Hollanda Gıda Maddeleri Kontrol Merkezi NVWA, Kurban Bayramı sonrasında yaptığı açıklamada, kurban sayısının her yıl düştüğünü, buna karşın, bayıltılarak acısız kesim işleminin yükseldiğini belirtti.
2020 yılında 47.000 kurbanın yüzde 23’ü, bu yıl ise 37.000 kurbanın yüzde 49’u bayıltılarak kesildi.
Kurbanlar 47 kesimevinde kesilirken, sadece iki kaçak kesim tespit edildi.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda Gıda Maddeleri Kontrol Merkezi’nden olumlu haber var. Yapılan açıklamaya göre, ülkede bulunan müslümanlar, kurban kesimi sırasında kurallara uygun hareket etmişler.
İslamlar ve Yahudiler için uygulanan ayrıcalıklı kurallara göre, kurbanlıklar bayıltılmadan kesilebiliyor. Ama bu serbestiye rağmen, ülkede bulunan Müslüman ve Yahudiler’in yarısı, hayvanlarını acı çektirmeden kestirmeyi tercih ediyorlar. Geçen yıl kurbanlarını kesimden önce bayıltanların oranı sadece yüzde 23 iken, bu yıl yüzde 49 oldu.
Kesilen kurban adedinde de her yıl düşme oluyor. Geçen yıl 47 bin kurban kesilirken, bu yıl onbin eksiğiyle 37 bin kurban kesildi.
Kurban kesimini sıkı kontrol altında tutan Kontrol Merkezi’nin açıklamasına göre, bu yıl kendilerine 8 kaçak kesim ihbarı geldi. Ancak sadece iki kaçak kesim tespit edildi. Bu kaçak kesimlerin birinde 6 adet kesim yapılmıştı.
Hollanda’daki çeşitli yardım kuruluşları, fakir ülkelerde kurban kesimi için vekâletle bağışta bulunanların sayısının arttığını belirtiyorlar.
Yurt dışındaki tüm Türk Sivil Toplum Kuruluşlarını, yeni tip ayırımcılığı protestoya davet ediyorum.
Biz, dükkânlardan Türkçe tabelaları kaldırmak isteyen Brüksel Belediye Başkanı’nı yerden yere vurmuştuk.
Bolu Belediye Başkanı, Suriyeliler’e su ve elektriği 10 katın fiyatla satacakmış. Maksat, Bolu’yu terketmeye zorlamakmış.
Böyle bir dahiyane buluşu (!) Berlin veya Amsterdam Belediyesi uygulamaya kalkışabilir mi? Kalkışırsa sonuç ne olur?
İlhan KARAÇAY yazdı:
Yurt dışındaki tüm Türk Sivil Toplum Kuruluşlarına sesleniyorum: İçinde yaşadığımız ülkelerde, azınlıklar için söylenen acı sözlere ne kadar üzüldüğümüzü biliyor ve hatırlıyoruz.
Bir zamanlar, Brüksel Belediye Başkanı, dükkânlardan Türk isimlerini kaldırmaya yeltendiği için kıyameti koparmıştık. Ama şimdi Türkiye’de, Suriyeliler’in tabelaları rahatça değiştirilebiliyor.
Türkiye’dekiler, ‘Burası Arabistan mı?’ diye tepki koyduğu zaman alkış toplarken, Brüksel’de biz Türkçe tabelaları değiştiren Belediye Başkanı’nı ‘ırkçı’ diye topa tuttuğumuzu hatırlamayacak mıyız?
‘Yabancılar geldi ve Hollandalılar’ın işlerini ellerinden aldı’ diyenleri bizler ‘ırkçı’ diye damgalamışken, şimdi aynı sözleri Türkiye’de Suriyeliler için söyleyenleri alkışlıyorlar… Açık bir çifte standart yok mu ortada, yadırgamayacak mıyız?
Tabii ki, bizlerin yurt dışına gelişimizle, Suriyeliler ve diğerlerinin Türkiye’ye gelişleri arasındaki fark çok, ama çok büyük ve değişik. Bizleri buralara özel olarak, çalışmamız için getirdiler. Bize ihtiyaçları vardı. Suriyeliler ise Türkiye’ye getirilmediler, sığındılar. ‘Şimdi sığınma ihtiyaçları kalmadı ve ülkelerine geri dönebilirler’ diyebilirsiniz ama, önceden hiç itiraz etmediğiniz ve onların bakımı için Avrupa Birliği’nden para aldığınız bu insanları zorlayıcı yöntemlerle geri göndermek, uluslararası anlaşmalar nedeniyle çok zor gibi…
Toplumda yabancı karşıtlığını alevlendirme tehlikesi de cabası.
Nasıl ki, şimdi Hollandalılar, ‘Türkler’e ihtiyacımız kalmadı, onları geri gönderelim’ diye bir yasa çıkarmaya kalkışabilirse, evet Türkiye de Suriyeliler için böyle bir yasa çıkarabilir. Ama sonra ne olur düşünebiliyor musunu? Her iki durumda da tüm dünya ayağa kalkar ve uluslararası anlaşmalar nedeniyle iki ülkenin de başı ağırır.
ESKİ YAYIN YÖNETMENİM İLE YAZIŞMA
Dün gece yazıyı yazmaya başlamadan biraz önce, Hürriyet’te Genel Yayın Müdürlüğü’mü yapmış olan eski dostum Ertuğ Karakullukçu’dan bu konuda bir klip gelmişti. Bir de bu klibi gördükten sonra, zaten bütün akşam Türk TV’lerinde izlediğim tartışma programlarından doymuşluğum başıma vurdu. Hemen bu yazıyı yazmaya başladım. Ama bir yandan da eski yönetmenim ile whatsapplaşıyordum.
Bu yazışma sırasında, yeni ‘Bolu Beyi’mize atıfta bulunup ironi yaparak, ‘Wilders’e sesleneceğim,.. Türkler’in hepsini geri göndermek için bir yasa taslağı hazırla diyeceğim’ dedim.
Bakın ondan sonra neler oldu?
Whatsapp’ta eski yönetmenime, ‘Hatırlarsın, Brüksel Belediye Başkanı, Türkçe tabelaları kaldırmak isteyince, Hürriyet’teki yayınlarımızla kıyameti koparmıştık. Oraya özel olarak gitmiş, Belediye Başkanı ile de görüşmüş ve adamı rezil etmiştik.’ diye hatırlatmada bulundum.
Karakullukçu’dan aldığım yanıt şöyle oldu:
‘Yaa evet, gazetecilik açısından ne güzel günlerdi… O zaman ırkçılık oralarda hortlamıştı. Türkiye’de ise yabancı düşmanlığı diye bir şey hiç olmadı. Ama şimdi Suriyeliydi, Afrikalıydı, Afgandı derken yabancı düşmanlığı tohumları buralarda da ekilmeye başlandı. Bu durum çok tehlikeli. Allah korusun, yer yer iç çatışmalara kadar gidebilir. Bolu Başkanı’nı evet bugün millet alkışlıyor. Ama aynı şeyi mesela Berlin veya Amsterdam belediyeleri yapsa ne olur? Popülist söylemle yabancı karşıtlığına çanak tutmaktan kaçınmak lazım, Tabii, sağduyulu önlemlere de ihtiyaç var. Türkiye’nin bu kadar işsiz güçsüz ve ne önemli kısmının ne olduğu belirsiz yabancıyı taşıması çok zor. İnsanlar tedirgin ve haklı olarak ürküyor. Bu da madalyonun öbür yanı”.
Bu aşamadan sonra ben yazmayı bıraktım ve eski yayın müdürüm Ertuğ Karakullukçu, whatsapp’ta şunları yazmaya devam etti: “Bugün hiç düşünmeden alkışlayanlar, iyi düşünmeliler. Popülist söylemlerle yabancı düşmanlığına benzin dökülmesin; bu bizim ülkemize hiç yakışmaz, bu hususu ısrarla vurgulamakta fayda var. Diğer yandan, bu yabancı akımı karşısında iktidarın da büyük sorumluluğu var. Bizim toplum, hele şu çok zor koşullarda, bu kadar işsiz güçsüz yabancıyı hakikaten kolay kolay besleyemez. Yarın bu işsizler Ordu’su geniş çapta kriminalize olursa, olay kontroldan çıkabilir… İnsanlar, toplumsal huzur ve çocuklarının geleceği açısından endişeli”.
‘İyi de, Bolu Beyi’nin söyledikleri ne olacak’ şeklindeki soruma, eski yayın müdürüm şöyle cevap verdi: ‘Bolu Başkan’ı, kolayca tahmin edilebilecek nedenlerle çok alkış aldı. Çünkü evet, toplum dolmuş durumda. İnsanlar oldukça gergin.’
DÜNYADAN GELECEK TEPKİLER
‘İyi de yarın tüm dünyadan gelecek tepkiler ne olacak biliyor musun?’ şeklindeki sorum da şöyle yanıt buldu: ‘Bu da meselenin bir diğer yanı. Ama insanlar şu aşamada bunu düşünmekten oldukça uzak. Günlük yaşamdaki olumsuzluklar belirleyici oluyor. Ötesini, bekleyip göreceğiz. Çok yönlü bir konu bu. Maalesef büyümeye aday bir sorun. Yabancı düşmanlığının Türkiye’de zemin bulabilmesi, her durumda çok kötü olur. Ama, özellikle ipsiz sapsız bazı yabancıların kadınlarımıza sarkıntılık etmesi, sahillerde elbiseleriyle denize girmeleri, yiyip içip ortalığı pislik içinde bırakmaları gibi gündelik durumlar çok tepki çekiyor. İnsanlar, kendi ülkelerinde ortalıkta rahat dolaşamamaktan yakınıyor.
Bu hassas konunun, politik kaygılara alet edilmeden, ülke çıkarları ve evrensel değerler çerçevesinde değerlendirilmesi yerinde olur’
YABANCI DÜŞMANLIĞINA AMAN DİKKAT
Bunun üzerine, ‘Tamam ama burada bir kısım bizimkiler için de, çamaşır suyunu sokağa döküyorlar, evlerinde kurban kesiyorlar, etrafı pisletiyorlar şeklinde şikayetler oluyordu”dediğim eski yayın müdürüm şöyle yazdı: ‘Tabii ki provokasyon da var. Yalan haberlerle kışkırtma lar da yapılıyor, dikkatli olmak gerekir. İnsanlar kendi karınlarını doyuramıyorken bir de bu işsiz güçsüzlerin yükünü kaldıramıyorlar ve onları istemiyorlar. Bu ortada… Fakat, toplumdaki bu hassasiyeti kanatırcasına kaşıyan böyle bir ayrımcılık, sosyal demokrat ideallerle bağdaşır mı, diye de sormak lazım. Bu popülist fikir, bazılarımıza ilk planda dahiyane gibi görünebilir. Toplumun da pek hoşuna gidebilir. Fakat ardında çok tehlikeli, yabancı düşmanlığına kapı aralayan tuzaklar var. Böyle bir söyleme, Türkiye’de ilk kez tanıklık yapıyoruz. Bunun üzerinde etraflıca düşünmek lâzım. Önlemlerin zorlayıcı olmaktan çok özendirici olmasına dikkat edilmeli”.
Eski yayın müdürüm Karakullukçu’nun işaret ettiği husus enteresandı… Ve aslında, ‘Suriyeliler’i geri göndereceğim’ diyen CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu’na da sormak lâzımdı:
Evet hakikaten, bu tür söylemler, sosyal demokrat kültür ile bağdaşıyor mu?
Öyle zannediyorum ki, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, bu cesareti Kılıçtaroğlu’nun o söyleminden aldı. Biz gene iyi niyetli düşünelim ve Kılıçdaroğlu’nun ‘zorlayıcı’ önlemleri kastetmediğini düşünelim…. Bakalım, Bolulu Başkan’ın çıkışı karşısında tavrı ne olacak?
Suriyeliler’e devletimiz tarafından verilen haklar çoktu. Bu haklardan birini de ben şahsen kıskanmış ve Türkiye’ye otomobil sokma konusunda, ‘Suriyeli’ye ehlen sehlen, gurbetçiye tu kaka’ diye yazmıştım. Öyle ya, ülkemize yarım asırı aşkın bir zamandır döviz yağdıran biz gurbetçilere verilmeyen bir hak, ülkemizin kasasını boşaltan Suriyelilere verilmişti. Böyle adalet mi olur?
TEHLİKE ÇOK BÜYÜK
Dün facebook’a bir görüntü düşmüştü. Bir Suriyeli konuşuyordu. ‘Ne istiyorsunuz bizden, çalışıyoruz, vergimizi veriyoruz, hiç kimseyi rahatsız etmemeye çalışıyoruz. Bizi neden geri gönderecekmişsiniz ki?’ diye seslenen bu Suriyeli, açıkçası bize sempatik gelmiyordu.
Peki, yarın bir gün, Hollanda’daki Türkler’in koruyuculuğuna soyunan İlhan Karaçay gibi bir Suriyeli çıkarsa ve Karaçayvari bir tavır alırsa ne olur biliyor musunuz?
İlhan Karaçay, ne Hollanda devletinden ve ne de Hollanda halkından çok korkunç bir tavır gelmeyeceğini bildiği için böylesine cesur davranabiliyor.
Peki ya Türkiye’deki Suriyeli? İşte orada durun. Türkiye’de ne bir Suriyeli ve ne de bir başka yabancı, Hollanda’daki Karaçay gibi davranamaz. Zira başına çok tehlikeli hallerin gelebileceğini biliyordur.
Baksanıza, ‘Suriyeliler protesto gösterisi yapacakmış’ diye bir söylenti bile ülkeyi neredeyse ayağa kaldırıyordu. Allah korusun böyle bir durumda olabilecekleri düşünmek bile felaket.
Doğrudur, 1972 ve 1976 yıllarında Rotterdam ve Schiedam’da Türk evlerine ve işyerlerine saldırılmıştı. Yaralılarımız olmuştu ama ne mutlu ki ölümüz yoktu. Almanya’da Türk düşmanlığı kaynaklı Mölln ve Solingen saldırılarını unutmadık. Maazallah, Türkiye’de, 6-7 Eylül benzeri bir hareket, belki de felaketlerin en büyüğünü doğurur.
Bu henüz başlangıç. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ırkçılık kokan söylemleri, Hollanda medyasına şimdilik böyle yansıdı.
TAVSİYEM
Türkiyemizi yönetenlere ve yöneticilere değişik istikamet verdirmeye çalışan muhalif siyasetçilere sesleniyorum: Söylemlerinizin, ırkçı ve faşist damgası yememesi için, kullanacağınız kelimeleri daha özenli seçin. Yapacağınız uygulamada haklılığınızı ortaya serecek objektif veriler ile destekleyin.
Uluslararası tepkilerden ve anlaşmalardan kurtulmak için geniş izahatlarda bulunun. Yurt dışında yaşayan10 milyona yakın Türk’ün göçü ile Suriyeliler’in göçü arasındaki farkı iyi anlatın.
Göç ile sığınma (iltica) arasındaki farkı belirtin. Göç eden Türkler’in, ikili sözleşmeler ile güvence altına alınmış olduğunu, ama savaştan kaçan Suriyeliler için böyle bir güvence verilmediğini iyi izah edin.
Bir önemli tavsiyem de şu olacak: Türkiye’de yabancılar için bir şey söylemeden ve bir uygulama yapmadan önce, yurt dışında yaşayan 10 milyona yakın yurttaşınızı düşünün ve ona göre hareket edin.
Şimdi, yurt dışındaki tüm Türk Sivil Toplum Kuruluşları’na sesleniyorum: Irkçı söylemlerini sürdüren Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a protesto mektubu yağdırın.
Türk kızlarının emansipasyon (eşitlik) mücadelesini örnek gösteren yazar, bu konuya değer vermeyen Hollanda’nın, Tokyo’da alacağı her madalyanın hak edilmemekle lekeleneceğini öne sürdü.
‘de Volkskrant’ gazetesinde yazan Erdal Balcı, 13 yaşındaki Urfalı hentbolcu Merve Akpınar’ı da örnek gösterdi ve ‘Türkiye kadınların emansipasyonu konusunda çok duyarlı’ imasında bulundu.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda’nın ikinci büyük gazetesi ‘de Volkskrant’ta yazan Türk asıllı Yorumcu Erdal Balcı, Hollanda’nın Tokyo’da alacağı her madalyaya haksızlık lekesi düşeceğini belirtti.
Yazısına, Türk voleybolcu kızların, son Olimpiyat Şampiyoru Çin’i 3-0 mağlup edişini anlatarak başlayan yazar, ‘Türk kızlarının Çin’i yenerken havalarda uçuşları ve çok sert smarçları, üç seti de ezici bir şeklide kazanmalarına yolaçtı’ diye yazdı.
Yazar, yorumuna Türk kızlarının başarısı ile başlamış olmasının nedenini, Hollanda’yı kızların emansipasyonu konusundaki vurdumduymazlığı için eleştirmek olduğunu belirtti. ‘Holanda kız takımlarında neden azınlık ve islam gruplarından kızlar yok’ diye sordu.
Hollanda’daki vurdumduymazlığa karşı, Türkiye’deki kadın kuruluşlarınıneşit haklar konusunda iyi mücadele verdiklerini belirti. yazar,bir süre önce 13 yaşındaki hentbolcu kızımız Merve Akpınar’ı örnek gösterdikten sonra, ‘Hollanda’daki Merveler neden ıska geçiyor?’ diye sordu.
Toprak sahaya çizdikleri çizgilerle öğretmenleri Bayram Kaplan öncülüğünde hentbol oynayan Şanlıurfa Konuklu İmam Hatip Ortaokulu öğrencisi 13 yaşındaki Merve Akpınar, Hentbol Federasyonu’nun davetlisi olarak Ankara’ya geldi. Yaşadığı zorlukları gözyaşları ile anlatan Merve Akpınar, Demirören Haber Ajansı’na (DHA) yaptığı açıklamada, “Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim” ifadelerini kullandı. Merve Akpınar’ın görüntüleri sosyal medyada viral oldu.
Şanlıurfalı 13 yaşındaki minik hentbolcu Merve Akpınar, “Sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın diyerek hep beni dışladılar. O zaman kendime bir söz verdim. ‘Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim’ diye” dedi.
Hentbola başlamak için çok çalıştığını belirten Merve Akpınar, “Ben 5’inci sınıfta başlamak istedim ama diğerlerine göre daha güçsüzdüm, yetersizdim. O zamanlarda bir arkadaşımı çok kıskanıyordum, ‘o yapıyorsa ben niye yapamayayım’ diye düşünüyordum. 6’ncı sınıfta hırslandım ve çabalayarak bu yere kadar geldim. Bayram hoca da beni seçti, çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Spora ilk başladığında çevresindeki kişiler tarafından yadırgandığını dile getiren 13 yaşındaki sporcu sözlerini şöyle sürdürdü: “İlk başladığımda sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın diyerek beni dışladılar. Sonra ben de ‘hayır ben neden oynamayayım’ dedim. O zaman kendime bir söz verdim. ‘Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim’ diye. Hem kendim çalışacağım, hem kendi mesleğimi yapacağım hem de spora devam edeceğim ki onların o ön yargılarını yıkayım. Ondan hep spora devam ettim, hiç bırakmayı da düşünmüyorum.”
Merve Akpınar, turnuvalara giderken kitap okuduğunu en son okuduğu kitabın da Anna Karanina olduğunu belirterek, “Kitap okumayı daha çok seviyorum. Kitap okurken zaman daha çabuk geçiyor bana. Bir de otobüsle filan geliyoruz, insanın midesi bulanıyor. Ondan ben hep kitap okumayı istiyorum. Okuyunca da zaten zevk alıyorum. Oraya gidene kadar da zaten kitap elimde olduğu için hiç sıkılmıyorum” şeklinde konuştu.
“TEPKİ GÖSTERENLER SEN ÇOK İYİ OLMUŞSUN DİYORLAR”
Köyde kendisine tepki gösterenlerin artık olumlu yorumlar yaptığını dile getiren Merve, “Hepsi sen çok iyi olmuşsun diyor. Benim başarımı görüp kendi çocuklarını da yönlendirmek istediler ama başaramadılar. Bak elalemin kızı gidiyor geziyor, sen burada boş boş dolaşıyorsun, o senden daha başarılı olacak diyorlar” dedi.
“BURADAKİ SAHA ÇOK İYİ, ORADA KIZGIN GÜNEŞ BİZİ YAKIYORDU”
Toprak sahadan sonra bir hentbol salonunda antrenman yapmanın keyfini yaşayan Merve Akpınar, “Buradaki saha çok iyi. Orada toprak ayağımıza giriyordu. Ter şelale gibi üstümüzden akıyordu. Burada mesela Şanlıurfa’ya göre hiç terlemiyoruz. Biz şu içlikleri orada hayatta giyemezdik. Burası gölge orada ise kızgın güneş bizi yakıyordu. Burası hiç öyle değil, serin güzel. Burası tahtadan, ahşaptan filan yapılma. Orası kumdandı. Hayır hiç yıldırmadı. Buraya gelebilmek için oraya katlanmam lazımdı. Ben de katlandım” ifadelerini kullandı.
“İNŞALLAH AİLEME, KENDİME, ÜLKEME LAYIK BİR SPORCU OLURUM” Merve, hedefleri ve hayallerinden bahsederek, sözlerini şöyle tamamladı: “Buradan ağabeyime ve babama da teşekkür ediyorum, onlar bana çok destek verdi. İnşallah onların desteğini boşa çıkarmam. Onlara, kendime, ülkeme layık bir sporcu olurum. Benim hayalim 3 şey. Birincisi beyin cerrahi olmak, ikincisi güzel bir sporcu olmak, üçüncüsü ise polis olmak.”
SPOR KULÜPLERİNDEN DESTEK Sosyal medyada viral olan Merve Akpınar’ın videosunu çok sayıda spor kulübü de paylaştı.
Korona hastalığına karşı en iyi aşıyı bulan Türk çifti son örneklerin başında geliyor.
Dünya’nın dört bir yanında, çeşitli buluşlara imza atan, model ve marka yaratmakta çok başarılı olan Türklerin varlığı, devletimiz tarafından değerlendirilemiyor.
Acar bir değerimiz bu günlerde Hollanda’da göklere çıkarılıyor.
Salih Türker isimli gencimiz, bakanlıklardan, belediyelerden, fonlardan ve bankalardan aldığı destek ile MON€Y SCHOOL projesiyle gençlere finansal dersler veriyor.
Derslerde, paranın insan hayatındaki yerini, bilinçli harcamayı ve evde bütçelemeyi öğretiyorlar. Bunun yanında gençlere yeteneklerini keşfettirerek ve girişimci ruhlarını tetikleyerek, yaşam boyunca finansal sıkıntı çekmemeleri sağlanıyor. Bu şekilde gençler erken yaşta Hollanda devletine yük olmak yerine katkı sağlamış oluyorlar.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Yıllardır duyduğumuz ‘Beyin göçü’ lafını, yurt dışına kaçmakta olan değerli insanlarımızı kastederek kullanırız. Kaldı ki, yurt dışında doğup da, kendilerini ‘dahi’ olarak yetiştirmiş insanlarımızı da görmezden geliriz.
Dünya’nın dört bir yanında, çeşitli buluşlara imza atan, model ve marka yaratmakta çok başarılı olan Türklerin varlığı, devletimiz tarafından maalesef değerlendirilemiyor.
Korona virüsüne karşı en isabetli aşıyı bulan Alman çiftinin Türk kökenli oluşlarını en son örnek olarak gösterebiliriz.
ABD merkezli ilaç devi Pfizer ile Alman biyokimya firması BioNTech iş birliğiyle geliştirilen Covid-19 aşısının, yapılan testlerde yüzde 95 üzerinde başarıya ulaşması, Uğur Şahin ve eşi Özlem Türeci’nin başarısı olarak dilden dile konuşuluyor.
Daha pek çok örnek verebileceğimiz ‘Yurt dışındaki Türk beyinleri’nin sonuncusunu şimdilerde Hollanda’da gözlemliyoruz. Gözlemlediğimiz bu becerikli insan, 1981 yılında Hollanda’nın Ulft köyünde doğan Salih Türker’den başkası değil. 1970’li yılların başında Antalya’dan, Hollanda’nın Ulft köyüne göç eden Türker çifti, hor görüldükleri ve sürekli aşağılandıkları Hollanda’da doğan çocuklarının, bir gün bir ‘dahi’ olarak insanlara ders vereceğini akıllarından bile geçirmemişlerdi.
Ama ne mutlu ki öyle oldu, ilk ve orta öğrenimini Ulft’te tamamlayan Salih Türker, yüksek eğitim için Amsterdam’a geçti ve hukuk eğitimini tamamladı.
Bakınız Salih Türker, topluma bakış açısı ve özgeçmişi hakkında neler söylüyor:
‘2008 yılında Amsterdam Yüksek Okulu, Sosyal Hukuk Hizmetleri bölümünü bitirdim. Daha sonra Diversiteitsland Vakfı’nı kurup iş hayatına atıldım. Öğrencilik dönemimde gençlerin, bayanların ve yaşlıların kutuplaştıklarını ve toplumun sunduğu eğitim, finansal, istihdam, sanat ve kültür fırsatlarından çok uzak kaldıklarını gördüm. Vakfımızın vizyonu da bu doğrultuda ‘insanlara, dünyanın kendi yaşadığı mahallesinden daha büyük olduğunu göstererek, hayatını zenginleştirmektir.
Vakıf müdürlüğünün yanında, Alzheimer Hollanda lobi kurumunda yöneticilik yaparak sağlık hizmetinin ve insanların arasındaki mesafeyi kaldırmayı hedefliyorum.
Ayrıca özel hizmet kulüplerinde görev alarak Hollandalı iş insanlarının sosyal sorumluk çalışmalarında danışmanlık yapıyorum. Bu çalışmalarımdan dolayı sempozyumlarda, seminerlerde ve konferanslarda uzmanlık alanımda konuşmacı olarak davet ediliyorum. Uzmanlık alanlarımı şu şekilde özetleyebilirim; ‘Sosyal projelerin ülke bazında şubelendirilmesi, Gençlerin finansal eğitimi, 55 yaş ve üstü için Yaşam Sanatı Merkezi kurarak derslerinin geliştirilmesi, pandemi döneminde başlattığımız Amsterdam Alzheimer Yaz Konseri konseptini geliştirmek, Avrupa-Türkiye arasında Erasmus gençlik değişim networku oluşturmak, Belediyelere ve Bakanlıklara sosyal uyum ve güvenlik odaklı danışmanlık hizmeti vermek, Vakıf ve derneklere istikrarlı büyüme stratejisi geliştirmek, Sosyal projelere fon ve hibe arama hizmetleri vermektir.’
MON€Y SCHOOL
Salih Türker, 2007 yılında başlattığı Money School’da (Para Okulu) gençlere paranın nasıl harcanması ve değerlendirilmesi konusunda dersler veriyor.
Salih Türker sorularımı şöyle yanıtlıyor: –Verdiğiniz derslerde ne öğretiyorsunuz?
-‘Gençlerin paranın insan için anlamı üzerinde düşünmelerini teşvik ederek ve bilinçli karar vermelerinde yardımcı olarak, kendilerinin hayatı boyunca istifade edebileceği finansal yeteneklerini geliştirmiş oluyoruz.
7 yıldır çocuklara ve gençlere finansal eğitim dersleri vererek gerçek hayata başarılı adımlar atmalarını sağlıyoruz. Derslerimizde parasal ipuçları vererek, reklamların nasıl etki yaptığını ve girişimcilik için hangi yeteneklerin gerektiğini vs. ele alıyoruz. 8 derste gençleri hızlı bir şekilde finansal bilgi ve bilinçle donanmış olarak hayata hazırlıyoruz.’
-Finansal eğitim bir kültürün parçası mıdır?
‘Erkeğin dominant olduğu kültürlerde finansal bilgi ve yönetimi erkeğin elindedir. Hatta erkekten beklenen de o dur. Bunun olumsuz tarafı, erkeğin olmadığı durumlarda çocukların ve eşlerin ani finansal sorunlar içine düşmeleridir. Gizli borçların ortaya çıkması ve gelirin anında kesilmesi gibi büyük sorunlar yaşanılmaktadır.’
-Siz de bir finansal hikayenizi gençlerle paylaşmak ister misiniz?
‘Ders verdiğimiz her şehirde iş insanlarını misafir konuşmacı olarak davet ediyoruz. Gençliğinizde yaşadığınız finansal bir hikayenizi anlatarak gençler üzerinde unutulmaz olumlu izler bırakabilirsiniz.
Derslerimizi şu an Amsterdam, Rotterdam, Dordrecht, Almere, Haarlem şehirlerinde vermekteyiz. Başka şehirlere yeni şube açmak için araştırmalar yapıyoruz.’
-En etkin Hayırsever kurumu olarak değerlendiriliyorsunuz?
-‘Toplumsal sorunlar odaklı hizmetler geliştirmemiz ve bu hizmetlerin hedef kitle üzerinde yaptığı olumlu etkiler bazı resmi kurumlar tarafından takdir edildi. Hatta Hollanda’nın en itibar gören hayırsever araştırma dergisi (De Dikke Blauwe) vakfımızı Hollanda’nın en etkin 100 Hayırsever kurumları listesine dâhil etti.’
Salih Türker’in, faaliyetlerindeki başarılarını ülkenin en ciddi gazete ve dergileri sayfalarına taşıyorlar. RABO BANK’ın yayınladığı ‘Rabo&CO Magazine’ dergisi Türker’i kapak yapmıştı.
-Sesli ve yazılı makaleleriniz olduğunu duydum -‘Tecrübelerimin ve devam etmekte olan çalışmalarımın arasında dikkatimi çeken ve Türk toplumuna faydalı olacağını düşündüğüm konular hakkında makaleler yazıyorum. Yazılarımla toplumdaki aktif bireylerin, kurumların, sosyal ve finansal strateji geliştirmelerinde rehberlik etmek ve bu destek sonucu Hollanda’da güçlü bir beraberlik duygusunu artırmayı hedefliyorum.
Makalerimi www.salihturker.com websitesinde dinleyebilir ve okuyabilirsiniz.
‘Güçlü toplum, güçlü bireylerden oluşur’
Salih Türker, başarı hikâyesini nasıl noktalamak istediği şeklindeki soruma da şu yanıtı verdi:
‘Vakfımızın vizyonunda da belirtiğimiz gibi insanlara, dünyanın kendi yaşadığı mahallesinden daha büyük olduğunu göstererek hayatını zenginleştirmektir hedefim. Hollanda’da ilk ve orta okulların hepsi finansal eğitim vermeye başladığında misyonuma ulaşmış oluyorum.
MON€Y SCHOOL projemiz Diversiteitsland Vakfı’nın bir bölümü olup, belediyeler, fonlar ve bankalar tarafından desteklenmektedir. Daha fazla bilgi için www.themoneyschool.nl webadresine bakınız.’
Hollanda’da görev yapmış Başkonsolosların en iyilerinden biriydi.
En iyilerin başında gelenlerden biri de Orhan Ertuğruloğlu’ydu.
Kavgalı olduğum Başkonsoloslar arasında, Selanik’teki Atatürk Evi’nin bombalanmasında, Yunanlılar’a göre rolü olduğu iddia edilen, Deventer Başkonsolosumuz Mehmet Ali Tekinalp vardı.
Bir başka kavgalım, Rotterdam olayları için ‘Basit bir sokak kavgası’ diye rapor veren Başkonsolos Namık Aykaç idi.
Bir de, halihazırda görev yapan Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ile limoni bir ilişki hikâyemiz var.
(Yazıların altında, Hollanda ‘da görev yapmış tüm Türk Büyükelçilerin ve Başkonsolosların listesini bulacaksınız)
Ana akım ve sosyal medyada okumuş olacağınız gibi, Rotterdam’da Başkonsolos olarak görev yapmış olan Erkut Onart yaşamını yitirmiştir.
Yine okumuş olabileceğiniz gibi, 1994-1999 yıllarında görev yapmış olan rahmetli Erkut Onart için haberlerde, ‘çok sevilen bir Başkonsolostu’ ibareleri yer alıyordu.
Erkut Onart için kullanılan bu ibareye ben de yürekten katılıyorum.
Hollanda’da görev yapan Büyükelçi ve Başkonsoloslarımız arasında ayrım yapmadan şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ankara’da Dışişleri’nde yetişmiş olan ve yurtdışına gönderilen görevlilerimizin hemen hemen tamamı, üstlendikleri görevleri ve taşıdıkları ünvanları hakkıyla taşımışlardır. Dışişlerinde yetişmiş olmanın kazandırdığı görgü ve kurallar ile, toplumu kucaklayan bu değerler, yabancı misyonlarda da kendilerini kabul ettirmişlerdir.
Velhasıl, her biri pırıl pırıl olan bu bireylerimizin yanında, zıt teşkil edecek birkaç istisna olacaktır elbette…
Ben bu istisnaları size korkmadan anlatacağım.
Ama önce, istisna dışındaki gerçek değerlerimizden bir kaç isime bakalım:
Rahmetli olan Erkut Onart, bizde öyle derin izler yaratmıştır ki, bunu izah etmek için bir örnek vermek gerekecektir.
Erkut bey, diğerlerinin de yaptığı gibi, bizleri toplayıp bir veda toplantısı yapmıştı, Hepimiz buruk bir şekilde ayrıldıktan sonra, bizim için ayrıcalıklı olan bu insana karşı bizim de bir jest yapmamız gerektiğini düşündüm. Derhal gazeteci dostlarımı teker teker aradım ve Erkut beye, Hollanda’daki Türk gazeteciler adına bir veda yemeği vermeyi teklif ettim. Dostlarım bunu memnuniyetle kabul edince, inisiyatifi ele aldım ve şimdilerde, Amadi Park ve Amadi Panorama otellerini çalıştıran Ertuğrul Dalkıran’ın, o zaman Amsterdam’da ün yapmış Turquoise Restaurant’ında bir yemek verdim. Anlıyacağınız, bir gazeteci grubunun bir Başkonsolosa veda yemeği vermesi belki de dünyada bir ilktir. İşte Erkut Onart bey böylesi sevilen bir başkonsolostu.
Sevilen Başkonsoloslar denince, Deventer’de bir dönem Konsolos, iki dönem de Başkonsolos olarak görev yapan Orhan Ertuğruloğlu’nu da listeye koymak lâzım. Bir Hollandalı ile evlenen ve Hollandacayı ana dili konuşup yazan Ertuğruloğlu için yazılacak çok işey var. Ama bunu bir başka zamana bırakma sözü vererek, biraz da birkaç zıt kişiden söz edeyim. Yani biraz dedikodu yapayım.
IRKÇI SALDIRILARA, SOKAK KAVGASI DİYEN BAŞKONSOLOS
55 yıldır görev yaptığım Hollanda’da, tesadüf ya, Rotterdam’a ilk gelen Başkonsolos Ali Namık Aykaç ile, gider ayak bozuşmuştum. (Başkonsolosluk daha önce Lahey’deydi)
Bozuşma nedenimiz şuydu:
Malum 1972’de Rotterdam olayları, tüm dünyada Hollanda’ya puan kaybettiren olaylardı.
Bir hafta süren ve yaralanıp hastanelere yatırılan Türkler olduğu halde, Başkonsolos Ali Namık Aykaç, özellikle benim Hürriyet’te yayınlanan haberler nedeniyle ayağa kalkan parlamentoya bilgi vermesi gerekenlere, ‘Burada yaşananlar adi bir sokak kavgasıdır’ şeklinde bir rapor sunmuş.
Zamanın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner de mecliste ‘Rotterdam’da yaşananlar adi bir sokak olayıdır. Medya abartıyor’ gibi laflar etmişti.
Bunun üzerine gazetem benden ille de yaralı fotoğrafı istemişti. Ünlü parlamenterimiz Nebahat Albayrak çocuk iken yaşanan olaylarda, amcası Mustafa Albayrak, başına yediği bir taş darbesi ile komaya girmiş ve hastaneye yatırılmıştı. Akla gelemeyecek atraksiyonlar yaparak girdiğim hastanade Albayrak’ın fotoğrafını çektim ve birkaç yaralı fotoğrafıyla birlikte, haber atlatma lüksünü hiçe sayarak, hem Türk medyasına ve hem de Hollanda medyasına dağıttım. Böylece hem Rotterdam Başkonsolosumuza ve hem de Bakanımıza gerekli cevabı vermiştim.
Rotterdam olayları Hollanda gazetelerinde de boy boy yer alıyordu. Trouw gazetesi, Türk Bakan Uzuner, yaşananların ırkçı saldırı olmadığını düşünüyor’ başlığını kullanmıştı.
Başkonsolosomuzun bir skandal hareketi daha vardı.
Hollanda medyası kendisine, ‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz’ diye soru yöneltince, ‘Benim tayinim çıktı yarın gidiyorum, benden sonra gelecek olana sorun’ diye yersiz ve saçma bir cevap vermişti.
MEDYAYI ÖNEMSEMEYEN BAŞKONSOLOS
Hollanda’ya gelmiş 33 Başkonsolos içinde (16 Rotterdam, 14 Deventer, 3 Amsterdam) sadece dördü ile aramız limoni olmuştu. Bunlardan biri de, Deventer’deki ilk konsolosluğumuzu açmaya gelen Mehmet Ali Tenikalp (Tekinalp değil), tanışmadan bozuştuğum kişi oldu.
Yıl 1976. Hollanda’da ikinci bir Başkonsolosluğun açılması için yıllarca verdiğimiz mücadele semeresini vermiş, ‘Amsterdam mı olsun, Utrecht mi Olsun, Arnhem mi olsun, Eindhoven mi olsun’ sorularından sonra, Deventer’de açılmasına karar verilmişti.
İlk tayin edilen Başkonsolos da Mehmet Ali Tenikalp olmuştu. Eşi ile birlikte Hollanda’ya gelen bu çift, Deventer’de bir otelde konaklarken, Başkonsolosluk olmaya lâyık bir yer aramaya başlamışlardı. Kulaktan dolma söylemler ile bazı adresler için, ‘beğenilmediğini’ duyuyorduk.
Aradan aylar geçmişti ama, bir yanda Hürriyet’e, bir yandan TRT’ye çalışan ve bir yandan da Hollanda Televizyonu NOS’ta Pasaport adlı program yapan bir gazeteci olarak, Başkonsolosumuz ile tanışamamıştım. Hem tanışmak ve hem de konsolosluk için yer aramanın ne aşamada olduğunu öğrenebilmek için, Başkonsolosu kaldığı otelden telefonla aramıştım. Santral görevlisinden Başkonsolos ile gürüşmek istediğimi söyledim. Telefona önce Başkonsolosun eşi çıktı. Özür dileyerek kendimi tanıttım ve Başkonsolos ile ile görüşüp görüşemeyeceğimi sordum.
Başkonsolosun eşi ‘Bir dakika ‘ dedikten az sonra, ‘Buyurun’ diye bir ses duydum. ‘İyi günler sayın Başkonsolosum, ben İlhan Karaçay’ dedikten sonra duyduğum söz şuydu: ‘Kimmiş efendim bu İlhan Karaçay?’ Çok şaşırmıştım ama, ‘Afedersiniz ben Hürriyet muhabiriyim’ deyince de, öyle bir tavırla karşılaştım ki, anlatmakta zorlanırım.
Birincisi; 5-6 aydır Hollanda’da bulunan bir Başkonsolosun, medya ile tanışma geleneğini yerine getirmediği gibi, Hürriyet ve TRT’ye muhabirlik yapan, Hollanda televizyonunda da Türkler için program yayınlayan İlhan Karaçay ismini tanımıyor olması mümkün değildi tabii. Ama Başkonsolos nedense bu yakışıksız tavrı tercih etti.
Tabii ki, yaptığımız bu görüşmeyi, gazetecilik alışkanlığı ile banda almıştım. Gelişmeler hakkında bana bilgi vermekten kaçınmakla kalmayan ve rencide eden Başkonsolosun bu tavrını hem Hürriyet’te ve hem de televizyon programımda yayınladım.
Böylece de bu başkonsolos ile tanışma fırsatı ve ihtiyacı olmamıştı.
Sonradan yapmış olduğum araştırmada, Mehmet Ali Tenikalp adının, 6-7 Eylül Olaylarında adının geçtiğini öğrendim. 6-7 Eylül Olayları öncesinde, Atatürk’ün doğduğu eve atılan bombanın provakosyon olduğunu iddia eden Yunanlılar, bu bombanın, Selanik’te Başkonsolos Yardımcısı olan Mehmet Ali Tenikalp tarafından Türkiye’den çanta içinde getirildiğini ve Hasan Uçar adlı kavas tarafından bahçeye atıldığını öne sürüyorlardı.
VATANDAŞ’A SİLAH ÇEKEN BAŞKONSOLOS
Evet yanlış okumadınız, Rotterdam’da, hem de çok iyi dostluk kurduğum bir Başkonsolos vardı ki, makamında vatandaşa silah çektiği gibi, bu vatandaşı polis çağırarak karakola çektirmişti.
Vatandaş haksız ve kaba olabilirdi. Ama o vatandaş, karakoldan çıktıktan sonra beni aradı ve devletimizi temsil eden Başkonsolosun, kendisini Türk toprağı sayılan Başkonsolosluktan Hollanda polisi tarafından sürüklenişini anlatmıştı. O Başkonsolosun adını açıklamak istemiyorum. Kendisini telefonda aradığım zaman, nedense bana da ters davrandı. O sırada Lahey’de Basın Müşavirliği yapan dostum rahmetli Ajlan Akınc’yı aradım ve durumu izah ettim. Konuyu Hollanda televizyonundaki akşam programıma yetiştireceğimi söyledim. Durum Büyükelçimize anlatılınca, Büyükelçimiz, Hollandalılara mahcup olmamak için, böyle bir haber yapmamamı rica etmiş. Ben de ‘Peki, o zaman Hollanda televizyonunda yayınlamayacağım ama Hürriyet’te yayınlayacağım’ dedim ve öyle de yaptım.
ROTTERDAM BAŞKONSOLOSLUĞUNDAKİ TATSIZ OLAY
Bugünkü yazımın tam bir dedikoduya dönüşmesi için bir hikâye daha anlatmam gerekecek.
Şu anda Rotterdam’da görevde olan Başkonsolos Aytaç Yılmaz’ın, belki de farketmeden yaptığı bir hareket çok zoruma gitmişti. Bu konuyu sizlere anlatabilmem için, medya mensubu dostlarıma yazdığım mektubu sizlere de sunmakla yetineyim. Sadece Hollanda’daki Türk medya mensuplarına gönderilen ve medyaya yansımayan mektubum, tabii ki Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’ye de gönderilmişti. Bu duruma üzüldüğünü belirten Büyükelçimiz, ‘Aranızı bulayım mı’ diye bir teklifte bulunmuştu ama ben, ‘Çok önemli değil, bir gün biz kendi aramızda bu sorunu çözeriz’ demiştim. Ama ne yazık ki bugüne kadar Başkonsolos Aytaç Yılmaz tarafından bir yaklaşım olmadı.
Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ile yaşanan olayı, medya mensuplarına gönderdiğim alttaki yazıda okuyunuz.
MEDYA MENSUBU DOSTLARIMA ZARURİ AÇIKLAMA
Değerli Dostlarım,
Malumunuz olduğu gibi, bugün (3 Temmuz 2019) Rotterdam Başkonsolosluğumuzda, ‘Profesyoneller Gençlerle Buluşuyor’ temalı bir tolantı vardı. Saat 16.30’da başlaması gereken toplantının söyleşi konuğu, Corendon’un sahiplerinden Atilay Uslu idi.
Ben şahsen, bir saatlik yol için, iki saat önceden yola çıktım ve ancak 16.30’da varabildim.
Trafik her yerde çok yoğundu.
Bu nedenle Amsterdam’dan yola çıkan Atilay Uslu da trafik nedeniyle geç geleceğini bildirdi.
Yapılacak bir şey yoktu. Atilay’ı bekleyecektik.
Başkonsolosun daveti üzerine toplantıya gelen medya mensupları, salonun bir köşesinde Başkonsolosun gelişini bekliyorlardı. Ne var ki Başkonsolos, bu gruba bir selam bile vermeden mikrofonu eline aldı ve ‘Evet başlıyoruz’ diye konuşmaya başladı.
Ne var ki gözlerimiz, toplantıya bizi davet eden Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz’ı aradı. Saat 17.00’de asistanına Aytaç beyi sorduğum zaman ‘Odasında’ yanıtını aldım.
Medya mensupları olarak bir köşede koltuklarda oturuyor ve çayımızı içiyorduk.
Saat 17.30 oldu ama Aytaç bey hâlâ ortalıkta yoktu.
Saat 17.40’ta Atilay beyin konsolosluğa ulaştığı haberini aldık.
Saat 17.45’te Aytaç bey göründü ve bize doğru göz ucuyla baktıktan sonra asistanlarına ‘Ne yapıyoruz’ diye seslendi ve sonra da eline mikrofonu alarak konuşmaya başladı.
Bize bir ‘Merhaba’yı esirgeyen Aytaç beyin, bizim kendisine yanaşmamıza ve bir ‘Merhaba’ dememize fırsat vermeden konuşmaya başlaması bize biraz manidar geldi.
O anda yanımda oturan Yavuz Nufel’e, ‘Bizi davet eden Başkonsolos, bizden bir merhabayı bile esirgiyorsa, bizim burada ne işimiz var’ diyerek derhal salondan çıktım.
Sonradan öğrendiğime göre, benden sonra Zeynel Abidin Kılıç ve Yavuz Nufel de salondan ayrılmışlar.
Bizim bu hareketimize ister protesto deyin, ister boykot.
Ben şahsen, Başkonsolosumuz bu davranışını ikna edici bir şekilde izah etmediği sürece, kendilerinin hiçbir davetine ve etkinliğine katılmayacağım.
Zira, bir devlet büyüğü olarak saygı duyduğumuz Başkonsolostan, duyurularını ve etkinliklerini takip edip yayınlayan medya mensuplarına karşı saygı beklemek hakkımızdır sanırım.
Bugünkü haberi ne mi yapacağız?
Tabii ki en iyi fotoğraflarla en güzel şekilde servise koyacağız.
Hepinize sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
İlhan
İşte böyle değerli okurlarım. 55 yıl gazetecilik yaptığım Hollanda’da, yukarıda anlattıklarım da yaşandı. Dilerim, toplum için görev yapan herkesin ardından güzel şeyler konuşulur ve anlatılır…
HOLLANDA’DA ÜÇ KONSOLOSLUKTA GÖREV YAPAN BAŞKONSOLOSLARI VE BÜYÜKELÇİLERİ ALTTA SUNUYORUM:
Rotterdam Başkonsolosluğu’nda görev yapan Başkonsoloslar
Ali Namık Aykaç 1.1.1968-1.1.197
İlhan Akant 1.1.1972-1.1.1974
Mehmet Saip Sungurtekin 1.1.1974-1.1.1975
Bedrettin Tunabaş1.1.1975-1.1.1978
Kemalettin Demirer 1.1.1978-1.1.1982
Zübeyir Bensan1.1.1982-1.1.1986
Cihat Alpan 1.1.1986-1.1.1990
Ali Üstün 1.1.1990-1.1.1994
Erkurt Onart 1.1.1994-1.1.1999
Serpil Alpman 1.1.1999-1.1.2001
Sına Yurtoğlu 1.1.2001-1.1.20
Ahmet Akif Oktay 1.1.2005-1.10.2007
Esen Altuğ 1.10.2007-1.10.2011
Togan Oral 1.10.2011-15.9.2
Sadin Ayyıldız 1.10.2015-10.8.201
Aytaç YILMAZ 31.8.2018-
DEVENTER Başkonsolosluğu’nda görev yapan Başkonsoloslar
Mehmet Ali Tenikalp 1.9.1976-12.7.1979
Sadettin Nurgün 15.9.1979-27.1.1981
Faruk Celiloğlu 30.1.1981-15.10.1983
Volkan Çotur 1.10.1983-19.1.1987
Erol Alptekin 20.1.1987-28.9.1990
Nazım Dumlu 30.9.1990-16.9.1994
Funda Tezok 28.9.1994-16.9.1996
Orhan Ertuğruloğlu19.9.1996-16.8.2000
Ömür Şölendil 1.9.2000-15.8.2002
Orhan Ertuğruloğlu 1.9.2002-15.8.2006
Hidayet Eriş 1.9.2006-3.11.2008
Nihat Erşen 15.11.2008-1.11.2012
Yunus Belet 10.1.2013-1.9.2014
Zafer Ateş 5.9.2014-1.8.201
Tuna Yücel Modrak 12.3.2018-
Amsterdam Başkonsolosluğumuzda görev yapan Başkonsoloslarımız