İLHAN KARAÇAY, YAŞAMINDAKİ TARİHİ GERÇEKLERİ AÇIKLIYOR
Afbeelding met gras, buitenshuis, windmolen Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollanda’da İslam toplumunun gerçek lideri sayılan İbrahim Görmez, sık sık yazdığı “İlhan Karaçay’dan helallik aldım” ifadesi neleri kapsıyor?

Aslında bir rengim var. Ama, gazetecilik yaşamımda hep renksiz olduğum için, ne sağa, ne sola ve ne de dindarlara yaranamadım.

Dürüst gazeteciliğimi sürdürürken, rakip gazetenin bir dost (!) muhabiri, yüzüme karşı “Cicim, canım” derken, değişik çatılar altında, “Aman ha, Karaçay’a dikkat” iftiraları atıyordu.

İşte o çatılardan birinin kaptanı olan İbrahim Görmez, yıllar sonra gerçeği gördü ve benden defalarca özür dileyerek helallik aldı.

Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving

İnsan yaşamının sürprizlerle dolu olduğunu hepimiz biliyoruzdur.
Dost bildiğimiz pek çok kişinin, koyun postuna bürünmüş sırtlan olduklarını da biliyoruz. Önemli olan, bu sırtlanların kimliğini ve niyetini çabuk çözmektir. Çözemezseniz, yandınız demektir.
İşte ben de bir sırtlan yüzünden bir kere değil, çok kere yandım.

Beni yanmaya mahkûm eden odakların en büyüğü olan, ‘dini bütün müslüman toplum’un o zamanki lideri ve şimdiki onursal lideri İbrahim Görmez, bana karşı olumsuz düşüncelerin yanlışlığını geç de olsa farketti ve gereken dürüstlüğü gösterdi.

İbrahim Görmez, gerek şifahi olarak ve gerekse yazarak, benden defalarca özür diledi.
İşte, Görmez’in sosyal medyada da görülen son mesajı şöyleydi:

Yazar: Ibrahim Gormez (IP adresi: 24.132.64.188,
E-posta: yasirsem16@gmail.com

“İlhan Karaçay’a gazeteci demek ona hakaret olur. İlhan Karaçay, dünyadaki gazetecilerin GURUSUDUR. (Piridir)
75 yıllık ömrüne 350 yılık hatıra katmıştır. Ben şahsen geç de olsa ondan helallik almış biriyim, Onu camiamıza yanlış tanıtanlar kayboldular. İsimlerini anan bile yok. İnsanları inanışları ve dünya görüşleri ile değil, insanlığı ile ölçmeyi maalesef çok geç öğrendik. Kişinin inancı ve dini, beni değil, ALLAH’ı ilgilendirir. Beni ilgilendiren, kişinin insanlığı olmalıdır. İşte, geç de olsa bu hakikati bizlere öğreten hakiki din adamlarına şükran borçluyuz. İnsanların giyimleri kılıkları, hayat tarzları hakkında hesap soracak merci, yüce yaradandır. Şayet, kişinin insanlığı, hayatı yaptığı işleri İlhan Karaçay gibi ise, bize ona karşı saygı duymak düşer. Tekrar saygı ve selamlarımı sunar, mutlu, sıhhatli nice yıllar dilerim. İyiki varsın, iyiki seni 55 senedir tanıyorum.”

Afbeelding met tekst, boek Automatisch gegenereerde beschrijving

İbrahim Görmezi ben, kendini din işlerine vermeden önce tanıyordum. Kendisini din işlerine yönlendirdikten sonra, iyi bildiği Hollandacası ile liderlik pozisyonuna girdi. Kurmuş oldukları İslam Derneği’nden sonra, İslam Federasyonu’nu gerçekleştirdi. O zamanlar Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk düşmanlığı yapan tarikatçılara karşı, Türk İslam Ve Kültür Dernekleri Federasyonu’nu desteklemek boynumun borcuydu. Gerek Hürriyet gazetesi ve gerekse NOS Televizyonundaki Pasaport programlarımda bu federasyonu hep destekledim.

İbrahim Görmez’in, Televizyonlarda yayın hakkı almak için yaptığı mücadeleyi de destekledim.
Sonunda bu işi başaran Görmez ile mülakatlar da yaptım.
Hem Federasyon’un ve hem de İslam Yayın Kurumu’nun başkanı olan Görmez, çok saygı duyduğu bir meslektaşımı Genel Yayın Yönetmeni yapmıştı. O meslektaşım ile de röportajlar yapmış, gazetemde ve televizyonda yayınlamıştım. O meslektaşım kendi gazetesine, İslam Yayın Kurumu’nun sayfa dolusu ilanlarını koyup onbinlerce guldenlik menfaat sağlarken, Hürriyet’e hiç ilan verilmemesi karşısında bile sustum ve desteğimi sürdürdüm.

O meslektaşımın, benim hakkımda iyi konuşmadığını sonradan duyuyordum.
Bunun nedenini de hiç anlamadım.

Ben, Hollanda televizyonunda yayınlanan Türkçe sözleri, Hollandacaya çevirip alt yazı yaptığım yıllarda, önüme Yoneko adlı bir film koydular ve “Hadi bakalım tercümeye başla” dediler.

Film bir Japon yapımıydı ve tamamen Hıristiyanlık propagandası içeriyordu. İngilizce olan böyle bir filmin neden Hollandacaya değil de Türkçeye tercüme edilişine akıl erdiremedim. Yöneticilere, “Bu filmi tercüme ederim ama, yayınlanmadan önce hem gazetemde ve hem de kendi televizyon programımda eleştiririm” dedim ve yayın öncesi durumu izah eden haberlerimi yaptım ve nedenini sordum.

Ne var ki, o meslektaş yine devreye girmiş olacak ki, filmin yayınından sonra bana, müslüman kardeşlerimden küfür dolu mektuplar geldi. Zira bu müslüman kardeşlere, filmi benim yayınlattığım iddiaları fısıldanmıştı.

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles17-.jpg
Yukarıdaki Hollandaca kupürde, “Hürriyet’in Hollanda muhabiri İlhan Karaçay,
Japon Hıristiyanlık propagandası filmini ‘mide bunaltıcı’ olarak niteledi” yazıyordu.

SONUÇ
Ne mutlu ki, 56 yıldır yaşadığım ve gazetecilik yaptığım Hollanda’da ürettiğim eserler, pek çok okurum tarafından takdir edilmiştir.
Beşiktaş taraftarı olduğum halde, Hollanda Beşiktaşlılar Derneği’ne üye bile olmadığımı, CHP taraftarı bir ailenin çocuğu olmamın yanında, CHP’de Gençlik Kolu Başkanlığı yaptığım halde, CHP’den uzak durduğumu bilen ve takdir edenler de vardır.

İsterseniz duruma biraz daha açıklık getirmek için, daha sonra benimle bu konuda yapılan bir röportajı sizlere sunayım. Böylece, benim gazetecilik yaşamımdaki tarafsızlığı ve dürüstlüğü, bir nebze olsun gözler önüne sermiş olurum. Kalın sağlıcakla.

İŞTE O RÖPORTAJDAN KESİTLER

Gazeteci.nl: Yanlış istifhamları ortadan kaldırmak için soruyorum. O zaman İslam’a bakışınız nasıldı?

İlhan Karaçay: ”Hollanda’da, İslam inancında olan Müslümanlar, namaz kılmak için önce mescit yerleri, sonra da cami isteğinde bulundular. Müslümanlar dernekleşmeye başladılar. Dernekler kuruldu. Daha sonra dernekleri bir çatı altında toplayan Federasyon kuruldu. Ondan sonra da Federasyonlar’ın birleştiği Konfederasyon kuruldu. İbrahim Görmez, hem federasyonda ve hem de konfederasyonda başkanlık yapmıştı. Ben o zamanlar gerek televizyondaki yayınlarımda ve gerekse Hürriyet’teki yayınlarımda hep yurttaşlarımızdan yana oldum ve destekledim. Ülkede, Katolikler, Protestanlar, Evangelistler ve Yahudiler için TV ve Radyo yayınları vardı ama Müslümanlar için yoktu. Bunun mücadelesi başladı.
Ben yukarıdaki tüm faaliyetlerde gerek gazetemde ve gerekse TV programlarımda hep destekçi oldum. Ama ne yazık ki, o zamanlar Hürriyet gazetesini düşman, Tercüman gazetesini dost bilen bazı kişiler, bana çok uzak durdukları için beni anlayamadılar.”

Gazeteci.nl: Sizin NOS’ta Pasaport programını yaptığınız dönemde, Hollanda televizyonunda YONEKO adlı bir film yayınlanmıştı. O kunuyu burada açıklar mısınız?

İlhan Karaçay: ”1978 yılının mayıs ayında, EO adlı Evangelist TV İstasyonunun, sırf Hıristiyan propagandası yapılan YONEKO adlı İngilizce bir filmin, özellikle Türkçe alt yazılı yayınlayacağını öğrendiğim zaman, gerek kendi TV yayınımda ve gerekse Hürriyet’te ‘Neden ille de Türkçe’ diye protesto etmiştim. Ama ne yazık ki sırf Tercüman okuyan ve benim yayınlarımdan habersiz olanlar, NOS Televizyonunda çalıştığım için, o yayını da benim yaptığımı sanarak bana çok ağır ve çirkin iki mektup göndermişlerdi. Zira, Türkiye’de o zaman TRT ne ise, burada da NOS televizyonunun konumunu aynı zannedenler, diğer yayın kurumlarının kendi ideoloji ve inançları doğrultusunda yayın yaptıklarını bilmiyorlardı. Her televizyon kanalında yayınlanan programda benim parmağım olduğunu sanıyorlardı. Tabii ki, bazı kışkırtıcıların iftiraları da etkili oluyordu”

Gazeteci.nl: Sonrasında hakkınızdaki fikirler değişti mi?

İlhan Karaçay: ”Tabii ki. Gün geldi, yukarıda anlattığım bilinmeyenler, bilinir hale geldi. Ne mutlu ki, o zamanlar Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanlığı ve İslam Yayın Kurumu Başkanlığı yapmış olan İbrahim Görmez, ‘Senin değerini o zaman bilemedik. Nifakçılar seni hedef almışlardı. Şimdi senin İslam’a ve devletimize ne kadar yararlı olduğunu daha iyi anladık.’ deme medeniyetini gösterdi. Sağolsun İbrahim Görmez…”

Değerli Okurlarım,
Gazeteci.nl haber portalının benim ile yapmış olduğu söyleşiyi okursanız, benim her özelliğimi tüm çıplaklığıyla görmüş olursunuz. Zahmet edin ve o yılların şartlarını gözler önüne serecek olan bu röportajı okuyun lütfen.
Bundan sonra takdir tabii ki sizin.

Duayen gazeteci İlhan Karaçay ile özel röportaj:

‘HOLLANDA, PEK ÇOK ŞEY İÇİN TÜRKİYE’YE MÜTEŞEKKİR KALMALIDIR’

*Türkler ile Hollandalılar arasındaki fark çok mudur?
*Hollanda, Türkiye’ye müteşekkir kalmalı mıdır?
*Neden acaba?
*Hollandalı Türkler, aralarında neden kavga ederler?
*Hollanda’nın Türk gazetecisi İlhan Karaçay, bu çok özel röportajda bunları anlatacak.
*Karaçay, bunun için derinlere inecek.
*Küfüre karşı bir Türk nasıl reaksiyon gösterir?
*Hollandalılar hakarete karşı ne reaksiyon gösterirler?
*Bu roportajda, buraya gelen ilk Türkler’in sorunlarına değinilecek ve yalan haberler konusu da gündeme gelecek.


https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/Gazeteci.nl%E2%80%99de-y%C4%B1l%C4%B1n-r%C3%B6portaj%C4%B1-.jpeg

Hollanda’ya Türk işçi göçü, 1960’lı yılların başında başlamıştır. İki ülke arasındaki işçi sözleşmesi ise 1964 yılında imzalanmıştır. Yani tam 57 yıl önce.

Türkler, Hollanda’daki zorlu yılları atlatıp, kendi sorunlarını halletmeye başlayıp refaha kavuştuktan sonra siyasi ve dini bir kutuplaşma içine girdiler.1980 darbesi öncesinde başlayan bu kutuplaşmalar günümüze kadar devam etti. Türkler arasındaki kutuplaşmaların ortadan kaldırılması için devletimiz tarafından hiçbir girişim olmadı. Bazı akil insanlarımızın kısıtlı gayretleri de sorunun çözümlenmesine yetmedi.

Hollanda Türk göçü tarihinde, adı en çok geçmiş ve geçecek olan ve adı Hollanda ile özdeşleşmiş olan gazeteci ilhan Karaçay da bu akil insanlardan biri. İlhan Karaçay gerek ilk dönemlerde ve gerekse şimdilerde, pek çok konuda başrol oynayan isimlerden biri. Bu nedenle, Karaçay ile bu konuları içeren röportajı gerçekleştirdik.

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/BC328F7A-0D76-4207-9851-35C0B88CC918.jpeg

Gazeteci.nl: İlhan Bey, Hollanda’da yaşadığınız süre içinde pek çok olayı yaşayarak yazdınız ve görüntülediniz. Hollanda’daki Türkler arasında meydana gelen olaylar içinde kavgalar da var. Nedir bu kavgaların içyüzü?

İlhan Karaçay: ”Hollanda’daki 50 yılı aşkın zaman biriminde, burada yaşayan Türk kökenliler arasında yaşanan, siyasi, dini ve dünyevi anlaşmazlıklar çoğu zaman çok can sıkıcı olmuştur. Yaratılmış olan biz insanlar, karekter ve huy olarak, tüm canlılardan daha farklıyızdır. Bizi yaratan, diğer canlılarla barışık bir yaşam sürmemizi istemiş olmasına rağmen biz insanlar, birbirimize şiddet uygulayarak üstünlük sağlamaya çalışmışızdır. Vahşi doğayı bilmem ama, biz insanlar önce kendimiz ile, sonra da diğer insanlar ile barışık olmalıyız. Yaşadığımız gök kubbenin altında, kimsenin kimseden üstünlüğü olmamalıdır. Bunun aksi, bizi barışa değil, savaşa götürür. Anlaşamayan insanların, aralarındaki ihtiafı çözmek için saygın aracılara veya yargıçlara ihtiyaç vardır. Ama ne yazık ki, bazı insanları ne saygın arabulucular ve ne de yargıçlar barıştıramıyorlar.”

Gazeteci.nl: İlk yıllarınızdan biraz söz eder misiniz?

İlhan Karaçay: ”1966 yılında 4 ay turist olarak kalıp Türkiye’ye geri döndüğüm ve sonradan 1967 yılının 10 kasımında yeniden geldiğim Hollanda’da, tam 51 yıldır yaşıyorum. Buraya gelir gelmez başladığım gazetecilik yaşamımda, ilişki içinde olduğum yurttaşlarım arasında, ne dini ve ne de siyasi bir farklılık gözetmeden iş yaptım. Yardımlarına koştuğum yurttaşlarımız arasında da ayrımcılık yapmadım. İlk yıllarda büyük zorluklar çeken yurttaşlarımıza, sadece yayın yoluyla değil, kişi ve mercilerle bizzat temas kurarak yardımcı olmaya çalışıyordum. Gazetelere yazıyor ve televizyonlarda programlar yapıyordum. Epeyi de ünlenmiştim. Eee, insan halidir, kimi uzun burnumu, kimi saç özürlülüğümü öne sürerek beğenmemiş olacağı gibi, beni beğenen ve takdir edenler olmuştur.” Yurttaşlarımızın bir kısmı, Hollanda’daki sorunların hafiflemesinden sonra, buradaki sorunları bir kenara bırakıp, anavatandaki siyasi ve dini çekişmelere odaklanmışlardı. Sağcı ve solcu kavgası buralara da sıçramıştı.

Gazeteci.nl: Neydi bu sağcılık ve solculuk konusu?

İlhan Karaçay: ”İsterseniz önce, bu sağ ve sol kavramının nereden kaynaklandığını anlatayım: Fransa’nın bilmem kaçıncı Kralı Louis’in , meclis kararlarını sürekli veto etmesini önlemek için özel bir oturum yapılıyor. Değişime açık olmayan muhafazakar kesimle, monarşiyi destekleyen, kralın veto hakkının olmasını isteyen ve genel anlamda toplumun kaymak tabakasında olan insanlar ‘sağ’ tarafa oturdular.O zamanki toplum düzeninin ilerici görüşlü burjuvazi temsilcileri, köylü hakkını ve ileriyi savunan, değişimi isteyen temsilciler de ‘sol’ tarafa oturdular. Anlayacağınız, o günden bu güne, ileriyi, değişimi, yeniliği, hak ve özgürlüğü, en önemlisi ise herkesin eşit olduğunu savunan insanlara ‘solcu’, muhafazakar olan, değişime, yeniliğe, hak ve özgürlüklere ve eşitliğe yakın olmayan insanlar da ‘sağcı’ olarak nitelenmeye başlandı. Tabii ki bu anlatım, Amerika’da başka, Asya’da başka ve Avrupa’da başka türlü de yorumlanıyor.”

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/BD42B669-16E6-481D-B8B0-CC4B1E5D2286.jpeg

Gazeteci.nl: O dönemlerde Hollanda’daki Türkler’in durumu neydi?

İlhan Karaçay: ”O zamanlar, işte böyle sağcı ve solcu diye nitelenenler arasında kıyasıya bir çekişme başlamıştı. Türkiye’deki anarşik cinayetler korkusu, Utrecht’te bir futbol maçı sonrasında yaşanan cinayet ile Hollanda’ya da taşınmıştı. Zira o zaman, siyaseti futbola karıştırmak istemeyen Muzaffer Çavuşoğlu adlı bir gencimiz, bir siyasi grubun gadrine uğramış ve futbol sahasında öldürülmüştü.”

Gazeteci.nl: Bu olay karşısında sizin tutumunuz neydi?

İlhan Karaçay: ”O zamanki siyasi çekişmeler cereyan ederken, ben bu çekişmelerde ne sağcılardan yana oldum ne de solculardan yana. Böyle olunca da, beni kendilerinden olmadığım için, iki grup da düşman belledi. Özellikle ‘Düşman’ diye yazdım. Zira Hollanda polisi, beni önce sağcıların, bir yıl sonra da solcuların öldüreceği ihbarları ile iki defa korumaya almak istemişti. Ben her iki koruma isteğini ret etmiştim. ‘Benim yurttaşlarım bana kızarlar ama, beni öldürecek derecede düşmanlık yapmadığım için bunu yapmazlar’ dedim. Buna rağmen polis beni, kurşun geçirmez çelik yelek giymem için zorladı. Aylarca kilolarca ağılıktaki çelik yelek ile dolaştım. Ne mutlu ki bana hiçbir saldırı olmadı ve o yıllar mazide kaldı.

Gazeteci.nl: Yanlış istifhamları ortadan kaldırmak için soruyorum. O zaman İslam’a bakışınız nasıldı?

İlhan Karaçay: ”Hollanda’da, İslam inancında olan Müslümanlar, namaz kılmak için önce mescit yerleri, sonra da cami isteğinde bulundular. Müslümanlar dernekleşmeye başladılar. Dernekler kuruldu. Daha sonra dernekleri bir çatı altında toplayan Federasyon kuruldu. Daha sonra da Federasyonlar’ın birleştiği Konfederasyon kuruldu. İbrahim Görmez, hem federasyonda ve hem de konfederasyonda başkanlık yapmıştı. Ben o zamanlar gerek televizyondaki yayınlarımda ve gerekse Hürriyet’teki yayınlarımda hep yurttaşlarımızdan yana oldum ve destekledim. Ülkede, Katolikler, Protestanlar, Evangelistler ve Yahudiler için TV ve Radyo yayınları vardı ama Müslümanlar için yoktu. Bunun mücadelesi başladı.

Ben yukarıdaki tüm faaliyetlerde gerek gazetemde ve gerekse TV programlarımda hep destekçi oldum. Ama ne yazık ki, o zamanlar Hürriyet gazetesini düşman, Tercüman gazetesini dost bilen bazı kişiler, bana çok uzak durdukları için beni anlayamadılar.”

Gazeteci.nl: Sizin NOS’ta Pasaport programını yaptığınız dönemde, Hollanda televizyonunda YONEKO adlı bir film yayınlanmıştı. O kunuyu burada açıklar mısınız?

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/A9DBBB57-FA81-4817-BE07-787441DF75E8.jpeg

İlhan Karaçay: ”1978 yılının mayıs ayında, EO adli Evangelist TV İstasyonunun, sırf Hıristiyan propagandası yapılan YONEKO adlı İngilizce bir filmin, özellikle Türkçe alt yazılı yayınlayacağını öğrendiğim zaman, gerek kendi TV yayınımda ve gerekse Hürriyet’te ‘Neden ille de Türkçe’ diye protesto etmiştim. Ama ne yazık ki sırf Tercüman okuyan ve benim yayınlarımdan habersiz olanlar, NOS Televizyonunda çalıştığım için, o yayını da benim yaptığımı sanarak bana çok ağır ve çirkin iki mektup göndermişlerdi. Zıra, Türkiye’de o zaman TRT ne ise, burada da NOS televizyonunun konumunu aynı zannedenler, diğer yayın kurumlarının kendi ideoloji ve inançları doğrultusunda yayın yaptıklarını bilmiyorlardı. Her televizyon kanalında yayınlanan programda benim parmağım olduğunu sanıyorlardı.”

Gazeteci.nl: Sonrasında hakkınızdaki fikirler değişti mi?

İlhan Karaçay: ”Tabii ki. Gün geldi, yukarıda anlattığım bilinmeyenler, bilinir hale geldi. Ne mutlu ki, o zamanlar Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanlığı ve İslam Yayın Kurumu Başkanlığı yapmış olan İbrahim Görmez, ‘Senin değerini o zaman bilemedik. Nifakçılar seni hedef almışlardı. Şimdi senin İslam’a ve devletimize ne kadar yararlı olduğunu daha iyi anladık.’ deme medeniyetini gösterdi. Sağolsun İbrahim Görmez…” Hollanda’da, geçmişte yapmış olduğunuz toplumsal ve bireysel yardım faaliyetlerinize biraz sonra gireceğim. Şu anda yaşananlar çok önemli.”

Gazeteci.nl: Nedir şimdi yaşananlar ve nedir bu kavgalarda sizin yeriniz?

İlhan Karaçay: ”O zamanki kavgalarda, yerimin ne olduğu anlaşılmıştır sanırım. ‘Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu’ yakıştırmasına uygun bir yerdeydim. Bazıları buna ‘renksizlik’ diyordu ama, benim ne kadar renkli olduğumu bilenler de vardı. İçinde bulunduğumuz kavgalara ve bu kavgalarda benim yerimin ne olduğuna gelince: Refah düzeyi artan yurttaşlarımız, buradaki sorunlarından bir nebze kurtulduktan sonra, particiliği, inanç ayrıcalığını ve hatta Türkiye’deki futbol takımı sevdasını abartılı bir hale getirdiler. Daha önce bu konularda arada bir tartışanlar, sosyal medyanın yaygınlaşmasından sonra, birbirlerine hakaret etmeye başladılar. Eski dostlar düşman olmaya başladı. Bırakın siyasi ve dini düşünceyi, Fenerbahçeli ile Galatasaraylı bile birbirlerine düşman oldular. Ben Beşiktaşlı olduğum halde, Hollanda Beşiktaşlılar Derneği’ne üye bile olmadım. Çünkü ben işimde tarafsızlığımı inandırıcı bir şekilde ortaya koymalıydım.”

Gazeteci.nl: Son günlerdeki kargaşa hakkında neler diyeceksiniz?

İlhan Karaçay: ”15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise, bir Erdoğancı-Fetöcü kavgası patlak verdi. Gruplar arasında çekişmeler ve hatta ufak tefek atışmalar meydana geldi. Hollanda’yı yönetenler bu durumdan rahatsız oldu. Araştırmalar yapıldı. Türk kuruluşlarından beşi, Başbakan yardımcısı Ascher’in emriyle araştırıldı. Pek çok konuda polis devreye girdi. Bakanlık ve istihbarat elemanları Türkler arasında mekik dokumaya başladı. Sonra şikayetler, dedikodular ve iftiralar baş gösterdi. Türkler, sosyal medyada birbirleri ile kabaca tartışmaya başladılar. Herkes birbirini suçluyor ve bir paye yakıştırıyordu. Tam anlamıyla, çok rahatsız edici bir durum söz konusuydu. Eskiden komuşularıyla muhabbet içinde yaşayan insanlarımız, şimdi o komuşularının yarısını kaybetmiş durumda. İnsanlar birbirlerine düşman gibi bakıyorlar.”

Gazeteci.nl: Sosyal medyada da bir kavga sürüp gidiyor. Nedir buradaki sorun?

İlhan Karaçay: “Yukarıdaki olumsuzluklar yetmezmiş gibi, eline kalem alan (Daha doğrusu bilgisayar veya akıllı telefon kullanan) bir yığın insan yorumlar yazmaya başladılar. Kimi Facebook’ta, kimi Instagram’da, kimi WhatsAap’ta, kimi Twitter’de ve Messenger’de yazıp yazıp gönderiyordu. Tabii ki bu ara kendi web sitelerini yayına sokmuş olanlar da vardı. Elindeki kara kalemi istediklerininin üzerine çalıyorlardı. Naçizane şahsım için bile bazen olumsuz satırlar yazılıyordu.
Ben bunları hiç sorun yapmıyordum. Benim için olumsuz yazanlar ile temasa geçiyor, biraraya geliyor ve olumsuzlukları düzeltme yoluna gitmeyi tercih ediyordum. Zira ben, eskiden olduğu gibi, şimdi de hiçbir yurttaşım ile kavgalı olmayı ve kavgalı kalmayı tercih etmiyorum. Kendi meselelerimi, kendime özgü tavır ve hareketlerimle halletmeye çalışıyorum.”

Gazeteci.nl: Siz bu konularda akıllı davranıyorsunuz. Peki diğerleri ne yapıyorlar?

İlhan Karaçay: ”Ne var ki, aynı yayınlardan rahatsız olan bazı dostlar, web sitelerinde kendilerini yeren kişilere karşı harekete geçtiler. ‘Kamuoyuna’ diye bildiriler yayınladılar ve kendileri için kötü yazanlara karşı sert yanıt verdiler.
İşte o saatten sonra olanlar oldu. Bu kez web sitesi yazarları karşı hücuma geçti. Ama yazılanlar arasındaki kelimeler yenilir içilir cinsten değildi. Ağır hakaretler ve kişisel ailevi suçlamalar çok can sıktı. ‘Kamuoyuna’ duyurusunu yazanlar, daha sonra bunu bir imza kampanyasına dönüştürdü. Site yazarları bu kez imza atanlara saldırdı. Tabii ki tüm bu olanlar, Hollanda’yı yönetenlerin gözünden kaçmadı. İstihbaratçılar, patronlarına bilgi vermek için bu konuyu da araştırmaya başladılar bile.”

Gazeteci.nl: Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

İlhan Karaçay: ”Yalan söylemeyeyim. ‘Kamuoyuna’ diye başlayan bildiriye neden imza atmadığımı soranlar olduğu gibi, ‘imza atma’ diyenler de oldu. Ben her iki tarafa da, kimsenin etkisi altında kalmayacağımı, her hareketimi kendi sağduyumla yapacağımı ve bu gidişatın hiç hoş olmadığını ve hatta çok kötü olduğunu belirttim. Bu sorunun küfürleşme ve yargıyla çözümleneceğine inanmıyorum. Benim aleyhime de yazılanlar olduğu halde, bu sorunun diyalog ile çözüleceğine inanıyorum.”

Gazeteci.nl: Siz bu konuda nerede duruyorsunuz?

İlhan Karaçay: ”Akil bir dost bana şu tavsiyede bulundu: ”Bak İlhan, sen her zaman olduğu gibi bu kavganın dışındasın ve hatta üstündesin. Yoluna böyle devam et.”. Ben de tıpkı 51 yıldır yaptığım gibi, yurttaşlarımız arasında gelişmekte olan bu kavgaların dışında kalıyorum. Bana, eskiden olduğu gibi ‘Renksiz ve korkak’ diyenler çıkacaktır. Ama beni yakından tanıyanlar ne kadar renkli ve ne kadar da cesur olduğumu ifade edeceklerdir. Zira ben, Hollanda’daki Türkler’in tarihi yazıldığı zaman, İlhan Karaçay adının tertemiz yazılması dilemekteyim”

Medya kontrol edilecek!

Gazeteci.nl: Hollanda ve Avrupa’daki ana akım medya ve sosyal medya konusundaki son durum nedir, önlemler alınıyor mu?

İlhan Karaçay: ”Sosyal medyada hakaret ve iftira içeren yayınların ortadan kaldırılması için Avrupa Birliği ülkeleri ortak bir çalışma içine girdiler. Facebook, Twitter, Instagram, WhatsAap ve Messenger aracılığı ile yapılan hakaretlerin, bir hafta içinde kaldırılmaması halinde büyük cezalar konulacak. Ayrıca, Hollanda’nın üçüncü büyük gazetesi De Volkskrant, I&O Araştırma şirketine ,‘Yalan haberlerin toplumsal tartışmalara etkisi’ konulu bir araştırma yaptırdı.
Annieke Kranenberg tarafından kaleme alınan araştırma sonuçlarına göre, her üç Hollandalı’dan birisi, yalan haberle doğru haber arasındaki farkı ayıramıyor. Araştırmaya katılanlardan sadece yüzde 29’u, yalan haber ile doğru haberin farkına varabiliyor. Hollandalılar’ın yüzde 82 gibi ezici bir çoğunluğunun yalan haberlerden rahatsız oldukları, yalan haberlerin, demokrasi ve hukuk devletinin işleyişini tehdit ettiğini söylüyorlar. Okuyucunun genelde şuurlu olduğu, her habere hemen inanmayacağının altı çiziliyor. Örneğin, okuyucunun kendi ifadesine göre, Facebook’da yayınlanan haberlerin yüzde 71’i yanlış olabilir.

Gazeteci.nl: Peki, diğer Avrupa ülkeleri ne yapıyorlar bu konuda?

İlhan Karaçay: ”Yalan haberler, diğer Avrupa ülkelerinde de buradan farklı değil elbette. Yalan haberler ile mücadelede Hollanda ağır davranırken, Fransa ve Almanya sert önlemler alıyorlar. Geçen ay Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yalan haberlerle ilgili yeni bir yasanın yürürlüğe gireceğini söyledi. Macron’un seçimler sürecinde yalan haberlerden canı yanmıştı tabiiki. Almanya da geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili bir yasa sundu. Sosyal medyada nefret içeren haberleri yayından kaldırmayanlara ağır para cezası verilecek ve hesapları kapatılacak. Sahte ve yalan haberler için, Avrupa Komisyonu bu yıl bir dizi yaptırımlar getirecek. Komisyon, alanında uzman olan 39 kişi tesbit ederek çalışmalarına başladı. Brüksel’in vereceği karar, Avrupa ülkelerini harekete geçirecektir.Kişilerin yalan haberler karşısında zarar görmemesi, toplumsal düzeni zedelememesi, hukuken keskin önlemler alınması, hiç kimsenin yalan haberlerle başkalarının yaşam hakkını engellememesi için önlemler alınıyor.”

Gazeteci.nl: Sosyal medyada en çok rahatsızlık veren konu nedir?

İlhan Karaçay: “Bazı haber portallarını yönetenler, birisi hakkında kötü düşünülmesi için, kendi görüşlerinde ziyade, tribünlerde oturan hayalı insanları konuşturarak haber yapıyorlar. Ama artık bu taktiğe kimse inanmamaktadır.
Bu konuya dikkat edilmesini ve insanları sırf intikam almak için karalama kampanyası yapılmamasını diliyorum.”

EN SON GELİŞME

Gazeteci.nl: Türkiyemizdeki son gelişmeler hakkında da anlaşmazlık çıktı. Bu durm Türkiye’deki siyasetçiler arasında tatsızlık yaratıyor. Suriye’ye ‘Zeytindalı Çıkarması’. konusunda neler oluyor?

İlhan Karaçay: ”Milli bir dava olan bu girişim için, HDP haricindeki tüm siyasi partilerimiz onay verdi. Onay verildi ama, kurcalayıcı medya yine polemik yaratacak girişimlerde bulundu ve siyasileri değişik açılardan konuşturmaya başladı.
Dava milliydi ve onay almıştı. Ama, geçmişteki dış politikamız eleştirilmeye başlanınca, siyasilerimiz yeniden bir ağız dalaşına girdiler. (Bu konuda HDP’lileri kastetmiyorum). Siyasiler ağız dalaşına girince, yurttaşlar da konuşmaya ve yazmaya başladılar. Sosyal medya üzerinden yine hakaretler yağmaya başladı. Biri diğerine ‘Vatan haini’ diyor, diğeri de, ‘Çıkarcı sömürücü’ yanıtını veriyor. Kişisel sataşmalar da cabası…
Milli bir davada bile, çirkin siyasete başvuranlar, yurttaşlarımız arasındaki dostluk bağlarını bir kez daha çözülemeyecek düğüm haline getirdiler. Yazık, hem de çok yazık.
‘Sonumuz hayırlı olur inşallah’ diyerek sözlerimi tamamlıyorum.”

Geçmişte yaşananlar

Gazeteci.nl: Şimdi biraz da geçmişteki toplumsal hizmetlerinizden söz edelim. Hoofddorp’ta Türkler’in bir fabrikada boykot eylemi yaşanmıştı. O sorunu siz çözmüştünüz. Anlatır mısınız?

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/3D54D1F3-6C7F-480D-8162-2F2010EC2EB8.jpeg

İlhan Karaçay: ”1975 yılında, Hoofddorp’taki Dam Chips adlı fabrikada 160 Türk işçisi işgal eylemi başlatmıştı. İsveren Türkler’in işine derhal son vermişti ama Türkler fabrikayı terk etmiyorlardı. Olay Hollanda parlamentosunda konu olmuştu. Medya sırf bu konuyla meşguldu. Sendikaların girişimleri fayda etmiyordu.
Türkler’in ikamet ettikleri Haarlem kentine gittim. Türkler ile uzun uzun konuştum. Daha sonra fabrikanın patronunu aradım ve olayı her iki tarafı mutlu edecek bir şekilde sonlandıracağımı bildirdim. Patron önce görüşmeyi kabul etmedi. Birkaç kez daha aradım. Sonunda kabul etti. Türkler ile fabrikada toplandık. Sonuçta barışı sağladık. Ertesi gün Hollanda medyası, ‘Hiç kimsenin yapamadığını, Türkler’in ombudsmanı gazeteci İlhan Karaçay yaptı ve barış sağlandı’ haberini yayınladılar.

Journalist İlhan Karaçay als ombudsman

DAM betaalt over stakings-
periode

HOOFDDORP. – De Dam Fabriek zal
de Turkse werknemers.jtlen vrouwen en
één man, die door een misverstand bijna
twee weken deze maand in staking gin-
gen en inmiddels, na ontslag, weer in
dienst zijn genomen, het loon dat zij
over de periode zouden hebben gekregen
uitbetalen

Dit kwam donderdagmorgen tijdens
besprekingen tussen de Turkse journalist
en “ombudsman” Ilhan Karacay die voor
de belangen van de stakers opkwam en’

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/F741CA15-26FB-4B62-917F-6E8A4A3EE488.jpeg

Gazeteci.nl: Hollanda Kraliçesi Juliana’ya yazdığınız bir mektup hafızlardan silinmedi.
Neydi o kunu?

İlhan Karaçay: ”1975 yılının mart ayında, Helmond kentindeki bir okulda Türk öğrencilere büyük bir haksızlık yapılmıştı. O zamanlar her cumartesi günü Türk çocuklarına Türkçe ders ve İslam dini öğretiliyordu. Okul yönetimi bu durumu yasaklamıştı. Hollanda yine ayağa kalkmıştı. İşte o zaman ben Kraliçe Juliana’ya bir mektup yazmıştım. O mektup da Hollanda medyasında geniş yer buldu ve sonra da dersler yeniden başladı.

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/60775498-DEE7-48CD-91AA-36FED37F6C6C.jpeg

Gazeteci.nl: Sizin kaçak işçilere af konusunda da çalışmalarınız oldu. Anlatır mısınız?

İlhan Karaçay: ”1973 yılında, Hollanda’da ikamet ve çalışma izni olmayan ve ‘Kaçak işçi’ olarak adlandırılan insanlar için genel bir af verilmesi için bir komisyon oluşturmuştuk
Ben o zaman bu af için ‘Generaal pardon’ sözcüğünü seçmiştim. Bu sözcük Hollandalılar’ın diline pelesenk olmuştu. O zaman Hollanda’da çok ünlü bir İspanyol asıllı sendikacı vardı. Daha sonra ülkesine dönen ve orada Bakan olan bu ünlü sendikacı da bana ‘Bay General Pardon’ adını yakıştırmıştı.
O çalışmalar semersini vermiş ve daha sonra kaçak işçiler için af çıkmıştı.

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/82D4D941-A2EC-46CB-89FC-5F1A13D850A7.jpeg

Gazeteci.nl: Hollanda hükümeti, Türkiye’de yaşayan Türk çocukları için daha az çocuk ödeneği verilmesini istenmişti. Bu konuyu da anlatır mısınız?

İlhan Karaçay: ”1976 yılında, Hollanda Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda bir komisyonda yer almıştım. O zamanki hükümet, Türkler’in Türkiye’de yaşayan çocukları için, normalden daha düşük çocuk parası ödeneği verilmesi için bir çalışma yapıyordu. Gerekçe: Türkiye’de süt, sebze ve meyve daha ucuzdu. Ben ise o komisyonda, Türk çocuklarının Türkiye’de daha ucuz yaşamadıklarını, aksine, ebeveynler Avrupa’da olduğu için, Türkiye’de bıraktıkları çocuklar için daha fazla para harcadıklarını anlatmıştım. Benim anlatımım, hükümetin bu plandan vaz geçmesi için yeterli olmuştu.”

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/D3EC621E-9C1F-4612-9B4C-EB77E647C9E6.jpeg

Gazeteci.nl: Bir de Zwarte Markt (Kara Pazar) konusu var. Neydi o konu?

İlhan Karaçay: ”1983 yılında, Beverwijk’te kurulan dünyanın en büyük pazar yerinin kuruluş çalışmalarında ben de yer almıştım. Hollandalı girişimci Bart van Kampen pzarcılık yapıyordu. Zaandam kentindeki Bruynzeel fabrikasının avlusunda pazarcılık yapan Türkler’e yasak gelince, Bart van Kampen bana gelmiş ve Beverwijk kasabasındaki pazar yerinde Türkler’e yer vermek istediğini belirtmişti. Ben o zaman tanıdığım pazarcı Türkler’e ulaştığım gibi, Hürriyet ve Tercüman gazetelerine verdiğim ilanlar ve her tarafa astırdığım afişler ile büyük bir reklam kampanyası başlatmıştım. Daha sonra da Türkiye’den getirdiğimiz sanatçılarla bedava konserler ile binlerce Türk’ü pazar yerine çekmeye başladık. Dünyanın en büyük pazar yeri diyebileceğimiz bu yer, her hafta polis baskınıyla kapatılıyordu. O zaman pazar yerinde 100’ü aşkın Türk standı vardı.

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/80FB9784-6F24-4AFB-98D5-BE20757F0A06.jpeg
Polis baskınlarından kurtulabilmek için bir komisyon oluşturduk ve zamanın İçişleri Bakanı’a gittik. Bakan, ‘Nuh’ diyor ama ‘Peygamber’ demiyordu. Pazar gününün insanlar için istirahat günü olduğunda israr ediyordu.
O sırada ben söz aldım: ‘Sayın Bakan, Scheveningen, Noordwijk ve Katwijk gibi yerlerde pazar günü dükkanlar neden açık’ diye sordum. Bakan tam istediğim yantı verdi: ”Oradaki dükkanlar yabancılar için açık.”
Ben de cevabı hemen yapıştırdım: ‘İyi ama sayın Bakan, Kara Pazar denen yere hep yabancılar geliyor. Yabancıların Hollanda’da yararlanabilecekleri rekreasyon yerleri çok kısıtlı. Pazar yerine gelen yabancılar çocukları ile birlikte eğlenebiliyorlar. Ayrıcai yüzden fazla Türk işyeri açmış ve yüzlercesine de iş imkanı sağlamış durumda. Beni dikkatle dinleyen Bakan, elini masaya vurarak ani ve kesin kararını verdi: ”O zaman sadece Türk pazarı açık kalabilir.”

“Komisyondaki Hollandalılar itiraz edecek oldular ama, araya girerek, ‘Durun itiraz etmeyin. Bugün Türk pazarına izin verildi, yarın da Hollanda pazarına izin çıkar’ dedim. Daha sonraki aylarda gerek belediye ile ve gerekse Bakanlık mensuplarıyla yapılan görüşmelerden sonra Hollanda pazarı da açık kaldı. Ve o günden sonra Türk pazarı cumartesi ve pazar günleri hala faaliyet gösteriyor.”

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/8220D45F-9987-4100-B799-460BCF75C844.jpegGazeteci.nl: Bir de pazar yerindeki Türkler’in boykot eylemi vardı?

İlhan Karaçay: ”Türk pazarcılar, pazar yeri sahibi Van kampen’in kira sözleşmelerinden hoşnut değildiler. Başı çeken bir Türk pazarcı, Türklere ‘Boykot’ kararı aldırdı. Ertesi gün pazar yerine gelenler pazara giremediler. Uzaklardan pazar yerine gelenler boşuna gelmiş oldular. Kaldı ki, pazarın tanıtımı için büyük emek ve masraf sarfedilmişti. Pazar yeri sahibi Bart van Kampen.ikinci hafta da boykotu sürdürmesi beklenen Türkleri bu fikirden va geçirmek için beni aradı. Cumayı cumartesiye bağlayan gece pazar yerine gittim. Türk esnafı bir araya getirdim ve pazar yerine gelen binlerce kişinin bu hafta da geri dönmesi halinde, pazara bundan sonra hiç kimsenin gelmeyeceğini ve sonunda herkesin kaybedeceğini belirttim. Başı çeken Türk itiraz eder gibi oldu ama, esnafın büyük çoğunluğu bana inandı ve boykot sona erdi. Ertesi sabah beni arayan van kampen banka hesabımı istedi. Bana gece çalışması için bir meblağ gönderecekti. Kendisine teşekkür ettim ve havale edeceği parayı ret ettim.”

UÇUŞ VERGİSİ

Gazeteci.nl: İlhan bey, sizin Hollanda’da yaptığınız ses getiren girişmlerin haddi hesabı yok biliyoruz. Hatırladığımız kadarıyla bir de ‘Uçuş vergisi’ yasasını geri çektirmenizin hikayesi var. Anlatır mısınız?

– ”Memnuniyetle. 5-6 yıl önceydi. Hollanda hükümeti uçak biletlerine bir ‘Uçuş vergisi’ koymak için bir yasa tasarısı düzenliyordu. Bu tasarıya göre, Atina’ya uçacak olan yolcu hiç vergi ödemeyecek, ama Ankara veya Antalya’ya uçacak olan yolcu 35 ila 50 euro arasında bir vergi ödeyecekti. Bu teklif yasalaşırsa, tatile gidecek Türk ailelerine büyük bir maddi külfet yüklenecekti. Bu duruma önce Hollanda Seyahat Acentaları Birliği ANVR, daha sonra çeşitli havayolu şirketleri itirazlarda bulundular. Corendon firması da girişimde bulundu ama fayda etmedi.

Afbeelding met tekst, person, persoon, poseren Automatisch gegenereerde beschrijving
Utrecht Turizm Fuarı’nın açılış arifesindeydik. İşçi Partisi milletvekili olan eski dostum ve Agis’in Eski Genel Başkanı Eelke van der Veen’i aradım. Durum hakkında birşeyler yapılması gerektiğini söyledim. O da beni, bu tasarının hazırlayıcısı olan Paul Tang’a yönlendirdi. Aynı akşam Paul tang beni aradı ve ne istediğimi sordu. Ben de kendisine, iki gün sonra açılacak olan Turizm Fuarı’nda buluşma teklifinde bulundum. 6 Türk tur operatörü ve birkaç basın mensubu arkadaşım ile, Turizm Müşavirliğimizin standında buluştuk. Turizmci dostlar, biletlere eklenecek olan ‘Uçuş vergisi’nin yolcular için ağır bir yük olacağını anlattılar. Paul Tnng da, alınacak olan vergilerin, uçakların kirlettiği çevre için harcanacağını belirterek, çevre temizliliğini ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştı.
Toplantının sonucunda, fikir değişikliği olmadığı kanaatine vardım.
Ben de, ‘mademki bu işler siyasetle ve oy hesabıyla çözümlenir, o halde ben de bu işi bu yolla halletmeliyim’ diye düşündüm ve Paul Tang’ı tren istasyonuna kadar yolcu ederken konuşmaya başladım: ‘Bak Paul, sizin partiniz geçen seçimlerde, Ermeni davasını körü körüne desteklediğiniz için Türkler’den oy alamadı. Kaldı ki, bugüne kadar, sağcı olsun veya solcu olsun Türkler hep sizin partiye oy veriyorlardı. Şimdi bu uçak vergisi yüzünden Türk aileler size yine kızacak ve oy vermeyecekler. Sana tavsiyem, başkanınız Wouter Bos ile konuş ve bu durumu izah et’.

Afbeelding met tekst, persoon, mensen, groep Automatisch gegenereerde beschrijving

Paul Tang aynı akşam beni aradı ve Bos ile görüştüğünü, Maliye Bakanı ile de bu konuda randevu alındığını söyleyerek iyiye doğru bir işaret verdi.
Seyahat dalında faaliyet gösteren dostlara bunu anlattığım zaman bana, ‘Boş ver abi, bu iş böyle kalır’ diye umutsuz yanıtlar vermişlerdi.

Paul Tang ile konuşmam ocak ayında yapılmıştı. Mayıs ayı başında Mersin’deyken akşam telefonum çaldı. Hatta Paul Tang vardı. ‘Müjde Karaçay, uçak vergisi tasarısını geri çektim.‘ diye iyi haberi verdi.
Bu anlattıklarım, pek çok işin lobi faaliyeti ile nasıl çözümleneceğinin bir örneğidir.”

İlginç olaylar

İlhan Karaçay’ın 2002 yılında Kraliçe Beatrix’e yazdığı, 2017 yılında da şimdiki Başbakan Rutte’ye yazdığı mektuplar da, Türk ve Hollanda toplumunun barış içinde yaşayabilmeleri için, iyi niyetle yazılmış mektuplardı. Sorulara devam ediyoruz:

Gazeteci.nl: Siz Kraliçe Beatrix ve Başbakan Mark Rutte’ye de mektuplar yazdınız?

-‘Evet, 2002 ve 2017 yıllarında, Holland ave Türk toplumunun birlikte ve huzur içinde yaşayabilmeleri için yazmıştım o mektupları.

Gazetyeci.nl: Şimdi değişik bir konuya girelim. Türkler ile Hollandalılar arasında kültür, gelenek, din ve hiddetlenme farkı nedir?
-‘Ben şahsen 55 yıldır Hollanda’da yaşadığım ve çifte tabiyete sahip olduğum halde, bu gibi farklılıkları kendim yaşamadım ama başkalarının yaşadığına şahit oldum. Tabii ki herkesi aynı kefeye koymak doğru olmaz. Bu nedenle vereceğim örnekleri genelleştirmek istemiyorum ama, çoğunluğu kastettiğimi de belirtmek isterim.

Gazeteci.nl: Tabii ki objektif yanıt vereceksiniz. Peki bundan neden tereddüt ettiniz?

-‘Ben vereceğim örneklerde, ünlü düşünür ve yazar Aziz Nesin gibi hata yapmak istemiyorum. Aziz Nesin, Türk halkının yüze altmışının salak olduğunu iddia ettiği zaman çok eleştirilmiş ve hatta tehditler almıştı. Bunun üzerine Nesin bu kez şu cevabı verdi: ‘Yanlış söylemişim, Türk halkının yüzde sekseni salak.’
Aziz Nesin daha akıllı davranıp, ‘Türkler’in yüzde kırkı zekidir’ deseydi, diğer yizde altmışın salak olduğunu ifade etmiş olur ve kendisine bu kadar kızılmazdı.
Şimdi ben de Hollandalılar ile Türkler arasındaki farkı anlatırken, böyle bir hataya düşmemeye gayret edeceğim.’

Gazeteci.nl: Türkleri ve Hollandalıları ne kadar güvenilir buluyorsunuz?

-‘Hollandalılar bu konularda daha soğuk kanlı ve ihmalkârdır. Kendilerine yaptığınız bir yardım ve destek konusunda müteşekkir olurlar ama bunu çabucak da unutabilirler.
Bir örnek: Hollandalılar, İspanyollar ile 80 yıl süren savaşı, Osmanlıların bir nevi yardımı ile kazandılar. Prens Maurits, savaşın çok şiddetli geçtiği bölgeye, şükran borcu ödemek için ‘Türkiye’ adını verdi. Belçika’ya yakın olan Zeeland bölgesindeki Türkiye Köyü’nde bir de fahri büyükelçimiz var. Bayan Monique Strum, fahri büyükelçiliğimizi yaparken, Türkiye’yi tanıtarak iyi bir hizmet yapıyor.

Bir başka örnek: Hollanda devleti kurulduğu zaman, hiç bir devlet tanımaya yanaşmamıştı. Hollanda Büyükelçi Haga’yı İstanbul’a göndermişti. İki ay süren uzun bir bekleyişten sonra Sultan Ahmet tarafından kabul edildi. Sultan Ahmet, Venediklilerin, Almanların ve Fransızların karşı çıkmalarına rağmen Hollanda devletini ilk tanıyan oldu. Böylece, Hollanda’nın Akdeniz’de rahat dolaşmasını ve ticaret yapmasını sağlayan Sultan Ahmet, Hollanda’ya ikinci jesti yapmış oldu.
Hollanda, lale ile birlikte 80 çeşit çiçeği Türkiye’den elde ederek büyük paralar kazanıyor. Bunun için hâlâ festivaller yapılıyor.

Hollanda, seramik, tütün, kahve ve müzik aletlerini de Türkiye’den elde etti. Bu nedenle Hollanda Türkiye’ye müteşekkir kalmalı. Peki şimdi ne görüyoruz? Şimdiki Başbakan Mark Rutte, bu gerçeklerin tümünü bir kenara iterek, Türkiye’yi acımasızca eleştiriyor. Bu tutum dostluktan uzak bir tutumdur. Çok az bir Hollandalı grup, yukarıda anlattıklarımı bilir. Bunları bir kitapta toplayan da ben oldum. Sadece iyi tarihçiler ve benim kitabımı okuyanlar, Türkiye’nin Hollanda’ya yararlarını bilirler. Aynı Hollandalılar’ın bu bilinç ile Türkiye’ye karşı iyi niyet beslemeleri beklenir.’

Gazeteci.nl: Hiddet?
-‘Hollandalılar çok çabuk ve sık hiddetlenmezler. Örnek: Bir Türk bir Hollandalı’nın bacısına veya aile fertlerine küfür ederse, Hollandalılar o Türk’ün yüzüne anlamamışcasına soğuk soğuk bakarlar. Hatta Hollandalı o küfürü yapan Türk’e, ‘Git, evde seni bekliyorlar, bakalım seni kabul edecekler mi’ diye de soğuk bir yanıt verir.

Ama aynı küfür bir Türk’e yapılırsa, o küfürün sonunda şiddeli bir münakaşa ve belki de ölümle sonuçlanan kanlı bıçaklı bir kavga çıkar.

Bir örnek daha: Bir Türk, Hollandalı eşiyle kaynanasını ziyarete gider. Hoş sohbet sırasında Türk eşine kızar ve şaka yollu da olsa anasına söver. Hollandalı eşi de durumu anneye aynen aktarır: ‘Bak anne, benim kocam seni halledecekmiş’ der. Kaynananın cevabı çok soğuktur: ‘Aaaah ben senin için çok yaşlıyım’.
Düşünün, aynı durumda bir Türk kaynana neler yapmaz. En azından damadın başına bir sandalye veya papuç giydirir değil mi?’

Gazeteci.nl: Siyasi bir örnek verir misininz?
-‘Bir Türk politikacı Hollanda’ya kızarsa, ‘Heeeeeeyyy Holland’ diye başlar ve ‘Sem biz Nazi kalıntısısın, faşistsin, çıkarcısın’ diye bağırır. Buna karşın bir Hollandalı politikacı daha sakin görülür, kişiye ve topluma karşı nezaketini kaybetmez.’

Gazeteci.nl:-Türkler ile Hollandalılar arasındaki nezaket farkı nedir?
-‘Hollandalılar bu konuda genellikle yumuşak kalplidir. Başkalarıyla tartışma yaparken sadece konu üzerinde durular. Ama Türkler kendini kaybeder ve tartışmayı kişiselleştirir. Örneğin, bir Türk politikacı biriyle tartışma yaparken, birden bire ‘Sen bir koyunu bile güdemezsin’ diye bir laf eder. Geçmişteki seçim önceleri propaganda mitingleri sırasında en çok duyduğumuz, ‘Heeeyy, bay Kemal, ‘Heeeyyy bay Muharrem’ ve ‘Eveeeet bay Recep’ gibi çığlıklar oldu. Seçimler bitince ortalık sakinleşir gibi olur.’

Gazeteci.nl: Misafirperverlik?
-‘Her insan Türkler’in çok misafirperver olduğunu söyler.
Bir örnek: Marmaris’te gece saat 23.00’tür. Biri Türk, diğeri Hollandalı olan bir çift otellerine doğru yürümektedir. Yolu kısaltmak için bir bahçeden geçmek mecburiyetinde kalırlar. Endişeli bir şekilde bahçeden geçerken hiç beklenmedik bir durumla karşılaşırlar. Evin bahçesinde hâlâ rakı sofrasında oturanlar vardır. Korkularını ‘Buyurun soframıza’ diye bir ses siler. Teşekkür ederler ama ısrar üzerine sofraya otururlar. Böyle bir durumun, bir Hollandalının evinin bahçesinden geçerken yaşanması düşünülemez bile…
Hollanda’daki her Türk, Hollandalı komuşusunu yemeğe davet eder veya evine yemek götürür. Bir Hollandalı, ‘Böyle bir adet bizim kültürümüzde yoktur’ der ve kesip atar.’

Gazeteci.nl: Peki, kültüre bağlı adabımuaşeret farklılığı var mı?
-İki ülke insanları arasında bir farklılık ararsak, Türkler’in bu konuya daha çok dikkat ettiklerini söyleyebilirim. Belki elit çevrelerde denge sağlanır ama, halkın diğer kesiminde ağırlık Türklerde olur. Örnek: Ben misafirimi karşılarken, ayağımda ayakkabım v sırtımda ceketim ile kapıyı açar ve yer gösteririm. Bu evde de böyledir, ofiste de. Ama Hollandalılarda bu nezaket kuralı eksiktir.
Türklerde, yaşlı bir kişi geldiği zaman hemen ayağa kalkılır ve kendi sandalyeleri yaşlıya verilir. Ben başımdan geçen bir olayı anlatayım: Hollandali bir aile efradımda doğum günü kutlanıyordu. Eşimle gittiğim akraba evi kalabalıktı. Koltukta yeğenler oturuyordu ama, değil yer gösterme, ayağa bile kalkmadılar. Biz de portatif sandalyelerden aldık ve oturduk. Bir ara yeğenlerden biri koltuğu terketti. Aradan 10 dakika geçtiği halde gelmeyince ben o kultuğa oturdum. Az sonra geri dönen yeğen bana bakarak, ‘Ooooo, benim yerime oturmuşsunuz’ dedi ama, bu nezaketsizliğe hiç ses çıkarmadan oturmaya devam ettim. Yeğen 20 yaşındaydı ama nezaket konusunda hiçbir şey öğrenmemişti.’

Gazeteci.nl: Türkler ile Hollandalılar arasındaki dini inanç farklılığı nedir?
-‘Hollandalılar genelde hıristiyandır, Türkler ise müslüman. Türk, kadere inanır ve her şeyin alına yazılmış olduğunu kabul eder. Hollandalı da böyle bir inanç yoktur. Hollandalı ile bu konuyu tartışırken şunu duyabilirsiniz: ‘Madem ki her şeyin önceden yazılmış olduğuna inanıyorsunuz, o zaman size bir soru. Allah, birinin kaderine, üç yaşında bir çocuğa tecavüz edip öldürme rezaletini yazar mı? Üç yaşındaki çocuğun kaderi de bu mu?’

Türk, ecele inanır ve ölü gününün de yazlılı olduğunu savunur. Hollandalı da buna karşın
‘O zaman İskandinavyalı neden 90 yıldan fazla yaşıyor da, geri kalmış ülkelerde insanlar 30-40 yaşında ölüyor?’ diye soruyor. Tabii ki bu soruya da cevap verilemiyor.’

Gazeteci.nl: Peki aşka bakış açısı nedir?
-‘Aşk sınır tanımaz. Herkes birbirini şahane bir şekilde sevebilir. Ama benim saptamama göre, Doğuda (Türkiye) aşk, insanların ölümüne kadar sürecek olan bir şeydir. Burada Türk-Hollandalı ayrımı yapmamak gerekir ama, Hollandalı her konuda soğukkanlı olduğu gibi, aşk konusunda da soğukkanlı olabilir. Doğuluda aşk ölene kadardır ama Hollandalıda aşk ölüme kadar olmayabilir. Doğulu, inanılmaz olan aşkı seçer.’

Sonuç:

Hollanda’daki yaşamı boyunca, toplumsal konularda olduğu gibi, bireysel konularda da pek çok çalışmaları olan Karaçay, yurttaşları için işveren kapılarında, hastane kapılarında, karakol kapılarında ve akla gelemeyecek bir çok kapıda mücadele verdi.

Karaçay’ın bu faaliyetleri tabii ki Hollanda-Türk tarihinde yerini alacaktır.
*************

Yazılanları Hollandaca okumak isteyenleri de unutmamak lâzım:

Nederlands-Turks ervarend journalist İlhan Karaçay: ‘Nederland moet Turkije dankbaar blijven voor alles’

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles1011-.jpg

Verschillen Turken en Nederlanders veel van elkaar?
Moet Nederland Turkije dankbaar blijven voor alles?
Waarvoor eigenlijk?
Waarom ruziën Turkse Nederlanders met elkaar?
De Turks-Nederlandse journalist İlhan Karaçay doet zijn verhaal in een uniek interview met dit nieuwsmedium.
Hij duikt er diep in: hoe reageert de Turk op een scheldwoord?
Hoe reageren Nederlanders op beledigingen?
Ook wordt aandacht besteed aan voormalige problemen van de eerste Turken in Nederland en worden woorden gewisseld over de strijd tegen nepnieuws.

De migratie van Turkse gastarbeiders naar Nederland begon begin jaren zestig. Het arbeidscontract tussen de twee landen werd ondertekend in 1964. Dat is precies 57 jaar geleden.

Na zware jaren in Nederland pakten de gearriveerde Turken eigen problemen aan. Zij vestigden zich steeds beter in Nederland en trokken zich terug naar hun eigen politieke en religieuze hoeken. Deze polarisaties, die begonnen in het begin van de Turkse staatsgreep in 1980, worden tot op de dag van vandaag voortgezet. Er werden geen pogingen ondernomen om de polarisatie tussen Turken weg te nemen”, laat de prominente Turks-Nederlandse journalist İlhan Karaçay weten.

Inspanningen van sommige intellectuelen waren volgens hem niet voldoende om dit probleem op te lossen. Karaçay is ook een van die intellectuelen. Zijn naam wordt geassocieerd met Nederland en de Turkse immigratie. Karaçay is een van de namen die zowel vroeger als nu in veel onderwerpen een leidende rol speelt en een voortrekkersrol op zich heeft genomen.

-U heeft veel dingen meegemaakt tijdens uw verblijf in Nederland. U maakte hier als journalist vele berichtgevingen en fotoreportages over. Er zaten daar ook conflicten tussen van Turken in Nederland. Wat is de kern van deze ruzies?

-“In de afgelopen vijftig jaar hebben politieke en religieuze geschillen en meningsverschillen tussen Turkse mensen die in Nederland wonen vaak voor vervelende situaties gezorgd. Wij als mensen verschillen in karakter en gewoontes van andere levende wezens. Ondanks het feit dat onze schepper van ons verwacht dat we met elkaar in harmonie samenleven, proberen wij steeds superieur te zijn over de ander. Daar kwam ook geweld aan te pas”, vertelt Karaçay.

“Ik ken de wilde natuur niet, maar wij mensen moeten eerst vrede sluiten met onszelf en daarna met andere mensen. We leven samen op deze aardbol. Niemand mag zich hoger zien dan de ander. Want dat leidt niet tot vrede maar tot oorlog. Bij geschillen moeten gerespecteerde tussenpersonen of rechters de zaak oplossen. Maar helaas, soms zijn die bemiddelaars ook niet genoeg voor verzoening tussen mensen.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles1-.jpg

-Wilt u ons iets vertellen over uw eerste jaren in Nederland?

-“In 1966 verbleef ik vier maanden als toerist in Nederland, waarna ik terugkeerde naar Turkije. Op 10 november 1967 bezocht ik Nederland opnieuw. Sindsdien leef ik 51 jaar hier. Ik begon als journalist en maakte geen onderscheid tussen mijn landgenoten en mensen met verschillende politieke en religieuze opvattingen. Ik probeerde iedereen te helpen en discrimineerde daarbij niemand”, laat de Turks-Nederlandse journalist weten.

“Onze landgenoten hadden het zeer moeilijk in hun eerste jaren in Nederland. Ik sprak persoonlijk met ze. Ik schreef voor kranten en produceerde tv-items. Ik werd heel beroemd. We blijven mensen: sommige mochten me niet vanwege mijn lange neus of “kaal” hoofd, maar er waren ook mensen die me wel mochten en waardeerden.”

-Uw landgenoten richtten zich na verlichting van hun problemen in Nederland meer op de politieke en religieuze conflicten in hun thuisland. Aanhangers van linkse en rechtse ideologieën begonnen ook hier te ruziën. Wat was dat?

-“Laat ik jullie eerst vertellen waar het onderscheid tussen rechts en links vandaan komt. De Franse koning Louis ‘de zoveelste’ organiseerde steeds een speciale zitting om te voorkomen dat parlementaire beslissingen werden geblokkeerd. De conservatieven die tegen verandering, voor monarchie en een koning met vetorecht waren, zaten bij deze zitting aan de rechterzijde. Zij hadden het makkelijk in de samenleving. Aan de linkerzijde namen de vertegenwoordigers van de bourgeoisie, rechtsverdedigers van boeren en dorpelingen en mensen die hervorming wilden plaats”, legt Karaçay uit.

“Sinds deze periode staat links voor hervorming, innovatie, rechten en vrijheden en het belangrijkste: voor gelijkwaardigheid. Mensen die conservatief zijn en niet open staan voor verandering, innovatie, rechten en vrijheden worden rechts genoemd. Natuurlijk is dit verhaal anders in Amerika en Azië.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles18-.jpg

-En nu terug naar de Turken in Nederland, hoe zat het bij hun?

-“In Nederland was er ook een felle rivaliteit tussen rechtse en linkse mensen. De vrees voor anarchistische moorden in Turkije bereikte ook Nederland, toen na een voetbalwedstrijd in Utrecht Muzaffer Çavuşoğlu werd vermoord. Çavuşoğlu wilde politiek niet mengen met sport, maar werd door een politieke groep vermoord op het voetbalveld.”

-Wat vond u van deze gebeurtenis?

-Karaçay: “In die tijd van politieke converse was ik noch voorstander van rechts noch van links. Beide kanten riepen mij uit tot hun vijand, omdat ik geen kant koos. Ik schreef hierover een artikel met als titel ‘de vijand.’”

“Na berichten dat eerst de rechtse mensen en daarna een jaar later de linkse mensen mij wilde vermoorden, werd mij door de Nederlandse politie tweemaal bescherming aangeboden. Ik verwierp beide verzoeken. Ik gaf aan dat mijn landgenoten wel woedend op me konden zijn, maar niet zo ver zouden gaan om me te doden. Desondanks dwong de politie mij om een kogelvrij vest te dragen. Ik liep maandenlang met een zware stalen vest. Gelukkig ben ik niet aangevallen en zijn die tijden voorbij.”

-Om misverstanden te voorkomen, wat was toen uw kijk op de Islam?

-“In Nederland zochten moslims naar gebedsplekken en later naar moskeeën. Moslims begonnen zich te verenigen. Ze stichtten verengingen op en daarna koepelorganisaties en federaties. Later kwam ook een confederatie. İbrahim Görmez was toen voorzitter van zowel de federatie als de confederatie. Ik was verslaggever bij een televisiezender en bij het dagblad Hürriyet. Ik steunde mijn landgenoten in mijn publicaties.”

“In Nederland hadden katholieken, evangelisten en joden hun eigen tv- en radiozenders. Moslims niet, waardoor zij hiervoor begonnen te strijden. Ik steunde dat initiatief in mijn tv-programma’s en krant. Helaas zagen sommige mensen Hürriyet als vijand en Tercüman als vriend. Zij distantieerden zich van mij en begrepen mijn opvattingen niet.”

-Ten tijde dat u producer was van het programma ‘Paspoort’ van de NOS, werd op de EO de film Yoneko uitgezonden. Dat zorgde voor veel woede bij Turken. Wat gebeurde er toen?

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles17-.jpg

“In 1978 besloot de Evangelische Omroep (EO) de Engelse bekeringsfilm Yoneko met Turkse ondertiteling uit te zenden. Deze film zit vol met christelijke propaganda. Toen ik dit hoorde, protesteerde ik daartegen in mijn tv-uitzendingen en krant Hürriyet. In mijn artikel kopte ik: ‘Waarom persé in het Turks?’ Ik kreeg twee brieven vol zware en lelijke beledigingen van Tercüman-lezers, omdat ik bij de NOS werkte en voor Hürriyet schreef. Zij dachten dat ik die film had uitgezonden. Zij dachten dat de toenmalige staatszender TRT hetzelfde deed als de NOS. Zij wisten niet dat omroeporganisaties hier aan uitzendingen in overeenstemming met hun ideologie en overtuigingen deden. Ze dachten dat ik achter elk tv-item zat.”

-Denkt u er nu anders over?

-“Natuurlijk. De dag kwam dat alles bekend werd, ook onder niet wetenden. Gelukkig toonde İbrahim Görmez, toen president van de Federatie van Turks-Islamitische en Culturele Verenigingen en de Islamitische Nieuwsdienst, een stukje beschaving en zei dat men toen mijn waarde niet kenden. ‘Je was doelwit van onrustzaaiers. Nu hebben we meer begrip over hoe nuttig u bent geweest voor de Islam en onze staat.’ Bedankt daarvoor, İbrahim Görmez…”

-Voordat we over uw sociale en individuele hulpactiviteiten vragen, nog even iets te melden over de huidige gang van zaken, met name recente ruziën?

-“Ik denk dat het nu duidelijk is wat mijn positie is geweest in eerdere conflicten. Ik ben geen links of een rechtse aanhanger, ik doe slechts mijn werk. Wat betreft de huidige ruziën en mijn plek daarin: na de toenemende welvaart van onze burgers en verlossing van problemen in Nederland, werd men nog partijdiger. Men werd zelfs in Nederland overdreven fanatiek voor het Turkse voetbal.

“Vroeger bleef het enkel bij een discussie, nu is men – met de komst van sociale media – overgegaan tot regelrechte beledigingen. Oude vrienden werden vijanden. Laat staan dat discussies over politiek en het geloof gingen, zelfs fans van Fenerbahçe en Galatasaray in Nederland vlogen elkaar flink in de haren. Ik ben voor Beşiktaş maar ben niet lid van de Nederlandse Vereniging van Beşiktaşfans. Omdat ik geloofwaardig moet zijn en onpartijdig blijf in mijn werk.”

-Wat vindt u van de situatie in Nederland na de mislukte couppoging van twee jaar geleden in Turkije?

-“Na de couppoging van 15 juli 2016 brak er felle ruzie uit tussen de zogeheten Erdoğanisten en FETO’ers. Dit leidde tot serieuze conflicten. Bestuurders van Nederland voelden zich hierdoor ongemakkelijk en startten onderzoeken. Vijf Turkse organisaties werden na bevel van vicepremier Asscher onder de loep genomen. De politie greep vaak in.”

“Ambtenaren van een Nederlands ministerie en de inlichtingendienst bezochten vaak de Turkse gemeenschap. Kort daarna dienden Turken aanklachten tegen elkaar in en begonnen elkaar zwart te maken. Op sociale media discussieerde men er op los, geregeld op brutale wijze. Iedereen beschuldigde elkaar van betrokkenheid. Er was sprake van een zeer ongemakkelijke situatie. Vroeger leefde men in harmonie met de buren. Door de ruzies is men nu de helft van de buren kwijt. Mensen zien elkaar als vijanden.”

-Er woedde recent een online ruzie op sociale media tussen enkele nieuwswebsites en welbekende Turkse Nederlanders. Die begon nadat een van de jongere nieuwssites zijn wapen, de pen, negatief losliet op enkele Turkse Nederlanders. Dit schoot in het verkeerde keelgat bij getroffen Turken in Nederland, die deze acties middels een campagne, gericht aan de hele gemeenschap, met handtekeningen stevig hebben veroordeeld. Deze laatste actie zorgde ervoor dat het misging: de nieuwssite reageerde zwaar terug en beledigde personen en diens familieleden. Daarbij zijn zelfs scheldwoorden in kopteksten en nieuwsberichten gebruikt. Hoe denkt u daarover?

-“Alsof de ontstane spanningen tussen Turkse Nederlanders na de couppoging niet genoeg waren, begonnen diegenen die de beschikking hebben over een digitale pen en smartphone, met schrijven (zwartmaken) en reageren op diverse sociale media. Hieronder vallen ook degenen die een eigen website startten. Zij maakten zwart wie zij wilden. Soms schreven ze zelfs over mij, en wel op een heel negatieve wijze. Ik maakte daar geen problemen van. Ik riep ze bijeen en probeerde misverstanden en problemen samen op te lossen. Want ik wil, net zoals ik dat vroeger ook deed, geen ruzie met mijn landgenoten. Ik los de zaken op mijn eigen manier op”, zegt Karaçay.

-Dus u gebruikt uw verstand, wat doen de anderen?

-“Op dit moment wordt er nog steeds over en weer over elkaar geschreven. Sommige vrienden waren niet blij met wat deze website-eigenaren over hun schreven. Zij startten een campagne die gericht was aan de hele (Turks-Nederlandse) gemeenschap. Later werden handtekeningen verzameld tegen deze website eigenaren. Welbekende Turkse Nederlanders tekenden mee.”

Karaçay: “En toen barstte alles los. De desbetreffende website ging in de tegenaanval door iedereen die zijn handtekening onder de campagne te bestempelen als FETO’er of PKK’er. De gebruikte scheldwoorden kunnen niet door de beugel. Al die beledigingen, ook richting familieleden, waren erg vervelend”, legt Karaçay uit die een opvallende opmerking maakt: “En natuurlijk kijken ambtenaren van de Nederlandse inlichtingendienst mee, onderzoeken dit en rapporteren dit vervolgens aan hun superieuren.”

-Wat vindt u van die campagne?

-“Wat ik er van denk? Ik zal niet jokken: ik kreeg de vraag waarom ik geen handtekening heb gezet onder die publieke boodschap. Mij werd verzocht de publieke boodschap te signeren, echter reageerde ik met de opmerking dat ik niet beïnvloedbaar ben en dat ik niet gecharmeerd was over de manier waarop alles verliep. Ik ben van mening dat je niets bereikt met schelden en, in dit geval, ook niet veel met rechtszaken. Men schreef ook niet aardig over mij. Ik geloof in dialoog.”

-Waar bevindt u zich in deze zaak?

-“Een goede vriend zei ooit tegen mij: ‘Kijk İlhan, jij bemoeit je niet met ruzies en blijft er buiten. Zo sta je hoger. Ga zo door.’ Zo doe ik dat al 51 jaar. Ik distantieer mij van ruzies tussen mijn landgenoten. Ze gaan me, net zoals vroeger, laf en kleurloos (saai) noemen. Maar degene die mij echt kennen, zullen vertellen hoe dapper en kleurig ik ben. Als men de geschiedenis van Turken in Nederland schrijft, wil ik dat mijn naam vlekkeloos blijft”, zegt Karaçay.

-Controle over media en nepnieuws: wat is de actuele status van de mainstream-media in -Nederland en Europa en sociale media? Worden er maatregelen genomen?

-“Europese lidstaten hebben gezamenlijk besloten te gaan strijden tegen beledigingen, haatberichten, smaad en laster op sociale media. Mochten haatberichten op Facebook, Twitter, Instagram, Whatsapp en Messenger niet binnen een week worden verwijderd, volgen zware sancties. In opdracht van de Volkskrant heeft onderzoeksbureau I&O onderzocht wat het effect van nepnieuws is op de gemeenschap. Uit analyse van onderzoeksresultaten door Annieke Kranenberg blijkt dat één op de drie Nederlanders geen onderscheid kan maken tussen nepnieuws en echt nieuws.”

“Slechts 29 procent merkt op om wat voor type nieuws het gaat. Een groot deel van alle Nederlanders, 82 procent, stoort zich enorm om nepnieuws en vinden dat valse berichtgevingen een gevaar vormen voor democratie en rechtsstaat. Ook is in het Volkskrantartikel benadrukt dat nieuwslezers over het algemeen kritisch zijn en niet gelijk geloven wat men leest. Volgens deze ondervraagde lezers kan 71 procent van het nieuws op Facebook wellicht fout zijn”, merkt Karaçay op.

-Wat doen andere Europese landen hier tegen?

-“Natuurlijk is nepnieuws niet anders in andere Europese landen. In Nederland wordt te traag opgetreden tegen nepnieuws, maar in Frankrijk en Duitsland neemt men zware maatregelen. Recent liet de Franse president Emmanuel Macron weten dat er een wet in werking treedt tegen nepnieuws. Zelf was Macron ook getroffen tijdens verkiezingstijd door nepnieuws. In Duitsland is een wetsvoorstel ingediend. Haatberichten op sociale media dienen te worden verwijderd, anders volgt een geldboete en wordt de desbetreffende account verwijderd.”

“De Europese Commissie wil nog dit jaar de sancties bepalen tegen vals nieuws. De Commissie is hiermee gestart en heeft dit toegewezen aan 39 experts. Het besluit dat Brussel neemt, zal ervoor zorgen dat alle Europese landen tot actie overgaan. Zo wil men voorkomen dat nepnieuws schade toebrengt aan personen, de openbare orde, juridische processen en het persoonlijke leven van eenieder.”

-Aan wat stoort men zich het meest op sociale media?

-“Redacteuren van sommige nieuwsportalen kunnen, tegen hun eigen visie in, fictieve, niet-bestaande personen interviewen (verzinnen) met onjuiste opvattingen over een persoon als gevolg. Maar daar trapt men gelukkig steeds minder in. Ik hoop dat men hier voor uitkijkt zodat personen niet meer zwart gemaakt worden omwille wraak.”

-Wat er vroeger gebeurde. Laten we het over uw maatschappelijke activiteiten hebben. In Hoofddorp startten Turken een boycot en bezetten een fabriek. U loste dit probleem op. Hoe?

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles16-.jpg

-“In 1975 bezetten 160 Turkse medewerkers de fabriek Dam Chips. Hun werkgever ontsloeg hen op staande voet. Maar de Turken vertrokken niet en bleven op het fabrieksterrein. Dit zorgde voor Kamervragen. De media hield zich enkel met deze zaak bezig. Inspanningen van vakbonden mislukten. Ik ging toen naar Haarlem waar de Turken woonden en sprak heel lang met ze. Daarna belde ik de fabriekseigenaar en gaf aan dat ik beide kanten tevreden zou stellen. Eerst wilde de fabrieksbaas niet met mij in gesprek, echter na een paar keer bellen deed hij dit uiteindelijk toch.”

“We verzamelden ons met de Turken bij de fabriek. Het lukte ons vrede te sluiten tussen beide partijen. De volgende dag schreef de Nederlandse media dat “het de ombudsman van de Turken, journalist Ilhan Karacay, was gelukt wat niemand kon oplossen en dat beide partijen tot een overeenkomst zijn gekomen.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles19-.jpg

U schreef een brief naar koningin Juliana. Waarover?

“In maart 1975 werd op een school in Helmond Turkse scholieren grof onrecht aangedaan. Elke zaterdag kregen zij Turkse taallessen en religieus onderwijs. Op een gegeven moment verbood de schoolleiding die lessen. Dit zorgde voor ophef in Nederland. Ik besloot hierop een brief te schrijven aan koningin Juliana en vroeg om haar bemiddeling. De Nederlandse media pikte dit op en besteedde er veel aandacht aan. Het resultaat was dat de lessen werden hervat.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles9-.jpg

U werkte ook aan een generaal pardon voor arbeiders die toen onwettig in Nederland verbleven. Wat wilt u daarover delen?

-“In 1973 vormden wij een werkgroep voor buitenlandse arbeiders die niet legaal in Nederland konden verblijven. Zij waren bestempeld als illegale arbeiders. Ik kwam met de term ‘generaal pardon’. Dit werd ook zo door de Nederlandse overheid overgenomen. In die tijd was er een zeer bekende vakbondsman van Spaanse afkomst. Hij keerde later terug naar Spanje en noemde mij ‘Mijnheer Generaal Pardon’. Onze inspanningen hadden hun vruchten afgeworpen. De arbeiders kregen hun verblijfsvergunning”

https://gazeteci.nl/wp-content/uploads/2018/02/82D4D941-A2EC-46CB-89FC-5F1A13D850A7.jpeg

De Nederlandse regering wilde minder kinderbijslag betalen aan Turkse kinderen. Hoezo?

“In 1976 was ik betrokken bij een commissie van het Nederlandse ministerie van Sociale Zekerheid. De toenmalige regering was bezig met het inkorten van de kinderbijslag van Turken. Reden: in Turkije zou melk, groente en fruit goedkoper zijn dan in Nederland. Ik liet de commissie weten dat het omgekeerde het geval was. De Turkse kinderen leefden niet goedkoper in Turkije, omdat ouders in Europa leefden. Er werd dus juist meer uitgegeven aan de verzorging van de kinderen in Turkije. Mijn verhaal was genoeg voor de regering. Het plan was van de baan.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles10-.jpg

Dan was er nog de Zwarte Markt-kwestie. Waar ging dat over?

“Ik was in 1983 betrokken bij de oprichting van ‘s werelds grootste marktplaats in Beverwijk. De Nederlandse ondernemer Bart van Kampen was marktondernemer. Toen Turken voor de Bruynzeel-fabriek in Zaandam geen markt meer mochten opzetten, kwam Bart van Kampen naar mij toe. Hij zei dat hij deze Turken ruimte kon aanbieden in Beverwijk.”

“Ik startte daarop een groot reclamecampagne en benadrukte alle marktondernemers die ik kende. Ik adverteerde in de kranten Hürriyet en Tercüman en plaatste overal posters. Het lukte ons om duizenden Turken naar de markt in Beverwijk te trekken omdat we gratis concerten organiseerden. We vlogen artiesten en zangers uit Turkije in. Deze plek is de grootse markt ter wereld te noemen, maar werd wekelijks gesloten wegens politie-invallen. Beverwijk had op dat moment honderd Turkse stands.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles11-.jpg

“We besloten om een commissie op te richten om de politie-invallen tegen te gaan. We gingen naar de minister van Binnenlandse Zaken, echter deze bleef koppig en gaf aan dat de zondag een vrije dag moest blijven. Op dat moment nam ik het woord:  “Mijnheer de minister, waarom zijn in Scheveningen, Noordwijk en elders zondag alle winkels open?’ De minister gaf me precies het antwoord dat ik wilde horen: ‘De winkels zijn daar open voor buitenlanders.”

“Ik reageerde daar onmiddellijk op: ‘Goed mijnheer de minister, de Zwarte Markt is ook open voor vreemdelingen. Er zijn zeer beperkte recreatieve plekken voor buitenlanders in Nederland. Buitenlanders die naar deze markt komen, kunnen samen met hun kinderen een mooie en plezierige tijd beleven. Daarnaast hebben meer dan honderd Turkse bedrijven hun zaak geopend en daarmee honderden banen gecreëerd.’”

“De minister luisterde aandachtig naar mij. Hij sloeg met zijn hand op de tafel en besloot plotseling en standvastig dat de Turkse markt open mocht blijven. In eerste instantie leek het erop dat de Nederlanders in de commissie begonnen te protesteren. Ik greep in en zei: ‘Maak geen bezwaar. Vandaag wordt de Turkse markt toegestaan, morgen zal dat gelden voor de Nederlandse variant. In de maanden erna, mocht na onderhandelingen met de gemeente en leden van het ministerie, ook de Nederlandse markt open blijven. Sindsdien is de Turkse markt in Beverwijk nog steeds actief op zaterdag en zondag.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles15-.jpg

-Er was eens sprake van een marktboycot van de Turken. Wat gebeurde er?

-“Turkse marktondernemers waren op een gegeven moment niet blij met de huurcontracten met markteigenaar Van Kampen. Een vooraanstaande Turk besloot over te gaan tot een boycot. De volgende dag stond men voor een gesloten markt. Mensen die van ver kwamen, gingen met lege handen naar huis. Dit terwijl er veel kosten waren gemaakt om de bezoekers naar de markt te krijgen.”

“Markteigenaar Bart van Kampen had door dat Turken door zouden blijven protesteren en nam telefonisch contact met mij op. Ik reisde vrijdagnacht naar het marktplein. Ik bracht de Turkse marktondernemers bij elkaar en gaf aan dat bij een vervolgboycot niemand meer naar deze markt zou komen. Dan zou iedereen verliezen. De Turk die de boycot was gestart begon wat te mompelen. Maar het overgrote deel luisterde naar mij en besloot de boycot te stoppen.”

“De volgende dag werd ik door Van Kampen gebeld. Hij vroeg om mijn bankrekening. Hij wilde mij een honorarium sturen voor mijn nachtreis en werkzaamheden. Ik bedankte hem hiervoor en weigerde die vergoeding.”

Bijzondere gebeurtenissen

-U schreef ook brieven aan koningin Beatrix en premier Mark Rutte.

-“Ja, die brieven zijn in 2002 en 2017 met goede bedoelingen geschreven zodat het Turkse en Nederlandse volk in vrede kan leven.”

-Dan zijn we nu bij een ander onderwerp beland. Wat zijn de verschillen tussen Turken en Nederlands op het gebied van cultuur, traditie, geloof en boosheid?

-“Hoewel ik al vijfenfijftig jaar in Nederland leef als Turkse Nederlander en dus een dubbele nationaliteit heb, is het niet alleen lastig om het over deze verschillen te hebben, maar ook risicovol. Het is niet juist om iedereen over een kam te scheren. Daarom wil ik met de voorbeelden die ik geef niet generaliseren, maar benadruk wel hiermee dat het om het merendeel gaat.”

-U zal natuurlijk objectief antwoorden. Waarom aarzelt u hierover?

-“Ik zal in mijn vergelijkingen niet de fout maken van de bekende denker en schrijver Aziz Nesin. Die zei dat ‘zestig procent van de Turken dom zijn’ en zorgde voor enorme ophef. Op de hevige kritiek die hij ontving, haalde Nesin uit dat hij het “fout had en dat tachtig procent van de Turken dom zijn’. Als Aziz Nesin slim was geweest had hij gereageerd dat ‘veertig procent van de Turken intelligent zijn’. Zo zou men begrijpen dat hij het over de ‘overige zestig procent’ had en zou hij niet zo bekritiseerd worden.”

“Nu ga ik in mijn vergelijking tussen Turken en Nederlanders niet dezelfde fout maken als Aziz Nesin en probeer te kijken naar een halfvol glas in plaats van een halfleeg glas.”

-Hoe trouw vindt u Turken en Nederlanders?

-“Nederlanders zijn op dit punt wat koelbloedig en nonchalant. Ze zijn je dankbaar na een behulpzame daad en gunst, maar kunnen deze ook snel vergeten. Voorbeeld: de Tachtigjarige Oorlog tussen Nederland en Spanje werd gewonnen dankzij invloed van het Ottomaanse Rijk. De toenmalige Prins Maurits gaf aan de plek waar het hevigst is gestreden de naam: ‘Turkije’ (provincie Zeeland) als dank voor de hulp van de Ottomanen. Op deze plek dicht bij de Belgische grens hebben we zelfs een honorair ambassadrice genaamd Monique Strum.”

Karaçay: “Nederland werd na stichting door geen enkel land erkend. De Nederlanders stuurden daarop ambassadeur Haga naar Istanboel. Haga werd na lang wachten ontvangen door Sultan Ahmet. Die erkende de Nederlandse staat wel, ondanks dat de Venetianen, Duitsers en Fransen hier fel op tegen waren. Sultan Ahmet gaf Nederland toestemming tot handel in regio van de Middellandse Zee. Turkije was het eerste land dat Nederland heeft erkend. En dat deed Turkije terwijl het één van de machtigste landen ter wereld was. Nederland verdiende en verdient nog steeds veel geld aan de tulp en tachtig andere bloemsoorten, die uit Turkije naar Nederland zijn gebracht. Hier worden ook festivals over gehouden.”

“Nederland profiteerde ook van de keramiek, tabak, koffie en muziekinstrumenten uit Turkije. Nederland moet Turkije dankbaar blijven. Wat zien we nu? De huidige premier van Nederland, Mark Rutte, schuift dit alles op zij. Zijn anti-Turkije uitspraken en houding zijn verreweg van trouwheid. Slechts een klein deel van de Nederlanders is op de hoogte van wat ik hierboven heb verteld. Ik ben tot op heden de enige die hierover een boek heeft geschreven. Alleen de lezers van dit boek en goede historici weten wat Turkije allemaal voor Nederland heeft betekend. De Nederlanders die de juiste informatie lezen, zullen Turkije vanaf nu (hopelijk) wel dankbaar zijn.”

-Woede?

-“Nederlanders worden niet vaak en ook niet snel boos. Voorbeeld: als een Turk tegen een Nederlander zegt dat hij het ‘met zijn zus/zusje ‘gaat doen’ en op die wijze een familielid beledigt, blijft de Nederlander over het algemeen de Turk op absurde wijze aankijken. De Nederlander zal daarop heel koelbloedig reageren door te zeggen dat ze thuis is en eens moet kijken of zij hem (de Turk die de betreffende opmerking maakt) wel mag. Als een dusdanige opmerking tegen een Turk wordt gemaakt loopt men een groot risico op een gevecht, bloedblad en zelfs moord.”

“Nog een voorbeeld. Een Turkse man is samen zijn echtgenote op bezoek bij haar schoonmoeder. Op een gegeven moment is de Turk boos op zijn vrouw en beledigt haar tijdens een woedeaanval met de woorden: ‘Ik neuk je moeder’. Hierop doet de echtgenote iets onverwachts en zegt dit tegen haar moeder: “Hey mam, hij wil het met je doen”. De schoonmoeder reageert daarop: “Aaah, ik ben te oud voor die zaken”. Als het een Turkse schoonmoeder betrof die op soortgelijke wijze werd geschoffeerd, vloog er op zijn minst iets, bijvoorbeeld een stoel, tegen het hoofd van de belediger.

-Kunt u een politieke voorbeeld geven?

-“Een Turkse politicus die boos is op Nederland begint zijn woorden met “Heeeyyy Nederland” en vervolgt met “jij bent een nazi-overblijfsel, jij bent een fascist, jij bent een uitbuiter”. Daarentegen is de Nederlandse politicus een stuk rustiger en doet niet aan persoonlijke of algehele belediging richting een volk.”

-En hoe zit het met hoffelijkheid tussen Turken en Nederlanders?

-“Nederlanders zijn over het algemeen zachtaardig. In een discussie met andersdenkenden blijft men bij het onderwerp. Maar de Turk dwaalt af en speelt op de man. Voorbeeld: een Turkse politicus zal in een politieke discussie met zijn tegenstander zeggen dat hij niet eens een schaapsherder kan zijn. In Turkije hebben we tijdens verkiezingstijd het helemaal gehad met het geschreeuw startend met ‘Hey jij meneer de Kemal’, ‘Heyyyyy meneer Muharrem’ en ‘ja meneer Recep’. Gelukkig is verkiezingstijd voorbij en is de boel wat rustiger. Daardoor zijn wij ook wat rustiger geworden.”

-Gastvrijheid?

-“Dat Turken zeer gastvrij zijn, zal elk mens wel zeggen. In Marmaris is ‘s nachts rond 23:00 uur een echtpaar bestaande uit een Turk en een Nederlander onderweg naar hun hotel. Zij besluiten een kortere route te nemen door iemands tuin. Zij hebben niet door dat de tuineigenaren thuis gezamenlijk zitten te eten. Hierop schrikt deze echtpaar en probeert met een begroeting weg te komen. Tot hun grote verbazing krijgen zij van deze huiseigenaren te horen: “ook een goedenavond, neem plaats, neem plaats (aan tafel)’. Na veel aandringen besluit het Turks-Nederlandse echtpaar aan de eettafel aan te schuiven en staat versteld van de gastvrijheid.”

“Elke Turk heeft vaak zijn Nederlandse buurman uitgenodigd voor een maaltijd. Of heeft wat van zijn eten aan de buren gegeven. Maar zoiets hoef je niet van Nederlanders te verwachten. Want het antwoord ligt al klaar: ‘Zoiets bestaat niet in onze traditie’.”

-En het verschil in cultuurgebonden beleefdheidsregels?

-“Als we dit onderwerp vergelijken met de mensen van beide landen, zien we dat de Turken meer aandacht besteden aan deze regel. Dit kan anders zijn bij de elite, maar wanneer we kijken naar het gewone volk, ben ik ervan overtuigd dat deze regels hoger in het vaandel staan.”

“Bijvoorbeeld: ik zal mijn gast die mij bezoekt netjes in mijn jas en schoenen bij de deur ontvangen. Dit geldt voor thuis, maar ook op kantoor. Maar bij, toch ga ik ‘sommige Nederlanders’ zeggen, ontbreekt deze beleefdheid.”

“Als bij de Turk een oudere binnenloopt, staat de kleine op en wijst naar een zitplaats. Laat me een gebeurtenis vertellen die ik heb meegemaakt: er wordt een verjaardag gevierd in het huis van een familielid. Het huis zit vol met gasten. De jongste puber van het huis zit op de bank, terwijl een oude Turkse oom moet staan. Op een gegeven moment verlaat deze jonge knaap even zijn zitplaats. De oude Turkse oom neemt daarop plaats op deze bank. De reactie van deze jonge knaap is heel vreemd: “Je zit op mijn plek”. De Turkse oom hoort dit, maar reageert niet. De desbetreffende knul is twintig jaar oud en weet blijkbaar niet wat beleefdheid is.”

-Wat is het verschil tussen het religieuze begrip en gedrag hierin tussen Turken en Nederlanders?

-“Nederlanders zijn over het algemeen christelijk. De Turken zijn moslim. De Turk gelooft in het lot en dat alles al vooraf bepaald is. De Nederlander gelooft daar niet in. Tijdens een debat met een Nederlander zal hij vragen: ‘Is het God die alles over mij heeft bepaald en (zoals moslims dat geloven) alles vooraf is geschreven?’ Welnu, bepaalt God dat diegene een driejarig kind zal verkrachten en daarna vermoordt? Staat dat al geschreven over dat kindje? Het antwoord daarop is moeilijk te vinden en moeilijk uit te leggen aan iemand die daar niet in gelooft.”

“De Turk gelooft in het lot en dat zijn tijd van overlijden vaststaat. De Nederlanders vragen daarop ‘waarom God dan de mensen in Scandinavië negentig jaar laat leven, terwijl mensen in ontwikkelingslanden maar dertig tot vijftig jaar oud worden?’ Ook daar is een moeilijk antwoord op te geven.”

-Hoe kijkt men naar de liefde?

-“Liefde kent geen grenzen. Ieder houdt op unieke wijze van elkaar. Maar wat ik waarneem, is dat mensen die uit het Oosten (Turkije) komen van elkaar kunnen houden alsof hun leven er van af hangt. Ik wil hier geen onderscheid maken tussen Turken en Nederlanders. Het zou geschikter zijn om een oosterse en westerse vergelijking te maken. De westerling verliest, net zoals bij elk onderwerp, ook niet zijn koelbloedigheid. Hij zal van iemand houden, maar niet tot de dood. De oosterling kiest voor de ongelofelijke liefde.”

https://turksemedia.nl/wp-content/uploads/2018/07/Nederland-moet-Turkije-dankbaar-blijven-voor-alles14-.jpgTen slotte

Gedurende zijn hele leven worstelde Karaçay in Nederland met sociale kwesties en persoonlijke zaken van zijn landgenoten. Die strijd werd voor werkgeversdeuren, ziekenhuisdeuren, gevangenispoorten en voor menig ander denkbare poorten gehouden. Karaçay’s activiteiten vinden uiteraard een plekje in de Turks-Nederlandse geschiedenis.

Karaçay wordt met name daardoor onder Turks-Nederlandse journalisten gezien als een ‘abi’, Turks voor de (grote) broer.