaşında yazmaya başladığı kitabına, Başbakan’ın ilgi duyarak makamına davet etmesinin gurur verici olduğunu belirtti.

Başbakan’ın sekreteri tarafından davet edildiğini ve daveti kabul ettiğini anlatan Bilgiç, şunları dile getirdi: “Başbakan arkadaşının tavsiyesi üzerine kitabımı okumuş ve yazarı ile tanışmak istemiş. Beni makamında ağırlaması özel bir an. Çünkü o kadar yoğunluğu arasında ve siyaset hakkında yazılan o kadar kitap arasında, kitabıma ilgi gösterip beni davet etmesi gurur verici.
Yayınevi ‘çok yüksek beklentilerin olmasın, çok fazla okunmaz’ dedi fakat hiç ummadığım yerlere kitabımın ulaşması sevindirici bir duygu.”

Bilgiç, 112 sayfalık kitabın ilk 80 sayfasında Hollanda’nın siyasi sistemini analiz ettiğini ifade ederek, “Kitabın son sayfalarında yaptığım analizlerin üzerine Hollanda’nın siyasi sistemi için alternatif çözümler sundum. Toplumsal sorunlara ve demokrasi çıkmazlarına çözümler üretmeye çalıştım. Benim yapmaya çalıştığım sadece düşünce denemesiydi.” diye konuştu.

Sadece düşünce dünyasına ufak bir katkıda bulunmak istediğini belirten Bilgiç, şöyle devam etti: “Yaptığım analiz, medyada toplum karşısına çıkan siyasetçiler tarafından yapılan çelişkili açıklamaların demokrasiye faydası mı yoksa zararı mı var onu araştırmakla başladı. Siyasette birilerini suçlamadan aslında suçu sistemde aramak lazım. Kişiden ziyade yapılan yanlışların sağlandığı sisteme bakılması gerekiyor. Ben kitabımda daha çok buna yoğunlaştım. Hollanda’daki demokrasinin tıkanıklığı hakkında yaptığım analizin yanı sıra bir alternatif çözüm sunmam Başbakan’ın hoşuna gitmiş.”

Kendisini anlatan ve ön yargılara karşı mücadeleyi içeren ikinci bir kitap yazdığını dile getiren Bilgiç, “Başbakan bu kitabıma da büyük ilgi gösterdi ve Başbakan’ın ‘Eleştiri her zaman olacaktır ama önemli olan o kişilerle gidip konuşmak ve neden eleştirdiklerini öğrenmek. Karşıdakilerin duygusunu soruşturup onu öğrenmeye çalışmak’ tavsiyesi çok hoşuma gitti. Bu da benim ikinci kitabımın konusunu içeriyor zaten.” ifadesini kullandı.

Ülkedeki bazı siyasi partilerden kendisine teklifler geldiğini kaydeden Bilgiç, “Ben bu teklifleri kabul etmedim. Farklı kültürleri birleştirmek ve farklı bir gözlükten dünyaya bakmak istiyorum. Belki ileri de siyasete girebilirim fakat şu an düşünmüyorum. Hedefim başkalarına ön yargılar olmadan bakmayı öğretmek. Ön yargılara karşı çıkmak istiyorum.” diye konuştu.

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\Dilara-Rutte (3).jpg
DİLARA NASIL BİR DEMOKRASİ İSTİYOR?

Yukarıdaki haberi okuyanların tamamı, ‘Helal olsun Dilara’ya’ diyecekler ve eleştirilere rağmen kendisini özel olarak davet ederek tebrik eden Başbakan Rutte’ye de ‘bravo’ diyeceklerdir.

Ne var ki, göğsümüzü kabartan Dilara’nın, Hollanda’da nasıl bir demokrasi istediğini yazmak bir zorunluluk olmuştur. Bunun için önce kitabı okumak lâzım. Malum, Hollanda’da kitap satın almak için yazılı başvuru yapılıyor ve kitap posta ile geliyor.
Bu kısa zaman içinde öğrenmek istediklerimi, az bir araştırma sonucunda buldum.
Bakalım Dilara kızımızın Hollanda’da istediği demokrasi nasılmış?

Dilara, Lise bitirme tezi için konu yaptığı demokrasi önerisine, ‘Filozofi Olimpiyadı’ndan da tebrik almıştı. Bundan cesaretlenen Dilara, bu çalışmayı kitap şeklinde geliştirdi ve adına da ‘Kara Kutu Demokrasisi’ dedi.

Dilara, medya ve politikacıların, baskı altında olduğunu iddia ettikleri Hollanda demokrasisini inceledi. Bu doğru bir iddia mıydı acaba?
Sağcı popülist politikacıların da, toplum içinde kopma yarattıkları doğru muydu?
Dilara, kendine göre bir demokratik sistem yarattı.

Dilara’ya göre, Hollanda halkı politikadan memnun değildi. Ama buna rağmen seçim sandıklarına yığınlar halinde gidiyorlar. Halk demokrasiye belki inanıyor ama politikacılara asla…

‘Hayret’ diye başlayan Dilara şöyle devam ediyor: ‘Medyayı iyi takip ettiğiniz zaman, hep aynı oyunun tekrarlandığını anlarsınız. Bir skandal ortaya çıkıyor, sonuna kadar inkâr sahneleniyor ve en sonunda da bir kişi sorumlu tutuluyor. Bu kişi daha sonra uzaklaştırılıyor. Muhalefet, koalisyon hükümetinin her kararına sürekli olarak ‘Hayır’ diyor. Geert Wilders bile parlamento için ‘Sahte Parlamento’.

Sürekli ip yarışına girmenin demokrasiyi ve verimliliği zarara uğrattığını belirten Dilara, halkın isteklerine de kulak tıkandığını söylüyor.
Dilara şöyle devam ediyor: ‘Politikacılar az eğitimli değildir. Buna rağmen halkın sesine kulak verecekleri yerde, sadece bilim adamlarına kulak veriyorlar. Kaldı ki halk arasında çok deneyimli kesimler de vardır. Halkın yönetim ile birlikte çalışma katkısını çoğaltmak lâzım. İşte o zaman sağlıklı bir demokrasiden söz etmiş oluruz.’

Uçak yapanların, kara kutuyu, pilotları suçlamak için değil, eksiklikleri ve arızaları görmek için koyduklarını söyleyen Dilara, kendi kara kutusunu da siyasetçiler arasında kullanmak istediğini belirtiyor.

Hollanda’da Millet Meclisi’ne ‘İkinci Oda’ deniyor. Senatörler Meclisi’ne de ‘Birinci Oda’.
Dilara, İkinci Oda’ya ‘Halk Odası’ (Volks Kamer VK), Birinci Oda’ya da ‘Yönetim Odası’ (Beleids Kamer BK) denmesini istiyor.
‘Deneyimli uzmanlardan oluşan Yönetim Odası yasa tasarıları yapmalı, seçilmiş halktan oluşan Halk Odası da yasaları onaylamalı’ diyen dilara, Bakanlar Kurulu için de şunları söylüyor:
‘Bakanlar, demokratik bir şekilde oluşturulacak uzmanlar grubu tarafından seçilmeli. Seçmenler de partilere değil, kendi isteklerine uygun (spor, din, göç ve kültür gibi) adayları seçmeli.’

İşte, 18 yaşında olmasına rağmen, yazdığı bir kitap ile Hollanda’da gündem yaratan bir Türk kızının demokrasi hakkındaki düşünceleri böyle.
Şimdi bekleyeceğiz. Başbakan Rutte, okuduğu kitabı çok beğendiğini söyledi ama, bakalım Dilara’nın kitapta yazdığı fikirleri beğenecek ve bu konuda bir girirşim yapacak mı?
Bakalım Başbakan Rutte, Dilara ile görüşmeyi bir show olarak mı, yoksa gerçekten uygulanabilecek bir konunun tarışması olarak mı değerlendirecek.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

Bu arada, kızımız Dilara’ya da bir çift sözüm olacak:
Aaaah Dilara ah!
Sen Türkiye’deki demokrasinin daha sağlıklı bir hale gelmesi için kafa yormaya kalkışırsan, kafayı yersin sanırım.
Dünyaya örnek teşkil edecek kadar ileri bir demokrasisi olan Hollanda’ya, daha iyi bir demokrasi istemek bir haktır.
Sen de hakkını kullandın.
Bir gün bir şey elde edersin inşallah!
Tabii ki bundan bizler de yararlanmış olacağız.

 

Hıristiyan aleminin, Hz. İsa’nın doğumu olarak kutladığı Noel hakkında bilmediklerimiz…

Hıristiyan aleminin, Hz. İsa’nın doğumu olarak kutladığı Noel hakkında bilmediklerimiz…

‘Noel Baba’ diye fotoğraflananlardan biri, Demreli Sint Nikolaas’tır, diğeri ise İskandinavyalı Noel Baba’dır.

Yılbaşı ise, Noel ile ilgisi olmayan, yeni bir yıla girişin başlangıç kutlamalarıdır.

 

İlhan KARAÇAY yazdı:

Hıristiyan aleminin bugün ikinci gününü kutladığı Noel Bayramı hakkında çeşitli varsayımlar dile getirilir. İskandinavyalı Noel Baba ile, Demreli Sint Nikolaas ve Yılbaşı kutlamaları birbiri ile karıştırılır.

C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\2ddd450483d974166a27bc3bb9bbcaa8.jpg C:\Users\ILHAN\Desktop\ARALIK BULTENINE GIRECEKLER\download.jpg
              İskandinavyalı Noel Baba                                          Demreli Sint Nikolaas

Gerek Noel Baba ve gerek se Sint Nikolaas gerçeğini aşağıda sizlere sunacağım.
Ama önce , 2016 yılında, eski hakemlerden olan, şimdiki spor yorumcusu Ahmet Çakar’ın bir falsosu için yazdığım yoruma bakalım.
Daha sonra da Noel Baba, Sint Nikolaas ve Yılbaşı konularına değineceğim.

İlhan Karaçay’ın Ahmet Çakar’a cevabı.
Noel Baba, adamın daniskasıdır, bacadan girmez, kapıdan girer.

Ünlü eski hakemlerimizden Ahmet Çakar, her hafta ahkam kestiği spor programlarından birinde, konularla hiç alakası olmadığı halde bir laf etmişti Laf şöyleydi:”Noel baba’yı hiç sevmem. Adam olsa kapıdan girer; niye bacadan giriyor kardeşim? Yemişim Noel Baba’yı.”
Bu lafı duyunca midem bulanmıştı doğrusu.
Kocaman ve tahsilli bir adamın ”Yemişim Noel baba’yı” gibi argo bir cümleyi kullanması hiç hoş olmadı.
Benim sevgili meslektaşım Yüksel Aytuğ da SABAH’taki (GÜNAYDIN eki de olabilir), Ahmet Çakar’ın bu hakaretini, ‘Yılın Lafı’ olarak köşesine koymuş.
‘Kocaman ve tahsilli’ dediğim Ahmet Çakar, Tıp tahsili yapmış ve pratisyen doktor olarak göreve başlamıştı. Babası Mustafa Çakar da bir hekimdi. Ama sonra hakem de oldu. Ahmet Çakar da babası gibi hekimlikten sonra hakemliğe başladı.

Tanışmışlığımız da vardır Ahmet Çakar ile.
1994’de ABD’de yapılan Dünya Futbol Şampiyonası sırasında, New York’ta aynı yemek sofrasını paylaşmıştık. Aynı masada sevgili dostum Fatih Terim de vardı. Ahmet Çakar eşi ile birlikteydi ve çok kibar bir insandı.
Ama nedense, çıktığı Tv programlarında yorumculuk yaparken ukalalığı ile göze çarpmaya başladı. O’nun bu tavrı birilerinin hiç hoşuna gitmemiş olacak ki, bir tetikçi tarafından silahla vurulmuştu.

Ne yazık kı, televizyon programlarında yorumculuk yapmakta olanların bazıları, patavatsız konuşmaları ile dikkat çekmeye çalışırlar. Bunlardan biri de benim Mersinli hemşehrim Erman Toroğlu’dur. Kendilerine verilen mikrofonları fuzuli laflarla işgal edip durur bu tip adamlar.

Biz konumuza dönelim ve Ahmet Çakar’ın Noel baba için söylemiş olduğu yakışıksız sözleri ele alalım.
Ahmet Çakar, tarihi bilmediği için böylesi bir laf etmiştir. Zira, Ahmet Çakar tarihi bilseydi, Noel Baba dediği adam ile Sint Nicolaas’ın değişik kişiler olduğunu da bilirdi. Tarihi bilseydi, evlere bacadan girdiğini sandığı kişinin Demreli (Myra-Patara) Sint Nicolaas olduğunu bilirdi.

Tarihi biliyor olsaydı, Sint Nicolaas’ın evlere bacadan girmediğini, bir eve bacadan hediye attırdığını bilirdi.

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/4/4f/Bourcq-Eglise_16.jpg/250px-Bourcq-Eglise_16.jpg D:\FOTOGRAFLARIN TAMAMI-isimlendirildi\Ilhan Karacay-Demre'de.JPG
Aziz Sint Nicolaas Demre’de yaşamış olan İlhan Karaçay Demre’de Sint Nikolaas bir bir din adamıydı. heykeli önünde.

Ben, Sint Nicolaas’ın yaşamını öğrenmek için Demre’ye gittim ve araştırdım.
Sint Nicolaas, Anadolu’nun bu şirin kentinde yaşayan sevimli bir insandı. Babası tüccardı. yani zengin bir ailenin çocuğuydu.
O’nun yaşam öyküsünü detaylı bir şekilde öğrenmek isteyenler, bu yazının altındaki uzunca öyküe bakabilirler.

Sint Nicolaas’ın ‘baca’ iddiasına gelince…

Nicolaas yardımsever bir insandı. Yaşadığı yerdeki fakirlere yardım ederdi.
Nicolaas’ın yaşam öyküsünde çeşitli rivayetler vardır.
Bu rivayetlerden birine göre, yaşadığı yerde fakir bir aile vardı. Üç kızı olan bu fakir ailenin kızları parasızlıktan evlenemiyormuş. Kızların kötü yola düşmesinden korkan Nicolaas, bu kızların evlerine pencereden hergün altın para attırırmış.
Kızlar bu durumdan çok korkmuşlar ve pencereleri kapamışlar. Sint Nicolaas, yamağı olan zenci çocuğa, ‘Dama çık ve bacadan at’ emrini vermiş.
Bu durum karşısında zengin olan baba, kızlarını teker teker evlendirmiş.

İşte, hikaye bu kadar basit.
Ahmet Çakar’ın, kapıdan girmeyip bacadan girdiğini öne sürerek hakaret ettiği Noel (Sint Nicolaas) hikayesinin aslı budur işte.

**************

Sint Nicolaas ile Noel Baba’nın aynı kişiler olmadığını, ve asıl hikayeyi öğrenmek istiyorsanız, alttaki uzun yazıyı okuyunuz.

İlhan KARAÇAY gitti, gördü ve yazdı…

Sint Nikolaas ve Myra

Hollanda’da ‘çocukların sevgilisi’ konumundaki Sint Nikolaas’ın, Anadolu topraklarındaki Myra’da doğduğunu bilenler olduğu gibi bilmeyenler de çoktur. Hollanda’da Myra’nın nerede olduğunu sorduğunuz zaman, akıllarına ilk gelen ülke İspanya olur.

Her yılın 5 aralık günü, Sint Nicolaas’ın gelişini kutlayan çocuklar hediyelere boğulur ve bu gün çocukları çok mutlu eder.

25 yıl önce, Sint Nikolaas’ın, bu gün adı Patara ve Demre olan yerlerde doğduğunu ve rahip olduğunu belirten bir yazıyı gönderdiğim Hollanda medyasından bazıları bu yazıyı kullanmış ve başta Enschede’deki Tubantia gazetesi olmak üzere bazı gazeteler ise bu yazıyı bana posta ile geri göndererek, ‘Bilginize ihtiyacımız yoktur’ gibi bir mesajla terniye sınırını aşmışlardır.
Geçen ay yolumuz Demre’ye düştü. Gittik ve Sint Nikolaas’ın rahip olduğu

kiliseyi ziyaret ettik. Sorduk, soruşturduk ve tarih sayfalarını karıştırdık. Sonuçta biz de Sint Nikolaas’ı sayfalarımıza aktarmayı yeğledik.

00188488

Bütün dünyada “Noel Baba” adıyla tanınan, Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Santa Klaus olarak bilinen Aziz Nicholaos, Anadolu’da yaşamış bir din adamıdır. Günümüz İtalya’sının Sicilya Adası, Napoli, Bari, Almanya’nın Frieburg ve hatta Amerika’da New York kentinin koruyucu azizi olma derecesine varan önemi, her yılın 6 Aralık günü (Hollanda’da 5 aralık) yapılan anma törenleri ile daha da pekişmektedir.

Günümüzde Santa Klaus, hiç şüphe yok ki, İskandinavya ülkelerindeki iyilik sever çocukların koruyucusu ve sevindiricisi olan Noel Baba efsanesi ile Myra’lı Aziz Nicholaos’ın kişiliklerinin birleştirilmesiyle, yarı dinî ve çok popüler bir tipin doğmasıyla oluşmuştur. Bu tipin kökünün İskandinavya ülkelerinin çok eski inançlarından alındığı, Noel Baba’nın geyikler tarafından çekilen bir kızakla dolaşmasından anlaşılır. Halbuki gerçek Myra’lı Aziz Nicholaos’ın yaşadığı yerler hiç kar yağmayan Akdeniz kıyılarıdır. Onun zor durumda olan çocukları, insanları koruyucu kişiliği, kuzeyin kutsal bir varlığı, belki de çok erken çağların karanlıklarında kaybolmuş bir tanrısıyla birleşerek, Noel geceleri ortaya çıkan, çocuklara hediyeler getiren sempatik bir ihtiyara dönüşmüştür. Ne derece gerçeklere aykırı olursa olsun, Hıristiyan ülkelerinde Noel Baba, özellikle çocukların heyecanla bekledikleri sevimli bir kişi olarak yaşamaktadır.

Aziz Nicholaos’ın hayatı hakkında, azizlerin birçoğunda olduğu gibi fazla bir şey bilinmez. Sonraları pek çok efsane ile hayatı süslenmiştir. Tahıl ticareti yapan bir ailenin çocuğu olduğu bilinir. Hayatına dair yazılan dinî kitaplarda, göğün bir hediyesi, ana-babasının dualarının ve verdikleri sadakaların bir meyvesi, fakirlerin kurtarıcısı olarak dünyaya geldiğine işaret edilmiş, daha bebek iken mucizeler yarattığına inanılmıştır.

Aziz Nicholaos’ın ölüm günü tüm Hıristiyanlarca 6 Aralık olarak kabul edilir. Ancak bu tarihin kesin bir kaynağa dayandığı söylenemez. Azizden bahseden en eski kaynaklar olan, VI. yüzyıla ait “Vita Sionitae” ile “Vita de Stratelatis” adlı eserler de kesin bir ölüm tarihi vermezler. Bu kaynaklarda sadece Azizin doğum yerinin, Likya’nın en büyük limanı Patara olduğu kaydedilmiştir. Hıristiyanlığın ilk yıllarında Havari Paulos’un, Patara’da kaldıktan sonra yoluna devam etmesi, Patara’ya İncil’de adı geçen kentlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır. Bu bölümde Havari Paulos’un arkadaşı Luke ile üçüncü seyahatleri sonunda, Miletos’tan Kudüs’e dönerken Patara’da kaldıkları ve buradan muhtemelen daha büyük bir gemiye binerek seyahatlerine devam ettikleri anlatılır.

Aziz Nicholaos’ın İ.S.III. yüzyıl sonlarında Patara’da dünyaya geldiği ve Myra’ya papaz olana dek, gençlik yılarının Patara’da geçtiği söylenmektedir. Gençliğinde Filistin ve Mısır’a yaptığı seyahatlerden söz edilmiş, yaşadığı devrin İmparator Konstantinos dönemi veya III. yüzyıl sonu ile IV. yüzyıl başı olduğu belirtilmiştir. Ölümünden sonra Avrupa’nın birçok kentinde adına kiliseler inşa edilmiştir ki, bunlar arasında VI. yüzyılda İstanbul’da inşa edilen Bazilika en göze çarpan yapıdır. Rusya ve Yunanistan’ın en saygın Azizi olarak tanınmış, çocukların mahkûmların, denizcilerin ve gezginlerin koruyucusu olarak saygı görmüştür.

Yaşantısı ve mucizeleri hakkında gerçekliği tartışılacak, sayısız hikâyeler anlatılmıştır. Piskopos olma kararının kehanetlere veya seçim toplantısı kararına göre, ertesi günü kiliseye giren ilk adam olmasına dayanılarak verildiği söylenir. Diğer hikâyeler, İmparator Dioeletianus devrinde (284-305) Hıristiyanlara yapılan zulümler sırasında çektiği acılarla ilgilidir. İnancından dolayı hakimler tarafından tutuklanıp zincire vurulmuş, birkaç yıl sonra Hıristiyan İmparator Konstantinos tarafından serbest bırakılarak Myra’ya geri dönmesi sağlanmıştır.

Bir başka hikâyede Azizin İ.S. 325 yılında Nicaca’da (İznik) toplanan Konsüle katıldığı anlatılır. Bir keresinde İmparator Konstantinos’un rüyasına girerek, haksızlıkla ölüme mahkûm edilmiş olanları serbest bırakmasını söyler. Bir keresinde de Mısır’dan İstanbul’a giden bir gemiden aldığı hububatla Myra halkını açlıktan kurtarır. Ancak gemi İstanbul’a vardığında yükünde hiçbir eksilme görülmez. Bu belki de Aziz’in, denizcilerin patronu olmasına bağlanan mucizelerden biridir. Çünkü, Akdeniz’de seyreden gemicilerin sefere çıkmadan önce birbirlerine iyi dilek olarak “Dümenini Aziz Nicholaos tutsun” demeleri gelenek olmuştur. Aziz’in sağlığında din adamı olarak çalıştığı Likya sahilleri, Akdeniz’in en önemli denizcilik merkezi, burada yaşayanlar da Akdeniz’in ünlü denizcileriydi. Bu nedenle, Aziz’in denizle ilgili birçok mucizesine din kitaplarında da rastlanır.

İki hikâye aynı zamanda onun, çocukların da patron azizi olduğunu gösterir. Birinde insanlar açlıktan kırılırken, kasap üç genci evine davet edip satmak için uykularında parçalar. Aziz Nicholaos, bunu duyar duymaz kasabın evine koşar ve gençleri yeniden diriltir. Bir diğerinde fakir bir tüccar, kızlarını evlendirmeye gücü yetmeyince, onları satmayı düşünür. Aziz Nicholaos, tüccarın evine üç kese dolusu para atarak, kızları kötü yola düşmekten kurtarır. Bu hikâyeden çocukların Santa Klaus gününde hediye almalarının sebebi olduğu gibi Avrupa’da rehinecilerin, dükkânlarına üç altın top asma geleneğinin de kaynağı olduğuna inanılır. Aziz’in resminin ikonalar da üç altın top ile tasvir edilmesinin sebebi de bu hikâyeye dayandırılır.

Noel Baba Kilisesi

Aziz Nicholaos öldüğünde yapılan kilise veya şapel 529 yılındaki depremde yıkılınca daha büyük belki de bazilika tipinde bir kilise yapılmıştır. Peschlow, büyük apsisin güney tarafında eşit apsisli iki küçük mekân ile bugünkü binanın kuzey yan nefinin büyük kısmının bu ilk yapıya ait olduğunu tahmin etmektedir.

Bu kilise VIII. yüzyılda zelzele veya Arap akınlarıyla yıkılmış, daha sonra tekrar yenilenmiştir. 1034 yılında Arap donanmasının denizden yaptığı akınlarla harap olmuştur. On yıl harap durumda kalan kilisenin 1042’de Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monomakhos ve eşi Zoe tarafından tamir ettirildiği kitabesinden anlaşılmaktadır. XII. yüzyılda binaya bazı ekler yapılmış, kilise tekrar onarılmıştır.

XIII. yüzyılda Türklerin eline geçen Myra’da, kiliseyi serbestçe ibadet etmek için kullandığını ve kilisede bazı onarımların yapıldığını anlıyoruz. 1738’de büyük kilisenin yanındaki şapel tamir edilmiştir. 1833- 1837 yılları arasında Anadolu’yu gezen C. Texier, Myra’ya da uğramış ve kitaplarında kiliseden bahsetmiştir. Ondan on yıl kadar sonra 1842 yılı Mart ayında Teğmen Spratt ile Prof. Forbes de Myra’ya gelmiş, kilisenin bir krokisini çıkarmışlar ve kilisenin yanında bir manastırın olduğunu görmüşlerdir. 1853 yılında Kırım Harbi sırasında Ruslar kilise ile ilgilenmişler ve burada bir Rus kolonisi kurmak için Anna Golicia adındaki Rus kontesi adına toprak almışlardır. Ancak Osmanlı Devleti işin siyasî yönünü farkedince Rusların aldıkları toprakları geri almış, yalnızca kilisenin onarım istekleri kabul edilmiştir. Böylece 1862 yılında August Salzmann adında bir Fransız, Nicholaos Kilisesi’nin onarımı ile vazifelendirilmiştir. Bu restorasyonlar kilisenin aslını bozacak kadar kötü yapılmıştır. Bu restorasyon sırasında 1876’da bugün görülen çan kulesi de ilave edilmiştir.

Birçok kentin koruyucu azizi olan Noel Baba’ya adanmış iki bine yakın kilise bulunmaktadır. O’nun yaşam öyküsü ve mucizeleri birçok kitapta yer almış, ancak en eskisi 750-800 yılları arasında Byzantion’da Stadion Manastırı Başkeşişlerinden Michael tarafından yazılmıştır.

IV. yüzyılda burada bulunan tek kubbeli kilisenin güneyine VIII. yüzyılda haç şeklinde bir şapel ile kuzey tarafına da eklemeler yapılmıştır. Ayrıca 1862-63 senelerinde de binaya dış narteks ile iç narteksin bazı kısımları ilave edilmiştir. Bugün iki sütunu ayakta kalmış bir avludan bir iki basamakla Bizans Devri’nde ilave edilmiş güney nefine inilir. Haç biçimli bu bölümün doğu kısmında üç kemerli pencereye sahip bir apsis yer alır. Apsisin önünde orijinal stylobat ile ortasında altar kaidesi hâlâ görülür. Apsis nişinin içinde yer yer renkleri kaybolmuş ve belirsizleşmiş aziz figürleri vardır. Bunların altındaki küçük niş içindeki fresko Noel Baba’ya aittir. Bu bölüm ve esas kilisenin güneydoğu şapelinin tabanlarında farklı desenlerde mozaik panolar görülür. Batı yönünde merdivenlerin karşısındaki niş içerisinde İsa, Meryem ve Yahya freskoları vardır. Buradan iyi muhafaza edilmiş kapı bizi, lahitlerin bulunduğu kısma, yani haç biçimli şapelin uzun kısmına çıkartır. Lahitlerin yer aldığı nişler içindeki freskolar bugün net olarak görülmese bile çeşitli aziz tasvirlerini içeren freskolar ile bezenmiştir. Kuzey duvarındaki ilk nişle sütunların üzerinde Meryem freskosu ilginç örneklerdir. Noel baba freskosunun bulunduğu ikinci niş sütununun ters konduğu yazılarından anlaşılmaktadır.

Nişler içinde yer alan lahitlerden birinci niş içindeki akarthus yaprakları ile süslü Roma Devri lahdinin Noel Baba’ya ait olduğu kabul edilir. Hatta Noel Baba’nın denizcilerin de azizi olmasından dolayı lahdin üzerinin balık pulu desenleriyle süslendiği söylenir. 20 Nisan 1087’de Bari’li korsanlar, Noel Baba’nın kemiklerini almak için lahdi kırmışlar, bazı kemikleri alarak Bari’ye götürmüşlerdir. İkinci niş ile karşısındaki nişte bulunan lahitler sadedir. Burada nişler içindeki lahitlerden başka yerde iki mezar daha bulunmaktadır. Buradan bir kapı ile kilisenin iri blok levhalarla döşeli avlusuna geçilir. Avluda ise bir niş içerisinde boşaltılmış iki mezar bulunur. Yanında bulunan mermer üzerinde haç ve çapa motifi Noel Baba için yapılmış olmalıdır. Solda duvar içine yerleştirilmiş mezardaki kitabede 1118 tarihi yer alır.

Avludan önce dış nartekse, sonra üç kapı ile ana mekâna (naos) açılan iç nartekse geçilir. Burası gruplar halinde piskoposların resmedildiği freskolarla süslenmiştir. Buradan geçilen esas mekân üç kemerle yan neflere açılır. Ana mekânın güneyinde iki nef vardır. İkinci nefte niş içindeki lahitte Noel Baba’nın mezarı olduğu söylenir ise de üzerindeki kadın erkek kabartması bunun böyle olmadığını gösterir. Yan nefin karşısındaki niş içerisinde ise bir başka mezar vardır. Kuzey nefin kubbesinde Hz. İsa ve 12 havarinin freskoları bulunur. Yanda ise yan nefin kazısı yapılmaktadır. Bu kazının yapıldığı nefin batı kısmında ise üç oda bulunur. Binanın ortasında pencereli ve kasnaklı bir kubbenin olması gerekirken, Salzmann yaptığı tamir sırasında mekânın üstünü kapatarak, kesme taştan kaburgalı büyük bir çapraz tonoz kullanmıştır.

Aziz Nicholaos’ın piskoposluk yaptığı ve bu nedenle tüm Orta Çağ boyunca ününü sürdüren Myra önemli bir Lykia kenti olup ismi “Yüce Ana Tanrıçasının yeri” anlamına gelmektedir. Lykia dilinde “Myrrh” olarak geçen Myra, Demre ovasını kuzeybatıdan çeviren dağların denize bakan yamacına kurulmuştur. Önce bugünkü kaya mezarlarının üzerindeki tepeden kurulan şehir daha sonraları aşağıya inerek genişlemiş ve Lykia’nın çok önemli altı büyük kentinden birisi olmuştur. Kentin M.Ö. IV. yüzyılda basılan ilk sikkesi üzerinde ana tanrıça kabartması vardır.

Antik kaynakların M.Ö. I. yüzyıldan itibaren Myra’dan bahsetmelerine rağmen, kaya mezarlarından ve bastıkları sikkelerden, şehrin en az M.Ö. V. yüzyılda varolduğu anlaşılmaktadır.

Şehrin içinden geçen Demre Çayı (Myros) deniz ticaretini geliştirmiş ancak korsanların kolayca baskın yapmalarına neden olmuştur. Bu nedenle Myralılar limanları Andriake’de, nehrin ağzına bir zincir gererek bu baskınları durdurmaya çalışmışlardır. M.Ö. 42’de Sezar’ı öldüren Brutus asker toplamak için Lykia’ya gelmiş, Xanthos’u aldıktan sonra komutan Lentulus’u para toplamak için Myra’ya göndermiştir. Myralılar buna karşı çıkmışlar ve kendilerini müdafaa etmeye çalışmışlarsa da komutan nehrin ağzına gerilen zincirleri kırarak şehre girmiştir. M.S. 18’de Tiberius’un evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina burayı ziyaret etmişler ve Myralılar limanları olan Andriake’ye onların heykellerini dikerek kendilerine olan saygılarını göstermişlerdir. M.S. 60’da ise St. Paul Roma’ya giderken Myra’da gemi değiştirir. Eski kaynaklar Myra ile Limyra arasında gemi seferlerinin yapıldığını kaydederler.

Lykia Birliği’nin metropolisi olan Myra M.S. II. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş, burada Lykialı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı yapılmıştır. Örneğin Oinoandalı Licinius Langus 10.000 dinar vererek tiyatro ve portikoyu yaptırmıştır. Ayrıca Rhodiapolisli ve Kyeanaili Iason’un da Myra’nın imarı için çok yardım ettigini kitabelerden anlıyoruz. Aziz Nicholaos’ın Myra’da başpiskoposluk yaptığı II. Theodosion (408 – 450) zamanında Myra’nın Lykia Bölgesi’nin başşehri olduğu bilinmektedir. Şehir, VII. yüzyıldan başlayarak IX. yüzyıla kadar devamlı Arap akınlarına uğramış, 809 yılında Harun El Reşit’in komutanlarından birisi Myra’yı zaptetmiştir. 1034 tarihinde Arapların yaptığı deniz hücumlarında St. Nicholaos Kilisesi yıkılmıştır. Arap akınlarının verdiği huzursuzluk, Myros Çayı’nın sık sık taşması, bu taşma nedeniyle gelen toprakla bazı yapıların dolması ve bu arada meydana gelen depremler şehrin terk edilmesine neden olmuştur.

Tiyatronun üzerindeki dağda bulunan akropolde fazla bir şey kalmamıştır. 1842’de Myra’yı ziyaret eden ve akropole çıkan Spratt burada küçük taşlardan başka bir şey kalmadığını görmüştür. Roma Devri’nden kalma şehir surlarında yer yer Hellenistik Devir’den kalma ve hatta M.Ö. V. yüzyıla ait olan duvar kalıntıları bulunmaktadır. Tiyatronun yakınında şehre doğru giderken, yolun sonunda hamam veya bazilika olabilecek geç devir kalıntıları görülmektedir.

Myra’nın su ihtiyacı Demre deresinin aktığı vadi kenarındaki kaya yüzüne açılan kanallarla karşılanmaktaydı. Bugünde bu kanalları görmek mümkündür. Myra’nın diğer yapıları bugün toprak altında olup gün ışığına kavuşacakları zamanı beklemektedirler. Myra’ya gelirken yol üzerindeki Karabucak mevkiinde, günümüze kadar iyi korunmuş Roma Devri mezar anıtı dikkati çeker.

Çay ağzındaki Myra’nın limanı olan Andriake’nin üzerinde kehanet merkezi olmasıyla ünlü Sura antik kenti Sura’dan birkaç km uzaklıktaki Gürses’te ise Trebenda antik kenti yer alır. Myra’nın görkemli tiyatrosu oldukça sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Arkasındaki dik dağın yamacında kurulan tiyatronun caveası büyük ölçüde kayalara oyulmuştur. Tiyatro daha sonraları arena olarak da kullanılmış, bu nedenle bazı düzenlemeler yapılmıştır.

Kaya mezarlarıyla ünlü Myra’da mezarlar hemen tiyatronun üzerinde ve doğu taraftaki nehir nekropolü denilen yerde olmak üzere iki yerde toplanmıştır.