HAYATINI KAYBEDEN EFSANE FUTBOLCU GERD MÜLLER İLE İKİ DEFA GÖRÜŞMÜŞTÜM

HAYATINI KAYBEDEN EFSANE FUTBOLCU GERD MÜLLER İLE İKİ DEFA GÖRÜŞMÜŞTÜM

Almanya’nın efsane futbolcusu Gerd Müller’in ölüm haberi, futbol dünyasını yasa boğdu.

1969-1970 sezonu ile 1971-1972 sezonunda, Avrupa’da en çok gol atan futbolcu olarak Altın Ayakkabı alan Gerd Müller ile iki kez görüşmüştüm.
İlk görüşmemiz 1976 yılında olmuştu.

C:\Users\Ilhan\Desktop\HABERLER\Gerd Muller-i (.jpg

İkinci görüşmemiz ise, Tanju Çolak’ın 1987-1988 sezonunda 39 gol ile Altın Ayakkabı aldığı gece olmuştu.

Dünya futbol tarihinin en büyük golcülerinden biri olan Gerd Müller 75 yaşında hayatını kaybetti.
Müllerin ölümünden sonra yapılan yayınlarda şunlar yazıldı:

C:\Users\Ilhan\Desktop\HABERLER\Gerd Muller-i(Alman golcu) lhan Karacay.jpg

Bayern Münih Başkanı Herbert Hainer: “Bugün, Bayern Münih ve tüm taraftarları için kara bir gün. Gerd Müller gelmiş geçmiş en büyük forvetti. Ayrıca iyi bir insandı. Eşi Uschi ve ailesiyle birlikte derin bir üzüntü içerisindeyiz. Gerd Müller olmasaydı, Bayern Münih bugün hepimizin sevdiği bir kulüp olmazdı”

Bayern Münih CEO’su Oliver Kahn: “Bu haber hepimizi derinden etkiledi. Bayern tarihinin en büyük efsanelerinden biriydi. Başarıları sonsuza kadar tüm Alman futbolunun parçası olacak.”

ALZHEIMER HASTASIYDI

2015 yılında Gerd Müller’in alzheimer hastası olduğu açıklanmıştı. Bayern Münih, o dönem yaptığı açıklamada alzheimer tanısı koyulan efsane futbolcunun bakım evinde olduğu ifade edilmişti.

BUNDESLİGA TARİHİNİN EN GOLCÜ FUTBOLCUSU

Attığı gollerden dolayı “Bombacı” lakabı takılan Müller, 1963-1981 yıllarında Almanya’nın 1861 Nördlingen ve Bayern Münih ile ABD’nin Fort Lauderdale Strikers takımlarında forma giymişti.

Müller, efsanesi haline geldiği Bayern Münih’te 607 maça çıkıp 566 gol kaydetmişti. Oynadığı döneme damga vuran Müller, 7 kez gol kralı olduğu Almanya 1. Futbol Ligi (Bundesliga) tarihinde 365 golle en skorer oyuncu unvanını da elinde bulunduruyor.

TARİHİ REKORU BU SENE KIRILMIŞTI

15 sezon Bayern Münih forması giyen ‘Bombacı’ lakaplı Gerd Müller, Bayern Münih forması altında 4 kez lig şampiyonluğu, 4 kez de Almanya kupasına uzanırken, 7 kez gol kralı oldu. 427 lig maçında 365 gol atan Müller, 1971/72 sezonunda 40 gol atarak, Alman liginde bir sezonda en çok gol atan oyuncu olma rekorunu geçen sezona kadar korumuştu. Robert LEwandowski, 41 golle efsane ismin rekorunu kırmayı başardı. 1972’de Avrupa ve 1974 yılında dünya şampiyonu olan kadroda yer alan Gerd Müller’in, milli takım kadrosunda 62 maçta 68 golü bulunuyor.

KAZANMADIĞI BAŞARI YOK

Gerd Müller, futbolculuk kariyerinde 1 Dünya Kupası, 1 Avrupa Futbol Şampiyonası, 3 Şampiyon Kulüpler Kupası, 4 Almanya şampiyonluğu, 4 Almanya Kupası, 1 Kulüpler Dünya Kupası, 1 Ballon d’Or ve 17 gol krallığı sığdırdı.

Kulüp takımlarında çıktığı toplam 580 maçta 523 gol atıp 104 asist yaptı. Almanya Milli Takımı adına çıktığı 62 maçta ise 68 gol atmayı başardı.

 


F:\OZEL FOTOGRAFLAR- Guncel\Ilhan Karacay.JPG
İlhan KARAÇAY Yazdı:

KENDİLERİNİ GELİŞTİREMEYENLER, ENGEL TEŞKİL EDERLER

Son günlerde yaşanmakta olan ırkçı söylemler üzerindeki tartışmalar, insanların gelişmiş olup olmadığına dair ipuçları veriyor.
Tam 55 yıldır yaşamakta olduğum Hollanda’da, ırkçı söylem ve eylemler ile en çok mücadele eden kişi olduğum söylenebilir.
Neden mi?
Çünkü ben, hem Hollanda televizyonunda programlar yapıyordum, hem Hürriyet’te Benelüx temsilcisi olarak çalışıyordum ve hem de TRT’ye muhabirlik yapıyordum. Böyle olunca da benim yazdığım ve söylediğim her söz, hem Hollanda toplumu ve hem de Türk toplumu için bir değer teşkil ediyordu.

Gün geldi, meclis kürsüsüne bile çıkarak, ‘Bu çatı altında insan hakları çiğneniyor’ diyecek kadar ileri gitmiştim.

Gün geldi, ‘Dükkânlardan ve firmalardan Türkçe tabelalar kalkacak’ diyecek kadar ırkçılaşan, Brüksel Belediye Başkanı ile görüşerek, bu fikrinden caymasını sağladım.

Gün geldi, Kraliçelere ve Başbakanlara mektuplar yazarak, hoşnut olmadığımız konuları hoş hale getirmeyi başardım.

Gün geldi, Türk işçilerine eşit davranmayan işverenler ile görüşerek, işçilerimizin haklarını geri almayı başardım.

Gün geldi, hasta olan Türkler’in evlerine baskın yaparak ‘Sen çalışabilirsin’ diyerek işe gönderen doktorlar ile mücadele ettim ve sağlık birimleri tarafından cezalandırılmalarını sağladım.

Gün geldi, yurttaşlarımızı haksız yere karakollara götüren polisler ile mücadele ettim.

Ne günler gelip geçmedi ki?
Önce iskân sorunu, sonra çocuklarımızın eğitim sorunu ve daha sonra da işsizlik sorunları hep meşgul olduğum konular oldu.

Çalışma Bakanlığı’nda oluşan ‘Danışma Kurulu’nda yer aldım.
‘Türkiye’de hayat ucuz, bu nedenle çocukları Türkiye’de olanlara daha az çocuk ödeneği verelim’ diyenlere karşı çıktım ve kendi savlarım ile buna mani oldum.

Bu örnekleri çoğaltabilirim. Zira, Hollanda’da yaşadığım süre içerisinde, pek çok ırkçı politikacı türemişti.
Önce Glimmerveen adında bir ırkçı çıktı ve ‘Türkler, bizim işçilerin işlerini ellerinden aldılar, defolup gitsinler’ dedi.
Glimmerveen ile mücadele etmek zor olmadı. Zira o zaman çok duyarlı ve toleranslı olan Hollanda halkı, bu ırkçı adama itibar göstermedi ve meclise tek kişi olarak bile girmesini sağlamadı.

Daha sonra Janmaat isimli bir ırkçı çıktı ortaya. Aynı minval üzerinde hareket eden bu siyasetçi, tek başına meclise girmeyi başardı ama, bu kez hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı.

ABD’de 11 eylül saldırısı yaşandıktan sonra, gerek ABD Başkanı’nın ve gerekse diğer ülke liderlerinin islama karşı söylemleri durumu değiştirdi. Bu nedenle ırkçı siyasetçiler güçlenmeye başladılar.

Pim Fortuyn adında çok müptezel bir eşcinsel ekranlarda görünmeye başladı. Yapılan anketlerde önde giden bu adamın müptezelliği o kadar rahatsız ediciydi ki, nasıl olduysa bir gün kurşunlanarak öldürüldü. Tabii ki ilk kanaat, cinayetin yabancılar tarafından işlendiğiydi. Ama ne mutlu ki katil tesadüfen yakalandı ve sapsarı bir Hollandalı olduğu ortaya çıktı.

Daha sonra gelen bir koalisyon hükümetinde Entegrasyon’dan Sorumlu Bakan olan Rita Verdonk adındaki bayan, tüm ırkçılara taş çıkartacak kadar katı bir politika izlemeye başladı.
Hollandaca ve Türkçe yayınlarım ile mücadele ettiğim bu bayan, daha önce hapisane müdürlüğü yaptığı için, kendisine ‘Vicdansız Sabuha’ dedim. Bu lâkap çok benimsenmişti ve Hollanda’daki Türkler’in çoğu onu böyle anıyordu.
Ne mutlu ki, daha sonra hükümet değişti ve bu bayanın yerine İşçi Partili, yani sosyal demokrat bir başka bayan geldi. Bu bayanın bir basın toplantısına katıldım. Nedense bu bayan da Türkler aleyhine sayılacak bir yasa tasarısını destekliyordu. Soru cevap kısmında sorular yönelttiğim bu Bakan fikrinde israr edince kendisine, ‘Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Meğer siz de bayan Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ diyecek kadar ileri gitmiştim.

…ve en sonunda Gerd Wilders adlı adlı bir başka ırkçı çıktı ortaya ve günümüzde hâlâ ırkçı söylemleri ile nefretimizi hak ediyor.
Bu ırkçı da, ‘Hollanda’daki Faslılar’ın varlığından korkuyor ve ‘Daha az Faslı’ sloganı ile mahkemelik bile oldu.

İşte, böyle bir yaşam serüvenimden sonra, şimdi Türkiye’de, özellikle Suriyeliler için aynı söylemler kullanılmaktadır.
Daha önce de yazdım. Doğrudur, Suriyeliler ile Avrupa’daki Türkler’in konumu aynı değildir.
Avrupa’daki Türk, işgücü açığını kapatmak için devletler tarafından davet edilmiştir ve hakları ikili sözleşmeler ile korunmuştur.
Avrupa’daki Türkler için ‘göçmen’ denilir ama, Suriyeli için ‘sığınmacı’ veya ‘ilticacı’ denilir.
Suriyeli, Türkiye’ye kaçak girmiştir, Türkler ise Avrupa’ya davul zurna karşılama törenleri ile girmiştir.

Bunların hepsine eyvallah!

Ama ben böyle yazdığım halde, ‘Suriyeliler’e karşı söylemlerimizi ölçülü yapalım’ dediğim zaman, ‘ikisi aynı mı’ diye tepki gösterenler oluyor.
Tabii ki ikisi aynı değil. Ben bunu detaylı bir şekilde izah ediyorum zaten. Başka laf edemeyecek olanlar hep bu ikileme takıyor kafayı ve ‘İkisi aynı mı’ lafını araya sokuyorlar.

Değil değerli okurlarım değil. İkisi aynı değil. Ama, toplum psikolojisini göz önünde tutarak konuşmakta yarar var. Söylemler ile toplumları rencide etmemek gerekir.
Buna dikkat edilmezse, çok tehlikeli gelişmeler olabilir.
Daha önce çok yazdım. Hollanda’da Türk evlerine ve işyerlerine yapılan saldırıları uzun uzun yazdım. Yığınla eski kupür yayınladım.
Biz Hollanda’da sağduyulu davranmasaydık, facia meydana gelebilirdi.
Peki, Suriyeliler’in sağduyulu davranacağını kim garanti edebilir?

Şimdi gelelim, insanların kendilerini geliştirememiş olmalarına…

İnsanlar bazı durumlarda iyi bir eğitim görmemiş olsalar da, kendi kendilerini geliştirme imkânına sahiptirler. Bu konuda daha önce bir makale yazmış ve tarihte yaşanmış olan didaktik (öğrenme ereğini güden, öğretici) gelişmelerden söz etmiştim.

Hatta o zaman ben naçizane şahsımdan örnekler vermiş ve didaktik mefhumundan yararlananlardan biri olduğumu ifade etmiştim.

Şimdi, ırkçılık konusundaki söylemleri hiç düşünmeden sarfedenlere bir tavsiyem var. Lütfen, siz de didaktik olmaya gayret edin ve kendinizi geliştirin.
Irkçılığı, örnek yaşanmışlıklarla detaylı bir şekilde izah etmeme rağmen, yazdıklarımı okumadığı belli olan bazı kişiler, ‘Sen kimsin, nerede yaşıyorsun’ gibi deli saçması şeyler yazıyorlar.

Öğrenmenin yaşı yoktur değerli okurlarım. Ünlü Alman edebiyatçı, siyasetçi, ressam ve doğabilimci olan Johann Wolfgang Goethe bile, 70 yaşındayken, ‘daha öğreneceğim çok şey var’ demişti.
Bilmeden ahkâm kesmek yerine, Goethe gibi öğrenmeye devam edelim.

Şimdi, ‘Suriyeliler’i geri gönderelim’ diyenlere sormak lâzım.
Nasıl gönderceksiniz bu insanları?
Polis panzerlerini kapılara dayayıp, otobüslere bindirip, Türk sınırının ötesine mi atacaksınız?

İsterseniz böyle bir durumda yaşanacak olanlardan hiç söz etmeyerek, geri gönderme konusunda bir ipucu vereyim.
Hollanda devleti, zaten işsiz olan yabancılardan kurtulmak için, 55 yaşını dolduran işsizlere cazip bir imkân tanıdı. Bu insanların Türkiye’ye ev nakil işlemlerinin bedelini ödediği gibi, hak etmiş oldukları ödenekleri de havale etmeye devam etti. Böylece, hem boşalan evlerden yararlanıldı ve hem de sokak, trafik, temizlik gibi şeylerden yararlanıldı.

Ama ben o zamanlar bile, Ferdi Tayfur’un şarkısından esinlenerek ‘Köyümüze dönmeyeceğiz ve Fadime’yi de getireceğiz’ başlıklı bir yorum yazmıştım.

C:\Users\Ilhan\Desktop\HABERLER\indir.jpg
Şimdi diyeceksiniz ki: Ne yani, Türkiye de Suriyeliler’e ömür boyu ödenek mi havale etsin?

Tabii ki değil. Ama geri dönüş için cazip gelecek bir yığın imkân yaratılabilir.
Böylece hem insanlık örneği verilmiş olunur ve hem de uluslararası gözlem ve baskılardan kurtulunmuş olunur.
Kalın sağlıcakla…

UCUZ VE AŞAĞILAYICI POPÜLİST SÖYLEMLER İLE WİLDERS’İ ARATMAYAN TÜRK SOSYALİSTLER ADINA UTANIYORUM!

UCUZ VE AŞAĞILAYICI POPÜLİST SÖYLEMLER İLE WİLDERS’İ ARATMAYAN TÜRK SOSYALİSTLER ADINA UTANIYORUM!

Afbeelding met persoon, venster, binnen, person Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY ırkçı söylemlere karşı isyan bayrağını çekti:

UCUZ VE AŞAĞILAYICI POPÜLİST SÖYLEMLER İLE WİLDERS’İ ARATMAYAN TÜRK SOSYALİSTLER ADINA UTANIYORUM!

55 yıldır ırkçı horlamalara karşı yapmış olduğumuz mücadeleler, buradaki ırkçılardan geri kalmayan bizim ırkçılar yüzünden hepimizi utandırıyor.

Avrupa’daki Tük toplumu için, ‘İşimizi elimizden aldılar’, ‘Çamaşır suyunu sokağa dökerek pislik yapıyorlar’, ‘Gürültü yapıyorlar’, ‘Evlerinde hayvan kesimi yapıyorlar’ diye yaygara yapanlara günah çıkartan bizim ırkçılar, tüm dünyadan tepki görüyorlar.

10 yaşındaki bir çocuk bile, yabancıya, yerliden on misli daha fazla fiyat uygalayacağını açıklayan bir Belediye Başkanı’na hoş bakamaz.

Türkçe tabelaları kaldırmak isteyen Brüksel Belediye Başkanı ile sokakta Türkçe konuşmayı yasaklamak isteyen politikacıları yerden yere vurmuştuk.
Şimdi aynı şeyler, Türkiye’deki Suriyeliler’den isteniyor.

Hollanda’da Türk göç tarihinde yaşananları, gazete sayfaları ile hatırlatıyorum.

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving

Türkiye’de, son günlerde gündemden düşmeyen ırkçı söylemler, yurt dışında yaşayan milyonlarca Türk’ü derinden yaralayan bir nitelik taşıyor.
55 yıldır buralarda işittiğimiz ırkçı ve faşist söylemler, şimdi Türkiyemizde, hem de kendilerini sosyalist olarak ilan etmiş olan siyasiler tarafından tekrarlanıyor.
Düzensiz varlıkları ile, gerek Türk devletine ve gerekse Türk halkına karşı rahatsızlık veren 5 milyona yakın Suriyeli için söylenen sözler ve onlara uygulanmak istenen insanlık dışı kurallar çoğumuzu üzüyor.
Önce Sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, kulaklarımıza inanamadığımız açıklamalar yapmaya başladı. Hoş, Kılıçtaroğlu’nun yapmış olduğu açıklamalarda ırkçı söylemler yoktu ama, iktidara geldikleri takdirde yapacakları uygulamaları anlatırken verdiği örnekler hiç de hoş değildi.
Ülke halkını ve devleti rahatsız eden gelişmeleri çözüme kavuşturmak, elbetteki iktidarların en önemli görevlerinden biridir. İyi ama, verilen rahatsızlığa karşı yapılacak olanları anlatırken, bu rahatsızlığa muhatap olanlar rencide edilmemelidir.
Doğrudur, ülkemize gelen 5 milyona yakın Suriyeli, bizim davetimiz ile değil, sınırlardan kaçarak ülkemize sığınmışlardır. Kontrolu imkânsız olan bu sığınma, illegal olduğu gibi, anında sınır dışı işlemiyle de önlenebilirdi.
Ama, şefkatli devletimiz, ölümden kaçan çoluk çocuğu yeniden ölüme terk edemezdi. Türkiye’nin bu insanları kabul etmesiyle birlikte, uluslararası kurallar geçerli olmaya başladı.
Bu nedenle Türkiye’nin söyleyecek lafı kalmamıştı.
Hele hele, Avrupa Birliği’nin, Suriyeliler’in Avrupa ülkelerine kaçmaması için teklif ettiği milyarlar kabul edilince, Avrupalı’nın Türkiye’ye söyleyebileceği çok şey oldu.
Her şeye rağmen, bir ülke, kendi vatandaşlarını çok rahatsız eden ve masrafları ile ülkeyi iflasa götüren yabancılar için elbette çeşitli önlemler alabilirdi. Ama bu önlemler alınırken, gerek uluslararası kurallar ve gerekse yapılan sözleşmeler göz önünde tutulmalıydı.
Ortam bu vaziyette iken, bir siyasi partinin lideri (hem de sosyal demokrat), iktidar olmaları halinde yabancılar için planladıklarını anlatırken, rencide edici sözlerden kaçınmalıydı.
Bu konuda Bolu Belediye Başkanı’nın söyledikleri ise, yenilir içilir cinsten değildi.
Elektriği, suyu ve vergileri, yabancılar için on misli fazla fiyata vereceğini belirten Bolu Belediye Başkanı, ‘Yaparım kardeşim, adamlar gitmiyorlar. Buradan gitmeleri için, burayı onlara yaşanmaz hale getiririm ve gönderirim’ diyecek kadar küçülmüştür.
Yabancılara uygulanmak istenen on misli fazla fiyat mecliste oynanırken yaşananlar ise, tam bir rezaletti. Konuyla ilgili yasa taslağı oylanırken, uygulamayı eleştiren rakiplerine karşı, ‘Ne yapayım, ben de sizi susturmak için, Başkanınız gibi çay mı dağıtayım’ diyerek, önündeki çay paketlerini fırlatan Belediye Başkanı, ne yazık ki CHP’liler tarafından alkışlanmıştı. Ben ise, köküne kadar CHP’li bir ailenin çocuğu ve gençlik yıllarımda CHP’de görev yapmış bir kişi olarak utanmıştım.
Şimdi ne oldu biliyor musunuz?
Yurt dışındaki ırkçı ve faşist siyasi partiler, Türkiye’de yaşananları ortaya sererek, ‘Bakın, biz de Türkler’in buradaki varlığından rahatsızlığımızı belirtirken, sarfettiğimiz sözler nedeniyle yargılanmıştık. Bu nedenle de ırkçı ve faşit damgası da yedik. Ama şimdi, Suriyeliler için Türkiye’deki siyasiler bakın neler diyorlar. Hem de hürriyetçi geçinen sosyal demokrat görüşlüler tarafından’ diye konuşuyorlar.
Doğrudur, Avrupa’daki Türkler, işçi sıkıntısı çeken ülkeler tarafından getirilmişlerdir. Bu nedenle de, savaştan kaçan Suriyeliler ile kıyaslanmamalıdır. Bu gerçeği idrak ediyorum ama, ırkçılık ile mücadele etmiş bir insan olarak söyleyeceklerim de var.
Söyleyeceklerimi sizlere, eski gazete sayfaları ve kupürler eşliğinde sıralayayım:
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
1976 yılında, yani Türk göçünün başlamasından 12 yıl sonra, iktidarın en güçlü ortağı İşçi Partisi, yabancılar için yeni bir yasa çıkarmak istiyordu. ‘Yabancılar Çalışma yasası’ adı altındaki bu yasanın taslağında, kısıtlayıcı çok şey vardı. Biz de bu taslağa karşı çıkıyorduk ve en çok oy verdiğimiz İşçi Partisi’nden bu teklifi geri çekmelerini istiyorduk. Ama ne yazık ki İşçi Partisi kurmayları bize ‘ Siz anlamıyorsunuz, bu yasa sizler için olumlu bir yasa olacaktır’ demişlerdi.
O günlerde temsilciliğini yaptığım Hürriyet’te, bu yasaya karşı Türkçe ve Hollandaca eleştiriler yayınlıyordum. Bu yayınlara tahammül edemeyen ırkçılar, büromuzun camlarını iki gece üst üste kırmışlardı.
O zaman, Hollanda televizyonu için yaptığım bir programda, meclis kürsüsüne çıkmış ve ‘Bu çatı altında insan hakları çiğneniyor’ demiştim. Bu cesaretimi kıskanan ‘Lahey’de Bugün’ programının yapımcısı Ton Planken, NOS Televizyonun amirali Karel Enkelaar’a, ‘Bana sansür uyguluyorsun ama bu Karaçay istediğini söylüyor’ diye şikâyette bulunmuştu.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
Hürriyet’teki yayınlar bir nebze semeresini göstermiş ve milletvekilleri yasa taslağının geri çekilmesi için Bakanlara baskı yapmaya başlamışlardı. Zamanın Çalışma Bakanı Boersma da bu konuda boy hedefi olmuştu.
Utrecht’te 10 bin kişinin katılımı ile yapılan protesto gösterisi de işe yaramamış ve o yasa çıkarılmıştı.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
O zamanlar, gözle görülür bir yabancı düşmanlığı başlamıştı. Lahey sokaklarında ‘Türkler defolun’ yazıları hakim oldu. Özellikle Türkler’i hedef alan söylemler çok tehlikeli bir hal almıştı.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
Ülkenin en büyük haftalık dergisi Panorama, bi ranket düzenlemişti ve yabancıların sınır dışı edilmelerini isteyenlerin oranını yüzde 39 olarak vermişti.
Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving
Yine çok satan REVU dergisi, ırkçıların ‘Türkler hamam böceğinden beter’ ve ‘Bütün Türkler’e ölüm’ diyen dazlakları kapak yapmıştı.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
‘Tükler’e ölüm’ sloganı atan ırkçıların çirkin planlarını ortaya seren yayınlar yapmaya devam ediyordum.
Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving
‘Türkler’e ölüm’ sloganlarını, Hollandaca yayınlarımda da duyuruyordum. Bu durum tabii ki ırkçı serserilerin hoşuna gitmiyordu. Bu nedenle de büromuz sık sık saldırıya uğruyordu.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving

Tabii ki sağduyulu yöneticiler de vardı. Rotterdam Belediye Başkanı Van der Louw, kendisi ile yaptığım bir görüşmede, ‘Türkler ayrılırsa endüstri felce uğrar’ demişti

Afbeelding met tekst, krant, oud Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda’ya göç etmiş Türkler arasına, tabii ki normal yollar ile değil, kaçak yollar ile gelenler de vardı. De Telegraaf gazetesi, Almanya’daki sıkı takibattan kaçan Türkler için, ’40.000 kişilik Türk alayı sınırlarımıza dayandı’ başlığını atmıştı. Ben de o zaman sınırlardan yüzerek kaçan Türkler’i fotoğraflamıştım.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda’daki Türkler koloniler halinde yerleşiyorlardı. Haarlem kentinde o zaman 4 bin Emirdağlı vardı. Emirdağlılar’ın liderliğini de Atat Uslu yapıyordu. Ata Uslu, şimdiki Corendon firmasının sahiplerinden Atilay Uslu’nun babasıydı. Türkiye’ye en çok turist gönderen bir Tur Operatörlüğü ve Hava Şirketi olan Corendon’un sahibi Atilay Uslu, Hollanda’ya uyum sağlamış olan başarılı Türklerden sadece biriydi.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
Göçmenlikte yaşanan sorunların haddi hesabı yoktu. Holland ave Belçika’da yaptığımız araştırmalarda en önemli 10 sorunu aramış ve bulmuştuk. Bu sorunların en önemlisi ise işsizlikti.
Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda’daki Türkler’in en önemli 10 sorununu saptadıktan sonra, elde ettiğimiz verileri, Hollanda İçişleri Bakanın’na sunmuştuk
Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda’daki Türkler’in en önemli 10 sorunu konusu, Hollanda medyasına da genişçe yer almıştı.
Hollanda medyası, bu konuda Hürriyet’in çalışmasından sitayişle söz etmişti.
Afbeelding met tekst, krant, verschillend, verschillende Automatisch gegenereerde beschrijving
En önemli sorunlardan biri de anadili eğitimi idi. Hürriyet gazetesi olarak bu konuyu da sıkça irdelemiştik.
SONUÇ
Göçmenlikte sorunların haddi hesabı yoktur. Kanada’ya, Avustralya’ya ve Yeni zelanda’ya göç etmiş Hollandalıların sorunları da aynıydı.
Haliyle, Türkiye’ye yerleşmiş olan Suriyelilerin de sorunları aynı olmalıydı.
Sorunlar içinde kıvranan göçmenler için söylenecek her laf, iyice ölçülüp biçilmelidir.
Daha önce de sormuştum. Türkiye’deki Suriyeliler’in bir İlhan Karaçay’ı olsaydı ve Hollanda’daki etkinliklerini Türkiye’de yapsaydı, başına neler gelirdi biliyorsunuz değil mi?
Ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar, toplum psikolojisinin ne olduğunu da bilmeleri lâzım.
5 milyonluk bir toplumu rencide etmek, horlamak ve haksızlığa uğratmanın nelere yol açacağını hesap etmek lâzım.
Bu nedenle, özellikle daha libaral olması gereken sosyal demokratların söylemleri, ırkçı ve faşist söylemler olmamalıdır.
Çok iyi biliyorum ki, Suriyelilerin Türkiye’deki illegal varlıkları ile, Hollanda’daki Türkler’in varlıkları arasında büyük bir fark var. Türkler’in geleceği, ikili sözleşmeler ile güvence altına alınmıştır. Bu nedenle Türkler’e karşı yanlış bir girişimde bulunulamaz. Bir kaç çatlak sesin yaratacağı rahatsızlık çok önemli olmayabilir.
Türkler’e verilen güvence, Suriyeliler için mevcut değildir. Bu nedenle Suriyeliler için her türlü karar alınabilir.
Alınabilir ama, insan hakları çerçevesinde. Aksi takdirde tüm dünyayı karşımıza almış oluruz.
Bu böyle biline ve yapıla…

 

20 YIL KAYBIMIZ OLUR AMA, DOĞA VE GİRİŞİMLERİMİZ ORMANLARIMIZI GERİ GETİRİR.

20 YIL KAYBIMIZ OLUR AMA, DOĞA VE GİRİŞİMLERİMİZ ORMANLARIMIZI GERİ GETİRİR.

İzlerken, ciğerlerimizin de yandığı ormanlarımıza yeniden kavuşmak için bir fidan dik veya birkaç fidan diktir.

Çocuklarımıza yeşil orman sevgisini ve çevre bilincini öğretin.

20 Yıl önce, ‘Türkiye Çöl Olmasın’ sloganı ile yapılan kampanyada diktiğim bir fidan, şimdi kocaman bir ağaç oldu.

Fidan dikiminin iyi tasarlanmadan veya düzgün bir şekilde yapılmaması halinde, daha fazla karbon salımına ve biyoçeşitlilik kaybına yol açacağı iddia ediliyor.

Afbeelding met gras, buiten, zoogdier, hond Automatisch gegenereerde beschrijving

İlhan KARAÇAY yazdı:
Sadece Türkiyemizde değil, dünyanın çeşitli bölgelerinde devam etmekte olan orman yangınlarını izlerken, hepimizin ciğerleri de yanıyor.
Bir ağacın insanlığa sunduğu faydaları anlatmak için sayfalarca yazmak lâzım. İnsanlığa sağladığı oksijen, serinlik ve güzel manzaranının yanında, ağaçların faydaları aşağıdaki 10 maddede şöyle anlatılıyor:
1.Ağaçlar toprağın yerinde tutunmasını sağlar
Ağaç kökleri toprağın derinliklerinde büyür, toprağı sıkıca yerinde tutar ve özellikle yamaçlarda ve diğer dik arazilerde toprak erozyonunun önlenmesine yardımcı olur.
2. Ağaçlar karbondioksitin artmasını engeller
Çoğumuz okulda öğrendiğimiz gibi, ağaçlar ve diğer yeşil bitkiler, insanların ve diğer organizmaların ürettiği karbondioksiti alır. Ağaçlar olmasaydı, atmosferimizdeki karbondioksit seviyeleri şu an olduğundan daha yüksek olurdu.
3. Ağaçlar oksijen üretir.
Fotosentez yoluyla, ağaçlar insanların ve diğer birçok organizmanın yaşama kaynağı olan oksijen üretir.
4. Bazı hayvanlar ağaçlara bağımlıdır.
Ağaçlar yaban hayatı için önemli bir yaşam alanı sağlar. Bazı hayvanlar tüm hayatlarını ağaçlarda yaşarlar. Baykuş gibi bazı hayvanlar ormanlar olmadan yaşayamazlar.
5. Ağaçlar Şehirleri daha yaşanabilir kılar
Bir şehir ormanı, şehirler için önemlidir. Sağlıklı bir kentsel orman, yaşanabilir şehirlerin kurulmasında en önemli faktörlerden biridir.
Çocuklar, şehir etrafındaki doğayı, sadece ağaçların etrafında olup onları gözlemleyerek ve onlarla etkileşime girerek öğrenebilirler.
Şehirlerde sadece bir ağaç manzarası bile stresi ve kaygıyı azaltmaya ve kent nüfusunun genel refahını artırmaya yardımcı olabilir. Yapılan araştırmalara göre, şehirlerde ağaçları olan yeşil alanların bulunmasının suç oranlarının yaklaşık yüzde 50 oranında azaltılmasına yardımcı olduğu tespit edilmiştir.
6. Ağaçlar mülk değerini artırır.
Bir mülk içinde büyüyen olgun ağaçlara sahip olunduğunda, mülk değerinde artışlar olur.
7. Ağaçlar enerji tasarrufuna yardımcı olur.
Stratejik olarak dikilmiş, evlerin ve diğer binaların yakınındaki veya bir mülkteki ağaçlar, rüzgarı engellemeye ve gölge oluşturmaya yardımcı olabilir. Kışın ısıtma ihtiyacını ve yaz aylarında soğutma ihtiyacını azaltmaya yardımcı olur.
8. Ağaçlar fiziksel ve zihinsel sağlık için önemlidir.
Yapılan araştırmalar, hastane pencerelerden bakıldığında yeşil alanlarda bir görüntü hastaların iyileşmesini arttırdığı görülmüştür. Stresi azaltmak için yeşil alan manzarasına sahip ve oynama alanı olan yerlerde çocuklarınızla zaman geçirebilirsiniz.
9. Ağaçlar bizi besler.
Bahçende kendi meyvelerini ya da fındıklarını yetiştirebilirsin. Bahçenize meyve veya fındık ağaçları ekerek, kendiniz ve aileniz için bol miktarda yiyecek üretebilir ve belki de arkadaşlarınız, komşularınız ve diğer aile üyelerinizdeki kişilerle paylaşmanız için yeterli miktarda ürün üretebilirsiniz.
10. Ağaçlar yer duygusu yaratır.
Ağaçlar yalnızca belirli bir yerde bulunabilen eşsiz bir karakter ve güzellik yaratabilir.
Afbeelding met tekst, gras, buiten, teken Automatisch gegenereerde beschrijving
BEN DE FİDAN DİKMİŞTİM
İşte, insanlık için faydaları yukarıda anlatıldığı kadar çok olan ağaçların, doğa dışında insanlar tarafından da dikilme yarışlarından birine ben de 20 yıl önce katılmıştım.
‘Türkiye çöl olmasın’ sloganı ile başlatılmış olan bir kampanyaya ben de katılmış ve çok güzel duygular yaşamıştım. Dilerim bu duygu herkese nasip olur.
Afbeelding met boom, buiten, lucht, conifeer Automatisch gegenereerde beschrijving
Böyle bir duyguyu siz de yaşamak istiyorsanız, TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) ve ÇEKÜL’ün (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı)
her yıl düzenledikleri ağaç dikim organizasyonlarına katılabilirsiniz.
Ağaç dikmeye vaktiniz yoksa veya bu konuda sakıncalarınız varsa, TEMA ve ÇEKÜL sizin için bu görevi yapıyorlar. Bunun için bir banka havalesi yetiyor. Bağışlayacağınız para ile kaç fidan ekildiğine dair sertifikanız size gönderilecektir.
Yukarıdaki iki işlemi de yapamıyorsanız bir seçeneğiniz daha var. Fidan dikmek istediğiniz yerin belediyesine başvurarak niyetinizi belirtiyorsunuz. Belediye size bir çorak arazi gösteriyor. Belediye fidanlığından veya Orman Bölge Müdürdlükleri’nden satın alabileceğiniz fidanları oraya diktirebiliyorsunuz.
AKSİ İDDİALAR DA VAR
İsterseniz size Matt McGrath’ın yazdığı ve Çisil Sevinç’in tercüme ettiği haberi aktarayım.
İki yeni araştırmaya göre, son yıllarda iklim değişikliği mücadelesinin merkezinde yer alan fidan dikme kampanyaları sanıldığı kadar yarar sağlamıyor. Uzmanlara göre, ağaçlandırma çalışmaları biyoçeşitlilik kaybının artmasına sebep olabilir.
Nature Sustainability adlı dergide yayımlanan iki yeni araştırmaya göre, büyük ölçekli fidan dikme çalışmaları çevreye yarar sağlamak yerine tam tersi etki yaratabilir.
Bir araştırmaya göre, fidan dikmek için sağlanan finansal teşvikler geri tepebilir ve biyoçeşitliliği azaltarak karbon emisyonlarında olumlu bir etki yaratmayabilir.
Ayrı yürütülen bir projede ise, yeni ormanların emebileceği karbon miktarının olduğundan fazla tahmin edildiği sonucuna varıldı.
Her iki çalışmanın temel mesajı, fidan dikmenin basit bir iklim çözümü olmadığı yönünde.
Son yıllarda, düşük maliyetle fidan dikme fikri yüksek etkili bir iklim değişikliği çözümü olarak görülüyordu.
Önceki araştırmaların ağaçların yüksek seviyede karbon emme ve depolama potansiyeline sahip olduğunu ortaya koyması üzerine, pek çok ülke fidan dikme kampanyalarını iklim değişikliği mücadele planlarının merkezine yerleştirdi.
Yeni araştırmanın yazarları, özel mülk sahiplerine fidan dikmeleri için sağlanan finansal teşvikleri dikkatli bir şekilde inceledi. Bu ödemeler gözle görülür bir şekilde artan ağaç miktarının temel etmeni olarak görülüyor.
Stanford Üniversitesi profesörü Eric Lambin, “Fidan dikme teşvikleri iyi tasarlanmaz veya düzgün bir şekilde uygulanmazsa, bu yalnızca kamu parasının boşa gitmesine sebep olmaz, aynı zamanda daha fazla karbon salımına ve biyoçeşitlilik kaybına yol açar. Bu sonuçlar politika hedeflerinin tam tersi” dedi.
İkinci çalışmanın amacı, yeni oluşturulmuş bir ormanın atmosferden ne kadar karbon emebileceğini ölçmekti. Şimdiye kadar çoğu bilim insanı, bu miktarı sabit bir oran kullanarak hesaplamıştı.
Ancak miktarların yerel şartlardan dolayı değişkenlik gösterebileceğinden şüphelenen araştırmacılar, iklim değişikliği ile mücadele etmek ve Gobi çölündeki tozu azaltmak amacıyla hükümet tarafından fidan dikme teşviki sağlanan Kuzey Çin bölgesini inceledi.
Fidan dikilen bölgelerden alınan 11.000 toprak örneğini inceleyen bilim insanları, zayıf karbonlu topraklarda yeni fidanlar dikilmesinin organik karbon yoğunluğunu artırdığı sonucuna ulaştı.
Halihazırda zengin karbonlu topraklara yeni fidanlar dikildiğinde ise yoğunlukta azalmalar meydana gelmişti.
Araştırmacılar, organik karbonun yeni fidan dikilerek azaltılabileceği yönünde daha önceden yürütülen tahminlerin abartıldığını belirtti.
Araştırmanın baş yazarlarından Colorado Devlet Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Anping Chen, “İnsanların, ağaçlandırmanın tek başına yeterli olmadığını anlamalarını umuyoruz. Ağaçlandırma pek çok teknik detay ve farklı parçaların uyumunu gerektiriyor ve bütün iklim sorunlarını çözmesi mümkün değil” şeklinde konuştu.
SONUÇ
Uzmanların ağaçlandırma konusundaki farklı fikirleri karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Sonuçta ben uzman değilim. Ama, ‘Kıyametin kopacağını bilseniz bile, elinizdeki fidanı dikiniz’ dediği ileri sürülen peygamberimizin sözünü dinlemeyi tercih ederim.

 

YARDIM KAMPANYALARI AÇMAZI: ÇARÇUR EDİLMEMELİ VE RENCİDE EDİCİ OLMAMALI

YARDIM KAMPANYALARI AÇMAZI: ÇARÇUR EDİLMEMELİ VE RENCİDE EDİCİ OLMAMALI


İlhan KARAÇAY yazdı:

YARDIM KAMPANYALARI AÇMAZI…!

Orman yangınları ile gündeme gelen ‘Yardım Kampanyaları’ndan rahatsızlık duyanlar haklı mı?

Yardım Kampanyaları olmazsa olmaz mı?

Bazı kampanyalar yürekten yapılır, bazıları da koftiden…

Yürekten yapılan ve tüm dünyada takdir gören en büyük kampanya, Marmara depreminden sonra Hollanda’da yapılan kampanya idi.

Ama tüm iyi niyetlere rağmen, yürekten verilen paralar, çalınmadıysa da çarçur edildi ve yerini bulamadı.

Şimdi başlatılan yardımlar arasındaki, yatak yorgan toplama kampanyasını protesto edenlerin hakılılık payı var mı?

Yaşanan afetler sonrasında yapılmakta olan yardım kampanyaları, dünyanın dört bir yanında aynı minval üzerinde işler.
Eksik olmasınlar ama, yardım kuruluşlarının topladıkları yardımları yararlı bir şekilde yerine ulaştırmaları hep olumsuz olmuştur.
Dünyanın her ülkesinde yar­dım kuruluşları yardır. Bu kuruluşları elbette insanlar yönetir. ‘Kul her zaman hata yapabilir’ deyiminden yola çı­karsak, in­sanların hata yapışlarını olağan karşılarız. İyi ama ‘Kul her za­man hata yapabilir’ dendi diye, suç işlemenin mubah olduğu söylenmedi ya? Hani ‘Vur de­diysek, öldür demedik’ diye bir başka deyim vardır. İşte in­sanlar da bu gibi deyimleri kendi çıkarları için malzeme yaparlar ve ‘şeytana uyup’ usulsüzlük yaparlar.
Bu günlerde Türkiye’de yaşanan orman yangınları, yurt içinde olduğu gibi, yurt dışındaki
yurttaşlarımızı ve hatta yabancıları da derinden yaralamıştır. Türk halkını, yangınların söndürülmesi için yaptığı cansiperane görüntüler, yüreğimize su serptiği gibi, ölen ve yaralanan insan ve hayvanların verdiği acı içimizi sızlatmaktadır.
İnsanlarımızın, söndürme işlemindeki katkılarının yanında, bir de mal ve para yardımı girişimi vardır ki, bu da sevindiricidir. Ne var ki, bazı girişimler pek çok insanımız tarafından ‘rencide edici’ bulunduğu için protesto edilmektedir.
Örneğin, yurt dışında açılan ‘Help Turkey’ başlıklı bir kampanya, özellikle iktidar yanlısı kişi ve
kuruluşlar tarafından protesto edilirken, iktidara muhalif olan kişi ve kuruluşlar tarafından da, ‘Bu
her felaketten sonra yapılan olağan bir kampanyadır’ diye savunulmaktadır.
Hollanda’da, para yardımından başka, giysi ve yatak yorgan toplamaya varan bir yardım kampanyası ise öfkeli bir şekilde protesto edilmektedir. Hollanda Türk İslam Kültür Derekleri
Federasyonu ile, İslam Yayın Kurumu’nun eski başkanı İbrahim Görmez, bu yatak yorgan
yardımını ‘maskaralık’ olarak nitelemektedir.
C:\Users\ILHAN\Desktop\SUBAT BULTENINE GIRECEKLER\Marmara depremine yardim kupuru.jpg
İsterseniz size, ‘Yürekten yapılan ve tüm dünyada takdir gören en büyük kampanya, Marmara depreminden sonra Hollanda’da yapılan kampanya idi.’ diye belirttiğim kampanyayı anımsatayım.
Marmara depreminden sonra, 5 Şubat 2000 tarihinde yazdıklarım şöyleydi:
ÇARÇUR EDİLEN 65 MİLYON GULDEN
Yadım kampanyalarının iyi işlemediğini veya çarçur edildiğini ortaya sermek için, bizzat yaşadığım bir olayı anlatmakta yarar görüyorum.
Hepmizi can evimizden vuran Marmara depreminin acıları hala sürmektedir. Hollandalı Türkler’in bu konudaki tek tesellisi, tüm dünyaya örnek olacak bir şekilde yapılan yardım kampanyasında büyük bir rol üstlenmiş olmalarıdır.
Hatırlayacaksınız, Türkler tarafından oluşturulan bir komite, Hollanda hükümetine baskı yaparak, ulusal bir yardım kampanyası açılmasını sağlamıştı.
Başta Başbakan Wim Kok olmak üzere tüm Bakanların ve siyasi partilerin desteklediği bu yardım kampanyası, gerçekten dillere destan bir şekilde yapılmıştı.
Yine hatırlayacaksınız, Zaandam’daki Sultan Ahmet Camii’nde yapılan tören televizyonlardan canlı olarak yayınlanmıştı. Bu törende Hollanda Prens ve Prensesi’nin yanında, Başbakan Kok ve pek çok Bakan da hazır bulunmuştu.
Televizyonlardaki canlı yayınlara ülkenin en ünlu simaları katılmışlardı.
İşte, Türkler’in ön ayak olduğu bu yardım kampanyası sonucunda 65 milyon gulden toplanmıştı. Bu meblağ daha sonra yükselmişti ama, bunun ne kadar yükselmiş olduğunu da öğrenemedik.
Türkler’in ön ayak olduğu bu kampanya, Hollanda Kızıl Haç’ının kontrolunda olacaktı. Ama ne var ki, toplanan paralar tam 10 yardım kuruluşu arasında pay edilmişti. Hollanda’daki kurallara göre, ortak bir şekilde yapılan ulusal kampanyalarda, toplanan paralar yardım kuruluşları arasında pay ediliyor. Bu kuruluşlar da kendi inisiyatifleri doğrultusunda yardım ediyorlar.
Türk depremzedeleri için toplanan paraların bu kuruluşlar arasında pay edilmesini ilk protesto eden Ben olmuştum.
Hatırlayacaksınız, DÜNYA’da Türkçe ve Hollandaca yayınladığım sürmanşet haberlerde, toplanan 65 milyon guldenin ne olduğunu sormuştum.
Utrecht’te yapılan bir toplantıya katılan, başta Kızıl Haç başkanı olmak üzere, tüm yardım kuruluşlarının başkanlarına bu soruyu yöneltmiştim.
Bu başkanlar, kendi projelerini yürüterek yardım yaptıklarını açıklamaya çalışıyorlardı. Kimi, mayıs ayında okul açacaktı, kimi hastane. Ben de bu başkanlara, ‘Beyler, kış kıyamette insanlar donuyor. Başlarını sokacakları bir çatı yok. Çadırlarda perişan oluyorlar. Yardım yağmasına rağmen depremzedeler çok zor durumdalar. Toplanan paralar ile aciliyet gerektiren yardım yapılmalıdır. Sizlerin planladığı 5- 6 ay sonraki okul ve hastane yapımını sonraya erteleyin. Şimdi eldeki paralar ile acil yardımları yapın’ diye bağırmış ve toplantı salonunu terk etmiştim.
Toplantıyı yöneten Kızıl Haç’ın Başkanı beni takip etti ve ‘Bir dakika bakar mısınız, size durumu izah etmek istiyorum’ dedi. Bir koltuğa oturarak konuştuğum Başkan, bu konudaki uygulamayı anlatmaya çalıştı ama, bu anlatım da beni tatmin etmemişti.
Yaptığım araştırmalar sonucunda elde ettiğim verilere göre, 10 yardım örgütüne mensup heyetler Türkiye’ye seyahat edip durdular. Oralarda buldukları sözümona hayırsever kişi ve kuruluşlar kanalıyla yardım gayretine girdiler. Sonuçta kendi paylarına düşen paralar çarçur edildi.
Paraların bir kısmı birinci mevki uçaklara, lüks otellere, Boğaz’daki yemeklere, maaşlara ve Türkiye’deki açıkgözlere gitti.
Yapılmış olan gerçek yardımları inkar etmek doğru olmaz ama, paranın büyük bir bölümünün boşa gitmiş olması çok üzücüdür.
Muhammet Uysal, Sultan Ahmet Camii’nde yapılan törende şunu söylemişti : ‘Küçük Hollanda’da yaşayanların yürekleri büyüktür’.
Evet, yürekleri büyük olan insanları kutlamak ve teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Ama bu büyük yüreklerin cömertliğini istismar eden hırsızlardan hesap sormak da boynumuzun borcu olmalı. Bunun için sadece bizim değil, Hollanda’daki tüm Türk kuruluşlarının ayağa kalkması lazımdır. Öyle ya, bizim için toplanan paralara bizden başka kim sahip çıkacak ki ?
İşte böyle değerli okurlarım. Yardım kampanyaları olmazsa olmazların başında gelen girişimlerdir.
Ama yukarıda da dediğim gibi, çalınmasa da, çarçur edilmeden sonuçlanmalıdır.
Bir de şu var: Yardım edeyim derken, insanları küçük düşürmek ve rencide etmek de doğru değildir. Türkiye gibi bir ülkeye, yatak yorgan yardımı abesle iştigaldır.
Bunlar dikkate alınmazsa, yardımların bir değeri kalmaz.