Mozart ve Beethoven’in Türk Marşı’nı bestelediklerini biliyoruz. Rembrandt da Türk Portresi çizmiş
*Osmanlı İmparatorluğu’nun korku saldığı yıllardan sonra,
Türk kıyafetleri giyerek ve Türk kahvesi içerek sempati
beslenilen yıllarda, Önce Mozart ve sonra Beethoven Türk
Marşı’nı bestelemişlerdi.
*Ünlü Hollandalı ressam Rembrandt da, o yıllarda Türkler’den etkilenmiş ve bir Türk Portesi çizmişti.
Değerli Okurlarım,
‘Türkler Avrupa’ya uygun mu?’ başlıklı bir araştırma yazısı okurken, altında ‘De Turk’ resimaltı yazısı bulunan bir portre görünce donup kaldım. ‘Türk’ başlıklı bir portre karşısında neden donup kalacakmışım?
Donup kalmamın nedeni, bu portreyi, Hollanda’nın dünyaca ünlü ressamı Rembrandt’ın çizmiş olmasıdır.
55 yıldır yaşadığım Hollanda’da, bugüne kadar hiç duymadığım bu gerçeği araştırmak için girdiğim Google’da da konuyla ilgili Türkçe bir şey bulamadım. Google’de Hollandaca aradığım bu konu hakkında kısa da olsa birkaç satır bulabildim ama yeterli bilgi yoktu.
Okuduğum ‘Türkler Avrupa’ya uygun mu?’ başlıklı yazıda yayınlanan ‘De Turk’ adlı portrenin altında sadece şunlar yazılıydı:
‘Türkiye ile Avrupalılar arasındaki ilişkiler yüzyıllar öncesine dayanıyor. Ticaretin yanında kültür etkinlikleri de çok iyi durumdaydı. Avrupa ile savaşlar sona erdikten sonra, Avrupalılar Türkler’e sempati ile bakmaya başlamışlardı. Türk giysileri ve Türk kahvesi revaçtaydı. O sıralarda Wolfgang Amadeus Mozart, Osmanlı müziğinden esinlenerek ‘Rondo alla Turca’yı bestelemişti.
Daha sonra Beethoven de bu kervana katıldı ve ‘Türk Marşı’nı besteledi.
Tabii ki Rembrandt da bu kervana katılmaktan den geri kalmadı ve ‘De Turk’ portresini çizdi.’
Fotoğraflı olarak gördüğüm ve okuduğum bu ilginç gelişmeden sonra yaptığım araştırmada sadece şunu buldum: ‘Rembrandt’ın eserleri arasında, kendisine ait olmadığı iddia edilenler de var. Bunlardan ikisinin kendisine ait olmadığı kesin. Ama O’nun, ortak çalışma ile gerçekleştirdiği iddia edilen iki eser de var. Bu iki eserden biri de ‘De Turk’tür. Zira, Rembrandt bu eseri bir öğrencisi ile birlikte çizmiş.’
Varsın öyle olsun. Farzedelim ki Rembrandt bu eseri bir öğrencisi ile birlikte çizmiş olsun. Tabloları milyonlarca dolara satılan ve dünyanın en önemli müzelerinde sergilenen Rembrandt’ın eserleri arasında bir de ‘Türk Portresi’ olması gurur verici değil mi?
Rembrandt’ın (bir öğrenci ile ortaklaşa) çizdiği ‘De Turk’ portresi en son Washington’da sergilenmiş.
Takip edeceğim. Portre Avrupa’ya getirilir getirilmez öğreneceğim ve sizlere bilgi vereceğim.
MOZART ve BEETHOVEN
Rembrandt’ın ‘De Türk’ Portresinden söz ederken, Mozart ve Beethoven’in eserlerinden de söz edildi.
İsterseniz şimdi bu iki sanatçının o eserlerine ait haberlere de bir göz atalım:
Wolfgang Amadeus Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart’ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriyle gençlik çağlarından başlayarak ilgilenmiştir.
Osmanlılar’ın Viyana’yı kuşatmaları sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir. Kuşatma dağılıp Viyana kurtulunca, daha önce korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamıştır. Osmanlı giysileri hem erkekler hem de kadınlar arasında moda olmuş, Mozart’ın da tiryakisi olduğu Türk kahvesi Viyanalılar’ın yaşamına bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Mehter takımının vurmalı ve üflemeli çalgıları da Avrupa askeri bandolarını etkilemiş, mehter müziğinden Mozart başta olmak üzere çok sayıda besteci yararlanmıştır.
Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18. yüzyılda Avrupa’da “Türk Operası” akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında en ölümsüz olanı ise Mozart’ın ‘Saraydan Kız Kaçırma” adlı eseri olmuştur.
Korsanlar tarafından kaçırılarak Osmanlı sarayına, ya da paşa konağına satılan bir Avrupalı genç kızın, vatanındaki sevgilisi tarafından bin türlü hile ve desiseye başvurularak kaçırılması temasını işleyen “Saraydan Kız Kaçırma” operası, Mozart’ın Türk müziği motiflerine ve harem hikâyelerine olan ilgisinin bir ürünüdür. Bu ünlü eser, Mozart’ın yeni yerleşik olduğuViyana’da kendisine duyulan hayranlığın artmasına, imparatorun gözüne girmesine ve Alman operasının İtalyan stilinin egemenliğinden bir ölçüde kurtulmasına yol açmıştır.
Mozart’ın Türk müziğinin ritmik, ezgisel ve tınısal özelliklerine duyduğu ilgi ve sevda sadece operalarla sınırlı kalmamıştır. Dünyanın “Türk Marşı” diye adlandırdığı ünlü eser, Mozart’ın en sevilen eserleri arasındaki yerini bu yüzyılımızda da korumaktadır. “Türk Marşı” aslında K.V. 331 La major piyano sonatının “Alla Turca” başlıklı son rondo bölümüdür.
Beethoven ve Türk Marşı
Müzik tarihinin efsanevi isimlerinden biri olan Ludwig van Beethoven,
8 engelli çocuğa sahip bir ailenin son oğludur.
Kendisinden 14 yaş büyük olanMozart‘tan bir süre dersler almış, Mozart erken yaşta öldükten sonra, çalışmalarına Haydn ile devam etmiştir.
47 yaşında tamamen sağır olduktan sonra da beste yapmıştır.
Meşhur 9. senfonisi bu döneme aittir.
‘Copying Beethoven’ (Beethoven’i Anlamak) filminde hayat hikayesi anlatılmaktadır.
Beethoven’in 2/4’lük bu Türk Marşı’nda da askeri ritimleri farkedebilirsiniz.
Türk rap sanatçısı Ceza, Mozart’ın Türk Marşı’na 2012 yılında Türkçe söz yazdı ve parçaya bir klip çekildi.
Nienke adında 17 yaşındaki kız arkadaşıyla organize ettiği protesto gösterisi, Hollanda medyasında geniş yer aldı.
Medya kendilerini, ‘Nienke ve Dahran, medyayı ve Bakanları nasıl etkilediler’ başlığı ile övdü.
İlhan KARAÇAY
Önceki gün yayınladığım, Türkiye ve Türkler’in lobicilik anlayışıyla ilgili yazımdan bir gün sonra, Hollanda medyasında yer alan bir haber, ‘tesadüfün böylesi’ dedirtti.
Bu haberde ‘‘Nienke ve Dahran, medyayı ve Bakanları nasıl etkilediler’ başlığını görünce, hem kahramanlardan birinin Türk kızı oluşu ve hem de benim ilgi alanımı kapsadığı için dikkatlice okudum.
Haberin kahramanları, 25 yaşındaki Dahran Çoban ve 17 yaşındaki Nienke Luijckx, başkanlıklarını yaptıkları öğrenci kuruluşları adına küçük ama nitelikli bir protesto gösterisi organiz etmişlerdi. Bu gösteri sessiz bir gösteri olacak ve sadece 20 kişi katılacaktı.
Gösterideki protesto amacı, korona salgını nedeniyle alınan önlemleri protesto edenlere katkı idi.
Dahran, Ulusal Öğrenci Danışma Kurulu (Interstedelijk Studenten Overleg ISO)’nun başkanıydı. Nienke ise, 17 yaşına rağmen Öğrenci Dayanışma Komitesi (Aktie Komitee Scholieren LAKS’)ın başkanıydı.
Dahran ile Nienke, emek harcadıkları organizasyonun ses vermesi için, herkese örnek olacak çalışmalar yaptılar. Sessiz olacağı ve 20 kişi için izin aldıkları gösteri Lahey’de yapılacaktı. Bunun iyi duyurulması için temas geçmedikleri medya ve siyasetçi kalmadı. Eğitim Bakanı Van Engelshoven ile defalarca görüşen ikili, yarı devlet kuruluşu olan NOS Televizyonu ile de sıkı temasa geçmişlerdi. NOS, önce haber için çekimi ret etmişti. Ama onlar pes etmedi ve sonunda kabul ettirerek, haberin yayılmasını sağladı.
Daha sonra yazılı ve görsel medyanın peşlerinden koştuğu Dahran ve Nienke, toplum ile dayanışma içinde olmanın kendileri için bir görev olduğunu ve bundan mutluluk duyduklarını belirttiler.
Medya, bu ikilinin bireysel olarak yaptıkları diğer başarılı faaliyetlerden de sitayişle söz ett.
Başarılı ikili, sabah saat 06’larda basın bülteni gönderdiklerini ve duyurular yayınladıklarını söylerken, ‘ses çıkarmak için tabii ki çok çalışmak lâzım’ dediler.
Şamatacı her yerde şamatacıdır
Haberde ilginç olan bir konu daha var.
Bizim görsel medyamızda sık görüleceği gibi, Hollanda medyasında da şamatacılık yapanlar vardır. Yani bui sadece Türk görsel medyasına vergi bir şey değildir.
Sessiz protesto gösterisini yayınlayan BNR Haber Radyosu’nun muhabiri, sessizlikten hoşlanmamış olacak ki, göstericilere ‘Böyle sessiz olmuyor ama. Bana biraz ses lâzım. Biraz gürültü yapar mısınız?’ diyor ve göstericiler de çaresiz olarak, ‘Yeeeee, oooooooo, buuuuu’ gibi sesler çıkardılar.
*Başta, naçizane şahsım olmak üzere, pek çok kanaat ve toplum
önderinin faaliyetleri görmezden gelinirken, derneklerimize de
‘hemşehri cafeleri’ damgası vuranlar var.
*Birinci nesil babalar, binbir meşakkata katlanarak çocuklarının
iyi konuma gelmesi için mücadele ettiler. Tahsil gören, çalışan,
çabalayan çocuklar, işyerleri açarak, siyasete girerek, önemli
görevler üstlenerek, sporda, müzikte ve çeşitli sanat dallarında başarılı olarak, fedakâr babalarını mahcup etmediler.
*Yurtdışındaki Türk nesilleri, üzerlerine düşen görevi hakkıyla
yerine getirirken, devletimizi yönetenler bu gelişmelerin
neresindeler ve gereken görev yapılıyor mu?
Değerli Okurlarım,
Dün yayınladığım, ‘Hollanda’nın kahpelikleri Türk toplumunu çileden çıkardı’ başlıklı haber-yorumum, gerek Hollanda’da ve gerekse Türkiye’de iyi bir yankı yarattı. Ana akım gazeteler ile pek çok dijital haber portalı yazıma yer verdi.
Gelen reaksiyonların büyük bir çoğunluğu görüşlerimi desteklerken, bazıları da siyasi görüşleri nedeniyle, ‘Hollanda haklı değil mi?’ gibi görüş belirttiler.
Beni takip eden okurlarım çok iyi bilirler ki, bazı kesimlere mesaj vermek için yazdığım haber ve yorumların, yerine ulaşması için büyük efor harcarım. Gerektiği zaman yazım Hollandacaya çevrilir ve gerekli mercilerden başka medyaya da gönderilir.
Bunu 54 yıldır uyguluyorum.
Ne var ki, dün bana öylesine bir telefon geldi ki, telefonda konuşan etkili ve yetkili kişi, ‘Ne oldu yani, kendimiz yazıyoruz, kendimiz okuyoruz. Bunları Hollandaca olarak gerekli mercilere göndermek daha doğru olmaz mı?’ deyince şoke oldum.
Takdir beklerken tekdir gelmesi moralimi çok bozdu. Bozuk moralime rağmen, geçmişteki ve şimdiki çalışma şeklimi anlattığım yetkili ve etkili kişiye şöyle dedim: ‘Bakınız, ben yazılarımı gerektiği zaman Hollandacaya çevirir ve kamuoyu yaratmak için pek çok yere gönderirim. Geçen hafta yayınladığım ‘Ermeni iftirası’ haberimde Hollandaca bölümler de vardı. Ama ben artık çok yoruldum. Okurlarımdan bu yazıları gerekli yerlere göndermelerini rica ettim. Bu işi benden başka yapacak merciler olmalı.’
Telefon konuşmasından sonra çok huzursuz saatler geçirdim. Bilgisayardaki arşivimde arama yapmaya başladım. Geçmişte o kadar çok şeyler yapmışım ki, bunları anlatmaya kalkışırsam ansiklopedi olur.
40 yıl önce Hollanda Kraliçesi Juliana’ya göndermiş olduğum bir mektubun, Hollanda medyasında yer alış kupürünü buldum. Helmond şehrinde, Cumartesi günleri Türkçe ders alan çocuklara artık ders verilmeyecekti. Medyada geniş yer alan bu konu için çok şey yazdım. Sonunda Kraliçe Juliana’ya mektup gönderdim.
Daha sonra Kraliçe Beatrix’e ve Başbakanlara gönderdiğim mektuplar da var.
Hollanda’da Türklerin sorunları olduğu zaman, koşuşturup çabalamam, medyanın da dikkatinden kaçmıyordu. Bir fabrikada grev yaptıkları için işten kovulan Türkler için yaptığım mücadele, Hollanda medyasında, ‘Ombudsman Karaçay’ (Marko Paşa) şeklinde yer almıştı.
Daha ne anlatayım değerli okurlarım? Kaçak işçilere af yasası çıkarılması için yaptığım mücadeleler sırasında adım ‘Generaal pardon’a çıkmıştı. O zamanlar verdiğim mücadele sonrasında kaçak işçiler için af çıkmıştı. Zira o zaman Bakanlığa bağlı bir Çalışma Gurubu içinde yer alıyordum.
Hıristiyanlık propagandası yapmak için, Joneko adlı İngilizce bir Japon filmi, Hollandaca’ya değil, Türkçeye çevrilmişti. Sırf Türkler’i hedef alan bu film için de protesto kampanyası başlatan yine naçizane şahsımdı.
De Telegraaf gazetesi ile kavgalarım, siyasetçilerle tartışmalarım ve Hollanda televizyonunda yıllarca süren programlarım ile, Türk toplumuna hep yardımcı olmaya çalışmıştım.
Beni çok üzen ve 4 saat arşivde arama yapmama neden olan o telefondan 5 saat sonra Whatsapp’tan, etkili ve yetkili kişiye bir mesaj geçtim. Takdir beklerken tekdir gördüğüm için üzüntümü dile getirdim ve yapılması gerekenleri yazdım.
Etkili ve yetkili kişi sağolsun, bir dakika sonra beni yine telefonla aradı ve yanlış anlaşıldığını belirtti. Neler yapılması gerektiği konusunda yeniden konuştuktan sonra, çaylı-simitli bir sohbet randevusu ile durum yumuşadı.
Değerli okurlarım, konumuzun asıl kahramanları Hollanda’daki Türk toplumu idi. Ama bir telefon konuşması, beni daha çok kendimden söz ettirmeye zorladı. Özür dilerim.
Lobi oluşturmak aslında bir sanattır. Türkiye devletinin en zayıf kaldığı nokta da budur.
Bu işi İsrail, Yunanistan, Ermenistan ve ayrılıkçılar çok iyi yapıyorlar.
Lobi oluşturmanın bir yolu da bol bol para harcamaktır.
Hiç unutmam. Burada milletvekilliği yapmış olan Fadime Örgü beni bir öğle yemeğine davet etmişti. Parlamentodaki bu yemekte, ismini açıklayamayacağım Türkiye ve Kıbrıs Komisyonu Başkanı bir milletvekili de vardı. İnanır mısınız, o milletvekili, Türkiye’nin ilgisizliğinden şikâyet etmişti. ‘Başbakan mesut Yılmaz, beni eşimle Bodrum’da ağırlamıştı. Bana bol bol malzeme dolu dosyalar gelirdi. Kıbrıs’tan da gazete ve dosyalar gelirdi. Ama şimdi adeta unutuldum’ demişti bu milletvekili.
Anlayacağınız, lobi oluşturmak için bir değil onlarca milletvekili ile iyi ilişki şarttır.
Tabii ki bunun için de eleman ve para lâzımdır.
Dedim ya, lobicilik bir sanattır. Bir gün bir Bakan ile konuşurken, Avrupa Birliği konusu gündeme gelmişti. ‘Bizi kabul etmezler’ demişti o Bakan.
Nasıl cevap verdim biliyor musunuz? ‘Verin bana gerekli olan parayı, Türkiye’yi iki yıl içinde Avrupa Birliği’ne üye yaparım.’
İddialı bir çıkıştı bu değil mi?
Ama ne yazık ki durum böyledir sevgili okurlar.
Yeterli eleman ve para her türlü zorluğu atlattırır ve her kapıyı açar.
Ankara uyursa ve sadece yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızdan fedâkârlık beklenirse bu işler yürümez. Eller cebe gitmezse ve yurttaşlarımızın kurmuş oldukları dernekler ‘hemşehri cafeleri’ olarak anılırsa hiç yürümez…
Bu nedenle ‘Devlet Baba’ya son sözüm şu olabilir:
Yurtdışında yetişmiş ve gelişmiş bir Türk toplumu var. Çoğu iş güç peşindeyken, bir kısmı da siyasi yalakalıkla meşguldur. Türk toplumu içinde öylesine akil kişiler vardır ki, (Almanya’da korona virüsüne aşı bulan iki Türk gibi), siyasi görüşü ne olursa olsun, bu kişilerle temasta olmak lâzım.
Kim bilir, belki de bu benim ülkem için son dileğimdir.
Yurtdışında yaşayan tüm ‘gurbetçiler’e selam ve saygılar.
Anavatan ve Yavruvatan’dakileri de unutmuyorum tabii…
Ülkenin en önemli organı tarafından hazırlanan bir raporda, Erdoğan düşmanlığı yapılırken, Türk toplumu da ‘zanlı’ durumuna düşürüldü.
Her seçim arifesinde sergilenen çirkinlikler yeniden sahneleniyor.
Sabır taşı çatlayan Türk toplumu, protestoya hazırlaıyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da yaşayan 600 bini aşkın Türk ve Türk kökenlileri, her defasında rencide edici davranışlar ile üzen, ülkeyi yönetenler, her seçim arifesinde olduğu gibi, 17 Mart’ta yapılacak olan seçimlerin arifesinde de, alışılagelmiş çirkinliklerini sürdürüyorlar.
Hollanda’nın bu defaki yüzkarası çirkinliği, ülkenin en güvenilir kuruluşu olması gereken, kısa adı NCTV olan ‘Hollanda Terörle Micadele ve Güvenlik Koordinatörlüğü’den yayıldı.
Bundan böyle NCTV diye söz edeceğim bu kuruluş, sözümona ‘iyi bir çalışma’ sonrasında 30 sayfalık bir Türkiye ve Erdoğan raporu hazırlamış.
Ne var ki bu rapor, hükümete sunulmadan önce yine medyaya sızdırılmış. Geçmişte de sık sık rastladığımız bu sızdırma alışkanlığı, bu kez ciddiyeti ve etkinliği ile tanınan HP DE TİJD adlı organa yapılmış.
Hollanda’daki yayın, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde iktibas edildi. Haber Amerika’da da yayınlandı.
HP DE TİJD’de özeti yayınlanan sözümona gizli raporda, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salafist grupları desteklediği ve bu grupların özellikle Hollanda’da yaşayan Türk gençleri üzerinde etkili olduğu belirtiliyor. Erdoğan’ın islami söylemleri ve tavrının, Hollanda Türklerini etkilediğinden endişe duyulduğu belirtilen raporda, daha da ileri gidilerek, Erdoğan’ın Yeni Zelanda’daki cami saldırısı ile ilgili yaptığı konuşması, 2019 yılında Utrecht’de meydana gelen ve dört kişinin hayatını kaybettiği tramvay saldırısıyla ilişkilendiriliyor. Raporda, ayrıca Hollanda’da bazı Türk kuruluşlarının selefiliği besleyen açıklamalar yaptıkları da iddia ediliyor.
Bu raporda, kesin olan bir şey var. O da toplumumuzun yeniden zanlı olarak gösterilmiş olmasıdır. Toplum algısında bir düşman görüntüsü yaratılarak, seçmenlerin sağlam ve güvenilir olarak gördüğü değerlere yöneleceği düşünülmüş. Anlaşılan Hollanda Tük Toplumu aynı anda iç ve dış düşman yaratmaya uygun görülmüş.
Hollanda’da, 9 Türk kuruluşunun temsilcilerden oluşan Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı olan Zeki Baran, konuyla ilgili olarak yaptıkları açıklamada şöyle diyor:
‘Hollanda Türkleri tüm toplumsal kesimler gibi, bu güzel ülkenin değerli bir parçasıdır. Ama artık her seçim öncesinde bu şekilde bazı çevreler tarafından art niyetli çıkarılan haberlerle, seçim kampanyalarının tartışma konusu haline gelmekten yorulduk.
Haberde iddia edildiği üzere, ülkemizin güvenliği açısından bir tehdit var ise bunun nasıl ve nereden kaynaklandığını tam olarak bilmek istiyoruz. Bu şekilde genellleyici ve belirsiz ifadelerle, Hollanda’da yaşayan Türkiye kökenli toplumun tümü zan altında bırakılamaz.’
Siyasi görüşü Erdoğan’ın siyasi görüşü ile bağdaşmayan ve Rotterdam Belediye Meclisi’nden İşçi Partisi üyeliği yapmış olan Zeki Baran şöyle devam ediyor:
‘Hollanda’da faaliyet gösteren yüzlerce Türk sivil toplum kuruluşu, yurtdışı kaynaklı aşırı akımlara karşı gençleri bilinçlendirmek amacıyla çalışmalar yapıyor. IOT Sosyal İşler Bakanlığı Toplum ve Entegrasyon Dairesi ile düzenli olarak görüşmelerde bulunuyor ve bu konu hiç gündeme gelmedi. IOT olarak son yıllarda aşırı akımlara karşı toplumu daha duyarlı hale getirmek amacıyla çok sayıda etkinlik gerçekleştirdik. Bu faaliyetlerden edindiğimiz deneyimler ışığında yeni tehlikelere karşı da çalışmalar yapmaya hazırız. Tüm toplumumuzu zan altında bırakan, şüpheli sandalyesine oturtan bir anlayış yararlı olmayacağı gibi, tam tersine toplum kesimlerini karşı karşıya getiren, ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecektir.’
Zeki Baran, raporu hazırlayan NCTV’nin Türk toplumundan özür dilemesi gerektiğini ve Türkler’i seçimlerde oy kullanmaya davet ettiği açıklaması şöyle son buluyor: ‘Bu düşüncelerden hareketle IOT olarak, Hollanda’da toplumumuzu tehdit eden yeni tehlikeler hakkında en kısa sürede bilgilendirilmek istiyoruz. Eğer böyle bir tehlike söz konusu değil ise NCTV’nin de Hollanda Türk toplumundan özür dilemesi yerinde olacaktır. Bu arada Hollanda’da yaşayan toplumumuzu 15, 16 ve 17 Mart 2021 tarihlerinde yapılacak demokrasi şölenine aktif olarak katılmaya davet ediyoruz.’
Raporun içeriğindeki saçmalıkların, sorunu nereye taşıyacağını hesaba katılmaması etkisini gösterdi bile: Zira, raporun basına sızmasından sonra Hollanda Parlamentosu’nda görüş bildiren çeşitli milletvekilleri ve siyasi parti sözcüleri, rapordan duydukları derin kaygıları dile getirerek Erdoğan’a ve Hollanda’daki Türkler’e karşı sert önlemler alınmasını istediler.
Rapor hakkında, Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör de bakın neler yazmış:
‘Kesinleşmemiş, onaylanmamış ama dışarı sızdırılmış ve dahi iki ülkeyi ilgilendiren tartışmalara sebep olmuş raporun içeriği hakkında, elbette çok şey söylenebilir. Kaldı ki, Hollanda’da yetişen gençlerimiz, anında harekete geçip, twitter üzerinden raporda yer alan yorumların ne kadar yüzeysel, tek taraflı, ön yargılı ve izaha muhtaç olduğunu Hollandaca olarak bildirmişlerdir. Gençler, Hollanda’daki raporu hazırlayanların, Türkiye’de selefiliğin ne kadar marjinal olduğunu ölçemeyecek kadar, bilgisiz olduklarına dikkat çekmişler.
Örneğin İsa Yusibov, twitter hesabından yayınladığı 23 ayrı haberle, raporu ve ilgili kurumu topa tutmuş. Yusibov, yakın Türkiye tarihinden örnekler vermiş, Hizbullah’ın Türk sekülerlere saldırdığını, körfez ülkelerinin (selefilerin) Türkiye tavırlarını Den Haag’ın bilmemesinin mümkün olmadığını, durum böyleyken Erdoğan’ın Hollanda’da selefiliğin yayınlamasına nasıl yardım ettiğini sormuş.
NCTV’nin Türklerle ilgili gizli raporunun sızdırılması, Hollanda’daki Türk gençlerinde, yıllar önce yayınlanan Motivaction raporunu hatırlattı.
Hatırlanacağı gibi, 2014 yılında, Forum ve Motivaction kurumu, 300 Türk genci üzerinde bir anket uyguladı ve ortaya Türk gençlerinin ezici çoğunluğunun İŞİD sempatizanı olduğu sonucu çıkmıştı. Aslı astarı olmayan bu rapor, o günkü Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher’ın başını yıllarca ağrıtmıştı. Şimdi, gençler NCTV’nin raporunu duyunca, söz konusu raporu “Motivaction 2” olarak adlandırarak dalga geçiyorlar.
Velhasıl, Hollanda’daki Türk gençleri kendileri ve diğerTürklerle ilgili raporları pek ciddiye almıyorlar. Oyunun farkındalar. Kendilerinin araçsallaştırılmalarını da istemiyorlar. ‘Seçimler geliyor, Anti Erdoğan ve anti Türkiye söylemleri işe yarıyor’ diyor gençler.
Velhasıl, Hollanda’da bundan önce yapılan seçimler öncesinde olduğu gibi, bu yıl yapılacak seçimler öncesi de yine pis bir oyun sahneye konuldu. Ancak, Hollanda Türk toplumu ve özellikle Türk gençleri olayın farkındalar. Sosyal medya hesaplarından gereken cevabı veriyorlar. Oynanmak istenen çirkin oyunun farkında olduğumuzu, Hollanda karar vericilerinin de farkında olmalarını ümit ederiz.’
Hollanda’da Türkiye aleyhindeki yayın hastalığı yıllardır sürüyor. Yukarıdaki kupürde, iki yıl önce yayın yapan Vrij Nederland’ın, aynı haberi iki yıl sonra servis edilişi görülüyor.
İşte böyle değerli okurlarım. Hollanda’da bizim güvenliğimiz sağlayacak olan bir kuruluşun, hangi araştırma ve istihbarata dayanarak kaleme aldığı böylesi bir raporun inandırıcılığı yoktur tabii.
Marjinal kişilerle görüşerek rapor hazırlamak, Hollandalılar için en rahat yoldur. Geçmişte pek çok yaşanılan bu konular hakkında pek çok kez itiraz etmişliğim oldu. Yetkililere, ‘Biraz da benim gibi tarafsız kişilerle görüşün’ tavsiyesinde bulunmuşluğum da var.
Ne yazık kı, her zaman uyutulan bir Hollanda toplumu var. Hollanda toplumu, kendilerine sunulan televizyon görüntüleri ve gazete haberleri ile her zaman uyutulmuştur.
Ama, Veyis Güngör’ün de dediği gibi, ‘Türk gençleri uyumaz ve bu gibi yumurtaları da yemez.
*Yeni doğan torunu için, çok beğendiği bir kitabı, yazarına
imzalatıp hediye etti.
*Kitap, naçizane şahsımın,Türkiye-Hollanda Arasında 400 Yıllık Resmi İlişkiler ve Hollanda’ya Türk Göçünün 50’inci Yılı’ kitabı.
*Hediye eden dede: Osman Sezgin. Hediye edilen torun: Kerem
Varlık
Ne dersiniz, anlatacağım gelişme, dünyada bir ilk midir acaba?
Yeni doğmuş bir bebeğe alınması düşünülecek hediye ve oyuncakların sayısı bini bulur herhalde? Bu hediye ve oyuncaklar içinde ‘kitap’ hiç düşünülmemiştir sanırım.
Hiç kimsenin düşünmeyeceği bir hediye verme işlemini Osman Sezgin düşündü.
Osman Sezgin ile ilk temasımız 2018 mart ayında olmuştu. Bana şöyle bir soru yöneltmişti:
‘Sevgili İlhan bey, ben Hollandada yaşayan 2’nci kuşak Türk vatandaşlardan biriyim Yazılarınızı 38 yıldır beğenerek okuyorum. Siz duayen bir gazetecisiniz. Her konuda Hollanda’da yaşayan bizlere engin tecrübenizle ışık tutuyorsunuz.
Rahmetli babam, birinci kuşak olarak 1960’lı yılların başında Hollanda’ya geldi ve aile birleşimi oldu. 3 yıl önce Türkiye’ye geri dönüş yaptılar.
Sizden bir ricada bulunacağım. 1970’li yıllarda Hilversum radyosunda Türkçe yayın yapan programdaki spiker beyefendinin ismini rica edebilir miyim? Babamla kısa bir dostluğu olmuş. Babam sürekli o beyefendiden bahsediyor. Benden ona selamını iletmemi istiyor. Bu konuda bana yardımcı olursanız çok sevinirim. Şimdiden çok teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım.’
Ben de kendisine, ‘Hilversum Radyosu’ndaki ilk Türk spiker Erkan Tapan idi. Türkiye’ye döndü ve Unilever’in Genel Müdürü oldu. Sonra da Sümerbank’ın Genel Müdürü oldu. Erkan Tapan’dan sonra radyodaki görevi İnaç Kutluer ve Ahmet Azdural üstlendiler’ yanıtını vermiştim.
Osman Sezgin’den ikinci mesajı geçtiğimiz ocak ayında aldım. O mesajda da şunlar yazılıydı: ‘İlhan bey, rica etsem lutfen sizin daha önce yayınladığınız kitabınızı imzalı olarak gönderir misiniz? Kerem adını koyduğumuz bir torunum oldu, ona hediye olarak vermek istiyorum. Siz duayen bir gazetecisiniz. Rahmetli babam da sizin yazılarınızı sürekli takip ederdi. Allah size uzun ömürler versin ilhan bey.’
Yeni doğan torunu için benden kitap isteyen Osman Sezgin beni etkilemişti. Hemen bir kitabı kılıfından çıkardım ve içine şunları yazdım: ‘Sevgili Kerem, okumayı öğrendiğin zaman eline alacağın bu kitaptan öğreneceklerin, senin anavatanımıza olan aidiyet hissini de güçlendirecektir.
Hollanda’ya gelmiş olan senden önceki nesillerin fedakârlıklarını da öğrenmiş olacaksın.
Gelişip büyüyünce, belki de göçmenlik hissi duymayacaksın inşallah!’
Kitabın postaya atılmasından bir gün sonra Osman kardeşimizden gelen mesaj şöyle oldu:
‘‘İlhan bey çok çok teşekkür ederim. Biraz önce, göndermiş olduğunuz imzalı kitabınızı aldım. İnanın bizi çok mutlu ettiniz. Göndermiş olduğunuz o muazzam eseri, torunum küçük Kerem’ciğin kucağına koydum ve ailece bir fotoğraf çektim. Babası ve kızım olan annesi de çok sevindiler. Amsterdam Vrij Üniversitesi mezunu olan damat Can Varlık, uluslararası bir şirkette bölüm şefi olarak çalışıyor. Erasmus Üniversitesi mezunu kızım Fatma da uzman psikolog olarak çalışıyor. Küçük Kerem için yazdığınız sözler bizi çok duygulandırdı. Sizin sözleriniz kızımda bir çağrı yarattı. Kızım bana, ‘Babacığım, şimdi göçmenliğin ne kadar zor olduğunu daha iyi anladım. Siz ve rahmetli dedem, bizlere iyi bir gelecek sağlamak için yıllarınızı verdiniz. Ne mutlu ki bizler de iyi bir eğitim aldık ve sizi gurulandırdık. Sizler hep göçmen işçi olarak aşağılandınız. Ama bizler bu ülkede söz sahibi konumuna ulaştık. Bunu da size borçluyuz.’ diyerek boynuma sarıldı. İnanın, o muazzam eserinizi bize ulaştırdığınız için çok memnun olduk. Torunum da okumayı öğrendiği zaman çok sevinecek ve size teşekkür edecektir inşallah.’’
İşte böyle değerli okurlarım.
Aslında, kitabım ile ilgili ilk ilginç gelişme değildi bu. Daha önce de bir baba, oğluna hediye etmek istediği kitabımı almak için evime kadar gelmişti. İşte o gelişin haberi:
İlhan Karaçay hayranı olan oğluna kitap hediye eden baba…
Gazeteci İlhan Karaçay’ın hayranı olan Ulaş, babası Binali Batman’dan bir istekte bulunur. İstek, İlhan Karaçay’ın yayınlamış olduğu ‘Türkiye-Hollanda Arasında 400 Yıllık Resmi İlişkiler ve Hollanda’ya Türk Göçünün 50’inci Yılı’ isimli kitaba ulaşmaktı.
İlhan Karaçay’a mesaj geçen Binali Batman, ‘Oğlum sizin hayranınızdır. Kitabınızı ona hediye etmek istiyorum, gönderir misiniz’ dedi. Bunun üzerine çok duygulanan Karaçay, ‘Ne demek, kitabımı evinize kadar gelip imzalayarak vermek isterim’ yanıtını verdi. Bu yanıta, ‘Siz zahmet etmeyin, kabul ederseniz biz sizin evinize gelelim’ dedi.
Daha sonra baba ve oğul ile evinde bir araya gelen İlhan Karaçay, kitabını imzalayarak kendilerine sundu. Fotoğraf çekilirken duygulanan üçlü, daha sonra tekrar buluşmak üzere vedalaştı.
Değerli okurlarım, söz benim kitabımdan açılmışken, daha sonra da ilginç bir gelişme olmuştu. O habere de bakalım lütfen:
İlhan Karaçay’ın 400’üncü Yıl kitabı, 18 yaşındaki öğrenci Burak’ın kurtarıcısı oldu.
Yüksek Okul’da Hollanda-Osmanlı ilişkileri üzerinde tez hazırlamak isteyen Burak Şahin, kaynak bulmada zorlanırken, İlhan Karaçay’ın kitabını tesadüfen buldu ve kaynak yaptı.
BERGEN OP ZOOM,- Hollanda’nın güneybatısında bulunan Bergen op Zoom’da VWO (Yüksek Okul) tahsili yapmakta olan 18 yaşındaki Türk öğrenci Burak Şahin, 5’inci sınıfa lâyık olduğunu ispat edebilmek için hazırlamak istediği Hollanda-Osmalı ilişkileri üzerindeki tezi için kaynak bulmakta zorlanırken, İlhan Karaçay’ın yayınlamış olduğu, ‘Türkiye-Hollanda Arasındaki Resmi İlişkiler’ adlı kitabı O’nun için kurtarıcı oldu.
Gazeteci-Yazar İlhan Karaçay’a Facebook’ta ulaşan Burak Şahin, ‘ Sayın Karaçay, okulda hazırlamak durumunda olduğum profil-proje için, ‘Hollanda Cumhuriyeti ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ticari ilişkiler nasıldı’ sorusuna cevap ararken çok zorlandım. Ne kütüphanede ve ne de Google’de bana yardımcı olacak kaynak bulamadım. Bazı arkadaşlar bana sizin bu konuda bir kitap yayınladığınızı bildirdi. Ben de kitapçıya sipariş verdim ve kitabınızı ele geçirdim. Muhteşem bir kitap hazırlamışsınız. Tebrik ve teşekkür ederim.‘ şeklinde bir mesaj geçti.
İlhan Karaçay da genç öğrenciye, ‘Burak’çığım, beni çok mutlu ettin. Kitabımın proje hazırlamanda yardımcı kaynak olmasına sevindim. Bana biraz daha fazla bilgi ve fotoğraf gönder lütfen. Bu konuyu DÜNYA’da yayınlamak isterim.’ mesajını geçti.
Burak Şahin, konuyu anlatan Hollandaca bir yazı ile, kitapla çekilmiş bir fotoğrafını İlhan Karaçay’a gönderdi.
Yazısında 18, yaşında olduğunu, Bergen op Zoom’da ‘Regionale Scholengemeenschap RSG ‘t Rijks’ okulunda VWO 5’inci sınıfta tahsil yaptığını, hobilerinin siyaset, müzik ve seyahat olduğunu belirten Burak Şahin, projesinin diğer öğrencilerinki gibi kolay ve basit bir proje olmaktan çok, zor ve zengin bir konuyu kapsamasını istediğini yazdı.
Burak Şahin, tarih öğretmeni bayan Koster ile birlikte şu sorulara yanıt aradığını yazdı:
1: Seksen Yıl Savaşı sırasında, Hollanda Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiler nelerdir ? Unutulmuş olan ticaretini Levanten ticareti nasıl başlamıştır?
2: Hollanda Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ticari ilişkiler Hollanda’nın Altın Çağında nelerdi ?
3: Atatürk ve onun kurduğu hükümetlerin bu ilişkilerde yeri nedir, ne katkıda bulunmuştur ?
4: Hollanda ve Türkiye arasındaki mevcut ticari ilişkiler nelerdir? Bu soruda 60’lı yıllarda gelen Türk gurbetçilerin rolü nedir?
Çalışmasını bir anket ile desteklemeyi, bir uzman ile de söyleşi yapmayı amaçlayan Burak Şahin, bu çalışmayı 2014’ün mayıs ayında tamamlaması ve teslim etmesi gerektiğini yazmış.
Şöyle diyor Burak Şahin:
‘Bu dört sorunun yanı sıra, pratik bir parça da yapmam gerek, bu da bir anket veya bu konu hakkında çok bilen bir kişi olarak görüşme olabilir.
Bu soruşturmanın en zor kısmı güvenilir bilgi toplamak . Internette çok bilgi var, ama çok dolu veya konuyu tartışmakta değil . Örnek Ben 1935 yılında Hollanda-Türk Dostluk Derneği hakkında hiç bilgi bulamadım internette. Aramaktan sonra mutlulukla sayin İlhan Karaçay in yazdigi kitabi buldum: Hollanda-Türkiye’nin resmi ilişkilerin 400 yıllı. Bu kitap benim tüm sorulara cevap verecegini inaniyorum.
30 Mayıs 2014 tarihinde benim profil proje / araştırma doçentime teslim etmem lazım. Araştırma bittiğinde internette yayınlamayı düşünüyorum.’
Değerli okurlarım, Kitabım hakkında daha önce yazılanlara bir kez daha göz atmanızda yarar olacağını sanıyorum.
İlhan Karaçay’dan, 400 yıllık Türkiye-Hollanda ilişkilerini anlatan muhteşem bir kitap…
İlk imzalı kitap Prenses Maxima, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutalep ve İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a verildi.
AMSTERDAM,- 45 yıldır Hollanda’da yaşayan gazeteci İlhan Karaçay, 2012 yılı boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanan, 400 yıllık Türkiye- Hollanda ilişkilerini gözler önüne seren muhteşem bir kitap yayınladı.
Fotoğrafta, Prenses Maxima (solda), İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İlhan Karaçay ve Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Togan Oral ile, biraz sonra sahiplerini bulacak olan masadaki 4 kitap görülüyor.
Kitabın, İlhan Karaçay tarafından imzalanan ilk örnekleri, Rotterdam’da yapılan ‘400’üncü yıl kutlamalarının kapanış şöleninde’, Hollanda Prensesi Maxima’ya (şimdi Kraliçe), bu şölen için Hollanda’ya gelen Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a, Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb’e ve İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a sunuldu.
Kitaba ilk kez sahip oldukları için mutlu olduklarını belirten bu dörtlü, İlhan Karaçay’ın, Hollanda ve Türkiye’ye önemli bir tarihi eser kazandırdığını belirterek ‘Bu nedenle İlhan Karaçay’ı kutlarız’ dediler.
Rotterdam Belediye Başkanı A.Ebutaleb Zamanın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan
Tam 466 sayfadan oluşan renkli fotoğraflı, kuşe kağıtlı ve sert kapaklı kitap, ilk etpta 20 bin adet basıldı. 15 bini Hollanda’da 5 bini de Türkiye’de pazarlanmaya başlanılan kitap için, hiç bir kuruluştan sübvansiyon, sponsorluk ve reklam almayan İlhan Karaçay, kitap masraflarının satıştan çıkacağına inanıyor.
İlhan Karaçay, 20 bin baskı ile yetinilmeyeceğini, zira şimdiden 1000’er, 500’er ve 100’erlik siparişler aldığını, kitabın tanıtım kampanyası sonuda da satışların artacağına inandığını belirtiyor.
Geçen hafta vefat eden İstanbul Belediyesi eski Başkanı Kadir Topbaş İbrahim Görmez, zamanın Egitim Bakanı Bakanı Plasterk’e Karaçay’ın kitabını hediye ediyor
Hollanda ve Türkiye’de kitap dağıtım firmaları aracılığı ile ve internet satış kanallarıyla 100 bini aşkın kitabın satılacağına inandığını belirten İlhan Karaçay, ‘Bu kitabı okuyanlar iki ülkeye aşık olacaklar’ iddiasında bulunuyor.
İlhan Karaçay, önemli bir tarih hazinesi sayılabilecek olan bu kitabın, yılbaşında, bayramda, doğum gününde eşe, dosta ve çocuklara armağan edilebilecek en güzel bir hediye paketi olacağını belirttikten sonra, ‘Bu kitap, okullarda ders aracı olarak da kullanılabilir, Zira Zwolle kentindeki bir kolejden 100 adetlik bir sipariş geldi bile…’ dedi.
466 sayfalık kitaptan kesitler:
* 80 yıl süren İspanya savaşı galibiyetinde Osmanlı’nın rolü neydi?.
* Hollanda devletini, muhalif ülkelere rağmen ilk tanıyan Osmanlı oldu.
* Hollandalı tüccarlar, Osmanlı ilişkileri nedeniyle başarılı oldu.
* Hollanda’nın büyük maddi kaynağı olan lale, Türkiye’den kaçırılmış.
* Osmanlı-Hollanda ilişkilerinden tarihi belge ve fotoğraflar.
* Hollanda Kraliyet Ailesi ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki sıcak
ilişkilerden belgeler ve fotoğraflar.
* 50 yıl önce başlayan Türk işçi göçünden nefis hikayeler ve fotoğraflar.
* Hollandalılar ile evli Türkler’in 32 yıl önceki hayat hikayeleri.
* Kitabın yazarı İlhan Karaçay’ın 45 yıllık gazetecilik öyküsü.