Hollanda’da yapılan yerel seçimlerin ilk sonuçlarına göre, ana akım siyasi partilerin oyları zik zak çizerken, mahalli partiler oy patlaması yaptı.
Ülkede bulunan 345 belediyedeki 8590 üyeliğin 3411’ini mahalli partiler kazandı.
30 yıl önce 774 belediyeye sahip olan Hollanda, bu sayıyı 345 belediyeye düşürdü.
Nüfusu 200 binin üzerinde olan belediyelerin meclislerinde 45 üye bulunurken, nüfusu 3 binden az olan belediyelerde 9 üye bulunuyor.
Dün sona eren oy kullama işlemlerinden sonra yapılan oy sayımlarında, en genç seçmenlerin DENK Partisi’ni tercih ettikleri görüldü. (Üstteki şemaya bakınız) Geçen seçimlerde belediye meclislerine 22 üye kazandıran DENK, bu seçimlerde 26 üye kazandırdı.
Belediye seçimlerine ilk kez giren, Avrupa Birliği destekçisi VOLT Partisi, belediye meclislerinde 19 sandalyeye sahip oldu. Nilüfer Gündoğan sorununun, seçmen üzerinde etki yapıp yapmadığı sorusu yanıt bulamadı.
Yerel seçimlere, genel seçimlerdeki gibi fazla ilgi göstermeyen Hollandalılar’ın, bu seçime katılma oranları yüzde 50 civarında.
Seçimlere, Türk seçmenlerin katılma oranlarını haftaya açıklanacak olan tercihli oylardan sonra hesap edebileceğiz.
Ana akım siyasi partilerin bazıları büyük oy kaybına uğrarken, bazı partiler yerlerinde saydılar, bazıları da az da olsa kâra geçtiler.
Aşağıdaki çizelgede, partilerin geçen seçimlerde ve bu seçimlerde kazandıkları üye sayısını görebileceksiniz.
Dünkü seçimlerden sonra belediye meclislerinde kazanılan üyelik sayıları şöyle:
(İlk sayılar 2018 seçimlerine ait)
Mahalli Partler: 2758- 3411
Hıristiyan Demokrat CDA: 1326-1091
Özgürlük Partisi:VVD 1117-974
Demokrat ’66 Partisi: 591-606
İşçi Partisi:PvdA 547-548
Yeşil Sol Parti GL: 513-524
Hıristiyanlar Birliği CU: 335-303
Sosyalist Parti SP: 272-168
Reformcu Parti SGP: 195-227
Özgürlik Partisi PVV: 72-61
Hayvanları Koruma Partisi: PVDD 35-63
50 Yaş Üzeri Partisi 50 PLUS: 34-25
DENK PARTİSİ: 22-26
Demorasi Formu Partisi FVD: 3-48
BİJ1 Partisi: 1-8
VOLT Partisi: 0-19
Realist Hollanda Partisi:BVNL 0-17
Doğru Cevap Partisi: JA21 0-2
Önümüzdeki 14-15 ve 16 mart günleri, Hollanda’da Belediye Meclis üyeleri seçilecek.
Bu seçimde, Hollanda’da 5 yılını doldurmuş herkes seçebilecek ve seçilebilecek.
Hollanda, 1986 yılında 150 yıllık anayasada bir değişiklik yaparak, yerel seçimlerde, Hollanda tabiyetinde olmayanalara da seçme ve seçilme hakkı tanımıştı. Bunun için sadece, ‘Ülkede 5 yıl ikamet etmiş olma’ şartı vardı.
1986 Yılında Belediye meclislerine seçilen 12 Türk’ün 7’si ile TRT için röportaj yapmıştım. Üstteki fotoğrafta soldan sağa, Seçil Arda, İsmail Aykut, Osman İskender Kaptanoğlu, Faruk Cansızlar, İsmail Baykoç, rahmetli Naci Demirbaş ve Yusuf Toprak görülüyor.
1986 yılında yapılan ilk yerel seçimlerde, ülkenin çeşitli yerlerindeki belediye meclislerine 12 Türk seçilmişti. Daha sonraki seçimlerde, seçilen Türkler’in sayıları artmaya başladı ve şimdilerde bu sayı 200’lere ulaştı. Bu arada, Belediye Başkan Yardımcılığı’na yükselen Türkler olduğu gibi, semtlerde Belediye Başkanı olan Türkler de oldu.
Türkler’in seçme ve seçilme haklarını elde etmeleri ile birlikte, lobicilikleri de güçlenmiş oldu. Bunun semeresini daha ilk seçimlerde görmüştük.
Hollanda’da, Hıristiyanlar’ın, yani Katolik, Protestan ve Ortadoks mezhebinde olanların, Radyo ve Televizyonlarda yayın hakları vardı ama, Müslümanlar’ın böyle bir hakkı yoktu. Yıllarca süren çabalar işe yaramamıştı ve hatta, ‘Siz bu işi unutun’ uyarısı bile yapılmıştı.
1986 seçimlerinden önce, muhalefet lideri Den Uyl (solda) ve Başbakan Lubber ile (sağda) yaptığım görüşmeler sırasında, sınırsız vaatlerde bulunulmuştu.
Ama 1986 yılındaki seçimler öncesinde başlayan seçim kampanyaları sırasında, Türk seçmenleri camilerde ve derneklerde ziyaret eden Başbakan, Bakanlar ve muhalefet liderleri, Türkler’in bu isteğine yardımcı olacakları sözünü verdiler.
Bu sayede Türkler aynı yıl bu hakkı kazandılar ve İslam Yayın Kurumu adı altında radyo ve televizyon yayını hakkını elde ettiler. Türkler’e bunun için 5 milyon gulden yıllık bütçe ve bir de villa tahsis ettiler.
Türkler’in yerel seçimlerde elde ettikleri bu güç, Hollanda tabiyetine geçen ve genel seçimlerde oy kullananlar sayesinde daha da gelişti. Nüfusu 500 bini geçen Türkler’in, 420 bini Hollanda tabiyetine geçti. Böylece Türkler, genel seçimlerde de seçme ve seçilme hakkı ile güçlenmiş oldu.
Öyle ki, ilk genel seçimde 3 Türk asıllı parlamenterimiz oldu. Bu sayılar daha sonra 6’ya yükseldi. Hatta bir milletvekilimiz Devlet Bakanı bile olmuştu.
O zaman olduğu gibi, şimdi de, ‘Bir gün Başbakan’ın adı Ali olacak’ diye hayaller kuruyoruz.
Haaa, bakın bu Başbakanlık konusunda bir ışık belirdi sanırım. Zira, bu yılın başında kurulan koalisyon hükümetinde, Demokrat 66 Partisi, siyaset dışı bir isimi, Medya ve Kültür’den Sorumlu Devlet Bakanı yaptı. Bu isim Günay Uslu’ydu. Günay Uslu, öğrencilik yıllarında, ‘Türkiye’de bile bir kadın Başbakan olabilmişken, Hollanda’da neden bir kadın Başbakan olmadı. Göreceksiniz, ilk kadın Başbakan ben olacağım.’ demişti.
Bekleyeceğin ve göreceğiz.
Daha önceki seçimlerde, Türkler’in yüzde 40-45’inin oy kullandığı haberlerine karşı, benim yüzde 80 cevabımın Hollandaca yayını.
Türkler’in lobi gücünü düşürmek isteyen Hollanda medyası, seçimlere katılım oranını hep düşük gösterdi. Sonuçta bu hesap tahminden başka bir şey değildi. Ama biz her seçimde, Türkler’in verdiği tercihli oyları saydık. Türkler’in her zaman seçimlere ilgi gösterdiğini saptadık. Türkler’in seçimlere katılım oranı yüzde 70’lerin altına düşmüyordu.
Ben, her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de vatandaşlık görevimi yapacağım ve Almere kentindeki Archipel Okulu’nda oyumu kullanacağım.
Bu kez de, Hollanda’da 14-15 ve 16 martta yapılacak olan yerel seçimlerde 350 bin Türk’ün oy kullanmasını bekliyoruz.
Ben şahsen oldum olası, ayrı bir parti kurup kendimizi soyutlamaktan yana değilim. Ben hep, çeşitli siyasi partiler içinde yer almamızı yeğlemişimdir. Zira, siyasi partiler içinde davamıza destek olacak Hollandalı partidaşlarımız olacaktır.
Erdinç Saçan, Ayhan Tonca ve Osman Elmacı, aday listesinden çıkarılmışlardı.
Ne var ki, siyasi partiler, Milletvekili, Belediye Meclis Üyesi ve İl Genel Meclisi Üyesi olan Türk asıllılara, bırakın destek olmayı, köstek oldular ve hatta partilerinden attırdılar.
Bunun ilk örneğini 2006 seçimleri öncesinde Ayhan Tonca, Osman Elmacı ve Erdinç Saçan’ın, sözde ‘Ermeni soykırımını tanımıyorlar’ gerekçesi ile aday listelerinde çıkarılışı sırasında yaşadık.
O zaman çok kızmıştık. Türk kökenli seçmenlerin önemini anlamayan siyasi partilere ders vermek için, az da olsa birlik olmuştuk ve oylarımızı Fatma Koşer Kaya’ya vermiştik. O zamanlar medya, Türk kökenlilerin verdikleri oylar ile D66 Partisini kurtardıklarını yazmıştı.
İkinci dışlanma örneğini 7 yıl önce yaşadık. Zamanın Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher’in, yabancılar politikasına tepki gösterdikleri için, İşçi Partisi’nden atılan Tunahan Kuzu ile Selçuk Öztürk, mecliste kendi gruplarını oluşturdular ve sonra da DENK adında bir parti kurdular.
‘Yabancıların umudu’ olarak kurulan DENK Partisi’ni daha da güçlendirmek için, diğer yabancı kökenli siyasetçiler ile birleşmeyi amaçlayan Kuzu ve Öztürk, amaçlarına ulaşmışlardı.
DENK Partisi, 14-15 ve 16 Martta yapılacak yerel seçimlerde, gerek kendi ölçümlerinde ve gerekse partiye gönül verenlerin nazarında çok başarılı olacak.
Seçimlerde, özellikle Amsterdam, Lahey ve Rotterdam’da, Belediye Meclisleri’nde çoğunluğu ele geçirmesinden korkulan DENK Partisi için çeşitli baltalamalar yapılıyor. Medyanın büyük çoğunluğu, Türkler’in seçme ve seçilme haklarından çok rahatsızlık duyulduğunu yazıyor, çiziyorlar. Türkler’den başka Faslılar’dan, diğer yabancılardan ve hatta Hollandalılar’dan da oy alması beklenen DENK Partisi, seçim kampanyalarına daha ziyade, yabancı kökenlilerin haklarını savunma politikası sürdürdüğü için, en çok da yabancı düşmanı Gerd Wilders ile karşı karşıya geliyor.
Bakalım, Tunahan Kuzu-Selçuk Öztürk bozuşmasından sonra hafif yara alan DENK başarılı olabilecek mi?
Başkanlığını Veyis Güngör’ün yaptığı, merkezi Amsterdam’da olan Türkevi Araştırmalar Merkezi, seçimlerle ilgili olarak bir çevirimiçi (Telekonferans) düzenledi.
‘Yerel seçimler ve Siyasi Katılım’ temalı konferans, tecrübeli siyasetçi ve yönetici Huri Şahin’in açış konuşması ile başladı.
Amsterdam D66 adayı Nazmi Türkkol, Amsterdam Denk adayı Süleyman Koyuncu, Beverwijk Groen Links adayı Nur Tayfur ve Velsen, Velsen Lokaal adayı Süleyman Çelik konuşmacı olarak katılırken, Enschede’den kendi listesiyle seçimlere giren Ahmed Yılmaz ve Almere PvdA adayı Tarık Şahbaz da dinleyici olarak katıldılar.
Konferansa, gerek konuşmacı gerekse dinleyici olarak katılan adayların hepsine ‘siyasete neden girdikleri, siyasi parti tercihleri, nasıl bir siyasetçi profiline sahip oldukları veya olmak istedikleri ve seçilmeleri halinde dört yıl sonra geriye dönüp baktıkları zaman neleri yapmış olmak istedikleri’ soruldu.
Ahmet Suat Arı Nazmi Türkkol Nur Tayfur S.Çelik S.Koyuncu Huri Şahin
Adayların tamamının dikkat etmek istediği en önemli konu, gençlerin staj yeri bulma sorunuydu. Bu konuda belediyelerin özel sektöre örnek olması gerektiğine vurgu yaptılar. Adayların önemli bulduğu bir diğer konu da konut sorunuydu. Bu konuda belediyelerin üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi için çaba sarfedileceğine tüm adaylar tafafından vurgu yapıldı.
Adaylardan Ahmed Yılmaz, grubunun nispi temsil değil katılımcı demokrasiye ağırlık vereceğini ve belediye meclisinde alınacak her karar için halkla istişare şartı uygulayacaklarını söylerken, Velsen Lokaal Adayı Süleyman Çelik bunu kendilerinin Velsen’de zaten uyguladıklarını söyledi. Nur Tayfur ve Nazmi Türkkol ise bunun bazı temalar için mümkün olduğunu, ama her konuda uygulamanın gereksiz bir tıkanmaya yol açacağını ve karar almayı zorlaştıracağını söylediler.
Adaylar, başta Türk kökenliler olmak üzere göçmen asıllıların siyasi katılımının önemine vurgu yaparken, maalesef bunun istenen seviyede olmadığına da işaret ettiler. Dört yıl sonra ulaşmış olmak istedikleri hedefleri konusunda ise, verdikleri sözleri yerine getirmiş olmak, belediye sakinlerinin karar süreçlerine katılımını sağlamak olarak ifade ettiler.
Çevirimiçi telekonferansı Ahmet Suat Arı yönetti.
SEÇİM PROPAGANDALARI
Önümüzdeki seçimde, çeşitli siyasi partilerin listelerinde pek çok Türk adayın isimleri yer alıyor. Özellikle küçük Belediyeler’de 300 veya 400 tercihli oy ile seçilebilen Türkler’in, bu kez belediye meclislerine daha çok sayıda üye vermesi bekleniyor.
Hollanda’da yerel seçimlerde aday olan Türkler’in seçim kampanyaları da gittikçe profesyonelleşiyor. Az da olsa, Türkiye’deki seçim kampanyalarını andıran bu kampanyalarda güzel ayrıntılara değiniliyor.
Bakınız, Amsterdam’da aday olan Süleyman Koyuncu, seçmenlerine nasıl seslenmiş?
“Dedelerimizin ve babalarımızın, üç beş kuruş para kazanıp geri döneriz düşüncesiyle geldiği Hollanda’da 60 yıla yakın bir süredir yaşamaktayız. Çocuklarımız Amsterdam’da doğuyor, okula gidiyor, parklarda eğleniyor, sokaklarında yürüyorlar. Artık, içinde yaşadığımız Hollanda’nın bir parçasıyız. Karnımız burada doyuyor. Geleceğimiz Hollanda’da.
Birlikte yaşadığımız tüm Hollandalılar gibi, biz de vergimizi ödeyip, kurallara uyuyoruz. O halde, Hollanda’yı ilgilendiren her konuda, örneğin ödeyeceğimiz çöp vergisi veya park ücretinin yüksek olmasına itiraz etmede, bizim de söz hakkımız var.
Söz hakkını, kullanacağımız en önemli yollardan birisi de seçimlerde oy kullanmaktır. Ancak, dört yıl önce yapılan seçimlerde Hollanda kökenli olmayanların oy kullanma oranı ne yazık ki yüzde 20’lerde. Oysa oy kullanmakla, hem gelecek dört yıl Belediyeleri yönetecek olanları seçeceğiz hem de çocuklarımızın da içinde bulunduğu Hollanda’nın geleceğine yön vermiş olacağız.
Bunun yolu, 14 – 15 – 16 Mart tarihlerinde yapılacak Belediye Meclisi seçimlerinde, ezici çoğunlukta sandığa giderek demokratik hakkımızı kullanmaktan geçiyor. Oylarımızı kullanarak, siyasete katılımımızı, ırkçılığa karşı olduğumuzu, eşit muamele görmek istediğimizi, orantılı temsil olmasını istediğimizi gösterebiliriz.
Yaşanılabilir, daha zengin ve renkli bir Hollanda için, hem kendi oylarımızı kullanalım hem de vatandaşlarımızın sandığa gitmesini sağlayalım.
Unutmayalım, Belediye seçimlerinde kullanılacak her oy, ırkçı ve yabancı düşmanlarına verilecek önemli bir cevaptır.”
BURAK ŞAHİN
Bir ayrıcalıklı adayımız da Burak Şahin. Bergen Op Zoom kentinde GBWP Partisi’nden 15’inci sırada bulunan Şahin’in seçilme şansı, tercihli oylara bağlı. Kentlerinde, her yerde olduğu gibi konut sıkıntısının en büyük sorun olduğunu belirten Şahin, öğrencilerin ve yabancı kökenlilerin büyük zorluk içinde olduğunu söylüyor ve bu konu için mücadele edeceğini belirtiyor.
Burak Şahin, 2017’den bu yana, aynı Belediye Meclisi’nde seçilmiş değil, atanmış üye olarak görev yapıyor. Duoraadslid, olarak anılan bu üyeler, asıl üyelere destek veriyor ama toplantılara katılamıyor ve oy kullanamıyor.
KURUMLARIMIZ DA AKTİF
Hollanda’da bulunan Türk Sivil Toplum Kuruluşları da boş durmuyor. Çeşitli kuruluşlar, seçimlerde oy kullanılması için çeşitli etkinlikler düzenlerken, çeşitli dini ve siyasi görüşlere mensup federasyonlardan oluşan Türkler İçin Danışma Kurulu (İOT), Başkan Zeki Baran imzasıyla şu mesajı yayınladı:
16 Mart’ta oyunuzu kullanın!
16 Mart tarihinde Hollanda’da Belediye Meclisi Seçimleri yapılacak. Hollanda’da Türkler İçin Danışma Kurulu (IOT) olarak, tüm vatandaşları seçimlere katılmaya davet ediyoruz. Oyunuzu mutlaka kullanın, seçim hakkınız boşa gitmesin!
Korona salgını sürecinde, Hollanda’da yaşayan toplumsal gruplar arasındaki eşitsizlik iyice arttı. Başta sağlık olmak üzere bir çok alanda fırsat eşitsizliğinin neden olduğu sorunlar daha da büyüdü. Salgın nedeniyle toplumumuz içinde hayatını kaybedenlerin oranı diğer kesimlere göre daha fazla oldu. Bu fırsat eşitsizliği diğer alanlara da olumsuz yansıdı. Bu nedenle tüm vatandaşları 16 Mart seçimlerinde sandığa giderek bu eşitsizliği gidereceğine inandığı partilere oy vermeye davet ediyoruz.
Oy tercihinizi belirlerken dikkat edebileceğiniz önemli konulardan birisi eğitimdir. Salgın nedeniyle okulların kapanması sonucu göçmen çocukların eğtimdeki mağduriyeti diğer kesimlere göre daha fazla oldu. Okul eğitimi belediyelerin sorumluluğundadır. Bu nedenle oy vereceğiniz partinin eğitimdeki eşitsizliğin giderilmesine yönelik politikalarına dikkat edin.
Belediye politikalarında yer alan diğer önemli bir konu yoksullukla mücadele. Bizim toplumda özellikle yaşlılarımızın büyük bir bölümü yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşıyor. Zor durumda olan yaşlıların geçim sıkıntısını gidermek amacıyla başvurabilecekleri yardımlar olmalı ve yaşlıların daha fazla yoksullaşmasını önleyici polikalar geliştirilmeli. Belediyeler bu alanda var olan hizmetlerden göçmenlerin de eşit şekilde yararlanmasını sağlamalıdırlar.
Konut piyasasındaki sorunlar herkes tarafından biliniyor. Konut fiyatları ve kiralar inanılmaz hızlı yükseliyor. Özellikle gençlerin uygun bir ev bulmaları nerede ise olanaksız hale geldi. Bu nedenle ihtiyaç sahiplerinin alım gücüne uygun konut politikaları olan partileri tercih etmekte fayda var.
Hollanda’da toplumsal kesimler arasındaki eşitsizlik, hemen her alandaki ayrımcı ve dışlayıcı politikalar sonucu daha da büyüyor. Devlet ayrımcı politikalarla mücadeleyi vatandaşlara bırakmadan, kendisi bu mücadelede öncü olmalıdır. Etkili bir ayrımcılıkla mücadele polikası olan ve yerel yönetimlerin bu konuda aktif rol almasını öngören partileri tercih etmek gerekir.
Umarız bu düşünceler oyunuzu belirlemeye yardımcı olur. Ama herşeyden önemlisi, sandığa giderek demokratik bir partiye oy vermenizdir. Göçmenlerin sandığa gitmeyerek, ırkçı parti taraftarlarının tercihlerinin etkili olmasına fırsat vermeyelim.
16 Mart Çarşamba günü sandığa giderek oyumuzu kullanalım. 14 Mart Pazartesi ve 15 Mart Salı günleri de oy kullanmak mümkün.
Uzmanlar mahkeme yargıcının siyasi bir karar verdiğini ve başının ağrıyacağını belirtiyorlar.
Akademik çevrelerde, Amsterdam mahkemesinin siyaset dışı bir karar vermesi gerektiğini belirtirken, şikâyetler üzerinde hiç durulmadığı ve sadece yasa usulsüzlüklerine dayanılarak karar verildiği öne sürülüyor.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
VOLT Partisi’nin, milletvekili Nilüfer Gündoğan hakkında, çeşitli taciz olayları iddiasıyla verdiği ‘partiden ihraç’ kararını bozan Amsterdam Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar da eleştiriliyor.
13 kişi tarafından taciz şikâyetine maruz kalan Nilüfer Gündoğan, kendisine bir komplo düzenlendiğini ve maruz kaldığı muamelenin ‘alçaklık, rezalet ve iftira’ olduğunu belirterek mahkemeye baş vurmuştu.
Amsterdam Mahkemesi’nin vermiş olduğu ‘Partiden ihracı durdurma’ kararı, hukuk uzmanlarını ve akademik çevreleri memnun etmedi.
Nijmegen Üniversitesi Devlet Hukuku Yüksek Öğretim Üyesi olan Paul Bovend’Eert, mahkemenin verdiği kararın, siyasi ihtilaflardan uzak durulmadığını, bunun en son örneğinin de Gündoğan kararı olduğunu söyledi.
Akademik çevreler de, mahkemenin sadece parti tüzüğü ve yasalardaki usulsüzlüklere baktığını ama şikâyetler konusuna hiç bakmadığını belirtiyorlar.
Partinin Fraksiyon Başkanı Laurens Dassen, mahkeme kararından sonra Gündoğan’dan özür dilemiş ve partiye geri dönüşünü kabulleneceğini belirtmişti.
Ne var ki, hukukçuların görüşlerinden sonra fikir değiştiren Dassen, şimdi temyize baş vuracağını belirtti.
Amsterdam Ünüversitesi Politikoloji (Siyasal Bilgiler) Yüksek Öğretim Üyesi olan Tom van der Meer de karara şaşırdığını belirtenler arasında yer alıyor. ‘Kararı şaşkınlık içinde okudum. Yargıcın, patiden ihraç kararını neden bozduğuna bir anlam veremedim’ diyen Van den Meer, yasada fraksiyon diye bir kelimenin bulunmadığını, siyasi partilerin de dernek statüsünde olmadığını ileri sürdü.
Leiden Üniversitesi Siyasal Bilim Baş Doçenti Tom Laurense, ‘Korkarım ki, bu mahkeme kararı, diğer hakimlerin siyasete bulaşmasına kapı açacaktır’ dedi.
Sonuç olarak, Nijmegen Üniversitesi Devlet Hukuku Yüksek Öğretim Üyesi olan Paul Bovend’Eert, “İki taraf da temyiz hakkını kullanmaması halinde bu sorun burada kapanmış olur. Ama bana göre araştırma, bir büro tarafından değil meclis araştırması olarak yapılmalıdır. Meclis Dürüstlük Komisyonu bu konuyu tarafsız bir şekilde ele alır ve sınırı aşan taciz olup olmadığını ortaya çıkarır.” dedi.
BEN DE ŞAŞIRMIŞTIM
Haklılığına çok inandığı için mahkemeye başvurma cesaretini gösterdiğini daha önce belirtmiş olduğum Gündoğan hakkındaki mahkeme kararı, beni de çok şaşırtmıştı. Zira mahkeme kararında, sadece yasal usulsüzlükler üzerinde durulmuş ve hiç bir şikâyet konusu gündeme gelmemiş ve şikâyetçiler de dinlenmemişti.
Bu duruma çok şaşırdığım için, o günkü haberimin sonunda, şu notu düşmüştüm: Değerli Okurlarım, Nilüfer Gündoğan’a yapılmış olan suçlamalar hakkında bir açıklama yapılmaması ve Gündoğan’ı çok mağdur eden bu suçlamaların getirecekleri ile ilgli bir yorum yazacağım Bekleyiniz…
Görülüyor ki, mahkeme kararında benim göremediklerimi uzmanlar da fark etmişler.
Şimdi soru, ‘Gündoğan için iddia edilen taciz olayları gerçek mi, değil mi’ sorusu.
Bu sorunun cevabını da, sanırm, yapılması muhtemel olan meclis araştırması sonunda öğrenebileceğiz.
Bu durumda, benim Gündoğan’ın mağduriyeti ile ilgili yazacağımı vaat ettiğim yorum da ertelenmiş oldu.
Gündoğan’ın biyografisini sizlere daha önce sunmuştum. Ama isterseniz ben size Gündoğan’ın mecliste yapmış olduğu başarılı ve ilginç çalışmalardan birkaç örnek vereyim:
Mart 2021’de yapılan seçimlerde 41,352 tercihli oy alarak bir inanılmazı gerçekleştiren Nilüfer Gündoğan, partisinin Savunma, Kültür, Bilim, Maliye ve Kamu Harcamaları gibi birçok konuda sözcülüğünü üstlendi.
Gündoğan 2021 haziran ayında tütün lobisini yasaklamak için bir kanun önergesi verdi. Ancak yeterli destek bulamadığından, tasarı 7 oy eksik olduğu için yasallaşmadı.
Gündoğan, konut satışlarından elde edilen kârın, Fransa’daki gibi vergilendirilerek, spekulatif kazançla mücadele edilmesi amacıyla başka bir önerge daha vermişti
D66’dan Sjoerd Sjoerdsma ile birlikte Meclis Başkanı Vera Bergkamp’a mektup yazarak, FVD Partisi üyelerince meclis tartışmalarında yapılan tehditkar açıklamalara karşı, Meclis Başkanlığı’nın harekete geçmesini isteyen Gündoğan, bu bağlamda 2021 yılında DENK ve FVD Partisi yandaşlarından aldığı tehditler ile gözdağı veren emaillere değinmişti.
Gündoğan sosyal medyada kullanılan hakaretamiz dil ve tehditlerden şikayetini sürdürmüş ve ölüm tehditleri üzerine polise şikayetçi olmuştu.
Gündoğan, özellikle aşırı sağcı ve populist Geert Wilders’den bir twitter mesajında, “edepsiz faşist” şeklinde söz etmişti.
İşte bu yaşanmışlara bakıldığı zaman insanınaklına ister istemez, ‘Acaba düşmanları Gündoğan’a bir komplo mu kurmuşlar?’
Elle sarkıntılık, tedhiş-gözdağı ve istenmeyen cinsel sarkıntılıkla suçlanan milletvekilinin, suçsuzluğunu ispat etmek için başvurduğu mahkemenin yargıcı, uygulamaların kanunsuz ve usulsüz olduğunu belirtti.
Beş bin euro tazminat alacak olan Gündoğan, Volt Partisi grup üyeliğini sürdürecek.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Geçtiğimiz 13 şubat günü, Volt Partisi tarafından ‘sınırı aşan tacizler’ suçlaması nedeniyle pariden ihraç edilen Nilüfer Gündoğan, kendisine haksızlık yapıldığı için başvurduğu mahkeme tarafından haklı bulundu.
Gündoğan ile hiç konuşmadan ihraç kararı alan partinin, konuyu incelemek için seçtiği araştırma bürosu, Gündoğan hakkında13 şikâyet olduğunu, bu şikâyetlerin ‘Elle sarkıntılık, tedhiş-gözdağı ve istenmeyen cinsel sarkıntılık’ olduğunu açıklamıştı.
Partinin çeşitli alanlarında çalışan 16 kişiyle konuşulduğunu ve 13 kişinin şikâyette bulunduğunu belirten partinin fraksiyon başkanı Laurens Dassen, Gündoğan’ın araştırmaya katılmayışına anlam veremediğini söylemişti.
Yapılan kesin ihraç kararından birkaç saat sonra twitterde bir açıklama yapmış olan Nilüfer Gündoğan, kendisine yapılan muamelenin ‘alçaklık, rezalet ve iftira’ olduğunu belirterek,
seçilen araştırma bürosunun güvenilir ve tarafsız olmadığını, bu nedenle de muhtap kabul etmeyerek soruşturmaya katılmadığını söylemişti.
Nilüfer Gündoğan, bu durum karşısında şaşkınlık geçirdiğini ve hiçbir şeyden haberi olmadığını belirtirken, ‘Bunlar belki de, uzun süredir beni tehdit edenlerin bir oyunudur’ dedi.
VOLT Partisi’nin mecliste korona sözcülüğünü yapan Gündoğan, özellikle Forum voor Democratie partisi mensupları ile sert tartışmalar yapıyordu. Telefon, posta, email ve twitter yoluyla tehdit edildiğini ve annesine de küfürler yağdırıldığını belirten Gündoğan için, polis tarafından koruma önlemleri alınmıştı.
Haklılığından çok emin olduğu için mahkemeye başvuran Gündoğan’ın, Amsterdam’da yapılan duruşmasında, parti tarafından uygulananların kanunsuz ve usulsüz olduğuna karar verildi. Ne parti tüzüğünde ve ne de Fraksiyon Kuralları içinde, askıya alma kuralı olmadığını belirten hakim, partinin Gündoğan’a şimdilik 5000 euro tazminat ödemesine de karar verdi.
Parti’nin Fraksiyon Başkanı Laurens Dassen, mahkeme kararından sonra yaptığı açıklamada özür diledi ve Gündoğan hakkında verdikleri kararları geri çektiklerini bildirdi.
Değerli okurlarım, Nilüfer Gündoğan’a yapılmış olan suçlamalar hakkında bir açıklama yapılmaması ve Gündoğan’ı çok mağdur eden bu suçlamaların getirecekleri ile ilgili bir yorum yazacağım. Bekleyiniz…
VOLT PARTİSİ VE NİLÜFER GÜNDOĞAN
Hollanda genel seçimlerine ilk kez katılan VOLT Europa Partisi (Genelde sadece VOLT olarak söz ediliyor), sürpriz bir şekilde üç koltuk kazandı. Parti seçim listesinin ikinci sırasında yer alan Nilüfer Gündoğan da böylece meclise girmiş oldu.
Sizlere Nilüfer Gündoğan’ı tanıtmadan önce, çok ilginç bir yapıya sahip olan VOLT Partisi’nden söz edeyim.
2017 Yılında İtalya’da Andrea Venzon tarafından kuruldu. İdeolojik yapısı, sosyal liberal ve tam bir Pan-Avrupa taraftarı. Lüksemburg’da, kâr amacı gütmeyen bir dernek olarak kayıtlı. Ayrıca, Avrupa Birliği Yeşiller fraksiyonuna kayıtlı. 30 Avrupa ülkesinden 20 bin aidat ödeyen üyesi var.
Avrupa Birliği’ni gözü kapalı destekleyen bu kuruluşa, Birliğin finansal katkısı var mı yok mu bilemiyorum.
İtalya’dan başka, Almanya, Hollanda, Belçika ve Bulgaristan’da siyasi parti olarak faaliyet gösteriyorlar ama yakın biz zamanda tüm Avrupa ülkelerinde faaliyete geçecekler.
Avrupa sınırları içinde yaşayan tüm insanların, eşit bir şekilde yaşayabilmeleri için, bir tek yasa altında yönetilmeyi şart koşan bu parti şu örneği veriyor: Almanya, Lüksemburg, Holland ave Belçika’nın yer aldığı bir Limburg Bölgesi var. Bu bölgede yaşayan insanların, çalışma veya okula gitme alanları diğer ülkede olabiliyor. Bir ülkede ikamet edip bir başka ülkede işe veya okula gidenler, çeşitli yasalar ile karşılaşıyorlar. Bu parti, işte bu nedenle, yasaların tüm Avrupa ülkelerinde aynı olması gerektiği belirtiliyor.
Babası 1980 ihtilalinden önce Hollanda’ya göç etmiş bir eğitimci.
Annesiyle birlikte Hollanda’ya geldiği zaman 18 aylıktı. Annesi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeğeni olduğunu söylüyor.
10 yıl önce siyasete atılmış ve Demokrat 66 Partisi’ne üye olmuş. Eşinin vefat etmesinden sonra siyaseti bırakmış. Ama aradan bir müddet geçtikten sonra, 4 yıl önce VOLT Partisi’nden gelen teklifi geri çevirmemiş.
Bir yayın organına verdiği beyanatında, Türkiye’deki gelişmelerden memnun olmadığını belirten Nilüfer Gündoğan, mecliste temsil edeceği insanlar için, kadın-erkek eşitliği, cinsel tercih eşitliği, dini ve siyasi görüş özgürlüğü için mücadele edeceğini söylüyor.
*Ukrayna, kendilerinden olmayanların ülkeden kaçışını önlüyor…
*Avrupa ülkeleri, sarı saçlı, mavi gözlü mülteci tercihi yapıyor… *Holland hükümeti ve medyası ayrımcılığı sergiliyor…
Dün yayınladığım haberimde, bir Hollanda gazetesinin, İstanbul’daki muhabirine dayanarak yazdığı Türk gazeteleri ile ilgili bir haberi değerlendirmiştim.
Hollandalı muhabir, Türk medyasının, Ukrayna’daki savaşı neredeyse görmezden gelen tutumunu ve açık saçık magazin haberlerine daha çok yer verdiğini yazmıştı.
Doğru tespitler olduğu gibi, abartılı vurgulamalar da vardı. Abartının en büyüğü, Türk gazetelerinin toplamda 20 milyon tirajı olduğuydu.
Türk medyasının tutumunu, ‘Okur veya seyirci ne istiyorsa onu veriyorlar’ diye değerlendirebilirim. Peki ya Hollanda medyasına ne demeli? Hollanda medyası okur ve seyirci ne isterse değil, kendileri ne sunmak istiyorlarsa onu veriyorlar. Yani halkın uyur gezer kalmasını sağlamak için ısmarlama haberleri sunuyorlar. Bunu ben değil, Hollanda’daki akil insanlar dile getiriyor.
Bunun en son örneğini de Rusya-Ukrayna savaşında görüyoruz.
Hollanda medyası, Rus saldırısının birinci gününden bu yana, hep Batı yanlısı tutumu ile göze çarpıyor. Yorumlar olduğu gibi, haberler de kasıtlı ve abartılı yayınlanıyor.
Her sabah Hollandalı eşim ile birlikte değerlendirdiğim TV görüntüleri ve gazete yayınlarının, ne kadar da taraflı olduğu fikrinde birleşiyoruz.
Tabii ki istisnalar hariç.
Hollanda medyasında sağduyulu davranan yorumcular da var.
Örneğin, sığınmacılar konusunda çifte standartlı davranan Hollandalıları eleştiren yazarlar olduğu gibi, Ukrayna’da, ülkeyi terketmek isteyen yabancılara engel olunduğunu belirten yazarlar da var.
Örneğin, sarı saçlı, mavi gözlü mülteciyi tercih ettiklerini söyleyen ve ‘Ukraynalılar bizdendir’ diyerek evlerinde konuk etmek isteyen Hollandalılar için iki laf eden yazarlar da var.
Suriyeli ve Afgan mültecilere ‘zehir’ diyen ve ülkeye sokmayan Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve bir mülteciye çelme takan Macar gazeteci kadının çirkin davranışını hatırlatanlar da oluyor.
İsterseniz, son gelişmeler hakkında Hollandalılar’ın neler yazdığına ve neler okuduğuna bakma yerine, gelin sizlere, ‘Sığınmacılıkta çifte standart’ konusunu anlatayım.
Ukrayna’daki savaşın çıkmasından sonra, bugüne kadar bir milyonu aşkın insanın komşu ülkelere sığındıkları belirtiliyor. Batılı ülkelerin de mülteciler arasında ayrımcılık yaptığı bildiriliyor.
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bombardımandan kaçan, Ukraynalı olsun veya yabancı olsun, herkesin AB ülkelerinde kabul göreceğini ve ülkelerine gitmek isteyenlere de yardım edeceklerini belirtiyor.
Sığınmacılara kolaylık yapılacağının açıklanması elbette ki sevindirici bir karardır. Zor durumlarda ülkelerini terketmek mecburiyetinde olan insanları böylesine kucaklamak da sevindiricidir.
Hollanda hükümetinin, 25 bölgeye 2’şer bin Ukraynalıyı yerleştirmek için 2 haftaya ihtiyaç olduğunu belirtmesi de sevindiricidir. Ama tüm bu sevindirici gelişmeler karşısında insan ister istemez soruyor: Suriyeli sığınmacılar konu olduğu zaman, bir köye yerleştirilecek 100 kişi için büyük yaygaralar koparan Hollandalılara ne oldu? Şimdi bırakın 25 köye 50 bin Ukraynalı’nın yerleştirilmesini, ‘Bunlar bizdendir, evimizde de ağırlarız’ diyen Hollandalılar neyi ispat etmek istiyorlar? Bu açıklamalardan, haçlı ruhunun canlanması hissiyatına kapılmak yanlış olur mu?
Empati, tabii ki davranışların en güzelidir. Ama, Ukraynalı Hıristiyan sığınmacıya empati, Müslüman sığınmacıya nefret belirtisi ne kadar insancıldır?
Bakınız Joke Kaviaar adlı Hollandalı bir bayan gazeteci bu konuya nasıl girmiş: “Ukrayna’dan göç etmeye çalışanların durumuna baktığımız zaman, Avrupa’nın ve haliyle Hollanda’nın ‘iltica rejimi’ ırkçılık üzerine kurulmuş olduğunu görürüz.
Başlangıçta şunu söyleyebilirim: Sığınmacıları önlemek için, Polonya ile Belarus arasında 180 km. uzunluğunda ve 5 metre yükseklikte bir duvar örülmektedir. Demek oluyor ki, sığınmacılara karşı şiddet de kullanılacaktır.” Kaviaar bu konudaki inanılmaz iddialarını sürdürüyor.
Bu konularda açıklamalar yapan pek çok Avrupa üst düzey yöneticisi var. AA’nın yayınlarına göre, bu konudaki görüşler şöyledir:
Avrupa Birliği Komisyonu sözcülerinden Anitta Hipper, Ukrayna’daki savaştan kaçarak AB ülkelerine girmek isteyen mültecilerin ayrımcılığa uğradıklarına yönelik haberlere ilişkin bir soru üzerine, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in, “Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bombalarından kaçan herkes AB ülkelerine gelebilir. Barınmak isteyen herkesi koruyacağız ve ülkelerine gitmek isteyenlere yardım edeceğiz.” dediğini belirtti.
“AB üyesi ülkeler, Ukrayna’daki savaştan kaçıp sınırlarına gelen herkese eşit muamele sağlanması taahhüdüne bağlıdır.” ifadesini kullanan Anitta Hipper, bunun uluslararası yükümlülüklerle uyumlu olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Ukrayna’daki şiddetten kaçan herkesin uyruğuna, etnik kökenine veya derisinin rengine bakılmaksızın AB’ye erişimine izin verilmelidir. Üçüncü ülke vatandaşlarının güvenli şekilde gelmelerinin sağlanması için tüm seviyelerde AB üyesi ülkeler, Ukrayna ve Moldova ile temastayız. AB, Ukrayna’daki savaştan kaçan herkese erişim imkanı verilmesine inanmaktadır.”
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de, Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitri Kuleba’nın sosyal medyada yaptığı, “Tahliye arayışında olan Afrikalılar dostlarımızdır ve evlerine güven içinde dönmek için eşit fırsatlara sahip olmalıdır.” açıklamasını alıntılayarak kendi hesabından paylaşımda bulundu.
Borrell, Twitter mesajında, “Kuleba’nın mesajı çok açıktır: Ukrayna’dan tahliye arayışındaki Afrikalılara, evlerine güvenle dönmeleri için eşit fırsat sunulmaktadır. Ukrayna hükûmetinin bu konudaki çabalarına müteşekkiriz.” ifadesini kullandı.
Birleşmiş Milletler’in Cenevre Ofisi’nde düzenlenen basın toplantısında, konuyla ilgili soruları cevaplayan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği sözcüsü Shabia Mantoo ise, “Kimse mülteci olmak istemez. Hiç kimse evinden zorla ayrılmak ve güvenlik arayışı içinde kaçmak zorunda kalmak istemez. Bu gerçekten yıkıcı bir durum.” dedi.
Sözcü Mantoo, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu durum, Ukrayna’dan gelen mülteciler, Afganistan’dan gelen, Suriye’den gelen ve diğer ülkelerden gelen mülteciler için de gerçekten trajik bir durumdur. Yani asıl mesele, günün sonunda hatırlamamız gereken, hepsinin insan olduğudur.”
Nefret söylemlerinin mültecilerin yaşamını tehlikeye sokabileceğini vurgulayan Mantoo, “(Mültecilerin) Kimliklerinin ne olduğu, nereden geldikleri önemli değil. Biraz daha insancıl ve merhametli olalım.” çağrısı yaptı.
ALMANYA DA RAHATSIZ
Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Andrea Sasse ise, Berlin’de düzenlenen basın toplantısında, “Ukrayna’dan gelenlerin AB sınırlarında ayrıldığı ve Avrupalı görünümünde olmayanların AB’ye alınmadığı” yönünde haberler bulunduğunu hatırlatıp, Alman hükümetinin bu konudan bilgisi olup olmadığı yönündeki soruya cevap verdi.
Bu haberleri bildiklerini anlatan Sasse, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada buna işaret ettiğini belirtti.
Sasse, “Bu haberler doğruysa elbette korkutucudur ve bu tür davranışlar bizim için kesinlikle kabul edilemez. Aynı kurallar ayrım gözetmeksizin mülteciler için geçerlidir.” dedi.
Bu tür olayların gerçekleşmemesi için ne şekilde kontroller yapıldığına ilişkin soruyu Sasse, “Biz haberleri biliyoruz. Bu konudaki tutumumuzu burada açıkça ifade ettik. Somut olaylar olursa bunları kaydederiz. Ancak bunun ötesinde genel olarak kontroller konusunda bir şey söyleyemem. Böyle haberler var, bunlara uygun tepki veriyoruz ve sert bir şekilde kınıyoruz.” diye yanıtladı.
Almanya İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Maximilian Kall ise, AB üyesi ülkelerin İçişleri Bakanları kapsamında yapılan görüşmelerde, diğer üye devletlerin de Ukrayna’dan kaçan tüm insanların sınırı geçmelerine izin verileceği taahhüdünde bulunduğunu ifade etti.
Knall, Ukrayna’dan şimdiye kadar 6 bin kişinin Almanya’ya ulaştığının kayıt altına alındığını, ancak AB içinde düzenli sınır kontrolleri olmaması nedeniyle daha fazla insanın ülkeye geldiğinin varsayılabileceğini söyledi.
İnsanların Ukrayna’dan AB ülkelerine vizesiz girebileceğini ve iltica sürecinden geçmelerinin gerekli olmadığını ifade eden Knall, AB’ye üye ülkelerin İçişleri Bakanlarının bir araya gelerek bu sürecin hızlı işlemesine ilişkin karar almasının beklendiğini bildirdi.
European Stability Initiative (ESI) Başkanı Gerald Knaus, dünyanın Suriye Savaşı’nın yol açtığı göç dalgasından da büyük bir göç kriziyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Knaus ayrıca Avrupa’da yaşanan göç krizlerinde çifte standart izlendiği yönündeki iddialara da cevap verdi. Knaus, Ukraynalı mültecilere yönelik empatinin, “onların daha iyi tanınmalarından” ve “yakın komşuluk ilişkilerinden” ileri geldiğini öne sürdü.
Rusya-Ukrayna savaşı 1 milyon Ukraynalının Avrupa’ya göç etmesine neden oldu. Bu süreçte Ukrayna’dan kaçan farklı ırklara mensup mültecilere yönelik ayrımcı uygulamalar gündem olmaya devam ediyor. Ukrayna’dan ayrılmaya çalışan Afrika kökenlilerin Polonya sınırında ırkçı muameleye maruz kaldığı iddiaları basına yansımıştı. Avrupalı medya mensupları ve akademisyenlerin Ukraynalı göçmenleri “sarışın, mavi gözlü ve Avrupalı” olmalarından ötürü iltica hakkına sahip oldukları söylemleri kamuoyunda tepki yaratmıştı.
Ukrayna’dan yaşanan kaçışlar Suriye Savaşı’nın neden olduğu göç dalgasını hatırlatırken bu yeni göçmen krizine yönelik sadece Avrupa medyasının değil kurumlarının da yaklaşımındaki farklılık mültecilere “çifte standart” uygulandığı yönünde iddialara neden oluyor.
Dün Avrupa Komisyonu Yugoslavya Savaşı’nın akabinde alınan ve savaş sonrası Avrupa’ya göçmen kabulünü kolaylaştıran kararı yıllar sonra ilk kez Ukraynalı göçmenler için yürürlüğe koydu. Buna göre Ukraynalı göçmenler özel koruma statüsüyle iltica statüsü almaya gerek kalmadan ilgili ülkelerce kabul edilecek. Önce 1 yıl için geçerli olan “koruma statüsü” 3 yıla kadar uzatılabilecek. Koruma statüsü Ukraynalı göçmenlerin sosyal yardıma erişimi ve çalışma iznini verilmesini de kapsıyor.
Söz konusu tartışmalar bağlamında Türkiye-AB arasındaki 18 Mart Mutabakatı’nın mimarı olarak da bilinen ESI Başkanı Gerald Knaus, gündemdeki soruları yanıtladı.
-Yeni bir mülteci krizi kapıda mı?
“Hâlihazırda İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük mülteci krizine şahit oluyoruz. Bir hafta içinde 1 milyon kişi AB’ye ve Moldova gibi Ukrayna’nın komşu ülkelerine giriş yaptı. Bu durum devam ederse birkaç hafta içinde, dünyadaki en büyük mülteci krizi yaşanabilir. Hatta Suriye krizindekinden bile büyük olabilir.
Suriye’de savaş başladığında Türkiye nasıl çok sayıda mülteciyi kabul ettiyse Avrupa da şu anda benzer tepkiyi veriyor. AB Ukraynalılar için sınırlarını açmış durumda. AB Ukrayna’da mukim -Ukraynalı olmasa bile- herkesin AB’ye giriş yapabileceğine karar verdi. AB halklarında oldukça büyük bir mobilizasyon ve empati var. UNHCR’ın son verilerine göre şu anda 1 milyon, ekseriyeti kadın ve çocuklardan oluşan mülteci var. AB bu mültecilere sahip çıkacak. Mültecilere sığınmacı statüsü için başvurmak zorunda kalmadan tüm AB içinde bir yıllık oturum izni verilecek.”
-Avrupa neden Ukraynalı mültecilere özel muamele gösteriyor?
“Buna katılmıyorum. Şu anda insanların tanıdıkları, bildikleri komşularına yardım etmek istemeleri oldukça normal bir durum. Avrupalı insanlar Ukrayna’yı daha iyi tanıyorlar, Afganistan’la ilgili çok bir bilgileri yok. Tıpkı Türkler gibi. Türkler Suriyelileri daha iyi tanıyorlar, öte yandan Yemen’deki insanlara dair çok bir şey bilmiyorlar. Kolombiya’da da aynı şekilde. Onlar da Venezuelalıları tanıyorlar ancak Orta Doğu hakkında pek bilgileri yok. Yani bu üç örnekte olduğu gibi, Avrupalılar, Kolombiyalılar ve Türkler başka gidecek yeri olmayan bu komşuları ile kendilerini daha çok özdeşleştirebiliyorlar. Tanıdığınız insanla tanımadığınız insan arasında sizin için fark vardır. Yine de herkesin insan haklarına saygı duymak zorundasınız. Mülteci Konvansiyonu herkes için geçerlidir. Ancak tanıdığınız komşularınıza dokunulduğunda ve bunun bir saldırı olduğunu bildiğinizde onlar için empati beslersiniz ve bu normal bir insan davranışıdır.”
-Suriyeli mültecileri bir tehlike olarak gören Avrupa kamuoyu neden Ukraynalıları kolayca kabullendi?
“Suriyeli mülteci krizini hatırlarsak Almanya bir yılda 1 milyon mülteciyi kabul etti. O zaman da toplumda benzer bir harekete geçme ve empati mevcuttu; İsveç’te, Almanya’da Avusturya’da. Sanırım ikisi arasındaki fark şu: İnsanlar ülkelerine gelen mültecilerin hikayelerini bilmeye ihtiyaç duyuyorlar. Alman medyasında Esed’in gaddarlığı ile ilgili çok haber bulursunuz. Bu haberlere Polonya ya da Macaristan’da rastlamazsınız. İnsanları korkutmak kolaydı, popülistler çok tanımadıkları Müslüman mültecilerle ilgili korku atmosferi yaratıyorlardı. Bu bir bahane değildir ancak durumu açıklar ve ne yapılabileceğine dair bir yol sunar.
İnsani iletişiminiz olmadığında korku atmosferi ve ön yargılar oluşturmak kolaydır. Türkiye’nin dünyada bu zamana kadar en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunu unutmayalım. Ama Almanya da ilk 5’teydi ve Almanya daha çok Müslüman mülteciye kapılarını açtı. Yani Almanya, İsveç ya da çok sayıda mülteci kabul eden ülkeler söz konusu olduğunda bir çifte standart olduğunu kabul etmiyorum. İnsanlar her yerde aynıdır. Güçlü bir dayanışma hissiyatı için ortak bir hikâyeye ihtiyacınız vardır, kimle dayanıştığınızı tanıdığınız. Bu hikaye de hem medya da hem kişisel iletişimimiz ile gördüğümüz, duyduğumuz algıların bir sonucunda oluşur.”
-Ukrayna’dan kaçan mültecilere muamelede çifte standart iddialarına ne diyorsunuz?
“Ukrayna’dan kaçan ve AB tarafından koruma altına alınan kişilerin seçilmesinde ırkçı bir tutum söz konusuysa burada tabii ki endişelenmek gerekir. Ancak kurallar ve Avrupa Komisyonunun önerileri oldukça açıktır. ‘Ukrayna’da olan herkes AB’ye girme hakkına sahiptir’ der. Kiev’deki Afrikalı öğrenciler, Azerbaycanlı işçiler, Afganistanlı sığınmacılar… Ukrayna’da olan herkes AB’ye girme hakkına sahip şu an. Kural budur. İlginç bir şekilde Ukrayna Dışişleri Bakanı bir tweet attı. Şu anda gözetmesi gereken birçok sorunu olmasına rağmen AB’ye ‘Ukrayna’da yaşayan Afrikalı misafirlerimiz dahil lütfen herkesi kabul edin.’ dedi. Bu da kesinlikle AB’nin yapması gereken şeydir.”
-Yunanistan Başbakanı Miçotakis bugün Ukraynalı mültecileri kabul etmeye hazır olduğunu söyledi. Geçmişte Suriyelilere yönelik böyle bir tutum yoktu.
“Burada iki mesele var. Ukrayna ve diğer örnekler için zamanlara baktığımızda farklı uygulamalar görürüz. Ukraynalılar Avrupa’da vizesiz seyahat hakkına sahipler. Avrupa’da kimse onları içeri kabul etmek için bir karar vermek zorunda değil. Hepsinin 3 ay boyunca turist olarak gelmeye zaten hakkı var. Şu an tek soru: Avrupa’daki tek sorun vizesiz seyahat iptal mi edilmeli? Bunu kimse yapmak istemez, doğru olan da bu. Yani Ukraynalılar için böyle bir karar verme gibi bir durum söz konusu değil. AB 2017’de Ukrayna vatandaşları için vize serbestisi kararı vermişti. Bu da Ukrayna krizinin neden farklı olduğunu açıklıyor.”
ISMARLAMA GÖRÜNTÜLER
Savaşlarda tarafların yaptıkları açıklamalar hiç güvenli değildir. Her iki taraf da yalan bilgilerle halkına ve ordusuna moral vermeye çalışır. Bir taraf şu kadar kişi öldürdük derken, diğer taraf bunu yalanlar. Bazen de ısmarlama görüntüler ortaya serilir.
Örneğin, Rus bombardımanının başladığı ilk günün akabinde, Ukrayna tarafından dünyaya bir fotoğraf gösterilmiştir. Bu fotoğrafta, atılan Rus bombasından yaralanmış olan bir kadın görülmektedir. Kadının başı sarılı ve yüzü de kan revan içindedir.
Bu fotoğrafın dağıtılmasındaki amaç, ‘Bakın sivil halk ne durumda’ mesajı vermektir.
İşte, Ruslara göre bu fotoğraf ısmarlama olarak çekilmiştir.
Zira aynı kadının, birgün sonra da elinde silah ile Ruslar’a karşı savaşmak için yola çıkışı fotoğraflanmış. Ruslara göre, kadının yaralı fotoğrafındaki kan, nar suyu imiş. Kadın aynı zamanda tiyatrocuymuş.
Fotoğrafı inceleyen uzmanlar da, bomba ile yaralanan bir başın görüntüsünün böyle olmayacağını ve kan diye yutturulmaya çalışılan maddenin kan olmadığını belirtmişler.
Eeee, işte bir tarafın iddiası, diğer tarafça böyle yalanlanmaktadır.
Savaşlarda olur böyle şeyler.