DEN BOSCH,- Hollanda’da Otel, restaurant ve cafe işleten HORECA sahipleri, Den Bosch kentindeki Edelstaal Group International’ın toplantı salonunda bir araya geldiler.
Ülkede gastronomi sektörüne katkıda bulunan HORECA sahipleri, özel sektördeki başarılarını toplumla paylaşmak için bir Sivil Toplum Kuruluşu kurmanın gerekli olduğuna dair uzlaştılar.
Toplantıyı organize eden Ertan Torunoğulları (Mado Hollanda), Ahmet Bilgi (Masha Café & Restaurant), Tarık Şaki (Jurlawyer), Hülya Yeter (Şerifoğlu Café & Patisserie), Volkan Dursun (Johnny’s Burger Company), Bekir Atalan (Çigköftem Hollanda), Öztürk Erkmen (Beymen Restaurant & Café), Mehmet Carlak (Déli Bazar), Aydın Doğan (Ortam BBQ), Hakan Birekul (Cadde Marina Cafe / Restaurant), Mustafa Bilgi (Masha Deluxe), Mehmet Şerif Yeter (Şerifoğlu Café & Patisserie), Recep Korkut (Sefa Restaurant BBQ & Grill-Room), Vehbi Kurtgözü (Restaurant Rijnmozaïk), Mustafa Şekerli (Mevlana Restaurant & Pizzaria), Tufan Yiğit (Zula Café & Restaurant) ve Adnan Sesli (Ayf Kebap), yapılan oylama sonrasında, oy birliğiyle dernekleşme kararı aldılar.
Toplantıda dernekleşmenin faydaları üç saat boyunca uzun uzun görüşülürken, özellikle bu sayede yeni işbirliklerine yol açılabileceği, istihdamın genişleyebileceği, ayrıca oluşacak birlik ve beraberliğin, gerek devlet ilişkilerinde gerekse uluslararası platformlarda, gastronomi sektörüne büyük katkılar sağlayabileceği vurgulandı.
Toplantıda ayrıca, her etnik kökenli girişimcinin, şartlara uyması halinde derneğe üye olabileceği ve yönetim kadrosunda yer alabileceği kararı alındı.
27 Ekim 2021 Çarşamba akşamı Masha Deluxe Restaurant’ta yapılacak olan ikinci toplantıda, derneğin ismi belirlenecek ve yönetim kadrosu belirlenecek.
*Aile fertlerinden başka, toplumun her kesiminin sosyal yardım kaynağıydı.
*Faaliyetleri ile il yönetiminde bulunanları ve siyasileri etkisi altına almıştı.
*Cenaze töreni ve takip eden günlerdeki rituel etkinlikler büyük ilgi gördü.
*Bir hafta boyunca, her gün bine yakın kişi taziye ziyaretine geldi.
Çok iticidir ‘öldü’ kelimesi. ‘Vefat etti’ daha az iticidir. ‘Hakkın rahmetine kavuştu’ ise en rahatlatıcıdır.
Hepimizin aile fertleri, yakınları ve dostları bu üç deyim ile anılmıştır.
Tabii ki çok üzülmüşüzdür. Üzüntüden de öte, kahrolmuşluğumuz da vardır.
Ben de çok kez yaşadım bu üzüntü ve kahrolmuşluğu.
En son 26 Eylül 2021 Pazar günü yaşadım bu kahrolmuşluğu.
Aslında, kahrolmuşluğun da ötesinde bir ruh haline girmiştim.
Kıymet ablamın kızı, yeğenim Hülya’yı kaybetmiştik o gün. O gün Hollanda saati ile 17.00 sularında, yeğenim Bülent’ten bir telefon gelmişti. Ağlamaklı bir ses ile, ‘Dayıcığım size kötü bir haberim var’ dediği an, ‘Eyvah, ablam Kıymet’i kaybettik galiba’ diye düşünmüştüm. Zira ablam 84 yaşındaydı ve kalp yetmezliği de dahil, birkaç sağlık sorunu vardı. Ama yeğenim Bülent, ‘Hülya ablamı kaybettik’ demişti hıçkırarak. İşte o zaman ruh halim alt-üst olmuştu.
O haftanın başlangıcı olan pazartesi akşamı ablamın evinde veda yemeği yemiştim.
Otomobil ile Hollanda’ya hareketimden önce sofrayı donatan Hülya, Hollanda’ya götürmem için kırılmış zeytin, biber salçası, çökelek ve daha pek çok yiyeceği otomobilime doldurmuştu. Hollanda’ya varışımın üçüncü günü olan 26 eylül pazar sabahı, Hülya’nın verdiği zeytini biber salçası ile karıştırmış ve soğanlı çökeleği afiyetle yemiştim. Hülya’nın verdiği yiyeceklerden, oğlum Ruşen ile kızım Vahide’ye vermek üzere poşetlere koymuştum. Ama ne garip tesadüf ki, aradan beş altı saat geçtikten sonra Hülya’nın ‘Hakka rahmet oluşu’ haberi gelmişti.
Hülya, o sabah kahvaltıdan sonra saat 11.00 sularında çarşıya çıkmıştı. Geçiktiği zaman mutlaka telefon eden Hülya’dan saat 12.30 olduğu halde bir ses çıkmamıştı. Ablam Kıymet huzursuz olmaya başlamıştı. Hülya için çevirdiği telefonuna ses verilmiyordu. Mersin Yenişehir Belediyesi’nde bir bakımevinin (şimdi öğrenci yurdu oldu) menajerliğini yapan oğlu Bülent’i aradı. Bülent’in telefonlarına da cevap verilmiyordu. Mersin’de yaşayan kız kardeş Sibel ve eşi Kayhan da devreye girdi ama, aramalar sonuç vermedi. Tüm aile büyük bir panik içinde aramaları sürdürürken, saat 17.00 sularında Hülya’nın telefonundan bir ses gelmişti. Ses bir başka kadına aitti: ‘Kızınız kaza geçirdi ve şu anda Tıp Fakültesi Hastanesi’nde’ demişti polis memuru bayan.
Bu haber, aile içindeki paniği, perişanlığa sevketmişti. Hastaneye varıldığı zaman, Hülya için, ‘Hakkın rahmetine kavuştu’ denilmişti.
İşte o an aile için kıyamet kopmuştu. Haber, önce İstanbul’da yaşayan diğer kız kardeş Emel ile eşi Adil’e, Hollanda’da yaşayan kardeş Şenol’a ve ‘dayı’ olarak bana duyuruldu.
Yukarıda da yazmıştım, pek çok ölüm olayından sonra üzülmüşlüğüm ve kahrolmuşluğum olmuştu. Ama Hülya’nın ebediyete göç ediş haberi beni kahrolmuşluğun da ötesinde bir ruh hali ile karşı karşıya bırakmıştı. Haberi eşim Jeanne’ye verirken hıçkırıyordum. Haberi oğlum Ruşen, kızım Vahide ve Nieuw Vennep’te yaşayan yeğenim Nurcan’a aktarırken hıçkırıklarımı duyurmamaya çalışıyordum.
Akşam üzeri hakkın rahmetine kavuşan Hülya’nın cenaze töreni tabii ki ertesi gün yapılacaktı. Cenazeye yetişmek için hemen uçak aramaya başladım. Oğlum Ruşen tatildeydi. Kızım Vahide de Almanya’daydı. Gece 23.15’te THY uçağı vardı. O uçakta yer ayırttım. Yeğenim Nurcan da gelmek istediğini söyledi. Birlikte önce İstanbul’a, oradan da sabah erken Adana’ya uçtuk ve saat 10.00’da Mersin’de olduk.
Ablamın evine geldiğimiz zaman, kapatılan sokağa yeleştirilmiş masa ve sandalyelerin dolu olduğunu gördük.
O an cenaze evinde yaşananları anlatmanın çok zor olacağını hesaba katarak noktalıyorum bu anlatımı.
Şimdi kazanın nasıl olduğunu, Hülya’nın sosyal konumunu ve cenazeye gösterilen ilgiyi yazmaya başlıyorum.
KAZA NASIL OLDU
Mersin Oteli’nin önündeki yaya geçidinden, deniz tarafından otele doğru giderken, yolun sonuna doğru sol şeritten hızla giden bir otomobil Hülya’ya çarparak ölümüne neden oldu.
Fotoğrafta görüldüğü gibi, etraftan yetişenler yerde hareketsiz yatan Hülya’ya yardım etmeye çalıştılar. Daha sonra hastaneye kaldırılan Hülya’nın, saat 16.15’te can verdiği raporlara geçti. İsmini vermek istemediğim sürücü, yaya geçidinin sonuna ulaşan Hülya’ya, bir saniye sonra çarpmayabilirdi. Ama dikkatsizlik Hülya’nın sonu oldu. Adli ve hukuki süreç tabii ki devam ediyor.
HÜLYA’NIN ÖZGEÇMİŞİ
Kız Meslek Lisesi eğitimli olan Hülya, 5 çocuklu ablam Kıymet’in en büyük evladıydı. Küçük yaşından itibaren kardeşlerine çok titiz davranırdı. İş hayatına, Develi Grubu’nda sekreterlik ile başladı. Niyazi ve Vefa Develi kardeşler, Türkiye’de ilk yazlık siteyi gerçekleştirmişlerdi. 1973 yılında temeli atılan Soli adlı sitede 9 yüzme havuzu vardı. Hülya, Develi Grup’taki sekreterliği sırasında, resmi ve özel kuruluşlardakiler ile sıkı bir bağ oluşturmuştu. 1984 yılında işletmeye başladığım Pompeipolis turistik tesislerinde plaj yönetimini üstlenen Hülya, her gün 2000 kişinin bilet kestiği plaj sayesinde de pek çok tanış elde etti.
Hülya’nın son meşgalesi, Belediye’nin, eski stadyum yanındaki ekmek satış işini yönetmek oldu.
Hülya, yaşamı boyunca sosyal ve kültürel faaliyetleri ile herkesin sevdiği ve saygı duyduğu bir kişi olmuştu.
O’nun beklenmeyen çok ani ölümü, gerek ailesi içinde ve gerekse toplumun büyük kesiminde kabullenilemedi. Şahsen ben de Hülya’nın ölümünü hâlâ kabullenmiş değilim. Aile içinde ve dostlar içinde pek çok ölüm olayı yaşadım. Tabii ki her ölüm insana göz yaşı döktürüyor ve üzüyor. Ben de ölümlerden sonra çok üzülmüşümdür. Ama açıkça söyleyeyim, Hülya’nın ölümü içimde çok derin yaralar bıraktı ve haber-yorum yazma şevkim kırıldı.
HÜLYA’NIN CENAZE TÖRENLERİ
Hülya’nın cenaze törenleri benzesiz oldu.
Dikkat ederseniz, ‘Cenaze töreni’ değil, ‘Cenaze törenleri’ diye yazıyorum. Zira Hülya için bir değil, bir hafta boyunca hergün, kendiliğinden gelişen törenler yapıldı.
Ölümünün ertesi sabahı havalimanından geldiğim zaman, cenaze evi önünde yüzlerce kişi oturuyordu. Aynı günün, gün batımındaki mezarlık töreninde, aile efradı, sevenleri ve tanıyanların dışında, az sonra isimlerini belirteceğim çok sayıda ünlü yönetici vardı.
Mersin’deki cenaze törenleri, yöresel geleneklere göre değişik şekillerde gerçekleşiyor. Bizim geleneklerimize göre, gömü işleminden sonra ölenin evi önünde kuran okutulur. Aynı kuran okuma işlemi ikinci gün de tekrarlanır. Daha sonra da ölümün yedinci günü kuran okutulur.
Ne var ki, Hülya’ya beslenen sevgi bu geleneği alt-üst etti. Büyükşehir ve Yenişehir Belediyelerinin sunduğu hizmetler sayesinde, Hülya’nın evi önünde tam bir hafta boyunca her gün yüzlerce kişi toplandı. Evin önü, her gün, gün boyu dolup taştı. Mübalağa değil, her gün bine yakın insan Hülya’yı anmak için evin önüne geliyordu.
Ananelere göre yapılan yedinci gün töreni de çok etkileyiciydi. Yine kuran okundu ve gelenlere yemek ikram edildi.
Hülya’nın cesedi, Karaçayların aile mezarlığındaki, amcası Hüseyin Karaçay’ın yanına gömüldükten sonra hemen çiçeklendi ve sulandı.
Aslında yemek ikramı her gün yapıldı. Hülya’nın yardımseverliğini bilenler, yemek ikramı için birbirleri ile yarışıyorlardı. Törenlere katılanlardan arta kalan yemek paketleri mahallelilere dağıtılıyordu.
Cenaze törenine ve daha sonraki günlerdeki ziyaretlere katılanlar arasında, Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, Yenişehir Belediye Başkanı Abdullah Özyiğit, Mezitli Belediye Başkanı Neşet Tarhan, Kültür eski Bakanı Fikri Sağlar ve CHP Kadın Kolları Başkanı ve Kılıçtaroğlu’nun Danışmanı Fatma Köse de vardı.
Telefon ile taziyede bulunanlar arasında ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu ve eski Bakanlardan İstemihan Talay vardı.
Hülya’nın anısına saygı duyan yakın dostlarından başka, tanınmış siyasi isimler ve Mersin’in yönetiminde yer alan ünlüler de vardı.
İşte o isimlerden bazıları:
Mersin milletvekilleri Alpay Antmen ve Cengiz Gökçel. Mersin önceki dönem milletvekilleri Serdal Kuyucuoğlu ve Hüseyin Çamak.
Eski Belediye Başkanları Kenan Yücesoy, Uğur Yıldırım ve İbrahim Genç
Yenişehir Belediye Başkan Yardımcıları Cafer Karabulut ve Murat Sakuçoğlu.
CHP Mersin İl Başkanı Adil Alpay ve yardımcıları Nejla Çavuş Bugay ve Tolga Gökçeli. Önceki dönem İl Başkanı Yılmaz Şanlı ve yardımcısı Hüseyin Karaköse.
Önceki dönem İl yöneticisi Ahmet Demiralev. CHP İl Sekreteri Koral Ömür ve İl Saymanı Servet Gülenay.
CHP Akdeniz İlçe Başkanı Semih Palamut ve Yardımcıları Cabbar Anılan ve Hüseyin Civaner. Önceki Dönem Akdeniz İlçe Başkanı Ünal Umar.
CHP Yenişehir İlçe Başkanı Tayyar Tahiroğlu ve Yardımcıları Hüseyin Şahin, İbrahim Bulut, Nermin Merem. CHP Yenişehir Önceki Dönem İlçe Başkanı Yunus Özdemir. CHP Toroslar İlçe Başkanı Funda Şahin. CHP Mezitli İlçe Başkan Yardımcıları Ahmet Özdemir ve Lütfi Yurttaş
İl Kadın Kolları Başkanı Gülşah Yıldırım. Toroslar İlçe Kadın Kolları Başkanı Fatma Özbay. Akdeniz İlçe Kadın Kolları Başkanı Nesibe Teker Hazım, Yenişehir İlçe Kadın Kolları Başkanı Nuray Emre, Yenişehir Belediyesi Destek Hizmetleri Müdürü Serpil Reyhanlı.
27.Dönem milletvekili adayları Neviz Zaimoğlu ve Alptekin Eser.
Önceki Dönem İl Gençlik Kolları Baikanı Cemil Birinci.
Önceki Dönem Büyükşehir Belediye Sağlık Dairesi Başkanı Önal Özdemir.
Büyükşehir Belediye Meclis Üyeleri Ali Doğaner, Tuncay Gökçel, Hasan Ünal ve Muhittin Ertaş. Önceki Dönem Meclis Üyesi Cumali Birinci.
Yenişehir Belediye Meclis Üyesi Metin Solunoğlu.
Akdeniz Belediye Meclis Üyesi Aydın Demirci.
Önceki Dönem Kent Başkanı ve Meclis Üyesi Nuri Özdemir.
Mersin Ekmek Fabrikası Müdürü Hamza Önder.
İmar A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ali Oyan.
Disk Genel Başkanı Arzu Gerçekeroğlu.
Genel İş Sendikası Genel Başkanı Remzi Çalışkan, Şube Başkanı Kemal Göksoy, Şube Sekreteri Özgür Yüksek ve Şube Saymanı Ramazan Kaya.
Hamidiye Mahallesi Muhtarı Hamit Sor, Kiremithane Mahallesi Muhtarı Ali Görgen, Turgut Reis Mahallesi Muhtarı Ahmet Eldeniz, Barış Mahallesi Muhtarı Metin İlk.
Yukarıda yazılı olan kenti yönetenlerden başka, iş dünyasından da katılanlar oldu.
İşte o isimlerden aklımızda kalan bazıları:
Mersin Gazeteciler Eski Başkanı Vahap Şehitoğlu ve Kent Radyo sahibi Mirza Turgut. Avukat Sadık Zaimoğlu ve Necmi Doğan.
Ünlü işadamları Ali Gültekin, Faruk Gülaylar, Adil Acır ve Mehmet Silgeciler.
Cenaze törenleri sırasında hizmetlerini esirgemeyen Ebru Solmaz, Mustafa Cebe, Murat Solmaz, Hüseyin Güneş, İzzet Kırılmaz, Hakkı Güneş, Hüseyin Akaltun, Kadir Karaçadağlı, Hüseyin Dündar, Halil Erguvan, Salim Tamamoğlu, Ahmet Demirci.
İsimlerini yazamadığım diğer dost ve tanışlardan özür diliyorum. Bu ara Karaçay ailesi ile akraba bağları olan Aytekin, Zeka, Kansu ve Kurtuluş ailelerine de katılım ve ilgileri için teşekkür ediyorum.
Bir nebze olsun içimi boşalttım. Daha önce de, tatil nedeniyle 6 hafta yazamamıştım. Hülya’nın vefatı ile 3 haftadır suskundum. Bakalım, yarından itibaren yazabilecek miyim?
Kalın sağlıcakla,
Hollandalı Türkler İstanbul ve Ankara’dan sonra, Bursa’da fotoğraf sergisi ile yaşatılıyor…
“Gurbette” fotoğraf Sergisi büyük ilgi görüyor. Sergi 30 Eylüle kadar açık.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
BURSA – Hollanda’ya göç eden Türklerin yaşadıklarını konu alan ‘Gurbette’ isimli sergi, İstanbul ve Ankara’dan sonra şimdide Bursa Nilüfer’de açıldı. Göç kavramını sorgulayan sergi, 30 Eylüle kadar Konak Kültürevi’nde açık kalacak.
Hollanda’ya göç hikayesi, ilk önce ‘Türkiye Gurbette’ adı altında, Marmara Üniversitesi ile birlikte İstanbul’da açılmıştı.
Aynı sergi, Hollanda ile sözleşme yapıldığı zamanın Çalışma Bakanı Ali Naili Erdem ve proje sorumlusu Şahin Yıldırım’ın eşlik ettikleri ilk sergi, Hollanda Büyükelçisi Marjanne de Kwaasteniet’in katılımıyla ilk kez Ankara’da açılmıştı.
57 yıl önce Hollanda ile Türkiye arasında imzalanan Türk İşgücü Anlaşması’yla ülkelerini ve akrabalarını geride bırakıp Hollanda’ya giden Türklerin yaşadıklarını konu olan “Gurbette” isimli sergi Bursalılarla buluştu. Konak Kültürevi’ndeki serginin açılışına Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Arjen Uijterlinde, Hollanda Kültür Ateşesi David Naves, proje koordinatörlüğünü üstlenen yazar Şahin Yıldırım ve sanatseverler katıldı.
Serginin açılışında konuşan Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, göç kavramının çok yönlü ve sancılı bir durum olduğunu belirterek, “Bizim toplumumuzda daha çok ekonomik sebeplerle insanlarımız yurtdışına göç etmişlerdir. Gurbet, bizim için çok tanıdık bir duygudur. İşte bu sergi de Hollanda’ya göç eden Türklerin karşı karşıya kaldıkları meseleleri fotoğraflarla, farklı disiplinlerden eserlerle, hikayeler ve değerli eşyalarla anlatıyor. Hollanda’ya giden ilk Türk işçilerin tecrübelerini; yaşadıkları dil sorunları, kültür farklığı gibi konuları yansıtan bu sergi, aynı zamanda Hollanda’da yaşayan Türklerin kolektif tarihini de kayıt altına alıyor” diye konuştu.
Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Arjen Uijterlinde de sergiye ev sahipliği yapan Nilüfer Belediyesi’ne teşekkür etti. Başkonsolos Arjen Uijterlinde, Türkiye’den Hollanda’ya gelenlerin iki ülke arasında önemli bir bağ oluşturduğunu belirterek, “Hollanda’daki Türkler bizim ülkemizi yemekleriyle, müzikleriyle güzelleştirdiler. Ülkemizde birçok Türk işveren bulunuyor. Okullarda, siyaset dünyasında Türkler de var” dedi.
Serginin koordinatörü Şahin Yıldırım kendisinin de Hollanda’ya göç eden bir ailenin çocuğu olduğunu belirterek, küçük yaşta gittiği Hollanda’ya göç edenlerin hikayelerini gelecek kuşaklara anlatmak için böyle bir sergiyi gerçekleştirdiklerini belirtti. Yıldırım, “Sergide hem Türkler, hem de Hollandalılar yer aldı. “Gurbette” sergisi ile maksadımız Hollanda’daki kolektif tarihimizi kayıt altına almak ve yeni nesillere aktarmaktır” dedi.
Başkonsolostan Başkan Erdem’e ziyaret
Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Arjen Uijterlinde, Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu Kültür Ateşesi David Naves ile birlikte sergi öncesi Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’i Halk Evi’ndeki makamında da ziyaret etti. Samimi bir ortamda gerçekleşen ziyarette Başkonsolos Arjen Uijterlinde, göreve yeni başladığını ve İstanbul dışındaki ilk ziyaretini Nilüfer’e gerçekleştirdiğini dile getirdi. Nilüfer Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı serginin, iki ülke arasındaki işbirliğini temsil ettiğini belirten Arjen Uijterlinde, “Kültürel faaliyetle ilişkilerimize başlamak oldukça etkileyici. Bu vesileyle biz de önümüzdeki yıllarda neler yapabileceğimizi görmek istiyoruz. Önemli projelerinizi duymak, işbirliği yapmak isteriz. Diğer alanlar olduğu gibi tarım da Hollanda için önemli. Sizin tarıma yönelik çalışmalarınız var. Bu konuda da iş birliğine hazırız” diye konuştu.
Türkiye’nin misafirperverliğiyle ünlü bir ülke olduğunu ifade eden Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem de, “Sizleri misafir etmek büyük mutluluk” dedi.
Nilüfer Belediyesi’nin hayata geçirdiği projeler hakkında bilgiler de veren Başkan Turgay Erdem, “Birçok ülke ile ortaklaşa yürüttüğümüz projelerimiz var. Hollanda’nın hem tarım, hem yenilenebilir enerji politikaları üzerindeki çalışmalarını takip ediyoruz. Nilüfer Belediyesi olarak bizim de bu yönde önemli çalışmalarımız var. Bu alanlarda ortak projeler yapmak isteriz” dedi.
Serginin ana konusunun içeriği:
”Gurbette” kelimesinin ne Hollandacada ne de İngilizcede tam bir karşılığı yok. Anlaşıldığı kadarıyla, ‘Abroad’, yani ‘yurtdışında’ ve ‘Emotion” duygusu anlamı taşıyor. ‘Emotion’ duygu anlamlarina geliyor. Biliyorsunuz 19 augustos 1964’te “işçi anlaşması” yapıldı. Bu anlaşma çerçevesinde isçiler kısa bir dönem Hollanda’da kalacaklardı. Ama bir çoğu için bu geçici kalış, uzun süre kalış haline geldi. 50 yıl sonra 2014 yılında, Atlas Kültür Merkezi ve Şahin Yıldırım’ın girişimiyle, birinci nesile vefa borcunu ödemek için Hollanda’da bir çok etkinlik düzenlendi. Etkinliklerden biri olan bu sergi, bugün de “Gurbette” olarak Bursa’ya getirildi.
Elbette Türkiye’den Hollanda’ya giden birinci nesilin yaşamları sanıldığı kadar kolay olmadı. Türkler, ilk yıllarda özellikle ağır işlerde çalıştılar. Bir çoğu bir odayı onlarca kişi ile paylaştılar. Dil sorunu çektilerinden, el kol hareketleri ile iletişim kurmaya çalışıyorlardı. Tabii bir de bunların yanında aile özlemleri vardı. Bu yüzden 1970’li yıllardan sonra da ailelerini Hollanda’ya getirmeye başladılar. Rahatlıkla söylenebilir ki, Türkler ve Hollandalılar, 57 yıl içinde çok güzel ilişkiler kurdular. Aradan geçen 57 yıl sonra Türkler, Hollanda’nın önemli bir parçası haline geldiler. Ayrıca, Türkler’in Hollanda ekonomisine katkıları da çok büyük oldu. Hollanda’da şu anda üçüncü ve dördüncü nesil Türkler’den söz ediyoruz. Bunlar toplumun her alanında temsil ediliyorlar. Hollanda’da şimdilerde Türk kökenli önemli siyasetçilerimiz, işadamlarımız, eğitimde çalışanlar ve diplomatlarımız var. Yeni nesilin eğitim şansı çok daha yüksek ve imkanları ise daha fazla. Şu anda Türkiye’deki Hollanda Büyükelçiliği ve konsolosluklarında, Hollanda’dan gelme ikinci ve üçüncü nesil Türkler’den çalışanlar var.
Organizasyonun sorumlusu Şahin Yıldırım şu açıklamayı yaptı:
”Bilindiği gibi, Hollanda-Türk İşgücü Anlaşması bundan tam 55 yıl önce Lahey’de imzalandı. 19 Ağustos 1964’te hayata geçirilen anlaşma ile, ilk dönemde Hollanda’ya yaklaşık 5 bin kişi göç etti. O dönemde memleketlerini arkalarında bırakıp çalışmaya giden Türkler, yıllar içinde burada yeni hayatlar kurdular.
Zamanın’da “Gastarbeider” yani ‘misafir işçi’ olarak adlandırılan birinci nesil için, süre zarfında ‘göçmen’ , ‘etnik azınlık’ ve ‘yabancı’ gibi terimler kullanıldıysa da, yarım asır sonra bu terimler yerini ‘Nederlandse Turken’, yani ‘Hollandalı Türkler’ kavramına bıraktı. Kısacası zorlukları ve güzellikleri, inişleri ve çıkışları ile Hollanda’da ‘kollektif’ bir tarihimiz oluştu.
Şimdiki nüfusu 500 bini geçen Hollanda’daki Türkler, ülkedeki en büyük azınlık gurubu oluşturduğu gibi, siyasetten kültüre, araştırmadan işverenine kadar her sektörde temsil ediliyorlar.
Peki ama yarım asırda bu süreç nasıl bu aşamaya geldi?
İşçi göçü anlaşması neden yapıldı?
Birinci nesil Türkler Hollanda’da nereler’de çalıştılar?
Birinci nesil ne tür şartlar içinde yaşamlarını idare ediyorlardı?
Pansiyon hayatları nasıldı?
Birinci nesilin Hollandalı komşuları ile geçimleri nasıldı?
Hollandalı’lar 1960 yıllarında Türkler için neler düşünüyorlardı?
Bunun yanında dil sorunları, aile birleşimi, kültür, spor, siyaset ve inanç ile alakalı benzeri konuların hepsini “GURBETTE” fotoğraf sergisinde derledik. ‘Gurbette’ fotoğraf sergisinde ziyaretciler, fotoğraflar ve hikayeler eşliğinde bu yarım asırlık ‘kollektif’ tarihimizi görme ve okuma fırsatı bulacaklar.
Hollanda’daki kollektif tarihimize sahip çıkmak ve birinci nesile vefa borcumuzu ödemek için, 2009 yılında çalışmalara başladım. Çok uzun soluklu olan bu maraton, 2012 yılında şekil almaya başladı. Kitap, belgesel ve sergi fikri hamlaştıkça güzelleşiyordu. Konuştuğum herkes bu projeyi merak ediyordu. Çünkü, göçün 50’nci yılı çerçevesinde, daha önce hiç böyle bir çalışma yapılmamıştı.
Hollanda’ya göç hikayemizi ’50 jaar, 50 verhalen’ yani ’50 yilda, 50 hikaeye’ kitabi olarak yayınladım. Birinci nesil Türk ve Hollandalı ile bire bir röportajlar yaptım. Bunlardan en öne çıkan ve geçmiş 50 yıla ışık tutacak hikâyeleri seçtim ve kitap haline getirdim.
Sergimiz, 2014 yılında işçi göçünün 50’nci yılı çerçevesinde 50 adet fotoğraftan oluşmaktadır. Bu fotoğrafların 25’i Türkiye’nin farklı illerinden gelerek Hollanda’ya yerleşen birinci nesilden, diğer 25’i ise Hollandalılar’ın (işverenler, komşu, öğretmen, tercüman, iş arkadaşları vs.) fotoğraflarından oluşmaktadır. Sergide bu fotoğrafların yanı sıra, kişilere ait hikayelere, geçmiş döneme ait fotoğraflara ve pasaport, mektup gibi kişisel eşyalara yer verilmektedir.
Tarih boyunca hem ekonomik hem de kültürel bir çok alanda ortak paydası olan iki milletin, 19 ağustos 1964 yılında ilişkileri işçi anlaşmasıyla daha bir ivme kazandığını görüyoruz. NItekim şu anda Hollandalı Türkler’in nüfusu 500 bini aşmış durumda ve siyasetten, işadamına, egitimden, memuruna kadar her alanda temsil edilmektedirler. Bizim de ‘GURBETTE’ fotoğraf sergisi ile amacımız, Hollanda’daki kollektif tarihimizi kayıt altına almak ve yeni nesillere aktarmaktır. Nitekim, tarihi unutan bir millet yok olmaya mahkumdur. Bugün bu serginin bu kadar ilgi görmesi, iki ülkenin bir birine verdiği değerden kaynaklanıyor.
Gurbette fotoğraf sergimiz 30 Eylül gününe kadar sergilenecektir. Tüm tarih, sanat ve kültür sevenleri “GURBETTE” fotoğraf sergesini görmeye davet ediyoruz.
İlgi duyanlar, Hollanda- Türkiye ilişkilerinin geçmiş 57 yılına dair tüm konuları, 3 dilde (Ingilizce, Hollandaca ve Türkçe) 30 Eylül’e kadar Nilüfer’de ziyaret edebilirler.”
Merhaba, değerli okurlarım…
Merhaba, sevgili dostlarım…
Merhaba, yazılarımı göremedikleri için endişeye düştüklerini söyleyenler…
Hepinize Merhaba!
Tam 6 hafta sizlerden uzak kaldım.
Hiç yapmamıştım böyle bir tembellik.
55 yıllık meslek hayatımda hiç böyle durağan olmamıştım.
Tabii ki nedenleri var bu durağanlığımın.
Türkiye’deydim 6 hafta.
Özel yaşamımdaki gelişmeler ve genel yaşamdaki çarpıklıklar, içimdeki yazma güdüsünü çok zayıflatmıştı. Hâlâ da öyle…
Ama, kırılan şevkimi artık doğrultmam lâzım.
Bu nedenle kendimi yazmaya zorladım ve altı hafta sonra yeniden yazmaya başlıyorum.
‘Yazma şevkin neden kırıldı’ diye sorarsanız, anlatayım.
Yurt dışında yaşamakta olan yurttaşlarımız, 1,5 yıldır korona virüsünün yarattığı zorluklar içinde kıvranmışlardır. Ama her şeye rağmen, yurt dışında yaşadığımız ülkelerde bir ‘Devlet Baba’ veya ‘Devlet Ana’ vardır. İşte bu baba ve analar kıvranmalara bir nebze olsun ilaç olmaya gayret ediyorlardı.
Yurt içinde yaşayan yurttaşlarımızın kıvranmalarından da haberimiz vardı. Ama bu kıvranmaları yerinde görünce, durumun bambaşka olduğunu görmek çok acı verdi.
Siyasi amaç ile yazmıyorum ama, nereye gitsem, kiminle konuşsam, bırakın kıvranmayı, tam anlamıyla spazm geçirmekte olduklarını gördüm. Herkes devletten beklenen yardımın etkisizliğinden söz ediyordu. Böyle bir ortamda tatilin neşeli geçmesi imkânsızlaşıyordu. Eş dost ile buluşmanın da tadı tuzu olmuyordu.
Eşim ile birlikte, bizim için de bir olumsuzluk vardı. Bu güne kadar tatillerimizi hep ilkbahar ve sonbahar döneminde yapmıştık. Bu kez nedense ağustos ayını seçtik.
Seçmez olaydık. Ne klimalar, ne havuz ve deniz içimize çöken sıcaklığı serinletemiyordu. Bu durum, özellikle eşimi çok rahatsız etmişti. Haliyle eşime eşlik ettiğim için ben de bu sıkıntıdan rahatsızlık duymuştum.
Böyle bir ortamda, bilgisayar karşısına geçip yazmak imkânsızlaşmıştı.
Türkiye’deki olumsuzlukların yanında, az da olsa olumlu gelişmeler de vardı.
Örneğin, turizmciler çok ama çok olumlu bir dönem geçirdiler. Belki de korona salgınının evlere kapattığı insanlarda bir patlama olmuştu ve sahillere akın eden insanlarımız otelleri, motelleri, pansiyonları ve hatta özel evleri doldurmuşlardı.
İnanın ki, hiçbir yerde boş bir tek oda bile yoktu.
Geçen yıl çok mağdur duruma düşmüş olan turizmciler (lokantalar da dahil) bu yıl zararlarını kapatmışlardı. Tabii ki bu durumda fırsatçılık yapanlar da vardı ve fiyatları fahiş hale getirmişlerdi.
‘Türkiye’den başka ne haberler var’ diye soracak olursanız, yine siyasi amaç taşımadan yazayım: Kiminle konuştuysam, söyledikleri ilk şey, ‘Avrupa’ya nasıl yerleşebilirim’ sorusu oldu. İşadamları, varlıklarını yurt dışına taşımak için çareler ararken, genç insanlarımız da yurt dışı hayali ile yaşıyorlar.
Bırakın geleceklerinden endişe etmeyi, şimdiki hallerinden bile hiç memnun olmayan yurttaşlarımız, siyaset dışı mucizeler bekliyorlar.
Ne diyelim, dilerim gerçekten siyaset dışı bir mucize olur ve yurttaşlarımız içinde bulundukları karanlık dünyadan aydınlık bir dünyaya kavuşur.
Değerli okurlarım, dikkat ederseniz, Türkiye’deki gelişmelerden ilk kez böylesine olumsuz söz ettim. Hiç bir zaman siyasi görüş belirtmedim. Mesleğime particiliği ve kulüpçülüğü hiç karıştırmadım.
Yurt dışındaki konularda ise hep taraf oldum. Tarafım Türklükten yanaydı.
Yurttaşlarımızın haklarını savunmak için, Laheydeki meclis kürsüsüne çıktım ve ‘Bu çatı altında insan hakları çiğneniyor’ diye haykırdığım TV programlarım oldu. Irkçılık yapan, bayan Bakan Verdonk’a ‘Vicdansız Sabuha’ dedim, daha sonraki hükümet değişikliğinde onun yerine geçen sosyal demokrat bayan Bakan’a da, ‘Siz Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ dedim.
Bundan sonraki gazetecilik yaşamımda da, rotamı değiştirmeyeceğim ve Türkiye ile Türkleri savunmak için mücadelemi sürdüreceğim.
Bundan hiç endişeniz olmasın.
Kalın sağlıcakla…