KONUMLARINI HİÇE SAYAN SOSYAL MEDYADAKİ ‘İSTEMEZÜK DÜŞKÜNLERİ’
Haber ve yorum takip etme zorunluluğu olan bazı yöneticiler, ‘Bana yazı göndermeyin’ lüksüne kaçıyorlar.
Facebook ve Messenger hakkında bilinmeyenler…
İlhan KARAÇAY yazdı:
Değerli Okurlarım,
Çağımızın Alamet-i Farika’sı olan internetin yarattığı sosyal medya, milyonların katılımı ile, insanların en çok buluştuğu bir mecra (*) oluyor.
Email, twitter, instagram, whatsApp, messenger, facebook ve daha bir çok dalda yazışan ve görüntülü konuşan milyonlarca insan bu durumdan çok mutlu oluyorlar.
Haberleşmenin de kurtarıcısı olan internetin imkânlarından yararlananlar da bu durumdan çok memnun.
Ne var ki, bu imkânların tümünden yararlanmak isteyen bazıları işgüzarlık yapıyorlar ve kendilerine gelen mesajları gönderenlere, ‘Bana mesaj göndermeyin’ tepkisinde bulunuyorlar. Tepki koyanların bazıları haklı da olabilirler. Zira öyleleri var ki, uygun olmayan ahlâksız yazı ve görüntü gönderiyorlar.
Ben şahsen, okumak ve görmek istemediğim mesajları bir ‘tıklama’ ile atıyorum veya göndereni bloke ediyorum. Böylece hiç kimse ile muhatap olmuyorum.
Benim gönderdiğim haber ve yorumlar, 27 bini email olmak üzere 30 bin adrese gidiyor.
Haber ve yorumlarımı beğendiklerini ve yararlandıklarını belirten binlerce mesaj alıyorum. (Bu mesajları bir gün sizlere sunacağım) Tabii ki, arada bir ‘Bana mesaj göndermeyin’ diyenler de oluyor.
Ama bazıları var ki, sadece ‘Mesaj göndermeyin’ lafı ile kalmıyor, hakarete varan laflar da ediyor. Böylesi kişilere, ‘Ne oldu kardeşim, sana ahlâksız porno mu gönderdim, bu ne şiddet’ diye yazıyorum.
Bazıları da, kendi konumlarına hiç değer vermeden, ‘Bana mesaj göndermeyin’ uyarısında bulunuyorlar. Bunların arasında medyacı olduğu gibi, konumu itibarıyla haber ve yorum okuması gerekli kişiler de var.
Örneğin, büyük bir gazetede hem yönetici ve hem de ekonomi yazarı olan bir şahıs da bana mesaj göndermiş ve ‘Yazılarınız ilgi alanımda değil’ demişti. Bu medya mensubu benden gerekli cevabı almıştı.
İnternet ve sosyal medyanın nimetlerinden yararlanmak istedikleri halde, kendilerine gönderilen mesajlardan rahatsızlık duyup, göndericilere rencide edici tepki gösterenlere bir çift sözüm var:
‘Benim email adresimi nereden aldınız veya buldunuz’ diye soranlar, internetin gücünden habersiz gibiler. Size gelen email mesajlarını okumak istemiyorsanız, bir tık ile atabilirsiniz veya o kişiden gelen mesajları bloke edebilirsiniz. Size haber veya yorum gönderme nezaketinde bulunanlara, ‘Bana mesaj gönderme’ diye yazarak rencide edici yolu seçmeyiniz.
İnternetin bir de messenger denen olağanüstü bir haberleşme servisi vardır.
Facebook hesabı olanlar, isim araması yaptıkları zaman, facebook hesabı olan herkesi bulabiliyorlar. Messengeri açanlar ise binlerce adres ile karşılaşıyorlar. Elinizdeki haber ve yorumu kime göndermek istiyorsanız, o ismi tıklayarak gönderebiliyorsunuz.
Bu da yetmezmiş gibi, sizde telefon numarası olmadığı halde, messengerdeki telefon işaretini tıkladığınız zaman görüşme yapabiliyorsunuz. Hem de görüntülü olarak.
İşte, bu imkânların sağlanmış olduğu bir sistemde yer almak isteyenler, yazışma ve hatta telefon rahatsızlığına da katlanmalıdır. Rahatsızlık duymamak için, insanları rencide edeceğiniz yere, sosyal medyadan uzak durmak daha akıllı ve medeni bir tutum olur.
Değerli okurlarım, isterseniz, Facebook ve Messenger sistemini bir bilenin diliyle anlatayım:
Dünya çapında en çok kullanılan mesajlaşma uygulamalarından biri olan Messenger, Facebook hesabı olmadan artık kullanılamıyor.
Facebook’un mesajlar kısmının bir uygulamaya dönüşmüş hali olan Messenger, dünya çapında en çok kullanılan mesajlaşma servislerinden biri. Hatta uzun süredir Facebook’u sadece mesajlaşma için kullanan birçok kişi bulunuyor. Birçok kullanıcı da Meesenger’ı kullanmak zorunda olduğu için Facebook’u kullanmak zorunda kalıyor.
Facebook olmadan Messenger kullanılamayacak!
Facebook hesabı olmayanlar artık Messenger servisini kullanamayacak.
Facebook hesabı olmayan kullanıcıların da kullanabildiği Messenger servisi, Facabook hesabı olmayan kullanıcılara kapatıldı.
Facebook’un mesajlaşma servisi olarak kullanılan ve oldukça popüler olan Messenger servisi bugüne kadar Facebook hesabı olmayanlar tarafından da kullanılabiliyordu. Fakat Facebook tarafından alınan bir kararla Messenger servisi için önemli bir gelişme yaşandı. Artık Facebook hesabı olmayanlar Messenger servisini kullanamayacak.
Facebook’un popüler mesajlaşma uygulaması Messenger, Facebook’tan ayrı bir uygulama olarak kullanıcılara sunulduktan sonra, Facebook hesabı olmaksızın da kullanılabiliyordu. Kullanıcıların telefon numaralarını kullanarak mesajlaştıkları Messenger servisini, artık sadece Facebook hesabı olan kullanıcılar kullanabilecek.
Facebook tarafından alınan bu karar ile, Facebook hesaplarının Messenger’a bağlanması zorunlu hale geliyor. Messenger’a Facebook hesabı olmadan giriş yapabilmeyi engelleyen bu durumda kullanıcılar yeni bir Facebook hesabı oluşturmak ya da mevcut hesaplarını aktif hale getirmek zorunda kalacak.
Facebook, WhatsApp için de bu kararı alabilir!
Facebook tarafından Alınan Messenger kararı sonrasında, neden bu şekilde bir karar alındığı konusunda bir çok soru akla gelse de, kullanıcıların Facebook hesaplarını kapatmalarında yaşanan artış herhalde bu sorunun temelinde yatıyor gibi görünüyor. Facebook tarafından alınan bu karar sonrasında kullanıcılar Facebook’un bünyesinde yer alan WhatsApp için de aynı kararı alacak mı sorusunu gündeme getirdi.
Kaliforniyalı Kongre Üyesi: Facebook, Instagram’ı Satın Almasaydı Dünya Daha Güzel Bir Yer Olabilirdi
Sosyal medya devi Facebook’un Instagram’ı da satın alması sonucunda bir kaos meydana geldi. Birçok kişiden eleştiri alan bu hareket, son olarak Kaliforniyalı bir kongre üyesi tarafından eleştirildi.
Facebook’un liderlerinin ve ortak kurucularının geçtiğimiz yıl boyunca şirketten ayrılması herkesin kafasında bir soru işareti oluşturdu. Tüm bunlar bir sır perdesi gibi görünse de New York Times’ın bugünkü haberi sonucunda bir fikir ortaya atılmış olabilir.
Görünüşe göre Zuckerberg, yalnızca WhatsApp, Instagram ve Facebook Messenger gibi ürünleri Facebook’a daha bağlı bir hale getirmek istemiyor. Farklı platformlardaki insanları da kendisine bağlamayı planlayan Zuckerberg, örneğin Facebook hesabı olmayan bir insanın Instagram üzerinden biriyle konuşabilmesini de mümkün kılmayı amaçlıyor.
Bu durum kulağa başta güzel gelse de Kaliforniyalı bir kongre üyesi çileden çıkmış gibi görünüyor. ABD Temsilcisi Ro Khanna, bu konuyu sosyal medyaya taşıdı ve Instagram yetkililerin en başında güven konusunda adı karalanmış olan Facebook’a platformu satmamalarının gerektiğini belirtti. Khanna ayrıca Facebook’la olan bağlantıları sebebiyle Instagram’ın da endişeler oluşturduğunu belirtti.
Mecra (*)
Mecra kelimesi kökeni Arapçadan gelen ve Türkçede yerleşik olarak değerlendirilen sözcüklerden biridir. Aslında anlamı açısından yanlış bilinen sözcüklerden biri olarak öne çıkıyor. Gerçekte ise iki farklı anlamı bulunmaktadır. Genelde mecra kelimesi dendiği zaman basın ve yayın söz konusu olsa dahi bununla herhangi bir ilgisi yoktur.
Türk Dil Kurumu açısından bakıldığı zaman mecra kelimesi iki farklı anlamı ile değerlendirilir.
– Akarsu yatağı
– Bir işin gidişi ve bir olayın doğrultusu
Bu şekilde her iki anlamı üzerinden de kullanılabilir.
Mecra aslında Türkçede platform veya basın yayın ile beraber herhangi bir alan şeklinde de ifade edilmektedir.
Hollanda Diyanet Vakfı (HDV), kuruluşunun 40’ıncı yılı dolayısıyla, bu ülkede büyük özveriler ile kurulmuş olan 148 HDV camisinin iyi bir şekilde tanımını sağlamak için bir yarışma düzenledi.
İslam Enstitüsü işbirliği ile, HDV camilerinin kuruluşu, tarihçesi, kültürel mirası ve
fonksiyonları konusunu ele alacak olan yarışmaya başvuru 28 Ocak 2022 tarihine kadar devam edecek.
‘HDV Medya Okulu Projesi’nin ilk etabını başarı ile tamamlayan 13 gencimizin de yarışacağı belgesel yarışması, diğer meraklılara da açıktır.
Birinciye 1.500, ikinciye 1.000, üçüncüye 500 euro ve mansiyon ödülleri, yapılacak olan bir ödül töreninde verilecektir.
HDV Başkanlığından yapılan açıklamada, ‘Hollanda’daki Müslüman Türkler tarafından büyük özverilerle kurulmuş olan HDV camilerinin her biri, bir tarihi içinde barındırmaktadır. Hollanda Diyanet Vakfı, bu tarihi yetenekli gençlerimiz aracılığıyla tarihsel bilince dönüştürmek, arşivlemek ve Hollanda tarihine not düşmek amacındadır. ‘HDV Cami Belgeseli’ yarışması bu uzun soluklu projenin ilk etabıdır.’ denilmektedir.
Biraz müstehcen oldu ama, varsın bir pazar günümüzde de biraz müstehcenleşelim.
Diş doktoru OYA BİİLİR oyabilirmiş, Jinekolog KAYA BİLİR kayabilirmiş…
Kısa bir yazı ile Pazar neşelenmez. En iyisi size ben uzun bir şeyler yazayım ki pazarınız neşeli olsun.
İsimler, bazen olumlu, bazen de olumsuz etkiler yaratabilir.
Bakınız Ufuk Yurtseven dostumuz isimler konusunda neler yazmış.
Diş hekimi Oya Bilir ve jinekolog Kaya Bilir efsanesi yıllardır sürer. Kaya Bilir’i bilmiyoruz ama Oya Bilir gerçekten de var. Adıyla mesleğinin uyumlu olması onu Türkiye çapında bir şöhret haline getirdi. İsimler ve soyadları ister istemez kişinin kariyerini etkiliyor. Hele ‘ilginç’ bir isme sahipseniz bu kaçınılmaz. Ama illa çarpıcı bir isim olması gerekmez. Mesela, uzmanlara göre, en yaygın erkek isimlerinden Mehmet, karşıdakinde güven hissi uyandırıyor. Sakıp ve Serdar ise zenginliğin sembolü olarak görülüyor.
İnternette sürekli dolaşan ilginç isimler vardır. En meşhurları da diş hekimi Oya Bilir ile jinekolog Kaya Bilir. Bünyamin Dana, Şaban Tren, Sadık Öküz, Duran Tekerlek, Coşkun Aptal da, internet geyikçilerinin sevdiği isimlerdendir. Bunların hangileri gerçek hangileri efsane bilinmez ama bir şekilde akılda kaldıkları kesin.
Türkiye’de en çok kullanılan isimler kadınlarda Ayşe, Emine, Hatice, Zeynep; erkeklerde Mustafa, Ali, Hasan, Ahmet, Mehmet. Akrofonolog (isim bilimcisi) Kemal Haluk Cebe isimlerin insanın kariyerini çok etkilediğini söylüyor. K harfi kariyeri temsil ettiği için, isimde bu harfin olmasını tavsiye ediyor. İnsanda güven hissi uyandıran isimlerin başında ise Mehmet geliyor. Cebe, Türk askerine bu yüzden Mehmetçik dendiğini düşünüyor. Buna karşılık, insanda en çok tedirginlik yaratan, olumsuz düşüncelere iten isimler ise Harb ve Mürre imiş. Eğer güçlü bir isim istiyorsanız ismin içinde D ve G harfleri olması gerekiyormuş. A harfiyle başlayan isimler de bu anlamda çok önemli imiş.
İsmin, insanlar üzerinde son derece tesirli ve önemli bir etken olduğunu belirten Cebe, ilk anda size çok sempatik gelen bir ismin adeta ruhunuzu okşayacağını ve o kişiye karşı çok yoğun ilgi duyabileceğinizi söylüyor.
Meslek guruplarında öne çıkan isimleri tek tek ayırmak son derece uzun süreceğinden Cebe isimlerin içesindeki harflere göre kategorize ediyor, mesela:
L harfi, sanatla ilgili işler yapanlar için ideal. El marifetiyle çalışan herkes için de öyle.
B ve A harfleri, satış ve pazarlamada çalışanlar,
İçinde M ve A olan isimler serbest ticaret yapanlar,
S harfinin isim ve soyadında olması üretici faaliyetlerde ve planlamada çalışanlar,
Z harfi araştırma ve geliştirmede çalışanlar ve
İ ve P aynı isimde yer aldığında psikoloji vetıp alanında çalışanlar için ‘ideal’ harfler.
Soyadları öne çıkıyor
İsim değiştirmenin hem kariyeri hem de hayatı değiştirmek olduğunu söyleyen Cebe, ismin kişinin ruhsal bedeniyle bir bütün halinde titreşimleri yaratması gerektiğini düşünüyor:
“5.000 yıl öncesinden Çin’de çocuk doğmak üzereyken ‘isim koyucular’ çağrılırdı. Bu kişiler çocuğun doğum anında çıkarttığı sesten ona uygun titreşimdeki ismi koyarlardı.”
İsimler iş ilişkilerinde de son derece etkin imiş. Birlikte çalışan kişilerin isim titreşimi eşit seviyede ise iyi bir ortaklık oluyor, diyen Cebe, soyadın isimle birlikte titreşim yarattığı için çok etkili olduğunu, bugün birçok firmada daha ziyade soy isimler ön plana çıkarıldığını söylüyor. Sabancı, Demirören ve Koç gibi… “İsim ve soyadı iyi bir bütünlük yaratan frekansı yakalarsa harika bir kariyer olabilir” diyen Cebe hem kadına hem de erkeğe konan (Yüksel gibi, Işık, İsmet,Servet gibi) isimlerin de iş hayatında çok fazla olumsuzluk yaratmadığını söylüyor.
Zenginliğin sembolü Sakıp ve Serdar
Zenginliğin sembolü 2 isim var diyen Cebe bu isimlerin de Serdar ve Sakıp olduğunu söylüyor. Sakıp Sabancı’nın isminin müthiş bir özelliği olduğunu belirten Cebe;
Başta bulunan S harfinin çok iyi proje üretme
A harfinin algılama ve mantığı iyi kullanma
K harfinin yüksek seviyede kariyer
I harfinin hassas ve duygusal olduğu
P harfinin de kendine olan güven anlamına geldiğini söylüyor.
Soyadın ilk harfi olan S, üretilen projeyi çok iyi değerlendirme
A harfi yeri geldiğinde atılgan ve enerjik olduğu
B harfi önsezilerinin güçlü olduğu
Diğer A harfi mantık ve algılama kuralları
N harfi önsezilerini kullaranak iş yapma
C harfi güzel sanatlara karşı olan duygusallık anlamına geliyor.
Bir diğer önemli isim ise Serdar. İsimden sonra gelen harflerin kullanımı isimleri son derece etkiliyor.
Göbek adınızı kullanın
Ad, soyad ve göbek adı kullanınca çok uzun oluyor, hoş durmuyor diye düşünmeyin, Cebe bunun tam tersini söylüyor. “8 tane isim koyun o daha iyi olur. İspanyolların, Portekizlilerin isim enerjileri çok daha farklıdır. 8-9 isimleri vardır. Ne kadar çok isim ve harf olursa sizin enerjiniz daha çok tetiklenir. Ben göbek adlarını mümkün olduğu kadar kullanmalarını tavsiye ediyorum.”
Meclis’te en çok Mehmet var
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki 542 milletvekili arasında en yaygın isim Mehmet. Meclis’te 57 Mehmet, 24 Ali ve 21 Mustafa bulunuyor. Kadın milletvekillerinde ise en yaygın isim 5 kişiyle Fatma. Arkasından da 4 Ayşe geliyor.
Herkes bize Akcennet diye iltifat ederdi
Selin Karacehennem (Psikolojik Danışman Evlilik ve İlişki Terapisti, Yaşam Koçu): 4 sene hergün canlı olarak “Evlilik Sanatı” altında telefon üzerinden terapi yaptım. 2 aydan bu yana da ulusal bir kanalda aynı programı yapıyorum. Bu zaman zarfında insanlara faydalı oldum ki, gerek kitaplarım gerek programlarım beğenilerek devam ediyor. İlk zamanlar bu çok ani meşhur oluşum bazı medya kurumlarını rahatsız etmiş ki; soyadım üzerine gereksiz yazılar çıktı. Ancak, şu ana kadar danışanım veya harici kişiler soyadımı hiç konu etmedi. Kariyerim özellikle bundan çok yarar gördü. O zamanlar ismimi hatırlamayanlar, soyadımdan hatırlayarak beni buluyorlardı. Evlenmeden önceki soyadım olan Özkök’ü de araya ekleyerek programlarımı yapıyor, yazılarımda kendimi Selin Özkök Karacehennem olarak tanıtıyordum. Konuk olarak gittiğim pek çok televizyon veya radyo programlarında iyi niyetli dahi olsalar soyadımın bana niçin böyle olduğu soruldu. Ancak ben her seferinde tarihi bir soyadı olduğunu tekrarladım. Şöyle ki 2. Mahmut zamanında, tarihte “Vakkayı Hayriye” diye geçen yeniçerilerin ortadan kaldırılmasına sebep olan Karacehennem Paşa’nın (yani eşimin büyük büyük dedesinden) olduğumuzu tekrarladım. Soyadımız daha önceleri de bilhassa çok uzun seneler yaşadığımız Amerika’da uzunluğu dolayısı ile zor bulunurdu. Türkiye’de ise çok gülünürdü.
Ancak şahsımızla tam tezat soyadı olduğu için herkes bize “Akcennet” diye iltifat ederlerdi.
‘Adım ve soyadım sana teminattır’
Güven Kurtul (Avukat): İsmimi mühendis olan babam vermiş. İlerde mesleğimin ne olacağını kesinlikle düşünmemiş. Zaten mimar olmak istiyordum fakat Hukuk Fakültesi’ni tutturdum. Adımın, soyadımın ve mesleğimin bir bütün olarak çok etkili bir uyum arz etmesinin, gerek mesleğimde, gerekse politik çalışmalarımda büyük yararını gördüm. Dava veren müvekkil, tabii huzursuz ve endişeli olduğundan davayı kazanıp kazanamıyacağımızı sorduğu zaman, “Güven Kurtul. Adım ve soyadım sana teminattır” diyerek daha baştan moral veririm. Keza, davaya bakan yargıçlar dahi, adımı ve soyadımı okudukları zaman tebessüm ederek ve espri yaparak davaya daha baştan olumlu bir hava içinde bakıyorlar. Diğer yandan, 1983 senesinde bürom Sarıyer’de idi. Rahmetli Turgut Özal da Sarıyer Yeniköy mahallesinde oturuyordu. Anavatan Partisi’ni kurarken, Sarıyer’de tabelamı görmüş, beni araştırmış ve Sarıyer İlçe Başkanlığı görevini bana vermişti. Bir yıl sonra yapılan mahalli seçimlerde İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi üyeliğine seçildim ve 5 yıl Meclis Başkanlığı yaptım. Böylece adımın ve soyadımın yararını politikada dahi gördüm. Gerek dava veren müvekkiller gerekse siyasi çalışmalarımda vatandaşlar adım ve soyadımdan dolayı daha çok güven ve sempati duymuşlardır. Adım ve soyadımın doğurduğu izlenim ve pozitif enerji daima ortamı müsbet olarak etkilemiş, espri ve takılmalara neden olmuş, böylece pek çok dost ve çevre edinmiş oldum. Bu nedenden dolayı, isim ve soyadın insan hayatında çok önemli etkileri olduğuna tanık oldum.
İsmimle şoka girenler, soyadımı duyunca bitiyor
Oral Sökücü (Diş Hekimi): Ailemde hiç diş hekimi yok. Bu isim bana verildiğinde anlamını ne annem ne de babam biliyormuş. Kıbrıs Barış Harekátının cereyan ettiği dönde doğmuşum. Annem ve babam da Almanya’da yaşıyordu. Kıbrıs harekátı esnasında uçağının düşmesi sonucu bir pilotumuz şehit oluyor. İsmi de Oral. Muhtemelen bizimkilerin de vatan hasretinden dolayı bu isme karar veriyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse diş hekimi olana kadar hiç etkisi olmadı. Taa ki fakülteye ayak basana kadar. Üniversiteye başladığımın 2 veya 3’üncü günü diş hekimliği fakülte panosunda bir kalabalık öğrenci topluluğu gördüm. Öğrenciler panoya bakıp kahkaha atıyorlardı. “İsme bak, Oral Sökücü. Kim bu doğuştan fanatik diş hekimi?” diye güldüklerini görünce olayın ciddiyetini anladım. O günden sonra klasik olarak çoğu ilk tanıştığım kimseler annem ya da babamın bir diş hekimi olduğunu düşündüler. Ben de ısrarla olmadığını söylemekle zorunda kaldım. Ve böyle de geçecek sanırım. Hastalarımın çoğu çocuklardan oluşuyor, o yüzden onların tepkisi olmuyor. Ama ebeveynlerinin ve bilhassa doktor olanları ilk etapta şaşırıyor. Daha sonra ifadelerinde “doğru adreste olduklarını” düşündüklerini söylüyorlar. Yani ismimin bana pozitif bir etkisi olmuştur. Adım daha az unutulan bir isim oldu. Mesela şu an yeni göreve başladığım Gaziantep Üniversitesi’nde tanıştığım öğretim üyeleriyle ismimi söyleyince “o siz miydiniz” diyorlar. Adımın meslekle ilgili olmasından dolayı daha popüler daha tanınır olduğumu düşünüyorum. Özellikle bu ismin anlamını bilen bireyler zaten belirli bir sosyo ekonomik seviyede olduğu için (bilhassa doktor) bana hep faydası olmuştur. Mesela henüz daha yeni diş hekimliği fakültesi öğrencisi iken dekan yardımcımız yanına çağırıp “Adın ne güzel ben de çocuğum olursa adını Oral koyacağım” demişti. O zaman arkadaşlar arasında havam inanılmaz artmıştı. Ben de tabii bir de isime ilaveten soy isim faktörü var. İsmimde şoka giren bireyler soy ismi de duyunca tamamen iptal oluyorlar. Yurt dışında bir kongrede konuşmamı yaptıktan sonra bir yabancı meslektaşımla tanıştım. Bana yabancı menşeili misin diye sordu.(Muhtemelen isim yabancı bir anlamı olunca) “Hayır Türküm” dedim. Bana güldü ve “Mesleğinle uyuşmuş” dedi gülerek. Ben de “Soy isimimi söylemeyeyim buna kalbiniz dayanmaz” dedim. Soyadımın yabancı dilde anlamını söyleyince ilk önce inanmadı şaka yaptığımı sandı. Ama gerçek olduğuna inandıktan sonra gülen yabancı meslektaşımı kahkaha komasından çıkarmak oldukça güç oldu.
İLGİNÇ İSİMLERİYLE NASIL ‘GEÇİNİYORLAR’?
Çocukken başıma dert oldu, sonra sermayeye dönüştü
Aşkım Kapışmak (Davranış Bilimleri ve İletişim Uzmanı): Aşkım ismini rahmetli anneannem koymuş ve ben doğduğumda kucağına alıp: “Herkes sana Aşkım desin, seni sevsin” demiş. Soyadıma gelince, gerçek soyadım, yani dedeminki, Kapışmaz ama nüfus memurunun gazabına uğrayanlardanım. Kapışmak yapmış ve hayatımın değişmesine yol açan kişi olmuş. Çünkü ismim sevgiyi, aşkı, soyadım ise aşkta kavgayı çağrıştırıyor.
Kurumlarda ikili ilişkiler ve iletişim seminerlerini stand-up şeklinde veriyorum. Bu yüzden de adımı soyadımı sahne adı zannediyorlar. Yıllar önce adım ve soyadım birkaç gazetede haber olunca, TV programlarından teklifler gelmeye başladı. Tüm davetlerin nedeni, ilk önce ismim, mesleğim ve yaptığım stand-up’lardı. Daha çok futbolcular ve iş dünyasıyla çalışıyorum. Bire bir danışmanlık yaparken, seans bitiminde erkekler “Ya hocam size başka isimle seslensek olur mu” diyorlar.
Anaokullarına danışmanlığa gidiyorum. 4-5-6 yaş grubu öğrencileri aşkım kelimesini duyunca çok gülüyorlar. Okulda öğretmen arkadaşlar bana Aşkım dediklerinde çocuklar eve gidip “Anne öğretmenim o abiye aşık olmuş” diyorlarmış sürekli.
Aile faciasına sebep oluyordu
Bazen şirketlere eğitim anlaşması yapmak için gidiyoruz. Toplantı başladığında yöneticilerin ilk soruları “Aşkım Kapışmak nasıl bir isim?” oluyor. İş anlaşmalarında herkesin stresi ilk anlardır. Benim hiç böyle bir derdim olmadı. Tüm görüşmelerim eğlenceyle sürdü, adım sayesinde. Kurumlar ve bireyler marka çalışmasına bütçe ayırırken benim böyle bir endişem olmadı. İsmim ve soyadım kendi çalışmasını yaptı. Geçen sene bir imza günü yaptık. Gelenler imza alıp, numaramı istediler. 3 gün sonra telefonum çaldı. Bir erkek bana “Mustafa ile görüşebilir miyim” dedi. Yanlış aradınız, dedim. Kimsiniz dedi, siz kimi arıyorsunuz dedim. “Beyefendi size bir şey anlatmam lazım, 3 gündür kafayı yiyorum, eşimin bir notu elime geçti, üzerinde aşkım yazıyor altında da bu numara” dedi. Ben de “Beyefendi benim adım Aşkım, eşiniz de imza günüme katıldı herhalde” dedim. Adam öyle bir ohhh! çekti ki anlatamam. Kemer’de bir otele eğitime gittik. Seven Hill Yönetim Kurulu Üyesi Zeynel Özbek de vardı. Lobiye geldik. İki kişiyi şimdilik bir odaya alacaklarını söylediler. Zeynel Bey hemen lafa girip: “Biz seninle birlikte kalalım Aşkım” deyince bütün lobi bir Zeynel’e bir de bana şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Zeynel durumu anlayınca “Kimliğini çıkarıp arkadaşlara gösterir misin” diyince çok güldüm. Siz işinizi iyi yapınca adınız ya da markanız değerinizi artırıyor. Bazı isimler küçükken alay konusu oluyor ama ileride sermayeye dönüşüyor. Benimki de bunlardan. Çocukken çok dalga geçildi ama şimdi bana faydası çok. İşime olumsuz hiçbir etkisi olmadı. Sadece birebir ya da kişisel sıkıntılarım oldu. İşimde de insanların beynine çapalandım hep.
Göçmenlerin ağaç gibi kök salmadığını, ayakları ile yürüdüklerini belirterek, aidiyeti önemsemeyen ‘Akil Adam’ iyi niyetli ama, kültür ve gelenek yoksunu.
Bana göre, ağaçlar toprağa tutunurlar, insanlar ise sevdiklerine ve güvendiklerine…
Ağaçlar topraktan beslenirler, insanlar ise emek ve gayretlerinden.
Geçtiğimiz hafta, Hollanda kabinesine iki Türkiyeli bayanın Bakan oluşları haberleriyle uğraşırken, Günay Uslu’nun okul çağında yaşadığı bir olay dikkatimi çekmişti. Olay şuydu: Günay Uslu, ikinci nesil bir göçmen çocuğu olduğundan dem vururken, sınıfta ders veren doçent şunları söylemiş:
‘Bomen hebben wortels, mensen niet.
Mensen hebben benen waarmee ze lopen en sporen achterlaten.’ Yani, ‘Ağaçların kökü vardır, insanların yok.
İnsanların ayakları vardır, yürümek ve arkada iz bırakmak için.’
Gurbetteki bizler hep ‘kök saldık’ deriz.
İşte bu yanlışmış. Biz sadece yürürmüşüz…
Sadece ağaçlar kök salarlarmış.
Biz insanların ise sadece ayakları varmış ve bu ayaklar yürümemizi sağlarmış.
Bunlar doğru sözlerdir. Ne var ki, yürüyenlerin de, kök salanlar gibi tutundukları yerler vardır. Ağaçlar toprağa tutunurlar, insanlar ise sevdiklerine ve güvendiklerine…
Yukarıda Hollandaca ve Türkçe okuduğunuz anlamlı lafı eden akil kişi ne demek istemiş acaba diye düşünmeyin. Zira adamın ne demek istediği çok açık.
Hani biz hep, ‘Avrupa’ya kök salan atalarımız’ falan deriz ya!
Ardından da, ‘Vatan sevgisi, aidiyet hissi ve vatan özlemi’ deriz ya!
Bunlar hep boş laflarmış.
Akil adam, ‘Ağaçların kökü var, insanların ise ayağı var’ derken, bizim yıllardır beynimize yerleştirdiğimiz vatan sevgimizi, aidiyet duygumuzu ve vatan sevgimizi hiçe saymış ve ‘Boş verin siz bu mavalları. Sizin kökünüz yok, ama ayağınız var. Yürüye yürüye, yeni yerleşim bölgeleri bulacaksınız ve en nihayetinde o yerlerin değerini anlayacak ve seveceksiniz’ diyor.
Öyle anlaşılıyor ki, bu akil adam bu lafı ederken, kendi insanlarının, yani Hollandalılar’ın göç tarihine bakmış ve ondan sonra böyle bir tespit yapmıştır.
Öyle ya, Yeni Zelanda’ya, Avustralya’ya ve Kanada’ya çiftçilik yapmak için gitmiş ve oralarda yerleşmiş Hollandalılar’dan, aidiyet diye bir kelimeyi hiç duymamıştır bu akil adam. Belki özlem vardır ama aidiyet duygusu olmamıştır Hollandalılarda.
Nedir peki bu aidiyet?
Bu konuda değişik açıklamalar var.
Birçok düşünür ve sosyoloğa göre, aidiyet hissinin temelinde iki faktör önemli rol oynar. Bunlardan ilki özdeşleşme, ikincisi ise takdir edilme ihtiyacıdır. Kişinin toplum içerisinde yer edinebilmesi için o toplumun üyelerine, kurallarına ya da kriterlerine uyum sağlaması gerekir. Uyum sağlamak içinse aidiyet duygusu şarttır. Çünkü birey ancak kendisini ait hissettiği ortamlarda bir şeyleri başarabilmek için gerekli olan motivasyonu kendinde bulur.
Ben yukarıdaki açıklamaya katılmıyorum: Örneğin, anayurtlarından koparak yabancı yerlere göç etmiş olan bizler, anayurdumuza karşı bir sevgi, özlem ve vefa borcu çerçevesinde hareket ederiz. Bu duruma da ‘aidiyet’ diyoruz.
İçinde yaşadığımız toplumun kurallarına ve kriterlerine uyma isteğine aidiyet değil, ‘topluma uyum’ denir.
Aidiyet konusunu biraz daha ileri götüreyim isterseniz.
Avrupalı Türklerin çok derin aidiyet duyguları vardır.
Bazı aidiyet göstergeleri, yeni nesillerde az görülse de, Avrupa’daki yurttaşlarımız, Türkiye’den gelmiş oldukları köy, kasaba ve şehirlere, az veya çok, ama bir şekilde aidiyet duyarlar. Kendi bölgelerinden gelen insanlarla Avrupa’da kurdukları dernek ve vakıflar, bunun çok açık ve seçik delilidir. Hatta bu aidiyet zenginliğini, dünyanın neresinde Türkçe konuşan topluluk varsa, dini inanışları farklı bile olsa, Avrupalı Türklerin bu topluluklara karşı bir hissiyat, yakınlaşma, sıcaklık veya akrabalık davranışı gösterdiklerini görürüz. Bu özellik, biraz önce yazdığım, içinde yaşanılan topluma uyuma asla engel değildir. Tam aksine zenginliktir. Bunun çevremizde ve dünyada onlarca örnekleri vardır.
‘Ağaçların kökü vardır, insanların ayakları’ diyen akil adam doğru söylüyor ama, belki de 6 veya 7 nesil sonra, şimdi ifade etmek istediği gerçekleşebilir.
Zira, şu anda dördüncü nesil çocuklarımızın yaşadığı gurbet ellerin, ana yerler olabilmesi için, birkaç nesilin daha tükenmesi lâzım.
Belki de aradan 10 nesil geçmesi lâzım. İşte o neslin çocukları, atalarının gelmiş oldukları yerleri belki de hiç anmayacaklardır.
İşte o zaman, ‘Ağaçların kökü vardır, insanların ayakları’ diyen akil adam haklı olabilecektir.
Gerçi, her ne kadar akil adama, bu şartlarda haklı demiş olsam da, teknolojinin, sosyal medyanın ve iletişimin geliştiği bir devirde, Avrupa’daki Türklerin, Türkiye ve dünyanın diğer bölgelerindeki Türkçe konuşanlarla ilişkileri kesilmeyecektir diyebilirim. Eski Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının 20’nci ve 30’uncu yıldönümlerinin kutlanması, Türkiye ile bazı Türk devletlerinin farklı alanlarda işbirliğine girmeleri, bu yönde ortak çalışmalar yapmaları ve bu girişimlerin sosyal medyada yer bulması, Avrupalı Türklerin, kökleriyle olan ilişkilerini sürekli gündemde tutacaktır.
Demek ki yolun yarısındayız. Biz, şimdilik ayaklarımızla yürümeye, Günay Uslu ve diğer başarılı Türk kökenliler gibi başarılı olmaya ve örnek işler yapmaya devam edelim ve takdir toplayalım.
Gazetelerden sadece NRC Haldelsblad değil, de Volkskrant, Trouw, ve diğer gazeteler de bizlerin başarılarını sayfa sayfa yazsınlar. İçinde yaşadığımız toplum için sorumluluk alalım. O zaman, ‘Ağaçların kökü vardır, insanların ayakları’ konusunu tekrar konuşalım, sevgili okuyucularım.
KONUYLA İLGİLİ BİR KİTAP
Mustafa Poyraz’ın derlediği kitabın adı:
AİDİYET, GÖÇMEN VE TOPLUMSAL ÇEŞİTLİLİK
Geleneksel yapının koruduğu, biçimlendirdiği ve yönlendirdiği bireyler, bu yapının dağılmasıyla birlikte kendilerini “sahipsiz” ve terkedilmiş bir alanda, bir anlam ve aidiyet arayışı içerisinde buldular. Eski sosyal ilişkilerin ve aidiyet bağlarının çözülmesine karşın, yeni ve insanları mobilize eden başka toplumsallık biçimleri hâlâ sürece damgasını vuramadı. Kentselleşmiş ve giderek çeşitlenen bir dünyada, yeni toplumsallıklar ve dayanışma dinamikleri arayışı modern insanın en önemli kavgası olarak önümüzde durmaktadır.
Bu kitabın amacı, küresel ölçekte hızlanan göçün, değişik kültürleri bir araya getiren hareketliliklerin, farklıların etkileşiminden doğan yeni yaşam pratiklerinin, ortaya çıkan yeni toplumsal sorunların ve sınıfsal pozisyonların doğurduğu yeni toplumsallıklar oluşturma eğilimlerini tartışmaktır. Kendine bir var olma alanı arayan göçmenlerin, geleneksel, dinsel ve milliyetçi yaklaşımları öne çıkarma eğilimine girmeleri ve bunun yarattığı günlük pratikler de tartışma alanlarından birisidir. Dünyanın başka yerlerinde gözlemlenen bu durum, Türkiye’deki göçmen topluluklarını da yakından ilgilendirmektedir.
Hollanda’da Demokratlar ’66 Partisi’nin siyasi başkanı Sigrid Kaag tarafından, ‘çok becerikliliği’ farkedilerek, parlamento dışından Bakan yapılan Günay Uslu, çok renkli kişiliği nedeniyle medyanın ‘en çok söz ettiği’ kişi olurken, ilk icraatına, tacize uğrayan kızların sorunlarını üstlenmesi ile başlamıştı.
Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı olarak atanan Günay Uslu’nun ilk kültür ziyareti ise Ede şehrinde başladı.
‘Kültür sayesinde toplum ile empati(*) bağınız oluşur’ diyerek, Ede halkını kültür ve sanat işleri ile uğraşmaya çağıran Uslu, böylece daha sağlıklı bir yaşam kazanılacağını ifade etti.
Şehrin Belediye Başkanı Rene Verhulst ve Cultura Vakıfı Başkanı Gerry Poelert tarafından karşılanan ve refakat edilen Günay Uslu, kalıpçılık kurslarına katılan kadınları ziyaret ettikten sonra, çocukların çalışmalarını da izledi.
Hollanda medyası Uslu’nun bu ziyaretine ve teşfik sözlerine geniş yer ayırdı.
(*)Empati, eşduyum ya da duygudaşlık , bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. … Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır.