HOLLANDA FUTBOLU DİN FAKTÖRÜ YÜZÜNDEN Mİ ÇÖKÜYOR?

HOLLANDA FUTBOLU DİN FAKTÖRÜ YÜZÜNDEN Mİ ÇÖKÜYOR?

Aralarında ünlü futbolcuların da bulunduğu dini gruplaşmaların, moral yerine stres yarattığı iddia ediliyor.

Dünya Şampiyonası’nın yapıldığı Katar’da, sürekli olarak dini ayinler yapan futbolcular arasında Beşiktaşlı Weghorts da var.

Bir yazar, ‘Otele fahişe getirme döneminden sonra, şimdi de otelde dini ayin dönemine girdik’ diyor.

İnançsız olan Louis van Gaal’ın gafları ve ayıpları…

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY’ın analizi

Önceki akşam Hollanda’nın Arjantin’e penaltı atışları sonrasında elenmesinden sonra, bu acı sonunun nedenini araştıran Hollandalı gazeteciler, başarısızlığın nedenini din faktöründe aramaya başladılar.

Bir zamanlar Türkiye’de de bir tarikatın futbol dünyasına el atması gibi, şimdi de Hollanda’da futbolcular arasına bazı tarikatların karışıp karışmadığı tartışılıyor.

Afbeelding met gras, persoon, speler, sport Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda medyası bu konuyu bazı futbolcuların isimlerini vererek yayınlamaya başladı.
De Volkskrant gazetesinin redaktörü Paul Onkenhout, Arjantin’e elenmesinin ertesi günü yayınladığı yorumunda, ‘Oranje futbolcularının gözü, Van Gaal’ın yarı tanrılığına rağmen gökyüzünde’ başlığını kullandı.

Yorum kısaca şöyleydi: 2001 yılının karanlık bir akşamında, bir maç için Kopenhag’da bulunan Hollanda milli takımının kaldığı otelde, öylebir kadın görüldü ki, tam seks bombasıydı. Bu kadın, tanınmış Kira Eggers’den başkası değildi.
O zaman da teknik direktörlük görevini yapan Louis van Gaal, futbolcular üerindeki otoritesini kaybetmiş olduğu için, o gece Kira Eggers birkaç meslektaşı ile oteld boy göstermişti.

Top tien seksschandalen van voetballers | RTL Boulevard
Sonradan milli takım teknik direktörü olan Frank de Boer, ‘Ben otelde kadın görmedim’ derken, şimdiki teknik direktör asistanı Edgar Davits de o gece hiçbir şey farketmediğini, kendisinin Feyenoordlu George Boateng ile otel odasında mübarek İncil’i okuduklarını söylüyordu.
Bu söylem bugüne kadar hiç düşünülmemişti. Taaa ki, Hollandalı futbolcuların Katar’daki boş saatlerinde, İnci okumakla meşgul oldukları ve Youtube’de kilise ayinleri izledikleri duyulana kadar…

Doha’daki St.Regis-Hotel’de 26 futbolcudan 15 futbolcunun katıldığı gizli ayinlerde adeta bir ‘İncil Kulübü’ oluşturulmuştu.
Futbolcuların eski kitap okuma alışkanlıkları yoktu artık.
Dini ayinlerin önde gidenleri, iki hücum oyuncusu Gody Gakpo ve Mephis Depay idi. Denzel Dumfries de Gakpo’nun kendisini Allah’a yaklaştırdığını söylüyor.

De Volkskrant’ta yazdığım daha önceki bir yorumumda, Wout Weghorst’un, doğmuş olduğu Borne köyünde küçük bir kilise gördüğünü, içeri girdikten sonra gökte bir gücün olduğuna inandığını ve bu nedenle de inançlı olmaya karar verdiğini yazmıştım. Bu nedenle koluna bir kilise fotoğrafını dövme yaptıran Weghorst, Ajax’a attığı ilk golün tarihini de yazdırmayı ihmal etmemiş.

5 | Geloof en geweld | Protestantse Kerk in NederlandGakpo’nun PAV Stadyumunda organize ettiği bir ayinde, dört inançsızı, inançlı yaptığı anektodu da var. Ama Wesley Sneijder’in 2010’daki hikâyesi bambaşka. O da, galeyana geldiği bir anda, Katolizmin kendisine güç verdiğine inandığı için boynuna bir gül çelengi asmıştı.

Ama şimdilerde milli futbolcular, birbirlerine İncil ayetleri mesajlarını whatsapplıyorlar.
Bart Vlietstra, Volkskrat’taki yorumunda İncil ayetlerinin futbolcuların kafalarını rahatlattığını belirtirken, ‘Yüz milyonlarca TV seyircisinin önünde verimli olabilmek için stresten uzak durulmasına inanıyorlar. Bu nedenle de Allah’a sığınıyorlar’ diyor.

Memphis Depay en Cody Gakpo vieren de 1-0 op de Verenigde Staten. Beeld Guus Dubbelman / de VolkskrantVolkskrant’taki üstteki yorumdan başka, Hollanda medyasının tamamında, Hollandalı millilerin, Katar’da yaptıkları dini ayinlere yer verildi. Aynı gazeteler, Memphis Depay ve Cody Gakpo, gol attıktan sonra elleri ile kulaklarını tıkayarak yukarıya baktıklarını, bunun anlamının ise, ‘Ben her şeye gözlerimi kapadım. İncil’e göre yaşıyorum ve İsa için dua ediyorum’ olduğunu yazıyorlar.

Frenkie de Jong, dini ayinlere Hıristiyan olmayanların da katıldığını belirtirken, “Çocuklar bu tip toplantılarda rahat ediyorlar.” diyor.
Justin Timber, Cody Gakpo ve Stevan de Vrij’in dini inaçları çocuklukta evlerinde başlamış. Memhis Depay ve Wout Weghorst ise, dine sonradan ilgi duymaya başlamışlar.

Louis van Gaal ise bu durumdan hiç rahatsız değildi. Futbolcularının böylesi bir eylem ile huzur bulmalarından memnuniyet duyduğunu belirten van Gaal, bu ayinlere katılmıyor. Zira van Gaal’ın, birinci eşinin ölmesinden sonra dine karşı bir soğukluk hissettiği anlatılıyor.
Van Gaal bir televizyon programında, ölen eşi Fernanda hakkında şunları söylemişti:
“ Şayet bir kadın, yaşamak için her türlü mücadeleyi vermişse ve de çok iyi bir insansa ve yine de ölüyorsa, o zaman Allah nerede?”

Gazeteler, Hollandalı futbolcuların, gerek daha önceki yıllarda ve gerekse şimdilerde yaşadıkları dini ayin öreneklerinden uzunca söz ediyorlar. Din ile meşgul olmanın, huzur ve moral mi kazandırdığı, yoksa aksine beyinleri meşgul mü ettiği sorusuna cevap aranan haberlerde, kesin bir sonuca ulaşılamazken, yine de şu soru yöneltiliyor:
Hollanda futbolu din faktörü yüzünden mi çöküyor?Bovenkant formulier

VAN GAAL FAKTÖRÜ:

Afbeelding met gras, buiten, person, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda milli takımının teknik direktörü Louis van Gaal hakkında birkaç kelime yazmak istiyorum.
Bir teknik direktör, takıma aldığı futbolcuların tüm özelliklerini bilmek durumundadır.
Van Gaal’a bilgi getiren elemanları, Beşiktaş’ta oynayan Wout Weghorst’u tavsiye ettiler.
Peki, takımı Barcelona’da bile oynatılmayan ve sezon boyu yarım yamalak üç maçta yer alan Mephis Depay’ı, tüm uyarılara rağmen oynatmakta israr eden Van Gaal, Weghorst’u neden hep son 15 dakikada oyuna aldı?

Heel zijn voetbalbestaan moet Wout Weghorst al bewijzen dat hij meer kan dan we denken
Beşiktaşlı olduğum için övmüyorum ama, Marco van Basten stilinde bir futbolcudan yararlanamayan Van Gaal, bu elenmede en büyük suçlu değil mi?
Arjantin maçında, son 15 dakikada oyuna aldığı Weghorst, iki gol attıktan sonra Hollanda tur atlasaydı, bu futbolcunun heykeli dikilecekti.

Van Gaal, yaşamı boyunca hatalar yaptı. Ama yine de dünya çapında bir teknik direktör olarak tanındı.
Benim de Van Gaal ile tatsız anılarım var.
Meslektaşlarımla dayanışma içinde olmak için, terslediğim ve boykot etiğim Van Gaal ile aramızda geçen tatsız olayı anlatayım sizlere:

GÖREVE GETİRİLİRKEN BAZI FUTBOLCULAR TARAFINDAN İSTENMEYEN LOUİS VAN GAAL İÇİN DAHA ÖNCE YAZDIKLARIM:

HOLLANDA MİLLİ TAKIM FUTBOLCULARI LUİS VAN GAAL’I İSTEMİYORLAR.
SAYGISIZ, KÜSTAH VE ASIK SURATLI BİR ADAMI KİM İSTER Kİ?
O’NU ÖYLE BİR BOZMUŞTUM Kİ, HAYATININ DERSİNİ ALMIŞTI.

Hollanda milli takımına yeni bir teknik direktör arayan Futbol Federasyonu, Luis van Gaal ile anlaşma aşamasında, futbolculardan gelen bir reaksiyon üzerine şaşırıp kaldı.
İngiliz gazetesi The Mirror’a göre, Vilgil Van Dijk’in başını çektiği bir grup futbolcu, Van Gaal’ı istemiyorlar. Futbolcular Amsterdamlı Henk ten Cate’yi istiyorlar ama, bu isim daha önce teklifi ret etmişti.
Futbolcular bir şeyler biliyorlar ki, böylesi bir tepkiyi koydular.

KÜSTAH ve SAYGISIZ

Luis van Gaal, mesleki yaşamı boyunca küstahlıkları ile gündeme gelen adam oldu.
O’nunla ben de bir tartışma yaşamıştım.
Aslında bu tartışmayı, Türk meslektaşlarımı savunmak için yapmıştım.

SHOW TV’nin o zamanki spor müdürü sevgili dostum İlker Yasin, bir Beşiktaş maçı öncesinde benden bir röportaj istemişti. Bu röportajda mutlaka Luis van Gaal’ı da istiyordu.

O zaman ‘Onur Üyesi’ olduğum Ajax’ın Basın Yetkilisini aramış ve randevu almıştım.
Ajax’ın eski stadına gittiğim zaman Türk medya meslektaşlarımın hepsi oradaydı. Stadın futbolcu cafesinde Van Gaal’ın gelmesini beklerken, diğer meslektaşlarım da yanıma geldiler.
Futbolcular ile sohbet ederken Luis van Gaal içeri girdi. Tüm futbolcuların bulunduğu cafede beni işaret ederek, ‘Seninle randevum var’ dedi ve diğer meslektaşlarımı işaret ederek, ‘Sen, sen, sen, sen ve sen dışarı!’ diye çirkince bir tutum sergiledi.

Çok kızmıştım bu harekete. ‘Hop hop’ dedim ve ‘Sen benim meslektaşlarıma nasıl böyle davranırsın? Bu davranışından sonra benim seninle görüşmeye ihtiyacım kalmadı’ diyerek, arkadaşlarımı da alarak dışarı çıktım.

Anında ANP Ajansı’nı aradım ve Türk gazetecilerin Van Gaal ve Ajax’ı boykot edeceklerini söyledim. Bu haber anında yayınlandı ve Hollanda spor dünyası adeta çalkalandı.
Eve geldiğim sırada Ajax’ın o zamanki Başkanı Michael van Praag telefonla aradı ve neler olduğunu sordu. Ben de durumu izah ettim. ‘Aaah o hep böyledir, yarın gel, ben sizi barıştırırım’ diyen Van Praag’a sadece ‘Bakarız’ demekle yetindim.

Durumu İlker Yasin’e anlattığım zaman çok üzüldü.
‘Abi madem ki Başkan barıştırırım dedi, ne olur git barış ve bizim röportajı da yap’ diyen İlker Yasin’i kıramadım ve Başkan’ı arayarak ertesi gün için yeni bir randevu ayarladım.

Ertesi gün Ajax stadına gittiğim zaman, Van Gaal’ın saha ortasında beni beklediğini söylediler. O’na doğru yürürken, ‘ Ooooo, boykot sona erdi galiba’ diye iğneleme yapmadan geçemedi.
Sonunda fotoğrafta gördüğünüz röportajı yaptım ve Ajax ile ilgili bir de klip hazırladım.
(Altta bu kilibi görebilirsiniz)

İşte böyle değerli okurlarım. Benim, Türk meslektaşlarımın onurunu savunmak için yaptığım böylesi bir boykot eyleminin ardından, Van Gaal’ın skandal yaratan pek çok davranışı olmuştur.

Van Gaal’ın medya mensupları ile tartışmaları meşhurdur. Bir gün televizyonlarda canlı yayınlanan bir basın toplantısında, yanımda duran Finlandiyalı bir bayan gazeteci, Van Gaal’a bir soru yöneltti. Van Gaal’ın ilk reaksiyonu şu oldu: ‘Önce benim adımın nasıl söyleneceğini öğren.’
Gazeteci bayan da karşılık olarak, ‘Siz her isimi doğru mu söylüyorsunuz? Takımınızdaki Finlandiyalı futbolcunun adını söyler misiniz’ diyen gazeteci bayan, ‘Litmanen’ diyen Van Gaal’a ‘O isim öyle söylenmez böyle söylenir’ diye bir düzeltme yaptığı zaman ortalık kahkahaya boğuldu.

Beşiktaş maçı öncesi Show TV’de yayınlanan röportajım. Alttaki fotoğrafa tıklayınız:

 

 

PAZAR NEŞENİZ BENDEN OLSUN:HOLLANDA’DAKİ BİSİKLET ÇILGINLIĞININ DÜNYADA EŞİ YOK…

PAZAR NEŞENİZ BENDEN OLSUN:HOLLANDA’DAKİ BİSİKLET ÇILGINLIĞININ DÜNYADA EŞİ YOK…

*Hollanda’nın nüfusu 17 milyon, ama bisiklet sayısı 23 milyon.

*Cadillac otomobilinin yanında mutlaka bir bisikleti de var.

*Hollanda’da bisiklet rüyası nasıl başladı?

*Hollanda’nın nasıl bir bisiklet ülkesi olduğuna dair 10 madde.

*Türkiye’de de bisiklet kullanma bir gelenek haline gelebilir mi?

Afbeelding met tekst, buiten, persoon, fiets Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY derledi:

Üstteki fotoğrafa bakıp, “Karaçay bacakların hiç güzel değil” demeyin sakın. Zira fotoğrafın düzmece olduğu çok aşikâr. Ama yine de bir gerçeği söyleyeyim. Eşim Jeanne, varis bulunmayan sütun gibi bacaklarımın hâlâ çok güzel olduğunu söyler durur. Ama siz yine de benim bacaklarıma değil, alttaki Hollandalı bisikletli güzellerin bacaklarına bakın.

Nereden çıktı şimdi bu ‘güzel bacak’ lafı diyeceksiniz ama, başlıklarda da göreceğiniz gibi, güzel bacak uğruna bir ülkenin nasıl çıldırdığını anlatacağım bugün.

Afbeelding met fiets, persoon, buiten, wielrennen Automatisch gegenereerde beschrijving Düşünün ki, üstteki Hollandalı üç güzel kızın birer Cadillac otomobilleri var. Ama aynı üç güzelin evlerinde mutlaka bisikletleri de var, kondisyonları ve bacakları için kullanıyorlar.

Bu yazıyı sizler için derlememin birkaç nedeni var. Geçenlerde bir haber okudum. Dijital sigorta şirketi Luko’nun, “Küresel Bisiklet Şehirleri 2022” listesinde, dünyanın en bisiklet dostu şehri olarak, Hollanda’nın Utrecht şehri birinci sırayı almış. Liste hazırlanırken iklim, bisiklet kullanma oranı, güvenlik, altyapı, kiralama-paylaşma olanakları ve bisiklet dostu etkinlikler göz önünde bulundurulmuş.

Hollanda’nın Utrecht kenti 77,84 puan alarak listede bulunan 90 ülke arasında bu yıl da birinci olmuş. Başkent Amsterdam ise listenin ancak beşinci sırasını kapabilmiş.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Haberler\Bisiklet (5).JPG

Bu konuya tekrar döneceğim. Ama bu haberi yazış nedenini anlatıyordum.
Bu yazıyı yazışımın ikinci nedeni ise, Rotterdam’da Türk kadınları için kurslar başlatılmıştı. Bunun için bir de Bisiklet Bankası kurulmuş. Zira, Özellikle genç kızların bacaklarını güzelleştiren bisiklet sürümünün, sağlıklı yaşam için de şart olduğu gerçeği ile yola çıkan Rotterdam Belediyesi, Hollanda Bisiklet Federasyonu, Rotterdam Trafik Kurumu ve Sezer Danışmanlık Bürosu ile birlikte, bisiklet kullanımını teşvik etmek için harekete geçti. Hollanda’da var olan ve fakirlere yardım yapan Gıda Bankası ve Giysi Bankası’ndan sonra, şimdi de Bisiklet Bankası kurmak için harekete geçen bu kuruluşlar, bisiklet sürmesini bilmeyenler için kurslara başladılar bile…

Bu yazıyı sizler için derlememin üçüncü nedeni de, tam 50 yıl önce yazmış olduğum bu konuda ne kadar haklı ve isabetli olduğumu 50 yıl sonra ortaya sermek içindir.
Zira, 50 yıl önce, bu ülkede bisikletlerin ne kadar çok olduğunu fark ettiğim zaman, bunun nedenlerini anlatırken, bugünkü kriterlerin tamamını sıralamıştım. Demek ki kriterlerde bir değişiklik yok.

ŞİMDİ GELELİM HOLLANDA’DAKİ BİSİKLET ÇILGINLIĞINA…

Cyclist Türkiye, KA DERGİ ve isimlerini zikredeceğim bazı meslektaşlarımdan yararlandığım bu derlemenin sonunda, Türkiye’deki duruma da değineceğim.

Hollanda’da bugünkü bisiklet çılgınlığı, meğerse eskiden yokmuş.
Ben Nihan Gökgül kardeşimiz bakınız bu konuda ne yazmış:

“BEYAZ BİSİKLET DEVRİMİ” VE PROVO: HOLLANDA’DA BİSİKLET RÜYASI NASIL BAŞLADI?

Hollanda‘ya yolu düşenlerin ulaşım aracı olarak bisiklet kullanımı gözlerinden kaçmamıştır. Gelin görün ki şu anda Avrupa ülkeleri arasında bisiklet kullanımının en yaygın olduğu ülkelerin başında gelmesine rağmen, 1965’lere kadar durum böyle değildi. Hollanda’daki birincil ulaşım aracının nasıl bisiklete dönüştüğünü anlatmadan önce biraz “Provo” adlı gruptan bahsetmek gerekir.

Provo, kelime anlamı ile arıza çıkaran gençler diye ifade edilir. Nozem hareketi olarak da bilinen bir karşıt kültürden ilham alır. 25 mayıs 1965’de sanatçı ve sigara karşıtı eylemci Robert Jasper Grootveld, yazar ve anarşist Roel van Duijn ile aktivist Rob Stolk tarafından oluşturulmuştur. Provo temelinde anarşizm, dadaizm, Herbert Marcuse ve Marquise de Sade etkileri taşır.

Kendilerini dört gruba ayırırlar: Happeners, polisi şiddet içermeyen mizahi eylemleri ile provoke edenler, beatnikler ve hipsterlar. Şimdiki anlamlarından farklı olarak o zamanlar toplumun sıradanlığının içinde olmayanlar diye tanımlanabilir. Thinkers, okur yazarlıkla uğraşıp dergi ve bildirileri hazırlayanlar, street provos, halkı etkilemek için doğrudan eylem diyenler…

Beyaz Bisiklet HareketindenProvo Aktivisti

Roel van Duijin tarafından yayımlanan Provo Manifestosu‘nda kendi üyelerini “provo anarşistler, provolar, beatnikler, açık havada çalışanlar, makas bileyicileri, hapishane kuşları, basit simon münzevileri, sihirbazlar, pasifistler, patates cipsi müptelaları, şarlatanlar, felsefeciler, mikrop taşıyıcılar, kraliçenin atının şövalyeleri, belkiciler, vejetaryenler, sendikacılar, noel babalar, anaokulu öğretmenleri, eylemciler, kundakçılar, asistan asistanları, tırmalayıcılar ve frengililer, gizli polis ve diğer ayaktakımı” şeklinde tanımlamışlardır.

İnandıklarını ise şu şekilde özetlemişler: “Provo kapitalizme, komünizme, faşizme, bürokrasiye, militarizme, profesyonelliğe, dogmacılığa ve otoriteye karşıdır. Provo seçimini itaatkar yok oluş ile ümitsiz direniş arasında yapmalıdır. Mümkün olduğu sürece bu seçimini direnişten yana sürdürür. Sonunda bu girişiminin sonlanacağını bilse de toplumu en azından içten bir kez daha provoke etme fırsatını da kaçırmaz. Provo direnişin esin kaynağı olarak anarşizmi görür. Provo anarşiyi diriltmek ve gençlere öğretmek ister. Provo bir imgedir.”

İlk Beyaz Bisiklet İlk Beyaz Bisiklet

Provo’nun “Beyaz Planlar” olarak bilinen toplumda farkındalık yaratmak adına bir çok girişimi bulunmaktadır. “Beyaz Baca Planı”, çevreyi kirletenlere yönelik vergi alınması ve bu bacaların beyaza boyanmasını önerir. “Beyaz Kadınlar Planı”, istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması ve genç kızlara cinsel eğitim verilmesi üzerine bir klinik oluşturulmasını önerir. “Beyaz Tavuk Planı” polisi sosyal işçi statüsüne sokup beyaz giydirip bisikletle tavuk ve prezervatif dağıtması yönündeydi. Ayrıca polisin silahsızlandırılmasını da içeriyordu. “Beyaz Ev Planı” Amsterdam’ın acil yerleşme sorununun çözülmesine yönelik boş olan evlere gidilip yerleşilmesini öneriyordu. “Beyaz Çocuk Planı” ebeveynliğin beş çift arasında haftalık periyotlarla değiştirilmesini öneriyordu.

Daha sürdürülebilir bir çevre için bisiklet!

En ses getiren ve Hollanda’nın günümüzdeki çevreci duruşunun sebebi olan plana ise “Beyaz Bisiklet Planı.” Planın mimarı Hollandalı tasarımcı ve politik aktivist Luud Schimmelpennink. Daha sürdürülebilir bir çevre yaratmak adına Amsterdam’ın şehir merkezinde herkesin kullanımına açık bir bisiklet alanı olması fikrini öne sürdü. 1965’de Provo, Amsterdam içinde bütün kişisel motorlu araçların durdurulmasına dair planlarını açıkladılar. Şehrin sokaklarının halk için daha güvenli hale getirilmesini, şehir içindeki ulaşımın sadece yürüme, bisiklet ve toplu taşımaya izin vermesi gerektiğini öne sürdüler. Bu önerilerini belediyelere sundular. Önerinin içeriğinde, her yıl için 20 bin beyaz bisiklet alınması ve halkın ücretsiz kullanımına sunulması gerektiğinden bahsettiler. Fakat bu öneri yerel politikacılar tarafından reddedildi.

Provo, bu reddedilmeyi kabul edip vazgeçmedi tabii ki. Kendi imkânlarıyla 50 bisiklet temin edip bunları beyaza boyadıktan sonra halkın kullanabileceği şekilde açık alana bıraktılar. O zamanlar kurallara göre bütün bisikletlerin kilitlenebilir olarak alanlarda bırakılması gerekiyordu. Kilitsiz bırakıldıkları için polis bu bisikletleri toplattı. Provo’ya göre ise halkın kullanımına sunulan bisikletler kilitli olmamalıydı. Çünkü bu beyaz bisikletler, otoriterlerin araçlarının çirkinliği ve süslüğüne karşı basitliği ve sağlıklı yaşamı temsil ediyordu. Polislerden bisikletleri geri alan Provo bu sefer her bisiklete bir numara verdi ve basit bir kilit kombinasyonu yaptı. Tabii ki bazı bisikletler çalındı fakat böylece Beyaz Bisiklet Devrimi başlamış oldu. Kendi dilinde bu devrim “Witte Fietsenplan” olarak geçmektedir.

Provo’nun bu fikri günümüzde çok açık bir hareket gibi gözükse de 1960’larda toplum için radikal, tehdit unsuru ve tehlikeli olarak algılandı.

Provo 1967 Mayıs ayında amaçlarına ulaştıkları gerekçesiyle dağılmıştır. Gruptan dağılanların bir kısmı Kabouter hareketi içinde tekrar birleşirken bir kısmı da politik partiye dönüşmüşlerdir.

Beyaz Bisiklet Hareketinden

HOLLANDA’DA BİSİKLET KÜLTÜRÜ

Hollandalılar neden bisikleti esas ulaşım biçimi olarak seçmiştir?

Bisikletin icadı Hollanda toplumunu tamamen değiştirmiştir. Önce bisiklet kültürünün Hollanda’da nasıl geliştiği ve niye bu kadar yaygın hale geldiği üzerinde duralım. Her şeyden önce, coğrafya çok yardımcı olmuştur. Hollanda büyük ölçüde düzdür. İkincisi, Hollanda’da çok sayıda tarihi şehir merkezi bulunmaktadır, buralara bisikletle gitmek de yolculuk süresi ve park etme açısından daha elverişlidir. Belediyeler, her tren istasyonunun yakınına bisiklet park yerleri kurmuşlardır.

Avrupa’da insan nüfusundan fazla bisiklete sahip olan tek ülke Hollanda’dır: ülkede 17,5 milyon insan ve 22 milyon bisiklet bulunmaktadır. Dolayısıyla bisikletin Hollanda’da bu kadar tutulmasının ilk nedeni pratiktir, ülkenin düz olmasıdır. İkinci neden de yine pratiktir, ülkenin küçük yüz ölçümü ve yoğun nüfusuna ilişkindir. Pek çok Hollanda şehrinin dar sokaklı tarihi merkezi bulunmaktadır. Tarihi şehir merkezlerinde araba kullanmak ve park etmek sorunludur ve bisiklet kullanımı kentsel bölgelerde tıkanıklığı engellemeye yarar.

Bisiklet kullanımı ayrıca trafik kazalarını azaltır. Her ne kadar Hollandalıların trafikte bisiklet kullanma biçimi yabancılara tehlikeli görünse de, Hollanda 100 milyon kilometre yolculuk başına en az ölümlü kaza yaşanan ülkedir.

Bu durumun Hollanda’ya özgü olmasının pek çok nedeni vardır. Tuhaftır ki en yüksek sayıda bisiklet kazası az sayıda bisikletçi olan İtalya’da gerçekleşmektedir. İşte ilginç bir olgu: bisiklet kullanım oranı ne kadar yüksekse, bisiklet kullanmak o kadar güvenlidir. Bunun için en az dört neden sayılabilir: 1) Bisikletçilerin trafikte baskın olması, 2) Bisikletçi sayısı ne kadar yüksekse araba kullanımının o kadar az olması, 3) Hollanda’da araba süren kişilerin yüzde 80’inin haftada en az bir, yüzde 60’ınınsa haftada en az üç kere bisiklet sürüyor olması ve 4) Hükümetin ve belediyelerin bisiklet politikasının desteklenmesinin bisiklet altyapısına daha fazla yatırım yapılmasına yol açması.

Hollanda’da bisiklet kullanımının yaygınlaşmasının en önemli bir diğer nedeni enerji krizi ve çevrecilik hareketidir. Küresel ısınma sürecinin keşfedilmesi ve hava kirliliği hakkında bilinçlenme sürdürülebilir çözümle[1]re duyulan ihtiyacı arttırmıştır. Şehir içinde daha fazla bisiklet kullanımı daha az karbondioksit salınımına ve daha sağlıklı bir çevreye yol açmaktadır. Ancak en pratik neden ekonomiktir. Hollandalılar para israf etmekten nefret ederler ve dünyadaki en pinti insanlar olarak tanınırlar. Avrupa dillerinde “Hollandalı usulü” gibi deyimler olmasına şaşmamak gerek. Ancak Hollanda’da bisiklet için her şey güllük gülistanlık değildir. Ülke bisiklet hırsızlığı konusunda Avrupa’da birincidir. 2017 yılında 800 bin bisiklet çalınmıştır. Belediyelerin her gün kalabalık alanlarda engel yaratan bisikletleri depoya çekmek gibi bir sorunu bulunmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi Hollanda’nın düz bir alana yayılan yoğun nüfusu bisiklet kullanımını teşvik etmiştir. Okullar hiçbir zaman konutların uzağında yer almaz. Çocukları, küçük yaşlarda anne ve babaları bisikletle okula bırakır ve büyüyünce kendileri okula bisikletle giderler. Hollandalı her çocuk ister kız ister oğlan olsun, ebeveynlerinden patlak lastikleri onarmayı öğrenirler. Günümüzde daha çok internet sitelerinden bilgi almakta veya bisikletlerini profesyonel tamircilere götürmektedirler.

Araba sayısının artması ve otoyolların inşa edilmesiyle Avrupa genelinde bisiklet kullanımından vazgeçilirken, Hollanda’da bisiklet her zaman çocuklarca, kısa mesafe ve şehir içinde yolculuk edenlerce en çok tercih edilen ulaşım biçimi olmuştur. Bisiklet kullanımının yaygın olması devletin bisiklet yolu ağının bakımını ve genişlemesini sürdürmesine yol açmıştır. Bisiklet yolu ağında, özellikle bisikletler için yapılmış alt geçitlerin dahi bulunması önemlidir. Bisiklet sürmenin boş zaman geçirmek için yaygınlaşmasıyla yol ağı daha da genişletilmiş ve bisikletçiler için özellikle tasarlanan sistemleri geliştirilmiştir. Sistem bisiklet kullanımı lehine evrimini sürdürmektedir. Demiryolları duruma ayak uydurarak bisikletlerin trene alınabilmesini sağlamış (bisikletler için tasarlanmış vagon bölümleri oluşturmuş) ve başka bir şehre inen kişilerin bisiklet kiralayabilmesi için düzenlemeler yapmıştır.

‘HOLLANDA NASIL BİR BİSİKLET ÜLKESİ OLDU’ SORUSUNA 10 CEVAP
Mete Gürkan kardeşimiz yazmış:

Hollanda şu anda dünyanın en önemli bisiklet ülkesi. Hollanda’nın bir bisiklet ülkesi haline gelmesinin ise Birinci Dünya Savaşı’ndan itibariyle başlayan, siyasetle ekonomiyle ölümlü kazalarla şekillenen bir hikâyesi var.

Fransa Bisiklet Turu’nun açılış etabı (Grand Depart) ilk kez 1954’te ülke dışında yapılıyordu. İlk adres Amsterdam’dı. Bisiklet dünyasının en büyük organizasyonu Fransa Bisiklet Turu bu yıl ise 4 Temmuz’da, yine Fransa toprakları dışında, Hollanda’da başladı. Altıncı kez Fransa dışında start almış oldu. Hollanda’nın bisikletle ilişkisini bilenler için bu kesinlikle bir sürpriz değil. Avrupa’da kullanımı giderek yaygınlaşan bisikletin, Avrupa’da en çok kullanıldığı iki ülke ise Danimarka ve Hollanda.

Hollanda’nın bir bisiklet ülkesi haline gelmesinin ise bir arka planı var. Bu arka planda ekonomiden siyasete, şehir yaşamından çocuk ölümlerine kadar neredeyse 80 yıla dayanan bir hikâyesi var. İşte 10 maddede, Hollanda’nın bisiklet ülkesi haline gelmesinin kilometretaşları:

1 – 1900’lerin ilk 50 yılında her şey arabalar içindi

Hollanda dünya savaşlarında tarafsız kalmış nadir ülkelerden. 1940’ta ise Almanya bu özelliğine rağmen Hollanda topraklarını işgal ediyor.
Hitler için Hollandalılar da Alman ırkının bir parçası çünkü. Şehirler yıkılıyor, savaş sonrası yeniden kuruluyor. Tabii ki o zamanlar henüz akıllarda bisikletin b’si yok.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 1 Fotoğraf: geheugenvannederland.nl

2 – Halk zenginleşiyor, araba sayısı artıyor

Hollanda İkinci Dünya Savaşı sonrası ise ekonomi politikasıyla çok büyük bir büyüme yaşıyor. Halk zenginleşirken araba kullanımı artıyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 2
Fotoğraf: jlgrealestate.com

3- 50’li yılların sonunda arabalara park yeri yetmiyor

1950’lerin sonunda Hollanda’nın büyük kentlerinin merkezleri araba sayısını kaldıramamaya başlıyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 3 Fotoğraf: flickr.com

4- Parklar yıkılıyor, otoparklara yer açılıyor

Şehirler eskiye göre inşa edilmiş olduğundan, arabalara yer almak için binalar yıkılıyor. Parklar yerine otomobiller için park alanları oluşturuluyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 4
Fotoğraf: bicycledutch.wordpress.com

5- Trafik kazaları binlerce insanın ölümüne neden oluyor

1950 yılında trafik kazalarında bine yakın kişi hayatını kaybediyordu. 1972 yılında ise bu sayı 3 bin kişiye yaklaşıyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 5 Fotoğraf: deanjeliersstraat57inamsterdam.blogspot.com

6- Çocuklar sokakta oynarken bile kaza geçirip ölüyor

1973 yılında hayatını kaybedenlerin büyük bölümü çocuk. Sokakta oynayan çocuklar da bu ölen çocukların arasında.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 6 Fotoğraf: guardian.com

7- Halk sokaklara dökülüyor

Stop de Kindermood (Çocuk Ölümlerini Durdurun) hareketi başlıyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 7 kopya Fotoğraf: lcc.org.uk

8- Petrol kriziyle bisiklete dönüş zorunlu oluyor

1973 yılında Hollanda petrol krizine giriyor. 3 milyon araca sahip Hollanda’da halk benzin bulamaz hale geliyor. Hükümet kemer sıkma politikası gereğince halkın araç kullanımını azaltma yolunda önlemler alıyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 8 Fotoğraf: ibikelondon.blogspot.com

9- Pazar günleri arabalara yasak

Kasım 1973’ten 0cak 1974’e kadar pazar günleri trafiğe çıkmak yasaklanıyor. Halk Pazar günleri mecburen bisiklet gibi araçlara yönelme yoluna gidiyor.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 9
Fotoğraf: inhabitat.com

10- Bisiklet yolları oluşmaya başlıyor

Lahey ve Tilburg bisiklet yoları yapılan ilk şehirler oluyor. Bisiklet yollarının bisiklet kullanımı 3’te 2 oranında artırdığı söyleniyor
Hollanda bisiklet kullanımı açısından dünyada ilklerin altına da imzasını atıyor. Örneğin; 2011’de Hovenring bisiklet kavşağı yapıldı, dünyadaki ilk bisiklet kavşağı idi. Amaç kavşaklarda bisikletlileri korumaktı.

10 maddede Hollanda nasıl bir bisiklet ülkesi oldu 10 Fotoğraf: hovenring.com

Bugün Hollanda bir bisiklet ülkesi. Amsterdam, Utrecht, Gröningen ve Zwolle şehirleri tamamen bisiklet öncelikli. Hollanda’da şu an şehir merkezleri dışında 6 bin kilometre bisiklet yolu var.

İSTANBUL’DA YAŞAYAN BİR HOLLANDALI, BİSİKLET DEVRİMİNİ ANLATIYOR

İstanbul’da yaşayan bir bisiklet sürücüsü olan Hollandalı Rory Nuyenhuis, Hollanda’daki Bisiklet Devrimi’ni Cyclist yazarına şöyle anlattı:

Afbeelding met buiten, fiets Automatisch gegenereerde beschrijving

Türkiye’de yaşadığım süre zarfı içinde bisiklet nadiren hayatımın bir parçası oldu. Türkiye’deki 11 yıllık serüvenimin yalnızca son bir yılında, o da İstanbul’da bisiklet kullanmaya başladım. Araba merkezli bir kültüre sahip İstanbul’da bisiklete binme fikri kulağa çok da mantıklı gelmiyordu, özellikle de buna uygun bir altyapı olmaksızın. Yine de Hollanda bisiklet kültürünün bir temsilcisi olarak elimi taşın altına koymam gerektiğini hissettim.

Ayrıca Hollanda’daki insanların neden bisikleti bu kadar çok hayatlarının merkezi haline getirdiklerini açıklayan Hollanda yapımı ‘Why We Cycle” belgeselini izlemiştim. Bu beni İstanbul’da bisiklete binmeye ikna etti. Sonuç olarak, hava koşulları el verdiği müddetçe, evden işe gidip gelmek üzere bir şehir bisikleti kullandım. Bunun yanında, Felemenkçe’de ‘wielrennen’ [yarış bisikleti] dediğimiz yol bisikletine başladım. “Wielrennen” Felemenkçe’den kelimenin tam anlamıyla tercüme edildiğinde, “tekerlek koşusu” anlamına gelir.

Bu yazımda ise size yarış bisikletlerinden söz etmeyeceğim. Bunun yerine, A noktasından B noktasına gitmenin bir yolu olarak bisiklet sürmekten, bunun Hollanda’da bu kadar popüler olmasının nedenlerinden ve aynı nedenleri İstanbul gibi şehirlerde bulabilme ihtimalinden bahsedeceğim.

Hollanda bisikleti üzerine bazı efsaneleri yıkmak 

Genellikle Türkiye’deki insanların Hollandalı olup da bisiklete bindiğimi gördüğünde, tepkileri üç aşağı beş yukarı şu ritüeli takip ediyor: “Hollandalısın, orada sürmesi kolay tabii, fakat buradaki trafiğe bak, bisiklet sürmek imkansız!” Bu argüman kısmen doğru. Evet, Hollanda muhtemelen dünyanın bisiklet başkenti olarak tanınıyor. Ve ülke şu anda mükemmel bir bisiklet altyapısına sahip. Üstelik bisiklet henüz daha erken yaştaki vatandaşlara tanıtılıyor.

Afbeelding met gras, buiten, lucht, fiets Automatisch gegenereerde beschrijving

Tüm bunlara ek olarak, Hollanda şehirlerinin çoğunda bisiklet yolları şeritlerle ayrılmıştır, bu da bisiklet sürmeyi çok daha güvenli hale getirir. Bisikletçilerin arabalara göre öncelikli olduğu ve arabaların misafir olarak görüldüğü yollar bile var. Bisiklet sürmek o kadar popüler ki, Amsterdam’ı ziyaret eden masum turistler için bisiklet trafiğinde yol almak göz korkutucu bir görev haline dönüşebiliyor.

Ancak vaziyet her zaman bu kadar iç açıcı değildi. 1950’lerde ve 1960’larda araba, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra daha uygun fiyatlı bir hale geldiğinden, Hollanda’daki en popüler ulaşım aracına evirildi. Sonuç olarak şehirler, araçların ihtiyaçlarına yanıt verebilecek şekilde planlandı.

Eski dönemlerde ise Amsterdam’da çekilmiş fotoğraflara bir bakın, resimlerde bugünkü İstanbul’u göreceksiniz. Her yerde park edilmiş arabalar, her yerde trafik sıkışıklığı, bisikletçiler ve yayalar için yeterli alan eksikliği… Şehir planlaması ise A’dan B’ye arabaları mümkün olduğunca çabuk götürmeye odaklanıyor. Kısacası: İnsanlar için değil, arabalar için tasarlanmış bir şehir.

Peki bu durum nasıl değişti?

Bir savaş alanı olarak kamusal alan

Amsterdam’daki reform kamuoyu ile başladı. Anne ve babalar trafik kazalarında çocuklarının öldürüldüğünü gördüler. Bu, “Kind de kindermoord”, “Çocuk ölümlerini durdur” adında bir sivil hareket başlattı. Bu hareket, bisiklet altyapısına daha fazla hareket alanı sağlamak adına, kamusal alanın yeniden tasarlanmasını öngörüyordu.

Bu yeni tasarlanacak altyapı, çocukların okula güvenli ve bağımsız bir şekilde gitmesine izin vermeliydi. Hollandalı çocukların güvenli ve bağımsız şekilde hareket edilmesini öncelik almak, mevcut Hollanda bisiklet altyapısının ilk temel dayanağıdır. Ancak bu tüm hikayeyi bize anlatmıyor.

Bununla birlikte, uygun bisiklet altyapısının geliştirilmesine ve bunun sonucunda kamusal alanın yeniden tasarlanmasına odaklanmak beraberinde bazı sonuçları getirdi. Bu, şehirlerdeki alanın sınırlı olmasıyla ilintili bir durumdu. Yayalar ve bisikletliler için daha fazla alan yaratılması, beraberinde bazı şeylerden vazgeçilmesi anlamına geliyordu. Amsterdam özelinde vazgeçilecek olan arabalardı. Kamusal alanı yeniden tanımlamakla birlikte, Amsterdam şehri, şehir içindeki otomobil kullanımını özendirmeyecek bir hale getirdi.

Tüm bunlar, örneğin park yerlerini azaltarak, saatlik park ücretini artırarak ve yahut otomobillerin misafir olarak görüldüğü sokaklar tasarlayarak yapıldı. Hollanda’nın bisikletli başarı öyküsünün ikinci temeli, şehir yetkilileri tarafından arabadan bisiklete dönüşümü sağlamak için cesur ve tutarlı bir politika uygulanmasıdır. Zira saatlik araba park ücreti 7,50 Euro olduğunda, birçok kişinin bu bedeli ödemek istemeyeceği aşikardır.

Son kilometre çözümü 

Elbette ki her yere bisikletle ulaşmak olanaksız. Bazen mesafeler çok fazla gelir, hava durumu elverişsizdir yahut arazi bisiklet kullanımına uygun olmayabilir. Hollanda’nın büyük bölümü düzlük olsa da rüzgar ve fırtına bisiklet kullanımını olumsuz etkileyebilir. Bu koşullar, dik bir kısa tepenin zirvesine çıkmanızı olanaksız hale getirebilecek kadar güçlü kafa rüzgarlarına neden olur. En azından dik tepeler çıkamasanız dahi inmenize imkan verir.

Bu nedenle, bisikletle seyahat etmek her zaman uygun olmadığından, üçüncü bir ihtimal devreye şüphesiz girecektir, ancak bisikletin bekası için üçüncü yöntem çok önemlidir. Bu, bisikletin diğer ulaşım araçlarıyla olan entegrasyonudur. Hollanda’da bisiklet-tren bağlantısı son derece sağlıklı gelişmiştir. İnsanların evlerinden bisikletle ayrılmalarına, tren istasyonuna kadar bisiklet sürmelerine, bisikletlerini o noktalarda park etmelerine ve trenle yolculuklarına devam etmelerine olanak tanır.

Afbeelding met rij, buiten, lucht, geparkeerd Automatisch gegenereerde beschrijving

Gidecekleri yerlere vardıktan sonra bisiklet kiralayabilir ve seyahatlerinin son kilometresini bu şekilde tamamlayabilirler. Sadece birkaç ay önce, Utrecht şehrinde en büyük bisiklet garajı açıldı. Bu garajda 12.500 bisiklet için yer var. Bu sayede birçok kişinin bisiklet-tren kombinasyonunu kullanmasına olanak tanınıyor.

Bisikletin diğer faydaları 

Daha fazla bisikletçiye binaen araç trafiğinin azalmasının başka faydaları da vardır. Temiz bir hava (belki elektrikli otomobiller de çevre kirliliğine sebep olmuyor ama kamusal alan problemine de çözüm getirmiyor), daha sağlıklı yurttaşlar (bu da daha az sağlık harcaması demek) ve daha ucuz altyapı bakım masrafı (bir bisiklet yolunun bakım maliyeti, bir arabanın bakımından önemli ölçüde daha azdır) olduğunu düşünün. Yine de bisiklet kullanımının bir artısının altını çizmek istiyorum.

Daha önce de söylediğim gibi, bisiklet için verilen mücadele çoğunlukla kentsel alan savaşıdır. Bir bisiklet araba kadar yer kaplamadığından, geri kazanılan kamusal alan başka amaçlar için de kullanılabilir. Şehirler için bu özellikle iklim değişikliği ışığında önemlidir. İklim değişikliği nedeniyle, özellikle yaz aylarında sıcaklıklar artar.

Şehirlerde daha fazla olan beton ve asfalt ısıyı koruduğundan kentlerde bu sorun daha da fazladır. Bu sebepten ötürü, araçtan geri kazanılan kentsel alan ve araç altyapısı, şehirlerde mümkün olduğunca fazla yeşil alan oluşturmak için kullanılmalıdır. Çünkü ağaçlar, parklar ve yeşil alanlar serin şehirler yaratır.

Türkiye özelinde araçlardan geri kazanılan alanın yeşil alanlara dönüştürülmesi, depremler sırasında güvenli toplanma merkezleri yaratılması açısından ekstra avantajlıdır.

Ayrıca, Hollanda da bisikletle ilgili tüm sorunlarını tam olarak çözebilmiş değil. Yıllar sonra ilk kez trafik kazalarının oranı tekrar yükselişte. Bu kısmen, e-bisikletin Hollanda halkının hayatına iyiden iyiye girmesinden kaynaklanıyor. Hollanda’daki e-bisikletler genellikle yaşlılar tarafından satın alınır ve 25 ila 30 km/s hıza kadar ulaşır. Yaşlı kullanıcılar böylesi bir hızda bisikletlerinin hakimiyetini her zaman sağlayamayabilir, özellikle de trafik yoğunluğunun fazla olduğu kalabalık şehirlerde.

Afbeelding met buiten, boom, fiets, gras Automatisch gegenereerde beschrijving

Aynı zamanda çocuklarını okuldan araçlarıyla alan ebeveyn sayısı da artışta. Bu durum, güvenliği azaltan ve okullarda araba kullanımını artıran bir kısır döngüye dönüşüyor. Bu, her yaş grubunun bisiklet kullanımını teşvik etmek için sağlam bisiklet altyapısının ve bisikletlerin otomobillere göre önceliklendirilmesinin önemini bir kez daha vurguluyor. Üstelik Amsterdam’a gittiyseniz, muhtemelen bisiklet trafiğinde yaşayan anarşiyi fark etmişsinizdir.

Bu, diğer trafik kullanıcıları, özellikle yayalar arasında gerginliklere neden olabiliyor. Ama bence Hollanda ve onun bisiklet evriminin gücü, iyi bir diyalog içinde, şehrin vatandaşlarının yararına tartışılabilir ve çözülebilir, kısa vadede popüler olmayan, ancak uzun vadede somut ve olumlu etkileri olan kararları alma ve savunma cesaretine sahip olmasından geliyor.”

Hollanda’da bisiklet yaşam biçimi

“Bisikletler diyarı” Hollanda’da, günlük hayatın parçası bisiklet, 7’den 70’e herkes tarafından kullanılıyor. Yaklaşık 23 milyon bisikletin ve 35 bin kilometrelik bisiklet yolunun bulunduğu ülkede, bisikletle yılda yaklaşık 15 milyar kilometre yol katediliyor

Hollanda nasıl bisiklet ülkesi oldu? Bisikleti kadınlar erkeklere göre yüzde 80 daha fazla tercih ediyor. Kadınlar bisikleti yılda 180 milyon, erkekler ise 100 milyon kez kullanıyor.Her yıl yaklaşık 1 milyon yeni bisikletin satıldığı ülkede, ikinci el bisikletlere de yoğun talep var. Nitekim küçük yaşlardan itibaren bisiklet kullanmasını öğrenen halkın büyük çoğunluğu ikinci el bisiklet kullanıyor.

  Hollanda nasıl bisiklet ülkesi oldu? Hollanda’da, 1970’te araba kullanımıyla trafik kazalarının artması sonucu protestolar ve güvenli bisiklet sürebilme isteğine yönelik gösterilerle bisiklet yolları yapılmaya başlandı. Hollanda nasıl bisiklet ülkesi oldu?

Dünyanın çevresinin genişliğine yaklaşan, 35 bin kilometrelik bisiklet yolunun bulunduğu ülkede, bisikletle kişi başı yılda ortalama 888 kilometre, ülke genelinde ise yılda yaklaşık 15 milyar kilometre katediliyor.

  Hollanda nasıl bisiklet ülkesi oldu? Avrupa’da Danimarka ile bisikletin en çok kullanıldığı Hollanda’da, ülkeye sonradan gelenler için bisiklet kurs imkanı da sunuluyor. Hollanda nasıl bisiklet ülkesi oldu? Kanalların, ağaçların ve duvarların kenarlarına da park edilen bisikletler en fazla başkent Amsterdam, Utrecht ve Groningen kentlerinde kullanılıyor. Hollanda nasıl bisiklet ülkesi oldu? Paylaşımlı bisiklet uygulamasının aktif olduğu ülkede yaygın bisiklet kiralama sistemi de özellikle turistler tarafından tercih ediliyor.

Hollanda’daki İnanılmaz Bisiklet Kuralları!

Bisiklet deyince, akla ilk gelen şeylerden birisi Hollanda olur. Hollanda, bisikletler ülkesi haline gelmiştir. Öyleki, ülke nüfusundan daha fazla bisiklet bulunmaktadır. Eğer Hollanda’da bisikletlerin nasıl bu kadar popüler hale geldiğini merak ediyorsanız, bu yazımızdan sonra yayınlayacağımız yazıyı okuyabilirsiniz. Hadi o zaman bisiklet kurallarına göz atalım..

Afbeelding met tekst, fiets, buiten Automatisch gegenereerde beschrijving 

 Hollanda Bisiklet Kuralları

1. Yükümlülük Kuralı

Bir motorlu sürücü, mücbir bir sebeb olmadı taktirde, bisikletle olan kazasından kısmen sorumludur. Ancak, bu mucbir sebepleri kanıtlamak neredeyse imkansızdır. Motorlu taşıt sürücüsü, bisikletçiye ve/veya bisiklete verdiği hasardan yaklaşık olarak yüzde 50’sinden sorumlu tutulmaktadır. Hele motorlu taşıt, 14 yaşındaki bisiklet sürücüsüne çarpması durumunda, oluşacak hasardan yüzde yüz sorumlulardır. Yani, 14 yaşının altındaki bir çocuğa çarpmanız durumunda, yüzde yüz siz suçlu olmaktasınız.

2. Bisiklet İçin Mecburi Gereksinimler

  1. Bir bisiklet zili, kornası,

  2. Yeteri kadar aydınlatan bir fener, [Beyaz veya sarı renkli olmalıdır.]

  3. Kırmızı reflektör, [Bisikletin arkasına.]

  4. Tekerleklerde sarı veya beyaz renkli reflektörler,

  5. Pedallarda 4 sarı reflöktör.

3. Çocuk

Sadece, 8 yaşından küçük çocuklar bisikletin arkasına [koltuk olma şartı ile] oturabilir.

4. Çift Halinde Sürmek

Bisikletler, tıpkı arabalar gibi yan yana sürebilirler. Ancak bu durum, başkalarını rahatsız etmemelidir.

5. Park etme

Bisikletler, kaldırıma veya yol kenarına park edebilmektedirler.

6. Bisiklet İçin Trafik Kuralları

  • Eğer bisikletçiler için sağ dönüş tabelası varsa, bisiklet sürücüleri kırmızı veya sarı ışıktada geçme hakkına sahiptir.

  • Bisiklet kullanırkende, araba gibi sinyal vermelisiniz. Hangi yöne doğru dönecekseniz, elinizi veya parmağınızı arkadaki taşıtların görebileceği bir şekilde uzatmalısınız.

  • Trafikte öncelik ise, yolda bulunan uçların sivri kısmı nereye bakıyorsa, o kişi durmalı ve diğer kişinin geçmesini beklemelidir. Ancak bu sivri uçlar bulunmuyorsa, sürücü sağdaki taşıta / araca yol vermelidir. Bu durumda, eğer bir taşıt soldan geliyorsa, öncelik sizindir. Ancak bu durum trafik ışıklarının, tabelalarının veya sivri uçların bulunmadığı yollar için geçerlidir. Ayrıca, toprak yol üzerindeki sürücüler, asfalt yollardaki sürücülere öncelik vermelidirler, sürücüler tramvaylara öncelik vermelidirler.

  • Döner kavşak kurallı ise, çoğu belediyeye göre değişmektedir. Geçerli kurallar işaretlerle ve özellikle köpekbalığı dişleriyle [sivri uçlar] belirtilmiştir. Bisiklet sürücüleri her zaman köpek balığı dişlerine, yani sivri uçlara dikkat etmelilerdir. Ayrıca kavşaklarda yön belirtmek, [sinyal vermek] son derece önemlidir

Hollandalılar gibi Türkler de bisikletli olacak

Türkler’e bisiklet kursları başladı. Bisiklet Bankası da yolda…

‘Bisiklet kullan, sağlıklı kal’ projesine büyük ilgi var.

C:\Users\Ilhan\Desktop\Haberler\Bisiklet (6).JPG

ROTTERDAM,- Hollanda’da bisiklet sürümünün, sağlıklı yaşam için şart olduğu bir gerçek. Bisiklet sürümünün, tabii ki trafik sorununun çözümünde de büyük bir rolü var.
Bu gerçekleri göz önünde tutan Rotterdam Belediyesi, Hollanda Bisiklet Federasyonu, Rotterdam Trafik Kurumu ve Sezer Danışmanlık Bürosu ile birlikte, bisiklet kullanımını teşvik etmek için harekete geçti. Hollanda’da var olan ve fakirlere yardım yapan Gıda Bankası ve Giysi Bankası’ndan sonra, şimdi de Bisiklet Bankası kurmak için harekete geçen bu kuruluşlar, bisiklet sürmesini bilmeyenler için kurslara başladılar bile…

Çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu Rotterdam’ın güney bölgesinde ikamet edenlere, bisiklet sürmeyi teşvik için başlatılan çalışmaların imza gününe katılan kurum temsilcileri, bu projeyi hayata geçirdiler.

Rotterdam’daki Het Klooster Salonu’nda yapılan etkinliğe, bisiklet sporunda defalarca Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu olan Hollandalı Leontín van Moorsel, Fejenoord Belediye Başkanı Fatih Elbay, LAPON Başkanı Arif Yakışır, Crooswıjk Belediye Meclis Üyesi Oktay Ünlü, Rotterdam Belediyesi yetkilileri, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve siyasetçiler katıldı.

Toplantıda, Sezer Danışmanlık Bürosu adna bir konuşma yapan Cemile Sezer şunları söyledi:

C:\Users\Ilhan\Desktop\Haberler\Bisiklet (3).JPG

”Geçtiğimiz yıl Rotterdam Belediyesi, Hollanda Bisiklet Federasyonu ve Fietsen op Zuid Kurumu ile ortaklaşa başlattıgımız proje çerçevesinde, bisiklet kursları organize edilmişti. 250 kişi kursu başarıyla bitirdi. Bu gün burada bu kursiyerlerimizin sertifakalarını da veriyoruz.
Çok sayıda Türk’ün de ikamet ettigi Rotterdam’ın güneyindeki vatandaşlarımız arasında, bisiklet kullanımı Hollandalılar’a göre oldukça düşük. ‘Bisiklet kullan, trafiğe ve çevreye katkın olsun’ adlı bu çalışma ile, göçmenler arasında bisiklet kullanmayı artırmayı hedefliyoruz. Bunun için 8 kurumun inisiyatifiyle Bisiklet Bankası ( Fietsenbank ) oluşturduk. Rotterdam’da çok sayıda göçmen ikamet etmektedir. Göçmenler arasındaki bisiklet kullanımını yükseltmek ve teşvik etmek için Roterdam’ın değişik mahallelerinde bisiklet kursları organize ettik. Bisiklet Bankası vasıtasıyla dar gelirli ailelerin çocuklarını ve kendilerini çok cüzi bir fiyata bisiklet sahibi yapmayı hedefliyoruz. Bu bağlamda da katılımcı kurumlar ile birlikte çalışmalarımız devam etmektedir. 10 hafta sürecek olan kurslar sonunda , başarılı olan kursiyerler sertifikalarını alacaklardır. Kurslara katılım ücretsizdir.
Ayrıca kurslarda bizlerle çalışacak olan arkadaşlara ihtiyacımız olacaktır. Bisiklet kullanmasını bilen arkadaşlar 3 haftalık bir kurs sonunda uzman eğitici belgelerini alacaklardır. Bu arkadaşlara kurstan sonra bir ödeme yapacagız. Bizlerle çalışmak isteyen arkadaşlar telefon edebilir veya mail atabilirler.”

C:\Users\Ilhan\Desktop\Haberler\Bisiklet (5).JPGEtkinlik sonunda yapılan çekilişte, Suouad Mohammed adlı bayana bir bisiklet hediye edildi.
Kayıt veya daha fazla bilgi için başvurulacak adres:
06- 412 62 691 – 010 477 27 27 saida@sezer.nl

TÜRKİYE’DE DURUM NEDİR?

Afbeelding met tekst, buiten, lucht, boom Automatisch gegenereerde beschrijving

Tanzer Kantık kardeşimiz, ‘Fosforlu yelek bizi ölümden kurtarabilir mi? Başlığı ile şunları yazmış:’

16 Ağustos 2022 salı günü Resmi Gazete’de ‘Karayolları Trafik Yönetmeliği’nde değişiklik yapılmasına dair bir yönetmelik yayınlandı. Yayınlanan yönetmelik değişikliğine göre, bundan sonra bisiklet binenler zorunlu olarak kask takacak ve gece sürüşlerinde yansıtıcı yelek vb kıyafet giymek zorunda olacak. Burada yelek yanında zikredilen “vb” kavramına değişiklikte bir açıklık getirilmemiş. Örneğin yansıtıcı şeritleri olan bir tshirt, mont ya da rüzgârlık bu kapsama girer mi? Ayrıca performans amaçlı sürüşlerde kullanılan ayakkabıların çoğunda yansıtıcı şeritler bulunmakta, bu sürüşlerin olmazsa olmazı vücuda yapışan forma ve taytlarda da benzeri şeritler buna dâhil mi? Bilemiyoruz. Bu durum, denetim yapacak ilgili birimlerin eliyle standart dışı uygulamaların ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Öte yandan bu değişikliğin yapılacağı, 2021 yılı Mart ayında yayınlanan Karayolları Trafik Güvenliği Eylem Planı’nda yer almaktaydı. Buna göre 2022 yılının sonunda bisiklet kullananlara reflektif yelek ve kask takma zorunluluğu getirileceği yazıyordu. Ancak geçtiğimiz Mart ayında sosyal medya üzerinden yaptığım uyarılar bisiklet toplulukları ve STK’ları tarafından çok da önemsenmedi.

Kask konusunu bu yazının değerlendirmelerinin dışında tutuyorum. Çünkü kanunen bir zorunluluk olmasa bile bisiklet kullanıcıları içerisinde araç çarpmaları haricinde çevre şartlarına bağlı örneğin mazgal, yaya, bozuk yol vb etkenler sebebiyle oluşacak düşmelerde, kaskın koruyuculuğu konusunda fikir ve uygulama birliği bulunmakta. Zorunlu olmasa da kask kullanımı Türkiye’de yaygındı zaten. O sebeple konuyu görünürlük ve görünürlüğe katkı sağlayacak ve bisiklet ölümlerini azaltacak ümidi ile yönetmeliğe eklenen yansıtıcı şerits    leri olan yelek üzerinden ilerleteceğim.

Sebep gerçekte ne?

Öncelikle sorunun bisikletlilerin sürüş güvenliğinin çok daha genelinde herkes için yol güvenliği olduğunun altını çizmek gerekiyor. Çünkü bisikletlilerin ölümüne neden olan otomobil çarpmalarına baktığımızda çoğunlukla otomobil sürücülerinin hız sınırlarını aştığını, alkollü şekilde direksiyon başına geçtiğini görmekteyiz. Bu davranışların aynı zamanda Türkiye’de yayaların da ölümüne sebep olan davranışlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bisikletli veya yaya, otomobillerin ölüme neden olmasının ortak bir sebebi var.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2021 yılında ölümlü yaralanmalı trafik kazasına neden olan toplam 224 bin 418 kusura bakıldığında kusurların %87,1’inin sürücü, %8,2’sinin yaya, %2,6’sının taşıt, %1,8’inin yolcu ve %0,4’ünün yol kaynaklı olduğu görüldü.

Afbeelding met tekst, buiten, weg, teken Automatisch gegenereerde beschrijving

Yani burada temel sebep otomobil sürücüleri. Otomobil sürücülerinin temel hataları ile ilgili yayınlanan tüm istatistikler ve raporlar sürücü kaynaklı kazaların başlıca nedenlerini şu şekilde sıralamakta;

•          Aracı alkollü kullanmak

•          Sürüş sırasına aşırı hız yapmak

•          Trafik kurallarına uymamak

•          Yayalara geçiş hakkı tanımamak

•          Yol ve hava durumuna karşıtedbir almamak

•          Trafikte aracı dikkatsiz şekilde kullanmak

Görüldüğü üzere dikkat eksikliğini gidermeye, bisikletlileri dikkatsiz sürücüler karşısında fark edilir hale getirmeye yarayacak yansıtıcı kıyafet tercihi, kaza nedenlerinin en sonunda yer alan “dikkat eksikliği” maddesinin alanında bulunmakta. Bisikletlilerin de yayaların da ölümü ve ağır yaralanması ile sonuçlanan çarpmaların asıl nedenleri çok daha başka.

Artık sebebin aslında ne olduğuna hemfikir isek gelin Avrupa ülkelerinde bu sorunun çözümüne dair alınan önlemler ve izlenen stratejiler neler onlara bakalım.

Vision Zero

Vision Zero, 1977 yılında ilk kez İsveç tarafından ortaya konulan, kent içinde trafik çarpışmaları sonucu ölen insan sayısını sıfıra indirmeyi amaçlayan strateji ve aksiyon planının adıdır. Bu plan ilerleyen zamanlarda Avrupa kentlerinin dâhil olduğu bir network haline gelerek hemen hemen tüm Avrupa kentleri tarafından benimsenmiş ve yıldan yıla konulan hedefler doğrultusunda hayata geçirilmektedir. Hayata geçirilen en önemli uygulamalar şehir içindeki hız sınırlarının daha aşağı çekilmesi, yayalaştırma politikaları ile kent içinde yayalara ve bisikletlilere daha güvenli alanlar oluşturmaktır diyebiliriz. Planın içerisindeki iki önemli prensibe bu noktada dikkat çekmek isterim. Vision Zero’nun manifestosunda özetle şunlar dile getirilmekte;

“İnsanlar hata yapabilir. Kent içindeki yayalar, bisikletliler, otomobil sürücüleri ve hareket halindeki diğer tüm unsurlar için çarpışma riskinin sıfıra yakın hale getirilmesi gerekmektedir. Yaptığı bir hata sonucu hiçbir unsur mağdur duruma gelmemeli ve insan hayatı yitirilmemelidir. Nasıl ki insanların iş hayatında yaptıkları hatalar sonucunda ölmeleri kabul edilemez ve iş güvenliği standartları belli ise bu konuya da aynı şekilde yaklaşmak gerekmektedir.  Bu sebeple insanları hataya zorlayan yol şartları bu vizyon ile yeniden ele alınmalı kent içi hız sınırları insan bedeninin çarpma esnasında kaldırabileceği güç sınırının altına düşürülmelidir.”

Buradaki prensibin doğruluğuna hiç kimsenin katılmaması mümkün değil elbette. Özetle plan otomobil sürücüsüne hata yaptırabilecek yol geometrisi vb fiziki unsurların ortadan kaldırılmasını, otomobil sürücüleri, yayalar, bisikletliler bir hata yapsa bile bunun bedelinin ölüm olmasının asla kabul edilemeyeceğini, o sebeple kent içi hız sınırlarının bir otomobil yaya veya bisikletliye çarpsa bile onun canına mal olmayacak seviyelere çekilmesi gerektiğini belirtiyor.

Vision Zero planının şehirlerde hız sınırlarının düşürülmesi tezi de otomobillerin yayalara çarptığı hızlar üzerinden yaşanan ölüm oranlarının ne olduğuna dayanıyor. Buna göre İngiltere’nin Vision Zero planında yazdığı şekliyle araçların maksimum hızının 20mph’ye (30km/s) düşürülmesi, karayolu kazalarında %42’lik bir azalma göstermektedir. Çünkü planı uygulayan İngiltere’nin Mayıs 2019 itibariyle %52’sinin 30km/s hız sınırının olduğu sokaklarda yaşadığı, merkez Londra’daki 13 ilçede yaşayan 3,2 milyon kişinin %82’sinin de 30km/s hız sınırı olan alanlarda yaşadığı biliniyor.

Vision Zero planında yayınlanan rapora göre ise yayaların %10’u 30km/s hızla seyreden bir araç çarptığında ölürken, bu oran 50km/s ile giden araçlarda %50, 65km/s ile giden araçlarda %80 ve 80km/s üzerindeki hızlarda yaklaşık %100’dür.

ECF Vizyonu

Gelin şimdi de meselenin Avrupa’da bu işin uzmanları tarafından nasıl değerlendirildiğine bakalım. ECF (European Cyclists’ Federation) yani Avrupa Bisikletliler Federasyonu sitesinde yer alan “What We Do” (Ne Yapıyoruz?) menüsü altındaki “Road Safety” (Yol Güvenliği) kısmında bisikletliler için yol güvenliğinin nasıl sağlanacağına dair şu politika prensiplerini ortaya koymakta.

“Güvenlik hakkı temel bir insan hakkıdır. Bisiklet kullanımının artması için trafikte güvenlik hissi yaratmak çok önemlidir. Sadece güvenli bir atmosfer yaratmanın yanı sıra, acil güvenlik konularını ele almak için gerçek çabalar gösterilmelidir. Trafiği sakinleştirmek ve hızları azaltmak, sokak güvenliğinde gerçek bir iyileşme sağlamanın anahtarıdır.

Farklı hızlarda bir araba çarptığında ölüm olasılığı da tahmin edilmiştir;

•          65km/s hızla çarpıldığında, yayaların yüzde 90’ı ölecek,

•          50km/s hızla çarpıldığında,yayaların yüzde 20’si ölecek

•          30km/s hızla çarpıldığında, yayaların yüzde 3’ü ölecek.

Bir yaya ile motorlu taşıtın 30 km/s hızla çarpışması, bir binanın birinci kat penceresinden düşmeye benzetilebilir. Bir yaya ile bir motorlu taşıtın 50 km/s hızla çarpışması, bir binanın üçüncü kat penceresinden düşmeye benzetilebilir. Basitçe söylemek gerekirse, trafiği sakinleştirmek hayat kurtarır.

Kentsel alanlarda motorlu taşıtların hızlarını azaltmak, daha fazla insanın bisiklet kullanmasını sağlamak için çok önemlidir. Bu sadece gerçek tehlikeyi azaltmakla kalmaz, aynı zamanda acemi veya bisiklete binmek isteyenlerin hissettiği algılanan tehlikeyi de azaltır.”

Görüyoruz ki ECF de bisikletliler ve yayalar için yol güvenliğinin arttırılmasının temelinde hız limitlerinin düşürülmesi gerektiğini düşünüyor ve tüm dünyada bunun için çalışıyor. ECF’in politikaları doğrultusunda ECF’e kayıtlı bisikletli sivil toplum kuruluşlarının da bu doğrultuda çalışması gerekiyor.

Hollanda örneği ve temel yanılgı 

Hollanda’daki bisikletli ulaşım habitatı, bisikletliler arasında oldukça ünlüdür. Kentlerinde bisikletlileri önceleyen Hollanda’nın bu noktaya gelişine dair çeşitli tevatür ve rivayetler duyabilirsiniz. Örneğin “Hollanda da bu noktaya gelene kadar bir sürü bisikletli hayatını kaybetti.” tezine bile rastlayabilirsiniz. Çizilen tablo öyle bir hal alır ve zannedersiniz ki Hollandalılar kasklarla ve reflektörlü yeleklerle bisiklete binerdi önceden. Sonra mücadele ettiler ve kazandılar. Şimdi kask ve yeleğe gerek kalmadı. Maalesef halen bunları ancak acı acı gülümseyerek okuyabiliyoruz. Oysa bu derginin sayfalarında defalarca dile getirdiğim gibi mesele hiç de öyle değil. Bir kez daha anlatmanın hiçbir zararı yok. 3 temel etkeni yeniden hatırlatalım.

1 )1968 yılında kurulmuş ve henüz dört yıllık bir gazete olan De Tijd’te, 1972 Eylül ayında bir makale kaleme alındı. Makale otomobil çarpması sonucu ölen bir çocuğun haberini verirken onun haricinde otomobiller sebebi ile yolda ölen veya yaralanan birçok çocuğun hikâyesinden de bahsediyordu. Sadece 1971 yılında Hollanda’da otomobil çarpması sonucu yaşanan 3.300 kaybın 400’ü 0-14 yaş aralığındaki çocuklardı ve aslında bir makaleye sığmayacak kadar mağdur ve hikâye vardı. Sonrasında sokağa çıkan anneler babalar ve hatta çocuklar, otomobillerin kenti bu derece ele geçirmiş ve ölüm saçıyor olmasına karşı bir hareket başlattılar. Hareketin adı “Stop de Kindermooord” tu, yani “Çocuk Ölümlerini Durdurun.” Ölen çocuklar bisiklet üzerinde iken değil yaya halde sokakta bulunurken ölüyordu.

2) Bugünkü gibi olmasa da Hollanda’da çok öncelerden beri 1920’li ve 30’lu yıllarda bisiklet yolları vardı. Hatta aslında o zamanlar buna gerek de yoktu. Çünkü trafikteki otomobil sayısı çok azdı. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra her şey değişti. Savaş boyunca büyük yıkım yaşayan Hollandalılar ülkelerini yeniden inşa etmek durumunda kaldılar ve hızla zenginleşmeye başladılar. 1948 yılından 1960 yılına kadar ortalama gelir %44 arttı. 1970 yılına geldiğimizde ise bu artış %222 oldu. İnsanlar daha pahalı şeyler alabilir hale geldiler ve bu durum 1957 yılından itibaren sokaklarda daha fazla otomobil olmasına sebep oldu. Şehirler otomobillere göre tasarlanmadığı için dar sokaklar dar yollar bu araç artış sayısına dayanamayınca birçok bina araçlara yer açmak için yıkıldı ve otomobillere park edecek alan yaratmak için birçok bisiklet yolu o dönemde kaldırıldı. Kent meydanları büyük otoparklar haline dönüştü ve bu durum otomobiller için daha geniş yollar yapılmasına neden oldu.  1957 yılında bir Hollandalının otomobil ile günlük kat ettiği ortalama mesafe 3.9 km iken bu rakam 1975 yılına gelindiğinde 23.2 km ye çıktı.

3) 1973 yılına geldiğimizde tüm dünyada olduğu gibi Mısır İsrail savaşı nedeniyle petrol üreten OPEC üyesi Müslüman ülkeler İsrail’e destek veren ülkelere petrol satmama kararı aldı. Bu sebeple ülkede petrol krizi baş gösterdi. O zamanın Hollanda Başbakanı ülkeye seslenerek bu durumun halkın yaşam tarzını değiştireceğini söyledi. İnsanlara, fosil yakıtlara bağlı olan enerji biçimlerine daha az ihtiyaç duyacakları bir kent hayatına geçmeleri gerektiğini belirtti.  Bu nedenle insanlar enerjiye daha az bağımlı bir yaşam tarzı geliştirmek zorunda kaldılar. Yaşam standartlarını düşürmeden bunun mümkün olabileceğini gören Hollandalıların bu ekonomik mecburiyeti,  bisiklet kullanımının yaygınlaşması isteği ve güvenli bisiklet ve yaya alanları talebi ile örtüşmüş oldu. Petrol sarfiyatını önlemek için başlatılan “Arabasız Pazar Günleri” insanlara arabasız şehirlerin nasıl göründüğünü yeniden hatırlattı. Bu dönemde her Pazar günü şehir merkezindeki birçok yol araç girişine kapatıldı. İlerleyen zamanlarda bu kapatılan yollar kalıcı olarak yayalaştırıldı. Buna rağmen protestolar devam etti. Bu eylemler boyunca insanları toplu taşıma ve ulaşım hakkındaki fikirleri değişti. Bu çalışmalar ilk olarak Tillburg ve Hague şehirlerinde yapıldı. Geçmişe dönüp bakıldığında bu eylemler ve yayalaştırılan yollar modern bisikletli ulaşım altyapısının temeli olarak kabul edilir. Böylelikle bisiklet kullanımında çok yüksek artış yaşandı. Hague’de yıllar geçtikçe %30 ila %60 arasında, Tillburg’da ise %74. Böylece “Sen yap, onlar gelecektir” prensibinin doğruluğu yıllar önce Hollanda’da kanıtlanmış oldu.

Görüldüğü üzere bir bisiklet ülkesi olan Hollanda’nın bugün geldiği noktada bisiklet meselesinde çok yaya ve güvenli yol meselesi bulunmakta. Çocuklar için oyun oynanabilir sokaklar ve çocukların otomobiller tarafından çarpılarak ölmemesi amaçlanarak çıkılan yolun sonunda bisikletliler için de uygun atmosfer yaratılmış oldu.

Bisiklete otomobil  direksiyonundan bakmak

Afbeelding met gras, boom, buiten, plant Automatisch gegenereerde beschrijving

Ülkemize geldiğimizde otomobil haricindeki tüm yol unsurları (yaya ve bisikletliler) ile ilgili çarpık ve otomobil odaklı bakış açısında sahip merkezi hükümet geçtiğimiz günlerde yayalara bile gece gezerken fosforlu yelek giymesini hatta yanında ışık taşımasını önerdi. Bu bakış açısı bisikletin selesi üzerinden değildir. Bisikletin selesi üzerinden bakanlar otomobillerin aşırı süratli, sürücülerin defalarca kural ihlali yaptığını zaten görebiliyor. Oysa meseleye otomobil direksiyonundan bakanlar (bazı bisikletliler de dâhil) konuyu yapılan değişiklik üzerinden okuyor. Otomobil haricinde her yol unsuruna bir şey giydirmek, ışık takmak, fosfora boyamak (yoldaki direkler için bile) sorunu çözmüyor. Aşırı sürat yapan otomobil sürücüleri alkolün de etkisiyle yayalara, bisikletlilere ve hatta her yeri reflektör ile kaplanmış fiziki yol engellerine bile çarpmakta ya kendileri hasar görmekte ya da çarptıkları yaya ve bisikletlileri öldürmekte. Oysa trafikte öncelik hiyerarşisi çağdaş ülkelerde en korunmasızı öne alarak yapılır. Sosyal medyada, sürüşlerde ve Critical Mass eylemlerinde  “Kaportamız Bedenimiz” diyen bisikletli arkadaşlarımız bu korunmasızlığın gereğinin trafikte öncelik ve pozitif ayrımcılıkla korunma ihtiyacı olduğunu her fırsatta dile getirmeli. Bunu yaparken sadece bisikletliler için değil bunun kentte yaşayan herkesi ilgilendiren bir kent hakkı olduğu bilinci ile yürütmeli.

Tüm bu örnekler ve bilimsel veriler ışığında bir kez daha söyleyebilirim ki yollardaki tüm unsurlar için güvenli şehirler yelek ile değil sorunun ana unsuru olan otomobillere yönelik alınacak aksiyonlar ile sağlanabilir. Aksini savunarak yürütülmekte olan “Smokescreen Campaign” yani sis perdesi kampanyasının bir aktörü ve yürütücüsü konumuna düşersiniz.

Lafı gelmişken Smokescreen Campaign; Bir sorunu çözmek için asıl sebebe odaklanmak yerine onu gizlemeye yönelmenin ve çözüme dair olmayan ya da ona etkisi neredeyse sıfır olan başka unsurlara dikkati çekmektir. Bu çoğunlukla muktedirler tarafından bilinçli olarak yapılırken bu çevrelere yakın kişi ve kuruluşlarca bilerek ya da cehalet sebebiyle de yapılabilir. Bizdeki yelek meselesinin de anatomisi aşağı yukarı bu şekildedir. Yıllardır yelek giymenin mücadelesini verdiğini söyleyen sivil toplum aktörleri içine düştükleri hezeyandan kurtulmalı ve alet oldukları otomobil odaklı kampanyanın farkına varmalıdır. Yarın üzerinde yelek olmayan bir veya birçok bisikletlinin aşırı sürat yapan ya da alkollü bir sürücü karşısında öldüğü halde bile “kusurlu” pozisyona düşmesi sonucu oluşacak mağduriyetlerin sebebi olarak gösterileceklerdir. Vebal bu savunucuların boynundadır. Bu yanlıştan dönmedikleri takdirde bisikletli ölümleri için yapılan eylemlerde  “savunucu” değil “sebep” pozisyonunda bulunacaklarını bir kez daha ifade edeyim.

Umarız ki akli selim diğer bisikletli sivil toplum temsilcileri çeşitli resmi girişimlerde bulunarak bu yanlıştan dönülmesini sağlarlar ve bizler de bugün yapılan değişiklikle bisikletli ulaşım mücadelesini savunmasız hale getiren bu noktadan kurtularak değişiklik öncesi pozisyondan mücadele devam edebiliriz.

 

HOLLANDA’DAN ESEN RÜZGÂR, İSTANBUL’DA FIRTINAYA DÖNÜŞTÜ: VEYİS GÜNGÖR, TESAM ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ’NDE KONUŞTU.

HOLLANDA’DAN ESEN RÜZGÂR, İSTANBUL’DA FIRTINAYA DÖNÜŞTÜ: VEYİS GÜNGÖR, TESAM ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ’NDE KONUŞTU.

‘Sosyal Bilimlerin Gözüyle Teknoloji Devrimi’ isimli kongre’de önemli bir konuşma yapan Güngör, Hollanda Türkleri’nin gurur kaynağı oldu.

Oturum başkanının, “Şimdi Hollanda’ya sığmayan Veyis Güngör’ü dinleyeceğiz” şeklindeki sunumu ve konuşma sonundaki “Dünya insanlığının sorunlarına dikkat çeken olağanüstü muhteşem bir konuşma” demesi alkışlandı.

Ünlü düşünce insanları arasında yer alan Veyis Güngör’ün kongrede yaptığı konuşmanın tam metnini ve kendisini tanıtan röportajı sunuyorum.

Afbeelding met gras, buiten, windmolen, outdoor-object Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY yazdı:

Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşları arasında önemli bir yeri olan Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin Başkanlığını yapan akil adamlarımızdan Veyis Güngür, İstanbul’da organize edilen bir kongrede yaptığı konuşma ile fırtına estirdi.

Afbeelding met tekst, monitor, elektronica, scherm Automatisch gegenereerde beschrijving

Kariyer Merkezi (MARKAM) ve TESAM işbirliği ile ”6.Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, Sosyal Bilimlerin Gözü İle Teknoloji Devrimi” konu başlıklı seminer 7-8-9 Aralık tarihlerinde yapıldı. 7 Aralık 2022 Çarşamba saat 09.30-15.30’da Göztepe Kampüsü Dr. İbrahim Üzümcü Konferans Salonunda iki oturum şeklinde düzenlenen Kongrenin, diğer oturumları online olarak 8- 9 Aralık 2022 tarihlerinde yapıldı.
Ünlü düşünce insanları arasında yer alan Veyis Güngör’ün kongrede yaptığı konuşmanın tam metnini ve kendisini tanıtan röportajı sunuyorum.

Afbeelding met tekst, boek Automatisch gegenereerde beschrijving

Oturum başkanının, “Şimdi Hollanda’ya sığmayan Veyis Güngör’ü dinleyeceğiz” şeklindeki sunumundan sonra söz alan Veyis Güngör, ‘Batı’da Teknolojinin Egemenliği ve Yaşam Felsefesini Kaybeden Gençlik’ başlıklı konuşmasında, Hollanda’dan örnekler vererek, Batı’nın, gençleri iyi yönetemediğini vurguladı.

Veyis Güngör, konuşmasına şöyle başladı:

“Utrecht Hümanist Üniversitesi Felsefe ve Ahlak Bölümü öğretim üyesi filozof Joep Dohmen’in “Birisi Olmak, Şahsiyetin Oluşumu” kitabının, 2022 kasım ayında yayınlanmasıyla, Batı’da yaşam sanatı felsefesi yeniden tartışma konusu oldu. Çünkü, ‘Batı’, Hıristiyanlık, bilim, sosyalizm ve kapitalizm yüzünden yaşam sanatını kaybetti. Teknoloji ve neo-liberal kapitalizmin tartışmasız egemenliği, özellikle gençlerde yaşam felsefesi ve üslubunun kaybolmasına sebep oldu. Batı’da, geçmiş dönemlerde, din ve sosyal yapılar, insanlara bir yaşam yolu gösteriyordu. Günümüzde bunun yerini, bireysel özgürlükler aldı. Modern insan, bir başkasının verdiği kararla hareket etmek istemiyor, ancak kendisi için neyin iyi olduğunu da bilmiyor ve ikilem içerisinde kalıyor. Gençler, içinde bulundukları neo-liberal kapitalist sisteme iyi yetişmeden, yani şahsiyetleri oluşmadan giriyorlar. Bunun için sisteme karşı bir eleştiri mekanizması da geliştiremiyorlar. Gençler, otuz beş yaşlarına gelince, kendilerini elleri boş, güçsüz ve tereddüt içinde buluyorlar. Bu sunumda, filozof Joep Dohmen’in düşüncelerinden hareketle, insanın kendini bilmesi, toplum içinde sınırlarının farkına varması, disiplinli olması, yaşamı daha anlamlı kılması, egoist olmaması, yani bir yaşam sanatı geliştirmesi üzerinde durulacaktır.”

Veyis Güngör, Hollandalı filozof Joep Dohmen’in kimliği ve fikirlerini içeren konuşmasını şöyle sürdürdü:

Afbeelding met tekst, binnen Automatisch gegenereerde beschrijving

Joep Dohmen kimdir?

Dohmen, 1949 yılında Alman Nazi kamplarından kurtulan bir köle babanın ve gün ışığı görmemiş Hollandalı bir rahibenin oğlu olarak dünyaya gelir. Dönemin gençlik akımları içinde, özgürlük namına rezilliğin diz boyu olduğu bir hayat sürer. Utrecht, Berlin ve Leuven Üniversiteleri’nde felsefe eğitimi alır. 1992 yılında yayın hayatına başlayan Felsefe Dergisi’nin kuruluşu ve yardımcı yayın yönetmeni olur. 1994 yılında, ‘Nietzsche’nin doğası’ konulu çalışmasıyla doktorasını verir. 1998 yılından itibaren Utrecht Hümanist Üniversitesi’nde ders veren Dohmen, 2002 yılında ‘Yaşama sanatı antolojisi” ve 2014 yılında da “İyi yaşam üzerine büyük filozoflar” konulu kitaplarını yayınlar.

Dohmen kendini şöyle tarif ediyor:

“İkinci Dünya Savaşı sonrası bir kuşağa ait birisi olarak, güya özgürlük, eşitlik, emansipasyon adına savaştık, ancak karşı olduğumuz ekonomik sisteme ve gelişen refah için bir tohum olmaktan ileri gidemedik. Sınırsız eğitim imkânları, doyumsuz cinsellik, müzik, esrar ve eroin deneyimlerinden sonra, salak uyuşuk hedonistler haline geldiğimizi’ gördük diyor.

Bir yaşam sanatı ve stili geliştirmeyi, kendimi araştırmayı, Alman düşünür Nietzsche’yi tanıdıktan sonra başladım.”

Dohmen’in felsefi düşüncesi

Hümanist Joep Dohmen’in felsefi düşüncesinin ana çıkış noktasını, kişisel gelişim ve bir varoluş ahlâkı ve yaşama sanatının geliştirilmesi oluşturur.

Dohmen’in bu varoluş ahlâkı teorisinin üç uygulama alanı şunlardır:

– Gençlerin ahlâki eğitimi,

– Yaşlanma sanatı,

– Ahlâki liderlik.

Varoluş ahlâkında ele alınan temel temalar/konular başlıca şunlardır: Özerklik, otantiklik, erdemlilik, mutluluk, tutum, karakter, motivasyon, zaman ve hızlanma, negatif ve pozitif özgürlük, kendini gerçekleştirme, kişisel bakım ve anlamlandırma.

Liberalizmin ortaya koyduğu, özerk/otonom ve kendi kaderini tayin eden birey fikrine karşı çıkan Dohmen, liberalizmin insanları bağımsız ve dokunulmaz olarak tasvir ettiğini düşünüyor. Liberalizmin bu yaklaşımının insanları izole eden, yalnızlaştıran bir mit olduğunu belirtirken, diğer taraftan, insan hayatına çok fazla müdahale eden paternalizme karşı çıkıyor.
Otantik birey, yaşadığı ortamdan bağımsız olamadığı gibi, aynı zamanda, kendini gerçekleştirecek, kendisi olacak bir alana ihtiyaç duyar.
Muhafazakârların, ‘Otantik birey eninde sonunda egoist veya narsist olur’ görüşünü ret eden Dohmen, bireyin kendisi olması hali, aynı zamanda toplum için sorumluluğu da beraberinde getirdiğini savunmaktadır.

İnsan kayıtsız kalamaz
İnsanın kayıtsız, sorumsuz olamayacağını, bunun için bir yaşama sanatı modeli ve örneği geliştirdiğini, örneğin günümüzde var olan pozitif düşünme, öz yönetim, kendi kendini yönetme, hedonizm, zenBudizm ve new age gibi hareketlerin, dominant yaşam tarzı neo-liberalizme bir alternatif oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Bu popüler yaşam şekilleri, ‘hayatı daha yaşanılabilir’ iddiasını sahiplenir.

Kişinin kendini bilmesi

Yaşama sanatı aynı zamanda, kişinin kendini bilmesi, tanıması ve bu yönde gayret sarf etmesiyle mümkündür. Bunun gerçekleşmesi için Dohmen, beş teknik önermektedir.
Bunların başında, kişinin kendi hakkında bilgiye sahip olması gelmektedir.
İkincisi, bu bilgiyi kişinin yaşamında uygulaması ve davranışlara yansıtmasıdır.
Üçüncü olarak, kişinin kendi değeri üzerinde çalışmasıdır.
‘Bu hayattan ne bekliyorum?’ sorusunun cevabını bulmalıdır.
Son iki teknik ise, zamanlama ve toplumsal şuura ermektir.

Dostluk
Dostluk, yaşam sanatının olmazsa olmazıdır. İnsanın, dertlerini, sevinçlerini, tecrübelerini, yaşadıklarını anlatacağı, paylaşacağı dostları olmalıdır. Kişinin, şuurlu, amaçlı, dolu dolu bir hayat yaşaması, gelecekten ümit var olması, etrafındaki dostlarla ilişkilerine bağlıdır. Dostluğu, kişinin kendisinde bulamayacağı ahlâki bilgiyi, başarılı bir hayat yaşanması temin eder.

Özgürlük

Özgürlük, ana bir sorundur. İç huzuru olmayanlar, dayanışmayı ve adaleti kaybederler. İşte bu tür insanlar, daha çok kendileriyle uğraşırlar. Bir yaşam sanatına sahip olmak ya da insanın kendini idare etme yeteneğini geliştirmesi, ‘egoizm ya da yaşamlarında başkalarına yer vermemek olarak’ yorumlanır. Bu tamamen yanlış bir bakış açısıdır. Burada, olumlu ve olumsuz özgürlüğü ayırt etmemiz gerekiyor.
Olumsuz özgürlük, başkalarının kendisine karışmamasını önceler. Ancak, yaşam sanatı, olumlu özgürlüğün gelişmesini sağlar. Beraberinde iç huzuru, barışı getirir. Ne ve kim olduğunu, ne istediğini bilirsin. Böyle bir mekanizmanın geliştirilmesi için, başkalarına ihtiyacın var. İç huzuru yakalamışsan, kendi dışındakilerle daha iyi ilişkilere girebilirsin.

En önemlisi, kendi yaşamının aktörü olabilmektir. Alman düşünür ve doktora yaptığım Nietzsche de böyle düşünüyor.
Elde ettiğimiz hiyerarşik değerler üzerine, kendimiz için bir duruş geliştirmemiz gerekmektedir.

Dohmen’in son kitabı: Birisi Olmak
Akış halinde olan bir hayatın içindeyiz. Etrafımızda bir çok şeyden etkileniyoruz ki, farklı seçenekler de var. O kadar ses var ve sürekli bir bilgi akışına muhatap oluyoruz. Bütün bunların içinde, nasıl kendimiz olabiliriz? İsteklerimizi, hissettiklerimizi nasıl araştırabilir, neler istediğimizi nasıl keşfedebiliriz?
Geçtiğimiz dönemlerde, kendi hakimiyetimizi kaybettik. Bunu yeniden elde etmeliyiz. Şartlar ne kadar olumsuz ve zor olursa olsun, hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, nasıl yaşamamız gerektiğini öğrenebiliriz. Karşılıklı, birbirimize değer vererek, farklılıklarımızı zenginlik sayarak, yeniden daha anlamlı ve dolu dolu bir hayat geliştirebiliriz.

Joep Dohmen, son kitabının birinci bölümünde, günümüzdeki yabancılaşma, varoluş belirsizliği ve doyumsuzluğu tartışmaya açıyor.

İkinci bölümde, Sokrates’ten Nussbaum’a kadar, filozofların, form, şekil, terbiye, yetişme kavramlarına nasıl eğildiklerini anlatıyor.

Üçüncü bölümde ise, genellikle düşünür Foucault’un eleştirel bir takipçisi ve kendi görüşü olarak pedagojideki çıkmazların giderilmesini ele alıyor.

Kitapta, varoluş ahlakı, insanın kendisi hakkında bir bakış açısı geliştirme, motivasyon, kendini bilmeden kendin olamama, öz disiplin, başkalarının çıkarı, yetişme ve içinde bulunulan zaman, ölüm, hayatın bir seyahat olması gibi konular işlenerek, örnek bir yaşam teklifi denemesi yapılıyor.

Kitabın mesajı, tek kelimeyle, ey insan, ey ademoğlu “İradeni kendi eline al”.

Gençlik, şahsiyet ve kapitalizm
“Ne yazık ki, ‘Batı’ olarak, Hıristiyanlık, bilim, sosyalizm ve kapitalizm yüzünden, yaşam sanatımızı ve üslubunu kaybettik. Bu dünyada ânı yaşamayı telkin etmeyen Hıristiyanlığa karşıyım. Bilimi, bir yardım aracı olarak kabul ediyorum. Solcuları, adalete ilgi duydukları için sempatik buluyorum. Ancak, programlarında şahsi sorumluluğa yer vermedikleri için tehlikeli buluyorum. Sağcılara karşıyım. Bir çoğu kalpsiz, merhametsiz ve vicdandan yoksun.”

Yukarıdaki satırların yazarı, Utrecht Hümanist Üniversitesi Felsefe ve Ahlak Bölümü öğretim üyesi filozof Joep Dohmen. Böyle aykırı ve geleneğe isyan etmiş bir filozof olan Dohmen’in son kitabı kasım (2022) ayında yayımlandı.
“Birisi Olmak, Şahsiyetin Oluşumu”
başlığını taşıyan kitap 816 sayfadan oluşuyor. Uzun zamandır beklenen kitap, Hollanda basınında büyük ilgi gördü. Kitabın tanıtımı çerçevesinde yazarla çeşitli söyleşiler yapıldı.

Filozof Joep Dohmen ile yapılan söyleşilerde öne çıkan bazı görüşleri aşağıdaki şekildedir:

Filozof Dolmen, Batı toplumlarında işlerin iyi gitmediğine inanıyor.
Dohmen’e göre, geçmişte, dini ve sosyal yapılar, insanı iyi bir yaşam yoluna yönlendirirdi. Günümüzde ise bu kurumlar yerini bireysel özgürlüklere terk etti. Modern insan, bir başkasının verdiği kararlar doğrultusunda yaşamak istemiyor. Ancak, kendisi için neyin iyi olduğunu da bilmiyor. Bir ikilem, bir çıkmaz içinde.

Gençler, pazar ekonomisinin ve teknolojinin egemen olduğu, neo-liberal kapitalist sisteme iyi yetişmeden, hazırlanmadan yani şahsiyetleri oluşmadan giriyorlar. Böyle olunca, bir çok genç, sisteme karşı eleştiri mekanizmalarını geliştiremiyor. Yıllarca piyasanın kendilerine empoze ettiği değerlerle yetişiyorlar. Gençlerin, otuz beş yaşlarına gelince, kendilerini elleri boş, güçsüz ve tereddüt içinde bulduklarını belirtiyor filozof Dohmen.

Gençlerin bu hale düşmesi, geçen yüzyılın yarısından sonra verilmeye başlanan, romantik ve anti-patarnalist ‘özgürlük-mutluluktur’ yetişme felsefesinden kaynaklanmaktadır. Dolmen’nin analizi ise şöyle: “Ebeveynler artık çocuklarının kaprislerine ve isteklerine direnme yetkisine sahip değiller. Oysa, bu çok önemli ve zorunludur. Zira çocuklar ve gençler henüz kişiliklerini kazanmadıkları için, yönlendirilmeye ve disipline ihtiyaçları vardır. Bu çerçevede, Fransız hükümeti, okullarda akıllı telefonları yasaklamıştır. Bu davranış, ailelerin piyasa ve teknolojinin insanı kıskaca almasına karşı, tekrar çocuklarının yanında olduklarının bir ifadesidir.”

Dohmen felsefesi öğretisine göre, insan kendini tanımalı, neleri yapıp neleri yapmayacağını bilmeli, toplum içinde insanlarla ilişkilerinde kendi sınırlarını tanıması gerekmektedir. Zira kendi kendinin farkında olmayanlar, başkaları tarafından yönlendirilmeye müsait olurlar. Bunun için, insan öncelikle kendine karşı dürüst olmalıdır.

Joep Dohmen kitabında, klasik bir vizyondan hareketle, felsefeyi kişisel bir şekillenme süreci, bir varoluş eğitimi olarak değerlendiriyor. Buna göre şahsiyetin geliştirilmesi, şekillenmesi ve oluşması ana düşüncedir. Kişinin kendini bilmesi ve disiplinli olması, hayata daha anlamlı bağlanmasını beraberinde getirir. İnsanın ‘kendisi’ olması, ‘birisi’ olması ‘egoist’ olmaması, otantik ve başkalarının da farkında olmasıdır.

Hepimiz, birisiyle konuşmaya başlarken, ‘nasılsın, iyi misin’ sorusunu sorarız. Konuştuğumuz kişi de, ‘iyiyim, şükürler olsun’ cevabını verir. İnsanlar, genel olarak cevaplarını kendi sağlık durumlarına göre verirler. Ama, sorunun temelinde, insanın doğru yolda olup olmadığı, kendisi olup olmadığı, varoluş istikametinde olup olmadığı kastedilmektedir. Bu soruya hakkıyla cevap verilmesi, ancak şahsiyetin gelişmesi, geliştirilmesiyle mümkündür.

Kısacası, insanın bir yaşam felsefesine sahip olması ve bu yönde şahsiyetini geliştirmesi, ilişkilerini tayin etmesi, kendisi olması, toplum içinde sınırlarını bilmesi, bu şuura sahip olması gerekmektedir. Günümüzde, yaşamı bir sanat gibi gören ve yaşayan, daha estetik bir yaşam üslubu geliştiren, şahsiyeti gelişmiş güçlü bireylere ihtiyaç duyulmaktadır.”

Oturum başkanının, Veyis Güngör’ün bu konuşmasından sonra, “Dünya insanlığının sorunlarına dikkat çeken olağanüstü muhteşem bir konuşma” demesi alkışlandı.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungor.jpg

İlhan KARAÇAY, Hollanda’da bir fenomen olan Veyis Güngör ile konuştu

* UETD Hollanda başkanlığını devrettikten sonra inzivaya çekildiği sanılan Veyis Güngör, ‘Etkinliklerimin en etkilileri asıl şimdi başlıyor’ diyor.

* Hollanda’da etkinlik yapma rekorlarını ekarte etmekte olan Veyis Güngör’ün, bundan sonraki ilk etkinliği ‘Mesnevi’yi okuma öğretisi’ olacak

* 25 yılda tam 101 eser yayınlayan Güngör, dünyanın dört bir yanında yapılan konferans ve seminerlere de imza attı

O’nu çok başarılı bir öğrenci olarak tanımıştım. Yeni GÜNAYDIN gazetesini yönetirken, Hollanda’da yetişmekte olan Türk gençleri için bir kompozisyon yarışması düzenlemiştik. Birinciliği O genç kazanmıştı. O gencin adı Veyis Güngör’dü. Amsterdam Hilton Oteli’nde yapmış olduğumuz ödül töreni, ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf’ta yarım sayfalık bir haber olmuştu.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/1989yilinda-DeTelegraaf.jpg

O’nu çok başarılı bir öğrenci olarak tanımıştım. Yeni GÜNAYDIN gazetesini yönetirken, Hollanda’da yetişmekte olan Türk gençleri için bir kompozisyon yarışması düzenlemiştik. Birinciliği O genç kazanmıştı. O gencin adı Veyis Güngör’dü. Amsterdam Hilton Oteli’nde yapmış olduğumuz ödül töreni, ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf’ta yarım sayfalık bir haber olmuştu.

Hollanda’da etkinlik yapmaya öğrencilik yıllarında başlamıştı Veyis Güngör. Ama isterseniz daha öncelere gidelim ve soralım kendisine:

– Hollanda’daki renkli yaşamınızdan önce, tabii ki bir Türkiye yaşamınız vardı. Bize Türkiye yaşamınızdan söz eder misiniz?

– ”Memnuniyetle. 1962 yılında Anadolu’nun Toroslar’a yaslanmış bir kasabasında dünyaya gelmişim. O kasabanın adı Akören (Konya). Babam o zaman çiftçilikle uğraşırmış. Henüz ilkokula başlamamıştım. Bir gün, babamın elimden tutup kasabanın kalabalık caddesindeki esnafları ziyaret ettiğini ve ‘Allahaısmarladık’ dediğini hatırlıyorum. Sonraki yıllarda anlıyorum ki, babam Avrupa’ya, Hollanda’ya gidiyormuş. Ailenin en büyük erkek çocuğu olarak kasabada ilk ve orta okul, şehirde liseyi bitirdim. Çocukluğumdam beri insanlarla iç içe olmaya ve sosyal olaylara ilgi duymama rağmen, beni bir an önce bir meslek öğrensin diye sanat okuluna kayıt ettirdiler. Liseyi bitirdikten tam bir yıl sonra, yani 1980’nin ağustos ayında aile birleşimi çerçevesinde Hollanda’ya göç ettik. Altı aylık bir lisan kursundan sonra iş aramaya başladım. Amsterdam Belediyesi’nde tam bir yıl çalıştım. Bu süre içinde okuduğum ve çok etkilendiğim Taha Akyol’un `Tarihten Geleceğe` kitabı bana farklı bir gelecek perspektifi tayin etmeme vesile oldu. Bu çerçevede rahmetli Erol Güngör başta olmak üzere, Mümtaz Turhan, Hilmi Ziya Ülken, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Mehmet Kaplan, Necip Fazıl Kısakürek gibi fikir ve düşünce adamlarıyla tanışmayla birlikte, özellikle sosyoloji merakı hasıl oldu bende. Sosyolojinin kurucusu Ibn-i Haldun’u yine bu kitap sayesinde öğrendim.
Bu heyecanla 1984 yılında Amsterdam Üniversitesi Pedagoji Bilimleri Fakültesinde öğrenime başladım. Pedagoji’nin ne kadar zor ve çetrefilli bir bilim dalı olduğuna kanaat getirdim. Bunun yanısıra aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesinde Orta Doğu Tarihi ek programını takip ettim. Üçüncü Dünya kavramı ve dünya üzerindeki özellikle Orta Doğu’daki azınlıklar başta olmak üzere, 20’nci yüzyıla mührünü vuran ideolojileri (Hitler Almanyasını, Mussolini İtalyasını, Lenin-Stalin Rusyasını) ve Batı düşünce akımlarını (Liberalizm, Sosyalizm, Nasyonal Sosyalizm, Hümanizm vs.) yakından öğrenme imkânı buldum. Üniversite son sınıfta Erasmus Değişim Programı çerçevesinde Preston (İngiltere) da Etnik Azınlıklar Politikaları üzerine de eğitim aldım. 1990 yılında Amsterdam Üniversitesi Pedagoji Fakültesinden lisans (master) alarak mezun oldum. Aynı fakültede (1991-1992) eğitim yılında yabancı öğrenciler danışmanı olarak görev yaptım. Bu yıllarda Hollanda Diyanet Vakfında Hollandaca ve Türkçe olarak “Arayış ve İslam” dergisini çıkardım. Part time olarak Cordaid (Kalkınma İşbirliği Ajansı) kurumunun Orta Avrupa-Doğu masasında proje görevlisi olarak çalıştım. Haftanın geri kalan günlerini ve özellikle her akşam en az üç saatimi sosyal, kültürel, bilimsel etkinlikler ve çalışmalara ayırdım. DÜNYA Gazetesi, Haber  ve HaberA dijital gazetede, genellikle Hollanda’daki insanlarımızın sorun ve faaliyetleri ile ilgili yazılar yazmaktayım. Evliyim ve iki çocuk babasıyım.”

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/Turkevi-Yayinlari.jpg
– Sayın Güngör sosyal, kültürel, bilimsel etkinlikler ve çalışmaları biraz açalım

– ”Hay hay!.. Yukarıda insanlara ve sosyal olaylara ilgimdem bahsetmiştim. Küçük yaşlardan beri, sanki kaos içinde olan etrafımı düzenleme, örgütleme, organize etme gibi bir his var içimde. Daha yedi, sekiz yaşlarında, aklımız henüz siyasete ermezken, mahallenin çocuklarını biraraya toplar ve grup oluştururdum. Hiç unutmam mahallede oluşturduğumuz Beşiktaşlılar grubuyla tüm mahalledeki evlerin kapılarına, duvarlarına BJK ibarelerini yazmıştık bir akşam vakti. Sonraki yıllar malum… Memleket kurtarma…
Bu haleti ruhiye içinde sosyal, kültürel ve diğer etkinliklerimiz Amsterdam Üniversitesinde oluşturduğumuz ‘Gençlik Komitesi’yle devam etmiştir. Artık misyonumuz, Hollanda’da Türk kültürünün kurumlaşması sürecinde gerek üniversite bünyesinde, gerek ülke düzeyinde sosyal ve kültürel etkinliklerde bulunmaktır. 1990’lı yıllara yaklaştığımızda, sosyal bilimlerde öğrenmiş olduğumuz bazı metodları mensup olduğumuz insanların hizmetinde kullanmak olmuştur o yıllardan günümüze amacımız. Mesela üniversitede okurken kurmuş olduğumuz  Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı, Hollanda’da oluşmakta olan kültürümüze sayısız Hollandaca ve Türkçe kitap kazandırmıştır. Devamında kurduğumuz Amsterdam Türkevi Derneği, Hollanda tarihinde ilk defa ata sporumuz yağlı güreşleri organize ederek bu kültür değerimizin Hollanda’da tanınması ve gençlerimiz tarafından benimsenmesine sebep olmuştur. Türkevi Derneği’nin etkinlikleri sadece Holanda’yla sınırlı olmayıp, Türkiye başta olmak üzere Balkanlar, Orta Asya ve Afrika ülkelerinde de onlarca kalkınma işbirliği projelerin gerçekleşmesine vesile olmuştur. Bir zamanlar Prizren’de yayın yapmakta olan Yeni Dönem Radyosu, Üsküp’te yayınlanmakta olan „Yeni Balkan“ gazetesi, Kişinov’da yayınlanan „Ana Sözü’’ hemen aklıma gelenler arasında.
Bunların yasıra, on yıl önce yani Hollanda Türk göçünün 40. yılında ;
Araştırma dalında: “Hollanda Güncesi“, Dr. Kadir Canatan`, “40 Yıl, 40 İnsan ve 40 Öykü“, Yavuz Nufel ve “Rembrandt’tan van Gogh’a“, Emel Ertop.
Edebiyat dalında: “Göçmen İşçiler Ağıdı“, Nuri Can, “Gurbetten Sılaya“, Aşık Çağlari, “Nevbahar“, Hüseyin Kerim Ece ve “Derdaniden Deyisler“, Ali Karaahmet ait kitaplar yayınladık.
Belgesel film dalında:Olie Worstelen/Yağlı Güreşler, Mehter in Holland/Hollanda’da Mehter, Tolerant Islam: MEVLANA / Hoşgörü – İslam: Mevlana ve Maria in de Qoran / Kur’an da Hz. Meryem konulu filmlerin Hollandaca baskısını yaparak piyasaya sunduk.
İşte bu tür etkinliklerimiz Sakarya Üniversitesi Sosyoloji bölümünde doktora tezi olmuş ve tez kitap olarak yayınlanmıştır.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungor-RabiaKadir-AkifGulle.jpgVeyis Güngör, Doğu Türkistanlı Uygurlar’ın özgürlük savaşçısı Rabia Kadir’i de Hollanda’da ağırladı ve Hollandalı devlet yöneticileri ile tanıştırdı.

– Peki, son on yıl bu çalışmaların yanısıra lobi faaliyeleri de diyebileceğimiz siyasi katılım, Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri analanlarında da etkin oldunuz. Bu dönemi kısaca değerlendirir misin?

– “Son sekiz, on yılda, sizin de ifade ettiğiniz gibi, yürüyen faaliyelerin yanısıra, özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği süreci başta olmak üzere, içinde yaşadığımız ülkede insanımızın siyasi katılım alanında etkin olması yönünde gayret sarfettik. Bu etkinliklerimizi kısa adı UETD olan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği Hollanda şubesi olarak icra ettik.  Bilindiği üzere, Türkiye – AB ilişkileri özellikle 2003’ten başlayarak sonraki yıllarda çok ciddi bir ivme kazandı. Türkiye’ye aidiyet duyan bireyler ve yöneticisi oldiğumuz kurumlar olarak bu süreçte pasif kalamazdık. Çünkü heyecanlanıyorduk. Avrupa Birliği değerlerinin, yani insan hakları, demokrasi, sivil toplum, düşünce özgürlüğü yani insanca yaşama değerlerinin ülkemize hakim olması, bu yönde bir çok adımlar atılması bizi heyecanlandırıyor hatta gururlandırıyordu. İşte biz de bu süreçte üzerimize düşen görevi yapmaya gayret ettik. Örneğin, Konya demokrasi okulu projesi, Antalya’da Filistinli yazar ve gazetecilerle sivil toplum çalıştayı, Hollanda Hükümeti Bilimsel Danışma Kurulunun “Türkiye, İslam ve Avrupa Birliği” raporunun tercümesi ve kitap olarak yayınlanması, Türkiye – AB ilişkilerinde Avrupalı Türk Sivil toplum kuruluşlarının rolü, gibi bir çok çalışma bu çerçevede olmuştur. Siyasi çalışmalarımız elbette bunlarla sınırlı kalmayıp, Hollanda’daki siyasi partiler, sendikalar ve Hollandalı sivil toplum kuruluşlarıyla ortak yaptığımız bir çok program da, Hollanda’daki insanımızın siyasi bilincinin yükselmesini amaçlamıştır. Bunlara ilaveten,  aynı çerçevede Balkanlarda, örneğin Kosova’da sivil toplum ve demokrasi okulu, Ohri’de Avrasya Sivil Toplum Forumu projelerimiz de Türk ve Akraba topluluklarda biraz önce bahsettiğim insani değerlerin yayılması ve yerleşmesi yönündeki uğraşlarımız olmuştur. Ve sekiz yıl süren bu yorucu, yoğun ama onurlu çalışma sonunda, geçtiğimiz aylarda UETD Hollanda görevini yeni arkadaşlara devretmiş oldum. Şu anda geride bıraktığımız 8 yılın bir değerlendirmesi mahiyetinde bir kitap çalışmasıyla meşgulüm”.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungor-UETDveTurkeviBaskani.jpgVeyis Güngör, dünyanmın dört bir yanından davetlilerin katıldığı ‘Süreli Yayınlar Sempozyumu’ adı altındaki toplantıları yıllarca organize etti. Türkçe yayın yapan insanlar bu sempozyumlara yığınlar halinde katıldılar.

– Yeni kitap çalışmanızın adı ne olacak? İçeriği hakkında bilgi verir misiniz?

– ‘Üzerinde çalıştığım ve yaz tatilinden önce yayınlamayı planladığım kitabın adı: UETD Hollada’nın Altın Yılları 2005 – 2013.
Adından da anlaşılacağı üzere, kitap bizim son sekiz, dokuz yılımızı anlatan daha çok siyasi açıklamalarımızın yer aldığı, bir tür siyasi tarih kitabı olacak. Kitap üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, UETD’de göreve geldiğimiz tarihten itibaren yayınlamış olduğumuz bildiriler ve faaliyetlerimizin bültenlerinden oluşmakta. İkinci bölüm UETD ve çalışmaları ile ilgili köşe yazılarından oluşmakta. Bu bölümde Prof. Dr. Talip Küçükcan, Yavuz Nufel, Ali Çimen, Ali Kılıçarslan, Cengiz Özdemir, İlhan Karacay, İbrahim Karaman gibi gazeteci ve yazarların yanısıra, benim ve Ahmet Suat Arı’nın UETD ve çalışmaları ile ilgili yazılarına yer verilmekte. Üçüncü bölüm ise, gazte küpürlerinden oluşan, basın kesitlerine yer verilmekte. Kitap tarihe düşülen bir not olarak da yorumlanabilir. Türkevi Yayınları arasında çıkacak olan kitap orta boy olup 1000 sayfadan oluşacak”.

– Tam da bu noktada size sormak istediğim UETD başkanlığı meselesi var. Başkanlığı devretmeyle ilgili bazı spekülasyonlar dolaşıyor. Birinci elden olayı anlatır mısınız?

– Siz de çok iyi bilirsiniz ki, Hollanda’da bir gelenek var. İnsanlar bir işte, bir görevde onlarca yıl kalmazlar. Bir iki dönem sonra kendileri yaptıkları işi, üstlendikleri görevi bir başkasına devrederler. Bu devretme hem kişiler hem kurumlar için bir yenilenmedir. Kan değişimidir. Buradan hareketle biz de, arkadaşlarımla birlikte 8 yılı aşan bir süreyle UETD Hollanda yöneticiliği yaptık. Bu gelenekten hareketle, tam bir yıl önce yönetim kurulumuzun aldığı karar gereği devir teslim çalışmaları başladı ve yeni arkadaşlarımıza devrettik. Bunun yanısıra, biz görevi devretme hazırlığı sürecindeyken, UETD teşkilatında genel anlamda bir de konsept değişikliğine gidildi. Lobi merkezli bir teşkilatttan, taban ağırlıklı bir hizmet anlayışı gelişti. Ben ve arkadaşlarım bu değişikliği saygıyla karşıladı. Belki etrafta dolaşan spekülasyonlar bu çerçevededir. Şunun bilinmesinde fayda var. 25 yılı aşan bir süredir Hollanda merkezli, Türkiye, Balkanlar hatta zaman zaman Orta Doğu ve Afrika’yı da içine alan bir sivil toplum hizmetimiz var. Bu çalışmaların merkezi, varoluş felsefemize uygun, Anadolu’da bin yıldır oluşturduğumuz medeniyet anlayışımızla milletimize ve insanlığa hizmet etmektir. Biz hangi kurumda olursak olalım, dünya görüşümüz ve duruşumuz hep aynı oldu, bundan sonra da değişmeyecek. Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-i Veli, Evliya Çelebi ve bunların ortaya koydukları misyon bizim ilham kaynağımızdır. Bu anlayışımız UETD Hollanda döneminden önce de, UETD döneminde de ve yarınlarda da sürecektir”.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungorveIlhanKaracayTHY.jpgVeyis Güngör, 25 şubat 2009’da Amsterdam’da düşen THY uçağında can verenlerin anısına dikilen anıtın açılışına da katkıda bulundu. Fotoğrafta Veyis Gungor ve  İlhan Karaçay anıt  önünde görülüyorlar.

 Anlaşıldığı kadarıyla, bu faaliyetleriniz bundan sonra da devam edecek. Bu faaliyetleriniz Türkevi Araştırmalar Merkezi adı altında mı yapılacak? Bu kuruluş hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?

– ”Memnuniyetle. Türkevi Araştırmalar Merkezi’ni (TAM), sosyolog Talip Küçükcan beyle birlikte, bilimsel araştırmalar yürütmek, stratejik analizler yapmak, bilim, siyaset ve medya dünyası ile kamuoyuna tarafsız ve doğru bilgiler vermek amacıyla 2004 yılında kurduk.  TAM’ın, eğitim ve insan kalitesinin giderek yükseldiği yeni bin yılda doğru ve güvenilir bilgi üretimine katkıda bulunmayı amaçlayan bağımsız bir bilimsel araştırma merkezi olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.
TAM, Hollanda ve Avrupa’da yaşayan Türkler’in sorunlarına sürdürülebilir çözümler üretmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, Avrupa değerlerinin Türkiye’de, Türk kültür ve uygarlık birikiminin ise Avrupa ülkelerinde tanıtılmasını sağlayarak Türkiye-Avrupa Birligi ilişkilerine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Bu amaca yönelik olarak TAM, Avrupa’daki eğitim, araştırma, düşünce kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile ortak çalışmalar yürüterek doğru ve nitelikli bilginin üretilmesine imkan sağlamakta, ulusal ve uluslararası bilimsel araştırma projelerini desteklemekte ve üretilen bilginin daha geniş kitlelere ulaştırılması için yayın, sempozyum ve konferans faaliyetlerinde bulunmakta ve yetkin bilim adamları yetiştirilmesi için imkânlar sağlayarak nitelikli insan gücüne katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. TAM, başta Hollanda olmak üzere Avrupa ve Türkiye’deki siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeleri bilimsel yöntemlerle izleyerek bilim adamı, yöneticiler ve medya için bilgi birikimi sağlamayı amaçlamaktadır.

Hollanda’da on üç yıldır kapsamlı etkinlikler sürdüren Türkevi Derneği’nin bir üst kuruluşu olarak etkinliklerine başlayan TAM bilimsel araştırma projeleri yanında Hollanda başta olmak üzere Avrupa’daki Türk toplumu, Türkiye-AB ilişkileri, Türk kültürü ve uygarlığı hakkında uluslararası araştırma, yayın, sempozyum ve konferans etkinliklerinde bulunacaktır. TAM, bilimsel ve nitelikli bilgi üretilmesine katkıda bulunmak amacıyla  araştırmacı yetiştirecek, araştırma kütüphanesi ve dokümantasyon ünitesi kuracak, ihtiyaç duyulan konularda kamuoyunu aydınlatacak görüşler hazırlayacaktır.”

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungorBasbakanBalkenendeye.jpgVeyis Güngör eski Başbakan Balkenende’ye Hz Meryem DVD Belgeselini veriyor.

BUNDAN SONRA YAPILACAKLAR

– Peki, bundan sonra Türkevi Araştırmalar Merkezi olarak yapacağınız etkinlikler konusunda bilgi verir misiniz?

-” İsterseniz önce yayınlarımızda söz edeyim: Bildiğiniz gibi Mesnevi’yi uzun ve yorucu bir çalışmadan sonra Hollandacaya tercüme ettik ve yayınladık. Bu yıl ikinci başkısını gerçekleştirdik. İkinci baskısında altı cild bir arada, büyük boy tek kitap olarak yayınladık.

Diğer taraftan, Anadolu Evliyaların Piri olan, Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi’nin hayatını, görüşlerini, Türklerin Orta Asya’dan yayılmalarını konu alan ‘Ahmet Yesevi’ kitabını Hollandaca olarak yayınladık. Önümüzdeki günlerde organize edeceğimiz “Türk kültüründe Tasavvuf ve Ahmet Yesevi” konulu bir çalıştayla kitabı kamuoyuna ve kitap severlere tanıtacağız.

UNESCO’un dünyada kaybolan diller arasına aldığı Nogayca ‘Akşa Nenem’ adında bir hikaye kitabı yayınladık. Hollanda’da yaşamakta olan Nogayların kurduğu Nogay Vakfıyla birlikte yürüttüğümüz bu proje çerçevesinde, bir de ‘Hollanda’da Nogaylar’ belgeselini hazırladık. Ankara’da ve Amsterdam’da organize edilecek programlarla bu kitap ve belgeselin tanıtımı yapılacak.

Bu arada, benimle son yirmibeş yılda yapılan ve çeşitli gazetelerde yayınlanan Avrupa’da Anadolu kitabımın Amsterdam’da bir tanıtım programı olacak.

Hollandalı yazar Mohamed El Fers’in hazırladığı ve Konya Selçuklu Belediyesiyle ortaklaşa yayınladığımız ‘13’üncü Yüzyıl Konyası’na Seyahat’ adlı kitabın tanıtımı Mayıs ayında Konya’da yapılacak.

Yayın faaliyetlerimizin yanısıra önümüzdeki dönemde yapacaklarımız ise gerçekten çok önemli.  İlk etapta Mesnevi’nin nasıl okunacağına dair bir kurs-öğreti planladık. Mart ayı içinde başlayacak olan 10 bölümlük bur kurs için duyurulara başladık. Büyük bir ilgi göreceğini umuyorum. Yunus Emre, Dede Korkut, Hacı Bektaş Veli programlarımız sırada.
Diğer taraftan, Leonardo Da Vinci projesi çerçevesinde Lahey Büyükelçiliğimizin Basın Müşavirliği, Hollanda Gazeteciler Cemiyeti ve Avrupa Kopmisyonun hazırladığı ‘Yerel Medya AB ile Buluşuyor’ programının bir bölümünde ‘Hollanda’da Türkçe Medya’ konulu bir çalıştay düzenlenecek.

Hollanda’nın kurtuluş yıldönümü 5 mayısta “Özgürlük Yemeği” düzenlecek. Gençlere yönelik olan bu programda özellikle göçmen gençlerin bu konuda görüşlerine yer verilecek.

Mayıs’ın sonunda, her yıl katıldığımız ‘3. Dünya Türk Forumu’ organize edilecek. Türk Dünyası Akil Kişiler toplantısının da yapılacağı Forum’da “Kültür Diplomasisi; Yeni Araçlar ve Modeller”, “Türk-Ermeni ilişkilerine Tarihsel Bakış” ele alınacak.

Hollanda’ya göç’ün 50. Yılı çerçevesinde ise yıl boyu çeşitli faaliyetlerimiz olacak. Bunların başında, 24, 25, 26 Haziran’da Türkiye’den 5o akademisyenin katılacağı uluslararası ‘Göç’ün 50. Yılında Hollanda Türkiye İlişkileri’ konulu bir sempozyum organize edilecek.
Diğer taraftan, ‘Sivil Toplum’da 25. Yıl’ konulu bir belgesel hazırlanacak. Göç çerçevesinde “Üçüncü Nesilden Birinci Nesile Mektuplar” konulu bir ödüllü kompozisyon yarışması organize edilecek.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungorBosnaBasbakaninaDUNYAyigosteriyor.jpgVeyis Güngör Bosna Başbakanına DÜNYA’yı gösteriyor

– Yapmayı planladığınız bu etkinliklerin tamamı ‘Türkevi Araştırmalar Merkezi’ adına mı yapılacak?

-”Evet, bundan sonraki faaliyetlerimizi Türkevi adı altında sürdüreceğiz. Ancak bizim uzun süredir devam ettirdiğimiz ve birikte çalıştığımız partner kuruluşlarımızda bazı faaliyetlerde görev alacaklar.”

– Yurttaşlarımız için son olarak söylemek istedikleriniz var mı?

-” Tabii ki var. İnsanımıza hizmet sadece bir çatı altında yapılmaz. Ben UETD’ye başkan olmadan önce de milletimiz ve insanlık için etkinlkler yapıyordum. 25 yılda 101 eser yayınladım. Şimdi, çok değer verdiğim arkadaşlarımla birlikte Türkevi çatısı altıında hizmetlerimizi sürdüreceğiz.”

-Size yeni görevlerinizde başarılar diliyoruz.

-” Ben de sizlere teşekkür ediyorum. Milletimizin her türlü sorunları ile ilgilenmeye devam edeceğimi de sizin kanalınızla duyurmuş olayım.”

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungorKibrissempozyumunda.jpg
Veyis Güngör Kıbrıs sempozyumunda.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungorOrkesNurMuhammetDeletiile.jpg
Veyis Güngör,Pekin’de öğrenci hareketini başlatan Orkes Nur Muhammet Deleti ile.

https://app.budgetmailer.com/userimages/6698/Veyis%20Gungor/VeyisGungorveKosovaCevreBakaniMahirYagcilar.jpg
Veyis Güngör ve Kosova Çevre Bakanı Mahir Yağcılar

                        www.ilhankaracay.com

 

ÇAĞ DEĞİŞTİKÇE GELENEKLER VE FORMALİTELER DE DEĞİŞİYOR: HOLLANDA’DA 4 DİPLOMATIMIZA VEDA JESTLERİ ÇOK RENKLİ OLUYOR…

ÇAĞ DEĞİŞTİKÇE GELENEKLER VE FORMALİTELER DE DEĞİŞİYOR: HOLLANDA’DA 4 DİPLOMATIMIZA VEDA JESTLERİ ÇOK RENKLİ OLUYOR…

Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli, Amsterdam, Deventer ve Rotterdam Başkonsoloslarımız Engin Arıkan, Tuna Yücel Modrak ve Aytaç Yılmaz için çok sayıda kuruluş veda etkinliği yapıyor.

Alışılmışın dışında, duygulu anların yaşandığı etkinlikler için olumlu düşünenler olduğu gibi, şaşkınlıkla izleyenler de var.

Birileri ‘Ahde vefa’ untulmamalı derken, diğerleri de ‘Boy boy fotoğrafta görünmektense, sosyal etkinliklerde boy gösterilmeli’ diyor.

17 Büyükelçi ve 33 Başkonsolos içinde sadece dördü ile limonileştik…


İlhan KARAÇAY yazdı:

55 yıldır gazetecilik yaptığım Hollanda’da tam 17 Büyükelçi ve 33 Başkonsolos tanıdım.
Başkonsolosların 16’sı Rotterdam’a, 14’ü Deventer’e ve 3’ü de Amsterdam’a geldiler.
benden önce buraya Büyükelçi ve Başkonsolos olarak atanmış olanlar da bir hayli kalabalık.

Büyükelçiler ve Başkonsoloslar ile iş ve özel ilişkilerim, genellikle çok olumlu geçmiştir. Önemsenmeyecek sayıda diplomatımız ile de, saygı çerçevesi içinde aramız limoni geçmiştir.
Bu konudaki dedikoduları en sonda size aktaracağım ama, şimdi değişen bir geleneği ve formaliteleri anlatmaya çalışacağım.

Hollanda’da görev yapan Büyükelçi ve Başkonsoloslarımız arasında ayrım yapmadan şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ankara’da Dışişleri’nde yetişmiş olan ve yurtdışına gönderilen görevlilerimizin hemen hemen tamamı, üstlendikleri görevleri ve taşıdıkları ünvanları hakkıyla taşımışlardır. Dışişlerinde yetişmiş olmanın kazandırdığı görgü ve kurallar ile, toplumu kucaklayan bu değerler, yabancı misyonlarda da kendilerini kabul ettirmişlerdir.
Velhasıl, her biri pırıl pırıl olan bu bireylerimizin yanında, zıt teşkil edecek birkaç istisna olacaktır elbette…
Ben bu istisnaları size korkmadan anlatacağım.

DEĞİŞEN GELENEK VE FORMALİTELER

Türkiye’de uzun bir süre kaldıktan sonra Hollanda’ya gelen akil bir dostum beni kahve içmeye davet etti. Kahvemizi içerken, her zamanki gibi, ‘Hollanda’da neler oluyor?’ sorusu yerine, ‘Nedir bu başkonsolos veda toplantıları?’ diye bir soru geldi bu akil adamdan.
Böyle bir soruyu hiç beklemiyorudum. Hoş, başkonsolosların vedaları ile ilgili uzunca bir yazı için hazırlık yapıyordum ama ve hatta şahsen ben de veda yazıları istemiş olduğum halde ve bizzat ben de bir başkonsolosumuza veda ziyaretine gittiğim halde, bu veda etkinliklerinin bu kadar çok gerçekleşmiş olmasına hiç dikkat etmemiştim.
Akil dostuma, ‘Yok ya, birkaç kuruluş veda yemeği verdi, o kadar’ demem ile birlikte, aldığım cevap da şaşırtıcı oldu. Zira akil dostum, veda etkinliği yapanların adlarını sıralamaya başladı.
Yapılan etkinliklerin bazıları gözüme çarpmıştı ve hatta bunları bir dosyada toplamıştım. Ama daha sonra Google’da bir arama yaptığım zaman, gerçekten de yapılan veda etkinliklerinin bir hayli fazla olduğuna şahit oldum. Demek ki akil dostum haklıymış.

‘Olsun’ diyeceksiniz değil mi?
Tabii ki olsun. Ahde vefaya önem verilmesi iyi bir gelişmedir. Bu gelişmede rahatsız edici bir durum yoktur. Ama akil arkadaşım bu kez, “Bana birisinden bir mesaj geldi. Hollanda’daki İşverenler Derneği bir toplantı yapmış ve başarılı iş kadınlarına ödüller vermiş. Bunların içinde Türk kadınları da vardı. Bizim sivil toplum kuruluşları ve Başkonsoloslar ile boy boy fotoğraf çekilen beyler, bu toplantıya neden değer vermediler acaba, diyenler oldu” dedi.

Haydaaaa, bakın bu konuna ben de çuvallamışım.

Ama ben yine de ‘olsun’ sözümde duruyorum ve diplomatlarımız için yapılan veda etkinliklerinden bolca söz etmek istiyorum.
Hem de öncelikle, bizzat şahsımın yaptığı bir veda ziyareti ile başlıyorum.

Afbeelding met tekst, persoon, zitten, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Vedaya gittiğim diplomat, Amsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan idi.

Veda fotoğrafımız çekildikten sonra, Arıkan’dan, veda mesajını yazılı olarak vermesini rica ettim.
Arıkan, veda mesajını gideceği son gün göndereceğini söyledi.
Ben kendilerine başarılar dileyerek veda ettikten sonra, bilgisayar karşısında veda etkinliği aramaya başladım. Aramama gerek olmayan bir etkinliği zaten saklıyorum.

Afbeelding met vergaderruimte, eettafel Automatisch gegenereerde beschrijving

Bu etkinlik Sivaslılar Platformu’nun etkinliğiydi.
Ama sıradan bir etkinlik değildi bu…
Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile özellikle Kadın Kolları’nın katılımı ile gerçekleşen veda etkinliğinde yemek de vardı. Hem de Sivas’a özel Hingel yemeği.

Hollanda Sivaslılar Platformu Başkanı İbrahim Çitil, ‘Herkesle samimi dostluklar kurabilen Başkonsolos’ olarak nitelediği Engin Arıkan için şunları söyledi: “Hangi faaliyete katıldıysam orada başkonsolosumuzu gördüm. Amsterdam ve çevresindeki Türk Sivil Toplum Kuruluşlarının sorunlarını kısa sürede çözen ve güler yüzüyle uğurluyan biri olarak tanıdık. Herkese eşit mesafede davrandı. Kendisi çok vefakâr bir insan olarak, vatandaşlarımızın cenazelerinde, düğünlerinde ve mutlu anlarında hep yanlarında oldu.”

Afbeelding met persoon, groep, poseren, bos Automatisch gegenereerde beschrijving

Çitil’den sonra bir konuşma yapan Başkonsolos Arıkan’ın orada söylediklerini değil, bana yazılı olarak gönderdiği veda konuşmasını aktarmak istiyorum. Zira yazılı açıklama hem daha detaylı ve hem de daha duyguluyudu. Diğer Başkonsoloslarımızdan gelecek veda yazılarını beklemeden, onların adına da yazdığı bir konuşma olarak sizlere aktarıyorum. Öyle ya, diğer Başkonsoloslarımız da aşağı yukarı aynı şeyleri ifade etmeye çalışacaklardır:

“Kıymetli Vatandaşlarımız,

Hollanda Türk Toplumunun Değerli Mensupları,

Amsterdam’da 1 Eylül 2018 tarihinden bu yana onur duyarak sürdürdüğüm görevim bugün (30 Kasım 2022) itibarıyla sona ermektedir.

Görev sürem boyunca tüm mesai arkadaşlarımla birlikte toplumumuzu kapsayıcı ve kucaklayıcı bir anlayışla hizmet sunmaya gayret ettik. Önceliğimiz, yeni açılmış olan Başkonsolosluğumuzun sizlere her alanda nitelikli, etkin, hızlı ve güler yüzlü hizmet sunmasını sağlamak oldu.

Görev dönemimin başlarında personel sayımızın azlığı, yaklaşık 160bin vatandaşımızın yaşadığı görev bölgemizde sizlere daha etkin hizmet sunmamızı güçleştirmiş olsa da, Dışişleri Bakanlığımızın kuvvetli desteği sayesinde personel yapımızı sadece nicelik anlamında değil, niteliksel olarak da zaman içinde geliştirdik.

Bugün itibarıyla Başkonsolosluğumuz, ülkemizin 275 dış temsilciliği arasında konsolosluk işlem hacmi bakımından ilk 20 temsilcilik arasında yeralmaktadır. Faaliyete geçişinden kısa süre sonra Başkonsolosluğumuzun bu işlem hacmine ulaşması şüphesiz tüm mesai arkadaşlarımın özverili çalışmaları sayesinde olmuştur. Her birine teşekkürü borç bilirim.

Görev dönemimin yaklaşık yarısı dünyada daha önce eşi görülmemiş COVID-19 pandemisinin etkisi altında geçti. Bu dönemin olağanüstü şartlarında Başkonsolosluğumuzu hiçbir zaman kapatmadık. Her koşulda, tüm mesai arkadaşlarımla birlikte vatandaşlarımızın yanında olmaya gayret gösterdik. Devletimizin gücü sayesinde Amsterdam’dan çok sayıda tahliye seferi düzenledik, ambulans uçaklarla hasta vatandaşlarımızı ülkemize naklettik.

Görev sürem boyunca öncelik verdiğimiz alanlardan biri de tüm paydaşlarımızla yakın temas içinde olmak, Başkonsolosluğumuzun kapılarını tüm vatandaşlarımıza ve sivil toplum kuruluşlarımıza açık tutmak oldu. Bu yaklaşımımızın Hollanda Türk toplumunda da aynı samimiyetle karşılık bulduğunu görmek bana büyük mutluluk vermektedir.

1960’lı yıllardan bu yana Hollanda’ya katkı ve zenginlik sunan toplumumuzun her alanda daha ileriye gitmesi, gençlerimizin ve çocuklarımızın daha nitelikli yetişmesi, Türkçeyi, Hollandacayı ve diğer dilleri en iyi şekilde konuşmaları hedeflerimizin başında yeralmaktadır. Bu alanlarda işbirliği içinde olduğumuz tüm sivil toplum gönüllülerimize ve kuruluşlarımıza teşekkür ederim.

Görevim sırasında yerel makamlarla da yakın temas ve işbirliği içinde olmaya özen gösterdim. Yerel temaslarımızın odak noktasını, görev bölgemizdeki toplumumuzun hak ettiği konuma ulaşması, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığı gibi konularda vatandaşlarımızın, camiler gibi kurumlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın korunması teşkil etti.

Görev sürem boyunca, sivil toplum kuruluşlarımızın, basın mensuplarımızın, iş insanlarımızın ve çeşitli kesimlerden vatandaşlarımızın samimi desteğini her zaman somut biçimde hissettik.

Bu dönemde, Büyükelçimiz Sayın Şaban Dişli’nin tecrübe ve yönlendirmelerinden her zaman istifade ettik. Sayın Rotterdam ve Deventer Başkonsoloslarımızla uyumlu ve işbirliğine dayalı verimli bir ortak çalışma anlayışı geliştirdik. Aynı anlayışın görevi devredeceğim değerli meslektaşım Mahmut Burak Ersoy’un döneminde de devam edeceğine inancım tamdır. Kendisine bu onurlu görevinde başarılar diliyorum.

Bu vesileyle, görevimin sona ermesi münasebetiyle veda programları düzenleyen, Başkonsolosluğumuzu ziyarete gelen, sözlü ve yazılı olarak güzel dileklerini ileten tüm vatandaşlarımıza ve sivil toplum kuruluşlarımıza da teşekkür etmek isterim.

Amsterdam’daki dört yılı aşkın görevimden, çok kıymetli dostluklar kurmuş olarak, unutulmayacak hatıralarla ayrılırken, tüm vatandaşlarımıza en içten selam ve saygılarımı sunuyor, sağlık ve esenlikler diliyorum.”

Afbeelding met tekst, persoon, teken, person Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda Sivaslılar Platformu Başkanı İbrahim Çitil, Başkonsolos Arıkan’a bir plaket takdim etti. Arıkan da Sivaslılar’a Konsolosluğun armasını taşıyan bir plaket verdi.

Afbeelding met gebouw, persoon, poseren, buiten Automatisch gegenereerde beschrijving

Engin Arıkan, Başkonsolosluk mensuplarıyla da bu hatıra fotoğrafını çektirdi.

ÜÇÜNE BİRDEN VEDA

Afbeelding met persoon, poseren, groep, staand Automatisch gegenereerde beschrijving
Uluslararası Demokratlar Birliği UID, tayinleri çıkan Amsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan, Deventer Başkonsolosumuz Tuna Yücel Modrak ve Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz’a bir veda yemeği verdi. Utrecht kentin’deki Laila Restaurant’ta verilen veda yemeğine katılanlar duygulu anlar yaşadılar. Daha sonra Başkonsoloslara adeta hediye yağdı.

Afbeelding met persoon, kostuum, menigte Automatisch gegenereerde beschrijving Rotterdam Başkonsolosumıuz Aytaç Yılmaz kendisine verilen hediyeleri alırken, “UID’nin kıymetli mensupları, sizin misafirperverliğinizden memnun olarak ayrılacağız. Bizimle birlikte çalışmalarınız olmuştur. Yani sizin desteğinizle pek çok çalışmalarımız oldu. Bunun için sizlere minnettarız. Umarım burada sizlerle güzel anılar bırakmışızdır. Güzel hatıralar bırakmışızdır. Bizim sizlere hakkımız teker teker helal olsun, sizler de hakkınızı helal edin” diye konuştu.

Afbeelding met tekst, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving Deventer Başkonsolosumuz Tuna Yücel Modrak kendisine takdim edilen hediyelere şöyle karşılık verdi: “Sizleri çok sevdik, bizlere hep destek oldunuz, yanımızda hissettik. Sizlere çok teşekkür ediyoruz, sağ olun var olun. Ailemizin yanına, Türkiye’ye vatanımıza dönüyoruz. Onun da bir heyecanı var. Sizin artık Ankara’da bir eviniz var, biz oradayız. Her zaman bekleriz, bir ihtiyacınız olursa, yapabileceğimiz bir şey olursa ve veya bir kahve içmeye her zaman bekliyoruz.”

Afbeelding met tekst Automatisch gegenereerde beschrijving Amsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan hediyelerini adıktan sonra şunları söyledi: “Sizlere üstün başarılar diliyorum, hep desteğinizi hissettik. Bundan sonra bu bir bitiş ve yeni bir başlangıçta görüşmek dileğiyle. Bende Bütün UID ailesine çok teşekkür ediyorum: Buraya yeni geldiğimizde ilk tanıştığımız Sivil Toplum Kuruluşlarından birisi UID idi. Hem ülke hem bölgesel hem yerel halklarla tanıştık. Unutulmayacak çok güzel çalışmalar yaptık.”

Afbeelding met persoon, mensen, binnen, groep Automatisch gegenereerde beschrijving
UID veda yemeğini Utrecht’teki Laila Restaurant’ta verdi.

MOTOR KULÜBÜ’NDEN VEDA ZİYARETİ

Afbeelding met persoon, staand, person, kostuum Automatisch gegenereerde beschrijving
Hollanda’da faaliyet gösteren ve çeşitli etkinlikler ile topluma yararlı olmaya çalışan ‘BMW Hollanda Official ve T-Bikers Motor Kulübü’ yöneticileri, Amsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan’a veda ziyaretinde bulundular.

DÖRT AYRI KURULUŞTAN VEDA ZİYARETİ

Afbeelding met vloer, binnen, persoon, muur Automatisch gegenereerde beschrijvingHollanda’da yerleşik Nogay Türkleri Vakfı Başkanı Orhan Demirci, Başkonsolos Arıkan’a veda ziyaretinde bulunanlar arasındaydı. Başkonsolosu ayrıca, Doğu Türkistan Vakfı Başkanı Abdurrahman Abdullah ve Kumbet Vakfı Başkanı Bekir Baş ve Hollanda Türk Sivil Toplum Kuruluşları Platformu (PTN) yöneticileri de ziyaret ettiler.

DİYANET VAKFI CAMİLERİ PLATFORMU’NDAN VEDA YEMEĞİ

Afbeelding met persoon, groep, mensen, poseren Automatisch gegenereerde beschrijving

Başkonsolos Engin Arıkan, Kuzey Hollanda – Hollanda Diyanet Vakfı Camileri Platformu tarafından kendisi için düzenlenen veda yemeğine katıldı. Cami yöneticileri ve görevlilerine, Hollanda Türk toplumuna, sadece ibadet mekanları olarak değil toplumsal ve kültürel alanda sundukları önemli hizmetler için teşekkür etti.

HOLLANDA MUSİAD’DAN VEDA

Afbeelding met persoon, poseren, groep, staand Automatisch gegenereerde beschrijving
MUSİAD Hollanda yönetimi, Amsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan, Deventer Başkonsolosumuz Tuna Yücel Modrak ve Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz için özel bir veda etkinliği yaptı.

FUTBOLCULAR DA UNUTMADI

Afbeelding met gras, persoon, lucht, buiten Automatisch gegenereerde beschrijvingAmsterdam Başkonsolosumuz Engin Arıkan’ın bir başka özelliği de futbol oynamasıydı. Amsterdam Gençler Biriliği (AGB) takımında zaman zaman yer alan Arıkan’a, futbolcu arkadaşları da bir veda yemeği verdi. Yemek öncesi forma giyen Arıkan (Üst sırada sağdan üçüncü) duygulu anlar yaşadı.

MEDYA MENSUPLARININ YEMEKLİ VEDASI

Afbeelding met persoon, vloer, groep, poseren Automatisch gegenereerde beschrijving

Genellikle Rotterdam’da yaşayan medya mensuplarımızdan Özcan Özbay, Mahmut Eröztürk, Yavuz Nufel, Hikmet Gür, Mustafa Koyuncu, Ayhan Sucu ve Zeynel Abidin Kılıç tarafından Aytaç Yılmaz adına organize edilen davet, Rotterdam’daki Keyf-i ÂLâ Restoran’da gerçekleşti.

Aytaç Yılmaz basın mensuplarına hitaben yaptığı veda konuşmasında şunları dile getirdi: “Buraya ilk geldiğim 2018 yılı çok zorlu bir seneydi. Normal zamanda gelmedik. Ancak ona rağmen dört buçuk seneye baktığımda şunu görüyorum ki, çok huzurlu bir ortamda görev yapmışım.
Huzur, çalışmanızdan verim almanız için çok önemli. İki çok kıymetli Başkonsolosumuz ve bir de bu ülke ve insanını yakından tanıyan Büyükelçimizin varlığı, bu huzurun ve dolayısıyla verimli çalışmaların başı, en önemli faktörü idi
Hollanda-Türkiye arasındaki ilişkilerde bazen konjonktürel, bazen siyasi olarak sıkıntılar yaşanabilir. Sizler vatandaş olarak sorumluluğunuzun ve yükümlülüğünüzün farkında olarak hareket edin. Düşüncelerinizin yönlendirilmesine müsaade etmeyin. Yaşanan sorunların farkında olarak her zaman olduğu gibi yine çalışma hayatınızda faaliyetlerinize devam edin lütfen.
Hepinize teker teker hakkım helal olsun. İnsanız, mutlaka bilmeden hatamız olmuştur. Sürçülisan yaptıysak, haklarınızı helal edin. Kendinize çok iyi bakın. Hepinizin yolu açık olsun. Allah hepinizden razı olsun”

HOTİAD’DAN ÜÇ BAŞKONSOLOSA VEDA YEMEĞİ
Afbeelding met persoon, grond, mensen, groep Automatisch gegenereerde beschrijvingBaşkonsoloslara veda etkinlikleri rüzgârına Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD da katıldı. Amsterdam’daki Majesteak Restaurant’a verilen veda yemeğine, Amsterdam Başkonsolosu Engin Arıkan, Rotterdam Başkonsolosu Aytaç Yılmaz ve Deventer Başkonsolosu Tuna Yüce Modrak katıldılar. Veda yemeğinde HOTİAD Başkanı Hikmet Gürcüoğlu, verdikleri hizmetler için teşekkür ettiği başkonsoloslara hediyeler verdi.

DEVENTER MERKEZ CAMİİ DERNEĞİ KADIN KOLLARI’NIN VEDA ZİYARETİ
Afbeelding met persoon, poseren, muur, groep Automatisch gegenereerde beschrijvingDeventer kentindeki HDV Merkez Camii Derneği Kadın Kolları mensupları, Başkonsolos Tuna Yücel Mordak’a veda ziyaretinde bulundular. Başkonsolos Mordak, bu inceliği gösteren kadınlara teşekkür etti.

VEDA RÜZGÂRI DEVAM EDİYOR

Hollanda’da görevleri sonra eren diplomatlarımız için düzenlenen veda partileri tüm hızıyla devam ediyor.
Haber alamadığım pek çok etkinlik, henüz geri dönmeyen Deventer ve Rotterdam Başkonsoloslarımız için hızla sürüyor.

                                    *************

VAKTİ OLANLAR VE DEDİKODU SEVENLER İÇİN, TERS DÜŞTÜĞÜM BAZI BAŞKONSOLOSLAR…

Hollanda’da kendilerine hancılık yaptığım diplomatlar içinde, sadece dördü ile aramız limonileşmişti. Bu limonileşmenin üçü, toplumu ilgilendiren konular da biri de şahsi bir konuda cereyan etmişti.
İşte size o limonileşen olaylar.

IRKÇI SALDIRILARA, SOKAK KAVGASI DİYEN BAŞKONSOLOS

55 yıldır görev yaptığım Hollanda’da, tesadüf ya, Rotterdam’a ilk gelen Başkonsolos Ali Namık Aykaç ile, gider ayak bozuşmuştum. (Başkonsolosluk daha önce Lahey’deydi)
Bozuşma nedenimiz şuydu:
Malum 1972’de Rotterdam olayları, tüm dünyada Hollanda’ya puan kaybettiren olaylardı.
Bir hafta süren ve yaralanıp hastanelere yatırılan Türkler olduğu halde, Başkonsolos Ali Namık Aykaç, özellikle benim Hürriyet’te yayınlanan haberler nedeniyle ayağa kalkan parlamentoya bilgi vermesi gerekenlere, ‘Burada yaşananlar adi bir sokak kavgasıdır’ şeklinde bir rapor sunmuş.
Zamanın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner de mecliste ‘Rotterdam’da yaşananlar adi bir sokak olayıdır. Medya abartıyor’ gibi laflar etmişti.

Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving

Bunun üzerine gazetem benden ille de yaralı fotoğrafı istemişti. Ünlü parlamenterimiz Nebahat Albayrak çocuk iken yaşanan olaylarda, amcası Mustafa Albayrak, başına yediği bir taş darbesi ile komaya girmiş ve hastaneye yatırılmıştı. Akla gelemeyecek atraksiyonlar yaparak girdiğim hastanade Albayrak’ın fotoğrafını çektim ve birkaç yaralı fotoğrafıyla birlikte, haber atlatma lüksünü hiçe sayarak, hem Türk medyasına ve hem de Hollanda medyasına dağıttım. Böylece hem Rotterdam Başkonsolosumuza ve hem de Bakanımıza gerekli cevabı vermiştim.

Afbeelding met tekst, krant Automatisch gegenereerde beschrijving
Rotterdam olayları, Hollanda gazetelerinde de boy boy yer alıyordu. Trouw gazetesi, Türk Bakan Uzuner, yaşananların ırkçı saldırı olmadığını düşünüyor’ başlığını kullanmıştı.

Başkonsolosomuzun bir skandal hareketi daha vardı.
Hollanda medyası kendisine, ‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz’ diye soru yöneltince, ‘Benim tayinim çıktı yarın gidiyorum, benden sonra gelecek olana sorun’ diye yersiz ve saçma bir cevap vermişti.

VATANDAŞ’A SİLAH ÇEKEN BAŞKONSOLOS

Evet yanlış okumadınız, Rotterdam’da, hem de çok iyi dostluk kurduğum bir Başkonsolos vardı ki, makamında vatandaşa silah çektiği gibi, bu vatandaşı polis çağırarak karakola çektirmişti.
Vatandaş haksız ve kaba olabilirdi. Ama o vatandaş, karakoldan çıktıktan sonra beni aradı ve devletimizi temsil eden Başkonsolosun, kendisini Türk toprağı sayılan Başkonsolosluktan Hollanda polisi tarafından sürüklenişini anlatmıştı. O Başkonsolosun adını açıklamak istemiyorum. Kendisini telefonda aradığım zaman, nedense bana da ters davrandı. O sırada Lahey’de Basın Müşavirliği yapan dostum rahmetli Ajlan Akınc’yı aradım ve durumu izah ettim. Konuyu Hollanda televizyonundaki akşam programıma yetiştireceğimi söyledim. Durum Büyükelçimize anlatılınca, Büyükelçimiz, Hollandalılara mahcup olmamak için, böyle bir haber yapmamamı rica etmiş. Ben de ‘Peki, o zaman Hollanda televizyonunda yayınlamayacağım ama Hürriyet’te yayınlayacağım’ dedim ve öyle de yaptım.

MEDYAYI ÖNEMSEMEYEN VE HAKİR GÖREN BAŞKONSOLOS

Afbeelding met gebouw, buiten, oud, overheidsgebouw Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollanda’ya gelmiş 33 Başkonsolos içinde (16 Rotterdam, 14 Deventer, 3 Amsterdam) sadece dördü ile aramız limoni olmuştu. Bunlardan biri de, Deventer’deki ilk konsolosluğumuzu açmaya gelen Mehmet Ali Tenikalp (Tekinalp değil), tanışmadan bozuştuğum kişi oldu.

Yıl 1976. Hollanda’da ikinci bir Başkonsolosluğun açılması için yıllarca verdiğimiz mücadele semeresini vermiş, ‘Amsterdam mı olsun, Utrecht mi Olsun, Arnhem mi olsun, Eindhoven mi olsun’ sorularından sonra, Deventer’de açılmasına karar verilmişti.

Afbeelding met tekst, venster, fotolijstje Automatisch gegenereerde beschrijving

İlk tayin edilen Başkonsolos da Mehmet Ali Tenikalp olmuştu. Eşi ile birlikte Hollanda’ya gelen bu çift, Deventer’de bir otelde konaklarken, Başkonsolosluk olmaya lâyık bir yer aramaya başlamışlardı. Kulaktan dolma söylemler ile bazı adresler için, ‘beğenilmediğini’ duyuyorduk.
Aradan aylar geçmişti ama, bir yanda Hürriyet’e, bir yandan TRT’ye çalışan ve bir yandan da Hollanda Televizyonu NOS’ta Pasaport adlı program yapan bir gazeteci olarak, Başkonsolosumuz ile tanışamamıştım. Hem tanışmak ve hem de konsolosluk için yer aramanın ne aşamada olduğunu öğrenebilmek için, Başkonsolosu kaldığı otelden telefonla aramıştım. Santral görevlisinden Başkonsolos ile gürüşmek istediğimi söyledim. Telefona önce Başkonsolosun eşi çıktı. Özür dileyerek kendimi tanıttım ve Başkonsolos ile ile görüşüp görüşemeyeceğimi sordum.
Başkonsolosun eşi ‘Bir dakika ‘ dedikten az sonra, ‘Buyurun’ diye bir ses duydum.
‘İyi günler sayın Başkonsolosum, ben İlhan Karaçay’ dedikten sonra duyduğum söz şuydu: ‘Kimmiş efendim bu İlhan Karaçay?’
Çok şaşırmıştım ama, ‘Afedersiniz ben Hürriyet muhabiriyim’ deyince de, öyle bir tavırla karşılaştım ki, anlatmakta zorlanırım.
Birincisi; 5-6 aydır Hollanda’da bulunan bir Başkonsolosun, medya ile tanışma geleneğini yerine getirmediği gibi, Hürriyet ve TRT’ye muhabirlik yapan, Hollanda televizyonunda da Türkler için program yayınlayan İlhan Karaçay ismini tanımıyor olması mümkün değildi tabii. Ama Başkonsolos nedense bu yakışıksız tavrı tercih etti.
Tabii ki, yaptığımız bu görüşmeyi, gazetecilik alışkanlığı ile banda almıştım. Gelişmeler hakkında bana bilgi vermekten kaçınmakla kalmayan ve rencide eden Başkonsolosun bu tavrını hem Hürriyet’te ve hem de televizyon programımda yayınladım.
Böylece de bu başkonsolos ile tanışma fırsatı ve ihtiyacı olmamıştı.

Sonradan yapmış olduğum araştırmada, Mehmet Ali Tenikalp adının, 6-7 Eylül olaylarında adının geçtiğini öğrendim. 6-7 Eylül Olayları öncesinde, Atatürk’ün doğduğu eve atılan bombanın provakosyon olduğunu iddia eden Yunanlılar, bu bombanın, Selanik’te Başkonsolos Yardımcısı olan Mehmet Ali Tenikalp tarafından Türkiye’den çanta içinde getirildiğini ve Hasan Uçar adlı kavas tarafından bahçeye atıldığını öne sürüyorlardı.

****************************

Değerli Okurlarım,

Başkonsoloslar hakkında pek çok haber yazmışımdır.
Bu Başkonsoloslardan Erkut Onart’ın vefatı üzerine yazdığım uzun bir yorumda, Başkonsoloslar ile aramda geçenleri dile getirmiştim.
İsterseniz o yazıyı da sizlere sunayım. Geçmişte neler yaşandığını sizler de öğrenmiş olursunuz.

RAHMETLİ OLAN BAŞKONSOLOS ERKUT ONART’IN ARDINDAN…

Hollanda’da görev yapmış Başkonsolosların en iyilerinden biriydi.
En iyilerin başında gelenlerden biri de Orhan Ertuğruloğlu’ydu.
Kavgalı olduğum Başkonsoloslar arasında, Selanik’teki Atatürk Evi’nin bombalanmasında, Yunanlılar’a göre rolü olduğu iddia edilen, Deventer Başkonsolosumuz Mehmet Ali Tenikalp vardı.

Bir başka kavgalım, Rotterdam olayları için ‘Basit bir sokak kavgası’ diye rapor veren Başkonsolos Namık Aykaç idi.
Bir de, halihazırda görev yapan Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ile limoni bir ilişki hikâyemiz var.
(Yazıların altında, Hollanda ‘da görev yapmış tüm Türk Büyükelçilerin ve Başkonsolosların listesini bulacaksınız)

Afbeelding met tekst, persoon, binnen, person Automatisch gegenereerde beschrijving

Ana akım ve sosyal medyada okumuş olacağınız gibi, Rotterdam’da Başkonsolos olarak görev yapmış olan Erkut Onart yaşamını yitirmiştir.
Yine okumuş olabileceğiniz gibi, 1994-1999 yıllarında görev yapmış olan rahmetli Erkut Onart için haberlerde, ‘çok sevilen bir Başkonsolostu’ ibareleri yer alıyordu.
Erkut Onart için kullanılan bu ibareye ben de yürekten katılıyorum.

Hollanda’da görev yapan Büyükelçi ve Başkonsoloslarımız arasında ayrım yapmadan şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ankara’da Dışişleri’nde yetişmiş olan ve yurtdışına gönderilen görevlilerimizin hemen hemen tamamı, üstlendikleri görevleri ve taşıdıkları ünvanları hakkıyla taşımışlardır. Dışişlerinde yetişmiş olmanın kazandırdığı görgü ve kurallar ile, toplumu kucaklayan bu değerler, yabancı misyonlarda da kendilerini kabul ettirmişlerdir.
Velhasıl, her biri pırıl pırıl olan bu bireylerimizin yanında, zıt teşkil edecek birkaç istisna olacaktır elbette…
Ben bu istisnaları size korkmadan anlatacağım.

Ama önce, istisna dışındaki gerçek değerlerimizden bir kaç isime bakalım:
Rahmetli olan Erkut Onart, bizde öyle derin izler yaratmıştır ki, bunu izah etmek için bir örnek vermek gerekecektir.
Erkut bey, diğerlerinin de yaptığı gibi, bizleri toplayıp bir veda toplantısı yapmıştı, Hepimiz buruk bir şekilde ayrıldıktan sonra, bizim için ayrıcalıklı olan bu insana karşı bizim de bir jest yapmamız gerektiğini düşündüm. Derhal gazeteci dostlarımı teker teker aradım ve Erkut beye, Hollanda’daki Türk gazeteciler adına bir veda yemeği vermeyi teklif ettim. Dostlarım bunu memnuniyetle kabul edince, inisiyatifi ele aldım ve şimdilerde, Amadi Park ve Amadi Panorama otellerini çalıştıran Ertuğrul Dalkıran’ın, o zaman Amsterdam’da ün yapmış Turquoise Restaurant’ında bir yemek verdim. Anlıyacağınız, bir gazeteci grubunun bir Başkonsolosa veda yemeği vermesi belki de dünyada bir ilktir. İşte Erkut Onart bey böylesi sevilen bir başkonsolostu.

Sevilen Başkonsoloslar denince, Deventer’de bir dönem Konsolos, iki dönem de Başkonsolos olarak görev yapan Orhan Ertuğruloğlu’nu da listeye koymak lâzım. Bir Hollandalı ile evlenen ve Hollandacayı ana dili konuşup yazan Ertuğruloğlu için yazılacak çok işey var. Ama bunu bir başka zamana bırakma sözü vererek, biraz da birkaç zıt kişiden söz edeyim. Yani biraz dedikodu yapayım.

ROTTERDAM BAŞKONSOLOSLUĞUNDAKİ TATSIZ OLAY

Bugünkü yazımın tam bir dedikoduya dönüşmesi için bir hikâye daha anlatmam gerekecek.
Şu anda Rotterdam’da görevde olan Başkonsolos Aytaç Yılmaz’ın, belki de farketmeden yaptığı bir hareket çok zoruma gitmişti. Bu konuyu sizlere anlatabilmem için, medya mensubu dostlarıma yazdığım mektubu sizlere de sunmakla yetineyim. Sadece Hollanda’daki Türk medya mensuplarına gönderilen ve medyaya yansımayan mektubum, tabii ki Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’ye de gönderilmişti. Bu duruma üzüldüğünü belirten Büyükelçimiz, ‘Aranızı bulayım mı’ diye bir teklifte bulunmuştu ama ben, ‘Çok önemli değil, bir gün biz kendi aramızda bu sorunu çözeriz’ demiştim. Ama ne yazık ki bugüne kadar Başkonsolos Aytaç Yılmaz tarafından bir yaklaşım olmadı.

Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz ile yaşanan olayı, medya mensuplarına gönderdiğim alttaki yazıda okuyunuz.

MEDYA MENSUBU DOSTLARIMA ZARURİ AÇIKLAMA

Değerli Dostlarım,
Malumunuz olduğu gibi, bugün (3 Temmuz 2019) Rotterdam Başkonsolosluğumuzda,
‘Profesyoneller Gençlerle Buluşuyor’ temalı bir tolantı vardı. Saat 16.30’da başlaması gereken toplantının söyleşi konuğu, Corendon’un sahiplerinden Atilay Uslu idi.
Ben şahsen, bir saatlik yol için, iki saat önceden yola çıktım ve ancak 16.30’da varabildim.
Trafik her yerde çok yoğundu.
Bu nedenle Amsterdam’dan yola çıkan Atilay Uslu da trafik nedeniyle geç geleceğini bildirdi.
Yapılacak bir şey yoktu. Atilay’ı bekleyecektik.

Afbeelding met binnen, persoon, vloer, kamer Automatisch gegenereerde beschrijvingBaşkonsolosun daveti üzerine toplantıya gelen medya mensupları, salonun bir köşesinde Başkonsolosun gelişini bekliyorlardı. Ne var ki Başkonsolos, bu gruba bir selam bile vermeden mikrofonu eline aldı ve ‘Evet başlıyoruz’ diye konuşmaya başladı.

Ne var ki gözlerimiz, toplantıya bizi davet eden Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz’ı aradı. Saat 17.00’de asistanına Aytaç beyi sorduğum zaman ‘Odasında’ yanıtını aldım.
Medya mensupları olarak bir köşede koltuklarda oturuyor ve çayımızı içiyorduk.
Saat 17.30 oldu ama Aytaç bey hâlâ ortalıkta yoktu.
Saat 17.40’ta Atilay beyin konsolosluğa ulaştığı haberini aldık.
Saat 17.45’te Aytaç bey göründü ve bize doğru göz ucuyla baktıktan sonra asistanlarına ‘Ne yapıyoruz’ diye seslendi ve sonra da eline mikrofonu alarak konuşmaya başladı.
Bize bir ‘Merhaba’yı esirgeyen Aytaç beyin, bizim kendisine yanaşmamıza ve bir ‘Merhaba’ dememize fırsat vermeden konuşmaya başlaması bize biraz manidar geldi.
O anda yanımda oturan Yavuz Nufel’e, ‘Bizi davet eden Başkonsolos, bizden bir merhabayı bile esirgiyorsa, bizim burada ne işimiz var’ diyerek derhal salondan çıktım.

Sonradan öğrendiğime göre, benden sonra Zeynel Abidin Kılıç ve Yavuz Nufel de salondan ayrılmışlar.

Bizim bu hareketimize ister protesto deyin, ister boykot.
Ben şahsen, Başkonsolosumuz bu davranışını ikna edici bir şekilde izah etmediği sürece, kendilerinin hiçbir davetine ve etkinliğine katılmayacağım.
Zira, bir devlet büyüğü olarak saygı duyduğumuz Başkonsolostan, duyurularını ve etkinliklerini takip edip yayınlayan medya mensuplarına karşı saygı beklemek hakkımızdır sanırım.

Bugünkü haberi ne mi yapacağız?
Tabii ki en iyi fotoğraflarla en güzel şekilde servise koyacağız.
Hepinize sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
İlhan

İşte böyle değerli okurlarım. 55 yıl gazetecilik yaptığım Hollanda’da, yukarıda anlattıklarım da yaşandı.
Dilerim, toplum için görev yapan herkesin ardından güzel şeyler konuşulur ve anlatılır…

YOLCU OLAN BU DEĞERLERE BEN
55 YILDIR HANCILIK YAPIYORUM…

Lahey Büyükelçileri                                     Deventer Başkonsolosları

Afbeelding met tekst, kostuum, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijvingSadık Arslan 2013-2017, Şaban Dişli 2017-2023,  Yunus Belet 2013-2014, Zafer Ateş 2014-2017,
Tuna Yücel Modrak 2018-2023

Amsterdam Başkonsolosları                                    Rotterdam Başkonsolosları

Afbeelding met person, persoon, kostuum, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving M. Ahmet Yazal 2013-2015, Tolga Orkun 2015-2018, Engin Arıkan 2018-2023, Sadin Ayyıldız 20152018,
Aytaç Yılmaz 2018-2022

FONTAİNE’NİN EGALE EDİLEMEYEN 13 GOLLÜK KRALLIĞI…

FONTAİNE’NİN EGALE EDİLEMEYEN 13 GOLLÜK KRALLIĞI…

1958’de İsveç’te oynanan Dünya Futbol Şampiyonası finallerinde, 6 maçta 13 gol atan Just Fontaine’nin rekoru hâlâ kırılamadı.

Bir zamanların ‘Bedavaya kürek sallayan’ futbol yıldızları, şimdilerde ‘eşek yüküyle’ para kazananlardan daha yararlıydı.

Kral Fontaine ile 1978’de Arjantin’de tanışmıştım.


İlhan KARAÇAY yazdı:


Şu anda öyle bir futbol şampiyonası yaşıyoruz ki, adına ‘Dünya Futbol Şampiyonası’ değil, ‘Federe Lig Şampiyonası’ demek daha yakışık alacak. Öyle ya, şimdiki futbol piyasasında 170 milyon euroya kadar değer biçilen bir yığın futbolcu arasından, bir yıldız parlamadı daha…

Kim mi bu pahalı kürk giyinmiş futbolcular?
Sıralayayım:
Erling Haaland:170 milyon, Kylian Mbappe:160 milyon Vinicius Junior:120 milyon, Phil Foden 110 milyon, Pedri: 100 milyon, Frederico Valverde:100 milyon, Jamal Musiala: 100 milyon, Jude Bellingham:100 milyon, Gavi: 90 milyon, Harry Kane: 90 milyon, Rafael Leao:85 milyon, Bernardo Silva:80 milyon, Aurelien Tchouameni: 80 milyon, Joshua Kimmich: 80 milyon, Mohamed Salah:80 milyon, Christopher Nkunku:80 milyon, Kevin De Bruyne: 80 milyon, Rodri: 80 milyon, Dusan Vlahovic:80 miyon, Rodrygo: 80 milyon,Ruben Dias:75 milyon, Luis Diaz: 75 milyon, Nijmar: 75 milyon,Mason Mount: 75 milyon ve Lautaro Martinez: 75 milyon dolar.

Yukarıda belirttiğim futbolcuların tamamı tabii ki yoktu Katar’daki Dünya Futbol Şampiyonası’nda.
Ama var olanlar da ahım şahım bir varlık gösteremediler. 160 milyonluk Mbappe ile değer biçilmeyen Ronaldo’nun, birkaç vücut hareketi hariç tabii…
Tribunler bu hareketlere bile hasret kaldığı için biraz olsun sallanmıştı. (Dün akşamki Brezilya-Kore Cumhuriyeti maçı, yüreğimizi biraz olsun serinlettti)

Peki, daha önceki Dünya Futbol Şampiyonaları’nda neler oluyordu?
Peleler, Didiler, Garinchalar, Puskaşlar, Beckenbauerler, Cruyfflar, Kempesler, Eusobiolar, Rossiler, Romariolar, Maradonalar, şimdiki gibi hiç hayal kırıklığı yaratmadılar.

Afbeelding met tekst, persoon, buiten, gras Automatisch gegenereerde beschrijving
Hele biri vardı ki, ismini şu anda çok futbolseverin bilmediği bir rekortmendi.
Kim miydi bu, rekoru hâlâ egale edilemeyen rekortmen?
Bu isim Just Fontaine idi. 1958 Dünya Futbol Şampiyonası İsveç’te oynanırken, 6 maçta 13 gol atmıştı Fontaine. Hem de sadece Almanya’ya dört gol atarak.
Ne yazık ki, (elemeler dahil değil), sadece finallerdeki 6 maçta 13 gol atan bu isimi, TRT spikeri bile yanlış tanımlıyordu. TRT’deki spiker ve yorumcu pek çok dostumun bilgisine ve yeteneğine saygı duyuyorum. Ama, önceki gün Fransa-Senegal maçını anlatan spiker gerçekten çok komik duruma düştü. Bu spiker kardeşimiz, 13 gollü Fontaine’den biraz söz etmek istemişti. Fransız golcü Mbappe bir gol atınca, “Mbappe Fontaine’nin rekorunu yakaladı” diye bir laf etti. Sanırım Mbappe son 16 maçta, yani Katar’a gelmeden önce de oynadığı maçlar dahil 14 golü bulmuştu. Spiker kardeşimiz bu durumu yanlış aktardı tabii. Daha sonra, kulağına fısıldanılınca, kırdığı potu düzeltmeye çalışırken de bocaladı ve doğruyu anlatmaya çalıştı. “İnşallah gelecek şampiyonalarda bunu başarır” gibi bir de dilekte bulundu.
Spikerin düzelttiği gibi, Fontaine, sadece finallerdeki 6 maçta 13 gol atmıştı.
Nerede, var mı şimdi böylesi bir babayiğit futbolcu? Hem de ceplerine konulan öyle yüz milyonlar değil, birkaç yüzbinlik cep harçlığı ile oynadıkları halde…

Wikipedia’da Fontaine

Afbeelding met person, persoon, buiten, dragen Automatisch gegenereerde beschrijving

Just Fontaine (d. 18 Ağustos 1933), 1958 FIFA Dünya Kupası‘nın Fransız gol kralıdır.

Futbola USM Casablanca takımında başlamış, kariyeri boyunca 1953-1956 arasında OGC Nice ve 1956-1962 arasında da Stade de Reims kulüplerinin formalarını giymiştir.
1958-1959 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Real Madrid‘e karşı forma giydi.

Bunların dışında toplam 6 sezonda 121 gol attığı Stade de Reims formasıyla 2 lig ve 1 kupa şampiyonluğu yaşadı. 1956-1960 yılları arasında formasını giydiği Fransa millî futbol takımında oynadığı 21 maçta 30 gol attı. 1958 FIFA Dünya Kupası‘nda 6 maçta attığı 13 golle turnuvanın gol kralı oldu. Aynı finallerde iki ayrı maçta (Paraguay ve Batı Almanya) hat-trick yapan futbolcular arasına da bu finallerde girmiştir.

1961’de geçirdiği ağır bir sakatlık yüzünden futbol kariyerini noktalamak zorunda kaldı. Stade de Reims ile çıktığı bir lig maçında bacağı kırıldı. Ertesi yıl bir millî maçta sakatlık tekrarlayınca 29 yaşında futbola veda etti. Paris Saint-Germain‘deki kısa süre antrenörlük yaptı, daha sonra ticaretle uğraştı.[1]

2004’te Pele tarafından yaşayan en büyük 125 futbolcudan (FIFA 100) biri seçildi. 2003 yılında da Fransa Futbol Federasyonu tarafından son 50 yılın en iyi Fransız futbolcusu seçildi. FIFA Dünya Kupası tarihinde bir turnuvada en çok gol atan futbolcudur (1958). Futbol kariyerinde 3 kez ayağını kırmıştır.

ŞİMDİ GELELİM, REKORU EGALE EDİLEMEYEN JUST FONTAİNE İLE HATIRALARIMA.

Yıl 1978. Dünya Futbol Şampiyonası bu kez Arjantin’de.

Afbeelding met tekst, persoon, person, buiten Automatisch gegenereerde beschrijving        Ertuğrul Akbay                     Just Fontaine                        Hüseyin Kırcalı

Dünya Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Just Fontaine’ye ödül verilecek. Fontaine’nin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım bir arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik.
Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, ‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dedim ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve “Benim hazırladığım sahneyi çekme yahu “ diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı.

O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı. 20 dakika sonra otele geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı iğneyi batırdı: “Eee Sayın Karaçay, zarf gitti mi? “

O an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti: “Oh anam oh, haber yine yarın Hürriyet’te yayınlanacak. Gazete Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da Ertuğrul’un filmi Günaydın’a gidecek. Adam iki saat uğraştı ve bir sahne düzenledi. Karaçay da arkadan deklanşöre bir kez bastı. Olur mu yani şimdi böyle bir rekabet?”

Kırcalı’nın bu fitillemesi ortalığı biraz kızıştırdı ama sonra soğuma oldu.

HÜSEYİN KIRCALI’NIN ARDINDAN

Fontaine olayını anlatırken, sözünü ettiğim Hüseyin Kırcalı’dan biraz daha söz edeyim isterseniz.

Hayata gözlerini yuman dostlarımız ve meslektaşlarımızın ardından çok şeyler yazmış ve çizmişizdir.
‘Ölenin arkasından kötü konuşulmaz’ geleneğimize saygılı olduğumuz için, merhumların hep iyi taraflarını yazmış, kötü huylarını hep es geçmişizdir.
Benim yazdıklarım arasında, sadece birkaç kişinin kötü huylarına da değinmiştim. Çünkü, milyonlarca kişinin ‘baba adam’ diye tanıdıkları bazı ünlülerin, kötü huylarının da herkesçe bilinmesi gerektiğine inanmışımdır.
O birkaç isimden şimdi hiç söz etmeyeceğim.

C:\Users\Ilhan\Desktop\KASIM AYINA GIRECEKLER\Hıuseyin KIRCALI.jpg

Bugün ele alacağım merhum, iyiliği üzerine herkesin birleştiği Hüseyin Kırcalı’dır.
Meslektaşlarım tarafından hatıraları bolca yazılan Kırcalı için, yaşadığı dönemde birkaç hatıra yazmıştım. Özellikle, o da geçen yıl (8 Mart 2019) hayata gözlerini yuman meslektaşım Ertuğrul Akbay ile yaşadığım hatıralar arasında yer almıştı.

Şimdi sizlere, Kırcalı’nın espiritüel özelliğini ortaya serecek hatıralarımı yazıyorum.
Yıl 1978. Dünya Futbol Şampiyonası için Arjantin’deyiz.

Başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Erol Aydın, Erdal Aydın, Hasan Sarıçiçek, Güven Taner, Kemal Belgin, antrenör Metin Türel, TRT kadrosu ve tabii ki Hüseyin Kırcalı Türk gazeteci ekibini oluşturuyordu.
Bir ayara gelindiği zaman konuşulan konuların en önemlisi, şampiyonaya Ertuğrul Akbay’ın da gelecek olmasıydı.
Öyle ya, Ertuğrul Akbay, 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları sırasında, rakibi olan Mehmet Biber ile haber atlatma yarışması yaparken, fotoğraf makinesi ile Hürriyet’e çalışan Biber’in kafasını yarmış ve hastanelik etmişti. Olay dünya haber bültenlerine girmişti. İşte o Ertuğrul Akbay Arjantin’e gelmeden önce böyle anılıyordu.
Akbay’ın bu kez en büyük rakibi ben olacaktım. Zira hem Ertuğrul’un çalıştığı Günaydın ve hem de benim çalıştığım Hürriyet, spordan başka magazin haberlerine de önem veriyorlardı.
Ertuğrul Akbay gelmeden önce rahmetli Hüseyin Kırcalı, ‘Vallahi senin işin zor Karaçay. Ertuğrul rakibinin kafasını yarmış dünya çapında bir adam’ diye espirili bir uyarı yapmıştı.

Ertuğrul Akbay çalıştığı gazete için dünyanın dört bir yanını gezen, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından kutuplara, Asya steplerinden Japonya’ya yaptığı geziler ve bu gezileri kaleme aldığı yazıları ile bir neslin ufkunu açmıştır. Kısaca rekoru kırılmaz, atlatılmaz, dünyanın hemen hemen her ülkesini avcunun içi gibi bilen bir gazetecidir.

Ertuğrul gerçekten kurnaz bir gazeteciydi. Ama ‘El oğlunda neler var’ misali başka kurnaz gazeteciler de vardır. İşte o kurnaz gazetecilerden biri de naçizane bendim. Ertuğrul’un oradaki en büyük rakibi ben oluyordum tabii…

Ertuğrul bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı:“Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım”

Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı almıştı.
Ama rekabetteki ilk yalan, ilk gün yaşanmıştı.

Aynı gece uyumaya giderken, otelin ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için bu haberi işlemek çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.

Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be kardeş, odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir başka yalanla kendini af ettirmeye çalıştı.

Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca gazetecilik yaşamını,  nasıl çalıştığını, nasıl haber atlattığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini de anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol lafı attı ortaya haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Ertesi gün Türkiye’de, Hürriyette yayınlanan Arjantin’deki magazin haberleri konuşuluyordu. Akşam Türk ekibi bir araya geldiği zaman rahmetli Hüseyin Kırcalı: ‘Yaaa işte böyle sayın Akbay, bu iş kafa kırmakla olmuyormuş.’

GÜZELLİK YARIŞMASI

Arjantin’de Dünya Şampiyonası oynanırken bir de güzellik yarışması yapıldı. Jüri üyeleri arasında ise Togay Bayatlı vardı.Yarışmaya tüm Türk gazeteciler özel davetliydi.

https://img.inboxify.nl/6698/Mart%202019/foto8.png

TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve ‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.

Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.

Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: “Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelim” Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansa’ya verdik.

Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı. Ertesi gün Basın Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda.

Ertuğrul teletekste yazıyor: “Burada güzellik yarışması yapıldı… Filmler bugün elinize geçecek.”

Karşı taraftan cevap: “Güzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var”. O zaman Ertuğrul’un yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim. Ertuğrul da telekste ‘Ajanslardandır’ diye yazdı ama Günaydın’dan gelen cevap daha da moral bozucuydu: “Fotoğraf renkli”. 

O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Böyle olunca da, fotoğrafın elden gittiği belli oluyordu. Ben de, ‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi?
O resim bir ajanstan gitmiştir’ diye yalanımda ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha çok fitillemeye başladı: “Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti. Hürriyet basıldı, satıldı ve Diyarbakır’da kese kağıdı oldu ama senin haber halâ yayınlanmadı.”

NÜKTEDAN KIRCALI

Kırcalı’nın Arjantin’deki en esprili çalışmasını da yazmadan geçemeyeceğim.
Arjantin’de boş vakitlerin geçtiği zamanlarda güzel bayanlar ile birlikte olma durumu da vardı tabii.
Hüseyin Kırcalı, oteldeki yatak odasına bir tabela asmıştı. Bu tabelaya Türk medya mensuplarını isimlerini alt alta yazmıştı. İsimler tabii ki esprili ve namı diğer lakaplardı. Örneğin Halit Kıvanç miçin ‘Çenespor’ benim için ‘Sakalspor’ kendisi için de ‘Fotospor’ diye yazmıştı.
Bir gece önce kızlarla beraber olanların isimlerinin karşısına işaretler koyan Kırcalı,
‘Çenespor 1 Arjantin 0’ diye başlamıştı. Son gündeki skor ‘Türkiye 34 Arjantin 0’ idi.
Listede ‘Sakalspor’ ile ‘Fotospor’ sıfırda kalmıştık.
Sevgili Kırcalı’ya Allah rahmet eylesin.

AHİRETE VEDA ETTİKLERİMİZ
Hayata gözlerini yuman ünlülerimiz ile anılarımı anlatan kitabımı yakında sizlere sunacağım. Rahmetli olan Hüseyin Kırcalı ve Ertuğrul Akbay gibi, Necmi Tanyolaç, Doğan Koloğlu, Metin Türel, Turgay Şeren gibi ünlü spor adamlarımız da var bu kitapta.
Bekleyiniz….