İŞTE DENK PARTİSİ’NİN ÖNÜNÜ KESEN O KADIN!:  SYLVANA SİMONS

İŞTE DENK PARTİSİ’NİN ÖNÜNÜ KESEN O KADIN!: SYLVANA SİMONS

İŞTE DENK PARTİSİ’NİN ÖNÜNÜ KESEN O KADIN! SYLVANA SİMONS

4 Yıl önceki seçimler öncesinde DENK’ten adaydı. Seçimlere dört ay kala ayrıldı ve kendi partisini kurdu ama hazırsızlık nedeniyle seçilemedi. Yılmadı, mücadele etti ve bu seçimlerde tek başına seçilmeyi başardı.

İlhan KARAÇAY yazdı:

Hollanda’da dün yapılan genel seçimlerde elde edilen sonuçların analizine bundan sonra yazacağım haber-yorumda değineceğim.
Ama, hepimize hayal kırıklığı yaşatan DENK Partisi’nin, beklenen başarıyı gösteremeyişinin ardında yatan gerçeği öncelikle yazacağım.
Seçimlerin yapıldığı dün sabah saatlerinde, eşim ile kahveli sohbet yaparken, ‘Bak hanım, ben anketlere inanmıyorum. Genel durumu değerlendirdiğim zaman, DENK Partisi’nin 4 belki de 5 sandalye kazanacağına inanıyorum. Sigrid Kaag’ın liderliğini yaptığı Demokrat 66 Partisi’nin de, Wilders’in partisinin önüne geçip, ikinci büyük parti olacağına inanıyorum’ dedim.
Sigrid Kaag iddiamda haklı çıktım. Hem de çok haklı. (Bu konuyu bugün ayrıca yazacağım)
Ama DENK iddiamda yanıldım. Kesin olmayan sonuçlara göre, DENK Partisi bir sandalye kayıp ile iki sandalye elde edebilmiş. Hoş, bugün öğleden sonra bu sayının üçe çıkacağına inanıyorum.


4 Yıl önceki seçimler öncesinde DENK’ten adaydı. Seçimlere dört ay kala ayrıldı ve kendi partisini kurdu ama hazırsızlık nedeniyle seçilemedi. Yılmadı, mücadele etti ve bu seçimlerde tek başına seçilmeyi başardı.

DENK Partisi’nin neden başarılı olamadığı konusunda çeşitli varsayımlar var.
Kimi, Tunahan Kuzu’nun özel yaşamı ile ilgili dezavantajlardan söz ediyor, kimi de Farid Azarkan’ın siyasi liderliğinden. Hoş, Azarkan bile dün gece televizyonda yaptığı konuşmada, ‘Belki ben iyi liderlik yapamadım’ diye itirafta bulunmuştu.
Ne var ki, seçim sonuçlarını incelerken, ‘BIJ1’ adlı partinin bir sandalye kazanmış olması dikkatimi çekti. ‘Necidir bu parti’ diye merak edip baktığım zaman, bu partinin liderinin Sylvana Simons olduğunu farkettim. Kaldı ki ben, Simons’un partisinin adını ‘TMF-vj’ olarak biliyordum. Ama bu bir araştırma bürosunun da adı olduğu için mahkeme isim değişikliği istemiş ve isim değişmiş.
Doğrusunu söylemek gerekirse, seçim öncesinde Simons’u hiç takip etmediğim gibi, önemsemedim de…
Kaldı ki, bu Televizyon eski sunucusu bayan, çeşitli eksantrik hareketleri ile, eski hakem ve TV yorumcusu Johan Derksen tarafından topa tutuluyordu ve ünlülüğünü sürdürüyordu.
Evet işte, DENK’in başına ne geldiyse bu kadın tarafından geldi. Zira, Simons’un aldığı oyların hemen hemen tamamı DENK’e verilecek oylardı.
Bugün sizlere, hem seçim analizini ve hem de büyük bir başarı elde eden Sigrid Kaag’î yazacağım.
İLHAN KARAÇAY OBJEKTİF GAZETECİLİK İLKESİYLE SORUYOR: LALE GÜL’E DESTEĞE OKEY, ACI ÇEKEN EBEVEYNLER NE OLACAK?

İLHAN KARAÇAY OBJEKTİF GAZETECİLİK İLKESİYLE SORUYOR: LALE GÜL’E DESTEĞE OKEY, ACI ÇEKEN EBEVEYNLER NE OLACAK?

*Doğrudur, bir genç kız, tanrının kendisine bahşettiği hayatı hür
iradesiyle yaşamalı ve baskılara maruz kalmamalı.

*Peki buna karşın, yaşananlar nedeniyle ele güne bakamaz
duruma gelen ebeveynlerin çektikleri acılar ne olacak?

*Izdırabını kitap yazarak anlatan ve destek bulan Lale Gül
amacına ulaştı ve özlediği hür yaşama kavuştu.

*Peki, ‘İrinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ suçlaması ile
anne, ‘sadece döllendiren’ olarak suçlanan baba ne olacak?

Değerli Okurlarım,
28 Şubat 2021 günü alttaki başlıklar ile bir haber yayınlamıştım:
HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU
*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile ebeveynlerini yerden yere vurdu…
*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçe eleştiren kitabının
yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz oldu.
*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız, babası için ‘döllendiren’
annesi için de ‘irinli hamam böceği ve faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.
*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri alan genç kız
‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de kafasını karıştırıyor.
Yukarıdaki başlıklar ile yayınladığım haber, ana akım gazetelerinde, haber portallarında ve sosyal medyada yayınlandıktan sonra, büyük bir çalkalanma oldu. Genç kızımızı destekleyen görüşlerin yanında, az da olsa adet ve geleneklerden söz eden görüşler de vardı.
Üç beş gün süren bu çalkalanmadan sonra ortalık sessizliğe büründü.
Ne var ki, aradan 15 gün geçtikten sonra akılları başlarına gelen (!) bazı siyasetçiler ve kurumlar, bu konuyu yeniden gündeme getirerek, kendilerine bir paye kazandırmaya çalışmaya başladılar. Paye kazanmaya çalışan bu kişiler arasında benim dostlarım da var.
Lale Gül’ün ebeveynlerinin, utançlarından hâlâ sokağa çıkamadıklarını göz ardı eden bu kişi ve kuruluşlar, bu durumun ehemmiyetine değinmezken, tehdit edilmekte olan Lale Gül’e, arşivlerdeki en edebi sloganları sıralayarak sahip çıkıyorlar.
Aslında ben de, Lale Gül’ü savunan bu sloganları destekliyorum. Ama madalyonun diğer tarafına da bakılmasını istiyorum.
Hollanda’da yazarlık yapan erkek cinsiyetinde bir Türk, önceki gün kendisyle yapılan ve
‘de Volkskrant’ta yayınlanan bir röportajda, ‘Ben 15 yaşında iken geneleve gittim. Ama buna karşın kız kardeşim okul seyahatine bile gidemedi’ benzetmesi ile Lale Gül’e destek oluyordu.
Ama nedense, bu demokrat ve özgürlükçü gazeteci, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir bayan politikacı, şu andaki görevi ile hiç bağdaşmadığı halde, Lale Gül hakkında bir bildiri yayınlıyor ve Lale Gül’e yapılan tehditleri şiddetle kınıyor.
Bu politikacımız da nedense, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Özgürlükçülüğü ile tanınan bir Türk örgütü de dün bir açıklama yaptı ve Lale Gül’e yapılan tehditleri şiddetle kınadı.
Ama nedense, bu demokrat ve özgürlükçü örgüt de, Lale Gül’ün annesi ve babası ile tüm ailesinin çektikleri ızdırap için tek kelime etmediği gibi, dinine ve geleneğine bağlı olan insanların aydınlatılması için bir öneride bulunmuyordu.
Lale Gül’e destek açıklamaları yapanların yanında, tehdit iddiaları ile yıpratılan Kuzey Hollanda Milli Görüş Yönetimi de, Amsterdam Belediye Başkanı Bayan Femke Halsema’ya göndermiş olduğu mektubu yayınladı.
Milli Görüş Yönetimi’nin, Belediye Başkanı Halsema’ya gönderdiği mektubun bir kısmının orijinal fotoğrafı ve Türkçe tercümesi altta:
Amsterdam, 15.03.2021
Konu: ‘Ik ga leven’ isimli yayını nedeniyle Lale Gül’e karşı tehditler
Belediye Başkanı Sayın Halsema,
Kuzey Hollanda Milli Görüş olarak Lale Gül hanıma karşı yapılan tehditleri kayıtsız șartsız reddediyor ve kendisinin güvenliği için alacağınız her türlü önlemi destekliyoruz.
Bir eleştiri eylemi hiçbir zaman tehditlere yol açmamalıdır. Bir an önce bu meselenin netliğe kavuşmasını ve Lale Gül hanımın tekrar normal günlük hayatına devam etmesini temenni ediyoruz. Bir kişinin İslam dinini kabul edişinde, yaşayışında veya reddedişinde hiçbir tehdit veya zorunluluk söz konusu olmamalıdır. Dolayısıyla Lale hanımın kararına saygı duyarak yapılan tehditleri kınıyoruz.
Çeşitli medya kanallarının iddialarının aksine yönetimimiz hiçbir şekilde Lale hanımın ailesi ile iletişime geçmemiş ve kendisi tarafımızdan hiçbir şekilde bir tehdide maruz kalmamıştır. Söz konusu medya ilgisinin bir sonucu olarak teşkilatımız maalesef haksız yere itham edilmiş ve medyada olumsuz bir şekilde yer almıştır.
Geçtiğimiz günlerde ‘Volkskrant’ gazetesi tarafından bir düzeltme yayınlanmış, Milli Görüş teşkilatının bu meselede, ne ebeveynler ile bir irtibatta ne de bir mahkeme tehdidinde bulunduğu belirtilmiştir. Gül ailesine bu zor zamanlarında kolaylıklar ve bir an evvel sükunete kavuşmalarını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Kuzey Hollanda Milli Görüş Yönetimi
Son aldığım bir habere göre, Hollanda’daki pek çok sanatçı, siyasetçi ve hatta birkaç imam,
Lale Gül için imzaya açılan bir dilekçeye destek vermişler.
Bu haberin yer aldığı sayfaya, Jan Beerenhout (1933 yılında Atatürk ve Kraliçe Wilhelmina tarafından kurulan Hollanda-Türk Dostluk Cemiyeti eski sekreteri ve müslüman olmuş bir değer) şu satırları yazmış:
Kur’an:2:256 ‘Dini inançta zorlama olmaz’
Hz. Muhammed: ‘Sizin inancınız sizindir, benim inancım ise benimdir’.
‘Lale Gül ile dayanışma içinde olduklarını açıklayan müslümanların mevcudiyeti tuhaf değildir. Ama O’na saldıran ve tehdit edenler de muhtemelen müslüman değildir.’
İşte, kendisi de 60 yıl önce müslüman olmuş bir Hollandalı’nın görüşü yukarıdaki gibi.
Müslümanlığın, şamatacı ve yalancı politikacı Geerd Wilders’in saçmaladığı gibi bir din olmadığını, Kur’an-ı Kerim’i inceleyen her insanoğlu anlayabilir.
Jan Beerenhout’un yukarıda verdiği örnekte olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de ‘Dini inançta zorlama olmaz’ başlıklı ayete inanmayanlar müslüman olamazlar.
Şimdi gelelim yeniden boynu bükülen Gül aile fertlerinin yaşamakta oldukları acılara…
Hollanda TV’sine çalışan Bülent Moran kardeşimiz bugün sosyal medya üzerinden bir duyuru yaptı. Lale Gül konusunda konuşmak isteyen Türk aileleri arıyormuş. Dilerim ki Moran kardeşimiz konuşacak aileleri bulur ve bu aileler de, Gül ailesinin çektikleri ızdıraba merhem olurlar.
Ben şahsen soz söz olarak şunu söyleyebilirim: Gurbette yaşayan Türk kökenlilerin birinci kuşağının tükenmekte olduğu yıllar içindeyiz. Birinci kuşaktakilerin büyük bir çoğunluğu dini vecibelerine, kültür ve geleneklerine sıkıca bağlı insanlardır. Hoş, ikinci kuşak gurbetçilerimiz, evde öğrendikleri doğrultusunda aynı hassasiyete bağlı kalmışlardır.
Üçüncü ve şimdilerde henüz bebek olan dördüncü kuşak Türkler’in, ilk kuşaktakiler gibi, aynı konularda çok hassas ve bağnaz olmayacakları malumdur.
Ama her şeye rağmen, henüz yaşamakta olan birinci ve ikinci nesil yurttaşlarımıza, göç edip geldikleri ülkelerde, yaşam tarzının şekilleri ve şartları öğretilmelidir.
Her konuda aşırı düşünen insanlar olduğu gibi, din, adet ve gelenek hakkında da aşırı düşünen insanlar vardır. Makul ve sağlıklı düşünen insanlarımız çoğunlukta olduğuna göre, yaşam şartları konusunda kendilerini geliştirememiş insanlarımız için eğitici toplantılar yapmak doğru olmaz mı?
Bu eğitici toplantıları veya kursları, vergi ödediğimiz devletin kurumları üstlenmelidir. Ama kendi devletimiz de bu konuda girişimlerde bulunma hakına sahip olmalıdır.
‘Ankara’nın uzun kolu’ safsatası bir kenara itilerek, en az 30-40 yıl daha sürecek olan bu gelişmemişliğe son vermenin tek çaresi budur.
Yukarıdaki konuyu daha önceden okumamış olanlarınız vardır. Bu nedenle, 28 şubat günü yayınlamış olduğum yazıyı aşağıda yineliyorum.
HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU
*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile
ebeveynlerini yerden yere vurdu…
*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçeeleştiren kitabının  yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz oldu.
*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız,
babası için ‘döllendiren’ annesi için de ‘irinli hamam böceği ve
faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.
*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri
alan genç kız ‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de
kafasını karıştırıyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Bir Pazar gününüzü zehir etmek istemiyordum ama, Hollanda’da nelerin yaşandığını güncel olarak bilme hakkınız olduğu için bekletemedim. Ama söz, sizlere yarın iç açıcı bir yazı servis edeceğim. Yazının başlığını şimdiden müjdeleyim: Türkler Avrupalı mı?
Şimdi dönelim bugünkü konumuza…
Hollanda’da yeni bir ‘scienne fiction’ bilimkurgu filmi dönmeye başladı. Bu fimin başrol oyuncusu bu kez 23 yaşında Lale Gül adlı bir genç kızımız.
Ailesine ‘Roman yazıyorum’ diyen, ama roman yerine kendi hayatını yazarken Türk ve islam geleneklerini yerden yere vuran genç kızımız, gerek ailesinden ve gerekse din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden gördüğü tepkiler ve tehditler üzerine, hayata küserek dışarı çıkamaz hale geldi.
      
Kendi ifadesiyle, çeşitli çevreler tarafından lanet okunan genç kız, ‘Beni yuvasına pisleyen’ olarak anıyorlar diye dert yanarken, kalemini bir kenara attığını ve artık yazmayacağını belirtti.
Lale Gül’ün bir ilk olan kitabının adı ‘Ik ga leven’, yani ‘Yaşayacağım’. Ama öyle görülüyor ki, kitabında kullandığı hiciv, taşlama ve laf salatası nedeniyle hayatını zindana soktu. Kitapta kullandığı yazı dili, kendi deyimi ile yapısı olmayan, sokak dili ile yazılmış kaotik bir hikâye. Ama buna rağmen, kitapçılara sipariş verme yarışında ilk 10’na girmeyi başarmış.
Bakınız Lale Gül Hollanda medyasında nasıl değerlendirildi:

Lale Gül, kitabının yayınlanmasından iki hafta sonra çok naif davrandığını ve budalalık yaptığını kabul etti. Amacı, kendini örnek göstererek, Amsterdam’da yaşayan bir genç kızın, aşırı islam toplumu içindeki boğuşmalı yaşamını anlatmaktı. Yazacaklarından ötürü evde zorluk çekeceğini hiç hesaba katmamıştı. Sonuçta anne ve babası kırık Hollandacaları ile bir şeyin farkına varmayacaklardı ve sonunda da, ‘Amaaan, kulaktan dolma sözlerle yazılmış bir roman’ diyecekti.
Ama bu düşünce ne yazık ki suya düştü. Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra çıktığı Televizyon programından sonra, Gül ailesinin telefonları kilitlenmişti. Aile bireyleri, tanıdıklar ve tanımadıkları hesap sormaya başlamışlardı. Kitap, Türk toplumu içinde utanç yaratıcıydı.
Lale anlatıyor: ‘Babam, titreyen elleri ile tuttuğu telefondan herkese cevap vermeye çalışıyordu. Zira ben kendilerine bir aşk hikâyesi yazdığımı söylemiştim. Ama babam her gelen telefondan anladıklarıyla, benim neler yazdığımı öğrenmişti. O sırada babam bana ‘Kızım, ne yaptın sen, aile yaşamımızı sokağa döktün.’ diye feryat etti.’
‘Yaşayacağım’ adlı kitapta başrolü oynarken laf salatası yaptığını unutmuştu. Evde müzik dinlemek, öpüşme sahnesi olan film seyretmek ebeveyler tarafından yasaklanmıştı. Makyaj, ziynet ve selfi fotoğraf çekmek yasaktı. Doğum günü kutlamak ve dışarı çıkmak yasaktı. Okul gezisine gitmek, tatile bir erkek aile bireyi olmadan gitmek yasaktı. Erkek arkadaş edinmek, hele hele sevgili edinmek kesinlikle yasaktı.
Ama başrol oyuncusu yasakların olmadığı bir yaşam istiyordu. Kitabında da soruyordu: ‘Ne yani, bir ev bitkisi olarak mı yaşayacaktım? Evleneceğim, gülme yoksunu, Kur’an yutmuş bir uyuşuk erkeği seçecek olan beni döllendirenler, yaşamam gereken seksüel ilişkinin nasıl olması gerektiğini de mi anlatacaklar? Bunun için mi yaşayacağım? Allah benim bu trajedime sevinecek mi?’
Lale Gül kitabında, annesi ile arasındaki geçimsizliği, bir erkek arkadaşıyla ilişkisi nedeniyle çektiği zorlukları anlatırken, babasından ‘Beni döllendiren’, annesinden de ‘irinli hamam böceği ve faşit islam despotu’ diye söz ediyor.
‘Amacım, zehirleyici dil kullanmak değildi’ diyor Lale Gül ve ekliyor: ‘Amacım, yaşadığım gerçekleri yazmak ve kararı okuyuculara bırakmaktı. Ama yazım sırasında ebeveynlerime kızdım ve kızgınlığımı okuyucuların da bilmesini istedim.’
Lale Gül’ün anne ve babası, 1990’lı yıllarda Hollanda’ya göç etmişlerdi. Amsterdam’ın bir mahallesinde ikamet ediyorlardı. Annesi, üç çocuğa bakan bir ev kadınıydı. Babası ise postacı ve tren temizliği işleri yapmıştı. Lale, o günleri şöyle anlatıyor: ‘Amsterdam’da ikamet ediyorlardı ama, geldikleri köyü hiç terk etmemiş gibiydiler. Türk televizyonlarını izliyorlar ve kendi geleneksel norm ve değerlerinden kopamıyorlardı. Benim kot pantolon giyinmemden bile rahatsız oluyorlardı. Ne de olsa komuşulardan çekiniyorlardı. Sofu müslüman olarak cennet ve cehenneme inanıyorlar. Çocuklarının ahirette cayır cayır yanmasını istemiyorlardı. Bu nedenle bize bazı kısıtlamalar koymuşlardı. Annem, benim günahlarımın kendisine kaydolacağına inanıyordu. Allah’ın ona, ‘Kızın şeytanın peşine takıldığı zaman sen ne yaptın’ diye soracağına inanıyordu.
Lale’ye göre, müslüman kızların çoğu aynı baskı ve kurallar içinde yaşıyordu. Ama çoğunluğun da bu baskı ve kurallara uymadığını görüyordu. ‘Amsterdam Üniversitesi’nde, yüksek eğitimli müslüman kızlar ile konuşurken, onların da evden dışarı çıkamadıklarını ve arkadaş edinemediklerini duyuyordum. Ama onlar bu duruma isyan etmiyorlardı. Okula geldikleri zaman başörtülerini çıkarıyorlar ve gizlice arkadaşları ile buluşuyorlardı. Ama toplum içinde bununla mücadeleden kaçınıyorlardı.’ diyor Lale.
Lale’nin bu konudaki serüveni Kur’an okulunda başlamıştı. (Gazete Kur’an okulunun bağlı olduğu kuruluşun adını yazmış ama ben bundan imtina ediyorum.)
6 yaşından 17 yaşına kadar her Cumartesi ve Pazar günleri, Kur’anı ezbere öğreniyordu. Öğrenciler islam norm ve değerleri çerçevesinde öğrenim görüyorlardı. Lale’nin tuhafına giden, kendi görüş ve düşüncelerinin ne olduğunun sorulmaması idi. Kaldı ki gittiği ilkokulda buna imkân veriliyordu. Ama hafta sonları buna şansı yoktu ve kendi düşüncelerini yutmak zorundaydı. Kur’an hocasına ‘Neden biz başımızı örtüyoruz ama erkeklere hiçbir kural yok’ diye sormuş. Aldığı cevap şu olmuş:’Bu soruyu senin kulağına şeytan üfürdü.’
Lale Gül kitabında, Batılı görüşler ile peygamber öğretisini barıştırmak istiyordu. Şöyle diyor Lale: ’16 yaşında iken YouTube’de solcu Türkler’in filmlerini izliyordum. Onlara göre dini kurallara körü körüne bağlanmak yerine, günün şartlarına göre hareket etmek mübahtır. O zaman memnun olmuştum ve bundan böyle kimlerle özdeşleşeceğimi öğrenmiştim.’
Lale şöyle devam ediyor: ‘Bir hafta sonra sınıfta, eşcinselliğin bir hastalık olduğunu söylediğim zaman doçentimiz çok kızmış ve bunun hipokrit (münafık-riyakâr) bir düşünce olduğunu, hipokritlerin de çoğu zaman ateistlerden (inançsızlardan) daha kötü olduklarını belirtmişti’
18’inci yaşından itibaren kendisinin ‘islamofoob’ (islam korkusu) olduğunu belirten Lale Gül şöyle diyor: ‘O zaman dini inancın, insan yaşamındaki etkisinden endişe duymaya başlamıştım. Eşcinsel veya feminist kadınların yaşayabileceği hiçbir islam ülkesi yoktur. Kadın imam veya bir eşcinselin camiye girmesi gibi, islamı modernleştirme girişimleri hep baltalanmıştır. Yayınlanan dini tekstlerdeki yorumlar, peygamber öğretisini zayıflatınca, Hollanda-Türk toplumu içindeki tutuculuk SGP ( Dini Parti) oryantallığına dönüşüyor.’
Lale Gül, kitap yazımından çok önce, 2019’da görüşlerini sosyal medyada duyurmaya başladığı zaman, sağ görüşlü twitter kullanıcıları tarafından baştacı edildi. Bir anda kendisini De Telegraaf yazarı Wierd Duk, Forum Demokrasi Partisi lideri Thierry Baudet ve TV programcısı Fidan Ekiz öğle yemeğine davet ettiler. Bu buluşmalardan çok memnun olmuştu. Zira bu cesur görüşlerini destekliyorlardı. Baudet, kendisini parti propagandası toplantılarına davet etti. Ama 23 yaşındaki Lale, bu davete icabet etmediği için de memnun oldu. ‘Öyle umut ediyordum ki Baudet, bu yapısal konulara değinecekti. Ama öyle olmadı.’ diyor Lale.
Lale Gül, kitabının yayınlanmasından sonra da ilgi odağı oldu. Kendi pozisyonunda olan pek çok genç kadından aldığı mektuplarda tavsiyeleri soruldu. Okuyucular da onun kültüre bakış açısını tebrik ettiler. O da bir yazar olan Franca Treur’den aldığı mektupta, aynı konulara değinilecek olan bir kitap yayınlayacağını öğrendi.
Lale, islam karşıtları tarafından takdir ediliyordu ama evdeki durum bambaşkaydı.
Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra katıldığı televizyon tartışma programından sonra, ‘verem ol’ tehditleri başladı. Kitapta adından bahsettiği (Açık ismi yazmıyorum) dini kuruluşun başkanının telefon ederek kendisini mahkmeye vereceğini belirten Lale, ‘Amcalarımdan biri evime geldi ve bana ‘pis fahişe kızı’ dedi ve ağzımdaki dişlerin hepsini kıracağını söyledi. Annem de bana, ‘Amcana hak vermeden edemeyeceğim. Zira sen yazdığın kitapla bunu hak ettin’ dedi.’
Lale, artık sokakta tanınıyor ve tehdit ediliyordu. Bunun için savcılığa şikâyette bulundu. Evden dışarı çıkamaz oldu. Babası da, komşuların hesap sormasından korktuğu için dışarı çıkamaz oldu. Kitabın yayınlanmasından sonra camiye de gitmez oldu. Ama, postacılık işi için yine de sokaklara çıkma mecburiyetinde kalıyordu..
Lale anlatıyor: ‘Babam mahallede mektup dağıtırken, kendisine ‘Senin kızın da ikinci Ebru Umar oldu. ( O da yazdıkları nedeniyle Türkiye’den Hollanda’ya sınır dışı edilmişti) Neden kızına engel olamadın?’ diye soruyorlar. Babam da onlara ‘Ne yapayım, boğazını mı keseyim, söyleyin’ diye cevap veriyor. Babam eve gelince, ‘İnsanlarımızın nasıl olduğunu biliyordun, bunu hesaba katamaz mıydın’ diye azarlamaya devam ediyor.’
Dışarıdan gelen tehditlere karşı babası, 20 yaşındaki erkek kardeşi ve 22 yaşındaki yeğeni tarafından korunduğunu belirten Lale ekliyor: ‘Kardeşim insanları uyarıyor. Kardeşim ‘kim kız kardeşime dokunursa benden çekeceği var’ diyor. Onun desteği olmasaydı şimdiye çoktan tokatlanmıştım.’
Lale, diğer aile fertlerinden de destek bekliyordu. Ama onlar kendisine sırtlarını çevirdiler. Bu da çok zoruna gidiyor ve ekliyor: ‘Bana yuva pisleten diyorlar. Ama ben kendi hayatım diye yazdım. Kendi hikâyemi anlatmak hakkım yok mu? Bunu tekrarlamaya devam edeceğim. Ama birbirimizi anlayamıyoruz.’
Lale, aynı zamanda kendisini suçlu buluyor ve devam ediyor: ‘Öncelikle, kötü bir düşüncem yoktu, Sadece hikâyemi dökmek istiyordum. Ama pratikte bu böyle olmadı. Ebeveynlerimin bu yüzden hastalandıklarını görüyorum. Annem iki haftadır yatakta kıvarıp duruyor. Annem kız kardeşime şöyle diyor.’Bana felç inerse veya kendimi öldürürsem, bu Lale’nin kabahatidir.’ Bu da kardeşimi çok üzüyor. Dün kardeşim bana, ‘Bunu bir daha yapmayacağına dair söz ver. Annemin başına bunların gelmesini istemiyorum’ diyerek ağlamaya başladı.’
‘Olanları Hollandalı arkadaşlarıma anlattığım zaman bana, ‘Bu olağan durum karşısında kendini suçlu bulma’ diyorlar. Ama ben bunların hepsini hesaba katmadan hareket ettim.’ diyen Lale’ye diğer aile fertleri sırt çevirmişti ama kendi anne ve babası sırt çevirmemişti. Lale şöyle devam ediyor: ‘Bu durum en çok anne ve babamı zor durumda bıraktı. Annem ve babam bana yine de teklifte bulundular ve şöyle dediler:’Öyle sanıyoruz ki, şimdi pişmanlık duyuyorsun. Kitabın için seni af ediyoruz. Ama bir daha hiçbir tartışma ortamına girmeyeceksin.’
Lale bu durumdan çok memnun olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: ‘Yazdığım kitap ile görüşlerimi tüm dünyaya duyurdum. Hollanda, Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu öğrenmiş oldular. Böylece amacıma ulaştım sayılır. Şimdi kepengi indirdim. Annem ve babam ile bağdaşmak için yazmaya ‘stop’ diyorum’
Ama bu alınması çok zor bir karardı. Bunu da şöyle yorumluyor Lale: ‘İçimi kemiren bir his var. Benim için iyi bir yetenek diyorlar. Geçen hafta çok sayıda telefon geldi. Aylık dergi Elle’ye yorum yazmam istendi. Katıldığım Televizyon programı için sürekli katılım teklifi geldi. Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında konuşmam istendi. Bu nedenle kariyerli ve kamuoyu oluşturan bir yazar olma rüyaları görüyorum. Ama bunları yapmamam lâzım. Böylece yarayı deşmekten başka bir şey yapmış olmam. Aksi takdirde, bir daha asla düzelmez.’
Yıllarca çırpındıktan sonra elde etmek istediği serbestliğe ulaşmıştı Lale.
‘Baş örtüsü kullanmaya mecburiyetim yok, makyaj yaparak da dolaşabilirim. Yaz gelince kumsalda da uzanabilirim. Türk-Hollandalı pek çok kadının bunları nasıl elde ettikleri hakkında çok şeyler okudum. Tiyatrocu Nazmiye Oral ve televşzyon yapımcısı Fidan Ekiz’in, evlerine Türk olmayan erkeklerle gittiklerini de okudum. Bu gelişmeler bana hep umut veriyor. Demek ki bir gün bana da bu yol açılabilir diye düşünüyorum hep.’ diyor.
Lale anlatmaya devam ediyor: ‘Biliyorum, Nazmiye ve Fidan bu konuda tabii ki birer istisnadır. Ben bir Hollandalı erkekle eve gidemem ve artık yayın da yapamam. Kendimi buna alıştırmaya çalışacağım. Bunlar ebeveynlerimin bana sunacakları en iyi toleranstır. Ben anne ve babam ile vedalaşmak istemiyorum. Erkek ve kız kardeşim ile gizlice anlaşmak da istemiyorum. Çocuklarım olduğu zaman, anne anne ve dede diyebilmelerini istiyorum.’
Son olarak şunu söyleyebiliriz: Lale, şimdilerde anne ve babasının bilgisi dışında son mülakatlarını yapıyor. 23 yaşındaki yazarın kariyeri başlamadan bitiyor. Üniversitedeki eğitimine devam edecek. İleride evleneceği ve mutlu bir evlilik süreceği bir Türk erkek bulacak. Çok ileride belki yine kalemi eline alacak ve yazacak. Ama bunu şimdi hiç düşünmeyecek. Romanının filme çekilmesi için ciddi teklifler alan Lale, bunun gerçekleşmesi halinde, başına gelecekleri şimdiden bildiği için, bu teklifi de geri çevirdi.
Kendisiyle yaptığım bu görüşme bir umutsuzluk görüşmesi miydi acaba?
Lale, gülerek cevap veriyor: ‘Sana başka bir hikâye anlatmak isterdim. Zira benim yaşamım bir masal değildir.’

                                              AYAAN HİRSİ ALİ VE EBRU UMAR

AYAAN HİRSİ ALİ
Lale Gül, yayınlamış olduğu kitap ile, islamı yeren yazarlar zincirine katılmış oldu.
Bu yazarlardan biri de Somalili Ayaan Hirsi Ali idi. 2004 yılında Theo van Gogh ile birlikte, islam karşıtı Submission filmini yapmıştı. Bu nedenle van Gogh öldürülmüş, Ayaan Hirsi Ali de, hayatından endişe edildiği için ABD’ye sürgüne gönderilmişti.
Ne ilginçtir ki, solcu görüşlerle sivrilen Ayaan Hirsi Ali, ABD’de konservatif (tutucu) görüşlü bir Düşünce Kuruluşu olan Hoover Instituut’te çalışıyor.
Ama Lale Gül, Hirsi Ali ile kıyaslanmasını da doğru bulmuyor ve ‘O bir şahane insandır. O benim ancak ustam olabilir’ diye övgü yağdırmayı da ihmal etmiyor.
EBRU UMAR
Babası patoloji doktoru, annesi göz doktoru olan Ebru Umar, 2004 yılında öldürülen Theo van Gogh ile birlikte çalıştı. Çeşitli gazetelere yazdığı yorumlarda, müslümanların ve Türkler’in gözüne battı. Tehditler aldığı için savcılığa başvuruda bulundu.
23 Nisan 2016 günü, Kuşadası’nda polis tarafından tutuklandı. Suçu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçuydu. Bu tutuklama iki ülke arasında siyasi krize yol açtı. Daha sonra Hollanda Dışişleri’nin baskısı sonucunda sınır dışı edildi.
Sevgili Okurlarım,
Bugünkü yazım iç açıcı değildi. Hoş, dünyanın neresine giderseniz gidin, göçmenler için yazılacaklar arasında bu gibi konular yer alır.
Kanada’ya, Yeni Zelanda ve Avustralya’ya göç etmiş olan Hollanda toplumları içinde de gelişmemişliklere rast gelebilirsiniz. Bu, göçün bir kaderidir. Burnumuzun dibindeki Paris yakınlarında koloni halinde yaşayan Hollandalılar içinde de bunlar yaşanmaktadır. Mesele, dışa açılamamak ve kendi içlerinde boğulma meselesidir.
İNADINA SANDIK BAŞINA!!!

İNADINA SANDIK BAŞINA!!!

Aşırı dincilerin ‘oy kullanmak haram’ çağrısı 2010 yılından kalma bayat bir hikâye…

İlhan KARAÇAY

Hollanda’da bugün başlayıp, çarşamba akşamına kadar sürecek olan oy verme işlemi, bazı kesimler tarafından sekteye uğratılmak isteniyor. Türkiye’de ana akım gazetelerinde bile yer alan bir haber, sosyal medyada da yaygınlaşınca, Hollanda’daki yurttaşlarımız şaşkınlık yaşadılar.
Altta sizlere sunacağım sözü geçen haberin kaynağı tabii ki Hollanda medyası.
Hollanda İstihbarat Örgütü AİVD’nin yapmış olduğu açıklamasına göre, Hollanda’daki radikal islam kuruluşları, oy vermenin günah olduğunu duyurmuşlar.
Bu haberi yayınlayan sosyal medya organlarına tepkide bulunan pek çok yurttaşımız,
‘Yok böyle bir şey, bu haber yalan’ şeklinde tepkide bulundular.


Haberin yalan olup olmadığını saptamak için yaptığım araştırmada, 2010 yılındaki seçimler öncesinde de aynı haberlerin yayınlanmış olduğunu gördüm. (Yukarıdaki kupür)

Maksat ne olursa olsun, seçimlerde oy kullanmanın haram olduğunu iddia edenlere karşı, sandıklara inadına gidelim ve demokratik bir hak olan oylarımızı kullanalım.

İşte, çoğu yurttaşlarımızın inanmadığı, Hollanda medyası kaynaklı o haber.

Hollanda’da yaşayan Müslüman seçmenlere
‘oy kullanmayın’ çağrısı

Hollanda’daki radikal İslamcı örgütler, ülkedeki Müslüman seçmenlere, 15-17 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek milletvekili genel seçimleri için sandığa gitmemeleri çağrısında bulundu.

Hollanda İstihbarat Servisi (AIVD), taraftarlarını “İnançsız Hollanda toplumundan uzaklaştırma” çabasındaki radikal örgütlerin bu tutumunun, demokratik hukuk düzenini zayıflatabileceği uyarısında bulunuyor. Hollanda’da 150 üyeli Hollanda Temsilciler Meclisi’nin yenileneceği seçimlere, Müslüman seçmenlerin desteklediği 3 ayrı siyasi parti katılıyor.

Türkiye ve Fas kökenli seçmenlerin desteklediği Denk Partisi ve Nida Partisi ile eski aşırı sağcı milletvekili Arnoud van Doorn’un kurduğu Birlik Partisi (Partij van de Eenheid), Hollanda’daki Müslüman seçmenlerin oyunu alabilmek için yarışacak. Ancak radikal İslamcı örgütler, Müslüman seçmenlerin sandığa gitmesini istemiyor. Radikal örgütler, “oy vermenin haram ve Allah’ın emirlerine karşı gelmek olduğunu” savunuyor.

“OY KULLANMAK HARAMDIR”
BBC Türkçe’de yer alan habere göre, bu örgütlerden Hizb-u-Tahrir, Pazar günü bir toplantı düzenleyerek, taraftarlarına, “oy kullanmayın” çağrısı yapacak. Örgütün yöneticilerinden Okay Pala, De Telegraaf gazetesine, “Oy kullanmanın haram olduğunu” söyledi. Pala’ya göre, bütün yasalar ve yasaklar Allah tarafından konulur ve bu nedenle yasaların insanlar tarafından yapıldığı parlamentolar için oy vermek Müslümanlar için günah.

Bir başka radikal oluşum olan Müslüman Diyaloğu Platformu da, benzer görüşleri savunuyor. Örgütün vaizlerinden Fouad el Bouch, “oy vermenin günah ve anlamsız” olduğunu düşünüyor. “Demokrasinin bir put olduğunu” söyleyen el Bouch, İslami partilerin, Hollanda’daki Müslümanların haklarının korunması konusunda hiçbir katkısı olmadığını öne sürüyor.

HOLLANDA GİZLİ SERVİSİ TAKİP EDİYOR
Hollanda İstihbarat Teşkilatı’na göre, ağırlıklı olarak Selefi görüşü benimseyen radikal örgütler, Hollanda’daki Müslüman toplumu arasında orantısız biçimde büyük bir etkiye sahip.

Her konuda “İslamofobik bir yön bulan” bu gruplar, “derin ırkçı Hollanda’nın tüm Müslümanları toplama kamplarına göndermesinin an meselesi olduğu”nu iddia ediyor. Hollanda gizli servisi, radikal İslamcı örgütlerin demokratik hukuk düzenini zayıflatabileceği ve uzun vadede şiddet için üreme alanı yaratabileceği endişesini dile getiriyor.

İstihbarat teşkilatına göre, radikal örgütler, taraftarlarını, kendilerine muhalif gördükleri Müslümanlardan ve “dinsiz” diye tanımladıkları Hollanda toplumundan kademeli olarak uzaklaştırmak için bir strateji izliyor. Gizli servise göre, radikal örgütler tarafından uygulanan sosyal baskı, Müslümanların topluma katılma özgürlüğünü kısıtlıyor.

Hollanda’da nüfusun yüzde 5’i Müslümanlardan oluşuyor. Bunun yüzde 38’ini Türkiye kökenli göçmenler, yüzde 31’ini de Fas kökenliler temsil ediyor.

HOLLANDA’DA SKANDAL! POSTACI, TÜRK MAHALLESİNDE OY PUSULALARINI DAĞITMADI

HOLLANDA’DA SKANDAL! POSTACI, TÜRK MAHALLESİNDE OY PUSULALARINI DAĞITMADI

HOLLANDA’DA SKANDAL!

*Postacı, Türk mahallesinde oy pusulalarını dağıtmadı.
*Rotterdam Belediye Başkanı suç duyurusunda bulundu.
*DENK Partisi posterleri ırkçılar tarafından sökülüyor.

İlhan KARAÇAY

 

Önümüzdeki günlerde yapılacak olan Hollanda genel seçimleri öncesinde skandal olaylar cereyan ediyor.

Bir postacı, Rotterdam’da, yoğunlukla Türkler’in ikamet ettikleri Afrikalılar Mahallesi’nde, seçmenlere gönderilen oy pusulalarını dağıtmadı. 195 kişi oy pusulalarını alamadıklarını bildirince, Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Ebutaleb, posta idaresi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Ayrıca, Rotterdam ve Schiedam kentlerinde sokaklara asılan DENK Partisi afişleri, ırkçı gençler tarafından sökülüyor.

Denk als ‘posterkoning’ in Rotterdam en Schiedam: ‘Te veel? We krijgen juist klachten als we ergens níet hangen’ Doğukan Ergin (l) en Stephan van Baarle hebben nog honderden Denk-verkiezingsborden achter de hand.

DENK Partisi üçüncü sıra adayı Stephan van Baarle, yaşananlarla ilgili yaptığı açıklamada,
oy pusulalarının Türk mahallesinde dağıtım sektesine uğramasının, bilinçli ve ırkçı bir eylem olduğunu belirtti.
Rotterdam ve Schiedam kentlerinde, çok sayıda afiş astıkları şikâyetlerine karşı, ‘Hollanda’da siyasi partilere reklam yasağı yoktur. Afişleri, Belediye’nin bize tahsiz ettiği yerelere asıyoruz’ yanıtını veren Van Baarle, afişlerinin ırkçı gençler tarafından sökülmesini de şiddetle kınadığını belirtti.

Rotterdam polisi, özel olarak konulan reklam tabelalarını çalanları da aramaya başladı. Polisten yapılan bir açıklamada, ‘Suçlulardan birini yakaldık’ denildi.

HOLLANDA SEÇİMLERİ DAILY SABAH’TA

HOLLANDA SEÇİMLERİ DAILY SABAH’TA

HOLLANDA SEÇİMLERİ DAILY SABAH’TA…

Hollanda’da yapılacak olan genel seçimler, Türkiye’de de medyanın ilgisini çekiyor.
Çeşitli medya organları ile haber portalları bu seçimlere yer verirken, İngilizce yayınlanan Daily Sabah, konuyla ilgili uzun bir röportaj yayınladı.
Gazetenin deneyimli muhabiri Dilara Aslan, Hollanda’dan sağlıklı bilgi toparlayabileceği kişilerle temasa geçerek ilginç bir röportaj yazdı. Naçizane şahsım ile de temasa geçen Dilara Aslan’ın röportajını, Hollanda’daki beşyüze yakın medya kuruluşuna gönderdim.
Çok güzel bir İngilizce ile yazılı haberin, çok iyi olmayan Türkçe tercümesini en altta sizlere sunuyorum.

Anti-immigration, xenophobia to dominate
Dutch elections: DENK Party

BY DILARA ASLAN
ANKARA NEWS ANALYSIS MAR 12, 2021 2:08 PM GMT+3

Cyclists at a road crossing near Dutch political party election campaign posters on a billboard in Amsterdam, Netherlands, on Tuesday, March 9, 2021. (Getty Images)
As COVID-19 restrictions and anti-Islam, anti-immigration rhetoric come to the fore in the upcoming elections, the DENK party aims to tackle this problem and adopt a more inclusive stance in the Dutch political scene
The coronavirus pandemic and the much-debated issue of immigration are set to dominate the upcoming Dutch general elections as voters will head to the polls next week with Prime Minister Mark Rutte on course to win a fourth term in office.
“As in every election, populism, unfortunately, increases further. A policy against Turkey and Islam is emerging,” head of the Dutch DENK party and deputy Tunahan Kuzu told Daily Sabah, indicating that his party stands against those discriminating against people and defaming Islam.
Elaborating that DENK was created after having left the Labour Party in 2014 due to their rigid integration policies, Kuzu underlined that he aimed to build a new political movement in the face of a politics that is gradually becoming harder and leaning toward the right.
“Hundreds of thousands of youth of foreign origin living in this country are not treated equally due to a false integration policy,” Kuzu pointed out, saying that they even face discrimination in everyday routines, including in finding a job or renting a house. “We raise our voice so that our citizens of third-generation Turks, Moroccans, Surinamese have equal rights. Our role is to voice this everywhere, including in Parliament.”
The DENK party currently has three deputies in parliament as well as almost 30 council members in municipalities. The party is supported by Turkish, Moroccan, Surinamese and Dutch people. “Our message is not only to people of foreign origin but also to the Dutch people. The Netherlands belongs to all of us. The hundreds of thousands of foreign origin people in the country are a part of the Netherlands,” Kuzu highlighted.
Though the far-right has never been a major force in the Dutch political landscape, it has existed and attracted a substantial number of people.
Tunahan Kuzu of DENK seen during the plenary debate in the Tweede kamer parliament on January 12, 2021 in The Hague, Netherlands. (Getty Images)
Despite the Netherlands recently suffering the worst riots for decades over its COVID-19 curfew, Prime Minister Mark Rutte leads in the polls as the Dutch appear to rally around the flag after a year of the pandemic.
But amid a tough COVID-19 lockdown, that support is showing signs of eroding as the Dutch grow weary of pandemic restrictions.
“Though the Dutch people are angry at Rutte due to the coronavirus restrictions, they will still give him enough votes to gain 39 seats due to their common sense,” journalist Ilhan Karaçay said.
Kuzu explained that although the atmosphere is influenced by the coronavirus pandemic, the DENK party still met with voters, listened to their problems and carried these issues to parliament.
Rutte leading
A total of 37 parties, the most for decades, are competing for 150 seats in the Dutch lower house of parliament, in a crowded political landscape that usually produces unwieldy coalitions.
The election is being held over three days, starting with a limited number of polling booths opening on March 15 and 16 for people who are extra vulnerable to the coronavirus before the main voting day on March 17. Some 2.4 million people aged 70 and above are entitled to vote by mail.
Rutte’s conservative People’s Party for Freedom and Democracy (VVD) is currently projected to win about twice as many seats as its nearest rival in the 150-seat lower house of parliament.
Rutte’s VVD currently has 33 seats and leads a four-party coalition along with the conservative Christian Democratic Appeal (CDA) and Christian Union, and the center-left D66.
If the VVD emerges as the largest party in parliament, the 54-year-old Rutte will be first in line to form the country’s next governing coalition and begin a fourth term in office. That would make him the longest-serving Dutch prime minister, overtaking the 12-year tenure of Ruud Lubbers.
The largest Dutch opposition party is the Party for Freedom led by populist, anti-Islam lawmaker Geert Wilders, who has harshly criticized the government’s handling of the COVID-19 crisis, from the slow start of its vaccination program to its imposing a curfew.
“Unfortunately, people like Wilders continue to defame Islam on a daily basis. Most parties have acknowledged this. Yet we do not hesitate to counter such racist acts everywhere and every time,” Kuzu added.
“Immigrants and Muslims are of course affected by such racist remarks. Racist and impudent words against Islam are normalizing and naturally, immigrants and Muslims are alienated,” he underlined, saying that therefore the people must unite and show they do not accept such language.
The right-wing populist Forum For Democracy of Thierry Baudet, which performed strongly two years ago during a provincial election, has imploded over the last year amid reports of anti-Semitism in its ranks.
Geert Wilders and his kind are monsters created by 9/11. Previously, the Dutch people would not lean toward such ideologies. Infamous politicians such as (far-right Dutch politician Joop) Glimmerveen in the 1980’s and (Dutch politician of the Centre Party (CP) and later founder of the Centre Democrats (CD) party Hans) Janmaat in the 1990’s would not get votes,” Karaçay said.
He explained that however, after 9/11, a far-right politician, Pim Fortuyn, gained significant popularity but was murdered. The flamboyant Fortuyn, known for his far-right, anti-Islam and anti-immigrant stance, was gunned down in a parking lot by an animal activist, an act that shattered the liberal Netherlands’ image of itself as a unified and secure society.
Saying that Wilders is currently losing points, Karaçay stated that Baudet “of the same ideology” was quite popular in recent years and has gained a significant number of votes.
Conversely, Ibrahim Görmez, retired director of the Netherlands Islam radio and television institution stated that: “Unfortunately Wilders and Baudet have built their party programs upon anti-Islam rhetoric and have a huge vote potential,” indicating that other parties also see that such a path proves effective. “The DENK party in this regard is a big chance,” he continued.
Journalist Burhanettin Carlak explained that in the Netherlands the people are highly critical and question everything instead of following movements.
“I do not expect any change to the Dutch people’s ties to universal democracy and human rights. The Dutch are prudent, restrained and do not favor big political adventures,” he stated.
Saying that though marginal parties do not become the ruling party, they influence conventional parties, Carlak added: “Yet, currently there are again two racist, xenophobic and Islamophobic parties among the four main parties.”
Voting is as important for people of foreign origin as for the Dutch, Karaçay underlined, elaborating that the Netherlands in 1986 gave foreign nationals the right to vote for local elections, while it is obligatory to be a Dutch citizen to vote in general elections.
According to statistics, there are around 410,000 people with a migration background from Turkey in the country. Karaçay stated that around 230,000 have the right to vote and stand for elections, while he pointed out that there are 34 people of Turkish origin in the election lists of 37 parties.
Carlak further stated that the Dutch must see that the Turkish people in the country are not like other ethnic minorities and that the Turkish state should send Dutch-speaking officials to work in the country’s foreign missions to further raise the profile of Turks in the Netherlands as well as enhance bilateral relations.
He said that the foreign ministry and religious officials should be from the Netherlands while also touching upon the new judicial reforms in Turkey, saying they will also benefit Turks in the country.
Anti-immigration on rise
The last Dutch elections in 2017 sparked fears across Europe that Wilders could ride a wave of populism to victory after the 2016 Brexit vote in Britain and the election of Donald Trump in the US.
Wilders has recently said he has no regrets and is ready to “step up” his campaigning against immigration, despite the coronavirus set to dominate next week’s general election.
“Issues such as immigration are still important. For my voters, it’s still number one. But if you look at the average Dutchman, corona is the number one issue indeed,” Wilders told Agence France-Presse (AFP) in an interview at the Dutch parliament this week.
Despite that, Wilders said he saw no need to drop the anti-immigration and anti-Islam rhetoric that has defined his two-decade political career.
“The immigration of non-Western immigrants is an existential problem,” said Wilders. “I believe we should even step up, to invest more in realizing this policy (of opposing immigration).”
Rutte and other parties have vowed to exclude Wilders from any coalition, a move that the Freedom Party chief calls “very undemocratic.”
“The more people vote for my party, the more difficult it will be to exclude us,” Wilders said.
Karaçay similarly pointed out that “it is impossible that Wilders will be part of a coalition. No party wants to be in a coalition with them.”
Members of a civic organization celebrate the victory of center-right VVD party in the general elections, in The Hague on March 15, 2017. (AFP Photo)Members of a civic organization celebrate the victory of center-right VVD party in the general elections, in The Hague on March 15, 2017. (AFP Photo)
Wilders was also unrepentant about past actions, including plans for a cartoon competition of the Prophet Muhammad in 2018 that he canceled after receiving death threats.
He was also convicted of collectively insulting Moroccan people at a 2014 rally – though he was later cleared of discrimination.
Last month, Wilders also came under fire for a provocative post he shared on Twitter, calling Turkish President Recep Tayyip Erdoğan a “terrorist,” as officials criticized the lawmaker and prosecutors launched an investigation into his post.
Hate crimes against mosques and Muslims have been on the rise across Europe in recent years, fueled in part by the success of anti-immigrant, anti-Muslim groups in gaining political power.
“The rising populist, racist and anti-Muslim movement is indeed dangerous. Politicians must put emphasis on this issue. They have to reject this instead of normalizing it. This kind of politics complicates the futures of hundreds of thousands of youth and leads them to be alienated,” Kuzu stated, saying that everyone must be able to be proud of his identity and religion.
The combination of nationalism with an emphasis on anti-Islam and anti-EU rhetoric has appealed to some circles in the Netherlands.
According to the Migration Policy Institute, two traumatic events created an opening for Wilders on the Dutch political scene: the assassination of Fortuyn in 2002 and the subsequent 2004 murder of filmmaker Theo van Gogh by a Dutch-Moroccan citizen after he criticized the treatment of women in Islam.
“Wilders, who founded the radical-right PVV in 2006, capitalized on this by anchoring his platform in a virulent critique of Islam. And while his incendiary rhetoric has been disavowed by the mainstream, his popularity spiked after he was found guilty in December 2016 of hate speech against Moroccans,” it said in a report published during the previous elections.

Göçmenlik karşıtı, yabancı düşmanlığı Hollanda seçimlerine hakim olacak: DENK Partisi

DİLARA ASLAN
ANKARA HABER ANALİZİ 12 MART 2021 14:08 GMT + 3

9 Mart 2021 Salı günü Amsterdam, Hollanda'da bir reklam panosundaki Hollanda siyasi parti seçim kampanyası afişlerinin yakınında bir yol geçişinde bisikletliler. (Getty Images)
COVID-19 kısıtlamaları ve İslam karşıtı, göçmenlik karşıtı söylemler, yaklaşan seçimlerde öne çıkarken, DENK partisi bu sorunları çözmeyi ve Hollanda siyasi sahnesinde daha kapsayıcı bir duruş benimsemeyi hedefliyor.
Önümüzdeki hafta yapılacak olan Hollanda genel seçimlerine, koronavirüs salgını önlemleri, çok tartışılan göç meselesi, Başbakan Mark Rutte’nin, dördüncü dönem kazanıp kazanmayacağı soruları damgasını vuracak.
“Her seçimde olduğu gibi, popülizm maalesef daha da artıyor. Hollanda DENK Partisi (eski) Genel Başkanı ve milletvekili Tunahan Kuzu, Daily Sabah’a verdiği demeçte, Türkiye’ye ve İslam’a karşı bir politika ortaya çıkıtığını, partisinin insanlara karşı ayrımcılık yapan ve İslam’ı karalayanlara karşı olduğunu belirtti.
DENK’in, katı entegrasyon politikaları nedeniyle 2014 yılında İşçi Partisi’nden ayrıldıktan sonra kurulduğunu vurgulayan Kuzu, giderek zorlaşan ve sağa yönelen bir siyaset karşısında yeni bir siyasi hareket inşa etmeyi hedeflediğinin altını çizdi.
“Bu ülkede yaşayan yüz binlerce yabancı uyruklu genç yanlış bir entegrasyon politikası nedeniyle eşit muamele görmüyor” diyen Kuzu, iş bulma veya ev kiralama dahil günlük rutinlerinde ayrımcılığa bile maruz kaldıklarını belirttikten sonra, “Üçüncü kuşak Türk, Faslı, Surinamlı vatandaşlarımızın eşit haklara sahip olması için sesimizi yükseltiyoruz. Bizim rolümüz bunu Parlamento dahil her yerde dile getirmektir. ” diye ekledi.
DENK Partisi’nin şu anda mecliste üç milletvekili ve belediyelerde yaklaşık 30 meclis üyesi bulunuyor. Parti Türk, Fas, Surinam ve Hollandalılar tarafından destekleniyor. Kuzu, “Mesajımız sadece yabancı kökenli kişilere değil, aynı zamanda Hollanda halkına da. Hollanda hepimize aittir. Ülkedeki yüzbinlerce yabancı kökenli insan Hollanda’nın bir parçası” dedi.
Aşırı sağ, Hollanda’nın siyasi ortamında hiçbir zaman büyük bir güç olmamasına rağmen, var oldu ve önemli sayıda insanı kendine çekti.
DENK'li Tunahan Kuzu, 12 Ocak 2021'de Hollanda'nın Lahey kentinde Tweede kamer parlamentosundaki genel oturum sırasında görüldü. (Getty Images)
Hollanda, son zamanlarda COVID-19 sokağa çıkma yasağı nedeniyle onlarca yıldır en kötü isyanlara maruz kalsa da, Başbakan Mark Rutte, salgından bir yıl sonra Hollandalılar’ın bir bayrak etrafında sandık başına gideceklerini söylüyor.
Ancak, zorlu bir COVID-19 kilitlenmesinin ortasında, Hollandalılar pandemik kısıtlamalardan bıktıklarını belirtiyorlar.
Gazeteci İlhan Karaçay, “Hollanda halkı koronavirüs kısıtlamaları nedeniyle Rutte’ye kızgın olsa da, sağduyuları nedeniyle ona 39 sandalye kazanması için yeterli oy verecek” diyor.
Kuzu, atmosferin koronavirüs salgınından etkilenmesine rağmen, DENK Partisi’nin seçmenlerle görüştüğünü, sorunlarını dinlediğini ve bu konuları meclise taşıdığını açıkladı.
Rutte lider
On yıllardır, genellikle hantal koalisyonlar üreten kalabalık bir siyasi ortamda, Hollanda parlamentosunun alt meclisinde 150 sandalye için 37 parti yarışıyor.
Seçimler, 17 Mart’taki ana oylama gününden önce, koronavirüse karşı ekstra savunmasız kişiler için 15 ve 16 Mart’ta sınırlı sayıda sandığın açılmasıyla üç gün boyunca yapılacak. 70 yaş ve üstü yaklaşık 2,4 milyon kişi posta ile oy kullanma hakkına sahiptir.
Rutte’nin muhafazakâr Özgürlük ve Demokrasi Halk Partisi’nin (VVD), şu anda parlamentonun 150 sandalyeli alt meclisinde en yakın rakibinin yaklaşık iki katı kadar sandalye kazanacağı tahmin ediliyor.
Rutte’nin VVD’si şu anda 33 sandalyeye sahip ve muhafazakar Christian Democratic Appeal (CDA) ve Christian Union ve merkez-sol D66 ile birlikte dört partili bir koalisyona liderlik ediyor.
VVD, parlamentodaki en büyük parti olarak yeniden ortaya çıkarsa, 54 yaşındaki Rutte, ülkenin bir sonraki hükümet koalisyonunu kuracak ve görevde dördüncü dönem başlayacak. Bu onu, Ruud Lubbers’ın 12 yıllık görev süresini geride bırakarak en uzun süre hizmet veren Hollanda Başbakanı yapacak.
Hollanda’nın en büyük muhalefet partisi, hükümetin COVID-19 krizini ele almasını, aşılama programının yavaş başlamasından zorla kabul ettirmesine kadar sert bir şekilde eleştiren popülist, İslam karşıtı milletvekili Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi’dir (PVV)

Kuzu, “Maalesef Wilders gibi insanlar her gün İslam’ı karalamayı sürdürüyor. Çoğu parti bunu kabul etti. Yine de bu tür ırkçı eylemlere her yerde ve her zaman karşı koymakta tereddüt etmiyoruz ” dedi ve “Göçmenler ve Müslümanlar elbette bu tür ırkçı sözlerden etkileniyor. İslam’a karşı ırkçı ve küstah sözler normalleşiyor ve doğal olarak göçmenler ve Müslümanlar yabancılaşıyor diye devam etti.

İki yıl önce yerel seçimlerde güçlü bir performans sergileyen sağcı popülist Thierry Baudet’in Demokrasi Forumu Partisi, anti-Semitizm haberleri üzerine son bir yılda patladı.
“Geert Wilders ve onun gibileri, 11 ​​Eylül tarafından yaratılmış canavarlardır. Önceden Hollanda halkı bu tür ideolojilere eğilimli olmazdı. 1980’lerde (aşırı sağ Hollandalı politikacı Joop Glimmerveen ve 1990’larda (Merkez Partisi’nin (CP) Hollandalı politikacı ve daha sonra Merkez Demokratlar (CD) partisinin kurucusu Hans Janmaat gibi kötü şöhretli politikacılar oy alamadılar. “ diyen İlhan Karaçay şöyle devam etti:
“Ancak 11 Eylül’den sonra aşırı sağcı bir politikacı olan Pim Fortuyn’un önemli bir popülerlik kazandıktan sonra öldürüldü. Aşırı sağcı, İslam karşıtı ve göçmen karşıtı duruşuyla tanınan gösterişli Fortuyn, liberal Hollanda’nın birleşik ve güvenli bir toplum olarak imajını paramparça eden bir hayvan aktivisti tarafından bir otoparkta vurularak öldürüldü.”
Wilders’in şu anda puan kaybettiğini söyleyen Karaçay, “aynı ideolojiye sahip” Baudet’in son yıllarda oldukça popüler olduğunu ve önemli sayıda oy aldığını belirtti.
Tersine, Hollanda İslam radyo ve televizyon kurumu emekli direktörü İbrahim Görmez, “Ne yazık ki Wilders ve Baudet parti programlarını İslam karşıtı söylem üzerine inşa ettiler ve büyük bir oy potansiyeline sahipler” dedi ve diğer partilerin de böyle bir yol etkili olduğunu kanıtlıyor. ” Bu açıdan DENK Partisi büyük bir şans” diye devam etti.
Gazeteci Burhanettin Carlak, Hollanda’da halkın son derece eleştirel olduğunu ve hareketleri takip etmek yerine her şeyi sorguladığını açıkladı.
Carlak, “Hollanda halkının evrensel demokrasi ve insan haklarıyla bağlarında herhangi bir değişiklik beklemiyorum. Hollandalılar ihtiyatlı, ölçülü ve büyük siyasi maceraları desteklemiyor ”dedi.
Marjinal partilerin iktidar partisi olmadıklarını, konvansiyonel partileri etkilediklerini söyleyen Carlak, “Ancak şu anda dört ana parti arasında yine iki ırkçı, yabancı düşmanı ve İslamofobik parti var” dedi.
Oylamanın Hollandalılar kadar yabancı uyruklular için de önemli olduğunu vurgulayan Karaçay, 1986 yılında Hollanda’nın yabancı uyruklulara yerel seçimlerde oy hakkı tanıdığını, genel seçimlerde ise Hollanda vatandaşı olmanın zorunlu olduğunu vurguladı.
İstatistiklere göre ülkede Türkiye’den göçmen kökenli yaklaşık 410.000 kişi var. Karaçay, yaklaşık 230.000 Türk kökenlinin oy kullanma ve seçimlere aday olma hakkına sahip olduğunu belirtirken, 37 partinin seçim listelerinde 34 Türk asıllı kişinin bulunduğuna dikkat çekti.
Carlak, Hollandalıların ülkedeki Türk halkının diğer etnik azınlıklar gibi olmadığını görmesi gerektiğini ve Türk devletinin Hollanda’daki Türklerin profilini daha da yükseltmek için ülkenin dış misyonlarında çalışmak üzere Hollandaca konuşan yetkililer göndermesi gerektiğini belirtti. ikili ilişkileri geliştirmenin yanı sıra.
Türkiye’deki yeni yargı reformlarına da değinirken, dışişleri bakanlığı ve din görevlilerinin Hollandalı olması gerektiğini belirten Erdoğan, ülkedeki Türklere de fayda sağlayacaklarını söyledi.
Göçmenlik karşıtı yükselişte
2017’deki son Hollanda seçimleri, Avrupa’da Wilders’ın Britanya’daki 2016 Brexit oylaması ve ABD’de Donald Trump’ın seçilmesinden sonra bir popülizm dalgasını zafere taşıyabileceği korkusuna yol açtı.
Wilders geçtiğimiz günlerde hiçbir pişmanlığı olmadığını ve önümüzdeki hafta yapılacak genel seçimlerde koronavirüsün hakimiyet kurmasına rağmen göçe karşı kampanyasını “hızlandırmaya” hazır olduğunu söyledi.
Wilders Agence France-Presse’e (AFP) verdiği röportajda, “Göçmenlik gibi konular hala önemli. Seçmenlerim için hala bir numara. Ama ortalama bir Hollandalıya bakarsanız, korona gerçekten de bir numaralı mesele.” Bu hafta Hollanda parlamentosu.
Buna rağmen Wilders, yirmi yıllık siyasi kariyerini tanımlayan göç ve İslam karşıtı söylemi bırakmaya gerek görmediğini söyledi.
Wilders, “Batılı olmayan göçmenlerin göçü varoluşsal bir sorundur” dedi. “Bu politikayı (göçe karşı çıkma) gerçekleştirmeye daha fazla yatırım yapmak için adım atmamız gerektiğine inanıyorum.”
Rutte ve diğer partiler, Wilders’ı herhangi bir koalisyondan dışlama sözü verdiler, bu PVV başkanının “son derece demokratik” olarak nitelendirdiği bir hareket.
Wilders, “Partime ne kadar çok kişi oy verirse, bizi dışlamak o kadar zor olur,” dedi.
Karaçay da benzer şekilde “Wilders’ın bir koalisyonun parçası olması imkansız. Hiçbir parti onlarla koalisyon kurmak istemez. ” diyor.
Bir sivil örgütün üyeleri, 15 Mart 2017’de Lahey’de yapılan genel seçimlerde merkez sağ VVD partisinin zaferini kutluyor. (AFP Fotoğrafı)
Wilders ayrıca, 2018’de Peygamber Muhammed’in ölüm tehditleri aldıktan sonra iptal ettiği çizgi film yarışması planları da dahil olmak üzere geçmişteki eylemlerinden pişman değildi.
Ayrıca 2014 mitinginde Fas halkına toplu olarak hakaret etmekten suçlu bulundu – ancak daha sonra ayrımcılıktan aklandı.
Geçen ay, Wilders, Twitter’da paylaştığı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “terörist” olarak nitelendirdiği kışkırtıcı bir paylaşım nedeniyle ateş altına alındı , yetkililer milletvekilini eleştirdi ve savcılar, görevi hakkında soruşturma başlattı.
Son yıllarda, göçmen karşıtı, Müslüman karşıtı grupların siyasi güç elde etme başarısının da etkisiyle, son yıllarda Avrupa’da camilere ve Müslümanlara yönelik nefret suçları artmaktadır.
Yükselen popülist, ırkçı ve Müslüman karşıtı hareket gerçekten tehlikelidir. Politikacılar bu konuya vurgu yapmalıdır. Bunu normalleştirmek yerine reddetmek zorundalar. Bu tür siyaset yüzbinlerce gencin geleceğini karmaşıklaştırıyor ve onları yabancılaştırıyor ”diyen Kuzu, herkesin kimliği ve diniyle gurur duyması gerektiğini söyledi.
Milliyetçiliğin İslam karşıtı ve AB karşıtı retoriğe vurgu ile birleşimi, Hollanda’daki bazı çevrelerin ilgisini çekti.
Göç Politikası Enstitüsüne göre, iki travmatik olay Hollanda siyasi sahnesinde Wilders için bir açılış yarattı: 2002’de Fortuyn suikastı ve ardından 2004’te film yapımcısı Theo van Gogh’un kadınlara muameleyi eleştirdikten sonra bir Hollanda-Fas vatandaşı tarafından öldürülmesi. İslam’da.
2006’da radikal sağ PVV’yi kuran Wilders, platformunu İslam’ın öldürücü eleştirisine demirleyerek bundan faydalandı. Ve kışkırtıcı retoriği ana akım tarafından reddedilirken, Aralık 2016’da Faslılara yönelik nefret söyleminden suçlu bulunmasının ardından popülaritesi arttı ”dedi.