Başbakan Rutte’nin, ‘İsrail’in kendini savunma hakkı var’ beyanından sonra, ayağa kalkan Hollanda Türkleri, bildiriler yayınlıyor ve protestolara katılıyorlar.
Hollandalı parlamenterler de Rutte’nin bu çıkışına karşı geldiler ve mecliste bu konuda oturum istediler.
Rutte’ye yazılan bir mektubu ben de 150 parlamentere ve Hollanda medyasına gönderdim.
Yurttaşlarımızın ve dostlarının da göndermesi için mektubu ve email adreslerini sunuyorum.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Değerli Okurlarım,
İsrail-Filistin açmazını o kadar çok meslektaşım ve uzman kişiler ele alıyor ki, bu konuda benim bir şeyler yazmama gerek kalmadığını düşünmüştüm.
Ama konu o kadar ciddi ve önemli hale geldi ki, bu konuda daha değişik etkinlikler yapılması gerektiğine inandım. Bu nedenle, dün yayınlanan Başbakan Rutte’ye yazılmış bir mektubu tercüme ettim ve yeni seçilen parlamento üyelerinin e-mail adreslerini tek tek sıraladım. Tercüme ve adres sıralama işi 6 saat sürdü. (Feda olsun)
Şimdi, hem Rutte’ye yazılan mektubu ve tercümesini, hem de parlamenterler ile medya’nın email adreslerini sizlere sunuyorum.
Mektubu kopyalayarak, gönderilecek şekilde dizili e-mail adreslerine 50’şer veya 100’er adet gönderiniz.
Bir notum daha var:
Ali Çolak isimli bir okurum bana aşağıdakileri yazmış: Bu yazıdaki isteği pek yakında gerçekleştireceğim. Bekleyiniz.
Sayın Karaçay,
Yazılarınızı zevkle okuyorum. O kadar akıcı yazıyorsunuz ki, okumaya başlayan bırakamıyor. Bazı olayları ve konuları başka gazetecilerden de okumaya çalışıyorum. Ama inanın ki, sizin yazdıklarınızdaki anlatımı başkalarında bulamıyorum.
Aslında, sizden bir ricada bulunacağım. Ben ve yakınımdakiler, Filistin-İsrail açmazını, sizin anlaşılır dilinizden okumak istiyoruz. Ricamız çok ağır mı olur bilemiyorum ama, bize bu konuyu siz araştırıp yazar mısınız?
Böylece bu davayı bizim gibi, çok kişi de daha iyi anlamış olur.
Şimdiden teşekkürlerimi ve selamlarımı iletiyorum.
Ali Çolak
RU
Şimdi gelelim Rutte’ye yazılan mektubun Türkçesine.
Mektubun orijinali Hollandaca yazıldığı için, Türkçe tercümede bazı söylemler değişik olabilir.
TTE’YE YAZILAN MEKTUBUN TÜRKÇESİ
Sayın Bay Rutte,
Bu email mesajı her ne kadar size hitap edilmişse de, içeriğini Lahey’dekilerin tümüne atfediyorum.
Bu nedenle, meslektaşlarınızı emailin CC’sine ekliyorum.
Geçtiğimiz günlerde Twitter hesabınızdan, İsrail-Gazza konusundaki endişelerinizi dile getirmiştiniz. Aynı mesajınızda, Hollanda olarak, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu belirtmişsiniz. Tek taraflı olarak İsrail’e böyle bir hakkı tanımanız, İsrail’in işgalciliğine devam etmesini sağlayacaktır.
İsrail Filistin halkına baskı yapıyor, eziyor, tedhişi bırakmıyor ve onların özgür bir şekildeki yaşam biçimlerini hiçe sayarak işgale devam ediyor sayın Rutte.
Gerçi siz Hollanda’nın liderisiniz ama Hollanda halkı adına konuşma yapamazsınız.
Sayın Rutte, bir ülkenin lideri iseniz, lider gibi davranmanız lâzımdır.
Sizin vermiş olduğunuz mesaj, tek taraflı bir mesaj olup, kendinizi taraflı olarak göstermektedir.
İsrail’in Doğu Kudüs’ü, Batı Bank’ı ve Gazza’yı işgal etmiş olduğunu kabul etmeniz lâzım.
Ayrıca, İsrail’in işgal ettiği evlere yerleşmesinin de yasal olmadığını kabullenmeniz lâzım.
Burada bir ayrımcı devlet söz konusudur. İsrail’in ayrımcı bir devlet politikası yürüttüğünü sizden neden duymuyoruz? İsrail’in, Filistinliler’e karşı silahlanmışlığı, plastik mermi ve gaz kullanma gücü var.
Tam bir ay önce, Ramazan’ın başlangıcında, İsrail, Filistinliler’in Al Aska Camisi’ne girmesine engel oldu. Bu cami, dünyadaki 1,8 milyar islam aleminin, Mekke ve Medine’den sonra en kutsal üç camisinden biridir.
Vermiş olduğunuz mesajınız ile, Filistin halkının bu hakkını inkâr ediyorsunuz.
Ramazan’da, imanlı çocuklar ve yetişkinler, kadınlar ve erkekler Al Aska Camisi’nde saldırıya uğradılar. Lahey sözleşmesine göre, ibadet yerlerinin korunması gerektiği ibaresi ihlal edilmiştir.
Bu konuda neden görüş belirtmiyorsunuz bay Rutte?
Yine Filistinde, günlerce iskân yerlerine baskınlar ve dışarı atmalar devam etmiştir.
3000 Filistinlinin ikamet ettiği Sheikh Jarrah mahallesinde, baskın yapılarak evlerinden atılan Filistinlileri görmezden gelemezsiniz. Dünyaya yayılan pandemi sırasında sokakta kalan Filistinlilerin hiç bir yasal hakları yok mudur?
Şiddet, sonucunda meydana gelen kargaşalarda, Filistin halkı ile İsrail Polisi karşı karşıya gelmektedir.
Siz, İsrail’in kendini savunma hakkından söz ediyorsunuz. Peki Filistinlilerin kendilerini savunma hakkı nerede kaldı sayın Rutte?
Nasıl oluyor da İsrail, ağır silahlar ile, açıkça şiddet ve baskı uygulayabiliyor?
Nasıl oluyor da, dünya liderleri, Filistin halkının uluslararası hukuktan doğan, insan haklarını görmezden geliyorlar?
Nasıl oluyor da İsrail, güçsüz Filistinliler’e karşı kendi gücünü zalimce kullanabiliyor?
Sayın Rutte, siz de bir dünya liderisiniz. Her cephede cereyan eden insan hakları ayrımcılığı ve uluslararası hak konusunda neden konuşmuyorsunuz?
Sayın Rutte, siz de politikacısınız. Siz Hollanda’nın liderisiniz. Neden sorumluluğunuzu kullanmıyorsunuz?
Lahey, adalet ve barışın merkezidir. Şimdi tüm dünyaya, Hollanda’ya atfedilen bu payelerin haklılığını ispatlayacak gürüşimlerde bulunmanız gerekmez mi?
Şimdi ayağa kalkmalısınız. Hollanda’ya atfedilen bu ünvanı hakkıyla kullanmalısınız. Ayağa kalmalısınız, zira bu konuda sorumluluğunuz ve mecburiyetiniz var. Böyle bir ülkenin lideri olarak, bir tarafı seçemezsiniz ve görmezden gelemezsiniz.
Anayasamız, uluslararası hakların çiğnenmesine izin vermez. Burada taraf seçme hakkınız yoktur.
Saygılarımla.
Rutte’ye en iyi cevabı Tunahan Kuzu kısaca vermişti
RUTTE’YE YAZILAN ORİJİNAL MEKTUP
Brief van Nederlandse Turken aan Mark Rutte en aan alle parlementariërs:
(per e-mails)
Geachte heer Rutte,
Al bent u de geadresserde in deze mail, richt ik mij met deze mail op Den Haag in het algemeen.
Uw collega’s zijn om deze reden dan ook meegenomen in de cc.
Zeer recentelijk heeft u op Twitter uw zorgen geuit over het aanhoudende geweld in Israël en Gaza.
In diezelfde boodschap geeft u aan dat Nederland het recht steunt van Israël op zelfverdediging, binnen de grenzen van het internationaal recht en proportionaliteit. Het eenzijdig benoemen van Israëls recht op zelfverdediging is het geven van vrij spel aan de bezetter om door te gaan.
Dat is wat er gebeurt meneer Rutte, Israël onderdrukt het Palestijnse volk, schuwt geen geweld en bezet hun huizen waarin zij in vrijheid willen leven. U bent weliswaar leider van Nederland. Met uw uitspraak, spreekt u niet namens alle Nederlanders.
Meneer Rutte, als leider van een land dient u leiderschap te tonen. De boodschap die u heeft gedeeld geeft een eenzijdige boodschap af en laat zien dat u partijdig bent. U dient te erkennen dat Israël Oost Jeruzalem, de West Bank en Gaza heeft bezet. U dient ook te erkennen dat de huisbezettingen onder leiding van Israël volstrekt illegaal zijn. Er is sprake van een apartheidsstaat. Waarom hoor ik u niet zeggen dat Israël een apartheidsstaat voert? Israël is in staat om wapens te dragen en Palestijnen met rubberstalen kogels en traangas aan te vallen.
Exact een maand geleden, aan de start van de Ramadan, heeft Israël de toegang tot de Al Aqsa moskee geweigerd voor de Palestijnen. Deze moskee is de 3e moskee wereldwijd die een heilige plek vormt voor de 1.8 miljard moslims wereldwijd. Met uw boodschap negeert u in de eerste plaats het Palestijnse volk. En op de tweede plaats, de moslims wereldwijd die Al Aqsa als de 3e heilige plek zien, na Mekka en Medina. In de Ramadan zijn gelovigen, kind en volwassen, man en vrouw, in de Al Aqsa moskee tijdens hun gebed aangevallen. Dit is in strijd met het Haagse convenant dat eist dat gebedshuizen worden beschermd. Waarom spreekt u daar niet over meneer Rutte?
Wederom vinden dagen op rij geweldplegingen en huisuitzettingen plaats in Palestina.
Het is u niet ontgaan dat in Sheikh Jarrah, een wijk waar 3.000 Palestijnen wonen, met geweld hun huizen uit worden geplaatst. Palestijnen komen op straat te staan, tijdens een wereldwijde pandemie en hebben geen enkel recht om op te staan. Het geweld escaleert, rellen breken uit en het Palestijnse volk komt tegenover de Israëlische politie te staan. U noemt het recht van zelfverdediging van Israël. Hoe zit het met het recht op zelfverdediging van het Palestijnse volk meneer Rutte?
Hoe kan het zo zijn dat Israël door kan gaan met onderdrukken en openlijke geweldpleging, waarbij zwaar geschut niet wordt geweerd?
Hoe kan het zo zijn dat Israël zodanig wordt ontzien door wereldleiders als het gaat om de naleving van mensenrechten en het internationaal recht?
Hoe kan het zo zijn dat Israël overmacht heeft op de menselijke onmacht van het Palestijnse volk? Meneer Rutte, u bent ook een wereldleider. Waarom spreekt u zich niet uit tegen de continue schending van het internationaal recht en de mensenrechten op allerlei fronten?
Meneer Rutte, U bent een politicus. U bent de leider van Nederland en als leider dient u uw politieke verantwoordelijkheid te nemen.
Den Haag is de stad van recht en vrede. Het is nu het moment om aan de rest van de wereld te laten zien dat Nederland die titel verdient en daar eer aan doet. U dient op te staan, want bij deze titel horen plichten en verantwoordelijkheden. U kan en mag als leider van een land niet wegkijken en één partij kiezen. Onze grondwet vraagt dat wij alle schendingen van het internationaal recht benoemen en tegengaan. Daarin past geen selectiviteit.
Hollanda’da gazetecilik yapan ilk Türklerden, sevgili dostum ve meslektaşım Kâmuran Sümercan hayatını kaybetti.
Sümercan’ın boşanmış olduğu eski eşi Nur’dan, Bülent Türker’e gönderilen bir mesajda, ‘Kâmuranı maalesef kaybettik’ yazılıydı.
İzmir’de yaşayan eski eşi Nur ile telefonda yaptığım konuşmada, Sümercan’ın kalp krizinden vefat ettiğini öğrendim.
Kâmuran Sümercan (solda), İlhan Karaçay ve Şadi Tatlı (sağda) imamlar maçı öncesinde
Bir zamanlar Türk gazete okurları tarafından adı ezberlenen bu değerli dostun ölümü, ne yazık ki ne ana akım medyada ve ne de sosyal medyada haber olmadı.
Milliyet Gazatesine muhabirlik yapan Kâmuran Sümercan (soldan ikinci), Hollanda’daki tüm etkinliklerde yer alırdı. Fotoğrafta o etkinliklerden bir anı
Gazetecilik yaptığı yıllarda yurttaşlarımız için çok iyi hizmet vermiş olan Sümercan ile pek çok hoş anımız oldu. Hollanda’daki imamlar ile gazeteciler maçında birlikte forma giydiğimiz Kâmuran Sümercan, 20 yıl kadar önce Türkiye’ye kesin dönüş yapmış ve eşi Nur ile bir güzellik salonu sahibi olmuştu.
Bu evlilikten Yeşim adında kızları ve Aşkın adında oğulları olmuştu.
Daha sonra eşinden ayrılan Sümercan, gazetecilik yıllarından tanıdığı ünlü isimler ile birlikte oldu ve bazı filmlerde, doktor ve baba gibi rollerde yer almıştı.
Kâmuran Sümercan, Lahey’de gazetecilik yaptığı yıllarda evlendiği Nur ile Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Bu evlilikten iki çocukları olduktan sonra boşanma gerçekleşti.
10 yıl kadar önce, Zaandam’da ikamet eden kızını ziyarete geldiği zaman bir kaç gün beraber olduğum Sümercan ile, o günlerden sonra hiçbir temasımız olmamıştı.
Günlük faaliyetlerini görüntülemek için üç fotoğrafçı istihdam eden Johnson’un, çekilen fotoğraflarına baktığınız zaman, sakar ve dağınık görünümlü oluşunun aksine çok becerikli ve çalışkan olduğu görülüyor.
Bu beceri ve başarının, Türk kökenli olup olmadığına bağlı olup olmadığına bakıldığı zaman, Milli Mücadele aleyhinde olan ve hain suçlaması olan dedesi Ali Kemal Bey’e benzeyen bir yanı bulunmuyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
İngiltere’ye Başbakan olarak seçildiği, hatta Londra Belediye Başkanlığı yaptığı yıllardan bu yana, Türk kökenli olduğu söylentisi nedeniyle, Türk kamuoyunun ilgisini çeken Boris Johnson, çeşitli eksantrik davranışları nedeniyle ününe ün katmaya devam ediyor. Korona salgını hakkında söyledikleri ve yaptıkları, ikamet ettiği Başbakanlık konutuna eşinin yaptığı abartılı masrafları ile göze batan Johnson, şimdi ise becerikliliği ve çalışkanlığı ile göze hoş gelmeye başladı.
Boris Johnson gibi sakar ve dağınık bir görünüme sahip birinin, basın fotoğrafçılarından veba gibi kaçınmasını beklersiniz ama, durum tam tersi. İngiltere Başbakanı, tüm faaliyetlerinin titizlikle kaydedilmesi için üç fotoğrafçı istihdam etti. Bu üç fotoğrafçı, patronlarının günlük çalışmalarını görüntüleyip bir katalog haline getirdiler. Bu fotoğrafları görenler, küçük dillerini yutacak kadar şaşırdılar. Zira karşılarında, hiç tahayyül etmedikleri bambaşka bir Johnson buldular.
Çekilen fotoğraflarda Johnson’un el attığı işler şöyle sıralanıyor: Barmen, otobüs şoförü, kreş bakıcısı, dağıtım görevlisi, bisiklet tamircisi, dondurmacı, peynir yapımcısı, kantin çalışanı, yengeç avcısı, laborant, arazi ölçümcü, öğretmen, depo çalışanı, duvar ustası, ortaokul öğrencisi, boru tamircisi, posta dağıtımcısı, aşı lokali çalışanı, koyun çobanı, ressam, temizlikçi, badanacı, marangoz, çiçek bahçesi çalışanı, buzlukta aşı taşıyıcısı, aşı imalatçısı, aşı test çalışanı ve futbolcu.
ÖZGEÇMİŞİ
İngiltere Başbakanı olan Boris Johnson’un dedesi Osmanlı’da bakanlık yapmış bir Türk…
Boris Johnson, Osmanlı’nın son döneminde İçişleri ve Milli Eğitim Bakanı olan Ali Kemal Bey’in öz torunu Stanley Johnson’un oğlu.
Boris Johnson, Oxford Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra The Times’ta kariyerine başladı. Daha sonra editör asistanı olduğu The Daily Telegraph’a geçti. 1999’da The Spectator’da editör oldu. 2001 Genel Seçimlerinde Avam Kamarasına seçildi ve ülkenin önde gelen siyasetçileri arasında yerini aldı.
İngiltere Muhafazakâr Parti’nin Henley milletvekili iken girdiği yerel seçimlerde, 1 Mayıs 2008 tarihinde Londra Belediye Başkanı seçildi ve 2016 yerel seçimlerine kadar bu görevini sürdürdü. 13 Temmuz 2016 tarihinde David Cameron’un yerine başbakan olan Theresa May tarafından Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı olarak görevlendirildi. 2019’da johnson başbakan ve muhafazakar partinin lideri için aday olacağını açıkladı.
BORİS JOHNSON’UN DEDESİ ALİ KEMAL KİMDİR?
Ali Kemal (1867-1922), yazar, gazeteci ve siyaset adamı. İkinci Meşrutiyet ve Mütareke döneminde İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmıştır.
Damat Ferit Paşa Hükümetlerinde kısa bir süre Maarif ve Dahiliye nazırlığı yaptı, bu esnada Millî Mücadele aleyhine sert tutumlar gösterdi. Kurtuluş Savaşı’nın zaferinden sonra İstanbul’da tutuklanarak İzmit’te Nurettin Paşa’ya bağlı askeri birliğe sevk edildi.
Ermeni yanlısı olarak görülen bazı yazılarından dolayı, ‘Artin Kemal’ şeklinde adlandırıldı. Mustafa Kemal’e ve Millî Mücadele’ye karşı düşmanca tutumu ve ağır hakaretleri nedeniyle pek çok insan tarafından “hain” olarak damgalanmıştı.
Hollanda gazetesi, sayfayı muhteşem bir İstanbul fotoğrafıyla süsledi ama, yazının içeriği olumsuzbeyanlarla dolu.
‘Turistler her şeyi yapabilecek ama Türkler kendi ülkelerinde seyirci kalacak’ başlığıyla yayınlanan iki sayfalık haberde, ‘Bir Türk denize girerse ceza yiyecek ama az ötede yüzlerce turist denizin tadını çıkaracak’ deniliyor.
Ukraynalı iki güzelin Ayasofya önünde güvercinlere yem verişlerinin muhteşem bir fotoğrafını yayınlayan gazete, ‘Bu iki güzel keseye uygun tatilden çok memnunlar ama, Türk gençlerinin olmadığı ortamda yalnız dolaşmak hoşlarına gitmiyor’ diye yazdı.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda’nın ikinci büyük gazetesi ‘de Volkskrant’ iki sayfa olarak yayınladığı bir haberinde, İstanbul’a ait muhteşem bir fotoğraf yayınladı ama, haberin içeriğindeki hikâye çok berbattı. ‘Turistler her şeyi yapabilecek ama Türkler kendi ülkelerinde seyirci kalacak’ başlığıyla yayınlanan haberde, ‘Bir Türk denize girerse ceza yiyecek ama az ötede yüzlerce turist denizin tadını çıkaracak’ deniliyor.
Ukraynalı iki güzelin Ayasofya önünde güvercinlere yem verişlerinin muhteşem bir fotoğrafını yayınlayan gazete, ‘Bu iki güzel keseye uygun tatilden çok memnunlar ama, Türk gemçlerinin olmadığı ortamda yalnız dolaşmak hoşlarına gitmiyor’ diye yazdı.
Gazetenin İstanbul muhabiri Rob Vreeken tarafından kaleme alınan haber şöyle başlıyor: ‘Şimdi Türkler olmadan, Sınırsız Türkiye!’ Zambak gibi iki beyaz çocuğun kumsaldaki görüntüleri ile sosyal medyada yayınlanan sahte reklam, Türk hükümetinin korona önlemleri ile ilgili yaptığı açıklamaları gölgeliyor. Türk halkı, 17 mayıs gününe kadar tam üç haftalık yasağa boyun eğerken, yabancı turistler ülkede istediklerini görebilecekler ve yapabilecekler.
Bu yasak ile, turizmin ikinci defa batmasını önlemeye çalışan hükümet, geçen yılki 20 milyar euroluk kayıbı bu yıl bir daha yaşamak istemiyor. Türkiye dünya bulaşıcılık listesinde dördüncü sırada yer alıyor. Sert önlemler ile ülkeyi güvenli ve çekici bir hale getirerek turizmden yararlanmak istiyorlar.
Luibomyr Lazor (27) ve Dana Kunekabuch (22) adlı iki Ukraynalı genç kız, çok ucuz olduğu için geldikleri İstanbul’da, Türk gemçlerinin olmadığı bir ortamdan hoşlanmadıklarını belirtiyolar. Ayasofya’nın önünde güvercinlere yem verirken fotoğrafladığımız iki genç kız çok neşeli görülüyordı ama gerçek öyle değildi.
Taksim Meydanı’nda turistler serbestçe dolaşırken, polisler her Türk’ten izin belgesi istiyordu.
Bu dünya şehrinin en ünlü caddesi olan İstiklal üzerindeki ve Kapalı Çarşı’daki dükkânların kepenklerinin inik olması, bir başka görüntü veriyordu.’
Muhabir Rob Vreeken, ikinci sayfada Eminönü’nde çekilmiş bir fotoğraf ile İstanbul’un hiç de hoş olmayan görüntüsünü anlatırken, diğer dünya şehirlerinden örnekler sunarak, korona eziyetini anlatmaya çalıştı.
İslam alemi Ramazan Bayramı’nı, Hıristiyan alemi de Miraç’ı (Hz. İsa’nın Allah’ın katına yükselişi) kutluyor.
İslamlar ile Hıristiyanlar’ın aynı gün kendi dini bayramlarını kutlamaları, dünyaya ayrı bir renk kazandırdı.
İslamlar camilere, Hıristiyanlar kiliselere gittiler ve birbirlerini kutladılar.
İlhan KARAÇAY yazdı:
İslam alemi ile Hıristiyan aleminin aynı gün dini bayramlarını kutlamaları kaç yılda veya kaç yüzyılda bir tesadüf edeceğini bilmiyorum ama, 13 Mayıs 2021 günü, iki dine mensup insanlar kendi dini bayramlarını aynı günde kutluyorlar.
Müslümanlar, Ramazan’ın sonunda kutladıkları ‘İftar Bayramı’na daha sonra ‘Şeker Bayramı’ da dediler. Hıristiyanlar ise, Hz. İsa’nın ölümünden tam 39 gün sonra Allah’ın katına yükselişine ‘Miraç’ (Hollandalılar Hemelvaart) latinler (Ascensio Domini) dediler.
Bakınız ramazan Bayramı nasıl tarif ediliyor: Ramazan Bayramı Arapçada ‘eid ul-fitr’ anlamına geliyor. Türkçesi ‘İftar Bayramı’dır. 30 gün tutulan oruçlar sonrasında ‘İftar Bayramı’ olarak kutlanır.
Aradan yıllar geçince ‘Şükür Bayramı’ olarak da anıldı ve sonunda ‘Şeker Bayramı’ oldu. ‘Şeker Bayramı’ denilişinin bir başka nedeni de Osmanlı dönemindeki gelişmelere dayanıyor. Ramazan’ın 15’inde sonra askerlere tepsilerle tatlı yapılmaya başlandı. Daha sonra halk da tatlı yapmaya başladı. Çocuklar Bayram harçliklarıyla şekerleme almaya gittiler. Hatta çocuklara para yerine şekürleme verildi. Kısacası, Ramazan Bayramı’na Şeker Bayramı denmesinin nedeni tamamen etkileşimden ve geleneklerden kaynaklanıyor.
Hıristiyanlarda bugüne rastlayan dini bayram ise ‘Miraç’ olarak adlandırılabilir. Zira Miraç, müslümanlıkta Hz. Muhammed’in Allah’ın yüce katına gitmesi olarak değerlendirilir. Hıristiyanlar ise, ‘Allah’ın oğlu’ olduğuna inandıkları Hz.İsa’nın, Yahudilerce çarmıha gerilip öldürülmesinden tam 39 gün sonra, Allah’ın yüce katına yükseldiğine inanırlar.
Bu, aynı zamanda Paskalya’nın 40’ıncı günü olarak da adlandırılır ve kutlanır.
İki büyük dine ait insanların, aynı gün kendi bayramlarını kutlamaları, tüm dünyada daha renkli bir görünüm yarattı. Müslümanlar camilere, Hıristiyanlar da kiliselere giderlerken, konu komşunun birbirlerini kutlamaları da bir başka oldu.
Hollanda’da, Atatürk ve Kraliçe Wilhelmina’nın kurdukları ‘Hollanda_Türk Dostluk Cemiyeti’nde sekreterlik yaptığı sırada Müslüman olan ve şimdilerde ise ‘akil adam’ olarak yaşamını sürdüren Jan Beerenhout, bugün yayınladığı bir mesajda, Holandalı dostlarına, ‘Kur’anda Hz. İsa’nın 38 defa anıldığını biliyor musunuz’ diye sorarak, Müslümanlar’ın da Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul ettiklerini belirtmiş oldu.