‘Nasılsın’ diye sorulduğu zaman, ‘Hasta olanın…, iyi olmayanın…. Ölenin…..’ diye argo cevap veren Mehmetdib, şimdi artık hasta ve iyi değil.
Fayton arabaları ile, ‘Bir zamanlar Mersin’ dizisine konu olabilecek ailenin büyük babası da ‘Teks’ olarak ünlüydü.
İlhan KARAÇAY yazdı:
İnsanlar arasında güler yüzlü olanı, asık suratlı olanı, neşeli olanı, hep sıkıntılı olanı, nüktedan olanı ve argo olanı vardır. Hemen hemen hepimizin yaşadığı bölgelerde, bu meziyetleri ile sembolik hale gelmiş insanlar vardır. İşte, bugün size anlatacağım sembolik insanlardan biri, Mersinli Mehmetdib’dir.
‘Sosyal medya’ denen meretin toplum üzerinde yarattığı acılar ve yaralar bir yana, aynı meretin bazen yararını da görüyoruz.
Örneğin, geçtiğimiz günlerde Facebook’a alttaki fotoğraf düştü.
Üstte gördüğünüz bu fotoğraf, 70 yıl önce, yani 1950’li yıllarda çekilmiş. Fotoğrafta bir fayton arabasına binmiş neşeli insanlar görülüyor. Fotoğraftakileri tanımayanlar için nostaljik hoş bir fotoğraf. Ama benim için bu fotoğraf bir hazine. Çünkü fotoğraftakilerden biri, Mersin’in eski kabadayılarından ‘Teks’ lâkaplı İbrahim Şaşman (gözlüklü) diğeri de ‘Mehmetdib’ lâkaplı oğlu Mehmet (önde şapkalı ve sigaralı).
Fotoğraftan da anlayacağınız gibi, bir fayton arabası işleticisiydi Teks ailesi.
Büyük baba Teks, Mersinlilerin yakından tanıdığı, sert mizaçlı bir kabadayı idi.
Önceleri kendisinin kullandığı fayton arabasını, daha sonra oğlu Mehmet kullanmaya başladı. Mehmet’e nedense ‘Mehmetdib’ deniliyordu.
Sanıyorum ‘dib’ arapçada kurt anlamını taşıyor. Çok cesur ve gözü kara olan Mehmet’e de bu nedenle ‘Kurt Mehmet’ anlamında ‘Mehmetdib’ deniliyordu.
Mersinliler, birisine hakaret etmek istedikleri zaman ‘58’ derler. Pek çok kişinin kullandığı bu 58’in ne olduğunu çoğu bilmez. Ama ben araştırdım ve buldum.
Şehir merkezindeki genelevin kapı numarası 58 idi. İşte bu nedenle bu numara hakaret olarak kullanılırdı. Sanırım şimdi de kullananlar var.
İşte, 58 kapı numaralı genelevde çalışan kadınlar, haftada bir günlerini ‘dostlarına’, yani koruyucu sevgililerine ayırırlardı. Genelde Perşembe olan o güne ‘Dost günü’ denirdi ve genelevde hemen hemen iş yapacak kadın kalmazdı.
O gün genelevin önü fayton arabaları ile dolardı. Zira o genel kadınlar, dostları ile faytonlara binerler, şehir turu atarlar ve sonra da bir yerde yemek yerlerdi. İpek gömlekli sevgililer de, kendilerini film yıldızı gibi görürler ve poz verirlerdi.
İşte o fayton arabası sürücülerinden biri de Mehmetdib idi.
Şimdi gelelim Mehmetdib’in moral kaynağı olan argo nüktedanlığına…
Benden 10 yaş büyük olan Mehmetdib ile, yetişkinliğimden sonra arkadaş olmuştuk. Hollanda’dan Mersin’e her gidişimde sık sık evlerinin önünde sandalyelere oturur ve sohbet ederdik. Kahvehaneye uğradığımız zaman da basra (pişti) oyununda partnerim olurdu. Bilen bilir, basra oyunu için düşünme ve hatırlama yeteneğinin sağlam olması lâzım. Hangi iskâmbil kâğıdının çıkıp çıkmadığını iyice hesaplamak lâzım. Ben ve Mehmetdib de bu konuda çok iyiydik ve rakiplerimizi genelde mağlup ederdik. Arada bir yanlış yapan Mehmetdib’e, ‘Sende artık akıl kalmadı’ diye takıldığım zaman, ortalık argo kelimelere boğulurdu.
Mehmetdib, hiçbir zaman moralini bozmazdı. Moral bozucu sorulara da çok kızardı. Mehmetdib’e göre, hasta olmamak ve ölmemek gerekirdi. Bu nedenle kendisine ‘Nasılsın’ diye sorulduğu zaman ‘Hasta olanın…, iyi olmayanın…. ölenin…..’ diye argo cevap verirdi. Mehmetdip için yaşlanmak da yoktu. ‘Yaşlananın….’ diye başlardı argoya Mehmetdib. Yani tam bir moral kaynağıydı.
Gerçekten de hasta olmazdı ve yaşlanmazdı Mehmetdib. ‘Kim hasta olursa ot olur’ (Ot yerine argo bir kelime kullanırdı), ‘Kim ölürse ot olur’ derdi Mehmetdib.
Hiç unutamadığım bir anım var. Yine bir kış tatili ziyaretimde, Mehmetdib’in de bulunduğu bir arkadaş topluluğu ile güneş altında oturuyorduk. Yoldan geçerken beni gören bir dost, ‘Oooo İlhan abi hoş geldin’ diyerek elimi sıktıktan sonra, diğer arkadaşların da ellerini sıktı. Sıra Mehmetdib’e gelince bu arkadaş, ‘Ne o Mehmet abi hasta mısın’ diye sorunca kıyamet koptu. ‘Hasta mısın’ sorusu karşısında küplere binen Mehmetdib, ‘Ne hastası lan?’ dedi ve ekledi. ‘Hasta olanın…, ölenin…, ölürsem de mezarıma gelenin…..’ diye kükredi.
Hepimizin ‘Sakin ol Mehmetdib’ tavsiyemiz de şöyle karşılık buldu: ‘Herife bak yahu. Hepinize nasılsınız diye sordu, bana da hasta mısın dedi. Bu ne biçim anlayış?’
Birçoğu tarafından benimsenmeyen bir tarafı daha vardı Mehmetdib’in.
Çocukları kandıran sübyancılar (pedofil) ile eşcinselleri (homofil) her fırsatta ifşa ederdi. Hani filmlerde görmüştünüz ya, kahvehanede milleti toparlayıp tarihi güldürmeceler anlatan kişileri. İşte Mehmetdib de kahvehanede ‘Falan filanla, şu yerde ve şu tarihte ilişki kurdu’ diye anlatırdı.
Mehmetdib bir gün daha da ileri gitti ve sübyancılar ile eşcinsellerin listesini kahvehaneye astı. Ama bir saat sonra kendisini karakolda buldu. Zira listeye yazdıklarından biri kendisi hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Mehmetdib bu durum karşısında çok kızmıştı ve, ‘Bakın yahu, adam hem eşcinsel (argosu tabii) hem de saklıyor. Bir de bana suçlu diyor’ diye bağırıyordu.
Üstteki fotoğraf, Mehmetdib’in eşini kaybetmesinden sonra çekilmiştir.
Mehmetdib, yaşlılığı da hiç kabullenmezdi. Bir gün, fazla uğramadığımız bir kahvehaneye gitmiş ve yine basra oynamıştık. Ayrılırken Mehmetdib’e, ‘Buraya fazla uğramıyorsun, bize de sık sık gel’ diyen orta yaşlı insanlara, ‘Ne yapayım burada yahu, hepiniz yaşlısınız, yaşlılar içinde ne işim var’ gibi espri yaptı. Kaldı ki Mehmetdip onlardan en az 30 yıl daha yaşlıydı.
Eeee, yaşamın kuralıdır yaşlanmak. Mehmetdip de yaşlanacaktı bir gün.
Yine bir Mersin ziyaretimde mahallemizin berberindeydik. Oğlum Ruşen de yanımdaydı. ‘Baba, ben Mehmetdib amcayı ziyarete gidiyorum’ dedi Ruşen.
Ben de kendisine, ‘Mehmetdib’e, babam ot oldun mu diye soruyor de’ dedim.
Sormuş Ruşen. Gözleri yaşararak yine argo bir şekilde cevap vermiş Mehmetdip: ‘Oldum anasını satayım oldum…’
Bir zamanlar, bir ziyaretim sırasında eşi ve çocuklarıyla fotoğrafını çektiğim Mehmetdib’in, fotoğrafta görülen eşini kaybettiğini öğrendim.
Artık yalnızdı Mehmetdib. Kim bilir, şimdi kendisine ‘Nasılsın’ diye sorulsa, acaba nasıl bir cevap verecek Mehmetdib?
Evet, işte böyle dostlar. Moralini argo sözleriyle düzelten Mehmetdib’e başsağlığı dileyelim ve moral öğretmenliğinin sürmesini temenni edelim.
Türk Seyahat Acenteleri Birliği TURSAB’ın Yönetim Kurulu Üyesi, TURSAB Havayolu Bilet Satış ve IATA İhtisas Başkanı, Mersin Turizm Platform Başkanı ve Güney Afrika Mersin Fahri Konsolosu gibi ünvanlar taşıyan Olcar, dış ülkelürde yapılan Turizm Fuarlar’ında da Mersin’i tanıtıyor.
Sahibi olduğu, Mersin, İstanbul, Antalya ve Göcek’te faaliyet gösteren Olcartour, Türkiye’nin en güçlü ve itibarlı turizm şirketlerinden biri olarak gösteriliyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
MERSİN,- Yaşadıkları bölgelerde yaptıkları faaliyetler ile, o bölgede yaşayanlara büyük yararlar sağlayan pek çok insanımız vardır. Bu insanlar zaman zaman medya tarafından öne çıkarılır ama, özellikle o bölgenin yöneticileri ve Ankara bunları görmezden gelirler.
Benim size sunacağım Numan Olcar da bu önemli ve yararlı insanlardan biri.
Olcar’ın, yazımın başlığına sığdırabildiğim ünvanları, az sonra sıralayacağım ünvanlardan sadece dördüydü.
Olcar’ın bu ünvanları Ankara’da da biliniyor. Bakınız, ben o ünvanları sıralamadan önce, isterseniz gelin, Turizm Bakanlığı’nın web sayfasında Olcar hakkında yazılanlara bir göz atalım:
Numan OLCAR
1964 doğumludur. 1987 yılında kurmuş olduğu Olcartur Seyahat Acentasının sahibi ve yöneticisi olup, Ayrıca Türk Seyahat Acenteleri Birliği (TURSAB) Yönetim Kurulu Üyesi sıfatıyla, Havayolları Biletleme, IATA ve Dış ilişkiler konularından sorumludur.
TURSAB kariyeri boyunca, komitelerde, şubelerde vb. aktif olarak Birlik’te aktif görev almıştır.
1987 yılında profesyonel turizm hayatına başlayan Numan Olcar, aynı yıl Olcartur’u Mersin’de kurmuş müteakip yıllarda da geliştirerek faaliyetine devam etmiştir. Daha sonra ilk 5 yıl içerisinde Olcartur olarak, İstanbul, Antalya, Göcek vb. Gibi Türkiye’nin önemli turistik yerlerinde şubeler açmıştır. Son 30 yıldır şirket, dinamik bir şekilde büyümüş ve Türkiye’nin güçlü ve itibarlı turizm şirketlerinden biri haline gelmiştir. Numan Olcar, Olcartour DMC’nin kuruluşundan bugüne kadar Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO olarak görev yapmıştır.
Kariyeri boyunca Olcar, ana şirket şemsiyesi altında 5 alt marka yaratmıştır. Hükümet politikaları arasında yer alan Bölgesel Havayolu taşımacığı konusunda Adana bölgesinde aktif rol oynamış ve 2 özel havayolunun bölgeye konuşlanmasında ve yatay seferler başlamasında yönetim kadrosunda sorumluluk almıştır.
2007’de Olcar, Bir Avrupa Birliği Projesi olan RIS – Regional Inovation Stratgies (Bölgesel Yenilik Stratejileri) projesi cercevesinde oluşturulan 3 platformdan biri olan Mersin Turizm Platformu Başkanlığı görevine getirilmiştir. Yürütmekte olduğu görevi süresince Mersin bölgesinde Bölgenin tanıtımı ve tanıtım mecralarının optimizasyonu dışında pekçok yenilikçi projeleride hayata geçirmiştir. Mersin’e Kruvaziyer gemilerinin gelmeye başlatulması, Mersin Suriye ve, Mersin Lübnan feribot seferlerinin başlatılması, Bölgesel havacılığın başlatılması, Pekçok uluslararası kongre, sempozyum ve organizasyonların Mersin’e getirilmesi, Bölgesel konaklama imkanlarının gelişmesi ve yatırımcıların önünün açılması bu proje sonuçlarından bazılarıdır.
Olcar, diplomatik alanda da, 1993 yılından bu yana Türkiye Cumhuriyeti Güney Afrika Cumhuriyeti Fahri Başkonsolosu olarak hizmet ederken, Mersin Deniz Ticaret Odası İcra Komitesi üyesi, SKAL International’ın da aktif üyesi, Türk ve Arab İş adamları Derneği (TURAB) İstişare kurulu Bşk. Yrd. Görevlerini sürdürmektedir.
İşte böyle değerli okurlarım. Bakınız, Numan Olcar’ın üstlenmiş olduğu görevler içinde daha neler var:
Numan Olcar (solda), Utrecht Turizm Fuarı’na da sık sık katılan bir Mersinlidir. Fotoğrafta, 26’ıncı dönem Mersin milletvekili olan Serdal Kuyucuoğlu ile birlikte görülüyoruz.
Üstlenmiş olduğu etiketler kapsamında, dünyanın dört bir yanında yapılan toplantılara katılan ve Turizm Fuarları’nda Mersin’i temsil eden Numan Olcar, tabii ki asıl hedef olan Türkiye’nin tanıtımı yanında, Mersin’i de tanıtan bir insanımızdır.
Numan Olcar (fotoğrafta solda) geçen hafta Antalya’da yapılan 2021 Turizm Kongresi’nin moderatörüydü.
Kongreye Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Antalya Valisi Ersin Yazıcı, TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya AKTOB Başkanı Erkan Yağcı, TTYD Başkanı Oya Narin ve çok sayıda turizmci katılmıştı.
Büyük ilgi gören 2021 Turizm Kongresi’nde moderatörlük yapan Numan Olcar, başarılı sunumları ile sık sık alkışlandı.
Numan Olcar, Mersin’in sorunlarını çözüm konularında öne çıkan en önemli figürlerden biridir. Örneğin, Mersin’de kurulması planlanan Turizm Bölgesi’nin gerçekleşmemiş olmasına en çok tepki gösterenlerin başında Numan Olcar gelir. Uluslararası Çukurova Havalimanı projesinin de gerçekleşmemiş olması, Olcar’ın gündeminde sık sık yer alıyor.
Yaptığı hizmetlerden ötürü sık sık ödül alan Numan Olcar, ‘Turizm Girişimcisi Ödülü’nü aldıktan sonra ‘Turizm İletişim Ödülü’nü de kazandı.
Numan Olcar’ın kardeşi Tanju Olcar da, Turizm konusunda başarılı isimlerden biri.
Ünlü The Guardian’nın, Akdeniz’de Butik Otel statüsünde puan verdiği “10 of Mediterranean Turkey’s best boutique hotels” yarışmasında, Tanju Olcar ve ortağı Fatih Taşpınar’a ait Selimiye’de bulunan Badem Tatilevi ilk 10 Butik otel arasında değerlendirilmiştir.
OLCAR İLE SÖYLEŞİ
Numan Olcar hakkında yazılacak daha çok şey var.
Türkiyemizden sonra Mersin ve Mersinliler için hâlâ mücadele etmekte olan Olcar’ı dikkatle izlemesi ve değerlendirmesi gerekenler, maalesef pasif kalıyorlar.
Numan Olcar ile son olarak Mersin’deki merkez ofislerinde buluştuk:
Yıllardır haykırmalarına sessiz kalan merciler ile, kendisinden yararlanmayı akıllarından bile geçirmeyen kişi ve mercilerin tutumundan rahatsız olup olmadığını sorduğum Olcar şunları söyledi: -‘Benim hiç kimseden ve hiçbir merciden bir beklentim yok. Şu an üstlenmiş olduğum postlar beni fazlasıyla meşgul ediyor. Gücüm ve nefesim yettiği kadar hizmete devam edeceğim.’
-Mersin Turizm Platformu Başkanlığını üstlendiğiniz zaman çok heyecanlıydınız ve başarı öyküsünü anlatmıştınız. Ne demiştiniz o zaman?
-‘Başarı öyküsü diyorum çünkü Mersin Turizm Platformu olarak 2007’de kentin geleceğini etkileyecek 3 lokomotif sektörden biri olarak seçilen turizm konusunda, Mersin’in bugün geldiği nokta hakikaten bir başarı öyküsüdür. Turizm Mersin’de birçok şeyi değiştirmeyi başarmıştır. Bunun en güzel örneği kentin imajındaki olumlu etkilerdir. Artık ‘Mersin’ dediğinizde, olumsuzluklar değil, turizm konusunda yapılan olumlu çalışmalar akla gelmektedir. Belirtmek isterim ki, Platformumuz tarafından hazırlanan projeler ve başlatılan eğitim programları, bir yandan da sektördeki firmalarımızın personel ihtiyacını giderilmesine yardımcı olmakta, hatta işsizliğin yoğun olduğu kent imajı da, göçle gelen işsiz gençlerin böylece turizmde istihdamı ile büyük bir ölçüde değişime uğramaktadır. Bundan 5 yıl önce kentteki karar vericiler ve turizmciler olarak bir araya geldiğimizde, turizm değerlerini tanıtmayı, turizm gelirlerini artırarak sürdürülebilir kalkınmayı sağlamayı hedeflemiştik. Bunun yolu şüphesiz ki turizmdi. Bu yol ise güneş, deniz ve kum üçgenine sıkışıp kalmadan, devamlı gelişen ve geliştirilebilecek alternatif turizm konularında ilerlemekti. Bu amaçla, Kültür ekonomisini kullandık. Kültürel zenginliklerimizi ekonomiye kazandırmak ve bu ekonomik faaliyet sonucunda elde edilenleri yine kültüre harcamaktı hedefimiz. Burada rakamların, istatistiklerin hiç bir anlamı yok. Ve bunlara da değinmeyeceğim. Çünkü hala yolun başında olduğumuzu biliyoruz. Ancak yine biliyoruz ki; artık turizm alanında yol haritasını çizen, turizm stratejilerini hayata geçiren bir Mersin var. Artık meyveleri toplama zamanı geliyor. Çok yakın bir zamanda, Uluslararası havaalanı, mevcut kapasitesini yatak daha artıracak tesisleri, 2013 Akdeniz Oyunları, kruvaziyer turizmi, inanç turizmi, kış ve kayak turizmi gibi konularda, bölgenin merkezi olacak, sadece kendi değerlerini değil, ülkenin değerlerini de tanıtan bir kent olacak.’
-‘Peki beklentileriniz gerçekleşti mi?’ şeklindeki sorum ise şöyle yanıt buldu:
-‘Pek çok konuda maalesef hüsrana uğratıldık. Mersin’de 20 yıl önce başlatılan ‘Çukurova’nın turizm umudu’ olması beklenen Tarsuz-Kazanlı Turizm Bölgesi Projesi maalesef iptal edildi. Yatırımcıların, Antalya’ya yapacakları yatırımlarda, talep ettikleri teşvikler verilirken, Mersin’de yatırım yapmak isteyenlere bu teşvikler maalesef verilmedi ve proje iptal edildi.
Aynı durum Uluslararası Çukurova Havalimanı yapımı için de geçerli. Projeyi yapmak isteyen müteahhitlerin sayısını hesap edemez olduk. Çok kere el değiştirdi. Sonunda inşa işini develt üstlendi ama bu kez de inşaatçı müteahhit devleti yarı yolda bıraktı. Randımanlı bir hava limanı ve yeterli yatak kapasiteli oteller olmadığı sürece, Mersin’de turizm zor gelişir.
-Yine sizin gayretleriniz ile Taşucu-Tripoli (Lübnan) arasında feribot seferleri başlatılmıştı. Bir de Mersin limanına kruvaziyer çekme planınız vardı. Ne oldu bu projeler?
-‘Taşucu-Tripoli feribot seferleri maalesef istenildiği ve beklenildiği gibi devam etmedi.
Kuruvaziyer konusunda da çok gayret sarfettik. ABD’nin Miami kentindeki Seatrade Cruise Schipping Fuarı’nda yaptığımız tanıtımın ardından limanımıza bir kruvaziyer geldi. Daha sonra da 11 gemi geldi. Daha sonra bu ziyaretler yavaş yavaş geriledi.’
-Peki bu olumsuzluklar devam edecek mi? Mersin turizmi için bir umut yok mu?
-‘Mersin’imizin turizm gelirini artırmak için, ekip olarak çok çalışıyoruz. Dünya’nın çeşitli yerlerindeki fuarlara katılıyoruz. Gerek kent içinde ve gerekse Anamur’a kadar olan sahil bandında pek çok otel inşa edildi. Yaz aylarındaki doluluk oranı çok yüksek. Ama yine de yeni havalimanının açılması ve sıralanmış otellerin bulunması gereken Turizm Bölgesi’nin de gerçekleşmesi şarttır.’
10 Aralık’a kadar açık kalacak olan sergi, Prof. Dr. Osman Turan Kültür ve Kongre Merkezi Fuat Turan Kokteyl Salonu’nda.
Hollanda’dan Şahin Yıldırım’ın gayretleri ile açılan sergide yer alan fotoğraflar ziyaretçilerini bekliyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’dan Şahin Yıldırım’ın gayretleri ile sergilenmekte olan göç fotoğrafları, İstanbul, Ankara ve Bursa’dan sonra şimdi de Trabzon’da ziyaretçilerini bekliyor. Merkezi Hollanda’da bulunan Atlas Kültür Merkezi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) ortaklığında gerçekleştirilen sergi, iki ülke arasında köprü vazifesi görmek ve ikili ilişkilerin geliştirilmesine katkı sunmayı hedefliyor.
Hollanda’ya resmi olarak 1964 yıllardan itibaren göç eden Türklerin karşı karşıya kaldıkları sorunları ve güzellikleri konu alan ‘Gurbette’ adlı fotograf sergi 10 aralık tarihine kadar açık kalacak.
Açılışa, KTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Akif Cinel, Trabzon Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Karal, akademisyenler, sanatseverler ve öğrenciler katıldı.
GURBETTE fotoğraf sergisi arastırmacı ve yazar Şahin Yıldırım’ın ‘50 yılda, 50 öykü’ kitabından esinlerek gercekleştirildi. Bu sergi daha önce Hollanda’da farklı şehirlerde başarı ile yapılmıştı.
Şahin Yıldırım sergiyi şimdide gurbetçilerin anayurttaki akrabaları için sürdürüyor.
Yıldırım, iki ülke arasındaki ilişkilerin 1600’lü yıllara kadar gittiğini belirterek, “Bizim, ‘Gurbette’ fotoğraf sergisi ile amacımız, Hollanda’daki kolektif tarihimizi kayıt altına almak ve yeni nesillere aktarmaktır. Nitekim tarihi unutan bir millet, yok olmaya mahkûmdur.” diyor.
Şahin Yıldırım, ‘Gurbette’ sergisinin yeni durağının Elazığ, Konya ve Kayseri olacağını da duyurdu.
Şahin Yıldırım, serginin ana konusunu ve amaçlarını şöyle anlatıyor:
‘Hollanda-Türkiye arasındaki işgücü anlaşması, bundan tam 57 yıl önce Lahey’de imzalandı.
19 Ağustos 1964’te hayata geçirilen anlaşma ile, ilk dönemde Hollanda’ya yaklaşık 5 bin kişi göç etti. O dönemde memleketlerini arkalarında bırakıp çalışmaya giden Türkler, yıllar içinde burada yeni ortamlar kurdular. Zamanında ‘Gastarbeider’ yani ‘misafir işçi’ olarak adlandırılan birinci ve sonraki kuşaklara, yarım asır sonra ‘Nederlandse Turken’ yani ‘Hollandalı Türkler’ demeye başladılar.
Şimdi nüfusu 500 bini aşan Hollanda’daki Türkler, ülkedeki en büyük azınlık gurubunu oluşturduğu gibi, siyasette, iş dünyasında, sporda, sanat ve kültürde, yani her sektörde temsil ediliyorlar . ‘Peki ama yarım asırda bu süreç nasıl bu aşamaya geldi?’ diye sorabilirsiniz. Hollandaya gelen birinci nesil Türkler’in, Hollandalılar tarafından nasıl karşılandığını, ne tür zorluklarla karşılaştıklarını, Hollandaya Göç Fotoğraf Sergisi’nde fotoğraflar ve hikayeler eşliğinde görebileceksiniz.
İşçi göçü anlaşması neden yapıldı?
Birinci nesil Türkler Hollanda’da nerelerde çalıştılar?
Pansiyon hayatları nasıldı?
Birinci nesil ne tür şartlar içinde yaşamlarını idare ediyorlardı?
Birinci nesilin Hollandalı komşuları ile geçimleri nasıldı?
Hollandalılar 1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkler için neler düşünüyorlardı?
Bunun yanında dil sorunları, aile birleşimi, kültür, spor, siyaset ve inançla alakalı benzeri konular hepsi bu segide işledik. Bunun yanında Marmara Universitesi, sanat bölumu ögrencilerinin Goc temasi altinda yaptiklari sanat eserleri sergide yer alıyor.’
Serginin yeri: Prof. Dr. Osman Turan Kültür ve Kongre Merkezî
ADRES: Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ortahisar, Trabzon
Yıl 1967. Hollanda’ya geldiğim ve Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik yapmaya başladığım yıldı.
Yıl 1968.Amerika yolculuğu için hazırlıklara başlamıştım. Şimdiki eşim olan kız arkadaşım Jeanne bu ayrılık planından hoşnut değildi. Ne var ki bu konuda karar vermiştim bir kere. Yolculuk için yapılan alışveriş bitmiş ve yorgun argın eve gelişimizin ardından beş dakika bile geçmeden kapının zilini çalan postacının uzattığı telgraf, benim Amerika’ya gidişimi ilelebet unutmama ve Hollanda’ya demir atmama neden oldu.
Telgraf , Tercüman Gazetesi Spor Müdürü Necmi Tanyolaç’tan gelmiştir. Tanyolaç acil çektiği telgrafta; “İlhan (STOP) Fenerbahçe Ajax ile eşleşti (STOP) Ajax’ı takibet (STOP) yazı ve fotoğrafları acele gönder (STOP)” diyordu.
İşte o zaman akan sular durdu. O dönemde Hollanda futbolu henüz tırmanışa geçmemişti. Rinus Michels’in çalıştırdığı Ajax’ta, sonradan çok meşhur olan kimler yoktu ki? Mesela Johan Cruyff henüz 17 yaşında idi. Keizer, Swart, Krol, Hulshoff, Suurbier, Neeskens ve Haan gibi dev isimlerin esamisi okunmuyordu ama bunların hepsi sonradan birer futbol yıldızı oldular.
10 Kasım 1968 günü Amsterdam’ın Schiphol havalimanına inen Fenerbahçe’yi Jeanne ile karşıladım. Oysa Jeanne’yi terk edip Amerika’ya gitmeyi planlarken Ajax-Fenerbahçe maçı beni O’nunla ile nikah masasına kadar götürdü. Beşiktaşlı olmama rağmen, Jeanne ile evlenmeme ve Hollanda’da kalmama vesile olan Fenerbahçe’ye her zaman şükran duymuşumdur. Havalimanındaki karşilama sadece sazlı ve sözlü değil, dansözlü de olmuştu. Bunu organize eden İstanbul Restaurant’ın sahibi Ünal Temel’e, ’10 Kasım’da dansöz oynatırsın ha, yakacağım seni’ diye takılmıştım.
Kafilede Necmi Tanyolaç ağabey de vardı.Otele vardığımız zaman o günkü Tercüman Gazetesi’ni çıkardı. Birinci sayfada Atatürk’ün kocaman bir fotoğrafı vardı.
Tercüman gazetesi o zamanlar, Atatürk fotoğrafı kullanmakta cimrilik yapardı. Necmi ağabey Atatürk fotoğrafını göstererek, ‘Patron Kemal Ilıcak’a çıktım. Atatürk fotoğrafı kullanmaktan korkmayın. Spor sayfalarımızı okuyan ve okumak isteyen binlece Atatürkçü var’ dediğini belirtti ve o günden sonra Tercüman’da bir tabunun yıkıldığını söyledi.
Necmi ağabey, gerçekten yaratıcı bir kişiliğe sahipti. 17 Eylül 1967 tarihinde oynanan Kayseri-Sivasspor maçında çıkan kavga sonunda tam 43 insanımız hayatını kaybetmişti. Bu haber dünya basınında geniş yer almıştı. ben de Hollanda medyasından haberleri göndermiştim. Necmi ağabey, ‘Futbolundan kan damlayan ülke’ başlığı ile benim haberimi manşet yapmıştı.
Hiç unutmam. 5 Mart 1969 akşamı Paris’te oynanan Ajax-Benfica final maçını Ajax 3-0 kazanmıştı. Necmi ağabey o maçı, ‘Ajax Benfica’yı Eyfel Kulesi’ne astı’ başlığıyla ve bir de çizgi resimle yayınladı. Eğik bir Eyfel’den sarkıtılan ipin ucunda Benfica onbiri asılıydı.
16 Nisan1969 tarihinde, bir gün sonrasının tarihiyle basılan ve Avrupa’da yayın hayatına başlayan Hürriyet gazetesi ile anlaşarak gazetecilikte tam profesyonelliğe adım attım. Ama o zaman Tercüman Avrupa’da daha çok satıyordu. Hürriyet’in Avrupa’da bir numara olmasını sağlayan Garbis Kesişoğlu ekibinin içinde naçizane ben de vardım.
Necmi ağabey bu kez, 1971 yılında Hollanda’ya geldi. Wembly’de oynanan Ajax-Panathiakos final maçından sonra Avrupa Şampiyonu olan AJax!ın Amsterdam’da yapacağı kutlamalar için…
O zaman Zeist kasabasında, sonradan evlendiğim Jeanne ile bir apartmanda ikamet ediyorduk. Necmi ağabeyi o evde ağırlarken bir maç seyredişi vardı ki. eşim Jeanne o sahneyi hiç unutamadı. Necmi ağabey gözlerini ekrana dikmişti ve etrafa hiç bakmıyordu. Bizimle konuşurken ve yemek yerken gözü ekrandan ayrılmıyordu.
Bir gün sonra Amsterdam’da Güner Kuban’ın bir restaurant açılışı vardı. Üç katlı restauranta ‘Poort van Amsterdam’ adı verilmişti. Güner Kuban ile tanışan Necmi ağabey, ‘Ben bu bayanı bir yerden tanıyorum ama nereden?’ diye konuştu. 3 saat sonra Necmi ağabey, ‘Tamam hatırladım, bu kadın İstanbul’dan meşhur lezbiyen Güner yahu’ dedi.
Güner Kuban, daha sonra açtığı ‘Homolulu’ adlı gece kulübü ve yazdığı ‘Sevişmenin Rengi’ adlı kitaplarıyla lezbiyenliğini alenen açıklamiş oldu.
Necmi ağabey ile daha sonra Avrupa’daki futbol karşilaşmaları sırasında birlikteliğimiz oldu. Bu birlikteliklerin en güzeli ve anlamlısı da 1978’de Arjantin’de yapılan Dünya Şampiyonası’nda oldu. Bu karşılaşmalar sırasında bir gün, Hürriyet Spor Müdürü olan rahmetli Doğan Koloğlu’na beni göstererek, ‘Bak size tabanca gibi bir oğlan verdim’ dediği zaman çok gururlanmıştım.
Necmi ağabey öldüğü zaman biz de Çamlıca’daydık. Hollanda’dan 9 gazeteci arkadaşla, TUSKON’un dünya işadamları ile yaptığı toplantıya gitmiştik. 26 Kasım günü Çamlıca tepesinde dolaştık ve salep içtik. O sırada Necmi ağabeyi düşünmüştüm. Zira O’nun Çamlıca’da bir bakımevinde kaldığını okumuştum. Necmi ağabeyi nasıl ziyaret ederiz diye düşünürken, ‘Hadi arkadaşlar gidiyoruz’ sesini duyduk. Bir davete icabet etmemiz gerekiyordu. Ne garip tesadüf ki, aynı gecenin sabahında Necmi ağabey vefat etti. Ertesi sabah Hollanda’ya uçtuğumuz için, ölüm haberini de Hollanda’da okuduk.
12 Kasım 2021’den bu yana, her gün yayınlamakta olduğum geçmişe dönük gazete sayfaları, ne mutlu ki ilgi görüyor ve yurttaşlarımız arasında tatlı tartışma konusu oluyor.
Henüz 15 günlük bir çalışma olmasına rağmen, kendi şehirlerinden haberleri göremeyen bazı okurlarım, acelecilik yapıyor ve ‘Bizim şehirden neden haber koymuyorsun’ şeklinde serzenişte bulunuyorlar. Bu okurlarımdan biri de Deventer’den Necati Okandan.
Necati kardeşimiz şöyle yazmış: ‘Hollanda’da ilk resmi federe kulübü Deventer Türk Gücü’dür. Pek çok sosyal faaliyetlerde bulunmasına rağmen sayfalarınızda yer almamaktadır. Deventer şehrine Türk konsolosluğunun açılmasının bir nedeni Türk Gücü’dür.’
Ben de Necati kardeşime şu cevabı vermiştim: Sabır et Necati. Deventer Türk Gücü’nü çok yayınladım. O sayfaları bulunca sizlere sunacağım. Ama, konsolosluğun Deventer’e alınması ile ilgisi yok. Deventer’i bizim tercihimiz ile kararlaştırdılar.
Daha sonra bu tartışmaya Harun Oğuray, Mehmet Danışmant, Mehmet Sayım, Venlo’dan Muhlis Ayboğan, Utrecht’ten Mesut Çavuşoğlu ve Gökhan Doğaner katıldılar.
Bu kardeşlerimiz kendilerine göre yorumlarını eklemişler. Bunun üzerine arşivimde acil bir araştırma yaptım ve Deventer’den dört gazete sayfası bularak şöyle yayınladım:
DEVENTER TÜRK GÜCÜ İÇİN HAYIFLANANLARA… Hiç unutmam, Uruguay’daki Mini Dünya Şampiyonası’nı izledikten sonra, ‘amatör’ falan demeden Deventer Türk Gücü’nü takibe gitmiştim.
Deventer Başkonsolosluğunun kurulma aşamasında kendilerinin de payı olduğunu yazan kardeşlerim de oldu. Bu tartışma, beni haliyle geçmişe götürdü.
Hiç tartışmasız iddia edebilirim ki, Deventer’de yaşayan Cemal Kapıkıran, Türk toplumuna en çok yardım yapmış olan Türkler’in başında gelir. Gece yarıları bile aranan ve sorunların çözümünde devreye giren Cemal Kapıkıran hakkında ayrı bir yorum yazmam gerekeceğini belirterek, Başkonsolosluk konumuza dönelim.
Deventer Başkonsolosluğumuzun kuruluşu sırasında yaşanan olayları anlatan eski bir yazımı buldum.
Gördüğüm lüzum üzerine o yazıyı sizlere sunuyorum:
MEDYAYI ÖNEMSEMEYEN VE HAKİR GÖREN BAŞKONSOLOS
Hollanda’ya gelmiş 33 Başkonsolos içinde (16 Rotterdam, 14 Deventer, 3 Amsterdam) sadece dördü ile aramız limoni olmuştu. Bunlardan biri de, Deventer’deki ilk konsolosluğumuzu açmaya gelen Mehmet Ali Tenikalp (Tekinalp değil), tanışmadan bozuştuğum kişi oldu.
Yıl 1976. Hollanda’da ikinci bir Başkonsolosluğun açılması için yıllarca verdiğimiz mücadele semeresini vermiş, ‘Amsterdam mı olsun, Utrecht mi Olsun, Arnhem mi olsun, Eindhoven mi olsun’ sorularından sonra, Deventer’de açılmasına karar verilmişti.
İlk tayin edilen Başkonsolos da Mehmet Ali Tenikalp olmuştu. Eşi ile birlikte Hollanda’ya gelen bu çift, Deventer’de bir otelde konaklarken, Başkonsolosluk olmaya lâyık bir yer aramaya başlamışlardı. Kulaktan dolma söylemler ile bazı adresler için, ‘beğenilmediğini’ duyuyorduk.
Aradan aylar geçmişti ama, bir yanda Hürriyet’e, bir yandan TRT’ye çalışan ve bir yandan da Hollanda Televizyonu NOS’ta Pasaport adlı program yapan bir gazeteci olarak, Başkonsolosumuz ile tanışamamıştım. Hem tanışmak ve hem de konsolosluk için yer aramanın ne aşamada olduğunu öğrenebilmek için, Başkonsolosu kaldığı otelden telefonla aramıştım. Santral görevlisinden Başkonsolos ile gürüşmek istediğimi söyledim. Telefona önce Başkonsolosun eşi çıktı. Özür dileyerek kendimi tanıttım ve Başkonsolos ile ile görüşüp görüşemeyeceğimi sordum.
Başkonsolosun eşi ‘Bir dakika ‘ dedikten az sonra, ‘Buyurun’ diye bir ses duydum. ‘İyi günler sayın Başkonsolosum, ben İlhan Karaçay’ dedikten sonra duyduğum söz şuydu: ‘Kimmiş efendim bu İlhan Karaçay?’ Çok şaşırmıştım ama, ‘Afedersiniz ben Hürriyet muhabiriyim’ deyince de, öyle bir tavırla karşılaştım ki, anlatmakta zorlanırım.
Birincisi; 5-6 aydır Hollanda’da bulunan bir Başkonsolosun, medya ile tanışma geleneğini yerine getirmediği gibi, Hürriyet ve TRT’ye muhabirlik yapan, Hollanda televizyonunda da Türkler için program yayınlayan İlhan Karaçay ismini tanımıyor olması mümkün değildi tabii. Ama Başkonsolos nedense bu yakışıksız tavrı tercih etti.
Tabii ki, yaptığımız bu görüşmeyi, gazetecilik alışkanlığı ile banda almıştım. Gelişmeler hakkında bana bilgi vermekten kaçınmakla kalmayan ve rencide eden Başkonsolosun bu tavrını hem Hürriyet’te ve hem de televizyon programımda yayınladım.
Böylece de bu başkonsolos ile tanışma fırsatı ve ihtiyacı olmamıştı.
Sonradan yapmış olduğum araştırmada, Mehmet Ali Tenikalp adının, 6-7 Eylül olaylarında adının geçtiğini öğrendim. 6-7 Eylül Olayları öncesinde, Atatürk’ün doğduğu eve atılan bombanın provakosyon olduğunu iddia eden Yunanlılar, bu bombanın, Selanik’te Başkonsolos Yardımcısı olan Mehmet Ali Tenikalp tarafından Türkiye’den çanta içinde getirildiğini ve Hasan Uçar adlı kavas tarafından bahçeye atıldığını öne sürüyorlardı.
Değerli Okurlarım,
Başkonsoloslar hakkında pek çok haber yazmışımdır.
Bu Başkonsoloslardan Erkut Onart’ın vefatı üzerine yazdığım uzun bir yorumda, Başkonsoloslar ile aramda geçenleri dile getirmiştim.
İsterseniz o yazıyı da sizlere sunayım. Geçmişte neler yaşandığını sizler de öğrenmiş olursunuz.
RAHMETLİ OLAN BAŞKONSOLOS ERKUT ONART’IN ARDINDAN…
25 Temmuz 2021
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da görev yapmış Başkonsolosların en iyilerinden biriydi. En iyilerin başında gelenlerden biri de Orhan Ertuğruloğlu’ydu. Kavgalı olduğum Başkonsoloslar arasında, Selanik’teki Atatürk Evi’nin bombalanmasında, Yunanlılar’a göre rolü olduğu iddia edilen, Deventer Başkonsolosumuz Mehmet Ali Tekinalp vardı.
Bir başka kavgalım, Rotterdam olayları için ‘Basit bir sokak kavgası’ diye rapor veren Başkonsolos Namık Aykaç idi. Bir de, halihazırda görev yapan Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ile limoni bir ilişki hikâyemiz var. (Yazıların altında, Hollanda ‘da görev yapmış tüm Türk Büyükelçilerin ve Başkonsolosların listesini bulacaksınız)
Ana akım ve sosyal medyada okumuş olacağınız gibi, Rotterdam’da Başkonsolos olarak görev yapmış olan Erkut Onart yaşamını yitirmiştir.
Yine okumuş olabileceğiniz gibi, 1994-1999 yıllarında görev yapmış olan rahmetli Erkut Onart için haberlerde, ‘çok sevilen bir Başkonsolostu’ ibareleri yer alıyordu.
Erkut Onart için kullanılan bu ibareye ben de yürekten katılıyorum.
Hollanda’da görev yapan Büyükelçi ve Başkonsoloslarımız arasında ayrım yapmadan şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ankara’da Dışişleri’nde yetişmiş olan ve yurtdışına gönderilen görevlilerimizin hemen hemen tamamı, üstlendikleri görevleri ve taşıdıkları ünvanları hakkıyla taşımışlardır. Dışişlerinde yetişmiş olmanın kazandırdığı görgü ve kurallar ile, toplumu kucaklayan bu değerler, yabancı misyonlarda da kendilerini kabul ettirmişlerdir.
Velhasıl, her biri pırıl pırıl olan bu bireylerimizin yanında, zıt teşkil edecek birkaç istisna olacaktır elbette…
Ben bu istisnaları size korkmadan anlatacağım.
Ama önce, istisna dışındaki gerçek değerlerimizden bir kaç isime bakalım:
Rahmetli olan Erkut Onart, bizde öyle derin izler yaratmıştır ki, bunu izah etmek için bir örnek vermek gerekecektir.
Erkut bey, diğerlerinin de yaptığı gibi, bizleri toplayıp bir veda toplantısı yapmıştı, Hepimiz buruk bir şekilde ayrıldıktan sonra, bizim için ayrıcalıklı olan bu insana karşı bizim de bir jest yapmamız gerektiğini düşündüm. Derhal gazeteci dostlarımı teker teker aradım ve Erkut beye, Hollanda’daki Türk gazeteciler adına bir veda yemeği vermeyi teklif ettim. Dostlarım bunu memnuniyetle kabul edince, inisiyatifi ele aldım ve şimdilerde, Amadi Park ve Amadi Panorama otellerini çalıştıran Ertuğrul Dalkıran’ın, o zaman Amsterdam’da ün yapmış Turquoise Restaurant’ında bir yemek verdim. Anlıyacağınız, bir gazeteci grubunun bir Başkonsolosa veda yemeği vermesi belki de dünyada bir ilktir. İşte Erkut Onart bey böylesi sevilen bir başkonsolostu.
Sevilen Başkonsoloslar denince, Deventer’de bir dönem Konsolos, iki dönem de Başkonsolos olarak görev yapan Orhan Ertuğruloğlu’nu da listeye koymak lâzım. Bir Hollandalı ile evlenen ve Hollandacayı ana dili konuşup yazan Ertuğruloğlu için yazılacak çok işey var. Ama bunu bir başka zamana bırakma sözü vererek, biraz da birkaç zıt kişiden söz edeyim. Yani biraz dedikodu yapayım.
IRKÇI SALDIRILARA, SOKAK KAVGASI DİYEN BAŞKONSOLOS
55 yıldır görev yaptığım Hollanda’da, tesadüf ya, Rotterdam’a ilk gelen Başkonsolos Ali Namık Aykaç ile, gider ayak bozuşmuştum. (Başkonsolosluk daha önce Lahey’deydi)
Bozuşma nedenimiz şuydu:
Malum 1972’de Rotterdam olayları, tüm dünyada Hollanda’ya puan kaybettiren olaylardı.
Bir hafta süren ve yaralanıp hastanelere yatırılan Türkler olduğu halde, Başkonsolos Ali Namık Aykaç, özellikle benim Hürriyet’te yayınlanan haberler nedeniyle ayağa kalkan parlamentoya bilgi vermesi gerekenlere, ‘Burada yaşananlar adi bir sokak kavgasıdır’ şeklinde bir rapor sunmuş.
Zamanın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner de mecliste ‘Rotterdam’da yaşananlar adi bir sokak olayıdır. Medya abartıyor’ gibi laflar etmişti.
Bunun üzerine gazetem benden ille de yaralı fotoğrafı istemişti. Ünlü parlamenterimiz Nebahat Albayrak çocuk iken yaşanan olaylarda, amcası Mustafa Albayrak, başına yediği bir taş darbesi ile komaya girmiş ve hastaneye yatırılmıştı. Akla gelemeyecek atraksiyonlar yaparak girdiğim hastanade Albayrak’ın fotoğrafını çektim ve birkaç yaralı fotoğrafıyla birlikte, haber atlatma lüksünü hiçe sayarak, hem Türk medyasına ve hem de Hollanda medyasına dağıttım. Böylece hem Rotterdam Başkonsolosumuza ve hem de Bakanımıza gerekli cevabı vermiştim.
Rotterdam olayları Hollanda gazetelerinde de boy boy yer alıyordu. Trouw gazetesi, Türk Bakan Uzuner, yaşananların ırkçı saldırı olmadığını düşünüyor’ başlığını kullanmıştı.
Başkonsolosomuzun bir skandal hareketi daha vardı.
Hollanda medyası kendisine, ‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz’ diye soru yöneltince, ‘Benim tayinim çıktı yarın gidiyorum, benden sonra gelecek olana sorun’ diye yersiz ve saçma bir cevap vermişti.
MEDYAYI ÖNEMSEMEYEN BAŞKONSOLOS
Hollanda’ya gelmiş 33 Başkonsolos içinde (16 Rotterdam, 14 Deventer, 3 Amsterdam) sadece dördü ile aramız limoni olmuştu. Bunlardan biri de, Deventer’deki ilk konsolosluğumuzu açmaya gelen Mehmet Ali Tenikalp (Tekinalp değil), tanışmadan bozuştuğum kişi oldu.
Yıl 1976. Hollanda’da ikinci bir Başkonsolosluğun açılması için yıllarca verdiğimiz mücadele semeresini vermiş, ‘Amsterdam mı olsun, Utrecht mi Olsun, Arnhem mi olsun, Eindhoven mi olsun’ sorularından sonra, Deventer’de açılmasına karar verilmişti.
İlk tayin edilen Başkonsolos da Mehmet Ali Tenikalp olmuştu. Eşi ile birlikte Hollanda’ya gelen bu çift, Deventer’de bir otelde konaklarken, Başkonsolosluk olmaya lâyık bir yer aramaya başlamışlardı. Kulaktan dolma söylemler ile bazı adresler için, ‘beğenilmediğini’ duyuyorduk.
Aradan aylar geçmişti ama, bir yanda Hürriyet’e, bir yandan TRT’ye çalışan ve bir yandan da Hollanda Televizyonu NOS’ta Pasaport adlı program yapan bir gazeteci olarak, Başkonsolosumuz ile tanışamamıştım. Hem tanışmak ve hem de konsolosluk için yer aramanın ne aşamada olduğunu öğrenebilmek için, Başkonsolosu kaldığı otelden telefonla aramıştım. Santral görevlisinden Başkonsolos ile gürüşmek istediğimi söyledim. Telefona önce Başkonsolosun eşi çıktı. Özür dileyerek kendimi tanıttım ve Başkonsolos ile ile görüşüp görüşemeyeceğimi sordum.
Başkonsolosun eşi ‘Bir dakika ‘ dedikten az sonra, ‘Buyurun’ diye bir ses duydum. ‘İyi günler sayın Başkonsolosum, ben İlhan Karaçay’ dedikten sonra duyduğum söz şuydu: ‘Kimmiş efendim bu İlhan Karaçay?’ Çok şaşırmıştım ama, ‘Afedersiniz ben Hürriyet muhabiriyim’ deyince de, öyle bir tavırla karşılaştım ki, anlatmakta zorlanırım.
Birincisi; 5-6 aydır Hollanda’da bulunan bir Başkonsolosun, medya ile tanışma geleneğini yerine getirmediği gibi, Hürriyet ve TRT’ye muhabirlik yapan, Hollanda televizyonunda da Türkler için program yayınlayan İlhan Karaçay ismini tanımıyor olması mümkün değildi tabii. Ama Başkonsolos nedense bu yakışıksız tavrı tercih etti.
Tabii ki, yaptığımız bu görüşmeyi, gazetecilik alışkanlığı ile banda almıştım. Gelişmeler hakkında bana bilgi vermekten kaçınmakla kalmayan ve rencide eden Başkonsolosun bu tavrını hem Hürriyet’te ve hem de televizyon programımda yayınladım.
Böylece de bu başkonsolos ile tanışma fırsatı ve ihtiyacı olmamıştı.
Sonradan yapmış olduğum araştırmada, Mehmet Ali Tenikalp adının, 6-7 Eylül Olaylarında adının geçtiğini öğrendim. 6-7 Eylül Olayları öncesinde, Atatürk’ün doğduğu eve atılan bombanın provakosyon olduğunu iddia eden Yunanlılar, bu bombanın, Selanik’te Başkonsolos Yardımcısı olan Mehmet Ali Tenikalp tarafından Türkiye’den çanta içinde getirildiğini ve Hasan Uçar adlı kavas tarafından bahçeye atıldığını öne sürüyorlardı.
VATANDAŞ’A SİLAH ÇEKEN BAŞKONSOLOS
Evet yanlış okumadınız, Rotterdam’da, hem de çok iyi dostluk kurduğum bir Başkonsolos vardı ki, makamında vatandaşa silah çektiği gibi, bu vatandaşı polis çağırarak karakola çektirmişti.
Vatandaş haksız ve kaba olabilirdi. Ama o vatandaş, karakoldan çıktıktan sonra beni aradı ve devletimizi temsil eden Başkonsolosun, kendisini Türk toprağı sayılan Başkonsolosluktan Hollanda polisi tarafından sürüklenişini anlatmıştı. O Başkonsolosun adını açıklamak istemiyorum. Kendisini telefonda aradığım zaman, nedense bana da ters davrandı. O sırada Lahey’de Basın Müşavirliği yapan dostum rahmetli Ajlan Akınc’yı aradım ve durumu izah ettim. Konuyu Hollanda televizyonundaki akşam programıma yetiştireceğimi söyledim. Durum Büyükelçimize anlatılınca, Büyükelçimiz, Hollandalılara mahcup olmamak için, böyle bir haber yapmamamı rica etmiş. Ben de ‘Peki, o zaman Hollanda televizyonunda yayınlamayacağım ama Hürriyet’te yayınlayacağım’ dedim ve öyle de yaptım.
ROTTERDAM BAŞKONSOLOSLUĞUNDAKİ TATSIZ OLAY
Bugünkü yazımın tam bir dedikoduya dönüşmesi için bir hikâye daha anlatmam gerekecek.
Şu anda Rotterdam’da görevde olan Başkonsolos Aytaç Yılmaz’ın, belki de farketmeden yaptığı bir hareket çok zoruma gitmişti. Bu konuyu sizlere anlatabilmem için, medya mensubu dostlarıma yazdığım mektubu sizlere de sunmakla yetineyim. Sadece Hollanda’daki Türk medya mensuplarına gönderilen ve medyaya yansımayan mektubum, tabii ki Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’ye de gönderilmişti. Bu duruma üzüldüğünü belirten Büyükelçimiz, ‘Aranızı bulayım mı’ diye bir teklifte bulunmuştu ama ben, ‘Çok önemli değil, bir gün biz kendi aramızda bu sorunu çözeriz’ demiştim. Ama ne yazık ki bugüne kadar Başkonsolos Aytaç Yılmaz tarafından bir yaklaşım olmadı.
Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ile yaşanan olayı, medya mensuplarına gönderdiğim alttaki yazıda okuyunuz.
MEDYA MENSUBU DOSTLARIMA ZARURİ AÇIKLAMA
Değerli Dostlarım,
Malumunuz olduğu gibi, bugün (3 Temmuz 2019) Rotterdam Başkonsolosluğumuzda, ‘Profesyoneller Gençlerle Buluşuyor’ temalı bir tolantı vardı. Saat 16.30’da başlaması gereken toplantının söyleşi konuğu, Corendon’un sahiplerinden Atilay Uslu idi.
Ben şahsen, bir saatlik yol için, iki saat önceden yola çıktım ve ancak 16.30’da varabildim.
Trafik her yerde çok yoğundu.
Bu nedenle Amsterdam’dan yola çıkan Atilay Uslu da trafik nedeniyle geç geleceğini bildirdi.
Yapılacak bir şey yoktu. Atilay’ı bekleyecektik.
Başkonsolosun daveti üzerine toplantıya gelen medya mensupları, salonun bir köşesinde Başkonsolosun gelişini bekliyorlardı. Ne var ki Başkonsolos, bu gruba bir selam bile vermeden mikrofonu eline aldı ve ‘Evet başlıyoruz’ diye konuşmaya başladı.
Ne var ki gözlerimiz, toplantıya bizi davet eden Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz’ı aradı. Saat 17.00’de asistanına Aytaç beyi sorduğum zaman ‘Odasında’ yanıtını aldım.
Medya mensupları olarak bir köşede koltuklarda oturuyor ve çayımızı içiyorduk.
Saat 17.30 oldu ama Aytaç bey hâlâ ortalıkta yoktu.
Saat 17.40’ta Atilay beyin konsolosluğa ulaştığı haberini aldık.
Saat 17.45’te Aytaç bey göründü ve bize doğru göz ucuyla baktıktan sonra asistanlarına ‘Ne yapıyoruz’ diye seslendi ve sonra da eline mikrofonu alarak konuşmaya başladı.
Bize bir ‘Merhaba’yı esirgeyen Aytaç beyin, bizim kendisine yanaşmamıza ve bir ‘Merhaba’ dememize fırsat vermeden konuşmaya başlaması bize biraz manidar geldi.
O anda yanımda oturan Yavuz Nufel’e, ‘Bizi davet eden Başkonsolos, bizden bir merhabayı bile esirgiyorsa, bizim burada ne işimiz var’ diyerek derhal salondan çıktım.
Sonradan öğrendiğime göre, benden sonra Zeynel Abidin Kılıç ve Yavuz Nufel de salondan ayrılmışlar.
Bizim bu hareketimize ister protesto deyin, ister boykot.
Ben şahsen, Başkonsolosumuz bu davranışını ikna edici bir şekilde izah etmediği sürece, kendilerinin hiçbir davetine ve etkinliğine katılmayacağım.
Zira, bir devlet büyüğü olarak saygı duyduğumuz Başkonsolostan, duyurularını ve etkinliklerini takip edip yayınlayan medya mensuplarına karşı saygı beklemek hakkımızdır sanırım.
Bugünkü haberi ne mi yapacağız?
Tabii ki en iyi fotoğraflarla en güzel şekilde servise koyacağız.
Hepinize sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
İlhan
İşte böyle değerli okurlarım. 55 yıl gazetecilik yaptığım Hollanda’da, yukarıda anlattıklarım da yaşandı. Dilerim, toplum için görev yapan herkesin ardından güzel şeyler konuşulur ve anlatılır…
HOLLANDA’DA ÜÇ KONSOLOSLUKTA GÖREV YAPAN BAŞKONSOLOSLARI VE BÜYÜKELÇİLERİ ALTTA SUNUYORUM:
Rotterdam Başkonsolosluğu’nda görev yapan Başkonsoloslar
Ali Namık Aykaç 1.1.1968-1.1.197
İlhan Akant 1.1.1972-1.1.1974
Mehmet Saip Sungurtekin 1.1.1974-1.1.1975
Bedrettin Tunabaş1.1.1975-1.1.1978
Kemalettin Demirer 1.1.1978-1.1.1982
Zübeyir Bensan1.1.1982-1.1.1986
Cihat Alpan 1.1.1986-1.1.1990
Ali Üstün 1.1.1990-1.1.1994
Erkurt Onart 1.1.1994-1.1.1999
Serpil Alpman 1.1.1999-1.1.2001
Sına Yurtoğlu 1.1.2001-1.1.20
Ahmet Akif Oktay 1.1.2005-1.10.2007
Esen Altuğ 1.10.2007-1.10.2011
Togan Oral 1.10.2011-15.9.2
Sadin Ayyıldız 1.10.2015-10.8.201
Aytaç YILMAZ 31.8.2018-
DEVENTER Başkonsolosluğu’nda görev yapan Başkonsoloslar
Mehmet Ali Tenikalp 1.9.1976-12.7.1979
Sadettin Nurgün 15.9.1979-27.1.1981
Faruk Celiloğlu 30.1.1981-15.10.1983
Volkan Çotur 1.10.1983-19.1.1987
Erol Alptekin 20.1.1987-28.9.1990
Nazım Dumlu 30.9.1990-16.9.1994
Funda Tezok 28.9.1994-16.9.1996
Orhan Ertuğruloğlu19.9.1996-16.8.2000
Ömür Şölendil 1.9.2000-15.8.2002
Orhan Ertuğruloğlu 1.9.2002-15.8.2006
Hidayet Eriş 1.9.2006-3.11.2008
Nihat Erşen 15.11.2008-1.11.2012
Yunus Belet 10.1.2013-1.9.2014
Zafer Ateş 5.9.2014-1.8.201
Tuna Yücel Modrak 12.3.2018-
Amsterdam Başkonsolosluğumuzda görev yapan Başkonsoloslarımız