Hollandalı Türkler İstanbul ve Ankara’dan sonra, Bursa’da fotoğraf sergisi ile yaşatılıyor…
“Gurbette” fotoğraf Sergisi büyük ilgi görüyor. Sergi 30 Eylüle kadar açık.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
BURSA – Hollanda’ya göç eden Türklerin yaşadıklarını konu alan ‘Gurbette’ isimli sergi, İstanbul ve Ankara’dan sonra şimdide Bursa Nilüfer’de açıldı. Göç kavramını sorgulayan sergi, 30 Eylüle kadar Konak Kültürevi’nde açık kalacak.
Hollanda’ya göç hikayesi, ilk önce ‘Türkiye Gurbette’ adı altında, Marmara Üniversitesi ile birlikte İstanbul’da açılmıştı.
Aynı sergi, Hollanda ile sözleşme yapıldığı zamanın Çalışma Bakanı Ali Naili Erdem ve proje sorumlusu Şahin Yıldırım’ın eşlik ettikleri ilk sergi, Hollanda Büyükelçisi Marjanne de Kwaasteniet’in katılımıyla ilk kez Ankara’da açılmıştı.
57 yıl önce Hollanda ile Türkiye arasında imzalanan Türk İşgücü Anlaşması’yla ülkelerini ve akrabalarını geride bırakıp Hollanda’ya giden Türklerin yaşadıklarını konu olan “Gurbette” isimli sergi Bursalılarla buluştu. Konak Kültürevi’ndeki serginin açılışına Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Arjen Uijterlinde, Hollanda Kültür Ateşesi David Naves, proje koordinatörlüğünü üstlenen yazar Şahin Yıldırım ve sanatseverler katıldı.
Serginin açılışında konuşan Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, göç kavramının çok yönlü ve sancılı bir durum olduğunu belirterek, “Bizim toplumumuzda daha çok ekonomik sebeplerle insanlarımız yurtdışına göç etmişlerdir. Gurbet, bizim için çok tanıdık bir duygudur. İşte bu sergi de Hollanda’ya göç eden Türklerin karşı karşıya kaldıkları meseleleri fotoğraflarla, farklı disiplinlerden eserlerle, hikayeler ve değerli eşyalarla anlatıyor. Hollanda’ya giden ilk Türk işçilerin tecrübelerini; yaşadıkları dil sorunları, kültür farklığı gibi konuları yansıtan bu sergi, aynı zamanda Hollanda’da yaşayan Türklerin kolektif tarihini de kayıt altına alıyor” diye konuştu.
Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Arjen Uijterlinde de sergiye ev sahipliği yapan Nilüfer Belediyesi’ne teşekkür etti. Başkonsolos Arjen Uijterlinde, Türkiye’den Hollanda’ya gelenlerin iki ülke arasında önemli bir bağ oluşturduğunu belirterek, “Hollanda’daki Türkler bizim ülkemizi yemekleriyle, müzikleriyle güzelleştirdiler. Ülkemizde birçok Türk işveren bulunuyor. Okullarda, siyaset dünyasında Türkler de var” dedi.
Serginin koordinatörü Şahin Yıldırım kendisinin de Hollanda’ya göç eden bir ailenin çocuğu olduğunu belirterek, küçük yaşta gittiği Hollanda’ya göç edenlerin hikayelerini gelecek kuşaklara anlatmak için böyle bir sergiyi gerçekleştirdiklerini belirtti. Yıldırım, “Sergide hem Türkler, hem de Hollandalılar yer aldı. “Gurbette” sergisi ile maksadımız Hollanda’daki kolektif tarihimizi kayıt altına almak ve yeni nesillere aktarmaktır” dedi.
Başkonsolostan Başkan Erdem’e ziyaret
Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Arjen Uijterlinde, Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu Kültür Ateşesi David Naves ile birlikte sergi öncesi Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’i Halk Evi’ndeki makamında da ziyaret etti. Samimi bir ortamda gerçekleşen ziyarette Başkonsolos Arjen Uijterlinde, göreve yeni başladığını ve İstanbul dışındaki ilk ziyaretini Nilüfer’e gerçekleştirdiğini dile getirdi. Nilüfer Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı serginin, iki ülke arasındaki işbirliğini temsil ettiğini belirten Arjen Uijterlinde, “Kültürel faaliyetle ilişkilerimize başlamak oldukça etkileyici. Bu vesileyle biz de önümüzdeki yıllarda neler yapabileceğimizi görmek istiyoruz. Önemli projelerinizi duymak, işbirliği yapmak isteriz. Diğer alanlar olduğu gibi tarım da Hollanda için önemli. Sizin tarıma yönelik çalışmalarınız var. Bu konuda da iş birliğine hazırız” diye konuştu.
Türkiye’nin misafirperverliğiyle ünlü bir ülke olduğunu ifade eden Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem de, “Sizleri misafir etmek büyük mutluluk” dedi.
Nilüfer Belediyesi’nin hayata geçirdiği projeler hakkında bilgiler de veren Başkan Turgay Erdem, “Birçok ülke ile ortaklaşa yürüttüğümüz projelerimiz var. Hollanda’nın hem tarım, hem yenilenebilir enerji politikaları üzerindeki çalışmalarını takip ediyoruz. Nilüfer Belediyesi olarak bizim de bu yönde önemli çalışmalarımız var. Bu alanlarda ortak projeler yapmak isteriz” dedi.
Serginin ana konusunun içeriği:
”Gurbette” kelimesinin ne Hollandacada ne de İngilizcede tam bir karşılığı yok. Anlaşıldığı kadarıyla, ‘Abroad’, yani ‘yurtdışında’ ve ‘Emotion” duygusu anlamı taşıyor. ‘Emotion’ duygu anlamlarina geliyor. Biliyorsunuz 19 augustos 1964’te “işçi anlaşması” yapıldı. Bu anlaşma çerçevesinde isçiler kısa bir dönem Hollanda’da kalacaklardı. Ama bir çoğu için bu geçici kalış, uzun süre kalış haline geldi. 50 yıl sonra 2014 yılında, Atlas Kültür Merkezi ve Şahin Yıldırım’ın girişimiyle, birinci nesile vefa borcunu ödemek için Hollanda’da bir çok etkinlik düzenlendi. Etkinliklerden biri olan bu sergi, bugün de “Gurbette” olarak Bursa’ya getirildi.
Elbette Türkiye’den Hollanda’ya giden birinci nesilin yaşamları sanıldığı kadar kolay olmadı. Türkler, ilk yıllarda özellikle ağır işlerde çalıştılar. Bir çoğu bir odayı onlarca kişi ile paylaştılar. Dil sorunu çektilerinden, el kol hareketleri ile iletişim kurmaya çalışıyorlardı. Tabii bir de bunların yanında aile özlemleri vardı. Bu yüzden 1970’li yıllardan sonra da ailelerini Hollanda’ya getirmeye başladılar. Rahatlıkla söylenebilir ki, Türkler ve Hollandalılar, 57 yıl içinde çok güzel ilişkiler kurdular. Aradan geçen 57 yıl sonra Türkler, Hollanda’nın önemli bir parçası haline geldiler. Ayrıca, Türkler’in Hollanda ekonomisine katkıları da çok büyük oldu. Hollanda’da şu anda üçüncü ve dördüncü nesil Türkler’den söz ediyoruz. Bunlar toplumun her alanında temsil ediliyorlar. Hollanda’da şimdilerde Türk kökenli önemli siyasetçilerimiz, işadamlarımız, eğitimde çalışanlar ve diplomatlarımız var. Yeni nesilin eğitim şansı çok daha yüksek ve imkanları ise daha fazla. Şu anda Türkiye’deki Hollanda Büyükelçiliği ve konsolosluklarında, Hollanda’dan gelme ikinci ve üçüncü nesil Türkler’den çalışanlar var.
Organizasyonun sorumlusu Şahin Yıldırım şu açıklamayı yaptı:
”Bilindiği gibi, Hollanda-Türk İşgücü Anlaşması bundan tam 55 yıl önce Lahey’de imzalandı. 19 Ağustos 1964’te hayata geçirilen anlaşma ile, ilk dönemde Hollanda’ya yaklaşık 5 bin kişi göç etti. O dönemde memleketlerini arkalarında bırakıp çalışmaya giden Türkler, yıllar içinde burada yeni hayatlar kurdular.
Zamanın’da “Gastarbeider” yani ‘misafir işçi’ olarak adlandırılan birinci nesil için, süre zarfında ‘göçmen’ , ‘etnik azınlık’ ve ‘yabancı’ gibi terimler kullanıldıysa da, yarım asır sonra bu terimler yerini ‘Nederlandse Turken’, yani ‘Hollandalı Türkler’ kavramına bıraktı. Kısacası zorlukları ve güzellikleri, inişleri ve çıkışları ile Hollanda’da ‘kollektif’ bir tarihimiz oluştu.
Şimdiki nüfusu 500 bini geçen Hollanda’daki Türkler, ülkedeki en büyük azınlık gurubu oluşturduğu gibi, siyasetten kültüre, araştırmadan işverenine kadar her sektörde temsil ediliyorlar.
Peki ama yarım asırda bu süreç nasıl bu aşamaya geldi?
İşçi göçü anlaşması neden yapıldı?
Birinci nesil Türkler Hollanda’da nereler’de çalıştılar?
Birinci nesil ne tür şartlar içinde yaşamlarını idare ediyorlardı?
Pansiyon hayatları nasıldı?
Birinci nesilin Hollandalı komşuları ile geçimleri nasıldı?
Hollandalı’lar 1960 yıllarında Türkler için neler düşünüyorlardı?
Bunun yanında dil sorunları, aile birleşimi, kültür, spor, siyaset ve inanç ile alakalı benzeri konuların hepsini “GURBETTE” fotoğraf sergisinde derledik. ‘Gurbette’ fotoğraf sergisinde ziyaretciler, fotoğraflar ve hikayeler eşliğinde bu yarım asırlık ‘kollektif’ tarihimizi görme ve okuma fırsatı bulacaklar.
Hollanda’daki kollektif tarihimize sahip çıkmak ve birinci nesile vefa borcumuzu ödemek için, 2009 yılında çalışmalara başladım. Çok uzun soluklu olan bu maraton, 2012 yılında şekil almaya başladı. Kitap, belgesel ve sergi fikri hamlaştıkça güzelleşiyordu. Konuştuğum herkes bu projeyi merak ediyordu. Çünkü, göçün 50’nci yılı çerçevesinde, daha önce hiç böyle bir çalışma yapılmamıştı.
Hollanda’ya göç hikayemizi ’50 jaar, 50 verhalen’ yani ’50 yilda, 50 hikaeye’ kitabi olarak yayınladım. Birinci nesil Türk ve Hollandalı ile bire bir röportajlar yaptım. Bunlardan en öne çıkan ve geçmiş 50 yıla ışık tutacak hikâyeleri seçtim ve kitap haline getirdim.
Sergimiz, 2014 yılında işçi göçünün 50’nci yılı çerçevesinde 50 adet fotoğraftan oluşmaktadır. Bu fotoğrafların 25’i Türkiye’nin farklı illerinden gelerek Hollanda’ya yerleşen birinci nesilden, diğer 25’i ise Hollandalılar’ın (işverenler, komşu, öğretmen, tercüman, iş arkadaşları vs.) fotoğraflarından oluşmaktadır. Sergide bu fotoğrafların yanı sıra, kişilere ait hikayelere, geçmiş döneme ait fotoğraflara ve pasaport, mektup gibi kişisel eşyalara yer verilmektedir.
Tarih boyunca hem ekonomik hem de kültürel bir çok alanda ortak paydası olan iki milletin, 19 ağustos 1964 yılında ilişkileri işçi anlaşmasıyla daha bir ivme kazandığını görüyoruz. NItekim şu anda Hollandalı Türkler’in nüfusu 500 bini aşmış durumda ve siyasetten, işadamına, egitimden, memuruna kadar her alanda temsil edilmektedirler. Bizim de ‘GURBETTE’ fotoğraf sergisi ile amacımız, Hollanda’daki kollektif tarihimizi kayıt altına almak ve yeni nesillere aktarmaktır. Nitekim, tarihi unutan bir millet yok olmaya mahkumdur. Bugün bu serginin bu kadar ilgi görmesi, iki ülkenin bir birine verdiği değerden kaynaklanıyor.
Gurbette fotoğraf sergimiz 30 Eylül gününe kadar sergilenecektir. Tüm tarih, sanat ve kültür sevenleri “GURBETTE” fotoğraf sergesini görmeye davet ediyoruz.
İlgi duyanlar, Hollanda- Türkiye ilişkilerinin geçmiş 57 yılına dair tüm konuları, 3 dilde (Ingilizce, Hollandaca ve Türkçe) 30 Eylül’e kadar Nilüfer’de ziyaret edebilirler.”
Merhaba, değerli okurlarım…
Merhaba, sevgili dostlarım…
Merhaba, yazılarımı göremedikleri için endişeye düştüklerini söyleyenler…
Hepinize Merhaba!
Tam 6 hafta sizlerden uzak kaldım.
Hiç yapmamıştım böyle bir tembellik.
55 yıllık meslek hayatımda hiç böyle durağan olmamıştım.
Tabii ki nedenleri var bu durağanlığımın.
Türkiye’deydim 6 hafta.
Özel yaşamımdaki gelişmeler ve genel yaşamdaki çarpıklıklar, içimdeki yazma güdüsünü çok zayıflatmıştı. Hâlâ da öyle…
Ama, kırılan şevkimi artık doğrultmam lâzım.
Bu nedenle kendimi yazmaya zorladım ve altı hafta sonra yeniden yazmaya başlıyorum.
‘Yazma şevkin neden kırıldı’ diye sorarsanız, anlatayım.
Yurt dışında yaşamakta olan yurttaşlarımız, 1,5 yıldır korona virüsünün yarattığı zorluklar içinde kıvranmışlardır. Ama her şeye rağmen, yurt dışında yaşadığımız ülkelerde bir ‘Devlet Baba’ veya ‘Devlet Ana’ vardır. İşte bu baba ve analar kıvranmalara bir nebze olsun ilaç olmaya gayret ediyorlardı.
Yurt içinde yaşayan yurttaşlarımızın kıvranmalarından da haberimiz vardı. Ama bu kıvranmaları yerinde görünce, durumun bambaşka olduğunu görmek çok acı verdi.
Siyasi amaç ile yazmıyorum ama, nereye gitsem, kiminle konuşsam, bırakın kıvranmayı, tam anlamıyla spazm geçirmekte olduklarını gördüm. Herkes devletten beklenen yardımın etkisizliğinden söz ediyordu. Böyle bir ortamda tatilin neşeli geçmesi imkânsızlaşıyordu. Eş dost ile buluşmanın da tadı tuzu olmuyordu.
Eşim ile birlikte, bizim için de bir olumsuzluk vardı. Bu güne kadar tatillerimizi hep ilkbahar ve sonbahar döneminde yapmıştık. Bu kez nedense ağustos ayını seçtik.
Seçmez olaydık. Ne klimalar, ne havuz ve deniz içimize çöken sıcaklığı serinletemiyordu. Bu durum, özellikle eşimi çok rahatsız etmişti. Haliyle eşime eşlik ettiğim için ben de bu sıkıntıdan rahatsızlık duymuştum.
Böyle bir ortamda, bilgisayar karşısına geçip yazmak imkânsızlaşmıştı.
Türkiye’deki olumsuzlukların yanında, az da olsa olumlu gelişmeler de vardı.
Örneğin, turizmciler çok ama çok olumlu bir dönem geçirdiler. Belki de korona salgınının evlere kapattığı insanlarda bir patlama olmuştu ve sahillere akın eden insanlarımız otelleri, motelleri, pansiyonları ve hatta özel evleri doldurmuşlardı.
İnanın ki, hiçbir yerde boş bir tek oda bile yoktu.
Geçen yıl çok mağdur duruma düşmüş olan turizmciler (lokantalar da dahil) bu yıl zararlarını kapatmışlardı. Tabii ki bu durumda fırsatçılık yapanlar da vardı ve fiyatları fahiş hale getirmişlerdi.
‘Türkiye’den başka ne haberler var’ diye soracak olursanız, yine siyasi amaç taşımadan yazayım: Kiminle konuştuysam, söyledikleri ilk şey, ‘Avrupa’ya nasıl yerleşebilirim’ sorusu oldu. İşadamları, varlıklarını yurt dışına taşımak için çareler ararken, genç insanlarımız da yurt dışı hayali ile yaşıyorlar.
Bırakın geleceklerinden endişe etmeyi, şimdiki hallerinden bile hiç memnun olmayan yurttaşlarımız, siyaset dışı mucizeler bekliyorlar.
Ne diyelim, dilerim gerçekten siyaset dışı bir mucize olur ve yurttaşlarımız içinde bulundukları karanlık dünyadan aydınlık bir dünyaya kavuşur.
Değerli okurlarım, dikkat ederseniz, Türkiye’deki gelişmelerden ilk kez böylesine olumsuz söz ettim. Hiç bir zaman siyasi görüş belirtmedim. Mesleğime particiliği ve kulüpçülüğü hiç karıştırmadım.
Yurt dışındaki konularda ise hep taraf oldum. Tarafım Türklükten yanaydı.
Yurttaşlarımızın haklarını savunmak için, Laheydeki meclis kürsüsüne çıktım ve ‘Bu çatı altında insan hakları çiğneniyor’ diye haykırdığım TV programlarım oldu. Irkçılık yapan, bayan Bakan Verdonk’a ‘Vicdansız Sabuha’ dedim, daha sonraki hükümet değişikliğinde onun yerine geçen sosyal demokrat bayan Bakan’a da, ‘Siz Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ dedim.
Bundan sonraki gazetecilik yaşamımda da, rotamı değiştirmeyeceğim ve Türkiye ile Türkleri savunmak için mücadelemi sürdüreceğim.
Bundan hiç endişeniz olmasın.
Kalın sağlıcakla…
Almanya’nın efsane futbolcusu Gerd Müller’in ölüm haberi, futbol dünyasını yasa boğdu.
1969-1970 sezonu ile 1971-1972 sezonunda, Avrupa’da en çok gol atan futbolcu olarak Altın Ayakkabı alan Gerd Müller ile iki kez görüşmüştüm.
İlk görüşmemiz 1976 yılında olmuştu.
İkinci görüşmemiz ise, Tanju Çolak’ın 1987-1988 sezonunda 39 gol ile Altın Ayakkabı aldığı gece olmuştu.
Dünya futbol tarihinin en büyük golcülerinden biri olan Gerd Müller 75 yaşında hayatını kaybetti.
Müllerin ölümünden sonra yapılan yayınlarda şunlar yazıldı:
Bayern Münih Başkanı Herbert Hainer: “Bugün, Bayern Münih ve tüm taraftarları için kara bir gün. Gerd Müller gelmiş geçmiş en büyük forvetti. Ayrıca iyi bir insandı. Eşi Uschi ve ailesiyle birlikte derin bir üzüntü içerisindeyiz. Gerd Müller olmasaydı, Bayern Münih bugün hepimizin sevdiği bir kulüp olmazdı”
Bayern Münih CEO’su Oliver Kahn: “Bu haber hepimizi derinden etkiledi. Bayern tarihinin en büyük efsanelerinden biriydi. Başarıları sonsuza kadar tüm Alman futbolunun parçası olacak.”
ALZHEIMER HASTASIYDI
2015 yılında Gerd Müller’in alzheimer hastası olduğu açıklanmıştı. Bayern Münih, o dönem yaptığı açıklamada alzheimer tanısı koyulan efsane futbolcunun bakım evinde olduğu ifade edilmişti.
BUNDESLİGA TARİHİNİN EN GOLCÜ FUTBOLCUSU
Attığı gollerden dolayı “Bombacı” lakabı takılan Müller, 1963-1981 yıllarında Almanya’nın 1861 Nördlingen ve Bayern Münih ile ABD’nin Fort Lauderdale Strikers takımlarında forma giymişti.
Müller, efsanesi haline geldiği Bayern Münih’te 607 maça çıkıp 566 gol kaydetmişti. Oynadığı döneme damga vuran Müller, 7 kez gol kralı olduğu Almanya 1. Futbol Ligi (Bundesliga) tarihinde 365 golle en skorer oyuncu unvanını da elinde bulunduruyor.
TARİHİ REKORU BU SENE KIRILMIŞTI
15 sezon Bayern Münih forması giyen ‘Bombacı’ lakaplı Gerd Müller, Bayern Münih forması altında 4 kez lig şampiyonluğu, 4 kez de Almanya kupasına uzanırken, 7 kez gol kralı oldu. 427 lig maçında 365 gol atan Müller, 1971/72 sezonunda 40 gol atarak, Alman liginde bir sezonda en çok gol atan oyuncu olma rekorunu geçen sezona kadar korumuştu. Robert LEwandowski, 41 golle efsane ismin rekorunu kırmayı başardı. 1972’de Avrupa ve 1974 yılında dünya şampiyonu olan kadroda yer alan Gerd Müller’in, milli takım kadrosunda 62 maçta 68 golü bulunuyor.
KAZANMADIĞI BAŞARI YOK
Gerd Müller, futbolculuk kariyerinde 1 Dünya Kupası, 1 Avrupa Futbol Şampiyonası, 3 Şampiyon Kulüpler Kupası, 4 Almanya şampiyonluğu, 4 Almanya Kupası, 1 Kulüpler Dünya Kupası, 1 Ballon d’Or ve 17 gol krallığı sığdırdı.
Kulüp takımlarında çıktığı toplam 580 maçta 523 gol atıp 104 asist yaptı. Almanya Milli Takımı adına çıktığı 62 maçta ise 68 gol atmayı başardı.
KENDİLERİNİ GELİŞTİREMEYENLER, ENGEL TEŞKİL EDERLER
Son günlerde yaşanmakta olan ırkçı söylemler üzerindeki tartışmalar, insanların gelişmiş olup olmadığına dair ipuçları veriyor.
Tam 55 yıldır yaşamakta olduğum Hollanda’da, ırkçı söylem ve eylemler ile en çok mücadele eden kişi olduğum söylenebilir.
Neden mi?
Çünkü ben, hem Hollanda televizyonunda programlar yapıyordum, hem Hürriyet’te Benelüx temsilcisi olarak çalışıyordum ve hem de TRT’ye muhabirlik yapıyordum. Böyle olunca da benim yazdığım ve söylediğim her söz, hem Hollanda toplumu ve hem de Türk toplumu için bir değer teşkil ediyordu.
Gün geldi, meclis kürsüsüne bile çıkarak, ‘Bu çatı altında insan hakları çiğneniyor’ diyecek kadar ileri gitmiştim.
Gün geldi, ‘Dükkânlardan ve firmalardan Türkçe tabelalar kalkacak’ diyecek kadar ırkçılaşan, Brüksel Belediye Başkanı ile görüşerek, bu fikrinden caymasını sağladım.
Gün geldi, Kraliçelere ve Başbakanlara mektuplar yazarak, hoşnut olmadığımız konuları hoş hale getirmeyi başardım.
Gün geldi, Türk işçilerine eşit davranmayan işverenler ile görüşerek, işçilerimizin haklarını geri almayı başardım.
Gün geldi, hasta olan Türkler’in evlerine baskın yaparak ‘Sen çalışabilirsin’ diyerek işe gönderen doktorlar ile mücadele ettim ve sağlık birimleri tarafından cezalandırılmalarını sağladım.
Gün geldi, yurttaşlarımızı haksız yere karakollara götüren polisler ile mücadele ettim.
Ne günler gelip geçmedi ki?
Önce iskân sorunu, sonra çocuklarımızın eğitim sorunu ve daha sonra da işsizlik sorunları hep meşgul olduğum konular oldu.
Çalışma Bakanlığı’nda oluşan ‘Danışma Kurulu’nda yer aldım. ‘Türkiye’de hayat ucuz, bu nedenle çocukları Türkiye’de olanlara daha az çocuk ödeneği verelim’ diyenlere karşı çıktım ve kendi savlarım ile buna mani oldum.
Bu örnekleri çoğaltabilirim. Zira, Hollanda’da yaşadığım süre içerisinde, pek çok ırkçı politikacı türemişti.
Önce Glimmerveen adında bir ırkçı çıktı ve ‘Türkler, bizim işçilerin işlerini ellerinden aldılar, defolup gitsinler’ dedi.
Glimmerveen ile mücadele etmek zor olmadı. Zira o zaman çok duyarlı ve toleranslı olan Hollanda halkı, bu ırkçı adama itibar göstermedi ve meclise tek kişi olarak bile girmesini sağlamadı.
Daha sonra Janmaat isimli bir ırkçı çıktı ortaya. Aynı minval üzerinde hareket eden bu siyasetçi, tek başına meclise girmeyi başardı ama, bu kez hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı.
ABD’de 11 eylül saldırısı yaşandıktan sonra, gerek ABD Başkanı’nın ve gerekse diğer ülke liderlerinin islama karşı söylemleri durumu değiştirdi. Bu nedenle ırkçı siyasetçiler güçlenmeye başladılar.
Pim Fortuyn adında çok müptezel bir eşcinsel ekranlarda görünmeye başladı. Yapılan anketlerde önde giden bu adamın müptezelliği o kadar rahatsız ediciydi ki, nasıl olduysa bir gün kurşunlanarak öldürüldü. Tabii ki ilk kanaat, cinayetin yabancılar tarafından işlendiğiydi. Ama ne mutlu ki katil tesadüfen yakalandı ve sapsarı bir Hollandalı olduğu ortaya çıktı.
Daha sonra gelen bir koalisyon hükümetinde Entegrasyon’dan Sorumlu Bakan olan Rita Verdonk adındaki bayan, tüm ırkçılara taş çıkartacak kadar katı bir politika izlemeye başladı.
Hollandaca ve Türkçe yayınlarım ile mücadele ettiğim bu bayan, daha önce hapisane müdürlüğü yaptığı için, kendisine ‘Vicdansız Sabuha’ dedim. Bu lâkap çok benimsenmişti ve Hollanda’daki Türkler’in çoğu onu böyle anıyordu.
Ne mutlu ki, daha sonra hükümet değişti ve bu bayanın yerine İşçi Partili, yani sosyal demokrat bir başka bayan geldi. Bu bayanın bir basın toplantısına katıldım. Nedense bu bayan da Türkler aleyhine sayılacak bir yasa tasarısını destekliyordu. Soru cevap kısmında sorular yönelttiğim bu Bakan fikrinde israr edince kendisine, ‘Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Meğer siz de bayan Verdonk’un klonlanmış halisiniz’ diyecek kadar ileri gitmiştim.
…ve en sonunda Gerd Wilders adlı adlı bir başka ırkçı çıktı ortaya ve günümüzde hâlâ ırkçı söylemleri ile nefretimizi hak ediyor.
Bu ırkçı da, ‘Hollanda’daki Faslılar’ın varlığından korkuyor ve ‘Daha az Faslı’ sloganı ile mahkemelik bile oldu.
İşte, böyle bir yaşam serüvenimden sonra, şimdi Türkiye’de, özellikle Suriyeliler için aynı söylemler kullanılmaktadır.
Daha önce de yazdım. Doğrudur, Suriyeliler ile Avrupa’daki Türkler’in konumu aynı değildir.
Avrupa’daki Türk, işgücü açığını kapatmak için devletler tarafından davet edilmiştir ve hakları ikili sözleşmeler ile korunmuştur.
Avrupa’daki Türkler için ‘göçmen’ denilir ama, Suriyeli için ‘sığınmacı’ veya ‘ilticacı’ denilir.
Suriyeli, Türkiye’ye kaçak girmiştir, Türkler ise Avrupa’ya davul zurna karşılama törenleri ile girmiştir.
Bunların hepsine eyvallah!
Ama ben böyle yazdığım halde, ‘Suriyeliler’e karşı söylemlerimizi ölçülü yapalım’ dediğim zaman, ‘ikisi aynı mı’ diye tepki gösterenler oluyor.
Tabii ki ikisi aynı değil. Ben bunu detaylı bir şekilde izah ediyorum zaten. Başka laf edemeyecek olanlar hep bu ikileme takıyor kafayı ve ‘İkisi aynı mı’ lafını araya sokuyorlar.
Değil değerli okurlarım değil. İkisi aynı değil. Ama, toplum psikolojisini göz önünde tutarak konuşmakta yarar var. Söylemler ile toplumları rencide etmemek gerekir.
Buna dikkat edilmezse, çok tehlikeli gelişmeler olabilir.
Daha önce çok yazdım. Hollanda’da Türk evlerine ve işyerlerine yapılan saldırıları uzun uzun yazdım. Yığınla eski kupür yayınladım.
Biz Hollanda’da sağduyulu davranmasaydık, facia meydana gelebilirdi.
Peki, Suriyeliler’in sağduyulu davranacağını kim garanti edebilir?
Şimdi gelelim, insanların kendilerini geliştirememiş olmalarına…
İnsanlar bazı durumlarda iyi bir eğitim görmemiş olsalar da, kendi kendilerini geliştirme imkânına sahiptirler. Bu konuda daha önce bir makale yazmış ve tarihte yaşanmış olan didaktik (öğrenme ereğini güden, öğretici) gelişmelerden söz etmiştim.
Hatta o zaman ben naçizane şahsımdan örnekler vermiş ve didaktik mefhumundan yararlananlardan biri olduğumu ifade etmiştim.
Şimdi, ırkçılık konusundaki söylemleri hiç düşünmeden sarfedenlere bir tavsiyem var. Lütfen, siz de didaktik olmaya gayret edin ve kendinizi geliştirin.
Irkçılığı, örnek yaşanmışlıklarla detaylı bir şekilde izah etmeme rağmen, yazdıklarımı okumadığı belli olan bazı kişiler, ‘Sen kimsin, nerede yaşıyorsun’ gibi deli saçması şeyler yazıyorlar.
Öğrenmenin yaşı yoktur değerli okurlarım. Ünlü Alman edebiyatçı, siyasetçi, ressam ve doğabilimci olan Johann Wolfgang Goethe bile, 70 yaşındayken, ‘daha öğreneceğim çok şey var’ demişti.
Bilmeden ahkâm kesmek yerine, Goethe gibi öğrenmeye devam edelim.
Şimdi, ‘Suriyeliler’i geri gönderelim’ diyenlere sormak lâzım.
Nasıl gönderceksiniz bu insanları?
Polis panzerlerini kapılara dayayıp, otobüslere bindirip, Türk sınırının ötesine mi atacaksınız?
İsterseniz böyle bir durumda yaşanacak olanlardan hiç söz etmeyerek, geri gönderme konusunda bir ipucu vereyim.
Hollanda devleti, zaten işsiz olan yabancılardan kurtulmak için, 55 yaşını dolduran işsizlere cazip bir imkân tanıdı. Bu insanların Türkiye’ye ev nakil işlemlerinin bedelini ödediği gibi, hak etmiş oldukları ödenekleri de havale etmeye devam etti. Böylece, hem boşalan evlerden yararlanıldı ve hem de sokak, trafik, temizlik gibi şeylerden yararlanıldı.
Ama ben o zamanlar bile, Ferdi Tayfur’un şarkısından esinlenerek ‘Köyümüze dönmeyeceğiz ve Fadime’yi de getireceğiz’ başlıklı bir yorum yazmıştım.
Şimdi diyeceksiniz ki: Ne yani, Türkiye de Suriyeliler’e ömür boyu ödenek mi havale etsin?
Tabii ki değil. Ama geri dönüş için cazip gelecek bir yığın imkân yaratılabilir.
Böylece hem insanlık örneği verilmiş olunur ve hem de uluslararası gözlem ve baskılardan kurtulunmuş olunur.
Kalın sağlıcakla…