-İslam düşmanı, yolsuzluk, esrar satışı ve tecavüz suçlusuydu,
İslam oldu, kurduğu siyasi partiye müslümanlardan destek arıyor.
-Mekke’ye gitti, gözyaşı döktü, Türkiye’de Diyanet İşleri’ni ve
Ak Parti’nin çeşitli teşkilatlarını ziyaret ederek destek istedi.
-Irkçı partide yer alan, İslam düşmanı bir başka arkadaşı daha, kitap
yazarken araştırdığı İslam’a geçiş yaptı ve oy talebinde bulundu.
-Hollandalı siyasetçiler tarafından dışlanan müslümanlar çeşitli
denklemler arasında nereye oy vereceklerini düşünüyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Son yıllarda Avrupa ülkelerinde, hatta dünyanın dörtbir yanında, İslam’a ilgi duyan ve din değiştirerek Müslüman olanların arttığına dair haberleri hepimiz okuyoruz.
55 Yıldır yaşadığım Hollanda’da da aynı durum yaşanıyor.
Buraya geldiğim ilk yıl, tanıştığım bir Hollandalı’nın müslüman olduğunu duyunca çok şaşırmıştım. Bu Hollandalı, Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ile Hollanda Kraliçesi Wilhelmina’nın girişimleri ile 1933 yılında kurulan Hollanda-Türk Dostluk Cemiyeti’nin Genel Sekreteri Jan Beerenhout’tan başkası değildi. O’nun da islama geçiş için gerekçeleri vardı tabii. Şaşkınlığımı görünce, ‘Şaşırma, benden başka daha pek çok Hollandalı müslüman olmuştur’ demişti.
Aslında Hollanda, resmi olarak en çok müslüman vatandaşa sahip olan ülkelerin başında yer alıyordu. Öyle ya, Afrika kıtasının güneyinde Güney Afrika, Amerika kıtasının ortasında, Surinam, Hollanda Antilleri ve diğer küçük adalar, Hindistan’ın bir bölümünde ve uzak doğu Asya’da Endonezya adaları olmak üzere, dünyanın dört bir yanında sömürge edinmiş bir ülkeden söz ediyorum. Bu durumda Hollanda’nın, yani Nederland’ın (Alçak Topraklar) müslüman nüfusu yüz milyonlarla sayılıyordu.
Bugünkü Hollanda topraklarında, Hindistan ve Endonezya asıllı Müslümanlarla, Surinam asıllı Müslümanlar, ilk Müslüman azınlığı oluşturmuşlardı. İlk cami 1955 yılında Lahey şehrinde Hindistan-Pakistan asıllı Ahmediye hareketi tarafından açılmıştı. Bu hareket mensupları 1947 yılından itibaren Hollanda’ya yerleşmeye başlamışlardı.
İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, Hollanda’ya yerleşen Ahmediye hareketi, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’i de Hollandaca’ya tercüme etmişti.
1960 yılında başlayan yabancı göçüyle, bugünkü Hollanda topraklarında 1,5 milyon müslüman yaşamaktadır. Hollanda’daki cami sayısı da 500’ü bulmuştur. Hollanda’daki müslüman nüfusu her yıl hızla yükselmektedir.
Müslümanlığı, araştırıp ve inanıp seçenlerin yanında, az sayıda da olsa, menfaatlanmak için ‘bel bağlayanlar’ vardır.Arnold van Doorn Joram van Klaveren
Son yılların en ilginç ‘Müslümanlığa geçiş’ olayı, iki siyasetçi tarafından gerçekleştirilmiştir.
İlginçtir ki, bu iki yeni müslüman, daha önceleri tam bir İslam karşıtı partinin üyeleri olduğu gibi, İslam’a karşı en büyük hakaretleri yapmış kişilerdi.
Bu iki kişinin, gerçekten İslam’a inandıkları için mi, yoksa menfaatlanmak için ‘Bel bağladıklarını’ mı, sizlerin takdirine bırakıyorum.
Tabii ki gelişmelerin akışı doğrultusunda kendi görüşlerimi de dürüstçe aktarmak zorunda kalacağım.
İslam’ı seçmiş olan bu iki Hollandalı siyasetçi, Türk ve İslam düşmanı ve de ırkçı Geert Wilders’in partisinde yer alan Arnold van Doorn ve Loram van Klaveren’dir.
ARNOLD VAN DOORN
Arnold van Doorn, 2010’da Wilders’in PVV Partisi’nden Lahey Belediye Meclisi’ne seçilmişti.
Van Doorn, Wilders’in finanse ettiği, Hz. Muhammed’i karalayan Fitna filimde yapımcı koltuğunda oturuyordu.
Ne var ki, aradan çok bir zaman geçmeden 2011 yılında, sorumlusu olduğu bütçe hesaplarında usulsüzlük yaptığı için partiden ihraç edilmişti. Bu suçlamayı kabul etmeyen Van Doorn, özel masrafları için almış olduğu parayı, daha sonra kasaya koyduğunu ileri sürmüştü.
2013 yılında Abdu Khoulani’nin kurduğu Birlik Partisi’ne girdi. 2014 seçimlerinde, tek sandalye kazanan parti listesinde ikinci sırada olduğu için meclise giremedi. Meclise giren Abdu, IS’e destek vermekle suçlanınca istifa etti. Van Doorn böylece Abdu’nun yerine yeniden meclise girmiş oldu.
Van Doorn’un, aynı yıl polis tarafından tutuklanması büyük haber olmuştu. Van Doorn, devlet sırlarını dışarı sızdırmakla suçlanmıştı. Güney Hollanda Valisi ile yapılan, devlet sırrı bir konuşma ile, World Forum binasının satışında cereyan edenleri dışarı sızdıran Van Doorn mahkeme tarafından 240 saat iş cezasına çarptırılmıştı. Van Doorn, Algemeen Dagblad gazetesi muhabirine, ofisinin anahtarını vermiş ve tüm dosyaların incelenmesine göz yummuştu. Mahkeme, gazeteciye de 1000 euro pra cezası vermişti.
Daha sonra, 14 -15 yaşındaki çocuklara esrar satışı nedeniyle tutuklanıp yargılanan Van Doorn, 3 ay tecilli hapis cezasına çarptırılmıştı. Yaptığı işin suç olduğunu bilmediğini belirten Van Doorn, daha sonra İslam dinine geçiş yaptığını açıkladı.
İslam söylemi ve eylemi hareketleri ile ünlü olan siyasetçinin bu hareketi de hayretle karşılanmıştı.
Van Doorn gelen tepkilere karşı, ‘Ben yine Arnold van Doorn olarak kalacağım. İsmimi değiştirmeyeceğim, burka giymeyeceğim, sakal bırakmayacağım. Hiç bir şey değişmeyecek. Kendimi Kuran’a vereceğim.’ cevabını vermişti.
2018 yılında PVV’li meclis üyesi Willie Dille, kendisine bir grup müslümanın tecavüz ettiğini, bu tecavüz saldırısını Arnold Van Doorn’un organize ettiğini belirten bir mektup bırakarak intihtr etti. Van Doorn bu suçlama için de ‘saçmalık’ dedi.
Van Doorn, müslümanlığa geçtikten sonra Lahey Belediye Meclisi’ne sunduğu bir önerge ile, müslümanlara özel plaj istemişti. Van Doorn’a göre, sahillerde nasıl ki çıplaklar için özel plaj alanı yapılmışsa, müslümanlar için de kendi taassuplarına bağlı kalacakları plaj hakları vardır.
Van Doorn, çıplakların çok çirkin görüntü verdiklerini de dile getirmişti
İslam’a geçişinin Kur’an-ı Kerim okuyarak başladığını söyleyen Van Doorn, Müslümanların içinde yer aldıkça, filmlerde tanıttığından farklı insanlar olduklarını anlatıyor. İslam düşmanı olduğu halde, bir camiyi ziyaret ettiğinde Müslümanların kendisini hoş karşılamasından da etkilendiğini söyleyen Van Doorn, “Pişmanlık duydum. Kafam tamamen karıştı. Filmlerde gösterdiğimiz müslüman profili ile gerçek müslümanlar o kadar farklıydı ki, etkilenmemek elde değildi” sözleri ile Müslümanlardan nasıl etkilendiğinin altını çiziyor.
Mekke’ye gittiği zaman Gucci marka gömlek giymekten de geri kalmayan Van Doorn, şimdilerde Hollanda parlamentosu’na girebilmek için destek arıyor.
Mekke’ye giderek Umre yapan Arnold van Doorn, aleyhine film yaptığı Hz.Muhammed’in kabrinin başına gelince gözyaşlarını tutamamış.
VAN DOORN’UN TÜRKİYE ZİYARETLERİ
Hollanda’da Mart ayında yapılacak olan genel seçimlere Birlik Partisi ile katılacağını belirten Arnold van Doorn, Türkiye’de destek arıyor. Hollandalılar’ın çok duyarlı olduğu, ‘dış ülkelerin etkisinde olmamak’ ilkesi ile bağdaşmayan bu davranışın doğuracağı sonuç merakla beklenirken, sizlere Türkiye temasları hakkında şu bilgileri verebilirim.
Arnold van Doorn, Uluslararası Bilgi ve Algı Derneği (BİLAL) Genel Başkanı Ömer Lütfi Türkmenoğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Yahya TUYAN, Hanımlar Komisyonu Üyesi Fatma ÇAKIR ile birlikte Ak Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ı ziyaret etti.
Arnold van Doorn, Uluslararası Bilgi ve Algı Derneği (BİLAL) Genel Başkanı Ömer Lütfi Türkmenoğlu ve diğer yöneticiler ile Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Selim Argun’u ziyaret etti.
Arnold van Doorn, Uluslararası Bilgi ve Algı Derneği (BİLAL) Genel Başkanı Ömer Lütfi Türkmenoğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Yahya Tuyan ve Hanımlar Komisyonu Üyesi Fatma Çakır ile, Ak Parti Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ı ziyaret etti.
TOPLANTIYA KATILIŞ
Hollandalı siyasetçi Arnoud Van Doorn, Uluslararası Bilgi ve Algı Derneğince (BİLAL) düzenlenen bir toplantıda, Avrupa’da artan İslam karşıtı söylemlerin nedenini ve sonuçlarını değerlendirdi.
Bağcılar’da bir otelde düzenlenen bu toplantıda, başta Fransız Charlie Hebdo dergisinin yayınladığı Hz. Muhammed’e hakaret içerikli karikatür krizi olmak üzere, son yıllarda Müslümanlar üzerine artan baskılar ve İslamofobi ele alındı.
7 sene önce Müslüman olduğunu anlatan Doorn, şöyle devam etti: “Önceden İslam’ın terörü beslediğini düşünüyordum ve Hollanda’da bunu destekliyordum. Birçok insan da hala bu düşüncede. Başkalarını suçlamak istemiyorum ama herkes kendi fikrinden sorumludur. Bu kötü fikirlerin tamamında medyadan etkilenmiştim. Zamanla İslam’a karşı mücadelemin doğru olmadığını düşündüm ve İslam’a karşı ilgim arttı. Araştırdıkça İslam’ın güzelliklerini görmeye başladım. 1 yıl boyunca İslam’ın kalbimde oluşturduğu kıvılcım büyüdü ve Müslüman olmaya karar verdim. İslam’ın bir tehdit değil, bir barış dini ve insanlar için güzellikler getiren bir din olduğunu öğrendim ve bunu anlatmaya başladım. Artık Hollanda’da bunun için mücadele ediyorum.”
Doorn, birçok aşırı sağcı siyasetçinin İslam karşıtı söylemlerinin, ekonomik gerekçelerinin olduğunun altını çizdi.Avrupa’daki Müslüman azınlıkların sayısı ve etkisi arttıkça bazı ekonomik çevreler için risk oluşturacağının düşünüldüğünü söyleyen Doorn, sözlerini şöyle sürdürdü: “Müslümanlar artık eskisi gibi değil. Önceden sadece işçiler vardı ve haklarını bilmiyorlardı. Şimdi ise güçleniyorlar ve giderek daha eğitimli hale geliyorlar. Müslümanlar sosyal ve siyasi ortamlarda etki yaratıyor. Çünkü Avrupa çıkar üzerine kurulu, finansal olarak bankalar ve büyük şirketler Müslümanların bu açıdan riskli olduğunu düşünüyor. Çünkü İslam faizin olmadığı daha güzel bir sistem getirebilir ve bundan kesinlikle korkuyorlar. İslam’ın getirebileceği sistemden rahatsız olan kesimlerin başında kesinlikle bu gruplar geliyor. ”
Van Doorn, İslamofobi söylemine karşı birçok Müslüman ülke liderinin sessiz kaldığı değerlendirmesini yaparak, şunları kaydetti: “Arap ülkelerinin bazıları Avrupa etkisi altında olduğu için, maalesef etkisiz kalıyorlar. Türkiye bu süreçte liderlik yapıyor ve herkes Türkiye’nin yardımını bekliyor. Hollanda’da özellikle ılımlı bir İslam yaratmaya çalışıyorlar. Bazı rol modeller gençler için ön plana çıkarılıyor ve dini ritüellerini yerine getiren insanlara bunların aşırıcılık olduğunu söylüyorlar. Genç nesillerin daha iyi yetiştirilmesi için Türkiye’de de çalışmalar yapılması, eğitim alanının güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Joram van Klaveren de Müslüman oldu.
Wilders’in sağ kolu olan Van Klaveren müslüman olunca medya büyük ilgi gösterdi.
Hollandalı siyasetçi Joram van Klaveren de din değiştirip müslümanlığı seçen ikinci siyasetçi oldu. 2010-2014 yıllarında Wilders’in ırkçı Özgürlük Partisi’nde milletvekilliği yapan Joram Van Klaveren, islam karşıtı eylem ve söylemleri ile tanınıyordu.
İslam karşıtı bir kitap yazdığı süreçte, yaptığı araştırmalar sonrasında, İslamiyet ile ilgili bakış açısının değiştiğini ve bu nedenle Müslüman olduğunu belirten Van Klaveren, Müslüman olduktan sonra gayrimüslimlerin İslam karşıtı düşüncelerini çürüten bir kitap yazdığını sözlerine ekledi.
PVV lideri Geert Wilders’in, Fas kökenliler için sarf ettiği ırkçı sözlerinden sonra partiden ayrılarak, Louis Bountes ile birlikte ‘Hollanda İçin’ partisini kurdu.
Van Klaveren, 2017’de yapılan genel seçimlerde yeterli oy alamadığı için siyasete veda etmişti.
SONUÇ
Peki şimdi ne olacak?
Hollanda’da siyasetçiler tarafından dışlanan Türkler, 17 martta yapılacak olan seçimlerde kime oy verecekler?
Türk asıllı adayları, önceleri sözde Ermeni soykırımını tanımadıkları için, sonra da Ankara’nın uzun kolu iddiaları nedeniyle seçim listelerine koymayan siyasi partiler yerine, DENK Partisi gibi kendilerine yakın olan oluşuma oy vermeyi planlayan Türkler, şimdi de, Ankara’dan Uluslararası Bilgi ve Algı Derneği (BİLAL) destekli Birlik Partisi ile tanışıyorlar.
Bu çeşitli denklemler Hollanda’daki Türkler’in kafalarını karıştırıyor.
Tabii ki seçmek demokratik bir haktır. Hollanda’daki çiftçi, işçi, madenci, sanatçı ve bunlar gibi bir yığın seçmen, kendi menfaatlarını gözetleyecek adaylara oy vereceklerdir.
Ben şahsen, büyük bir kriz yaşayan DENK Partisi yerine, Başbakan olabilmesi için, Türkiye’ye yakın olan Demokrat 66 Partisi siyasi lideri Sigrid Kaag’a oy vermeyi düşünüyordum. Ama şimdi DENK Partisi’ndeki sular biraz durulldu ve partinin atar damarı Tunahan Kuzu, küskünküğü bir yana bırakıp göreve devam kararı aldı.
Bu ikilem arasında tercih yapamazken, şimdi de Ankara destekli, şaibeli birkişinin kurduğu parti önümüze atılıyor.
Ben kararımı rahatça verebilirim. Ama, Ankara desteği ile buradaki müslüman kuruluşların sesine de kulak verecek olan diğer yurttaşlarımız neye karar verecekler?
İnanıyorum ki, Hollanda’daki Türk kökenli seçmenler, en iyisini tespit edecek ve o tespite göre oylarını vereceklerdir.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Hayırlısı olur inşallah!
38 yıl önce 6 Hollandalı’yı öldüren müebbet hükümlü Türk’ü Kral af etti.
Eşi ve 12 yaşındaki kızı da öldürülen yaralıya hastanede çiçek vermiştik.
İlhan KARAÇAY
Hollanda Kralı Willem Alexander, 38 yıl önce Lahey’in banliyösü Delft’te, 6 Hollandalı’yı öldüren ve yargılanma sonucunda ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Cevdet Yılmaz’ın af belgesini imzaladı.
Hollanda yasaları ve geleneklerine göre, ‘Müebbet hapis cezası, ölene kadar sürmesi gereken’ bir cezadır.
Az sonra detayını okuyacağınız 6 kurbanlı cinayetin baş rol oyuncusu Cevdet Yılmaz’ın af edildiği haberleri duyulur duyulmaz, Hollanda’da yer yerinden oynadı.
Medyanın en önemli konusu olan bu af, önümüzdeki günlerde siyasetçilerin ve halkın tepkileri ile Hollanda’nın çalkalanması kaçınılmazdır.
Ömür boyu hapis cezası yedikten sonra, serbest bırakılmak için mücadele eden Cevdet Yılmaz’ın 2009 yılında bir hafta sonu izine gönderilmesi büyük tartışmalar yaratmıştı.
O günden bu yana af edilmek için defalarca müracaat eden Cevdet Yılmaz, Bakanlığın ret kararlarına karşı durmadı ve konuyu İnsan hakları Mahkemesi’ne kadar götürdü.
Hollanda Adalet Bakanlığı’na bağlı olarak yeni oluşturulan ‘Hukuk Koruyan Bakan’ koltuğunda oturan Sander Dekker, Cevdet Yılmaz tarafından yapılan başvuruların tamamını, ‘6 kişiyi acımasız bir şekilde öldüren bir insanı af etmek, halkı derinden yaralar’ diye ret etmişti.
Ne var ki, gerek Hollanda’daki mahkemelerin ve gerekse İnsan Hakları Mahkemesi’nin baskılarına dayanamayan Dekker, Yılmaz’ın af dosyasını Kral Willem Alexander’e sunmak mecburiyetinde kaldı.
Kral Willem Alexander, kendisine sunulan af belgesini imzaladı.
Af belgesinin imzalandığı haberinden sonra ilk tepki, kafeteyadaki cinayette eşi Tonnie ve 12 yaşındaki kızı Carmen’i kaybeden baba Gerard Sneekes’ten geldi.
6 Kişiyi bir hiç uğruna katleden Cevdet Yılmaz’ın af edilmesi, diğer kurbanların aileleri tarafından da kınandı.
Önümüzdeki günlerde Hollanda’da günün konusu olmaya devam edecek olan bu olayın nasıl cereyan ettiğini anlatayım.
Yıl 1983, günlerden 5 nisan.
Lahey’in banliyösü sayılan Delft’te, Hollanda tabiyetine geçmiş olan bir Türk, bir kafeteryada Hollandalılığını öne çıkarmaya çalışırken, bir Hollandalı tanıdığının, ‘Sen Hollandalı olamazsın, olsan olsan Nederlander olursun’ diye tepki vermişti. (Hollanda Devleti, o zaman Surinam ve Aruba’yı da içine alan bir devletti ve adı da Nederland idi. Hoş, şimdi de Aruba nedeniyle Hollanda’nın resmi adı Nederland’tır)
Cinayetten sonra Delft gazetesinin haber kupürü
Hollandalı tanıdığının bu tepkisine çok kızan o Türk evine gidiyor, silahını alıp kafeteryaya geri dönüyor ve rastgele ateş ederek tam 6 kişiyi öldürüyor.
O zaman Hürriyet gazetesindeki son yılımdı. Zira o yılın sonunda Türkiye’ye kesin dönüş yapacaktım.
O zaman o caniye ‘Rezil’ demiştim. Kendisinden hep, ‘Rezil şunu yaptı, Rezil şunu dedi’ diye söz etmiştim.
Panorama Dergisi, geçen yıl yayınladığı kapağında, Cevdet Yılmaz’ın serbest bırakılıp bırakılmayacağı konusunun tartışıldığını yazmıştı.
Rezil’in hunharca cinayetleri bizi o kadar üzmüştü ki, Türk toplumu olarak kızaran yüzümüzü göstermek istemiyorduk. Doğru söylüyorum, yüzümüz kızarmıştı ama utanmamıştık. Zira Türk toplumu utanılacak bir şey yapmamıştı. Toplumdan bir Rezil çıkmış ve o hunharlığı yapmıştı.
Ama biz yine boş durmadık. Türk toplumu olarak duygularımızı Hollanda toplumuna anlatmaya çalışmıştık.
6 ölüden başka yaralılar da vardı.
Naçizane şahsım, bir buket yaptırdım ve genç bir Türk kızı bularak hastaneye götürdüm.
Genç kız buketi, Hollanda’daki Türkler adına bir yaralıya verirken çektiğim fotoğrafı, haber atlatma sevdasından vazgeçerek hem Türk medyasındaki arkadaşlarıma ve hem de Hollanda medyasına dağıtmıştım. Aynı gece Hollanda televzyonu NOS’taki haber bülteninde o fotoğraf ekrana getirilerek Türkler’in duyguları dile getirilmişti.
Rezil, yargılandıktan sonra ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
1990’larda temyize başvurarak serbest kalmayı denemişti.
2001’de bir kliniğe yatırıldı.
2009’da refakatlı (muhafızlı) hafta sonu izinleri başlamıştı.
2014’te çalışmak için işyerine gidip gelme izni verildi.
Hollanda’da, müebbet hapis cezasına mahkûm olmuş suçlulara, 1986 yılında çok hasta biri hariç, hiç af verilmemiştir.
Şimdi af edilmesinden sonra eşi ile Türkiye’ye dönüş yapacağını belirten Cevdat Yılmaz için çıkarılan af kararının, yapılacak olan tartışmalardan sonra geri alınıp alınmayacağı da merak konusu.
Cevdet Yılmaz Hollanda’da katliam yapmış tek Türk değildi tabii.
İsterseniz sizlere, 6 ölümlü cinayetten sonra, 2 yıl önce Utrecht şehrinde meydana gelen, yine bir Türk’ün işlediği ikinci bir katliamdan da söz edeyim.
Rezil 2
Hollanda’yı sarsan hunharca katliamın motivasyonu bir yana… Hollanda Türkleri’nin içinde bulundukları hâletiruhiyeyi anlayan var mı?
18 gün eksiğiyle, aradan tam 36 yıl geçti.
36 yıl sonra dün Utrecht’te ikinci bir acı katliam meydana geldi.
Türk kökenli Gökmen Tanış’ın tramvayda düzenlediği silahlı saldırı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi de yaralandı. Yaralıların içinde durumu ağır olanların da bulunduğu belirtiliyor.
Yeni Zelanda’daki katliamın üstünden henüz 3 gün geçmişken bu sefer de Hollanda’danın Utrecht kenti silahlı saldırı haberiyle sarsıldı. Saldırıyı gerçekleştiren kişinin 37 yaşındaki Gökmen Tanış isimli Türk olması, Hollanda’da yaşayan Türkleri korku ve endişeye sevk etti.
Rezil 2: Gökmen Tanış
Katliamın motivasyonu üzerinde tartışmalar sürerken, ülkede yaşayan yarım milyonu aşkın Türk ve Türk kökenlilerin içinde bulundukları hâletiruhiyelerini anlayan var mı?
Gün boyu ve gece yarılarına kadar süren TV ve Radyo yayınlarında ortaya serilen varsayımlar kafaları karıştırırken, öğleden sonra yapılan açıklamalarda, olayı yaratan caninin bir Türk olduğu açıklandı. Bu açıklamadan sonra, olayın etkisi ile zaten üzüntü içinde olan Türk ve Türk kökenlilerin yürekleri bir kez daha cız etti.
Olayın yankıları sürerken, gerek Email, gerek WhatsApp ve gerekse messenger ile temasta olduğum dostlarım, ‘Neden bu konuda bir şey yazmadın’ diye hayıflanıyorlardı.
Ben de, çok karmaşık olan söylenti ve iddialar arasında yanlış yapmaktan korktuğumu belirterek, ‘Konu, hele biraz daha netlik kazansın’ diye beklediğimi söyledim.
Saldırganın bir Türk olduğu açıklandıktan sonra pek çok dostum, duyumlarını bana da anlattılar. Olayın bir aile dramı olduğunu duyanlar, ‘İnşallah böyledir’ demeden de edemediler.
Hollanda’da yaşanan bu acı olay, başta Başbakan Rutte olmak üzere, ülkedeki huzuru sağlamakla mükellef olan tüm yetkilileri, tam anlamıyla fırtına gibi koşturdu.
Dile kolay, 3 ölü 5 yaralı var ki, ölü sayısının artmasından da korkuluyor.
Hollandalılar çok hüzünlüler ama tabii ki kızgınlar da…
İşte, Hollandalılar’ın bu kızgınlığı, ülkede yaşayan Türkleri ve Türk kökenlileri hem üzüyor ve hem de korkutuyor.
Kim bilir, bu fırsatı kaçırmamaya dikkat edecek olan ırkçı politikacılar ve medya neler diyecekler?
Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli, dün ekranlarda en çok görülen Utrecht Belediye Başkanı Jan van Zanen’i aradı. Sonra da Amsterdam başkonsolosumuz Engin Arıkan’ı Utrecht’e gönderdi.
Hollanda’daki Türk ve Türk kökenlileri endişeye sevk eden son gelişmeler hakkında ne düşündüklerini sorduğum Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli şu açıklamayı yaptı:
”Öncelikle, ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum. Ayrıca, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar diliyorum.
Olayı duyar duymaz, Utrecht Belediye Başkanı’nı aradım. Sonra da Amsterdam başkonsolosumuz Engin Arıkan’ın Utrecht’e gitmesini istedim. Başkonsolosumuz Utrecht’te gerekli temasları kurdu. Ben de önümüzdeki günlerde Utrecht’e gidip Belediye Başkanı Jan van Zanten nezdinde başsağlığı dileyeceğim.
Olayın nednini, katilin motivasyonunun ne olduğunu bilmeden, bazı medya organlarının sorumsuz yayınlarını üzülerek izledik. Medyadan son öğrendiğimiz, bu olayın motivasyonunun yüzde doksan terör olayı olmadığı yönünde.
Vatandaşlarımız bu durumdan çok etkilendiler. Hollanda yetkililerinin, olayın meydana geliş nedenini bir an önce açıklamaları lazım. Sorumsuz yayınlar, vatandaşlarımızı oldukça tedigin etti. Vatandaşlarımız, sokağa çıkamayacak kadar endişeliler. Biz, gerçek bilgiye ulaşana kadar, medya ile görüşmeme kararı aldık. Bunu ilkesel olarak tercih ettik.
Gerek Bakanlığımız ve gerekse ben gelişmeleri yakından takip ediyoruz.
Vatandaşlarımız şaşkınlık içindedir. Onlara sabırlı ve sakin olmalarını tavsiye ediyorum.
Ölen kardeşlerimize bir kez daha rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum.”
*İşçi Partisi Siyasi Liderliğine, bir sütçü kızı olan Lilianne Ploumen
getirildi.
*Lodewijk Asscher’den boşalan yere, Rotterdam Belediye Başkanı
Ebutaleb’in ismi ön sırada yer alıyordu.
*Ahmet Ebutaleb, uygulamaları ve yalanları ile bir Türkiye karşıtıdır.
İlhan KARAÇAY’ın yorumu:
Hollanda’da Sosyal İşler Bakanlığı yaptığı sırada, yaşanan skandal bir olayda sorumluluğu olduğunu kabul ederek, hükümetten önce İşçi Partisi Siyasi Liderliği’nden istifa eden Lodewijk Asscher’in yerine, bir sütçü kızı olarak tanınan Lilianne Ploumen getirildi.
İşçi Partisi Siyasi Liderliği’ne getirilen Lilianne Ploumen, 12 Temmuz 1962’de Maastricht şehrinde doğdu. ‘Sütçü kızı’ olarak anılan Ploumen, İşçi Partisi’nde siyasete başladıktan sonra, partinin Genel Başkanlığını da yaptı. 2007-2012 arasında Dış Ticaret Bakanlığı da yapan Ploumen, Ebutaleb’i hayal kırıklığına uğrattı.
İşçi Partisi’nin siyasi liderliği için, daha önce de ismi geçtiği zaman, ‘Bu adam Türkiye ve Türk karşıtıdır’ diye uyardığım Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’in adı, siyasi liderlik için ön sırada yer alıyordu.
Bize ‘Eyvah’ dedirtecek böyle bir ihtimal ne mutlu ki gerçekleşmedi ve liderliğe Lilianne Ploumen getirildi. Bunun tesçillenmesi için, Cumartesi günü yapılacak olan Genel Kurul Toplantısı’da İşçi Partisi üyelerinin sembolik onayı gerekiyor.
Ahmet Ebutaleb’in İşçi Partisi siyasi liderliğine getirilmemesi, şahsımı olduğu gibi, Hollanda’da yaşayan Türkler’i de mutlu edecektir. Bunun nedenlerini, sizlere geçmişte yazdıklarım ile yeniden anlatayım.
*Fas Televizyonuna canlı bağlanan Ebutaleb, muhabirin ‘Hollanda’daki Türkler neden Faslılar’dan daha başarılı’ sorusuna verdiği provokatif cevap ile bir kez daha kızdırdı.
*Daha önce de, fiiliyete koyduğu işlem ve açıklamaları ile skandal yaratan Ebutaleb’e sadece Türkler’den değil, her kesimden tepki var.
*Ebutaleb’in iddiasına, ‘Hollanda’da daha az Faslı olmalı’ diyen Wilders ne diyecek acaba?
İlhan KARAÇAY Yazdı:
2016 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Kaya’nın, Rotterdam Başkonsolosluğumuza girişini engelleyen güçleri yönetirken, polislere ‘vur’ emri verdiği bilinen Fas asıllı Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’in, Türk kuruluşlarına karşı takındığı olumsuz tavırları da biliniyor.
Ebutaleb’in o günlerdeki ayıplarına az sonra değinmek üzere, bugünkü ayıbını sizlere sunuyorum:
Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Abutaleb’in doğduğu, Fas’ın Rif kentinden yayın yapan NadorCity adlı bir haber portalının yayınladığı görsel ve yazılı bir haber, Hollanda’da Türkler’den başka her kesimden tepki gördü.
Muhabirin, ‘Hollanda’daki Türkler, neden Faslılar’dan daha başarılılar’ şeklindeki sorusuna, şaşırmış bir yüz ifadesi ile, ‘Hayır, aksine Faslılar Türkler’den daha uyumludurlar’ şeklinde cevap veren Ebutaleb şunları ekledi: ‘Türkler, yüzlerini ve dikkatlerini Türkiye’ye çevirmişlerdir. Onların her işi Türkiye’de halledilmektedir. Türk devletinin buradaki Türk toplumu üzerindeki etkisi bilinmektedir. Erdoğan’ın eli camilere kadar uzanmaktadır.’
Aynı durumun Faslılar için geçerli olmadığını belirten Ebutaleb şöyle devam etti: ‘ Rabat’ın eli buradaki camilere kadar uzanmıyor. Fas’ın buradaki Faslılar’a müdahalesi yoktur. Burada sokakta yürüyen bir Faslı’ya, Fas’ın Başbakanının kim olduğunu sorarsanız bunun yanıtını alamazsınız. Ama bir Türk’e, ülkeyi kimlerin yönettiğini sorarsanız, isimleri tek tek alırsınız.’
Ebutaleb’in yukarıdaki ifadelerine ilk tepki, Belediye Meclisi’nde DENK’in Grup Başkanı olan Stephan van Baarle’den geldi. Van Baarle’ye göre, Ebutaleb’in bu söylemleri, iki grubu karşı karşıya getirir ve bir entegrasyon yarışı meydana getirir. Ebutaleb’in, Rotterdam Belediye Meclisi’nin görüşlerini anlatmadığını belirten Van Baarle, ‘Bu dil, kullanılan dil değildir. İnsanları başarılı ve başarısız diye gruplara ayırmak tehlikelidir’ dedi.
Van Baarle, Ebutaleb’in Türkler ve Faslılar vurgulaması ile ayrımcılık yaptığını belirtirken, ‘Bizim meclisimizde Türk Rotterdamlılar ve Faslı Rotterdamlılar’dan söz edilir. Ebutaleb’den, sarfettiği sözleri geri almasını talep ediyoruz.’ dedi.
Ebutaleb’in sözleri Lahey Belediyesinde de kursaklara oturdu. Lahey Belediye Meclisi’nde İslam Demokratlar’ın Grup Başkanlığını yapan Tahsin Çetinkaya, ‘Ebutaleb çok yanlış bir tablo çiziyor. Buradaki Türk organizasyonlarının çoğunun Erdoğan ile bir ilişkileri yoktur. Ebutaleb, Türk toplumuna uzatmış olduğu parmağı geri çekmelidir.’ dedi.
Ahmet Ebutaleb, Rotterdam Belediye Başkanlığını üstlendiği günden bu yana, Türk gruplarına hiç de sempati ile bakmadı. Kim bilir, bu belki de kendi ailesinin özel yaşamından kaynaklanmaktadır.
Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutalep ile maalesef birkaç kez buluşmam olmuştu. Kendisine kitabımı hediye ettiğim Ebutaleb ile, tereciye tere satan Türk balıkçı kardeşlerin ödül kazandığı törende ve daha birkaç etkinlikte biraraya gelmiş ve görüşmüştüm. Keşke görmez olaydım…
Abutaleb’e kara bir maske gibi takılmış olması gereken geçmişteki hatalarını görebilmek için, 2016’da yayınladığım yorumuma bakalım lütfen.
* İkinci kez yalan söyleyen Fas asıllı Başkan’ın foyaları
CNN TÜRK’de uzun uzun anlatıldı.
* Rotterdam Başkonsolosumuzu yalanlayan Abutaleb,
Bakan Fatma Betül Sayan Kaya olayında polislere ‘Vur’
emri vermiş.
İlhan KARAÇAY Yazdı:
Geçtiğimiz 11 Mart akşamı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya olayında, talimatlara göre hareket ettiğini söyleyen Rotterdam’ın Fas asıllı Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’in bir yalanı daha meydana çıktı.
Daha önce, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız için ‘Çağırdım ve hizaya çektim’ yalanını savuran Abutaleb, bu kez de, ‘Başkonsolos bana Bakan’ın toplantı yapmayacağını söyledi’ yalanını savurdu.
Bakan Kaya’nın otomobili içinde tecrit edilme olayı sırasında, azılı teröristlere müdahalede kullanılan bir tim ile çelik kuvvet polislerini görevlendirdiğini belirten Ebutaleb, bununla da yetinmedi ve medyaya şu saçma ve korkutucu açıklamayı yaptı: ” Türk Bakan’a 12 geniş omuzlu adam refakat ediyordu. Bu adamlardan biri yanlış bir hareket yapsaydı, vur emri vermiş olduğum kuvvetler tarafından vurulacaktı.”
Ebutaleb ilk yalanını, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Başkonsolosluk önünde toplanan Türkler’in Türk bayrakları taşımalarından rahatsız olan siyasetçilere hoş görünmek için, ‘Türk başkonsolosu makamımda hizaya çekecektim ve hesap soracaktım’, yalanını savurmuştu.
Bakan Kaya’nın sınır dışı edilişinden sonra, Hollanda’da genel seçimlerin yapıldığı 15 Mart günü, CNN TÜRK’te yayınlanan bir programda, Ebutaleb ele alındı ve benim aylarca önce yazdığım bu konudaki yorum ekranlara getirildi.
Ekrana getirilen, aylar önce yazdığım yorum şöyleydi:
Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız’ı, ‘Bana görevimi yapmayı öğretiyor’ diye topa tutmuştu. Ebutaleb, Hollanda medyasındaki açıklamalarında Başkonsolosumuza veryansın ediyordu. Sonra da ‘Hizaya çekmek’ üzere çağırdığını beyan etmişti. Tüm medya organları, ‘Başkonsolos bugün Ebutaleb’in ayağına gidecek ve hesap verecek’ diye yazmışlardı. Ama olmadı. Zira, Lahey Büyükelçiliğimiz uyanık davranmıştı ve o ziyareti iptal etmişti.
İşçi Partisi’nin liderliğine soyunan ve bu uğurda popülarite arayan Ebutaleb, ne nane yemişti biliyor musnuz?
Ben öğrendim, size anlatayım:
Lahey Büyükelçiliğimizdeki Geçici Maslahatgüzar Kurtuluş Aykan, Rotterdam’da meydana gelenTürk gösterileri hakkındaki medya kargaşasını sağlıklı bir şekilde anlatabilmek için, Rotterdam Belediye Başkanı Fas asıllı Ahmet Ebutaleb ile görüşmek için bir randevu almıştı.
Ebutaleb bu görüşme için gün vermişti. Maslahatgüzar Aykan, bu ziyarete Başkonsolos Ayyıldız ile birlikte gidecekti.
Ne var ki, randevudan iki gün önce, çok yoğun işler nedeniyle çok yorulan Maslahatgüzarımız Aykan, makamında fenalık geçirdi. Bayılan Aykan’ın durumu Büyükelçiliktekileri korkutmuştu. İki ambulans, itfaiye ve polis ekipleri Büyükelçiliğe geldi. Aykan hastaneye pencereden çıkarılarak kaldırıldı. O sırada Aykan’ın sekreteri Belediye Başkanı Ebutaleb’i aradı ve durumu anlatarak randevuyu iptal etti. Çok şükür ki Aykan’ın durumu iyiye gitti ve ertesi gün çalışmamak şartıyla ayağa kalktı.
Rotterdam Başkonsolosumuz Ayyıldız, Maslahatgüzar Aykan’ı ziyaret etti ve ‘Uygun görürseniz Belediye Başkanı’na ben gideyim’ dedi. Aykan da bu teklifi kabul etti ve Belediye Başkanı yeniden aranarak randevu saati sabit tutuldu.
Şimdi gelelim püf noktasına:
Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız, görüşme talebinden üç hafta önce, Belediye Başkanı Ebutaleb ile birlikte, civardaki Belediye Başkanları’na birer mektup göndermişti. Bu mektupta genellikle şunlar yazılıydı: ”15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Rotterdam’da gösteri yapan Türkler’in tutumu hakkında yaygara koparan Hollanda medyası sizi de etkilemiş görünüyor. Sanırım, yardımcılarınız bu konularda size sağlıklı bilgi vermiyor. Örneğin, sokaklarınızda gösteri yapan PKK’lılar’ın Abdullah Öcalan portresi taşıdıklarını ve PKK bayrağı açtıklarını size intikal ettirmiyorlar. Biliyorsunuz ki, PKK ülkeniz tarafından da bir terör örgütü olarak tanınmış ve her türlü faaliyeti yasaklanmıştır. Bu durumda, bizim vatandaşlarımızın yaptıkları gösterilerin abartılması da şahsınızı yanıltmıştır.”
Belediye Başkanı Ebutaleb, Başkonsolos Ayyıldız’ın bu mektubuna cevap verme zahmetine katılmamıştı. Ama son randevu olayını fırsat bilen Ebutaleb, medyayı kullanarak şu mesajı geçmişti: ”Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu, bana işimi nasıl yapacağımı öğretmeye çalışarak boyunu aşan bir işe karışmıştır. Bu nedenle kendisini çağırdım. Bugün hizaya çekeceğim.”
Bu haber gerek Büyükelçiliğimiz ve gerekse Ayyıldız’ı çok şaşırtmı ve üzmüştü.
Bunun üzerine Büyükelçilik randevuyu yeniden iptal etti. Belediye Başkanı Ebutaleb’e de, ”Bu konularda bizim muhatabımız Dışişleri Bakanlığı’nızdır. Bu nedenle randevu iptal edilmiştir” haberi gönderildi.
Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb’in bu tavrı, 32 Türk sivil toplum kuruluşunun ortak imzası ile, nedenleri belirtilerek protesto edildi.
İkinci yalan
Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb, aylar önce söylediği üstteki yalandan sonra, ikinci yalanını hafta başında yaptı. Ebutaleb, Başkonsolosumuz Ayyıldız’ın, Bakan Kaya’nın toplantı yapacağından söz etmediğini ileri sürdü ve Başkonsolosumuzu yalancılıkla itham etti. Kaldı ki, Bakan Kaya’nın Hollanda’ya gelmekte olduğu tüm kamuoyunun ve hatta Hollanda istihbaratının bilgisi dahilindeydi.
Kısasa kısas doğru değil
Son gelişmeler hakkında yazdığım haber-yorumların hepsine övücü reaksiyonlar aldığım gibi, yerici tepkiler koyanlar da oldu. Yerici tepkilerin hepsinde, ‘İyi de, Türkiye şunu yapmasaydı, bunu yapmasaydı’ ifadeleri vardı. Yani Hollanda’nın kısasa kısas yaptığını belirtiyorlardı.
Peki kısasa kısas, doğru bir davranış mı?
Mademki Hollanda çok medeni, çok demokrat, çok özgürlükçüydü, neden kısasa kısas yaptı? Demokrat ve özgürlükçü davransaydı ya?
‘Türkiye şunu yaptı, bunu yaptı’ diyenlere şu söylenebilir: ‘İyi de, Hollanda’nın yasak koyma hakkı var mıydı?”
Bu soruya ‘Evet’ diyenler var ama, bu sorunun en doğru cevabını yargı mutlaka verecektir.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Bilgilendirici bir açıklama:
Hollanda’da siyasi partilerin Genel Başkanları, siyasi tartışmalara girmedikleri gibi, genellikle siyasi görev de almazlar. (DENK Partisi ve bir küçük parti daha bu alışkanlığı bozmuştu)
Partinin siyasi lideri ise seçim listesinin başında yer alan ve ‘Liste çekicisi’ olarak anılan kişidir. Seçimlerde birinci parti olanın siyasi liderine hükümet kurma görevi veriliyor ve koalisyon kurulursa Başbakan oluyor.
Yani, İşçi Partisi Siyasi Lideri olan Asscher, mart ayında yapılacak olan seçimlerde birinci parti olmaları halinde Başbakan olacaktı.
Asscher, istifasından sonra yaptığı açıklamada, İşçi Partisi’nin mart ayında yapılacak olan seçime daha temiz bir liste ile girmesini amaçladığını belirterek, partisine başarılar diledi.
Asscher’in bu ilkeli davranışı her kesimde takdir görürken, bu konuda hükümetin kararı da heyecanla bekleniyor.
Hollanda’da hükümet düşüren skandal olayın kurbanları arasında Türkler çoğunlukta.
Türk aileler arasında 130 bin euro cezaya çarptırılanlar var.
Evlerini, otomobillerini satmak mecburiyetinde kalan ve bunalım geçiren annelerden biri intihar etmişti.
Çifte uyruklu aileleri ‘sahteci’ olarak suçlayan vergi memurları belge bulamayınca, kendileri sahte belge düzenleyerek dosyalara koydular.
Yukarıdaki gelişmeler, Vergi Dairesi’nden yapılan resmi açıklamada, mahkemelerde ve Meclis Araştırma Komisyonu soruşturmasında ortaya çıktı.
İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:
Hollanda’da ‘Hükümet düşüren skandal olay’ hakkında yapılan haberleri yakından takip edenler, yaşanan olayların Hollanda gibi medeni bir ülkede cereyan etmiş olmasına inanmakta güçlük çekiyorlar. Naçizane şahsımın da yakından takip ettiğim bu olayı benim kalemimden de okuyanlarınız oldu.
Hollanda’da yaşanan olaylar o kadar inanılmaz ve şaşırtıcı ki, Meclis Araştırma Komisyonu’nun Başkanı bile, ‘Tespitlerimize bakarsak iftirada ve sahtecilikte dünya şampiyonu oluruz’ diyecek kadar ileri gitmişti.
MEDYAMIZDAKİ YANLIŞLAR
Hollanda’da yaşananlar gerçekten o kadar çirkin ve acımasızdı ki, yıllardır ızdırap çeken ailelerin mağduriyetine göz yuman kurum ve kişiler cezalandırılmaktan kurtulamadılar.
Az sonra başından bu yana detayını yazacağım olayın, Türk medyasında yer alış şeklini eleştrmeden edemeyeceğim.Hükümetin istifasından sonra yayınlanan Türkçe haberler içinde, beni şaşkınlığa uğratan yanlış ifadeler vardı.
Hollanda hükümetinin düşüş haberini yapanların bazıları, kurum ve kişilerin kasıtlı olarak yaptıkları düzmece iftiralar için, ‘Yapılan incelemelerde devlet görevlilerinin hata yaptığı belirtilmiş’ şeklinde yanlış bir cümle kurma gafletini gösterdiler. Devlet memurlarının yaptıkları ‘Hata’ değil, kasıtlı ve planlı ayrımcılık ve sahteciliktir.
Aynı haberlerde, ‘ailelerin devlet görevlileri tarafından yanlışlıkla “sahtekar” diye yaftalandığı ve bu aileler hakkında işlem yapıldığı ortaya çıkarmıştı.’ şeklinde bir cümle daha var. Burada da, devlet memurlarının ‘yanlışlıkla’ hareket ettiği ifade edilmektedir. Aslında bu da bilinçsizce yazılmış bir ifadedir. Zira, tüm araştırma ve soruşturma ve de yargılanmalar sonucunda, devlet memurlarının kasıtlı olarak bir iftira operasyonu yaptıkları açıkça ortadadır.
Muhabirlik yapan genç kardeşlerimin bu ifadeleri, yaşanan çok rezil olayı hafifletmektedir. Bilinçsizce yazıldığını bildiğim bu cümleler için, genç muhabir kardeşlerim adına ben özür dilersem kabul buyurursunuz değil mi?
Daha önceki bir yazımda, genç muhabir kardeşlerime, büyük haber niteliği taşıyan bu olayda mağdur olmuş Türk ailelerinden birkaçını bulmalarını ve röportaj yapmalarını tavsiye etmiştim. Hollandalılar ‘Helaaaaaaas’ der. Eh ben de ‘maalesef’ diyerek, emekli bir gazeteci olarak, internette de olsa birkaç aile buldum ve sizlere sunuyorum.
SKANDALIN BAŞLANGICI
Şimdi gelelim, hükümet düşüren gelişmelerin başladığı 2012 yılına…
Hollanda’daki sosyal hizmetlerin ne derece bonkör olduğunu bileniniz çoktur.
-Bu ülkede, belediyelere kayıtlı yaşayan herkes, bir gün dahi çalışmamış olsa da, 65 yaşına geldiği zaman emeklilik ödeneğine sahip olur.
-Bu ülkede işsizlik parası alamayanlar, belediyelerin sosyal yardım bürolarından, sosyal ödenek alır.
-Bu ülkede, çalışan annelerin çocuklarına, büyükanneler de baksa, 500 euro kadar yardım alır.
-…Ve bu ülkede yaşayan, çalışan annelere, çocuklarını barındıracakları ‘Çocuk Bakım Yurtları’ (Kreş) için, gelir durumuna göre, bazan 1.000, bazan 1.500 euro aylık ödenek verilir.
Şimdi hepiniz, ‘Ooooh be gel keyfim gel…’ diyorsunuzdur.
Evet, değerli okurlarım, bu ülkede yaşayan insanların tümü, bir aksaklık ve aksilik veya bir kasıt olmadığı takdirde bu haklardan yararlanırlar.
İşte, bazılarını kıskandıracak nitelikte olan Çocuk Bakımı Ödeneği, vergi dairelerinde birilerini kıskandırmış olacak ki, bu vergi dairesi çalışanları işgüzarlık yaparak dosyaları incelemeye başladılar. Ama incelenen dosyalar, sadece yabancı uyruklu veya çifte tabiyetli ailelere aitti.
2012 yılında ilk operasyonlar başlatıldı. Çocukları için ödenek alan yabancı uyruklu aileler, posta ile gelen mavi renkli zarflardan çıkan mektuplarda, yapılan kontrollar sorasında evrak ve belgelerin eksik olduğu veya sahtecilik yapıldığı gerekçesiyle suçlu duruma düştüklerini okudular.
Vergi Dairesi’nden uyarı mektubu alan aileler ne yapacaklarını bilemediler. Mağduriyete uğrayan bu insaların yardım isteyecekleri tek yer, çocuklarını emanet ettikleri Bakım Evleri’ydi (Kreş).
İLK İTİRAZLAR
Siz bakmayın ‘2012’de başladı’ sözlerine. Aslında bu haksızlıklar daha önceki yıllarda da pek çok ailenin başına gelmiş ve ödenekleri kesilmişti.
Ama asıl iftira furyası 2012 yılında başladı.
Almere’de Jacqueline İmminga ve Eindhoven’de Ahmet Gökçe, çalıştırdıkları bakımevleri adına vergi dairesine başvurdular. İmminga bu konuda yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: ‘Benim müşterilerim has Hollandalılar’dan ve yabancı kökenli ailelerden oluşuyor. Vergi dairesinden çıkan mektupların tamamı, yabancı kökenli ailelere gitmiş ve ödenekleri kesilmişti. Has Hollandalı olan hiç bir aileye mektup gitmemişti.’ İmminga’ya göre, o sırada kendi bölgesinde 300 aileye bu mektuplar gönderilmişti.
Eindhoven’de Bakımevi olan Ahmet Gökçe isimli Türk de, aynı durumun kendi müşterilerince de yaşandığını anlatıyordu. Eşi avukat olan Ahmet Gökçe, tam 235 ailenin ödeneklerinin kesildiğini öğrenince vergi dairesine koştu. Memurlar ile konuşurken, açık olan bilgisayarlarda, isimlerin karşısında Türk veya Faslı oldukları yazılıydı. ‘Bu nedir’ diye sorduğu vergi memurları bocalayarak ne diyecklerini bilemediler.
Eindhoven’de Çocuk Bakım Yurdu (Kreş) işleten Ahmet Gökçe
Bakımevi sahiplerinin müşterilerine sahip çıkmasından hiç hoşlanmayan vergi daireleri, bu kez bakımevlerini de sıkı denetlemeye başladılar. Bakımevleri birkaç kez müfettişler tarafından incelenen Ahmet Gökçe’ye Eindhoven Belediye’sinden ‘başarı’ ödülü verilmişti. Gökçe’nin avukat olan eşi, vergi dairesi hakkında suç duyurusunda bulundu. Ama ne yazık ki yıllarca bu konuda bir gelişme olmadı.
2012 yılında 3.403 ailenin 2013 yılında da 7.466 ailenin ödenekleri kesildiği gibi, ailelerden bugüne kadar ödenmiş olan ödeneklerin geri ödenmesi isteniyordu. Bu parayı ödeyemeyecek durumda olan ailelerin mal varlıklarına el konuluyor, haciz işlemlerinden sonra malları satışa çıkarılıyordu.
Mağdur durumu düşen yabancı kökenli aileler büyük bir sıkıntı içinde yaşıyorlardı. Maddi kayıpların yanında manevi kayıplar da can yakıyordu.
Yaşadığı ortama dayanamayan bir annenin intihar ettiği haberleri, nihayet siyasetçileri ayağa kaldırdı. Yukarıdaki haberin başlığı, ‘Vergi Dairesi’nin cadı avından sonra bir ebeveyn intihar etti’ şeklindeydi.
Birer birer mahkemelere başvuran aileler hakkında verilen haklılık kararları, vergi daireleri tarafından görmezden gelinmişti. Daha sonra mahkemeler, Yargıtay ve Danıştay kararlarını da hiçe sayan vergi daireleri, siyasetçilerin harekete geçmesi ile yelkenleri suya indirdiler.
Vergi Daireleri’nde yapılan bir iç soruşturma sonucunda, bazı üst düzey memurların, yabancı kökenlilere karşı kasıtlı davrandıkları ortaya çıktı. Bizzat Vergi Daireleri Başkanı’nın yaptığı açıklamada, sahtecilikle suçlanan aileleri, suçlu göstermek için, sahte belgeler düzenlendiği ve dosyalara konduğu belirtildi.
Bu gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra, bu konudan sorumlu Devlet Sekreteri (Bakanı) Menno Snel istifa etmişti.
HAYATI KARARDI
Mağdur aileler arasında yer alan Türk kökenlilerden biri, Hengelo’da yaşayan Esra isimli 51 yaşında bir kadındı. Vergi Dairesi, Esra’nın ödeneğini durdurduğu gibi, 130 bin euro da geri ödenmesini istiyordu. Evini, otomobilini ve kendi işyerini satmak mecburiyetinde kalan Esra’nın borcu, masraf ve faizlerle birlikte 200 bin euro olmuştu. Sattığı mal varlığı ile vergi dairesine borcunu ödeyen Esra, şimdilerde ‘Keşke ödemeseydim’ diyor ama, çok geç…
30 AİLEYE ÖNDERLİK YAPTI
Mağdur olan bir başka Türk kökenli, 36 yaşındaki Fatma Şimşek’ti. 3 çocuklu Fatma Şimşek, kendisi gibi mağdur olan 30 aile ile birlikte, Vergi Dairesi Müdüresi Agaath Cleyndert ile bir toplantı düzenledi. Müdüre hanım, Arnhem’deki Haarhuis Oteli’nde yapılan bu toplantıda, yaşananlar için özür diledi ama çözüm üretemedi. Ailelerin, gruplar halinde vergi memurları ile görüşmeleri de bir sonuç getirmedi. Yaşananlar nedeniyle, evde çocuklarına bakmak mecburiyetinde kalan Fatma Şimşek ikinci işinden de ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Diğer aileler gibi, daha önce almış oldukları ödenek meblağını, hâlâ taksitle geri ödemek mecburiyetinde kaldıklarını anlatan Fatma Şimşek, ‘Bu yaşananlardan, geleceğimiz için ders almış olduk’ diyor.
Fatma Şimşek, yaşadığı acıları TV’de anlatırken göz yaşlarına hakim olamadı.
ÇÖZÜM BEKLERKEN HACİZ GELDİ
Rotterdam’da yaşayan Selim Acar ve eşi İlkay, 2014 yılında durdurulan ödenekleri için, vergi dairesinin kapısını aşındırdıklarını belirtirken, gönderdikleri e-mail mesajlarına da hiç yanıt alamadıklarını belirtiyorlar. Bugüne kadar aldıkları ödenek meblağının tamamını geri ödemek mecburiyetinde kalan Selim Acar, şimdi kendileri için verilecek olan son uygulamanın ne olacağını merak ediyor.
13 AİLE İLE ORTAK HAREKET
Mağduriyete uğrayan Türk asıllı annelerden biri de Özlem Kermen idi. 13 aile ile birlikte hareket eden Özlem, tam 8 yıldır sürdürdükleri mücadeleden bir sonuç elde edemedi. Çantasında belgeler ile kapı kapı dolaştığını anlatan Özlem, vergi memurlarının vurdumduymaz tavırlarının da kahredici olduğunu anlatıyor.
NİHAYET
Hollanda tarihinde bir kara sayfa olarak yer alacak olan, utanç verici bu ırkçı gelişmeler, acılı bir annenin intiharından sonra parlamentoda konuşulmaya başlandı.
Daha önce meclisteki bir soruya, ‘Vergi Daireleri’nde yabancı uyruklulara karşı özel bir kontrol yok’ diyen Vergi Daireleri’nden sorumlu Devlet Sekreterleri Alexandra van Huffelen ve Hans Vijlbrief, bizzat Vergi Dairesi’nden yapılan ‘Memurlarımız peşin hükümlü ve kasıtlı işlemler yapmışlardır’ şeklindeki açıklama karşısında şaşkına dönmüşler ve ‘Bu aşamadan sonra durumu ciddi bir şekilde ele alacağız ve araştırma yaptıracağız’ demişlerdi.
Vergi Daireleri’nden sorumlu Devlet Sekreterleri Alexandra van Huffelen ve Hans Vijlbrief,
yaptırdıkları araştırma sonucunda 4 yüksek görevliyi işten uzaklaştırdılar.
Bakanlığın yapmış olduğu araştırma sürerken, siyasi partilerin, ‘Sorumluları derhal uzaklaştırın’ baskısı karşısında, başta Genel Müdür olmak üzere 4 yüksek görevlinin işine son verildi.
MECLİS ARAŞTIRMASI
Mahkemeleri, Danıştay ve Yargıtay’ı dinlemeyen Vergi Daireleri hakkında bir
Araştırması yapılması kararı alındı.
Geçtiğimiz Kasım ayında yapılan Meclis Araştırması’nın raporu, 17 aralık günü Millet Meclisi Başkanı Arib’e verildi.
Chris van Dam Başkanlığındaki Araştırma Komisyonu
Raporda, başta Başbakan Rutte olmak üzere, Bakanlar ve yüksek devlet memurlarının süçlu oldukları yazıyordu.
Komisyon Başkanı Chris van Dam’ın, duydukları karşısında, ‘Böylesi bir kirli ve yetersiz yönetim ile dünya şampiyonu oluruz’ dediği soruşturma sonucunda, Başbakan Rutte, o zamanın Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher, Maliye Bakanı Wopke Hoekstra, Ekonomi’den sorumlu Devlet Bakanı Eric Wiebes ve Sosyal İşler’den sorumlu Devlet Bakanı Loes Mulder suçlu bulundular.
Haksız yere ödenekleri kesildiği gibi, önceden ödenmiş olan ödeneklerin borçlandırıldığı binlerce ailenin, insanlık dışı zorluklar yaşadığı belirtilen rapor sonrasında istifalar beklenmeye başlandı.
Başbakan Mark Rutte, yaşananlardan üzüntü duduğunu, istifa için hazır olduklarını, ancak ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamı nedeniyle bu istifayı yapamayacaklarını bildirdi.
Bunun üzerine, Yeşil Sol Partisi Siyasi Lideri Jesse Klaver, hükümeti istifaya davet etti.
Canlı yayınlanan bir TV programında, ‘Hükümet istifa etmezse, güvensizlik oylaması isteyeceğiz’ tehdidini savurdu.
Gelişmelerde sorumluluğu olan eski kabinede, Sosyal İşler Bakanı olarak görev yapmış olan İşçi Partisi’nin siyasi lideri Lodewijk Asscher ile, muhtemel bir koalisyon ortaklığı görüşmeleri yapan Klaver, moderatörün ‘Bu olayda sorumlu olan Asscher de istifa etmemeli mi?’ şeklindeki soruya, ‘Bu, Asscher’in bileceği bir konudur’ yanıtı verdi.
Bu açıklamadan hemen sonra da Asscher’den istifa açıklaması geldi. Sosyal İşler Bakanlığı yaparken, Vergi daireleri’nde yaşananları dikkate almadığı için üzüntülü olduğunu ve utanç duyduğunu belirten Asscher, böylece, önümüzdeki mart ayında yapılacak olan seçimde aday olmayacağını da açıklamış oldu.
Asscher’in bu açıklaması, hükümetin de istifa etmesini zaruri bir hale getirdi.
Böylece Başbakan Mark Rutte, hükümetin istifasını açıkladı. Hükümetin, seçimlere kadar demisyoner (düşük) olarak göreve devam edeceğini belirten Rutte’ye karşı,
hükümette yer alan Ekonomi Bakanı Eric Wiebes, Asscher gibi ilkeli davranarak tamamen istifa ettiğini açıkladı. Wiebes’in yerine çok acele bir şekilde Cora van Nieuwenhuizen atandı.
Zorunlu açıklama
Hollanda’da siyasi partilerin Genel Başkanları, siyasi tartışmalara girmedikleri gibi, genellikle siyasi görev de almazlar. (DENK Partisi ve bir küçük parti daha bu alışkanlığı bozmuştu)
Partinin siyasi lideri ise seçim listesinin başında yer alan ve ‘Liste çekicisi’ olarak anılan kişidir. Seçimlerde birinci parti olanın siyasi liderine hükümet kurma görevi veriliyor ve koalisyon kurulursa Başbakan oluyor.
Yani, İşçi Partisi Siyasi Lideri olan Asscher, mart ayında yapılacak olan seçimlerde birinci parti olmaları halinde Başbakan olacaktı.
Asscher, istifasından sonra yaptığı açıklamada, İşçi Partisi’nin mart ayında yapılacak olan seçime daha temiz bir liste ile girmesini amaçladığını belirterek, partisine başarılar diledi.
ŞİMDİ NE OLACAK
Başbakan Rutte istifa ederken, mağdur olan ailelere verilmesi kararlaştırılan 30’ar bin euroluk meblağın, 1 Mayısta ödenmiş olacağını belirtti. Aileleri mağduriyetten kurtarmak için, ciddi çalışmaların devam edeceğini ve meblağın duruma göre mutlaka yükseltileceğini belirten Rutte, başvuru yapmamış olan mağdur ailelerin 15 şubata kadar başvurmalarını istedi.
BAŞVURU
Çocuk Bakımı Ödeneği için henüz başvurmamış olanlar, ‘Çocuk Bakım Ödeneği Kurbanları Servisi’ olarak nitelenen oluşuma telefonla başvurabilirler. Genellikle çok yoğun olan bu servisi sık sık aramanız gerekebilir.
Hollanda içinden telefon : 0800 2 358 358
Hollanda dışından telefon: 0031 555 385 385
Hollanda’da yüz kızartıcı bir haksız suçlama sonucunda mağdur olan 10 bini aşkın çifte uyruklu ailenin yaşadığı acı dolu yılların gazabı, Hollanda kabinesini istifaya mecbur bıraktı.
Başbakan Rutte’nin az önce canlı yayında yaptığı açıklamaya girmeden önce, geçmişte yaşananları kısaca anımsayalım: Hollanda Başbakanı Rutte, canlı yayında istifayı açıkladı.
Hollanda’da çocuklarını bakım evlerine bırakan anneler için özel bir ödenek veriliyor.
Ülkenin çeşitli yerlerindeki Vergi Daireleri, özellikle çifte uyruklu vatandaşların sahtecilik yaparak bu ödenekten yararlandıklarını iddia ederek o yıl 3.403, 2013 yılında 7.466 ve 2014 yılında da 189 ailenin ödeneklerini durdurdu. Vergi Daireleri, ödeneklerin durdurulması ile de yetinmedi ve daha önce ödenen ödeneklerin tamamını geri istedi. Bazı aileler 90 bin euroya kadar bir meblağı geri ödemek zorundan kaldı. Ödeme yapamayan ailelerin mallarına el kondu ve çoğu aile evlerini satmak mecburiyetinde kaldı. Ailelerin itirazları görmezden gelindi. Mağduriyet o kadar ağırdı ki, bir anne çareyi intihar etmekte buldu.
Yapılan yoğun şikâyetler ve baskılar sonucunda, Vergi dairelerinde araştırma yapılmaya başlandı. Uzun süren araştırmalar sonucunda, Vergi daireleri’nin haksızlık yaptığı ortaya çıktı ve bazı memurların kendileri sahte belge hazırlayarak, bu belgelerin aileler tarafından verildiğini iddia ettikleri ortaya çıktı. Bizzat Vergi daireleri Genel Müdürü’nün yaptığı açıklamada, yapılan yüz kızartıcı bu suçlar sonucunda üst düzey dört görevlinin işlerine son veridiği belirtildi.
Yıllarca süren bu ısdıraptan sonra konuya siyasetçiler el attı. Bunun için Meclis Araştırma Komisyonu oluşturuldu. Başta Bakanlar olmak üzere pek çok üst düzey görevli sorgulandı.
Kasım ayında yapılan bu sorgulamanın raporu aralık ayında açıklandı.
Açıklanan raporda, vergi dairesi memurlarının insanlık dışı bir ayrımcılık uyguladığı belirtidi. Araştırma Komisyonu Başkanı Chris van Dam, ‘Böylesi kirli ve yetersiz bir yönetim ile dünya şampiyonu oluruz’ açıklamasında bulundu.
Araştırma Komisyonu’nun raporu o kadar ağır dı ki, bu konuya şimdiye kadar sessiz kalan kükümetin derhal istifa etmesi gerektiği fikri ağırlık kazanmıştı.
Takip eden günlerde şahsımın da haberleştirdiği gelişmelerin sonucu merakla beklenir oldu.
Geçtiğimiz Pazar günü Yeşil Sol Parti’nin siyasi lideri Jesse Klaver, hükümetin istifa etmemesi halinde güvensizlik oylaması isteyeceklerini açıklamıştı.
Dün de, o zamanın Sosyal İşler Bakanı İşçi Partili Lodewijk Asscher, şimdiki liderlik görevinden istifa etiğini açıkladı.
Bundan sonra hükümetin de istifa etme durumu güçlenmişti.
Nihayet bugün Başbakan Rutte beklenen istifa açıklamasını yaptı. Hükümet bundan sonra misyoner değil, demisyoner (düşmüş) olarak görevi sürdürecek.
Ama, olayda asıl sorumlunun kendisi olduğunu belirten Ekonomi Bakanı Eric Wiebes, düşük hükümetten de istifa ettiğini açıkladı. Wibes’in yerine Cora van Nieuwenhuizen atandı bile.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, bugün saat 14.30’da, canlı yayında yaptığı açıklamada istifayı duyurdu ve utanç duydukları bu skandal gelişme hakkında söyleyecek lafı olmadığını belirtti. Gazetecilerin, ‘Asscher ve Wiebes tamamen istifa ettiler, siz neden düşük olarak görevi sürdürmeyi tercih ediyorsunuz’ sorusuna, ‘İçinde bulunduğumuz sıkıntılı durum beni buna zorluyor. Ayrıca, biz görevimize misyoner olarak değil demisyoner olarak devam edeceğiz. Seçimlerde halkın vereceği karara saygı duymak lâzım.’ yanıtını verdi.
Şimdi yapacakları en önemli işin, Korona virüsü ile mücadeleye devem etmek olduğunu belirten Rutte, olayda sorumluluğu olduğunu, konuyla ilgili Bakanlıkların da sorumluluğu taşıdığını belirtirken, yaşananlar için tüm Hollanda halkından özür dilemeyi de ihmal etmedi.