Avrupa Ülkelerini, Türk kökenlileri de ‘Ulusal Azınlıkları Korumaya İlişkin Sözleşme’ye dahil etmeye çağıralım.
Bu sözleşme, Avrupa Konseyi’ne üye devletler tarafından 1 Kasım 1995 tarihinde Strasbourg’da imzalandı. Daha sonra da üye devletler bu sözleşmeyi, parlamentolarında kabul ederek ulusal azınlıkları koruma altına aldılar.
Kuzey Makedonya Türkleri, Hollanda ve Almanya da Friesler bu kapsama alınarak korunuyorlar. Türk kökenliler neden bu kapsama alınmıyor?
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da yıllarca eğitim dalında hizmet verdikten sonra emekli olan ve emekliliğinin büyük bir bölümünü Türkiye’de geçiren Bekir Cebeci dostumuzdan önemli bir mesaj var.
Rotterdam’ı da içine alan Güney Hollanda Vilayeti’nde, bir dönem İl Genel Meclisi Üyeliği de yapmış olan Bekir Cebeci’nin, Avrupa’daki tüm Türk Sivil Kuruluşları’na çağrı niteliğindeki mesajı şöyle:
Çok Değerli Başkanlarım ve Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım.
Sizlerin de çok yakından bildiğiniz gibi 60 yıllık Avrupa’ya yolculuk hayatımızda, birçok sorunla karşılaştık ve karşılaşmaya da devam ediyoruz.
Önceleri yabancı olmaktan kaynaklanan ayrımcılık ve dışlanmayı yaşadık. Daha sonra 1974 yılında okullarda başlayan Anadili ve Kültür Dersleri, 2004 yılında bizlere sorulmadan elimizden alındı. Şimdilerde ise ırkçılık, İslamofobi yani İslam ve Müslüman düşmanlığı ile karşı karşıyayız.
Irkçı politikacı Wilders, İslam dinini şiddet ve terör kaynağı olarak gösteriyor. İktidara gelince, Kur’an-ı Kerim’i yasaklayacağını, camileri kapatacağını ve Hollanda’yı İslam’dan kurtarma bakanlığı kuracağını hiç çekinmeden dile getiriyor.
Bekir Cebeci, zamanın Başbakanu Ruud Lubbers’e yayınladığı kitaplardan birini sunarken
Wilders, İslam’ı şiddet ve terörle ilişkilendiriyor. Buna karşılık Hollandalı Elsevier Dergisi, 10 Aralık 2005 tarihinde İslam’ın bir medeniyet yarattığını yazmıştı.
Elsevier’deki yazıda şöyle denmişti: “Bin yıl önce Bağdat’ta Müslüman âlimler cebiri buldular. Hastane Müslümanların buluşudur. Dünyanın hiçbir yerinde Müslümanlar kadar kitap okuyan bir millet yoktu. Hz. Muhammed, bilim adamlarının teröristlerden çok ama çok daha fazla değerli olduğunu söylüyordu. O zaman İslam dünyası ileri, Hıristiyan dünyası ise geriydi. Bugün sorun İslam’da değil, İslam’ı yanlış yorumlayanlardadır.”
Kaldı ki, din ve vicdan özgürlüğü sadece Hıristiyanları, Yahudileri, Budistleri kapsamıyor. Bunun içinde İslam dini ve Müslümanlar da var.
Son yıllarda Hollanda ve Avrupa ülkelerinde yaşayan biz göçmenler ve Müslümanlar arasında büyük bir huzursuzluk vardır.
Çünkü yeniden hortlayan faşizm, hedefine göçmenleri ve Müslümanları koydu.
Oysa göçmenler ve Müslümanlar, Avrupa’ya hükümetlerin daveti ile geldiler. Ve geldikleri ülkelere de zenginlik kattılar.
İşte şimdi özellikle Avrupa’da yaşayan Türk göçmenlerin ve Müslümanların devlet güvencesi altına alınması şart olmuştur. Bunun da yolu ULUSAL AZINLIKLARI KORUMAYA İLİŞKİN SÖZLEŞME kapsamına alınmaktır.
Bu Sözleşme, Avrupa Konseyi’ne üye devletler tarafından 1 Kasım 1995 tarihinde Strasbourg’da imzalandı. Daha sonrada üye devletler bu Sözleşmeyi, Meclislerinde kabul ederek ulusal azınlıkları koruma altına aldılar. Örneğin Almanya ve Hollanda’da yaşayan Friesliler bu kapsama alındılar.
Kuzey Makedonya Hükümeti, 26 Temmuz 1996 tarihinde bu Sözleşme kapsamına Türkleri de aldı. Öyleyse bütün Avrupa ülkeleri bu örnekten hareketle, bütün Türkleri ve Müslümanları bu sözleşme kapsamına almalıdırlar. Bunun için bütün STK’larımız ve siyasetçilerimiz bir araya gelerek bu konuyu bir dilekçe ile ilgili siyasi partilere ve hükümetlere arz etmeliyiz.
Biz bu konuda Hollandaca bir dilekçe hazırladık. Sizden ricamız bu dilekçeyi okuyup değerlendirerek, ulaşabileceğimiz bütün azınlık gruplarının STK’larına iletmektir. Onların da desteğini alarak bu dilekçeyi hem hükümete hem de siyasi partilere sunmaktır.
‘Hak verilmez alınır’ ilkesinden hareketle, altta sunacağım Hollandaca dilekçeyi diğer ülkelerin dillerine çevirerek, oralarda da gerekli yerlere iletmektir.
Bir ülkedeki azınlıkların korunması aslında o ülkenin güvenliğinin, bağımsızlığının, barış ve istikrarın korunmasıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudi kıyımı buna örnektir. O dönem faşistlerin hedefinde Yahudiler vardı. Savaş çıkartıp dünyayı kana buladılar. Şimdi ise faşistlerin hedefinde Müslümanlar ve göçmenler var. Azınlıkları, bu sözleşme kapsamına aldırarak faşistlerin elinden kurtarmalıyız.
Avrupa Komisyonu, Hollanda’yı “Irkçılık ve Yabancı düşmanlığı yapanları cezalandırın” diye uyardı. (1)
Öyleyse ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını cezalandırmanın yanında, göçmenleri ve Müslümanları da korumak için, ULUSAL AZINLIKLARI KORUMAYA DAİR SÖZLEŞME kapsamına almak gerekmektedir.
SÖZLEŞMENİN ÖNEMi
Bu Sözleşme 32 maddedir. Ve çok önemlidir. İlgili devlet, azınlıkların ve Müslümanların can ve mal güvenliklerini koruyarak, okullarda onların çocuklarına anadillerini ve dinlerini öğretmeye zorlamaktadır. Ayrıca ulusal azınlığa mensupluk üzerine kurulu her türlü ayrımcılık yasaklanmaktadır.
Sonuç olarak, yarın çok geç olmadan hemen şimdi gerekli işlemleri başlatıp ilgili makamlara dilekçelerimizi sunmalıyız. Bir yerde Avrupa’nın geleceği göçmenlerin ve Müslümanların geleceğine bağlıdır.
Şimdilerde herkes yaz tatili telaşında tatilden önce bu görevi yerine getirmekte yarar vardır diye düşünüyorum.
İstenince, birlik ve dayanışma içinde olunca alınmayacak hak yoktur. Sizlerin de bu mücadeleyi başlatıp, yarın geç olmadan bütün göçmenleri ULUSAL AZINLIKLARI KORUMAYA DAİR SÖZLEŞME kapsamına alınmasını hükümetten talep edelim. Eğer bu Sözleşme Mecliste kabul edilirse Anadili Dersleri yeniden başlatılabilir de.
Alttaki dilekçe elbette taslaktır. Sizler istediğiniz şekilde ekleme ve çıkartma yaparak ilgili makamlara sunabilirsiniz.
Sizlere en derin saygı, sevgi ve selamlarımı sunar, bu çalışmalardan beni de zaman zaman haberdar ederseniz çok memnun olurum.
Bekir Cebeci dostumuzun bu mesajından sonra sizlere, sözü edilen anlaşmadan bazı kesitler sunuyorum. En altta da, hükümetlere ve parlamenterlere gönderilmesi istenilen Hollandaca dilekçeyi sunacağım.
Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme
1 Şubat 1995 tarihinde Strasbourg’da kabul edilmiştir.
Avrupa Konseyi üyesi Devletler ve mevcut Çerçeve Sözleşmenin imzacısı olan diğer Devletler,
Avrupa Konseyi’nin amacının, ortak miraslarını oluşturan ideallerin ve ilkelerin güvence altına alınması ve gerçekleştirilmesi için üyeleri arasında daha büyük bir birliği başarmak olduğunu değerlendirerek;
Söz konusu amacın gerçekleştirilmesi yöntemlerinden birisinin, insan haklarını ve temel özgürlükleri muhafaza etmek ve daha da gerçekleştirmek yoluyla takip edilebileceğini değerlendirerek;
Avrupa Konseyi üyesi Devletler, Devlet ve Hükümet Başkanlarının 9 Ekim 1993 tarihinde Viyana’da kabul ettiği Bildirinin izlenmesini dileyerek;
Kendi ülkelerinde bulunan azınlıkları korumayı karara bağlayarak;
Avrupa tarihindeki ayaklanmaların, bu kıtada istikrar, demokratik güvenlik ve barış için ulusal azınlıkların korunmasının zorunlu olduğunu gösterdiğini değerlendirerek;
Çoğulcu ve hakiki bir demokratik toplumun, her bir kişinin üyesi bulunduğu ulusal azınlığın etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğine saygı gösterilmesini değil, ama bunun yanısıra onların bu kimliklerini ifade etmelerine, saklı tutmalarına ve geliştirmelerine elveren uygun koşulların yaratılmasını gerektirdiğini değerlendirerek;
Hoşgörü ve diyalog ikliminin yaratılmasının, bölünmesi değil ve fakat her bir toplumun zenginleşmesi için, bir kaynak ve etken olarak kültürel çeşitliliğin sağlanmasını gerekli kıldığını değerlendirerek;
Hoşgörülü ve müreffeh bir Avrupa’nın gerçekleştirilmesinin, yalnızca Devletler arasında işbirliğine dayalı olmayıp aynı zamanda her bir Devletin anayasal düzenine ve ülke bütünlüğüne halel gelmeksizin yerel ve bölgesel makamlar arasında sınır-ötesi işbirliğini de gerektirdiğini değerlendirerek;
İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesini ve onun Protokollerini dikkate alarak;
Ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin Birleşmiş Milletler sözleşmeleri ve bildirilerindeki ve özellikle 29 Haziran 1990 tarihli Kopenhag Belgesi olmak üzere Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı belgelerindeki sözverimleri dikkate alarak;
Üye Devletlerde ve bu belgeye taraf olabilecek diğer Devletlerde, hukuk devleti içinde, devletlerin ülke bütünlüğüne ve ulusal egemenliğine saygı gösterilerek, ulusal azınlıkların ve ulusal azınlıklara mensup kişilerin haklarının ve özgürlüklerinin etkili biçimde korunmasını temin etmek amacıyla; saygı gösterilecek olan ilkeleri ve onlardan kaynaklanan yükümlülükleri tanımlamayı karara bağlayarak;
Ulusal mevzuat ve uygun yönetim siyasaları yoluyla bu Çerçeve Sözleşmede düzenlenen ilkeleri uygulamaya kararlı olarak;
Aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır:
BÖLÜM I
Madde 1
Ulusal azınlıkların ve bu azınlıklara mensup kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması insan haklarının uluslararası korunmasının ayrılmaz bir parçasını oluşturur ve bu yönüyle uluslararası işbirliği alanı içindedir.
Madde 2
Bu Çerçeve Sözleşme hükümleri, iyiniyetle, anlayış ve hoşgörü ruhu içinde ve Devletler arasında iyi komşuluk, dostça ilişkiler ve işbirliği ilkelerine uygun olarak uygulanır.
Madde 3
1. Ulusal azınlığa mensup her kişi, kendisine bu azınlığın üyesi olarak muamele yapılmasını ya da yapılmamasını serbestçe seçme hakkına sahiptir ve bu seçimi veya bu seçimiyle bağlantılı hakların kullanımı herhangi bir olumsuzluğa neden olmaz.
2. Ulusal azınlıklara mensup kişiler, hem bireysel olarak hem başkalarıyla birlikte topluca, bu Çerçeve Sözleşmede yer alan ilkelerden kaynaklanan hakları kullanabilir ve özgürlüklerden yararlanabilirler.
BÖLÜM II
Madde 4
1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin yasa önünde eşitliği ve yasa ile eşit korunma hakkını güvence altına almayı taahhüt ederler. Bu konuda, ulusal azınlığa mensubiyete dayalı herhangi bir ayırımcılık yasaklanmıştır.
2. Taraflar, gerektiğinde, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşamın her alanında, ulusal azınlığa mensup kişilerle çoğunluğa mensup olanlar arasında tam ve etkin eşitliği geliştirmek için yeterli önlemleri almayı taahhüt ederler. Bu konuda, ulusal azınlıklara mensup kişilerin özgül koşullarını dikkate alırlar.
3. Paragraf 2 uyarınca alınan önlemler ayırımcılık oluşturan bir işlem sayılmaz.
Madde 5
1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kendi kültürlerini yaşatmaları ve geliştirmeleri ve kimliklerinin asli öğeleri, yani dinlerini, dillerini, geleneklerini ve kültürel miraslarını korumaları için gerekli koşulları sağlamayı taahhüt ederler.
2. Genel bütünleşme politikaları doğrultusunda alınan önlemler saklı kalmak kaydıyla, Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kendi istençlerine karşın asimilasyonu amaçlayan politika ve uygulamalardan kaçınırlar ve bu kişileri böyle bir asimilasyonu amaçlayan herhangi bir eyleme karşı korurlar.
Madde 6
1. Taraflar, kültürler arası diyalog ve hoşgörü ruhunu teşvik eder ve ülkeleri üzerinde yaşayan bütün kişilerin arasında, bu kişilerin etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğinden bağımsız olarak, özellikle de eğitim, kültür ve kitle iletişimi alanlarında, karşılıklı saygı ve anlayış ve işbirliğinin geliştirilmesi için etkili önlemleri alırlar.
2. Taraflar, etnik, kültürel, dilsel ya da dinsel kimlikleri nedeniyle ayrımcılık, düşmanlık ya da yıldırı tehdidi ya da eylemine uğrayabilecek olan kişileri korumak için uygun önlemleri almayı taahhüt ederler.
Madde 7
Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin barışçıl amaçla toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına saygı gösterilmesini sağlarlar.
Madde 8
Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin dinini ya da inancını açıklama ve dini kurumlar, örgütler ve dernekler kurma hakkına sahip olduğunu tanımayı taahhüt ederler.
Madde 9
1. Taraflar; ulusal azınlığa mensup kişinin ifade hürriyetine hakkının, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırlarıyla kayıtsız, azınlık dilinde görüş edinme ve haber ve fikir alma ve verme hürriyetini içerdiğini tanımayı taahhüt ederler. Taraflar, yasal düzenleri çerçevesinde, ulusal azınlığa mensup kişilerin kitle iletişim araçlarına ulaşmalarında ayrımcılığa tabi tutulmamalarını sağlarlar.
2. Paragraf 1, Tarafların, radyo ve televizyon yayıncılığını ya da sinema işletmeciliğini, ayrımcılık gözetmeden ve nesnel ölçütlere dayanan bir izin sistemine bağlı kılmalarına engel değildir.
3. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin yazılı kitle iletişim araçlarını kurmalarını ve kullanmalarını engelleyemezler. Radyo ve televizyon yayıncılığının yasal çerçevesi içinde, mümkün olduğu ölçüde ve 1. paragraf hükümlerini dikkate alarak, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kendi iletişim araçlarını kurma ve kullanabilme imkanlarını sağlarlar.
4. Kendi yasal düzenleri çerçevesinde Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kitle iletişim araçlarına ulaşmasını kolaylaştırmak için ve hoşgörünün geliştirilmesi ve kültürel çoğulculuğa imkan sağlanması için yeterli önlemleri alırlar.
Madde 10
1. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin, kendi dilini, özel ve kamusal alanlarda, sözlü ve yazılı olarak serbestçe ve müdahale edilmeksizin kullanma hakkına sahip olduğunu tanımayı taahhüt ederler.
2. Ulusal azınlıklara mensup kişilerin geleneksel olarak ya da önemli sayıda yaşadıkları bölgelerde, bu kişilerin talep ederlerse ve böyle bir talebin gerçek bir ihtiyaca karşılık düştüğü durumlarda, Taraflar, bu kişilerle idari makamlar arasındaki ilişkilerde azınlık dilinin kullanılmasına imkan verecek koşulları, mümkün olduğu ölçüde sağlamaya gayret ederler.
3. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin, yakalanma nedenlerinin, hakkındaki suçlamanın niteliği ve gerekçesinin anladığı dilde en kısa sürede kendisine bildirilme ve kendisini bu dilde, gerekirse bir çevirmenin parasız yardımıyla savunma hakkını güvence altına almayı taahhüt ederler.
Madde 11
1. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin azınlık dilindeki adını ve soyadını kullanma hakkına ve bunların resmi olarak tanınması hakkına sahip olduğunu, kendi yasal düzenlerinin öngördüğü usuller uyarınca tanımayı taahhüt ederler.
2. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin tabela, yazı ve kamuya açık özel nitelikli diğer açıklamalarında azınlık dilini kullanma hakkına sahip olduğunu tanımayı taahhüt ederler.
3. Ulusal azınlığa mensup önemli sayıda kişinin geleneksel olarak yaşadığı bölgelerde, Taraflar, gerektiğinde diğer Devletlerle yaptıkları anlaşmalar da dahil olmak üzere kendi yasal düzenleri çerçevesinde ve özgül koşulları dikkate alarak, bu tür işaretler için yeterli talep olması durumunda, geleneksel yerel adlar, sokak adları ve kamuya yönelik diğer topografik işaretlerde azınlık dilinin de kullanılmasına gayret ederler.
Madde 12
1. Taraflar, gerektiğinde, ulusal azınlıkların ve çoğunluğun kültür, tarih, dil ve din bilgisini geliştirmek için eğitim ve araştırma alanlarında önlem alırlar.
2. Bu çerçevede Taraflar, diğerlerinin yanı sıra, öğretmen eğitimi ve ders kitaplarına ulaşmada yeterli fırsatları sağlar ve farklı toplulukların öğrenci ve öğretmenleri arasında ilişkileri kolaylaştırırlar.
3.Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin her düzeyde eğitime ulaşmasında fırsat eşitliğini geliştirmeyi taahhüt ederler.
Madde 13
1. Taraflar, eğitim düzenleri çerçevesinde, ulusal azınlığa mensup kişilerin kendi özel eğitim ve öğretim kurumlarını kurma ve yönetme hakkına sahip olduğunu tanırlar.
2. Bu hakkın kullanımı Taraflara herhangi bir mali yükümlülük getirmez.
Madde 14
1. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her kişinin kendi dilini öğrenme hakkına sahip olduğunu tanımayı taahhüt ederler.
2. Ulusal azınlıklara mensup kişilerin geleneksel olarak ya da önemli sayıda yaşadıkları bölgelerde, yeterli talep varsa, Taraflar, mümkün olduğu ölçüde ve kendi eğitim düzenleri çerçevesinde, bu azınlıklara mensup kişilerin azınlık dilinin öğretilmesi ya da bu dilde eğitim görmeleri için yeterli fırsatlara sahip olmasını sağlamaya gayret ederler.
3. Bu maddenin 2. paragrafı, resmi dilin öğrenilmesi ya da bu dilde eğitim yapılması saklı tutularak uygulanır.
Madde 15
Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin kültürel, sosyal ve ekonomik yaşama ve özellikle de onları ilgilendiren kamusal işlere etkin katılımı için gerekli koşulları yaratırlar.
Madde 16
Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin yaşadıkları bölgelerde nüfus oranlarını değiştiren ve bu Çerçeve Sözleşmede yer alan ilkelerden kaynaklanan hak ve özgürlükleri kayıtlamayı amaçlayan önlemlerden kaçınırlar.
Madde 17
1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin, diğer Devletlerde yasal olarak yaşayan kişilerle, özellikle de etnik, kültürel, dilsel ya da dinsel kimlik ya da ortak bir kültürel mirası paylaştıkları kişilerle sınır ötesi serbest ve barışçıl ilişkiler kurma ve yaşatma hakkına müdahale etmemeyi taahhüt ederler.
2. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup kişilerin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde hükümet-dışı kuruluşların faaliyetlerine katılma hakkına müdahale etmemeyi taahhüt ederler.
Madde 18
1. Taraflar, gerektiğinde, diğer Devletlerle, özellikle de komşu Devletlerle, ilgili ulusal azınlıklara mensup kişilerin korunmasını sağlamak için iki taraflı ve çok taraflı anlaşmalar yapmaya gayret ederler.
2. Gerektiğinde, Taraflar sınır ötesi işbirliğini teşvik edici önlemleri alırlar.
Madde 19
Taraflar, bu Çerçeve Sözleşmede yer alan ilkeleri, bu ilkelerden kaynaklanan hak ve özgürlükler için geçerli oldukları ölçüde, gerektiğinde, sadece uluslararası hukuk belgelerinde, özellikle de İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmede öngörülen kayıtlamalar, sınırlamalar ve aykırı önlemleri kullanarak, uygulamayı ve saygı göstermeyi taahhüt ederler.
BÖLÜM III
Madde 20
Bu Çerçeve Sözleşmede yer alan ilkelerden kaynaklanan hak ve özgürlüklerini kullanırken, ulusal azınlığa mensup her kişi, ulusal mevzuata ve başkalarının haklarına, özellikle de çoğunluğa ya da diğer ulusal azınlıklara mensup kişilerin haklarına saygı gösterir.
Madde 21
Bu Çerçeve Sözleşmenin hiçbir hükmü, uluslararası hukukun temel ilkelerine ve özellikle de Devletlerin egemen eşitliğine, ülke bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına aykırı herhangi bir faaliyette bulunma ya da herhangi bir eylem yapma hakkını tanıyacak şekilde yorumlanamaz.
Madde 22
Bu Çerçeve Sözleşmenin hiçbir hükmü, bir Sözleşmeci Tarafın yasaları ya da Taraf olduğu başka bir anlaşma ile tanınan insan haklarından ve temel özgürlüklerinden hiçbirini kayıtlar ya da onlara aykırı düşer şekilde yorumlanamaz.
Madde 23
Bu Çerçeve Sözleşmede yer alan ilkelerden kaynaklanan hak ve özgürlükler, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ve Ek Protokollerindeki benzer bir hükmün konusu olduğu ölçüde, bu hükümlere uygun olacak şekilde anlaşılır.
BÖLÜM IV
Madde 24
1. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, bu Çerçeve Sözleşmenin Sözleşmeci Taraflarca uygulanmasını gözetecektir.
2. Avrupa Konseyi üyesi olmayan Taraflar, belirlenecek olan usuller uyarınca, uygulama mekanizmasına katılacaklardır.
Madde 25
1. Bu Çerçeve Sözleşmenin bir Sözleşmeci Taraf bakımından yürürlüğe girmesini izleyen bir yıllık bir süre içerisinde, o Sözleşmeci Taraf, bu Çerçeve Sözleşmede düzenlenen ilkelere etkinlik kazandırmak üzere aldığı yasal ve diğer önlemler hakkında tam bir bilgiyi Avrupa Konseyi Genel Sekreterine iletecektir.
2. Bundan sonra, her bir Taraf, bu Çerçeve Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin herhangi bir diğer bilgiyi düzenli aralıklarla ve Bakanlar Komitesi böyle bir istemde bulunduğu her zaman Genel Sekretere iletecektir.
3. Genel Sekreter, bu Madde hükümleri çerçevesinde kendisine iletilen bilgiyi, Bakanlar Komitesine ulaştıracaktır.
Madde 26
1. Bu Çerçeve Sözleşmede düzenlenen ilkelere etkinlik kazandırmak üzere Taraflarca alınan önlemlerin uygunluğunu değerlendirmek üzere Bakanlar Komitesi, ulusal azınlıkların korunması konusunda uzmanlıkları tanınmış üyelerden oluşan bir danışma komitesinin yardımını alacaktır.
2. Bu danışma komitesinin kompozisyonu ve usulleri, bu Çerçeve Sözleşmenin yürürlüğü girişini izleyen bir yıllık bir süre içerisinde Bakanlar Komitesi tarafından belirlenecektir.
BÖLÜM V
Madde 27
Bu Çerçeve Sözleşme, Avrupa Konseyi üyesi Devletlerin imzasına açılacaktır. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği güne kadar, Sözleşme ayrıca, Bakanlar Komitesi tarafından davet edilecek herhangi bir başka Devletin de imzalamasına açık olacaktır. Sözleşme, onaylama, kabul ya da onamaya tabidir. Onaylama, kabul ya da onama belgeleri Avrupa Konseyi Genel Sekreterine depo edilecektir.
Madde 28
1. Bu Çerçeve Sözleşme, Avrupa Konseyi üyesi oniki Devletin, Madde 27 hükümleri uyarınca bu Sözleşme ile bağlı olma rızasını ifade ettikleri tarihten sonraki üç aylık bir sürenin bitimini izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
2. Onunla bağlı olma rızasını bilahare ifade eden herhangi bir üye Devlet bakımından bu Çerçeve Sözleşme, onaylama, kabul ya da onama belgesinin depo edildiği tarihten sonraki üç aylık bir sürenin bitimini izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
Madde 29
1. Bu Çerçeve Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden ve Sözleşmeci Taraflarla görüş alış-verişinde bulunulmasından sonra, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi Statüsü Madde 20 (d)’de düzenlenen çoğunluk ile aldığı bir kararla, henüz bu işlemi yapmamış ve Madde 27 hükümleri uyarınca Sözleşmeye imza koymaya davet edilmiş bulunan Avrupa Konseyi üyesi olmayan herhangi bir Devleti ve herhangi bir başka üye olmayan Devleti, Sözleşmeye katılmaya davet edebilir.
2. Sözleşmeye katılan herhangi bir Devlet bakımından Çerçeve Sözleşme, katılım belgesinin Avrupa Konseyi Genel Sekreterine depo edildiği tarihten sonraki üç aylık bir sürenin bitimini izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
Madde 30
1. Herhangi bir Devlet imza koyma tarihinde ya da onaylama, kabul, onama ya da katılım belgesini depo ettiği tarihte, bu Çerçeve Sözleşmenin uygulanacağı, uluslararası ilişkilerinden sorumlu bulunduğu ülke ya da ülkeleri belirtebilir.
2. Herhangi bir devlet, daha sonraki herhangi bir tarihte, bu Çerçeve Sözleşmesinin uygulanma alanını, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yöneltilecek bir beyan ile, önceki beyanda gösterilenden başka bir ülkeyi de kapsayacak şekilde genişletebilir. Bu ülke bakımından Çerçeve Sözleşme, Genel Sekreter tarafından söz konusu beyanın alındığı tarihten sonraki üç aylık bir sürenin bitimini izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
3. Üstteki her iki paragraf çerçevesinde yapılan herhangi bir beyan, söz konusu beyanda belirtilen ülke bakımından, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yöneltilecek bir bildirim ile geri çekilebilir. Bu geri çekme, böyle bir bildirimin Genel Sekreter tarafından alındığı tarihten sonraki üç aylık bir sürenin bitimini izleyen ayın ilk günü işlerlik kazanacaktır.
Madde 31
1. Herhangi bir Taraf, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yöneltilecek bir bildirim yoluyla herhangi bir tarihte bu Çerçeve Sözleşme ile bağlı oluşunu feshedebilir.
2. Böyle bir fesih, Genel Sekreter tarafından bu bildirimin alındığı tarihten sonra altı aylık bir sürenin bitimini izleyen ayın ilk günü işlerlik kazanacaktır.
Madde 32
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Konsey üyesi Devletlere, diğer imzacı Devletlere ve bu çerçeve Sözleşmeye katılmış olan herhangi bir Devlete aşağıdaki hususların bildirimini yapacaktır:
a) Herhangi bir imza;
b) Herhangi bir onaylama, kabul, onama ya da katılma belgesinin depo edilmesi;
c) Madde 28, 29 ve 30 uyarınca bu Çerçeve Sözleşmenin yürürlüğe girdiği herhangi bir tarih;
d) Bu Çerçeve Sözleşmeye ilişkin herhangi bir başka tasarruf, bildirim ya da ileti.
Bu Çerçeve Sözleşme, imza koymaya usulünce yetkilendirilmiş kişiler tarafından aşağıda imzası bulunan kişilerin TANIKLIĞINDA imzalanmıştır.
Her iki metin de eşit olarak geçerli olmak, Avrupa Konseyi arşivlerinde tek bir kopya halinde depo edilmek üzere, Şubat 1995’in 1’inci gününde Strasbourg’da İngilizce ve Fransızca olarak düzenlenmiştir. Genel Sekreter, onaylı kopyalarını Avrupa Konseyi üyesi her bir Devlet ve bu Çerçeve Sözleşmeyi imzalamaya ya da ona katılmaya davet edilen herhangi bir Devlete iletecektir.
Not: İnsan Hakları Belgeleri (Bölgesel Sistemler), Prof Dr. Mehmet Semih Gemalmaz, Alkım Yayınları, 1999, s. 401-415
HÜKÜMETLERE VE PARLAMENTERLERE GÖNDERİLMESİ GEREKEN DİLEKÇE TASLAĞININ HOLLANDACASI:
AAN DE REGERING en DE LEDEN VAN DE TWEEDE KAMER
Geachte heer/mevrouw,
Hiermee willen we U namens Nederlandse immigranten en moslims een verzoek indienen. Want door de racisme en islamaofobie zijn we (Nederlandse immigranten en moslims) erg veel onrustig. Bijna elke dag horen we of zien we negatieve uitlatingen over de İslam en immigranten op de media en televisies. Daardoor voelen wij ons in Nederland eenzaam, uitgesloten en gediscrimineerd.
Wij voelen ons hier niet meer veilig. Wij vinden dat de veiligheid van ons is de veiligheid van Nederland en Nederlandse samenleving. Want de Nederlandse samenleving is ook onze samenleving. Wij zijn ook onderdeel van de Nederlandse samenleving. Nederland is ook ons vaderland.
Wij zijn zestig jaar geleden door de Nederlandse regering uitgenodigd om naar Nederland te komen en werken. Wij hebben voor de Nederlandse economie hard gewerkt. En wij hebben bij de economie verrijking gemaakt. Want immigranten zijn verrijking voor de Nederlandse samenleving.
Verrijking is niet alleen voor de economie maar ook voor de culturele, politieke, sociale en wetenschappelijke verrijking. Bijvoorbeeld hebben de Duitse Turken prof. Dr. Ugur Şahin en zijn partner mevrouw Dr. Özlem Türeci tegen de covid-19 pandemie BioNTech vaccijn gevonden. Dat is een wereldwijd verrijking. Hun ouders kwamen uit Turkije. Ze zijn ook immigranten in Duitsland. Dus immigranten zijn verrijking voor de hele Europa en de hele wereld.
Nu is onze tweede en derde genaratie aan de slaag. Wij hebben al lang geleden een besluit genomen dat wij in Nederland willen blijven. Want onze toekomst ligt hier in Nederland. Wij als immigranten willen voor elke gebied van Nederland bijdrage leveren. Wij willen ook meedoen van alle zaken van Nederland. Wij willen hiermee aan ons onderwerp terug komen.
Om te beginnen willen we met u eerst een bericht delen. nrc.nl
Dat is heel belangrijk en goed nieuws voor ons. Wij zijn ook het eens met de Europese Commissie dat Nederland vremdelinghaat en racisme strafbaar moet stellen.
Daarnaast willen wij ook dat wij als Nederlandse immigranten en Moslims door de Regering en het Parlament Het Kaderverdrag inzake de bescherming van nationale minderheden opgenomen mogen worden.
Het Belang van de Kaderverdrag inzake de Bescherming van Nationale Minderheden
Door de leden van de Raad van Europa heeft op 1 februari 1995 oım de juridische erkenning van nationale minderheden en het beschermen van hun rechten te accepteren Het Kaderverdrag inzake de bescherming van nationale minderheden[1] gesloten.
Dat is een prima besluit voor hele Europa en Nederland. Wij vinden het heel goed. Want de nationale mindereheden onder andere in Nederland de Friezen en hun rechten worden door de Nederlandse regering beschermd. Wij vinden dit heel goed.
Maar wij willen U hieerme hierover een verzoek indienen. Want wij als immigranten en moslims willen wij ook opgenomen worden voor dit Kader verdrag. Want wij zijn ook minderheiden. Wij hebben ook zoals de Friezen andere moeder talen dan in het Nederlands. Wij zijn etnische minderheden in Nederland. Dus wij vinden dat wij ook opgenomen mogen worden bij het Kaderverdrag inzake de bescherming van natioanale minderheden.
Bijvoorbeeld heeft Noord Macedonie regering op 25 juli 1996 dit verdaag gesloten en de volgende minderheden zoals Albanezen, Bosniërs, Roma, Serven, Turken, Vlachen als minderheden geaccepteerd en bij Het Kaderverdrag inzake de bescherming van natioanale minderheden opgenomen.
Nog een andere voorbeeld. Toen Wim Kok minister president was heeft hij in zijn regering een besluit genomen dat Turken en Marokkanen Kaderverdrag inzake de bescherming van natioanale minderheden opgenomen mogen worden. Maar dit besluit is door de Tweede Kamer wordt niet aangenomen. Maar nu is de tijd om ons bij dit Kaderverdrag opgenomen mogen worden. Beter laat dan nooit.
Want er staat in de Toepassing van het Kaderverdag volgende beschrijving: “Het verdrag bevat geen definitie van wat een nationale minderheid is. Hierover kon door de lidstaten van de Raad van Europa geen overeenstemming worden bereikt. Het is daarom aan elke ratificerende lidstaat zelf om te bepalen op welke groepen binnen hun grondgebied het verdrag van toepassing is.”
Daarom willen we u hiermee een verzoek indienen : Zou u a.u.b. als ons Nederlandse immigranten en Moslims in het kader van het Kaderverdrag inzake de bescherming van nationale minderheden willen op te nemen.
Het zal dan voor de onze democratie, veiligheid en Nederland heel goed zijn. Wij worden dan door de onze regerinmg beschermd. Nederland zal dan voor de hele Europese Unie een goed voorbeeld zijn.
Na de val van de muur hebben de nationalisten in Nederland en in hele Europa immigranten en Moslims als zondebok en als doelwit gekozen. Om te voorkomen van alle soorten discriminatie, geweld, Islamafobie, willen wij u een verzoek indienen dat wij op het Kaderverdaag opgenomen mogen worden.
Wij willen voor U hieronder een paar artikelen van het Kaderverdrag inzake de bescherming van nationale minderheden citeren.
“Vastbesloten het bestaan van nationale minderheden op hun onderscheiden grondgebieden te beschermen
Artikel 1
De bescherming van nationale minderheden en van de rechten en vrijheden van personen die tot die minderheden behoren, vormt een integrerend onderdeel van de internationale bescherming van de rechten van de mens en valt als zodanig binnen de reikwijdte van de internationale samenwerking.
Artikel 5
1. De Partijen verplichten zich ertoe de omstandigheden te bevorderen die voor personen die tot nationale minderheden behoren, noodzakelijk zijn om hun cultuur in stand te houden en tot ontwikkeling te brengen en om de wezenlijke elementen van hun identiteit, te weten hun godsdienst, taal, tradities en cultureel erfgoed te bewaren.
Artikel 6
2. De Partijen verplichten zich ertoe passende maatregelen te nemen om personen te beschermen die het voorwerp zijn van bedreigingen of discriminerende gedragingen, vijandigheid of geweld als gevolg van hun etnische, culturele, linguïstische of godsdienstige identiteit.
Artikel 8
De Partijen verplichten zich ertoe te erkennen dat iedere persoon die tot een nationale minderheid behoort het recht heeft zijn of haar godsdienst of levensovertuiging tot uiting te brengen en godsdienstige instellingen, organisaties en verenigingen op te richten.
Artikel 14
1. De Partijen verplichten zich ertoe te erkennen dat iedere persoon die tot een nationale minderheid behoort het recht heeft zijn minderheidstaal te leren.
Artikel 21
Geen enkele bepaling van dit Kaderverdrag mag zo worden uitgelegd als zou deze het recht inhouden enige activiteit te ontplooien of enige daad te verrichten die in strijd is met de grondbeginselen van het internationale recht en met name de souvereine gelijkheid, territoriale integriteit en politieke onafhankelijkheid van Staten.
Het verdrag regelt voor de erkende nationale minderheden onder meer:
bescherming tegen discriminatie en bevordering van gelijkheid
bevordering van behoud en ontwikkeling van
cultuur, taal, godsdienst en tradities. “
* vrijheid van vereniging, vergadering, meningsuiting, gedachte, geweten en godsdienst.”
Wij vinden dat het Kaderverdrag inzake de bescherming van nationale minderheden heel duidelijk en heel pozitief voor de alle minderheiden. Dus wij zijn ook minderheiden. Wij willen ook voor de toekomst van Nederland en immigranten bij dit Kaderverdrag opgenomen mogen te worden.
NATIONALISME IS VERRAAD EN OORLOOG
Wij hebben in de geschiedenis onder andere tijdens de Tweede Wereld Oorlog gezien dat immigranten zondebok voor de racisten, nationalisten. Want nationalisten willen altijd een zondebok gebruiken om een oorlog te starten. Toen waren zondebok Joden nu immigranten en moslims. Tijdens de Tweede Wereld Oorlog heeft de nationalisten (faschisten) niet alleen Joden verbrand maar ook door miljoenen mensen vermoord.
Emmanuel Macron, de 25ste president van de Franse republiek, trad in de voetsporen van Mitterrand. Hij hekelde het nationalisme. Patriottisme is het tegenovergestelde van nationalisme, zei Macron. “Wie nationalisme predikt, pleegt verraad aan de vaderlandsliefde.’’ (11 november 2018)
Macron heeft ook over de oorlogen het volgende gezegd: “Het is honderd jaar geleden dat de eerste van twee wereldoorlogen ten einde kwamen. Het is nog altijd het meest dodelijke menselijke conflict dat de mensheid ooit gekend heeft. Liefst 120 miljoen mensen kwamen als direct of indirect gevolg van de vijandigheden om het leven.”
Dus om voor te komen van de nationalisme en de oorlogen moeten wij van te voren nodige wettelijke en andere maatregelen nemen.
Dus het Kaderverdrag inzake de bescherming van nationale minderheden hiervoor een belangrijke instrument en belangrijke internatioanale verdrag om te beshermen van vrede, democratie en veiligheid.
Bovendien hebben wij vorig jaar op 10 januari 2020 in de Volkskrant het volgende bericht gelezen. En wij worden nog onrustig. Want het titeel van dit artikel heet: ‘De Derde Wereldoorlog kan elk moment beginnen, en ik voorspel het aljaren’
“Beste lezer, ga gerust iets anders doen: dit wordt geen leuk verhaal. Maar het moet toch worden verteld, vindt Ingo Piepers. Hij voorspelt al jaren dat in 2020 de Derde Wereldoorlog begint. ‘Ik hoop dat ik ongelijk heb, maar ik vrees van niet. ‘Ik ben geen gekke henkie, dit is het resultaat van wetenschappelijke analyse..” INTERVIEW INGO PIEPERS. Wil Thijssen
ISLAMOFOBI OF ISLAM EN GEWELD
NA 11 september is er een ‘islamofobie’ ontstaan en er wordt link gelegd tussen islam en geweld en terreur. Maar daar staat tegenover dat islam een godsdienst voor de veiligheid en de vrede.
Geen enkel geloof en ook de Islam niet predikt geweld maar wel naastenliefde en tolerantie. Moslims geloven dat de wereld primair op goddelijke liefde gevestigd is.
Want volgens de islam geldt dat “wie opzettelijk een mens doodt, dan had hij gehele menselijkheid gedood. En voor hem, die iemand het leven schenkt, alsof hij aan het gehele mensdom het leven heeft geschonken” (5:32).
“En wie een gelovige opzettelijk doodt: zijn vergelding is de hel, hij is eeuwig levend daarin..”(4,93)
Op 10 december 2005 stond in het blad ELSEVIER een artikel over de Islam.
Wij willen voor U daaruit een paar zinnen citeren
“Geschiedenis: De voorlijke islam
Tijdens haar Gouden Eeuw was de mohammedaanse cultuur intellectueel, liberaal en verlicht. Het kan dus wel.
Duizend jaar geleden ontstond in Bagdad de algebra. Het ziekenhuis is een moslimuitvinding, robots schonken een glaasje, nergens werden zo veel boeken gelezen. En Mohammed vond geleerden veel meer waard dan terroristen. Kortom, met de islam zelf is niets mis, met de huidige interpretatie ervan des te meer.
Ooit was het anders. Toen was de westerse, christelijke wereld achterlijk en de islamitische voorlijk.
Tussen de achtste en vijftiende eeuw kroop Europa door de diepe, duistere Middeleeuwen en was de islamitische wereld een stralend voorbeeld voor de rest van de mensheid. Geleerdheid, intellectualisme, wetenschap en techniek floreerden er. “ einde citaat.”
Maar het is nu heel anders. Islamitische wereld is achtergebleven.
Het antwoord is hierop lezen we weer in het blad van Elsevier.
“Nee, het probleem is niet de islam of de Koran, maar dat sommige warhoofden deze verkeerd interpreteren. Om de profeet zelf aan te halen: ‘De inkt van de geleerden is heiliger dan het bloed van de martelaren.’ “
Dus de islam is een godsdienst voor de wetenschap, beschaving, vrede, liefde, educatie en emancipatie.
Als slot: Hiermee willen we U namens Nederlandse immigranten en moslims een verzoek indienen. Want door de racisme en islamaofobie zijn we (Nederlandse immigranten en moslims) erg veel onrustig. Bijna elke dag horen we of zien we negatieve uitlatingen over de İslam en immigranten op de media en televisies. Daardoor voelen wij ons in Nederland eenzaam, uitgesloten en gediscrimineerd.
Dus om te voorkomen van discriminatie, rassenhaat, vreemdelinghaat, İslamofobie willen wij det Kaderwet opgenomen worden.
Nogmaals wij zijn ook bereid als u ook het wil, met u samen hierover een gesprek te voeren.
In afwachting van uw positief antwoord, verblijven we met vriendelijke groeten.
Hoogachtend,
(Dilekçeye katılan kuruluşların imza ve mühürleri)
(Önemli uyarı:Gözü sulu olanlar ve ağır kalp hastaları bu yazıyı okumasın ve şarkı klibini hiç dinlemesin)
Bir gurbetçi fotoğrafı üzerine şarkı yapan Hüsnü Uysal’a, fotoğraftaki gurbetçinin kızından gelen mektup ve klip yürekleri yaralayacak nitelikte.
‘Bu adam benim babam’ şarkısının klibi ve fotoğraftaki adamın hikâyesi, milyonlarca gurbetçinin çektikleri çilelerin ağırlığını ortaya seriyor.
‘Elinde tahta bavul ve ayağında çarık’ edebiyatının geride kaldığı o günlerden, geldiğimiz bu günlerdeki fark yüreğimizi serinletiyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Sirkeci Garı’ndan Almanya’nın Münih kentine kalkan ilk trenlerin hikayesi tam 60 yıl önce başlamıştı. Yaşadıkları toprakları, tanıdıkları insanları ve sevdiklerini geride bırakıp, çok uzaklarda yeni bir hayata başlamak için çıkmışlardı bu yola. Daha iyi yaşamak için, ikamet ettikleri yerlerde sokakları bile görmeden pansiyondan işyerine gidiş gelişler, onları kahrediyordu.
Binbir umutla geldikleri gurbette, en ağır ve en pis işleri yapmak için Ankara’da seçilirlerken dişlerine kadar muayene ediliyor ve makatlarına parmak sokuluyordu.
Geldikleri gurbette alın teri ve emek sarfederlerken, 20 kişi ranza yataklarda yatırılıyor, yeteri kadar gıda alamıyor, hastalıklarına inanılmıyordu.
Hasretini çektikleri insanlar ile mektuplaşarak mutlu oluyorlardı. İzin vakti geldiği zaman, gittikleri köylerinde, elerindeki polaroid makinelerle çektikleri fotoğrafları gurbete taşıyarak hasretlerini gideriyorlardı.
Yaşadığımız şimdiki çağdaki teknolojik imkânların hiçbiri yoktu. Kısa dalga Ankara radyosunu dinlemek için, radyo cihazının başında kümeleniyorlardı.
Para biriktirip yurtlarına geri dönüp yatırım yapma planları tabii ki gerçekleşmedi.
Aile birleşimleri başladı. Ama bu durum Almanlar’ın hoşuna gitmedi. Almanya’da Mölln ve Solingende evleri yakılarak katledildiler. Hollanda’nın Rotterdam ve Schiedam kentlerinde Türkler’in evleri ve işyerleri talan edildi. Hastalananların evine fabrika doktorları baskın yaptılar. ‘Hasta değilsin’ dediler ve gönderildikleri işyerlerinde can verenler oldu. Almanlar ile dayanışma içinde olup grevlere katılmak istediler ama, ‘sizin grev hakkınız yok’ diye tutuklandılar.
Almanlar ile dayanışma içinde olmak için 27 yurttaşı ile greve katılan Baha Targün, grubun sözcülüğünü yaptığı için tutuklanmıştı.
TOPLUMA UYUM VE GİRİŞİMCİLİK
Gurbetçilerimizin topluma uyumları zor olmadı. İşçilikten patronluğa geçiş epey zaman aldı ama yine de başarılı başladı ve başarılı devam ediyor. Berlin Duvarı’nın yıkılışını bile fırsata çevırerek, yol kenarına döşediği eşyaları satarak girişimciliğe başlayanların yanında, onlarca ve hatta yüzlerce personel çalıştıran işadamlarımız oldu.
Tahsillerini tamamlayarak, önemli kurumlarda ve işyerlerinde yönetici pozisyonuna girenlerimiz oldu.
Siyasete soyunarak milletvekilliği, İl Genel Meclisi Üyeliği, Belediye Meclis Üyeliği ve hatta Bakanlık mertebesine ulaşanlarımız oldu.
O GÜNLERDEN BU GÜNLERE
Gurbetçilerimizin atlattıkları badireler o kadar çok ki, bunları kitaplara döken yazalarımız oldu.
Hatta şarkı yapanlar bile oldu.
İşte o şarkı yapanlardan biri de, Hollanda’da yaşayan müzisyen Hüsnü Uysal’dı.
İki hafta önce 17 Haziran günü yayınladığım haberimde, Hüsnü Uysal’ın, 1982 yılında bir gazetede gördüğü fotoğraftan esinlenerek, önce güfte yazdığını, sonra da beste yaptığını belirtmiştim.
Yayınlamış olduğum bu haber büyük ilgi toplamıştı. Gerek şahsıma ve gerekse Hüsnü Uysal’a gelen mesajlar bunu anlatıyordu.
BU YAZIYI YAZMAMA NEDEN OLAN MESAJ
Hüsnü Uysal’a öyle bir mesaj geldi ki, bana aktarılan bu mesajı okuduğum, ve ekinde gönderilen şarkı klibini dinlediğim zaman çok duygulandım. Utanmadan söyleyeyim, göz yaşı da döktüm.
Konu şuydu: Hürriyet’te birlikte çalıştığım sevgili meslektaşım Murat Çulcu, gurbetçilerimizin serüvenlerini anlatan 9 bölümlük bir dizi yayınlamıştı. O yayınlarda, yukarıda gördüğünüz fotoğraf da yer almıştı. Hüsnü Uysal bu fotoğraftan çok etkilenmiş ve cebinden çıkardığı bir kâğıda bir şeyler yazmaya başlamıştı. İki yıl sonra 1984 yılında, yabancılara yapılan baskı ve aşağılamaların çoğaldığı bir anda, eski notlar üzerinde çalışan Uysal, ‘Özlem’ adını koyduğu bir güfte yazmış ve sonra da bunu şarkı yapmıştı.
İşte bu hikâyeyi anlatan ve dinleten bir haber yapmıştım.
SONGÜL’DEN GELEN MESAJ
Hüsnü Uysal’a gelen mesajlar içinde biri vardı ki, dillere destan şekilde yazılacak bir hikâyeyi yaratacaktı.
Evet, Songül isimli bir bayan,‘O fotoğraftaki adam benim babam’ diye yazdıktan sonra bir de ‘Bu adam benim babam’ şarkısının klibini göndermiş.
Şöyle yazıyordu Songül hanım: ‘Sizin şarkı yapış hikayesini okurken gördüğüm fotoğrafta, önde olan ve oturan sarı çizmeli adamı hemen tanıdım. Ama o fotoğraf çekildiği zaman zaman 4 yaşındaydım ve babamı 2012 yılında kaybettim. Fotoğrafı anne ve ağabeyime gösterdiğim zaman, onlar da fotoğraftakinin babam olduğunu söylediler. Rahmetli olan babamın adı Şemsettin Mıhçı. Babamın omuz arkasında duran da Bahri amcammış.’
Babalarının, önce Almanya’da çalıştığını, daha sonra Hollanda’nın Arnhem kentine taşındığını belirten Songül hanım, şimdi Hollanda’nın Rotterdam kentindeki Maasluis banliyosunda yaşıyor. Babası ile ilgili klibi takip ettiğimiz zaman, Şemsettin Mıhçı’nın da Maasluis’te kaldığı anlaşılıyor. Songül hanım, babalarının fotoğrafını yıllar sonra benim haberimde gördüklerinden sonra çok duygulandıklarını belirterek, bir de klip hazırladıklarını ve bunu youtube koyduklarını belirtmiş. ‘Bu adam benim babam’ şarkısı eşliğinde, o babanın fotoğrafları ile süslenmiş klibi seyretmek için aşağıdakini tıklayınız.
İşte böyle değerli okurlarım:
Songül hanımın göndermiş olduğu mesajında, bir Hayvan Gıda Bankası kurmuş olduğunu ve açılışa davet için geç kaldığını belirtmiş. Web sayfasına baktığım zaman, meşakkatler görmüş ve ezilmiş birinci nesil göçmenlerden birinin kızının, bugünkü durumu beni çok mutlu etmişti.
Birinci nesil gurbetçilerimizin, aile birleşiminden sonra yaşamaya başladıkları konut sorunu ve çocukların eğitim sorunu yıllarca sürmüştü. Şimdilerdeki halimize şikâyet ederken, birinci nesilin yaşadıkları ile kıyasladığımız zaman, arada dağlar kadar fark olduğunu ve hatta bugün cennette yaşadığımızı bile söyleyebiliriz.
‘Bu adam benim babam’ şarkısını Fatih Kısaparmak’tan dinlerken göz yaşı dökmemek elde olmuyor.
O babaların hakkını ödeyebilmek için dikmekte olduğumuz anıtlar büyük alam taşımalıdır.
Son olarak Hollandalı Türk girişimcilerin Kadıköy’e diktikleri ‘Umuda Yolculuk Antını’na devlet tarafından gösterilmeyen ilgi çok üzücüdür.
Umuda Yolculuk Anıtı’nın önemini iyi anlatamayanlar ve anlamak istemeyenler, birinci nesil gurbetçilerimizin hak ettikleri minnet borcumuza saygı duyacaklardır.
Bu adam benim babam, sekiz köşe kasketiyle
Omuzunda sekosuyla hey!
Cebinde yok parası Bafra’dır cigarası
Yüreğindedir yarası
Altı çocuk büyütmüş, bir işçi maaşıyla
Bu adam benim babam hey!
Ağlama benim babam, ağlama naçar babam
Kara gün geçer babam hey!
Bir kapıyı kapayan, gene açar babam
Ağlama benim babam hey!
Allah büyük babam hey!
Bu adam benim babam, derdi dağlardan büyük
Çaresiz (biçare) , beli bükük hey!
Bir gün olsun gülmemiş, rahat nedir bilmemiş
Gözyaşını silmemiş
Bir lokma ekmek için, kimseye eğilmemiş
Bu adam benim babam hey!
Benim babam mert adamdı
Mangal gibi yüreği, yufka gibi kalbi vardı
Hayatım boyunca o’na özendim, fedakardı
Bir dikili ağacı olmadı belki
Ama onuruyla yaşayan koskoca bir çınardı
Üstümdeki kol kanat, sırtımı yasladığım dağ gibiydi
Ben babamın oğluyum
Tepeden tırnağa Anadolu’yum…
Kadıköy’e yerleştirilen ‘Umuda Yolculuk’ anıtı için kullanılan yolu ben eleştirdim ama, yandaş medya çok daha ileri gitti ve ‘CHP’nin heykeli’ olarak yaftaladı.
Ben, ‘Açılışta devlet yoktu’ derken ve Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yokluğunu da eleştirmişken, yandaş medya, ‘İBB yönetimi, Kadıköy’de Türk işçilerin Avrupa’ya göçünü temsil eden ‘Umuda Yolculuk Anıtı’nı açtı.’ dedi.
Yurtdışına göçün 60’ıncı yılında, gurbetçilerimizi simgeleyen bir anıtın CHP’ye mal edilmesi hem girişimci yurttaşlarımıza haksızlık ve hem de bu hizmete saygısızlıktır. Yandaş medya CHP’ye çatmak için keşke başka bir konuyu ele alsaydı.
Gurbetçiliğin, milyonlarca Türk ailesi içinde yarattığı acıları anlama yerine, acıyı da siyasete mal eden medyayı anlamakta güçlük çekiyorum.
(Şu anda öyle bir röportaj ile meşgulum ki, çok yakında yayınlayacağım bu röportajı okuyup da ağlamayacak biri olacağını hiç zannetmiyorum.)
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’dan bir grup Türk’ün inisiyatifi ile Kadiköy’e dikilen ‘Umuda Yolculuk’ anıtı ile ilgili haberlerimi hatırlayanlar, girişime siyasi bir tint (renk) katan organizatörleri eleştirdiğimi de bilirler. Bilmeyenler için daha önce yayınlamış olduğum iki haberi altta yeniden sunuyorum..
Ben, ‘Bu girişimde bulunanlar, keşke ‘Hollanda Sosyal Demokratlar Birliği’ yerine ‘Hollanda Türk Birliği’ gibi bir isimle başvuru yapsalardı’ diyerek, bazılarını kızdırmışken, daha sonra Google’de gördüğüm yandaş medya başlıklarındaki ifadelerin, ‘Çüş’ dedirtecek kadar abartılı olduğunu gördüm.
Gurbetçiliğin, milyonlarca Türk ailesi içinde yarattığı acıları anlama yerine, acıyı da siyasete mal eden medyayı anlamakta güçlük çekiyorum.
Şu anda öyle bir röportaj ile meşgulum ki, çok yakında yayınlayacağım bu röportajı okuyup da ağlamayacak biri olacağını hiç zannetmiyorum.
Gurbetçiliğin, milyonlar üzerinde yarattığı travmayı kavrayamayanlara ‘Yazıklar olsun’ diyorum.
Bakınız, habere yandaş medya tarafından nasıl başlanmış:
‘CHP’den İstanbul’a yeni heykel. CHP belediyeciliğinin simgesi haline gelen heykellere bir yenisi daha eklendi. İBB (İstanbul Büyükşehir Belediye) yönetimi, Kadıköy’de Türk işçilerin Avrupa’ya göçünü temsil eden ‘Umuda Yolculuk Anıtı’nı açtı.’ Yandaş medyanın eleştiri bölümündeki ifadeler sadece yukarıdaki kadardı. Bundan sonra haber, ‘İstanbul’da Türk işçilerin Avrupa’ya göçünü simgeleyen ‘Umuda Yolculuk Anıtı’, Kadıköy İskele Meydanı’na dikildi.’
Haberin devamı ajanslardan geldiği şekliyle yayınlanmış.
El insaf yani…
Yurtdışına göçün 60’ıncı yılında, gurbetçilerimizi simgeleyen bir anıtın CHP’ye mal edilmesi hem girişimci yurttaşlarımıza haksızlık ve hem de bu hizmete saygısızlıktır.
Yandaş medya CHP’ye çatmak için keşke başka bir konu ele alsaydı.
Konunun önemini ve yapılan hataları anlatabilmek için, daha önce yayınlamış olduğum, ‘Anıt açılacak’ ve ‘Anıt açıldı’ haberlerimi alta sıralıyorum:
(AÇILIŞ ÖNCESİ HABER-Fotoğrafsız)
TÜRK İŞÇİ GÖÇÜ’NÜ SEMBOLİZE EDEN ANIT İSTANBUL’DA AÇILIYOR
Hollanda Türkleri’nin girişimi ile yaptırılan ‘Umuda Yolculuk’ anıtı, 18 Haziran’da Kadıköy Parkın’da açılacak.
Göç alan ülkelerin Büyükelçi ve Başkonsolosları’nın hazır bulunacağı açılış töreninde, Türkiye’den hangi üst düzey
yöneticilerinin katılacağı meçhul.
Önce, hak ettiği Sirkeci Garı’nda kurulan, daha sonra işgüzarlar
tarafından sökülen anıtı, Zafer-Ali-Derya Sanat Atölyesi yaptı.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
‘Umuda yolculuk’ olarak başlamıştı serüven…
Türkiye’den Avrupa’ya, daha iyi bir yaşam umudu ile, yüreklerini
sevdiklerinin yanında bırakarak bilinmeze doğru, gurbet ellere çalışmaya giden Anadolu’nun cesur evlatları şimdi bir anıt ile yaşatılacak.
‘Umuda Yolculuk’ anıtı, 18 Haziran Cuma günü, Kadiköy Parkı’nda açılacak.
Açılış törenine, göç alan Hollanda, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, İsveç, ve Danimarka’nın Büyükelçi ve Başkonsolosları hem organizatör ülke ve hem de davetli olarak katılacak.
Hollanda’dan Türk kuruluşlarının temsilcileri ile işadamlarının da katılacağı açılış törenine, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu katılacak. Ankara’dan üst düzey yetkililer davet edildiler ama, bu anlamlı
etkinliğe kimin katılıp katılmayacağı mechul kaldı.
Aslında, çoğumuzun yüreklerine su serpecek olan bu anıtın, Sirkeci Garı’na kurulması için, gerek Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve gerekse
Fatih Belediye’sinden izin alınmıştı ve anıt garın yanındaki parka
yerleştirilmişti. Ama daha sonra bu anıt, ‘Buraya daha önceden
kararlaştırılmış olan bir inşaat yapılacak’ gerekçesiyle sökülmüştü. ‘Bu neden gerçekleşmedi?’ diye sorduğum Anıt Çalışma Grubu
üyeleri, ‘Türkiye’deki bürokratik engelleri aşamadık. Sonunda Kadıköy
Belediyesi’nin onayı ile Anıtı Haydarpaşa Garı’nın karşındaki parka kurulmasına karar verdik.’ dediler.
(AÇILIŞ HABERİ-Fotoğraflı)
YİNE YÜZÜMÜZE GÖZÜMÜZE BULADIK!
Avrupa’ya göçün 60’ıncı yılında, İstanbul’da açılan ‘Umuda Yolculuk Anıtı’ ilgi görmedi ve sahiplenilmedi.
Açılışta Belediye Başkanı, Bakan veya bir siyasetçi yoktu.
İlgisizliğin ve sahiplenmemenin nedeni olarak, konuya siyasi bir rengin katılışı gösteriliyor.
Yurtdışındaki 10 milyona yakın Türk’ü temsil edecek olan, böylesine önemli bir anıtın her kesime mal edilememesi, büyük bir beceriksizlik olarak niteleniyor.
Yurtdışındaki akil insanlarımız konuyla ilgili görüşlerini belirtirlerken, ‘Girişim mükemmel ama uygulama zayıf’ dediler.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Değerli Okurarım,
1 Haziran günü sizlere sunmuş olduğum, ‘Türk işçi göçünü sembolize eden anıt İstanbul’da açılıyor’ başlıklı yazımı, umut dolu sözler ile süslemiştim ama, ‘Umuda Yolculuk’ adı verilen bu anıtın dikilmesine karşı olanlar olduğunu da ima etmiştim.
Hatta, anıtın önce Sirkeci Garı yanına dikildiğini, sonra da Fatih Belediyesi tarafından söküldüğünü dile getirmiştim. Belliydi ki, bu anlamlı ve güzel girişim, bazı kesimlere iyi anlatılamamış ve bu kesimler de, girişimi desteklememiş ve hatta baltalamıştır.
İsterseniz önce, benim de bulunmak istediğim ama bir neden ile gitmediğim, 18 haziran Cuma günü Kadıköy’de açılışı yapılan, ‘Umuda Yolculuk Anıtı’nın açılış törenini Kadıköy Gazatesi’nden aktarayım ve sonra da olumsuzluklara ve eleştirilere değineyim.
Açılış:
Başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Avrupa’ya işgücü göçünü konu alan ‘Umuda Yolculuk’ Anıtı, dün İstanbul Kadıköy Parkı’nda açıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Hollanda, Belçika, Almanya ve İsveç başkonsolosluklarının işbirliğiyle düzenlenen açılışa, Türkiye’den Avrupa’nın çeşitli ülkelerine giden birinci kuşak işçilerin temsilcileri de katıldı.
Hollanda Demokratik Sosyal Dernekler Federasyonu’nun (DSDF) girişimiyle yapılan, Hollandalı gazeteci Hünkâr Ilık’ın fikrinden yola çıkarak, İzmir’den üç sanatçının (Derya Ersoy, Zafer Dağdeviren ve Ali Yaldır) tasarladığı anıt, 10 metre uzunluğunda, 3 metre genişliğinde ve 3 metre yüksekliğinde. DSDF Başkanı Nevzat Cingöz, anıtı şu sözlerle anlatıyor:
“Türkiye’den 1960’ların başından itibaren ayrılan işçiler, bir umut yolculuğuna çıktılar. Avrupa ekonomisinin yeniden inşasına katkıda bulundular. Para, bilgi ve bağlantılarıyla Türkiye’de yatırımlar yaptılar. Bu kişiler şimdi 80 yaşın üzerinde, birçoğu çoktan öldü. Bu anıtla bir dönemi kapatıyoruz. Ama bu aynı zamanda yeni bir dönemin başlangıcı…’
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da açılışta yaptığı konuşmada, Hollanda’ya göç eden gurbetçi işçilerin Hollanda işçi sınıfının parçası olduğunu hatırlattı. Çerkezoğlu, anıtın yapımına katkı veren sanatçıları, büyükelçilikleri, İBB’yi ve Hollanda’daki Türkiyelilerin derneklerini tebrik etti.
Hollanda İstanbul Başkonsolosu Bart van Bolhuis, açılışta yaptığı konuşmada her yıl farklı bir ülkenin “Umuda Yolculuk Anıtı” etrafında bir etkinlik düzenleyeceğini dile getirdi…
Açılış törenine, Wim Selles yönetimindeki SufiBach Müzik Topluluğu da ezgileriyle renk kattı.
İşte, açılış haberi böyle:
Ama ne yazık ki bu haber ulusal ana akım gazetelrinde ve televizyonlarda yer almadı.
Nasıl alsın ki?
Ne İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, ne bir Bakan ve ne de bir siyasetçinin yer almadığı böylesi bir açılışın medyada yer almaması normal değil mi?
Peki ne oldu da, hepimizi gururlandıracak ve duygulandıracak olan böylesi muhteşem bir anıt düşüncesi neden destek görmedi?
Bu konuda fikirlerini aldığım bazı akil insanların görüşleri şöyle:
Önce, girişime imzasını atan Hollanda Sosyal Demokrat Dernekler Federasyonu’nun eski Başkanı ve şimdiki üyesi Cezmi Doğaner’in neler dediğine bakalım. Cezmi Doğaner açılışa, şimdi ikamet ettiği Anada’dan gelerek katıldı: ‘Bana göre açılış çok güzel oldu. Tüm belediye mesupları oradaydı. Çeşitli ülkelerin Başkonsolosları da vardı. Açılışa İmamoğlu’nun katılmamasının nedeni bir başka önemli randevusunun oluşundandır. Ayrıca bu iş başından beri baltalanmıştır. Daha önce Sirkeci’ye kurulan anıt, Fatih’in AKPL Belediye Başkanı tarafından söktürülmüştür. Açılışa Bakanlar ve siyasiler davet edilmiştir.’
Doğaner’e, ‘İyi ama, bu işi baltaladıklarını belirttiğiniz kesimler, bu işe siyasi bir renk katılmış olduğunu ileri sürüyorlar. Yani, başvurulan merciler ‘Sosyal Demokrat Dermekler Federasyonu’ adını duyunca kıl olmuşlardır.’ dediğim zaman aldığım yanıt şu oldu: ‘Bizimkiler işin içine siyasi bir renk sokmak istemediler. Onlar böyle algılamışlardır’.
Cezmi Doğaner’e, ‘Demek ki iyi anlatamamışsınız ki, bugünkü açılışa hiç bir devlet yetkilisi gelmediği gibi, medyada da hak ettiği yeri alamadı’ dediğim zaman aldığım yanıt şu oldu:
‘Bu da sizin görüşünüz.’
İbrahim Görmez: Hollanda’da Türk İslam Dernekleri Federasyonu ve İslam Yayın Kurumu’nun başkanlığını yapmış olan İbrahim Görmez’in bu konudaki görüşü şöyle:
‘Yıllarca ülkesinin kalkınmasına öncülük etmiş milyonlarca gurbetçi, zaman zaman, döviz kaynağı olmuş ve zaman zaman da ‘fabrika kuruyoruz gelin ortak olun’ diyerek tüm birikimlerini dolandırıcı firmalara kaptırmış idi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen vatan sevgisinden hiç bir şey kaybetmeyen bu insanların varlığını, bir göç abidesi heykelinde yaşatmaya ve unutturmayanlara şükran borcumuzu bildirmiştik. Lakin, ne yazık ki yine tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren bu konuyu da siyasi malzeme olarak kullanmışlardır. Yurt dışında yasayan 5 milyonu aşkın vatandaşımızı sembolize eden bu isci göçü abidesinin açılışı, maalesef bırakın Bakanları, Belediye Reisini bile ilgilendirmemiş olacak ki, üç beş kişi ve sendika ile bu açılışı gerceklestirdiler. Partiler üstü ve politikalar üstü olması gereken bu konu bizleri çok derinden yaralamıştır. Yurt dışında sadece solcular değil, her siyasi görüşten vatandaşlarmızın olduğu, bu kişiler tarafından ne yazık ki halen kabul görmemektedir. Şahane bir estetiğe sahip olan bu abide, kendilerini solcu olarak görenlere kutlu olsun. Böyle bir abidenin açılışına, brakın Belediye Başkanını, Reisicumhur’u bile getirmeniz gerekirdi.
Çok ama çok üzgünüz.’
İsterseniz, Hollanda’da Recep Tayyip Erdoğan’ın elçisi olarak bilinen, Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün de, ne şiş yansın ne kebap mealindeki mesajına da bir göz atalım:
‘Avrupa’ya Türk göçünün 60’ıncı yılının kutlandığı 2021 yılında, İstanbul’da açılışı yapılan bir göç anıtı töreninde, göç alan ülkeler gibi, göç veren ülke de arzu edilir şekilde temsil edilmeliydi. Bu kadar tecrübeye rağmen, bunun olmaması, doğrusu insanı düşündürüyor.’
Genel kanaat:
Çok güzel duygularla başlatılan, türlü baltalamalar rağmen Kadıköy’de dikilen ‘Umuda Yolculuk Anıtı’nın açılış törenine gölge düşürmek haddimiz değildir.
Ne var ki, 10 milyona yakın insanı ilgilendiren böyle bir girişimin, siyasi tintli (renkli) bir kuruluş ismi yerine, geneli temsil eden ‘Hollanda Türk Kökenliler Birliği’ gibi bir isimle yapılması daha akıllı bir iş olurdu.
Aslında, bu girişimde ismi geçen Zeki Baran, ‘Türkler İçin Danışma Kurulu’nun başkanlığını yapıyor. Çeşitli siyasi ve dini görüşlerden federasyonların yer aldığı ‘Türkler İçin Danışma Kurulu’ bu girişim için en iyi isim olabilirdi.
Açılışta da görüldüğü gibi, en önemli konuklar arasında DİSK Genel Başkanı’nın yer alması ve konuşma yapması da, konuya verilen siyasi rengin ispatı olarak gösteriliyor.
İyi niyetli dostlarımız, bu girişimi keşke ‘Hollanda Sosyal Demokrat Dernekler Federasyonu’ yerine, ‘Türkler İçin Danışma Kurulu’ ismiyle yapsalardı.
Değerli okurlarım,
Amacımın, olayı küçümsemek olmadığını, aksine yüceltmek olduğunu tekrarlamama gerek yok sanırım.
Ne var ki, Almanya’da kendisinden çok söz ettirmiş bir adam, Kadıköy’deki anıtı çok önemli bulmayarak küçümsemiş Kendi yaptıkları ile övünen, başkalarının eserlerine tu-kaka diyen bu adamı ve yazdıklarını alttaki fotoğrafta göreceksiniz.
Eski Başbakan Dries van Agt, Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag,
Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı’nın eşi Gretta Duisenberg ve Türk asıllı milletvekili Tunahan Kuzu.
Eski Başbakan Van Agt, Siyonist rejimin Filistin halkına verdiği büyük acıyı görmezden geldiği için, Hıristiyan Demokrat Parti CDA’dan istifa etti.
Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag, tüm tepkilere rağmen, Hollanda’nın Filistinliler’e yaptığı yardımı devam ettiriyor.
Politikacı ve bankacı Frederik Duisenberg’in eşi Gretta, Filistinliler’in haklarını savunmaya devam ediyor ve evinde Filistin bayrağı dalgalandırıyor.
Türk asıllı milletvekili Tunahan Kuzu, Hollanda’yı ziyaret eden İsrail Eski Başbakanı Netenyahu’nun elini sıkmayı ret etmişti.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da, ‘Antisemist’ damgası yemekten korkmayan dört kahraman var.
Bunlardan birincisi, eski Başbakan Dries van Agt, ikincisi, şimdiki Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag, üçüncüsü, Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı’nın eşi Gretta Duisenberg ve dördüncüsü de, Türk asıllı milletvekili Tunahan Kuzu.
Eski Başbakan Van Agt, Siyonist rejimin Filistin halkına verdiği büyük acıyı görmezden geldiği için, Hıristiyan Demokrat Parti CDA’dan istifa etti.
Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag, tüm tepkilere rağmen, Hollanda’nın Filistinliler’e yaptığı yardımı devam ettiriyor.
Politikacı ve bankacı Frederik Duisenberg’in eşi Gretta, Filistinliler’in haklarını savunmaya devam ediyor ve evinde Filistin bayrağı dalgalandırıyor.
Türk asıllı milletvekili Tunahan Kuzu, Hollanda’yı ziyaret eden İsrail Eski Başbakanı Netenyahu’nun elini sıkmayı ret etmişti.
DRİES VAN AGT
Dries van Agt, yaptığı açıklamada, Siyonist rejimin, Filistin halkına verdiği büyük acıyı görmezden geldiği için, Hıristiyan Demokrat Parti’den (CDA) istifa ettiğini duyurdu.
Van Agt, Hollanda‘nın en köklü partilerinden olan ve uzun yıllar ülke yönetiminde yer alan CDA‘yı, Filistin halkının maruz kaldığı büyük ızdıraba sırt döndüğü için yerden yere vurdu. Yazılı açıklamasında van Agt, CDA‘nın özellikle mayıs ayında yaşanan İsrail saldırıları sırasında, Filistin halkına yardım konusunda verilen çeşitli önergelere, CDA‘nın karşı oy kullanmasının, istifa kararında belirleyici olduğunu vurguladı.
50 yılı aşkın bir süredir CDA üyesi olan 90 yaşındaki van Agt, CDA’nın Filistin halkına karşı acımasızlığına artık dayanamadığını söyleyerek, “CDA’nın hukuktan, adaletten ve baskı altındaki insanlarla dayanışmadan yana olacağına ilişkin umudumu kaybettim, artık partide, kendimi evimdeymiş gibi hissetmiyorum.” dedi.
1971-1977 yılları arasında Hollanda‘da Adalet Bakanı ve aynı zamanda Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Dries van Agt, 1977-1982’de Başbakanlık yaptı. Van Agt, siyasi çalışmalarını durdurduktan sonra 2016’da, dönemin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu‘yu “savaş suçlusu” olarak nitelendirmiş ve yargılanması gerektiğini söylemişti.
Van Agt’ın partisinden istifa etmesinden sonra, Google’de yapılan aramada, kendisinden 22.600 defa ‘antisemist’ olarak söz edildiği görülüyor.
Antisemist sözcüğü, genelde ‘Yahudi düşmanlığı’ olarak yorumlanıyor.
GRETTA DUİSENBERG
Gretta Duisenberg, Hollanda’daki eşinin siyasi ve mali pozisyonuna bakmaksızın yürüttüğü Filistin politikasında çok badireler atlatmıştı. Fotoğrafta Gretta, Yaser Arafat ile görülüyor.
1987 yılında, Hollanda’da Finans Bakanlığı yapmış olan Frederik Duisenberg ile evlenen Gretta, 2002 yılında ‘İşgale Stop Vakfı’nı kurdu. İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi için sayısız etkinlikler düzenleyen Gretta, sık sık Filistin’e gitti ve Yaser Arafat ile de iyi bir dost oldu.
Kocasının Avrupa Merkez Bankası’na Başkan olmasından sonra da faaliyetlerine devam eden Gretta, kendisi için yapılan eleştirilere kulak asmadığı gibi, evinin balkonuna Filistin Bayrağı astı.
Filistin halkına verdiği destek üzerine sayısız badireler atlatan Gretta, Hollanda’daki demokratlar tarafından çok seviliyor.
SİGRİD KAAG
Sigrid Kaag, daha önce de Dışişleri Bakanlığı yaptığı sırada ziyaret ettiği İran’da, başörtüsü kullanmaktan çekinmemişti ama muhalifler bu fotoğrafı da aleyhte kullanmayı görev bildiler.
III. Rutte kabinesinde göreve geldiği günden itibaren, dikkatleri üzerine çeken Sigrid Kaag, alışılagelmişin dışında bir Bakan. Arapça konuşuyor. Filistin davasını savunuyor. Kudüs’de, Amman’da, Cenevre’de, Şam’da, New York’da üst düzey görevlerde bulunan Kaag, dört yıl önce Birleşmiş Milletler Başkanı Ban Ki-Moon tarafından ‘Lübnan Özel Elçisi’ olarak görevlendirilmişti.
Tecrübeli ve dünyayı tanıyan uzman bir bürokrat olan Kaag, çok yönlü kişi.
Sigrid Kaag’ın, Filistinli eşi ve çocukları ile, Yaser Arafat ile çekilmiş bu fotoğrafı, muhalifleri tarafından aleyhte propaganda olarak kullanılmıştı.
Kaag, Utrecht Üniversitesi’nin Arapça ve Orta Doğu, Oxford’un Uluslararası İlişkiler ve Orta Doğu bölümlerini bitirmiş. Öğrencilik yıllarında Arap-İsrail çatışması ve Petrol Politikası üzerine tez hazırlamış. Londra’da Shell’de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nda, Birleşmiş Milletler’de, Unicef’de çalışmış. Filistin lideri Yaser Arafat’ın önemli adamlarından diş doktoru, eski politikacı ve Filistin İsviçre Büyükelçiliği de yapan Anis al-Qaq ile evlenmiş. Dört çocukları var. Evlerinde İngilizce, Fransızca, Arapça ve Holllandaca konuşuluyor. Bakan olmadan önce görev yeri Beyrut idi..
Sigrid Kaag, Dış Ticaret Bakanı olarak gittiği Türkiye’de, pek çok anlaşmaya imza atmıştı.
Sigrid Kaag’ın uzmanlık alanı çok ilginç. Şu an üstlendiği Bakanlık portföyü ile tam bir uyum sağlıyor. Bakan Kaag, mülteci kamplarını ziyaret eden, Hizbullah ile görüşmeler yapan, siyasi liderler, Devlet Başkanları, Dışişleri Bakanları ile konuşan birisi olarak tanınıyor. Görüşmelerin içeriği ise malum: Lübnan meselesi, çatışmaların önlenmesi, barış, güvenllik, radikalleşme, yoksullukla mücadele.
Sigrid Kaag, 2014 yılında BM misyonu ile Suriye’deki kimyasal silahların imha edilmesini sağladı. Suriye’de çok meşhur olan Sigrid Kaag, ‘Iron Lady’, (Demir Bayan) olarak anılıyor.
Şimdiki Rutte hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapmakta olan Kaag, hükümetin daha önce planlamış olduğu Filistin’e yardım paketini aksaksız uyguladığı için muhalifler tarafından eleştiriliyor.
Sigrid Kaag, şu anda kurulmaya çalışılan koalisyon hükümeti için anahtar rolü oynuyor ve Başbakan Yardımcılığına kesin gözüyle bakılıyor.
TUNAHAN KUZU
Tunahan Kuzu, Kandıralı bir ailenin çocuğu olarak 5 Haziran 1981 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. 1988 yılında ailesi ile birlikte Hollanda’nın Maassluis kentine taşındı ve orada yetişti.
2001’den 2006’ya kadar Erasmus Üniversitesinde Kamu Yönetimi Bölümü’nde okudu.
2008’de Hollanda’da İşçi Partisi’nden, Rotterdam Belediye Meclisi’ne seçildi.
2012 yılına kadar bu görevi sürdüren Kuzu, 20 Eylül 2012’de yine İşçi Partisi’nden bu kez Hollanda Parlamamentosu’na milletvekili olarak seçildi.
2014 yılında İşçi Partisi ile fikir uyuşmazlığı yaşadı. Kuzu, uyum politikasına karşı çıktığı için, arkadaşı Selçuk Öztürk ile birlikte partiden ihraç edilmişti.
Milletvekilliğini bırakmayarak Öztürk ile birlikte DENK Partisi’ni kurdu ve bu kez DENK Grubu olarak görevine devam etti.
2016’da Fransa’daki terör patlamasının ardından saygı duruşunda bulunan Hollandalı parlamenterlerden, Ankara’da cereyan eden ve çok sayıda ölüme yol açan patlamadan sonra, aynı saygı duruşunun yapılmasını isteyen Kuzu, bu teklifin kabul edilmemesi üzerine meclis salonunda tek başına saygı duruşu yapmıştı. Kuzu’nun bu protestolu saygı duruşu uzun süre gündemde kalmıştı.
İSRAİL’DE GÖZALTI
Tunahan Kuzu, Filistinlilere destek vermek için düzenlenen bir etkinliğe giderken, Tel Aviv’de İsrail polisi tarafından gözaltına alınmıştı.
Daha sonra Hollanda’yı ziyarete gelen İsrail Başbakanı Netenyahu’nun, parlamentoya gelişi sırasında uzattığı eli sıkmayan Kuzu, tüm dünyada gündem yaratmıştı.
Milletvekilliği yaptığı sürece, alternatif fikirlere ve azınlık politikalarına önem veren Kuzu, söylemleri ile dikkat çeken bir politikacı olarak tanınıyor.
Netenyahu’nun Kuzu’ya uzattığı el boşta kalınca, bu görüntü tüm dünyada gündeme oturmuştu.
Tunahan Kuzu, Holanda’da yetişmiş olan Türkler içinde, ‘Hollandaca diline en hakim kişi’ olarak tanımlanıyor. Tunahan Kuzu, aynı zamanda parlamentonun da en iyi hatibi olarak gösteriliyor.
Eşcinselliği ve cinsiyet değiştirmeyi teşvik etmeyi yasaklayan Macaristan hükümetini protesto etmek için, Hollanda Kraliyet ailesi ve hükümet mensupları maça gitmedi.
Hollanda galip gelseydi, çeyrek finali oynayacakları Bakü’ye de, ‘Karabağ’ı işgal’ bahanesiyle gidilmeyecekti.
Oranje takımının en ünlüsü siyahi futbolcusu Wijnaldum da, Tribünlerden ırkçı sloganlar atılırsa maçı terkedeceğini belirterek UEFA’yı tehdit etmişti.
İlhan KARAÇAY yazdı
Pazar akşamı Macaristan’ın Budapeşte şehrinde Puskás Aréna Stadyomunda oynanan Hollanda-Çekya maçının sonucu, Hollanda’da yaşayanları çok üzdü ama, futbolu daha doğrusu sporu, dostluk ve sevgi bağı olarak kabul edenlere de ‘Oh!’ dedirtti.
Neden mi?
Maç öncesinde parlamentoda bir açıklama yapan Başbakan Rutte, eşcinselliği ve cinsiyet değiştirmeyi teşvik etmeyi yasaklayan Macaristan hükümetini protesto etmek amacıyla, Hollanda Kraliyet ailesi ve hükümet mensuplarının maça gitmeyecekleri kararını açıkladı.
Parlamentoda büyük bir çoğunluk tarafından kabul edilen bu karardan başka, Hıristiyanlar Birliği ve Yeşil Sol Partisi de, Hollanda’nın çeyrek finale kalması halinde, maçın oynanacağı Bakü şehrine, Azerbaycan’ın Karabağ’ı işgal edişini protesto bahanesiyle gidilmemesini teklif etti.
Hatırlanacağı gibi, geçen hafta Brüksel’de yapılan Avrupa Birliği Zirve Toplantısı’nda, Macaristan Başbakanı Victor Orbán’a, ‘Sizin Avrupa Birliği’nde yeriniz yok, derhal çekilin’ demişti.
Rutte, daha sonra karşı karşıya geldiği Orbán’a sokak dili ile de sataşmıştı.
Öte yandan, Oranje takımının en ünlü oyuncusu Georginio Wijnaldum, maçtan önce yaptığı açıklamada, Macar seyircilerin ırkçı sloganlar atması halinde sahayı terkedeceğini belirtmişti.
Zira, Budapeşte’de oynanan bir maçta, Fransız futbolcular Kylian Mbappé ve Benzema’ya karşı yapılan aleyhte tezahüratlar UEFA tarafından incelemeye alınmıştı.
Macaristan Futbol Federasyonu, UEFA’dan gelecek bir cezayı önlemek için, Hollanda-Çekya maçı öncesinde seyircilere bir uyarıda bulundu. Macar seyirciler de bu uyarıya uydu.
Kolunda ‘ONE LOVE’ ve ‘Futbol Birleştiricidir’ bandı ile sahaya çıkan Wijnaldum, maç öncesi moralleri alt üst ettiğinden bihaber olarak çıktığı maçta hayal kırıklığı yaratan bir oyun sergiledi.
Maç sonrasında yorum yapan Çekya Teknik Direktörü Jaroslav Silhavy, ‘Wijnaldum ve arkadaşları favori idiler ama onları sahadan sildik’ derken, Galatasaray’ın eski futbolcusu Wesley Sneijder de Wijnaldumu’u yerden yere vurdu.
Şimdi soruyorum: Bir maç öncesinde, gerek eşcinsellik ve gerekse ırkçılık sorunu malzeme yaparak yaygara koparan parlamenterler ve futbolcular, kendi kendilerine tuzak kurmadılar mı?
Böylesi bir tutum, rakip futbolculara kamçı, kendi futbolcularına da semer olmadı mı?
Dileriz, gerek Hollanda’yı yönetenler ve gerekse futbolcular, sporu siyasete alet etme huyundan vazgeçerler.