Hollanda’nın turist akınına uğrayan cennet köyü Giethoorn’da bir Türk aileye yapılan ırkçı saldırılara göz yuman polisten hesap soruluyor.
Türkler İçin Danışma Kurulu İOT, Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz’ü göreve davet etti. İOT, Bakan’a sunulacak rapor için yurttaşlara çağrıda bulundu (Altta)
Irkçılıkla Mücadele Koordinatörlüğü, polisin vurdumduymaz davranışlarından örnekler vererek, ‘Bu konuda bekçi köpeği olmak istiyoruz ama henüz plan yok’ dedi.
Üstteki kartpostalda ‘Giethoorn’dan selamlar’ yazılı ama, Giethoornluların sadece para akıtan yabancılara selam verdikleri anlaşılıyor.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda’nın turistik cenneti Githoorn köyünde bir Türk ailenin başından geçen ırkçı olayların TV’de yayınlanmasından sonra yaptığı yankı, giderek artıyor. Özellikle, şikâyetler karşısında vurdumduyma davranan polis ile, hâlâ sesi çıkmayan Belediye Başkanı topa tutuluyor. Irkçı gençler, Yılmaz ailesinin evinin önünde toplanıp ‘Defolup gidin’ naraları atarken, komşulardan hiçbir itiraz sesi çıkmıyordu.
Pek çok ünlü eleştirmenin dile getirdiği Giethoorn’daki olay ile ilgili olarak, Türkler İçin Danışma Kurulu (Inspraak Orgaan Turken IOT) da harekete geçti ve yayınlanan bir deklarasyonda, Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz göreve davet edildi.
Giethoornlu ırkçı gençler, Yılmaz ailesine ait bu otomobile de saldırıp hasara uğrattılar.
Hatırlanacağı gibi, Hollanda’nın kanalları ve evleri ile milyonlarca turist çeken köyü Giethoorn’da ikamet eden Hatice Yılmaz ve 15 yaşındaki oğlu Yusuf, uzun bir zamandır ırkçılığa maruz kalıyordu. Özellikle köy gençlerinin, Yılmaz ailesinin evlerini taşlamaları, evin önündeki otomobillerine saldırmaları ve sürekli olarak ‘Defolun gidin pis Türkler’ diye bağırmaları, defalarca şikâyet edildiği halde polis tarafından ciddiye alınmadı.
Irkçı gençler 21 Ağustos 2021 gecesi saat 01.07’de, bisikletleri ile Yılmaz ailesinin evi önünden geçerken ‘Giethoorn’dan defolun pis Türkler’ diye bağırırlarken, bu durumu kameralar tespit ediyordu.
Geçtiğimiz eylül ayında olayın Türk medyası tarafından ele alınması da fayda etmedi.
Konu, geçtiğimiz Perşembe akşamı Zembla adlı TV programında yayınlanınca durum değişti ve medya da dahil olmak üzere Hollanda kamuoyu ayağa kalktı. Bizim de yeniden devreye girmemiz üzerine Türk kuruluşları da hareketlendi ve bildiri arkasına bildiri yayınlanmaya başlandı.
Türkler İçin Danışma Kurulu (Inspraak Orgaan Turken IOT) Başkanı Zeki Baran
Bildirilerin en etkilisi, Hollanda İçişleri Bakanlığı himayesinde olan Türkler İçin Danışma Kurulu’ndan çıktı. Kurul’un Başkanı Zeki Baran imzası ile yayınlanan bildiride, Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz’ün devreye girmesi ve ihmal suçu işleyenlerin cezalandırılması istendi.
Polisin, Savcılığın ve Belediye’nin seyirci kaldıkları son bir yıldaki saldırılarda, maddi ve manevi zarara uğrayan Yılmaz ailesinin haklarını sonuna kadar takip edeceklerini belirten Zeki Baran, polis teşkilatındaki vurdumduymaz olayların kabardığını söylerken, Rotterdam’da öldürülen 16 yaşındaki Türk kızı Hümeyra’nın ardından, ‘Bir Türk eksildi’ diyen polisi örnek olarak gösterdi.
Yılmaz ailesine hiçbir makamın sahip çıkmaması ve tek çözümün ‘başka yere taşınmak’ olduğunu söyleyen Belediye Başkanı Rob Bat’ın tutumunun kabul edilemez olduğunu belirten Baran, Irkçılıkla Mücadele Koordinatörlüğünü de göreve çağırdı.
Lahey Belediye Başkan Yardımcılığı görevini bırakıp, Irkçılıkla Mücadele Koordinatörü olan Rabin Baldewsingh, eski görevine veda ederken.
Görevi yeni devralan Irkçılıkla Mücade Koordinatörü Rabin Baldewsingh yaptığı açıklamada, görevde henüz çok yeni olduğunu, eski ihmalkârlıkları düzeltmek için üç aya ihtiyacı olduğunu belirtirken, ‘Bu konuda bekçi köpeği olmak istiyoruz ama henüz plan yok’ dedi.
Lahey Belediyesi Başkan Yardımcılığı görevini bırakarak yeni görevine başlayan Baldewsingh,
ırkçılıkla mücadele için, aralarında Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz ve Kültür Bakanı Günay Uslu olmak üzere, beş Bakanlık ile iç içe çalışacaklarını ve 10 kişilik ekibiyle başarılı olacaklarını söylerken, ‘Giethoorn konusu da bizim için bir imtihan olacaktır’ dedi.
Son gelişme
TÜRKLER İÇİN DANIŞMA KURULU BAKANA SUNMAK İÇİN DOSYA HAZIRLIYOR: YAŞADIĞINIZ AYRIMCI OLAYLARI IOT’YE BİLDİRİN!
Türkler İçin Danışma Kurulu İOT’den son anda gelen bildiriyi aşağıda sunuyorum:
Geçen hafta Giethoorn’da oturan bir Türk ailenin maruz kaldığı insanlık dışı ayrımcı ve ırkçı nitelikli saldırılar sonunda nasıl evlerini terk etmeye zorlandıklarıyla ilgili gelişmeleri büyük bir üzüntü ve şaşkınlıkla izledik. Ailenin yardım için başvurduğu polis görevlileri hiç bir girişimde bulunmadığı gibi, saldırıları ırkçılık olarak tanımlamamak için nasıl çaba sarfettiklerine televizyon ekranlarında şahit olduk. Polis ve diğer adli makamların ırkçı saldırı ve olayları görmezden gelmeleri ve hatta haklı göstermeye çalışmaları maalesef sıkça görülmeye başlandı. Geçen sene basına yansıyan, Rotterdam Polis teşkilatında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki whatsapp konuşmalarındaki ırkçı görüşleri hepimiz biliyoruz. Yine Rotterdam’da 16 yaşındaki Hümeyra’nın öldürülmesinden sonra aynı polis memurları arasındaki mesajlarda “Bir Türk daha azaldı” şeklinde görüşler dile getiriliyordu. Olayın ortaya çıkmasından sonra adı geçen polis memurlarına sadece kınama cezası verildi.
Hollanda’da Türkler İçin Danışma Kurulu (IOT) olarak, konuyu Adalet ve Güvenlik Bakanlığı ile görüşerek bu tür olayların son bulması için etkin önlemler alınmasını isteyeceğiz. Bu görüşme öncesinde bir dosya hazırlamak istiyoruz. Bu konuyla ilgili olarak polisin, ayrımcı ve ırkçı saldırılarına duyarsız kaldığı veya bizzat kendilerinin bu davranışları sergilediği olayları bize bildirmenizi rica ediyoruz.
Bu konudada yaşadığınız olayları, deneyimlerinizi mail (info@iot.nl )
veya telefonla da (030-2343625) bize bildirebilirsiniz.
Zeki Baran IOT Başkanı
BUGÜN MECLİSTE TARTIŞILACAK
Giethoorn’daki ırkçı olaylar, DENK Partisi Milletvekili Stephan van Baarle tarafından millet meclisine taşınacak. Bakalım Stephan van Baarle, seçildiği günlerde yaptığı açıklamada verdiği ırkçılıkla mücadele sözünü nasıl yerine getirecek.
Aşağıda Van baarle’nin tanıtım yazısını bulacaksınız.
STEPHAN VAN BAARLE’Yİ TANIYALIM
*Stephan van Baarle’nin, zorluklarla dolu hazin yaşam öyküsü…
*Annesi, gezgin bir Türk iş adamına aşık olmuştu. Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan iş adamından evlilik dışı hamile kalan anne, oğluna Stephan adını koymuş.
*Komşu çocukları, evlilik dışı doğduğu için Stephan’ı hep dışlamışlar. 19 yaşına geldiği zaman kökenini araştırmak için Türkiye’ye giden Stephan, kendisine neden ‘Türk’ denildiğini öğrenebilmiş.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda‘da geçen hafta yapılan genel seçimlerde oy kaybına uğradığı sanılan ve sadece iki milletvekilliği kazandığı açıklanan, ne var ki sıkı bir sayımdan sonra üçüncü milletvekilliğini de kazanmış olduğu anlaşılan DENK Partisi’nin, üçüncü sıradaki adayı Stephan van Baarle’nin de Türk kökenli olduğu anlaşıldı.
Hazin hikâye
Rize-Rotterdam arasında mekik dokuyan gezgin bir Türk iş adamı ile tanışan Hollandalı bir kız, evlenme vaadi ile aşk hayatı yaşadığı adamdan hamile kalmış. 1992 yılında doğum yaptığı zaman, çocuğun babası olan Türk iş adamı yakınlarda olmadığı gibi, uzun süre uzaklarda kalmış. Oğluna Stephan adını koyan anne, komşuların bildiği gerçeği, oğluna yıllarca söylememiş.
Stephan, okul çağıdayken arkadaş edinemediği gibi, çocuklar kendisinden hep uzak durmuş.
Stephan, hem evlilik dışı doğduğu ve hem de Türk kökenli olduğu için dışlandığını 19 yaşında öğrenebilmiş. Bu durum karşısında şoke olan Stephan, 2011 yılında, 19 yaşındayken Türkiye’ye gitmiş ve kökenini araştırmış.
Babasını bulup bulamadığı hakkında bilgi sahibi olamadığım Stephan, ayrımcılığın verdiği hırs ile tahsiline devam etmiş ve Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nden sosyolog olarak mezun olmuş.
Azınlıklara destek olan DENK Partisi’nin yaşama geçmesinden sonra bu partiye üye olan Stephan, ilk seçimlerde Rotterdam Belediye Meclisi’ne girmiş. Daha sonra kurduğu Bilimsel Araştırma Bürosu ile DENK Partisi’nin işlerine bakmış. Daha sonra partinin Parlamentodaki işlerine bakan Stephan, geçen hafta yapılan genel seçimlerde, aday listesinin üçüncü sırasında yer almıştı.
Stephan van Baarle, Rotterdam Belediye Meclisi’nde, Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’i en çok zorlayan üyelerden biriydi.
Oylar açıklandığı zaman, seçilememiş olduğu görülen Stephan’ın, sıkı bir oy sayımından sonra seçildiği anlaşıldı.
Stephan van Baarle, partisinin sadece müslümanlara ve azınlıklara değil, mağduriyete uğrayacak tüm vatandaşları temsil edeceğini belirterek, ‘Sadece etnik gruplara hizmet etmek de ayrımcılıktır. Bu nedenle biz, etnik grup, cinsiyet, din, dil ayrımı yapmadan hizmet edeceğiz.’ diyor.
Milli mücadele şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, ‘O şiir bir daha yazılmaz.. Onu kimse yazamaz.. Onu ben de yazamam.. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur… Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!..’ dediği istiklal marşımızı biz çok iyi anlıyoruz. Ne var ki, içinde yaşadığımız dış ülkelerdeki yerli halklar, sık sık duydukları bu marşta ne söylediğimizi anlayamıyorlar.
Ben, istiklal marşımızı Hollandalı dostlarımızın da anlamaları için, ilk iki kıtasını Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Erik Weststrate’nin tercüme ettiği marşımızın diğer kıtalarının da Hollandacasını sunuyorum. Hollandalı dostlarımıza dağıtmak ve duyurmak size kaldı. Diğer ülkelerdeki yurtseverlerimizden de aynı davranışı bekliyorum.
Marşımız ve tercümesinin sonunda, marşın Büyük Millet Meclisi’nde kabulünün hikâyesi var.
İstiklal Marşı’mızın ilk iki kıtasını, Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Erik Weststrate yaptı. Fotoğrafta, Erik Weststrate’yi, büyükelçilikte görevli Eray Ergeç ve eşim ile birlikte, Mersin’deki bir etkinlikte görüyorsunuz.
TÜRKİYE İSTİKLAL MARŞI (VRIJHEID MARSCH TÜRKİYE)
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; (Vrees niet, o rode banier; Die wappert op deze horizonten) Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Zolang de laatste haard die boven dit land rookt niet is gedoofd
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; (Is hij de ster van mijn volk die zal stralen.)
O benimdir, o benim milletimindir ancak. (Hij is alleen van mij, en van mijn volk)
**********************************
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! (Frons je gezicht niet zo, jij terughoudende halve maan!)
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal? (Lach toch eens naar mijn heldhaftige ras! Wat is dit voor een geweld en woede?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal… (Anders komt ons vergoten bloed jou niet toe…)
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal! (Vrijheid is het recht van mijn godvrezende volk!)
*******************************************
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. (Ik was vrij vanaf het begin en zal het altijd zijn.)
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! (Welke gek zal me vastketenen? Het idee verbaast mij!)
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. (Ik ben als een brullende vloed; krachtig en onafhankelijk.)
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. (Ik zal bergen verscheuren, ik zal de oneindigheid overtreffen, en dan nog zal ik uitstromen!)
**************************************
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, (Al omringt een stalen pantsermuur de westelijke horizon,)
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var (Ik heb een bastion in mijn hart vol van geloof!)
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, (Je bent machtig, vrees niet! Hoe kan het tandeloze monster,)
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar? (Wat je “beschaving” noemt, is een monster met nog één tand over ?)
*********************************************************
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın. (Mijn vriend! Laat mijn geboorteland niet in de handen van gemene mensen!)
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
(Geef uw borst als pantser! Houd deze beschamende stormloop tegen!)
Doğacaktır sana va’dettigi günler hakk’ın… (Want snel zal de dag van de goddelijke belofte komen.)
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. (Wie weet het? Misschien morgen? Misschien nog wel eerder dan morgen!)
*************************************************************
Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı: (Zie niet de grond waar u op loopt als zuivere aarde,)
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı. (Maar denk over de duizenden onder u die er liggen, zonder een lijkwade.)
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: (Jij bent de edele zoon van een martelaar, behoud de traditie, kwets niet uw voorvader!)
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. (Zelfs wanneer u werelden wordt beloofd, geef dit paradijs van een geboorteland niet op.)
**************************************************
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? (Welke man zou niet willen sterven voor dit hemelse stuk land?)
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda! (De martelaren zouden uitstorten als u de grond zou uitdrukken! Martelaren!)
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda, (God mag al mijn geliefden en al mijn bezit nemen als hij wil.)
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. (Maar laat hem mij niet van mijn enige echte geboorteland op deze wereld beroven.)
*************************************************
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli: (De enige smeekbede van mijn ziel aan U, Ο God, is dit)
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. (Laat geen vreemde hand de borst van mijn heiligdom bezoedelen.)
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli, (Laten deze gebedsoproepen, waarvan de belijdenissen de kern van het geloof zijn,)
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli. (Euwig over mijn vaderland weerklinken
***************************************
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım, (Dan zal mijn grafsteen, als er een is, duizenden keren met zijn voorhoofd de aarde raken (zoals in salaat) in geestvervoering.)
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım, (O God, tranen van bloed stromen uit mij, uit iedere wond,)
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na’şım; (Mijn lijk zal van de aarde stromen als een geest,)
O zaman yükselerek arsa değer belki başım. (En dan zal ik wellicht opstijgen en de hemel bereiken.)
**************************************************
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal! (Wapper als de dagende hemel, o roemrijke halve maan,)
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. (Zodat eindelijk al mijn vergoten bloed waardig kan zijn!)
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: (Nooit zul jij, noch mijn natie vernietigd worden!)
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; (Vrijheid is het recht van mijn altijd vrij geleefde vlag)
Hakkıdır, hakk’a tapan, milletimin istiklal! (Onafhankelijkheid is het recht van mijn God vererende volk!
*****************************************************
İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ
Maarif Vekaleti, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlarında, İstiklâl Harbi’nin millî bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla, 1921’de bir güfte yarışması düzenledi. Yarışmaya toplam 724 şiir katıldı. Eser gönderenler arasında Kazım Karabekir, Hüseyin Suat Yalçın, İsak Ferrara, Muhittin Baha Pars ve Kemalettin Kamu gibi tanınmış isimler de vardı.”Çanakkale Şehitleri” ve “Bülbül” gibi şiirlerin sahibi Mehmet Akif’in “Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini” düşündüğü için yarışmaya katılmak istemediği bilinir.
Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920’den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştı. Mehmet Akif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in kendisine yazdığı 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubundan sonra fikrini değiştirerek Ankara’daki Taceddin Dergahı’ndaki odasında, Türk Ordusuna hitap ettiği şiiri kaleme aldı ve bakanlığa teslim etti.
Şiirde, şair Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.Hamdullah Suphi Bey, Âkif’in şiirinin önce cephede asker arasında okunmasına karar verdi. Batı Cephesi Komutanlığına gönderilen şiir, askerin beğenisini kazandı. İstiklâl Marşı, 17 Şubat 1921 tarihinde Hakimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad gazetelerinde yayınlandı, on iki gün sonra ise Konya’da Öğüt gazetesinde yer aldı.
Ön elemeyi geçen yedi şiir 12 Mart 1921’de Mustafa Kemal’in başkanlığını yaptığı meclis oturumunda tartışmaya açıldı.Mehmet Âkif’in şiiri meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okundu. Şiir okunduğunda milletvekilleri büyük bir heyacana kapıldı ve diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmedi. Bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Akif’in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edildi.
Dün yayınladığım haberde, Hollanda’nın turistik köyü Giethoorn’da yaşanan ırkçı olayları yansıtmıştım.
Özellikle köy gençlerinin bir Türk anne ve 15 yaşındaki oğluna uyguladıkları zorbalığı dile getirmiştim.
Uzmanların, olaylarda vurdumduymaz davranan polislerin cezalandırılması gerektiğine dikkat çekmelerinden söz etmiştim.
DENK Partisi’nin, bu acı olayı Salı günü parlamentoya taşıyacağını da yazmıştım.
Her şeye rağmen, halkı çirkin ama kanallar boyunca dizili evleriyle görünümü muhteşem olan bu köyü sizlere tanıtmak da, o köylüler için bir lütuf olmalıdır.
Geçimlerini yabancılardan sağlayan bir köy halkının, yabancılara düşmanca davranışlarına rağmen, ben düşmanlığı değil, güzelliği öne çıkarıyorum.
(Merak edenler, bu tanıtım yazısının sonundadünkü haberimi görebilirler)
TURGAY’DAN TUĞÇE’YE EVLİLİK DİLEĞİ
O kadar romantik ki Hollanda’nın Giethoorn köyü, Turgay ile Tuğçe taaaa İstanbullar’dan kalkıp geliyorlar ve özel bir organizasyon ile evliliklerinin yolunu bu romantik köyde açıyorlar.
Bu yılın başında, bölgenin en büyük gazetesi SEENWİJKER COURANT, manşetten verdiği bir haberinde üstteki fotoğrafı kullanarak ‘Giethoorn’da Yılın ilk evlenme teklifi’ başlığı ile bir haber yayınlamıştı. Haberin kahramanları Turgay ile Tuğçe idi. Yılbaşını kutlamak için Amsterdam’a gelmişlerdi. Bir tekne turu için de Giethoorn’a gideceklerdi. Ama Tuğçe, Turgay’ın planından haberdar değildi. Turgay bir organize bürosuyla anlaşmıştı. Giethoorn’daki kanallardan birindeki köprü üzerine, ‘Tuğçe, will you marry me?’ (Tuğçe, benimle evlenir misin?) pankartı asılacaktı.
Bu pankart asıldı ve büronun iki fotoğrafçısı Joyce Rode ve Gabriëlla de Jonge fotoğraf kameraları ile nöbet tutmuşlardı. Çok kötü bir havaya rağmen, Turgay Tuğçe’ye teklifini yapmış ve bu fotoğraf çekilmişti.
İşte, tüm dünyada ünlü olan ve ziyaretçi akınına uğrayan böylesine romantik bir bir köyün halkının, nasıl da ırkçı olabileceği sorusunu bir kenara atarak, bu köyü sizlere tanıtayımisterseniz.
Burası yeryüzünün cenneti gibi.
Masalsı bir köy olan Giethoorn’da yol yok, otomobil yok, sadece kanallar ve sessizlik var.
Giethoorn köyü Amsterdam’a 120 km. mesafade, Steenwijk kasabasına bağlı bir köy. Amsterdam’dan bu köye tur paketleri yapılmaktadır.
Köyün taihi 1300’lü yıllara dayanıyor. Köyün sakinleri çiftçilerdi. Köylüler bir gün yer altında yüklü miktarda keçi boynuzu bulmuşlar. Sözünü ettiğim keçi boynuzu yediğimiz keçi boynuzu değil, hakiki keçi boynuzlarıydı. 1170 yılında gerçekleşen sel tufanında boğulan yaban keçilerinin boynuzları yani. Keçi boynuzunun Hollandaca adı ‘Geytenhoren’dur. Bu nedenle de bu köye bu isim verilmiş ama daha sonra isim Gietenhoon haline gelmiş.
Bu köyün popülaritesi, Hollandalı ünlü yönetmen Bert Haanstra’nın 1958 yılında yaptığı Fanfare komedisi ile başlamış. Zira bu komedi bu köyde çekilmişti. Ondan sonra köye önce yerli, sonra da yabancı turistler akmaya başlamıştı.
Giethoorn’a şimdilerde en çok turist Çin ve Japonya’dan geliyor. Nisan ayında başlayan yoğun ziyaretler ekim ayına kadar devam ediyor ama, ağustos ayında buraya gelenler kendilerini Çin’de sanabilirler.
Giethoorn, ‘İtalya’nın Venedik’i olarak da anılıyor. Ama hangisinin daha güzel olduğuna bir trülü karar verilemiyor. Yeşili sevenler için tabii ki Giethoorn tercih ediliyor.
200 kadar tahta köprü bulunan Giethoorn’da taşıma işi teknelerle yapılıyor.
3000 kişinin yaşadığı köy, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Çeşitli adları olan değişik tekneleri kiralayarak bu köyde özel turlar atabileceğiniz gibi, toplu taşıma yapan tekneler ile de gezebilirsiniz.
Giethoorn’da ev fiyatları cep yakıyor. En ucuz ev 700 bin euro. 5 milyon euroya da ev var.
1969 yılında açılan ‘Museum De Oude Aarda’ adlı müzeyi gezmeniz tavsiye edilir. Zira müzenin kurucusu Rene Boissevain, dünyanın çeşitli yerlerinden getirdiği değerli taşlar, fosiller ve mineralleri bu müzede sergiliyor.
Bir de ‘Museum Giethoorn ‘t Olde Maat Uus’ müzesi var. Bu müzede de, 100 yıl önceki tipik bir çiftlik evindeki yaşam canlandırılıyor.
Giethoorn’da yemek konusunda zorluk çekebilirsiniz. Zira burada genellikle yörenin yemekleri yapılıyor ve satılıyor. Yine de birkaç kafe restoran bulabilirsiniz.
Otel konusunda da fazla seçenek yok. Yine de yatabileceğiniz birkaç yer var.
İşte böyle değerli okurlarım:
Yukarıda sitayişle övdüğüm Giethoorn köyü, son günlerde ırkçı bir olay nedeniyle dünya gündemine oturdu. Bu olayı dün yayınlamıştım. Altta sizlere yeniden sunuyorum bu haberi.
Bir konu daha var: Bazı meslektaşlarım, bu haberi kendilerinin de daha önce yazmış olduklarını ima eden mesajlar yayınladılar. Ben google’de yaptığım aramada, en eski ve ilk haberin 11 Ekim 2021 tarihinde Sedat Tapan tarafından yapılmış olduğunu saptadım ve haberi bu imza ile sizlere aktardım. Ayrıca, bazı haberlerin Sedat Tapan haberinden alıntı olduğunu da belirtmeliyim.
EYLÜL AYINDA TÜRK MEDYASININ ORTAYA ÇIKARDIĞI IRKÇILIK OLAYI, DÜN AKŞAM HOLLANDA TELEVİZYONUNDA YAYINLANINCA BÜYÜK YANKI YARATTI!
Hollanda’nın dünyaca ünlü turistik köyü Giethoorn’un tek Türk ailesinin ırkçı saldırılara uğramasına seyirci kalan polise tepkiler yağıyor.
DENK Partisi, Hollanda gündemine oturan olayı Salı günü meclise taşıyacak.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’nın dünyaca ünlü turistik köyü Giethoorn’da yaşanmakta olan ve Türk medyasının geçen eylül ayında yayınladığı bir olay, dün akşam Zembla adlı bir programda yayınlandı.
Arkadaşımız Sedat Tapan’ın, köye giderek Türk ailesi ile yaptığı ve Platform Dergisi’nde yayınladığı röportajı aşağıda sizlere sunacağım.
Hatice Yılmaz ve 15 yaşındaki oğlu Yusuf’un başından geçenleri uzun uzun gösteren Zembla, ‘Giethoorn’dan defolun’ adını koyduğu programda, çeşitli uzmanları konuşturarak, polisin vurdumduymazlığının suç olduğunu ortaya koydu.
Yılmaz ailesinin başından geçenlerin hâlâ devam etmekte olmasının bir skandal olduğunu belirten uzmanlar, polis teşkilatının bu konuda cezalandırlacağı fikrinde birleşiyorlar.
Hollanda Parlamentosu’nda 3koltukla yer alan DENK Partisi milletvekili Stephan van Baarle, yayın sonrasında yaptığı açıklamada, yaşananların Hollanda için utanç verici olduğununu ve kabul edilemez olduğunu belirterek, konuyu Salı günü meclise taşıyacağını belirtti.
Şimdi, Hollanda’da dün geceki yayını göremeyenler için, eylül ayında yayınlanan acı röportajı sizere sunuyorum. Arkadaşımız Sedat Tapan’ın yazısını, noktası ve virgülüne kadar değiştirmeden aktarıyorum:
Hollanda’da ırkçılar turistik masal köyü Giethoorn’da Türk aileye kabusu yaşattılar
Tanınmış turistik köyü Giethoorn’da bir skandal yaşanıyor…
Hollanda’nın Overijsel bölgesindeki tanınmış turistik köyü Giethoorn‘da bir skandal yaşanıyor.
10 yıl önce güzel hayallerle bu köye taşınan Hatice Yılmaz, hayatına yeni bir sayfa açacaktı. Hesapta başka güzel şeyler vardı. Ama karşılaştığı çirkin olay karşısında şaşkına döndü. Hatice hanımın biricik oğlu Yusuf 15 yaşında ve sorunlar halen devam ediyor. Köyün gençleri, Hatice Yılmaz’ın oğulunu da hedef alarak gece yarısı evin penceresine gelerek, taş atarak ‘Defolun buradan Kanser Türkler’ diye bağırıp yıldırmaya çalışıyorlar. Bu olaylar karşısında kabusu yaşayan Hatice Yılmaz, sonunda evinin penceresine ‘Biz bu köyde ayrımcılığa uğruyoruz’ yazılı pankart astı.
MASAL KÖYÜNDE KABUS!
Hollanda’nın dünyaca bilinen bu turistik köyünde ikamet eden sanırım ek Türk ailesiyiz’evladımla. Masal köyü…Hobit köyü Giethoorn… Fakat…”Her güzelin bir kusuru vardır” derler ya; bu koyun de kendi güzelliğiyle çelişen nahoş bir gerçeği var maalesef: ”yabancı düşmanlığı”…
On aydır birdenbire tekrar hortlayan ve geçen Ekim’den beri başlayıp devam eden bir ayırımcı- ırkçı saldırılara maruz kalmaktayız evimizde! Yıllar evvel, henüz oğlum bu köyde ilkokula giderken, okul koridorlarında duvarları kaplayan siyah çarşaflı, burkalı kadınlarla, üzerinde Arapça yazılar olan bayraklar tutan silahlı İŞİD elemanlarının fotoğraflarını hatırlıyorum: okul güya minicik yavrulara ” İslami tanıtmak!” istiyordu bu duvar sergisiyle. Hayret ve hayal kırıklığımı inanın dün gibi hatırlarım. Çok rahatsız ediciydi tabi bu ” mind-setting”; duyarsız kalamazdık.
Yavrumla güzel bir sunum hazırlamıştık, görsellerle zenginleştirilmiş ve çocukların anlayabilleceği sadelikte. Cihad’ın ne olduğunu, güzel ve içten bir selamın da bir cihad olduğunu, islamın şiddet yanlısı bir din olmadığını, diğer birçok din gibi temelde güzeli ve doğruyu öğütlediğini” dilimiz döndüğünce paylaşmıştık. Terör gruplarının bir dini temsil edemeyeceğini ifade edip okulu bilinçli ve barışçıl bir tutuma davet etmiştik. O vakitler çocuğum ”hoogbegaafd en multi-getalenteerde’ bir öğrenciydi ancak okul, yavrumun yeteneklerini ve potansiyelini baltalayan ” sistemli bir problematize etme” tutumuna girişmişti her nasılsa.
Hatice Yılmaz: Yavrum ve ben ırkçılığın çirkin yüzüyle ilk defa bu kadar yakından tanışmıştık, Noorderschool denen köy ilkokulunda. Aradan yıllar geçti vee şimdi sanırım o minik yavrular bugün büyüdüler ve islam düşmanı, Türk düşmanı, yabancı düşmanı olarak bizim bu köyden gitmemizi istiyorlar! Tabi yalnız gençler değil büyükler de buna eşlik etmekte maalesef!
Özellikle son 10 aydır bir grup genç insan ve bazı köylüler tarafından kimliğimize yönelik devam eden çirkin bir etnik ayırımcılık sebebiyle kendimizi tehdit ve tehlike altında hissediyoruz. Sadece Türk’lüğümüze, kimliğimize değil aynı zamanda evimize, arabamıza da kastedilmiş olup gerek çocuğum ve gerek şahsım son derece zor bir durumdayız, can ve mal güvenliğimizden her gün endişe ederek geçiriyoruz. Söz konusu saldırılarla ilgili 4 ayrı şikayet ( aangifte) yapmış bulunuyoruz.
“Vizier “discriminatie meldpunt yani ayrımcılıkla mücadele bürosu bizi bu şikayetlerimizde başından beri destekliyor ve yanımızdadır.
POLİS- IRKÇI VE AYIRIMCILIĞI
Hatice Yılmaz: Anlamsız bir nefretle size bakan gözler gördünüz mü hiç? Korkunç bir gecenin ve ırkçı saldırının ardından polis bürosuna gittiğimde beklemediğim bir şeyle karşılaştım! : Tarif edemeyeceğim böylesi küstah bir üslupla çok sık rastlaşmadım doğrusu; benim tasavvur dahi etmediğim bir kabalık ve medeniyetsizlikle tanıştıran bir polisle ilk defa karşılaşıyordum; üstelik bu bir hanımefendiydi! Polis tarafından da ayırımcılıkla muamele edildik maalesef: evvela yasal hakkımız olan ” olaylarla ilgili şikayet tutanağı tutturma” hakkımız engellendi, akabinde polis memurlarının sözlü taciz ve korkutma, aşağılayıcı muamelesiyle karşılaştım polis bürosunda. Bu bizim için ikinci bir travma etkisi yarattı; polise olan güvenimiz bir hayli zedelenmiş durumda. Bu ise içinde bulunduğumuz zor şartları daha da zorlaştırdı.
Süreç boyunca polisin taraflı tutumu, kasıtlı yanıltıcı bilgilendirme ve yasal haklarımla ilgili bizi defalarca yanlış yönlendirmeleri Vizier kontak kısmı de dikkatinden kaçmadı; durumu savcılığa bildirdi sağ olsun. Polis şefi, ” intern onderzoeker komiseri ve polisler bana bu süreçte uzun süre “şikayet/aangifte” yapmamam için baskı uygulayıp manipüle ettiler! Soruşturma sürecini yavaşlatarak bizi aylardır bir bilinmezle ve kaygıyla oyaladılar. Haliyle bu tehdit ortamında köyde kendimizi mütemadiyen bir güvenlik endişesi içinde bulduk.
Psikolojik destek alıyoruz bu sebepten
Hatice Yılmaz: Psikoloğun olayların bizim ruhumuzda yarattığı olumsuz etkilerini dile getirdiği ve bu köyden taşınmamıza dair tavsiye mektubu mevcuttur. Ayrıca, suçluların bir akşam saldırılarından biri de bizim güvenlik kameramıza kaydolmuştur delil olarak. Maddi ve manevi zarar gördük yavrumla.
Bakınız değerli PLATFORM ve KADIN Dergisi, bu ırkçı-ayrımcı saldırılar elbette ki bana Hatice olduğum için yapılmadı… Yahut buna sebep olacak herhangi bir ön münakaşa vb olmadı… Geceleri evimizi toplu halde ” Hatice” diye değil bilakis ”KANKER Türk ‘!” diyerek taşladılar : ” kanker Türk, weg van deze dorp, buitenlanders!” diye bağırdılar… Üzerime araba sürüldü, bayrağıma, kimliğime saldırıldı, geceleri kapımız zorlandı, tekmelendi, zilim durmaksızın geceleri çalınarak korkutulduk! Çocuğum Gymnasium 4. sınıfta şu an ve güvenlik kaygısıyla okula şehre bisikletle gidemiyor, ben götürüyorum; yolda ırkçı grup tarafından saldırıya uğrayabilir diye endişe ediyor yavrum. Yıllardır inzivai ve münzevi bir yaşam sürdüğüm bu küçük köyde maalesef her gün tehdit altında ve can güvenliği endişesi içindeyiz!
Büyü bozuldu… Sessizlik, huzur bozuldu! Masal Köyünde biz artık evladımla kabus görüyoruz geceler… Masal bitti! Gitmek zamanı şimdi. Fakat bürokrasinin, kurumsal ayırımcılığın mengenesinden de tünelin ucundaki çıkışı göremez olduk. Bu sebepledir ki değerli PLATFORM Dergisi’ni aradık bizi arkadaşları Sedat Tapan beye yönlendirdiler. Sedat Tapan beyefendiye durumumuzu bildirdik ve kendisi bizzat bizi evimizde ziyaret etti kendisine ”imdat” çağrısı yaptık. Sağ olsunlar, Türk-Islam kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı, Ömer Altay beyefendi ve Başkonsolosluğumuz gibi, onlar da samimi alakalarını esirgemediler bizden. Ümit var olduk milletimizden… Temennimiz ivedilikle güvenli bir bölgeye taşınabilmek ve hukuki süreçte sizlerin de desteğiyle tatmin eden bir neticeye ulaşmaktır. Henüz resmi bir avukatımız yoktur, Başkonsolosluğumuzun ve gönüllü hukukçularımızın değerli desteğine muhakkak ki ihtiyacımız var.
Hatice Yılmaz: Gözleri önünde cereyan eden bu korkunç olaylara sessiz bir seyirci olan köylülerin dikkatini ve duyarlılığını talep etmek adına evimizin penceresine hem Türk hem Hollanda bayrağını aştık ve ” samen sterk tegen racısme/Ayırımcılığa karşı beraber güçlüyüz!” yazımızı koyduk camımıza. Ne acı ki onlar elemimize seyirci kalarak sessizce dışlanmamıza iştirak ettiler, etmekteler. Böyle davranarak belki de Hollanda’nın”paralel ve ayrık bir toplum olmak yerine çok kültürlü gerçek bir topluma evrilme şansını da kaçırmış oluyorlar. Komşularımın ve de bir parçası olduğumu sandığım bu insanlık ailesinin, farklılıklardan korkup soğuk bir duyarsızlığın esiri olduklarını görmek ne acı…
Değerler toplumunu özlüyor insan…
Hatice Yılmaz: Oysa bu uzak ve güzel köyde evladımı ve beni tıpkı 2019 yılında Ürk’teki bir Faslı anne ve iki çocuğuna yaptıkları gibi, bir grup adamın ırkçı söylemlerle aileyi evlerinde yerlerde tekmeleyip- linç ettiği gibi canımıza ve namusumuza kastetseler şayet, bir Allah’ın kulunun da insanlık namına imdadımıza yetişmeyeceğini tecrübelerimden gördüm, inandım.
Artık burası benim evim değil, Giethoorn bizim yuvamız olamaz!
Hatice Yılmaz: Çünkü bir yuvanın kutsiyeti olan güvenlik duygusuna küstahça tecavüz edilmiştir! Arzumuz, hukuki süreç devam ederken, bir an evvel evladımı buradan daha güvenli bir bölgeye uzaklaştırmak ve mümkünse kendi toplumumuzun, milletimizin yakınlarında bir sosyal kiralık eve ivedilikle taşınmaktır. Bu husus ta şunu tekrar söylememe izin veriniz, hem Türk cemaatimizden hem yetkili makamlarımızdan ricamız bizi yalnız bırakmayıp desteklerini esirgememeleridir.
IRKÇILIK GERÇEKTEN HASTA EDER
Hatice Yılmaz: Biliyorum, bendeniz ne ilk ne de son ırkçılık mağduru vatandaşım bu küçük ve yeşil ”Baba Vatanda”…Fakat bu toplumsal yarayı tamamen iyileştiremesek te en azından sorunu sahiplenip, konuşulur kılarak birbirimize ve bütünün hayrına bir nebze faydalı olabiliriz umuyorum. Neticede çocuklarımız, yavrularımız bu ülkede inşa edecekler geleceklerini, bu toplumda birer birey olacaklar yetenekleriyle, değerleriyle…Ancak birçok bilimsel araştırma da gösteriyor ki IRKÇILIK GERÇEKTEN HASTA EDER! Hasta ve ruhen zedelenmiş bireyler de bu topluma fayda etmez, edemez. Kurumsal ırkçılığın iyi bir eğitim, iş ve ev şansınızı etkilediğini de biliyoruz.
Kennisplatform İntegratie& Samenleving platformu yazarı Kauthar Bouchallikt’in de belirtildiği gibi ” ırkçılık ve ayırımcılık ” Hollanda araştırmalarına göre vücudunuzu ve zihninizi hasta ediyor. Her ne kadar bu görüş tip dünyasına henüz nüfuz etmemiş olsa da. Bu hepimizi ilgilendiren toplumsal yaraya Hollanda-Türk toplumu olarak daima dayanışma içinde olup ortak bir tutum la tepki vermemiz gerektiğine inanıyorum. Belki yavrumun burada sizler gibi kocaman ailesi-akrabaları yoktur ancak siz necip milletimiz de burada bizlerin bir nevi ailesidir. Gerek STK’larımız, federasyonlarımız gerekse Elçilik ve konsolosluk makamlarımızın bu gibi ortak sorunlarımıza gösterecekleri ortak duyarlılıkları, muhakkak ki bizlere hem kurumlar önünde hem de bu hukuki süreçte yalnız olmadığımızı hissettirecektir. İnsanlaşmak yolunda, insan insanın imtihanı ise şayet; teselliyi yine güzel insanin bağrında bulacağız. Adaletli insanların…Duyarlı insanların. Çünkü…Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
Hollanda’nın dünyaca ünlü turistik köyü Giethoorn’un tek Türk ailesinin ırkçı saldırılara uğramasına seyirci kalan polise tepkiler yağıyor.
DENK Partisi, Hollanda gündemine oturan olayı Salı günü meclise taşıyacak.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’nın dünyaca ünlü turistik köyü Giethoorn’da yaşanmakta olan ve Türk medyasının geçen eylül ayında yayınladığı bir olay, dün akşam Zembla adlı bir programda yayınlandı.
Arkadaşımız Sedat Tapan’ın, köye giderek Türk ailesi ile yaptığı ve Platform Dergisi’nde yayınladığı röportajı aşağıda sizlere sunacağım.
Hatice Yılmaz ve 15 yaşındaki oğlu Yusuf’un başından geçenleri uzun uzun gösteren Zembla, ‘Giethoorn’dan defolun’ adını koyduğu programda, çeşitli uzmanları konuşturarak, polisin vurdumduymazlığının suç olduğunu ortaya koydu.
Yılmaz ailesinin başından geçenlerin hâlâ devam etmekte olmasının bir skandal olduğunu belirten uzmanlar, polis teşkilatının bu konuda cezalandırlacağı fikrinde birleşiyorlar.
Hollanda Parlamentosu’nda 3koltukla yer alan DENK Partisi milletvekili Stephan van Baarle, yayın sonrasında yaptığı açıklamada, yaşananların Hollanda için utanç verici olduğununu ve kabul edilemez olduğunu belirterek, konuyu Salı günü meclise taşıyacağını belirtti.
Şimdi, Hollanda’da dün geceki yayını göremeyenler için, eylül ayında yayınlanan acı röportajı sizere sunuyorum. Arkadaşımız Sedat Tapan’ın yazısını, noktası ve virgülüne kadar değiştirmeden aktarıyorum:
Hollanda’da ırkçılar turistik masal köyü Giethoorn’da Türk aileye kabusu yaşattılar.
Tanınmış turistik köyü Giethoorn’da bir skandal yaşanıyor…
Hollanda’nın Overijsel bölgesindeki tanınmış turistik köyü Giethoorn‘da bir skandal yaşanıyor.
10 yıl önce güzel hayallerle bu köye taşınan Hatice Yılmaz, hayatına yeni bir sayfa açacaktı. Hesapta başka güzel şeyler vardı. Ama karşılaştığı çirkin olay karşısında şaşkına döndü. Hatice hanımın biricik oğlu Yusuf 15 yaşında ve sorunlar halen devam ediyor. Köyün gençleri, Hatice Yılmaz’ın oğulunu da hedef alarak gece yarısı evin penceresine gelerek, taş atarak ‘Defolun buradan Kanser Türkler’ diye bağırıp yıldırmaya çalışıyorlar. Bu olaylar karşısında kabusu yaşayan Hatice Yılmaz, sonunda evinin penceresine ‘Biz bu köyde ayrımcılığa uğruyoruz’ yazılı pankart astı.
MASAL KÖYÜNDE KABUS!
Hollanda’nın dünyaca bilinen bu turistik köyünde ikamet eden sanırım ek Türk ailesiyiz’evladımla. Masal köyü…Hobit köyü Giethoorn… Fakat…”Her güzelin bir kusuru vardır” derler ya; bu koyun de kendi güzelliğiyle çelişen nahoş bir gerçeği var maalesef: ”yabancı düşmanlığı”…
On aydır birdenbire tekrar hortlayan ve geçen Ekim’den beri başlayıp devam eden bir ayırımcı- ırkçı saldırılara maruz kalmaktayız evimizde! Yıllar evvel, henüz oğlum bu köyde ilkokula giderken, okul koridorlarında duvarları kaplayan siyah çarşaflı, burkalı kadınlarla, üzerinde Arapça yazılar olan bayraklar tutan silahlı İŞİD elemanlarının fotoğraflarını hatırlıyorum: okul güya minicik yavrulara ” İslami tanıtmak!” istiyordu bu duvar sergisiyle. Hayret ve hayal kırıklığımı inanın dün gibi hatırlarım. Çok rahatsız ediciydi tabi bu ” mind-setting”; duyarsız kalamazdık.
Yavrumla güzel bir sunum hazırlamıştık, görsellerle zenginleştirilmiş ve çocukların anlayabilleceği sadelikte. Cihad’ın ne olduğunu, güzel ve içten bir selamın da bir cihad olduğunu, islamın şiddet yanlısı bir din olmadığını, diğer birçok din gibi temelde güzeli ve doğruyu öğütlediğini” dilimiz döndüğünce paylaşmıştık. Terör gruplarının bir dini temsil edemeyeceğini ifade edip okulu bilinçli ve barışçıl bir tutuma davet etmiştik. O vakitler çocuğum ”hoogbegaafd en multi-getalenteerde’ bir öğrenciydi ancak okul, yavrumun yeteneklerini ve potansiyelini baltalayan ” sistemli bir problematize etme” tutumuna girişmişti her nasılsa.
Hatice Yılmaz: Yavrum ve ben ırkçılığın çirkin yüzüyle ilk defa bu kadar yakından tanışmıştık, Noorderschool denen köy ilkokulunda. Aradan yıllar geçti vee şimdi sanırım o minik yavrular bugün büyüdüler ve islam düşmanı, Türk düşmanı, yabancı düşmanı olarak bizim bu köyden gitmemizi istiyorlar! Tabi yalnız gençler değil büyükler de buna eşlik etmekte maalesef!
Özellikle son 10 aydır bir grup genç insan ve bazı köylüler tarafından kimliğimize yönelik devam eden çirkin bir etnik ayırımcılık sebebiyle kendimizi tehdit ve tehlike altında hissediyoruz. Sadece Türk’lüğümüze, kimliğimize değil aynı zamanda evimize, arabamıza da kastedilmiş olup gerek çocuğum ve gerek şahsım son derece zor bir durumdayız, can ve mal güvenliğimizden her gün endişe ederek geçiriyoruz. Söz konusu saldırılarla ilgili 4 ayrı şikayet ( aangifte) yapmış bulunuyoruz.
“Vizier “discriminatie meldpunt yani ayrımcılıkla mücadele bürosu bizi bu şikayetlerimizde başından beri destekliyor ve yanımızdadır.
POLİS- IRKÇI VE AYIRIMCILIĞI
Hatice Yılmaz: Anlamsız bir nefretle size bakan gözler gördünüz mü hiç? Korkunç bir gecenin ve ırkçı saldırının ardından polis bürosuna gittiğimde beklemediğim bir şeyle karşılaştım! : Tarif edemeyeceğim böylesi küstah bir üslupla çok sık rastlaşmadım doğrusu; benim tasavvur dahi etmediğim bir kabalık ve medeniyetsizlikle tanıştıran bir polisle ilk defa karşılaşıyordum; üstelik bu bir hanımefendiydi! Polis tarafından da ayırımcılıkla muamele edildik maalesef: evvela yasal hakkımız olan ” olaylarla ilgili şikayet tutanağı tutturma” hakkımız engellendi, akabinde polis memurlarının sözlü taciz ve korkutma, aşağılayıcı muamelesiyle karşılaştım polis bürosunda. Bu bizim için ikinci bir travma etkisi yarattı; polise olan güvenimiz bir hayli zedelenmiş durumda. Bu ise içinde bulunduğumuz zor şartları daha da zorlaştırdı.
Süreç boyunca polisin taraflı tutumu, kasıtlı yanıltıcı bilgilendirme ve yasal haklarımla ilgili bizi defalarca yanlış yönlendirmeleri Vizier kontak kısmı de dikkatinden kaçmadı; durumu savcılığa bildirdi sağ olsun. Polis şefi, ” intern onderzoeker komiseri ve polisler bana bu süreçte uzun süre “şikayet/aangifte” yapmamam için baskı uygulayıp manipüle ettiler! Soruşturma sürecini yavaşlatarak bizi aylardır bir bilinmezle ve kaygıyla oyaladılar. Haliyle bu tehdit ortamında köyde kendimizi mütemadiyen bir güvenlik endişesi içinde bulduk.
Psikolojik destek alıyoruz bu sebepten
Hatice Yılmaz: Psikoloğun olayların bizim ruhumuzda yarattığı olumsuz etkilerini dile getirdiği ve bu köyden taşınmamıza dair tavsiye mektubu mevcuttur. Ayrıca, suçluların bir akşam saldırılarından biri de bizim güvenlik kameramıza kaydolmuştur delil olarak. Maddi ve manevi zarar gördük yavrumla.
Bakınız değerli PLATFORM ve KADIN Dergisi, bu ırkçı-ayrımcı saldırılar elbette ki bana Hatice olduğum için yapılmadı… Yahut buna sebep olacak herhangi bir ön münakaşa vb olmadı… Geceleri evimizi toplu halde ” Hatice” diye değil bilakis ”KANKER Türk ‘!” diyerek taşladılar : ” kanker Türk, weg van deze dorp, buitenlanders!” diye bağırdılar… Üzerime araba sürüldü, bayrağıma, kimliğime saldırıldı, geceleri kapımız zorlandı, tekmelendi, zilim durmaksızın geceleri çalınarak korkutulduk! Çocuğum Gymnasium 4. sınıfta şu an ve güvenlik kaygısıyla okula şehre bisikletle gidemiyor, ben götürüyorum; yolda ırkçı grup tarafından saldırıya uğrayabilir diye endişe ediyor yavrum. Yıllardır inzivai ve münzevi bir yaşam sürdüğüm bu küçük köyde maalesef her gün tehdit altında ve can güvenliği endişesi içindeyiz!
Büyü bozuldu… Sessizlik, huzur bozuldu! Masal Köyünde biz artık evladımla kabus görüyoruz geceler… Masal bitti! Gitmek zamanı şimdi. Fakat bürokrasinin, kurumsal ayırımcılığın mengenesinden de tünelin ucundaki çıkışı göremez olduk. Bu sebepledir ki değerli PLATFORM Dergisi’ni aradık bizi arkadaşları Sedat Tapan beye yönlendirdiler. Sedat Tapan beyefendiye durumumuzu bildirdik ve kendisi bizzat bizi evimizde ziyaret etti kendisine ”imdat” çağrısı yaptık. Sağ olsunlar, Türk-Islam kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı, Ömer Altay beyefendi ve Başkonsolosluğumuz gibi, onlar da samimi alakalarını esirgemediler bizden. Ümit var olduk milletimizden… Temennimiz ivedilikle güvenli bir bölgeye taşınabilmek ve hukuki süreçte sizlerin de desteğiyle tatmin eden bir neticeye ulaşmaktır. Henüz resmi bir avukatımız yoktur, Başkonsolosluğumuzun ve gönüllü hukukçularımızın değerli desteğine muhakkak ki ihtiyacımız var.
Hatice Yılmaz: Gözleri önünde cereyan eden bu korkunç olaylara sessiz bir seyirci olan köylülerin dikkatini ve duyarlılığını talep etmek adına evimizin penceresine hem Türk hem Hollanda bayrağını aştık ve ” samen sterk tegen racısme/Ayırımcılığa karşı beraber güçlüyüz!” yazımızı koyduk camımıza. Ne acı ki onlar elemimize seyirci kalarak sessizce dışlanmamıza iştirak ettiler, etmekteler. Böyle davranarak belki de Hollanda’nın”paralel ve ayrık bir toplum olmak yerine çok kültürlü gerçek bir topluma evrilme şansını da kaçırmış oluyorlar. Komşularımın ve de bir parçası olduğumu sandığım bu insanlık ailesinin, farklılıklardan korkup soğuk bir duyarsızlığın esiri olduklarını görmek ne acı…
Değerler toplumunu özlüyor insan…
Hatice Yılmaz: Oysa bu uzak ve güzel köyde evladımı ve beni tıpkı 2019 yılında Ürk’teki bir Faslı anne ve iki çocuğuna yaptıkları gibi, bir grup adamın ırkçı söylemlerle aileyi evlerinde yerlerde tekmeleyip- linç ettiği gibi canımıza ve namusumuza kastetseler şayet, bir Allah’ın kulunun da insanlık namına imdadımıza yetişmeyeceğini tecrübelerimden gördüm, inandım.
Artık burası benim evim değil, Giethoorn bizim yuvamız olamaz!
Hatice Yılmaz: Çünkü bir yuvanın kutsiyeti olan güvenlik duygusuna küstahça tecavüz edilmiştir! Arzumuz, hukuki süreç devam ederken, bir an evvel evladımı buradan daha güvenli bir bölgeye uzaklaştırmak ve mümkünse kendi toplumumuzun, milletimizin yakınlarında bir sosyal kiralık eve ivedilikle taşınmaktır. Bu husus ta şunu tekrar söylememe izin veriniz, hem Türk cemaatimizden hem yetkili makamlarımızdan ricamız bizi yalnız bırakmayıp desteklerini esirgememeleridir.
IRKÇILIK GERÇEKTEN HASTA EDER
Hatice Yılmaz: Biliyorum, bendeniz ne ilk ne de son ırkçılık mağduru vatandaşım bu küçük ve yeşil ”Baba Vatanda”…Fakat bu toplumsal yarayı tamamen iyileştiremesek te en azından sorunu sahiplenip, konuşulur kılarak birbirimize ve bütünün hayrına bir nebze faydalı olabiliriz umuyorum. Neticede çocuklarımız, yavrularımız bu ülkede inşa edecekler geleceklerini, bu toplumda birer birey olacaklar yetenekleriyle, değerleriyle…Ancak birçok bilimsel araştırma da gösteriyor ki IRKÇILIK GERÇEKTEN HASTA EDER! Hasta ve ruhen zedelenmiş bireyler de bu topluma fayda etmez, edemez. Kurumsal ırkçılığın iyi bir eğitim, iş ve ev şansınızı etkilediğini de biliyoruz.
Kennisplatform İntegratie& Samenleving platformu yazarı Kauthar Bouchallikt’in de belirtildiği gibi ” ırkçılık ve ayırımcılık ” Hollanda araştırmalarına göre vücudunuzu ve zihninizi hasta ediyor. Her ne kadar bu görüş tıp dünyasına henüz nüfuz etmemiş olsa da. Bu hepimizi ilgilendiren toplumsal yaraya Hollanda-Türk toplumu olarak daima dayanışma içinde olup ortak bir tutumla tepki vermemiz gerektiğine inanıyorum. Belki yavrumun burada sizler gibi kocaman ailesi-akrabaları yoktur ancak siz necip milletimiz de burada bizlerin bir nevi ailesidir. Gerek STK’larımız, federasyonlarımız gerekse Elçilik ve konsolosluk makamlarımızın bu gibi ortak sorunlarımıza gösterecekleri ortak duyarlılıkları, muhakkak ki bizlere hem kurumlar önünde hem de bu hukuki süreçte yalnız olmadığımızı hissettirecektir. İnsanlaşmak yolunda, insan insanın imtihanı ise şayet; teselliyi yine güzel insanin bağrında bulacağız. Adaletli insanların…Duyarlı insanların. Çünkü…Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
Yurt dışında 55 yıldır aidiyet duygusu ile yaşayan İlhan KARAÇAY soruyor:
ÖNÜMÜZDEKİ GENEL SEÇİMLERDE ‘YURTDIŞI SEÇİM BÖLGESİ’ OLUŞTURULAMAZ MI?
Vatandaşlık hakkını kaybetmemiş olan yurttaşlarımız, neden yaşadıkları yerlerden seçilemiyorlar?
Yurtdışında yaşayan 10 milyona yakın vatandaşımızın temsiliyet hakkı neden verilmiyor?
Bireylere aidiyet duygusunu aşılayacak olan ‘siyasi katılım’ sağlanamazsa, vatandan uzaklaşmaya ve yabancılaşmaya yol açılmayacak mı?
Normal şartlarda 2023’te yapılması beklenen, ne var ki, muhalefet partilerinin ‘hemen’ yapılması istenen, Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler hakkındaki tartışmalar sürerken, yurtdışında yaşayan on milyona yakın yurttaşımızın, yıllardır beklediği ‘seçilme hakkı’, yine unutulacağa benziyor. ‘Seçilme hakkı’ndan kastım, tabii ki ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ oluşumundan doğacak olan seçilme hakkıdır. Yani, yaşadığı yerden seçime katılım hakkı.
Hatırlanacağı gibi, Almanya’da yaşayan ‘19 Mayıs Türkiye Gençlik ve Halk Kültür Merkezi’ (TÜRGEM) yöneticisi Remzi Uysal, 27 Aralık 2006 tarihinde ‘yurt dışından oy hakkı’ için, Ankara 13’üncü İdari Mahkemesi’nde dava açmış, 13 Temmuz 2015’te de ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ oluşturulmadığı için, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nı ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’nı şikâyet etmişti.
Remzi Uysal, bu girişimin yıllar önce yapılmış olması gerektiğini savunurken şunları anlatıyordu: ‘Yurt dışında yaşayan bu insanlarımıza Türkiye’deki seçimlere pasif ve aktif olarak katılma, yani hem oy kullanma hem de seçilme hakkı verilmesi tartışmaları yıllar önce başladı.
Yurt dışında yaşayan Türkler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda 23 Temmuz 1995 tarihinde yapılan bir değişiklikle Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakkını resmen kazandı.
Ancak çeşitli bahanelerle pratikte uygulanmaya konulmadığı için bizlerin bu anayasal hakkı yıllarca sadece kâğıt üzerinde kaldı. Sadece gümrük kapılarında oy kullanma imkânı sağlandı. Yani, T.C. Anayasası yıllarca ihlal edildi.
Hem de göz göre göre…
2008 yılında yeni bir düzenleme yapılarak yurt dışında yaşayan Türklere bulundukları ülkelerde kurulacak sandıklarda veya mektupla oy kullanabilmeleri yolu açıldı.
Ancak Anayasa Mahkemesi, aile üyelerinin ve sosyal çevrelerin etkileyebileceği gerekçesiyle mektupla oy kullanmayı iptal etti.
Yurt dışındaki Türkler ilk kez 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bulundukları ülkelerdeki Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinde kurulan sandıklarda oy kullandı. 2015 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde de öyle.’
Ahmet Külahçı kardeşim bakınız bu konuda ne yazmış:
‘Türkiye’de politik sorumluluk taşıyanların dünyayı yeniden keşfetmelerine gerek yoktur.
Fransa, İtalya, Hırvatistan, Cezayir, Portekiz, Mozambik, Ekvator, Kolombiya, Tunus, Makedonya, Dominik Cumhuriyeti ve Romanya’nın yanı sıra daha birçok ülke, yurt dışında yaşayan vatandaşlarına hem seçme hem de seçilme hakkını çoktan hayata geçirmiştir.
Hem de yurt dışında yaşayan vatandaşları için kontenjan bile ayırmıştır.
Yurt dışında yaşayan Türklerin anavatan ile bağlarını, dil ve kültürlerini korumalarını ve sürdürmelerini Türkiye’de politik sorumluluk taşıyanların da gönülden arzu ettiklerinden kimsenin şüphesi yoktur.
Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 2015 yılındaki TBMM seçimleri öncesi ‘yurt dışının seçim bölgesi’ olması sözü vermişlerdi. Hatta yurt dışından aday gösterilen ve TBMM’ye giren AKP eski milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 9 Kasım 2016 tarihinde bir açıklama yaparak, tekliflerinde yurt dışında Türkler için TBMM’de 15 kişilik bir kontenjanın yer aldığını bile söylemişti.
CHP’nin planında 30 kişilik bir ‘yurt dışı kontenjanı’ bile vardı.
Yapılan araştırmalar, yurt dışında seçim bölgesi olması halinde, yurttaşlarımızın en az 35 milletvekiliyle TBMM’de temsil edilmesi ortaya konulmaktadır.
O halde zaman harekete geçme zamanıdır.
Anayasadaki eşitlik ilkesinden yola çıkarak, yurt dışında yaşayan Türkler, bu en doğal anayasal haklarına kavuşmak için bir araya gelmelidir.
Hem de hiç zaman kaybetmeden.’
Ne dersiniz Ahmet Külahçı dostum haklı değil mi?
YURTDIŞINDAN 35 TEMSİLCİ
Çeşitli kuruluşlar tarafından yapılan araştırmalara göre, ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ uygulanmaya başlandığı takdirde, Almanya’dan 14 Milletvekili, diğer Avrupa ülkelerinden (Balkanlar dahil) 14 milletvekili, ABD ve Kanada’dan 2 milletvekili, Avustralya, Ortadoğu, Afrika, Orta Asya ve Uzak Doğu’dan da birer milletvekili Ankara’da yerlerini alacaklardır.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ GÖRÜŞLERİ
Yurtdışındaki Sivil Toplum Kuruluşları’ndan yapılan açıklamalarda ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ konusunun önemine değinilirken, genellikle şunlar söylenmektedir:
‘Demokratik yaşamın sağlam temeller üzerine kurgulanabilmesi, siyasal katılım süreçlerine odaklanılmasını zorunlu kılmaktadır. Vatandaşlarının bir kısmına çeşitli nedenlerden ötürü siyasal katılım imkânı sunamayan bir ülkede, toplumsal birliktelik ve bütünlüğün zedelenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ülkenin geleceğinin belirlenmesine katkı noktasında, bireylere aidiyet duygusu aşılayacak olan siyasal katılımın eksik bırakılması, yabancılaşmaya ve uzaklaşmaya neden olmaktadır. ‘Zamanın kısalması ve mekânın daralması’ olarak nitelenen küreselleşme sürecinde, ülke vatandaşlarının mobilize hale gelmesi, siyasal katılım sürecine de etki yapmaktadır. Büyük çoğunluğu 1961 yılında imzalanan işgücü anlaşması çerçevesinde olmak üzere, Türk vatandaşlarının da son yarım asırdır önemli ölçüde mobilize hale geldiği bilinmektedir. 2021 yılı itibariyle yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı 10 milyona yaklaşmaktadır. Birçok ülke nüfusundan dahi kalabalık bir kitle haline gelen yurt dışı Türkler, isteklerinin kulakardı edilmemesini istemektedirler.
Yurt dışı Türklerin kendi oyları ile doğrudan temsil edilmelerinin, daha adil ve demokratik bir ortam oluşturması, nüfusla doğru orantılı paylaştırılan vekil sayısı ile sağlanmalıdır. Yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını temsilen 35 milletvekili belirlenmesi uygun görülmektedir. Bu milletvekilleri seçim çevresi olarak ülke geneli için tespit edilen ve halen uygulanan 600 milletvekili sayısının içinde değerlendirilebileceği gibi, 600 milletvekiline ilave olarak da hesaplanabilir.
SAADET AVRUPA BAŞKANI DA BASTIRIYOR
Yurtdışı Seçim Bölgesi oluşturulması için yükselen seslerden biri de Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel’den yükseldi. Temel, gurbetçi vatandaşların sesinin duyulamadığına dikkat çekti.
Kendisinin de yurt dışında yaşayan bir vatandaş olarak, bu sorunları gördüğünü ve başkanlığını yürüttüğü Saadet Avrupa ile konuya ilişkin bir çalışma düzenlediğini belirten Temel, gurbetçi vatandaşların adil bir temsiliyete sahip olamadığına vurgu yaptı.
TEMSİL SORUNU YAŞANIYOR
Temel, genel seçimlerdeki temsiliyet sorununa vurgu yaparken şu ifadeleri kullandı: Demokrasinin ayırt edici temel özelliklerinden birisi de, toplumun farklı kesimlerinin devlet nezdinde temsil edilebiliyor olmasıdır. Demokrasilerde meşruiyetin yolu, temsiliyet vasıtası ile çoğulculuğun sağlanmasından geçmektedir. Türkiye için durum göz önüne alındığında, demokratik katılımın önündeki en önemli hususlardan biri, yurt dışındaki seçmenlerin temsil edilmesi sorunudur. Yurt dışında bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temsil sorunu, demokrasimiz için bir problemdir.
ÜÇ MİLYONUN SESİ DUYULMUYOR
Üç milyonun üzerinde yurt dışı seçmeni ile Türkiye, bu alanda birçok ülkeden farklılaşmaktadır. Mevcut sistemde yurt dışında yaşayan vatandaşların TBMM’ye temsilci göndermesi ise mümkün değildir.
Saadet Avrupa Başkanı Temel, sadece sorunları tespit etmediklerini ve çözüm yolunu bulduklarına da dikkat çekti ve çözüm yolunu şöyle sıraladı:
YURT DIŞI SEÇİM ÇEVRESİ OLUŞTURULMALI
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın parlamentoda temsil edilme hakları, hakkaniyet gereği, yurt içindeki vatandaşlarımızla eşit olmalıdır. Buna göre, yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğrudan temsilci göndermesi için yurt dışı seçim çevresinin oluşturulması müzakere edilmelidir.
SEÇME VE SEÇİLME HAKLARINA RİAYET EDİLMELİ
Yurt içi ve yurt dışındaki vatandaşlarımızın temsilini eşit bir biçimde sağlamak için gerekli yasal değişiklikler gerçekleştirilerek yurt içinde milletvekili başına düşen seçmen sayısının yurt dışında da hesaplanması; buna göre yurt dışı milletvekili sayısının belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca yurt dışı milletvekillerinin seçiminde sayıları 1 milyonu aşan mavi kartlıların da seçme ve seçilme hakkına riayet edilmelidir.
Yurt dışı seçim çevresi, yurt dışındaki vatandaşlarımızın sorunlarının tespiti ve çözümü için bir zorunluluk halini almıştır. Zira yurt dışındaki vatandaşlarımızın gündemi farklı bir mesai gerektirmektedir. Hem siyasal katılımı artırmak, hem ülkeye aidiyeti güçlendirmek, hem de vatandaşlarımızın bir gereklilik olarak temsilini sağlamak için, yurt dışı seçim çevresi bir zorunluluktur.’’
Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel ayrıca, bu konunun takipçisi olacaklarını ifade etti. Temel, Saadet Avrupa olarak seçimler dönemine kadar bu sorunun halledilmesi için çalışacaklarını belirtti.
TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMLERE KATILIM
Diasporaların kendi anavatanlarındaki seçimler için oy kullanmaları 150 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bilinen ilk yurtdışı oy, 1862’de Wisconsin eyaletinde yapılan seçimler sırasında Amerikan İç Savaşı nedeniyle cephede bulunan askerler tarafından kullanılmıştır. Avustralya 1902; Birleşik Krallık 1918, Norveç 1921, ABD 1942 ve Kanada 1994’de yurtdışında oy kullanmayı yasal hale getiren ilk ülkelerdir.
Günümüzde, yurtdışından oy kullanmayı yasalarla düzenleyen 120’den fazla ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerin büyük kısmında yurtdışında oy kullanma; sandık kurma, posta ya da e-mail yoluyla hayata geçirilmiştir. Türkiye’de ise yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız tarihte ilk kez 2014 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylarını kullanmıştır.
Gümrük kapılarında oy kullanma işlemi hem fazla rağbet görmüyor ve hem de zahmetliydi. Zahmetliydi, zira fanatik gruplar, yığınlar halinde yurdun giriş kapılarına geliyor ve oy kullanıyorlardı. Üstteki fotoğrafta, Kapıkule sınır kapısında ilk oy kullanışım görülüyor.
Gümrük kapılarında oy kullanmanın hem masraflı hem de uzun yol şartları nedeniyle zahmetli bir iş olması dolayısıyla yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın seçimlere katılım oranları şimdiye kadar oldukça düşük seyretmiştir. 2012’de yapılan düzenlemeyle yurtdışında oy kullanma imkânı hayata geçirilmiştir. 2014 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanan yurtdışı seçmen sayısı 530 bin iken, 7 Haziran 2015 Seçimlerinde 1 Milyon 56 bin, 1 Kasım 2015 Seçimlerinde 1 Milyon 300 bin, 16 Nisan 2017 Referandumunda 1 Milyon 400 bin, 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimlerinde 1 Milyon 525 bin kişiye ulaşmıştır. Bu veriler, yurtdışı seçmenlere yerinde oy kullanma hakkının verilmesiyle birlikte siyasal katılımın her geçen yıl daha da yükseldiğini ortaya koymaktadır.
Seçimlerdeki yüksek katılım vatandaşlarımızın anavatana olana aidiyetlerini ve ilgilerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra, yurtdışı seçmenlerin bulundukları ülkelerde oy kullanabilmesi vatandaşlarımızın Türkiye siyasetine yön verebilmesine, beklenti ve taleplerinin gündeme gelmesine de imkân sağlamaktadır.
Yurt dışında oy kullanma hakkımı ilk kez 2015 seçimlerinde kullanmıştım. Hollanda’nın çeşitli kentlerinde kurulan oy kullanma merkezlerinde, alınan sıkı önlemler içinde oylarımızı kullanmıştık.
YUTDIŞINDA OY KULLANMA
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde oy kullanabilmeleri için öncelikle “Yurtdışı Seçmen Kütüğü”ne kayıtlı olmaları gerekmektedir. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Milletvekili Seçimleri ve Halkoylamaları öncesinde, belirlediği seçim takvimine göre seçmen listelerini ilan etmektedir.
Yurtdışındaki vatandaşlarımız, YSK tarafından belirlenen ve ilan edilen tarih aralığında internet sitesi (www.ysk.gov.tr) üzerinden “Yurtdışı Seçmen Sorgulama” kısmından yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı olup olunmadığını sorgulayabilmektedir. Eğer yurtdışında ikamet edilmesine rağmen kütüğe kayıtlı olunmaması halinde, yine YSK tarafından ilan edilen tarihler arasında ve belirlenen yöntemle nasıl kayıt olunabileceği bildirilmektedir.
Yurtdışı Seçmen Kütüğüne kayıtlı vatandaşlarımızın, hangi ülkelerde, hangi tarihlerde, nerelerde ve hangi saat aralığında oylarını kullanabilecekleri, her seçim öncesinde Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından belirlenmekte ve ilan edilmektedir.