Hayata gözlerini yuman dostlarımız ve meslektaşlarımızın ardından çok şeyler yazmış ve çizmişizdir. ‘Ölenin arkasından kötü konuşulmaz’ geleneğimize saygılı olduğumuz için, merhumların hep iyi taraflarını yazmış, kötü huylarını hep es geçmişizdir.
Benim yazdıklarım arasında,sadece birkaç kişinin kötü huylarına da değinmiştim. Çünkü, milyonlarca kişinin ‘baba adam’ diye tanıdıkları bazı ünlülerin, kötü huylarının da herkesçe bilinmesi gerektiğine inanmışımdır.
O birkaç isimden şimdi hiç söz etmeyeceğim.
Bugün ele alacağım merhum, iyiliği üzerine herkesin birleştiğin Hüseyin Kırcalı’dır.
Meslektaşlarım tarafından hatıraları bolca yazılan Kırcalı için ben yaşadığı dönemde birkaç hatıra yazmıştım. Özellikle, o da geçen yıl (8 Mart 2019) hayata gözlerini yuman meslektaşım Ertuğrul Akbay ile yaşadığım hatıralar arasında yer almıştı.
Şimdi sizlere, Kırcalı’nın espiritüel özelliğini ortaya serecek hatıralarımı yazıyorum.
Yıl 1978. Dünya Futbol Şampiyonası için Arjantin’deyiz.
Başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Erol Aydın, Erdal Aydın, Hasan Sarıçiçek, Güven Taner, Kemal Belgin, antrenör Metin Türel, TRT kadrosu ve tabii ki Hüseyin Kırcalı Türk gazeteci ekibini oluşturuyordu.
Bir ayara gelindiği zaman konuşulan konuların en önemlisi, şampiyonaya Ertuğrul Akbay’ın da gelecek olmasıydı.
Öyle ya, Ertuğrul Akbay, 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları sırasında, rakibi olan Mehmet Biber ile haber atlatma yarışması yaparken, fotoğraf makinesi le Hürriyet’e çalışan Biber’in kafasını yarmış ve hastanelik etmişti. Olay dünya haber bültenlerine girmişti. İşte o Ertuğrul Akbay Arjantin’e gelmeden önce böyle anılıyordu.
Akbay’ın bu kez en büyük rakibi ben olacaktım. Zira hem Ertuğrul’un çalıştığı Günaydın ve hem de benim çalıştığım Hürriyet, spordan başka magazin haberlerine de önem veriyorlardı.
Ertuğrul Akbay gelmeden önce rahmetli Hüseyin Kırcalı, ‘Vallahi senin işin zor Karaçay. Ertuğrul rakibinin kafasını yarmış dünya çapında bir adam’ diye espirili bir uyarı yapmıştı.
Ertuğrul Akbay çalıştığı gazete için dünyanın dört bir yanını gezen, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından kutuplara, Asya steplerinden Japonya’ya yaptığı geziler ve bu gezileri kaleme aldığı yazıları ile bir neslin ufkunu açmıştır. Kısaca rekoru kırılmaz, atlatılmaz, dünyanın hemen hemen her ülkesini avcunun içi gibi bilen bir gazetecidir.
Ertuğrul gerçekten kurnaz bir gazeteciydi. Ama ‘El oğlunda neler var’ misali başka kurnaz gazeteciler de vardır. İşte o kurnaz gazetecilerden biri de naçizane bendim. Ertuğrul’un oradaki en büyük rakibi ben oluyordum tabii…
Ertuğrul bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı:“Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım”
Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı almıştı.
Ama rekabetteki ilk yalan, ilk gün yaşanmıştı.
Aynı gece uyumaya giderken, otelin ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için bu haberi işlemek çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.
Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be kardeş, odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir başka yalanla kendini af ettirmeye çalıştı.
Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca gazetecilik yaşamını, nasıl çalıştığını, nasıl haber atlattığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini de anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol lafı attı ortaya haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Ertesi gün Türkiye’de, Hürriyette yayınlanan Arjantn’deki magazin haberleri konuşuluyordu. Akşam Türk ekibi bir araya geldiği zaman rahmetli Hüseyin Kırcalı: ‘Yaaa işte böyle sayın Akbay, bu iş kafa kırmakla olmuyormuş.’
GÜZELLİK YARIŞMASI Arjantin’de Dünya Şampiyonası oynanırken bir de güzellik yarışması yapıldı.Jüri üyeleri arasında ise Togay Bayatlı vardı.Yarışmaya tüm Türk gazeteciler özel davetliydi.
TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve ‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.
Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.
Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: “Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelim” Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansa’ya verdik.
Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı. Ertesi gün Basın Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda. Ertuğrul teletekste yazıyor: “Burada güzellik yarışması yapıldı… Filmler bugün elinize geçecek” Karşı taraftan cevap: “Güzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var”. O zaman Ertuğrul’un yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim. Ertuğrul da telekste ‘Ajanslardandır’ diye yazdı ama Günaydın’dan gelen cevap daha da moral bozucuydu: “Fotoğraf renkli”. O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Böyle olunca da, fotoğrafın elden gittiği belli
oluyordu. Ben de, ‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi?
O resim bir ajanstan gitmiştir’ diye yalanımda ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha çok fitillemeye başladı:” Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti. Hürriyet basıldı, satıldı ve Diyarbakır’da kese kağıdı oldu ama senin haber halâ yayınlanmadı.”
EGALE EDİLEMEYEN GOL KRALLIĞI
Ertuğrul Akbay Just Fontaine Hüseyin Kırcalı
Ertuğrul ile Arjantin’de bu kez bir başka ödül törenindeyiz. Dünya Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Juste Fontaine’ye ödül verilecek. Dünya Kupası tarihinde, İsveç 1958’de 13 gol atarak rekor kıran Fontaine’nin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik. Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, de‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dim. Ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve “Benim hazırladığım sahneyi çekme yahu “ diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı.
O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı. 20 dakika sonra otele geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı yine konuştu: “Eee Sayın Karaçay, zarf gitti mi? ” O an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti: “Oh anam oh, haber yine yarın Hürriyet’te. Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da film Günaydın’a gidecek.
Kırcalı’nın Arjantin’deki en esprili çalışmasını da yazmadan geçemeyeceğim.
Arjantin’de boş vakitlerin geçtiği zamanlarda güzel bayanlar ile birlikte olma durumu da vardı tabii.
Hüseyin Kırcalı, oteldeki yatak odasına bir tabela asmıştı. Bu tabelaya Türk medya mensuplarını isimlerini alt alta yazmıştı. İsimler tabii ki esprili ve namı diğer lakaplardı. Örneğin Halit Kıvanç miçin ‘Çenespor’ benim için ‘Sakalspor’ kendisi için de ‘Fotospor’ diye yazmıştı.
Bir gece önce kızlarla beraber olanların isimlerinin karşısına işaretler koyan Kırcalı, ‘Çenespor 1 Arjantin 0’ diye başlamıştı. Son gündeki skor ‘Türkiye 34 Arjantin 0’ idi.
Listede ‘Sakalspor’ ile ‘Fotospor’ sıfırda kalmıştık.
Sevgili Kırcalı’ya Allah rahmet eylesin.
Hollandalılar yabancı düşmanlığına prim vermezlerdi ama şimdi…
11 Eylül, Ben Laden ve İŞİD, ırkçılığı hortlatmak için mi yaratıldı?
İnsanların dini ve siyasi ideolojileri, yaşam şartlarına göre değişebiliyor.
Dün, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa prim vermeyenler, bugün tam tersini yapabiliyor.
Dün, dini inançların hepsine hoşgörülü olanlar, bugün din düşmanı olabiliyor.
Bu değişim nasıl mı oluyor?
Yaşam şartları değişince, yukarıdaki acayiplikler de oluyor maalesef.
Tabii ki akla bir soru da geliyor. Dünya’yı yöneten güçler, insanların görüş açılarını etkilemek için 11 Eylül, Ben Laden ve İşid’i bilinçli olarak mı yaratıyorlar?
Öyle değilse, dünyayı yöneten güçler, insanların nefretini kazanacak olan terör örgütlerini neden hep İslam dünyasından seçiyor? Bu da yetmezmiş gibi, bu örgütlerin isimlerini de neden hep İslam ile bağdaştırıyor? Usame Bin Laden’e kurdurulan örgütün adı neden El Kaide oldu?
Bir yandan El Kaide, diğer yandan İŞİD, yani Irak Şam İslam Devleti’in, insanlar üzerinde nefret yaratmaları bir plan değil miydi?
Bakınız, insanlar üzerinde ideolojik değişime yol açan örnekler için Hollanda’yı ele alalım.
Hollanda’daki siyasi partilerin ideolojileri, programlarında açıklandığı gibi, ‘süt gibi beyaz’ değil.
Hollandalı seçmenin de, tercih ettiği ideolojiler, eskisi gibi ‘berrak’ değil.
Hollandalılar eskiden, yabancı düşmanlığı yapan ideolojilere hiç hoş bakmazdı.
Öyle ki, 1970’li yıllarda, Hitler apoletli görüşleriyle siyasete atılan Joop Glimmerveen’e hiç yüz vermeyen Hollandalı seçmenler, 1980’li yıllarda siyaset arenasına çıkan bir başka ırkçı Hans Janmaat’a da itibar etmedi.
Hollandalı seçmenin değer vermediği bu iki isimden kısaca söz edeyim:
1970’li yıllarda Glimmerveen gibileri protesto ediliyordu
Joop Glimmerveen: NATO’da muhasebeci olarak çalışırken, Hitler tandanslı Hollanda Halk Birliği NVU Partisi’ne üye oldu. Bu nedenle 1971 yılında NATO’dan kovulan Glimmerveen, 1974 yılında Lahey Belediye Meclis Üyeliği için aday oldu ama, tüm sağ partilerin desteğine rağmen seçilemedi.
Belliydi ki, Glimmerveen’in, ‘Lahey beyaz ve güvenli kalmalı’ sloganı Hollandalı seçmenlerin hiç hoşlarına gitmemişti.
Glimmerveen’in daha sonraki parlamento seçimlerine katılması da başarısızlıklarla sona ermişti.
1980’li yıllarda da Janmaat gibileriprotesto ediliyordu. Sağ köşede yangından kaçarken bacaklarını kıran Janmaat’ın eşi tekerlekli arabada görülüyor.
Hans Janmaat: Glimmerveen siyaset arenasındayken, bu kez Hans Janmaat adlı bir profesör, Merkez Partisi’ni (daha sonra adı Merkez Demokratlar oldu) kurdu ve parlamento seçimlerine katıldı. Yabancı düşmanlığı fikirleriyle seçmenden itibar görmeyen Janmaat, aldığı yüzde bir oy ile yine de tek başına parlamentoya girdi.
Söylemleri ile sadece halk tarafından değil, meclisteki parlamenterler tarafından da nefret edilen Janmaat’ın elini hiçbir parlamenter sıkmadı bile.
Janmaat’a nefret o kadar çoktu ki, bir kapalı salon toplantısını basan çok kızgın bir grup, toplantı yerini ateşe verdi. Janmaat, çarşafları birbirine düğümleyerek arka taraftaki balkondan kaçabildi ama, sekreterliğini yapan eşi de aynı yöntemi kullanırken yere çakıldı ve bacakları kırıldı. Ameliyattan sonra bir bacağını kaybeden Janmaat’ın eşi, tabii ki fanatik olmayan kesimi üzdü.
Glimmerveen ve Janmaat adlı bu iki aşırı ırkçı, Laheyliydiler. Kaldı ki Lahey, gerek Yüksek Adalet Divanı ve Gerekse İnsan Hakları Mahkemeleri ile tüm dünyada tanınan bir demokrasi ve barış şehriydi.
Geert Wilders Thierry Baudet
Şimdi gelelim ırkçılığın bugünkü durumuna.
New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra, belli güçler tarafından kurulan ve adına ‘İslam’ eklenen terörist grupların (İŞİD gibi) yaptıkları çirkin ve acımasız eylemler, haliyle Hollanda halkını da şaşırttı.
Bunu fırsat bilen Geerd Wilders, bağlı olduğu VVD’den istifa ederek kendi partisini kurdu ve ırkçı söylemleri ile taraftar toplamaya başladı. Öyle ki, Wilders’in partisi şimdilerde ikinci büyük parti konumunda.
Dünyadaki kargaşaların sebebinin İslamlar olduğu propagandaları çoğaldıkça, seçmenlerin ideolojileri de değişmeye başladı. Bunun üzerine bir başka genç politikacı Thierry Baudet ortaya çıktı ve Demokratlar Formu Partisi’ni kurdu. Yabancı ve İslam aleyhtarı olan bu genç siyasetçi de, yapılan anketlerde üst sıralara yerleşti.
Şimdi, nasıl oluyor da, bir zamanlar ırkçılığa hiç prim vermeyen Hollandalılar’ın yarısından çoğu, bu ırkçı partilere oy veriyorlar?
Buna verilecek cevap çok basit: Yaratılan olayların müsebbibi hep yabancılar ve Müslümanlar olarak gösterilirse, halkta da bir nefret hissi doğar.
Hele hele, yabancılar ve Müslümanlar arasındaki bazı kendini bilmez fanatikler de olunca, nefret daha da çoğalıyor.
Bakınız, küçük bir örnek de bizim Türkiye’mizden vereyim.
Malûm, Suriyeli göçmenlere kapılarımızı açtığımız ilk yıllarda, Türk halkının genelinde büyük bir acıma hissi vardı. Türk halkı yıllarca toleranslı davrandı. Ama Suriyeliler’in bir kısmı rahatsızlık vermeye başlayınca halkımız arasındaki duygularda da değişim başladı. Kesinlikle ırkçı olmadıklarına inandığım pek çok dostumdan, Suriyeliler hakkında kötü sözler duymaya başladığım zaman, Hollanda örneğini düşünerek hiç kızmadım. Dostlarımı sadece uyarmak ile yetindim.
Sonuç olarak şunları söyleyebilirim: Biz, her ne kadar dünyayı yöneten güçlerin yarattığı terör gruplarındaki isimleri beğenmeyip İŞİD’i DAEŞ (Devlet’ül Irak ve’ş Şam) yapsak da, İslam olmayan insanlar üzerindeki duyguları yok edemiyoruz.
Hele hele, fanatik Hıristiyanların yarattığ Haçlı Ruhu varken…
*Parti’nin Genel Başkanı, Yönetim Kurulu ve Siyasi Liderin seçimi için hararetli bir yarışma var
*İstifadan vazgeçen Tunahan Kuzu yeniden Siyasi Lider olacak mı?
İlhan KARAÇAY yazdı:
Geçtiğimiz mart ayından bu yana kaynayan DENK Partisi, defalarca yapılan ve geçersiz sayılan Genel Kurul Toplantıları’nın telafisini, 16 Ekim’de yapılacak olan üçüncü toplantıda gerçekleştirecek.
Son olarak 26 eylül günü yapılan ve geçerli sayılmayan toplantının ardından sürpriz bir açıklama yapan, partinin milletvekili ve eski siyasi lideri olan Tunahan Kuzu, istifasını geri aldığını belirterek, milletvekilliği için yeniden aday olacağını söylemişti.
DENK Partisi’nden yapılan yeni açıklamaya göre, bugüne kadar hatalı yapılan Genel Kurul Toplantıları’nın telafisi için, yeni toplantının 16 Ekim’de yapılacak.
Korona önlemlerinin sorun yarattığı için, daha büyük bir salon kiralanacağı belirtien açıklamada, ‘Bu kez toplantıya katılmak için başvuracak olan üyelerimizin hepsini salona sığdıramazsak da, dijital olarak-* tamamına oy kullandırmayı gerçekleştireceğiz’ denildi.
Yenilenecek olan Genel Kurul Toplantısı’da yapılacak olan seçimlerde, Tunahan Kuzu’nun siyasi liderlik için aday olup olmayacağı, Kuzulu bir yönetimin başına Ejder Köse’nin seçilip seçilemeyeceği merak konusu.
Kuzu’nun geri dönmesi için harekete geçmiş olan akil kişiler, ‘Tunahan Kuzu siyasi lider olmazsa DENK yine başarılı olamaz’ şeklinde konuşuyorlar.
Yeri daha sonra belirtilecek olantoplantının akışı şöyle olacak:
Saat 15.00 salona giriş
Saat 15.15 – 15.25 Başlangıç ve Geçici Başkan’dan açış konuşması
Saat 15.25 – 15.40 Daha önce yapılan toplantı raporunun okunması
Saat 15.40 – 15.55 Seçimler
Saat 16.00 Kapanış.
Vatandaşlarını ihbar eden devlet sistemi yurttaşlarımızı rahatsız ediyor…
Malvarlığını beyan etmek, babadan kalma mallar için geçerli olmamalı.
‘Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Sözleşmesi’ yani ‘Otomatik Bilgi Değişimi’ hakkaniyetli uygulanmalı
İlhan KARAÇAY’ın analizi:
Milleti ve devleti için, canını verecek kadar fedakâr olan vatandaşlarını tam 135 ülkeye ihbar edecek kadar aciziyet gösteren bir devlet olur mu hiç?
Aciziyet diyorum çünkü, güya vergi kaçakçılığını, kara para trafiğini ve terörün finansmanını önlemek, vergi konusunda şeffaflığı getirmek için kurulduğu iddia edilen, ‘Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Sözleşmesi’ndeki kurnazlıktan yararlanacak ülkelere yem olmayı fark edememektir bu…
Aşağıda, uzmanların detaylı bir şekilde anlatacakları, sözleşmenin ana hatlarını okumadan önce sizlere, yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızı haksız bir şekilde mağdur edecek noktaları anlatmaya çalışacağım.
Adı geçen sözleşme çifte vergilendirmeyi vatandaşlar yararına önlüyor ama, aynı vatandaşların doğdukları ülkelerdeki, babadank alma malvarlıklarına da büyük bir vergi borcu yüklüyor.
Şöyle ki, doğdukları ülkedeki malvarlıklarını geride bırakıp bir başka ülkeye göç eden vatandaş, göç ettiği ülke ile hiçbir ilişkisi olmayan o malvarlığı için vergi ödemek mecburiyetinde kalacak. Zira her ülkede, vergi mükelleflerinin mal beyanı mecburiyeti vardır.
Şimdi size Hollanda’da yaşanacak olan bir haksızlıktan söz edeyim.
Hollanda yasalarına göre, sosyal ödenek almak isteyenlerin, mal sahibi olmamaları gerekiyor. Bunun için doldurulan bir formda, ‘Mal varlığım yoktur’ diye imza attırılıyor. Yani başvuranın otomobili varsa, ‘Otomobilini sat ve parasını ye, para bitince bize gel’ deniliyor. Aynı durum emlak sahibi olanlara da ‘Evini sat, parasını ye, ondan sonra bize gel’ deniliyor.
Buraya kadar hiçbir şikâyetimiz yok. Zira aynı işlem Hollandalılar için de geçerli. Öyle ki, ödenek alan Hollandalılar’ın dış ülkelerdeki emlakları bile aranıyor, bulunursa da hukuki işlem yapılıyor.
10 yıl kadar önce Hollanda devleti, Türkiye’den malvarlığı hakkında bilgi istediği zaman, bizim medyamız kıyameti koparmıştı. Devletimizin bu konuda bilgi vermemesi için kampanyalar başlatılmıştı. İşte o sırada naçizane şahsım, ‘Yapmayın beyler, Hollandalı için bile geçerli olan bu araştırmaya neden kızıyoruz ki? Ciddi ve medeni devletler, başka bir devlet tarafından istenen bilgiyi vermek zorundadır.’ demiştim.
Demiştim ama şunu da eklemiştim: ‘Bizim yapmamız gereken, bizden malvarlığı beyanı isteyen Hollanda’ya şunu söylemektir. Şayet biz, Türkiye’deki malvarlığımızı, Hollanda’da kazandığımız para ile yapmışsak, boynumuz kıldan ince. Ama malvarlığımız babadan kalma ise veya biz Hollanda’ya gelmeden önce sahiplenmişsek, yasa şartlarınız bizi bağlamamalı.
İşte biz, Hollanda devletinden bu uygulamanın bizler için değiştirilmesini istemeliyiz.
Hollanda devleti karşısında güçlü olmak için şu uygulamayı örnek olarak gösterebiliriz.
Hollanda devleti, vatandaşlarının emeklilik işlemini 50 yıllık bir süre için hesaplıyor.
Yani, 15 yaşından 65 yaşına kadar Hollanda’da resmen kayıtlı kim varsa 50 yıl üzerinden tam emekli oluyor. Örneğin ben, Hollanda’ya geldiğim zaman 25 yaşındaydım. Hollanda devleti banim emekliliğimi 25 yaşımdan 65 yaşıma kadar hesap ediyor ve emeklilik ödeneğimi 10 yıl eksik hesap ediyor.
Biz de Hollanda’ya aynen şunu söylemeliyiz: Bizim emekliliğimizi nasıl ki 25 yaşımızdan sonra hesaba katıyorsanız, malvarlığı konusnda da 25 yaşımızdan önceki yıllarda aramamalısınız.
İşte böyle değerli okurlarım. Bizim yapmamız gereken, yasaları çiğnemek değil, yasalardaki haksızlıklar için mücadele etmektir. Bu konuda tabii ki devletimizden de makul isteklerde bulunmalıyız.
136 ülkenin imzaladığı,‘Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Sözleşmesi’ne Türkiye devleti de uysun ama, yukarıda söz ettiğim hususları da hesaba katarak hakkımızı korusun.
Şimdi gelelim,Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Sözleşmesi’ne, yani ‘Otomatik Bilgi Değişimi’ konusuna:
Vergi kaçakçılığını önlemek için, OECD tarafından oluşturulan ‘Vergi Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma Sözleşmesi’ne, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tamamının yanı sıra, İsviçre, Norveç, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler de dâhil 136 ülke taraf olmuştur. Bu sözleşmeye imza atanTürkiye, TBMM tarafından kabul edildikten sonra, 20 Mayıs 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasından sonra ortak oldu.
.
Sözleşme, OECD, Avrupa Birliği (AB) ve G20 ülkelerinin birlikte çalışmasıyla gerçekleştirildi ve adına da ‘Otomatik Bilgi Değişimi’ denildi. ‘Otomatik Bilgi Değişimi’, kişilerin yaşamakta olduğu ülke dışındaki yerlerde finansal hesap bilgilerinin, yaşamakta olduğu ülkeye, her yıl diğer ülke vergi idareleri tarafından vergisel amaçlarla kullanılmak üzere, karşılıklılık ilkesi gereği otomatik olarak paylaşılmasıdır.
Sistem, vergi kaçakçılığını, kara para trafiğini ve terörün finansmanını önlemek, vergi konusunda şeffaflığı getirmek için kuruldu. 136 ülkenin taraf olduğu sistemi şu anda 107 ülke kullanıyor. Dünyada kara para trafiğinin önlenmesi, vergi şeffaflığının gerçekleştirilmesi konusunda bütün ülkelerin beraber çalıştığı bir ortamda, Türkiye’nin de bu anlaşmanın içinde olması gerekiyordu. Aksi halde birinci etapta ‘gri liste’, ikinci etapta ‘kara liste’ diye ifade edilen, herhangi bir şekilde vergi konusunda iş birliği yapmayan ülkeler listesine girmesi, orta ve uzun vadede kredi ve finans kuruluşlarından, uluslararası piyasalarda fonlama noktalarından tecrit edilecekti.
‘Otomatik Bilgi Değişimi’ kapsamında hangi bilgiler paylaşılacak, bu kimleri kapsayacak? Adres bilgisi, isim, soy isim, doğum tarihi, doğum yeri, ilgili ülkedeki vergi kimlik numarası, hesap bilgisi, hesap bakiyesi, hesap bakiyesinde yıl içinde ödenen bir faiz, temettü veya kâr payı gelirleri paylaşılacak. Hesaba yıl içinde ödenen başka ödemeler yani hesap hareketleri otomatik bilgi paylaşımı kapsamında olmayacak. Mevduat hesapları, saklama hesapları, ortaklık ve borç ilişkisi menfaatleri, nakdi değer sigorta sözleşmeleri ve düzenli ödeme sözleşmeleri ise paylaşılacak hesaplar arasında yer alıyor.
‘Otomatik Bilgi Değişimi’ni uluslararası vergi kaçakçılığıyla mücadelede bir devrim olarak niteleyen uzmanlar bu konuda şunları söylüyorlar: “OECD’nin hazırladığı, ilk kez 29 Ekim 2014’te 51 ülke ve daha sonrasında daha birçok ülke tarafından imzalanan ortak raporlama, usul ve standartlarına (Common Reporting Standard – CRS) dair bu anlaşmaya göre, kaynak ülkelerdeki finans kuruluşları bilgileri, ülke içindeki merkezi bir kuruma (gelir idareleri) iletiyor, bilgileri derleyen bu kurum ise bilgileri şifreleyerek partner ülkedeki merkezi kuruma iletiyor. Bu merkezi kurum da bilgileri çözümleyip eşleştirmeyi gerçekleştirerek kendi maliye kurumlarına aktarıyor. Bilgiyi alan maliye kurumları da bu bilgileri kendi vergi hesaplamalarına dahil ederek gerekli soruşturmaları başlatıyor.
Otomatik Bilgi Değişimi, diğer ülkelerde bulunan finansal hesap bilgilerinin kişinin yaşadığı ülkeye her yıl karşılıklı ve otomatik olarak elektronik ortamda gönderilmesi anlamına geliyor. Türkiye anlaşmaya taraf ülkelerle hesap bilgilerini karşılıklı olarak paylaşacaktır. Bu sistem bir devrim. Çünkü ekonomik ilişkilerin ülke sınırlarını tanımadığı bir dünyada vergi dairelerinin sınır ötesi gelirlere erişememesi, önemli bir sorun teşkil ediyordu. Bu bir yandan ülkeler arası haksız vergi rekabetine yol açarken, diğer yandan mukim ülkelerde gelir eşitsizliğine katkıda bulunuyor. Geçmişte genellikle talep üzerine veya düzensiz yapılan bilgi değişimleri ise uluslararası vergi kaçakçılığının önüne geçmekte yetersiz olarak görülüyordu. Türkiye, AB üyesi ülkelerin tamamının yanı sıra İsviçre, Norveç, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler de dahil,136 ülkenin taraf olduğu, 107 ülkenin kullandığı bu sistemi, 21.04.2017 tarihinde imzalamış, 31.12.2019 tarihinde onaylamıştır. Bu anlaşmaya göre, imzacı ülkeler, karşılıklılık temelinde ilgili ülkelerin mukimlerine ait finansal hesap bilgilerini, finansal kuruluşlardan toplayıp ayrı bir talep gerekmeksizin (otomatik olarak) her yıl ilgili ülkeyle paylaşacaktır. Türkiye’de otomatik bilgi değişimi için bilgileri toplamaya ve paylaşmaya yetkili makam, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı’dır.
Türkiye’de elde edilen gelirler Türkiye’de vergilendiriliyor. Aynı gelirin farklı ülkelerde iki kere vergilendirilmesi çifte vergilendirilme anlaşmalarına aykırı bulunuyor. Ancak Avrupa’da aynı gelir türlerine uygulanan Türkiye’den daha yüksek vergi oranları, bu gelirlerin Avrupa’da da farklı oranda vergilendirilmesini gerektiriyor. Bunun dışında Türkiye’deki gelirlerin, kişinin Avrupa’da tabi olduğu vergi dilimini yükseltmesi de söz konusu.
Bu durum neticesinde de Avrupa’da vergi yükümlülüğü bulunan, ancak Türkiye’de elde ettiği gelirleri Avrupa’da beyan etmeyenler için, kayıp vergilerin faiziyle tahsili ve vergi kaçırmadan hukuki süreç başlatılması söz konusu. Bunun dışında sosyal yardım alanların Türkiye’deki gelirlerinin ve gayrimenkullerinin de dolaylı yoldan ortaya çıkması ihtimal dahilinde. Bu da dolandırıcılık suçlamasıyla açılacak davaları beraberinde getirebilir.
Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya ve Belçika’da yaşayan Türkiye kökenliler hariç, karşılıklılık sağlanan ülkelere 2019 yılına ait bilgilerin bu yılın sonuna kadar iletilecek.
Bu tarihlerden önceki yıllara ilişkin otomatik bilgi değişimi yapılması söz konusu değil.
Çifte vatandaşlığı bulunan Türk vatandaşlarının hem Türkiye’de hem yabancı bir ülkede adresi olması halinde yine de bildirim yapılır mı?
Finansal bilgi değişiminde kriter vatandaşlık olmayacak. Önemli olan kişinin yaşadığı yer. Gelir Vergisi Kanunu’nun 4’üncü maddesine göre ikametgâhı Türkiye’de olanlar ile bir takvim yılında 6 aydan fazla devamlı olarak Türkiye’de oturanlar, Türkiye’de yerleşik sayılıyor.
İnceleme yöntemleri ise farklıdır. 01/07/2017 tarihinden sonra açılan hesaplarda kişinin Türkiye’de yerleşik olduğunu beyan etmesi ve bu beyanın hesap açılışında alınan diğer bilgiler ile çelişmiyor olması halinde, beyanın makul olduğu kabul edilir ve hesaba ilişkin bilgiler bildirilmez. Bu tarihten önce açılan hesaplarda ise finansal kuruluşun kayıtlarındaki tek gösterge, adres bilgisi değildir.
Türkiye anlaşmaları onaylamış ve iç hukukuna nakletmiş olsa da, teknik alt yapısı henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle, ‘Otomatik Bilgi Değişimi’ kapsamında henüz bir paylaşımda bulunmamıştır. Normalde bilgi paylaşımı, her yılın eylül ayında yapılacak ve doğrudan bir önceki yılı kapsayacak. Mal ve mülkler otomatik paylaşımına doğrudan tabi olmayacak. Ancak gayrimenkullerden elde edilen kira gibi gelirler hesap bakiyelerine yansıyacağından, gayrimenkul bilgilerinin de dolaylı olarak aktarılması söz konusu. 01/07/2017 tarihinden önce açılmış tüzel kişilere ait hesaplarda bakiyenin 250 bin ABD dolarını geçmemesi halinde finansal kuruluşun bu hesabı başkanlığa bildirmesi zorunlu değildir. Bireysel hesaplar için ise böyle bir eşik değer söz konusu değildir. 01/07/2017 tarihinden sonra açılan hem bireysel hesaplar hem de kurum hesapları bakiyesi ne olursa olsun bildirim kapsamındadır.
“Finansal kuruluşlar yeni açılan hesaplar için müşterilerden hangi ülkede yerleşik (mukim) olduklarını gösteren beyanlarını alır. Ayrıca 01/07/2017 tarihinden önce açılmış hesaplarda finansal kuruluşlar kayıt taraması yaparlar. Kayıtlarında kişinin ilgili ülkede yerleşik (mukim) olduğuna ilişkin kayıt, ilgili ülkede güncel yazışma ya da ikametgâh adresi, ilgili ülkede kayıtlı telefon numarası (Türkiye’de bir telefon numarası yoksa), mevduat hesapları dışındaki hesaplardan ilgili ülkedeki hesaplara düzenli fon transferi talimatı, ilgili ülkede adresi bulunan bir kişiye verilmiş temsil veya imza yetkisi (vekaletname), finansal kuruluşun kayıtlarında başka bir adres olmaması halinde posta bekletme servisi talimatı veya posta gönderisi için belirtilen adres bunlardan birinin bulunması halinde göstergenin bulunduğu ülkeye ilişkin olarak Gelir İdaresi Başkanlığı’na bildirim gönderir. Bu nedenle, banka hesap sahiplerinin bankadaki adreslerini kontrol etmesi ve güncel ikamet bilgilerini kişisel beyan ve kanıtlayıcı belge ile birlikte bankalarına bildirmesi ve iletişim bilgilerini güncellemeleri önemlidir. Finansal kuruluşlar, gösterge buldukları müşterileriyle iletişime geçerek onlardan gerçekte nerede yerleşik (mukim) olduklarını gösteren kişisel beyanlarını ve bu beyanı destekleyen bir belge isteyebilir. Eğer ilgili kişi Türkiye’de yerleşik (mukim) olduğunu beyan ediyor ve mukimlik belgesi, yerleşim yeri belgesi vb. gibi bir kanıtlayıcı belge ile bu beyanı destekliyor ise hakkında bildirim yapılmasına gerek kalmaz. Böyle bir beyanda bulunan kişinin gerçek halini yansıtacak şekilde beyan ve belge sunması sonradan karşılaşılabilecek olası yaptırımlardan sakınmasını sağlayacaktır.
Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından yurt dışında yaşayan vatandaşların Türkiye’deki finansla ilgili son bir yıl bilgilerinin paylaşılması, Avrupa’da yaşayan Türklerin bir bölümünü zor durumda bırakacak. Yurt dışında yaşayıp sosyal yardım alan aynı zamanda da Türkiye’den ya da herhangi bir geliri olanların bu bilgileri yaşadıkları ülkelere bildirmesi zorunlu. Paylaşmamaları ve bu durumun ortaya çıkması halinde ‘vergi kaçırmak’ suçundan yasal yaptırımlara maruz kalabilirler. Eylül 2020 ile Eylül 2021 arası çok önemli. Avrupa’da yaşayan Türkler bu bilgi paylaşımı noktasında en az zararla kurtulabilir. Önlerinde bir yıl var. Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun da faydası olabilir. Ayrıca hesabı açtığınız dönemde Türkiye’de yaşamıyor ancak daha sonra adresinizi Türkiye’ye taşıdıysanız veya ileriki zamanlarda ikametinizi Türkiye’ye taşıyacaksanız, hızlı şekilde bankalara giderek adres bilginizi güncellemeniz gerekiyor. Çünkü adres bilginizi güncellerseniz, artık Türkiye’de yaşıyorsanız, otomatik bilgi paylaşımı kapsamına girmezsiniz.
Hangi kuruluşlar bildirim yapacak?
1- Mevduat kuruluşları (Bankalar)
2- Saklama kuruluşları (Saklama bankaları vb.)
3- Yatırım kurumları (Yatırım bankaları ve fonlar gibi)
4- Belirli sigorta şirketleri
(Kamu kurumları, uluslararası kuruluşlar bu kapsamda sayılmaz.)
Siyasi Lider ve yönetim seçiminin yasalara aykırı olduğu iddia edilmişti.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
DENK Partisi Genel Kurul Toplantısı’nın yasalara aykırı bir şekilde yapıldığı iddialarından sonra toplanan Geçiçi Yönetim Kurulu, toplantının yeniden yapılmasına ve siyasi lider ile Yönetim Kurlu seçimlerinin de yenilenmesine karar vedi.
Geçen hafta yapılan Genel Kurul Toplantısı’nın, Dernekler Kanunu uzmanlarına göre, üyelerin sadece bir kısmına oy kullandırıldığı için geçersiz sayılması gerekiyordu.
Yapılan Genel Kurul Toplantısı için 144 başvuru yapılmıştı. Ne var ki Korona salgını nedeniyle salona 94 kişi kabul edildi. Yapılan seçimlerde ise saece salondaki 94 kişi oy kullandı. Kaldı ki, bundan önceki seçimde, toplantıya katılamaynlar ile birlikte 550 üye dijital olarak oy kullanmıştı. Amsterdam’da yapılan toplantıdaki seçimlerde dijital oy kullanımı yapılmamıştı.
DENK Partisi Genel Kurul Toplantısı sonrasında görüş belirten pek çok Sivil Toplum Kuruluşu yetkilisi, kendisini liste başı yani siyasi lider olarak seçtiren Farid Azarkan’ın, ‘En az 6 milletvekili çıkaracağız’ şeklindeki beyanına gülüp geçtiklerini belirtirlerken, Tunahan Kuzu’nun partiye dönüş yapması için çabaların sürmesi gerektiğini söylemişlerdi. ‘Kuzu’yu geri döndüremezsek, DENK’in sonu gelir’ diyenlerin bu uyarısını ciddiye alan Tunahan Kuzu, siyasete geri döneceğini ve DENK Partisi için milletvekili adaylığını koyacağını açıkladı.
Şimdiki Geçici Yönetim Kurulu’nun, gerek itirazlara kulak vermesi ve gerekse Tunahan Kuzu’nun geri dönmesi karşısında etkilendiği sanılıyor.
Ne zaman yapılacağı henüz açıklanmayan yeni toplantıda, Haziran ayında yapılan toplatıda olduğu gibi, tüm üyelerin dijital oy kullanımı sağlanacak.
Yeni Genel Kurul Toplantısı’nda, yeni siyasi lider ve Yönetim Kurulu seçimi de tazelenecek.