Hollanda’nın dünyaca ünlü turistik köyü Giethoorn’un tek Türk ailesinin ırkçı saldırılara uğramasına seyirci kalan polise tepkiler yağıyor.
DENK Partisi, Hollanda gündemine oturan olayı Salı günü meclise taşıyacak.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’nın dünyaca ünlü turistik köyü Giethoorn’da yaşanmakta olan ve Türk medyasının geçen eylül ayında yayınladığı bir olay, dün akşam Zembla adlı bir programda yayınlandı.
Arkadaşımız Sedat Tapan’ın, köye giderek Türk ailesi ile yaptığı ve Platform Dergisi’nde yayınladığı röportajı aşağıda sizlere sunacağım.
Hatice Yılmaz ve 15 yaşındaki oğlu Yusuf’un başından geçenleri uzun uzun gösteren Zembla, ‘Giethoorn’dan defolun’ adını koyduğu programda, çeşitli uzmanları konuşturarak, polisin vurdumduymazlığının suç olduğunu ortaya koydu.
Yılmaz ailesinin başından geçenlerin hâlâ devam etmekte olmasının bir skandal olduğunu belirten uzmanlar, polis teşkilatının bu konuda cezalandırlacağı fikrinde birleşiyorlar.
Hollanda Parlamentosu’nda 3koltukla yer alan DENK Partisi milletvekili Stephan van Baarle, yayın sonrasında yaptığı açıklamada, yaşananların Hollanda için utanç verici olduğununu ve kabul edilemez olduğunu belirterek, konuyu Salı günü meclise taşıyacağını belirtti.
Şimdi, Hollanda’da dün geceki yayını göremeyenler için, eylül ayında yayınlanan acı röportajı sizere sunuyorum. Arkadaşımız Sedat Tapan’ın yazısını, noktası ve virgülüne kadar değiştirmeden aktarıyorum:
Hollanda’da ırkçılar turistik masal köyü Giethoorn’da Türk aileye kabusu yaşattılar.
Tanınmış turistik köyü Giethoorn’da bir skandal yaşanıyor…
Hollanda’nın Overijsel bölgesindeki tanınmış turistik köyü Giethoorn‘da bir skandal yaşanıyor.
10 yıl önce güzel hayallerle bu köye taşınan Hatice Yılmaz, hayatına yeni bir sayfa açacaktı. Hesapta başka güzel şeyler vardı. Ama karşılaştığı çirkin olay karşısında şaşkına döndü. Hatice hanımın biricik oğlu Yusuf 15 yaşında ve sorunlar halen devam ediyor. Köyün gençleri, Hatice Yılmaz’ın oğulunu da hedef alarak gece yarısı evin penceresine gelerek, taş atarak ‘Defolun buradan Kanser Türkler’ diye bağırıp yıldırmaya çalışıyorlar. Bu olaylar karşısında kabusu yaşayan Hatice Yılmaz, sonunda evinin penceresine ‘Biz bu köyde ayrımcılığa uğruyoruz’ yazılı pankart astı.
MASAL KÖYÜNDE KABUS!
Hollanda’nın dünyaca bilinen bu turistik köyünde ikamet eden sanırım ek Türk ailesiyiz’evladımla. Masal köyü…Hobit köyü Giethoorn… Fakat…”Her güzelin bir kusuru vardır” derler ya; bu koyun de kendi güzelliğiyle çelişen nahoş bir gerçeği var maalesef: ”yabancı düşmanlığı”…
On aydır birdenbire tekrar hortlayan ve geçen Ekim’den beri başlayıp devam eden bir ayırımcı- ırkçı saldırılara maruz kalmaktayız evimizde! Yıllar evvel, henüz oğlum bu köyde ilkokula giderken, okul koridorlarında duvarları kaplayan siyah çarşaflı, burkalı kadınlarla, üzerinde Arapça yazılar olan bayraklar tutan silahlı İŞİD elemanlarının fotoğraflarını hatırlıyorum: okul güya minicik yavrulara ” İslami tanıtmak!” istiyordu bu duvar sergisiyle. Hayret ve hayal kırıklığımı inanın dün gibi hatırlarım. Çok rahatsız ediciydi tabi bu ” mind-setting”; duyarsız kalamazdık.
Yavrumla güzel bir sunum hazırlamıştık, görsellerle zenginleştirilmiş ve çocukların anlayabilleceği sadelikte. Cihad’ın ne olduğunu, güzel ve içten bir selamın da bir cihad olduğunu, islamın şiddet yanlısı bir din olmadığını, diğer birçok din gibi temelde güzeli ve doğruyu öğütlediğini” dilimiz döndüğünce paylaşmıştık. Terör gruplarının bir dini temsil edemeyeceğini ifade edip okulu bilinçli ve barışçıl bir tutuma davet etmiştik. O vakitler çocuğum ”hoogbegaafd en multi-getalenteerde’ bir öğrenciydi ancak okul, yavrumun yeteneklerini ve potansiyelini baltalayan ” sistemli bir problematize etme” tutumuna girişmişti her nasılsa.
Hatice Yılmaz: Yavrum ve ben ırkçılığın çirkin yüzüyle ilk defa bu kadar yakından tanışmıştık, Noorderschool denen köy ilkokulunda. Aradan yıllar geçti vee şimdi sanırım o minik yavrular bugün büyüdüler ve islam düşmanı, Türk düşmanı, yabancı düşmanı olarak bizim bu köyden gitmemizi istiyorlar! Tabi yalnız gençler değil büyükler de buna eşlik etmekte maalesef!
Özellikle son 10 aydır bir grup genç insan ve bazı köylüler tarafından kimliğimize yönelik devam eden çirkin bir etnik ayırımcılık sebebiyle kendimizi tehdit ve tehlike altında hissediyoruz. Sadece Türk’lüğümüze, kimliğimize değil aynı zamanda evimize, arabamıza da kastedilmiş olup gerek çocuğum ve gerek şahsım son derece zor bir durumdayız, can ve mal güvenliğimizden her gün endişe ederek geçiriyoruz. Söz konusu saldırılarla ilgili 4 ayrı şikayet ( aangifte) yapmış bulunuyoruz.
“Vizier “discriminatie meldpunt yani ayrımcılıkla mücadele bürosu bizi bu şikayetlerimizde başından beri destekliyor ve yanımızdadır.
POLİS- IRKÇI VE AYIRIMCILIĞI
Hatice Yılmaz: Anlamsız bir nefretle size bakan gözler gördünüz mü hiç? Korkunç bir gecenin ve ırkçı saldırının ardından polis bürosuna gittiğimde beklemediğim bir şeyle karşılaştım! : Tarif edemeyeceğim böylesi küstah bir üslupla çok sık rastlaşmadım doğrusu; benim tasavvur dahi etmediğim bir kabalık ve medeniyetsizlikle tanıştıran bir polisle ilk defa karşılaşıyordum; üstelik bu bir hanımefendiydi! Polis tarafından da ayırımcılıkla muamele edildik maalesef: evvela yasal hakkımız olan ” olaylarla ilgili şikayet tutanağı tutturma” hakkımız engellendi, akabinde polis memurlarının sözlü taciz ve korkutma, aşağılayıcı muamelesiyle karşılaştım polis bürosunda. Bu bizim için ikinci bir travma etkisi yarattı; polise olan güvenimiz bir hayli zedelenmiş durumda. Bu ise içinde bulunduğumuz zor şartları daha da zorlaştırdı.
Süreç boyunca polisin taraflı tutumu, kasıtlı yanıltıcı bilgilendirme ve yasal haklarımla ilgili bizi defalarca yanlış yönlendirmeleri Vizier kontak kısmı de dikkatinden kaçmadı; durumu savcılığa bildirdi sağ olsun. Polis şefi, ” intern onderzoeker komiseri ve polisler bana bu süreçte uzun süre “şikayet/aangifte” yapmamam için baskı uygulayıp manipüle ettiler! Soruşturma sürecini yavaşlatarak bizi aylardır bir bilinmezle ve kaygıyla oyaladılar. Haliyle bu tehdit ortamında köyde kendimizi mütemadiyen bir güvenlik endişesi içinde bulduk.
Psikolojik destek alıyoruz bu sebepten
Hatice Yılmaz: Psikoloğun olayların bizim ruhumuzda yarattığı olumsuz etkilerini dile getirdiği ve bu köyden taşınmamıza dair tavsiye mektubu mevcuttur. Ayrıca, suçluların bir akşam saldırılarından biri de bizim güvenlik kameramıza kaydolmuştur delil olarak. Maddi ve manevi zarar gördük yavrumla.
Bakınız değerli PLATFORM ve KADIN Dergisi, bu ırkçı-ayrımcı saldırılar elbette ki bana Hatice olduğum için yapılmadı… Yahut buna sebep olacak herhangi bir ön münakaşa vb olmadı… Geceleri evimizi toplu halde ” Hatice” diye değil bilakis ”KANKER Türk ‘!” diyerek taşladılar : ” kanker Türk, weg van deze dorp, buitenlanders!” diye bağırdılar… Üzerime araba sürüldü, bayrağıma, kimliğime saldırıldı, geceleri kapımız zorlandı, tekmelendi, zilim durmaksızın geceleri çalınarak korkutulduk! Çocuğum Gymnasium 4. sınıfta şu an ve güvenlik kaygısıyla okula şehre bisikletle gidemiyor, ben götürüyorum; yolda ırkçı grup tarafından saldırıya uğrayabilir diye endişe ediyor yavrum. Yıllardır inzivai ve münzevi bir yaşam sürdüğüm bu küçük köyde maalesef her gün tehdit altında ve can güvenliği endişesi içindeyiz!
Büyü bozuldu… Sessizlik, huzur bozuldu! Masal Köyünde biz artık evladımla kabus görüyoruz geceler… Masal bitti! Gitmek zamanı şimdi. Fakat bürokrasinin, kurumsal ayırımcılığın mengenesinden de tünelin ucundaki çıkışı göremez olduk. Bu sebepledir ki değerli PLATFORM Dergisi’ni aradık bizi arkadaşları Sedat Tapan beye yönlendirdiler. Sedat Tapan beyefendiye durumumuzu bildirdik ve kendisi bizzat bizi evimizde ziyaret etti kendisine ”imdat” çağrısı yaptık. Sağ olsunlar, Türk-Islam kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı, Ömer Altay beyefendi ve Başkonsolosluğumuz gibi, onlar da samimi alakalarını esirgemediler bizden. Ümit var olduk milletimizden… Temennimiz ivedilikle güvenli bir bölgeye taşınabilmek ve hukuki süreçte sizlerin de desteğiyle tatmin eden bir neticeye ulaşmaktır. Henüz resmi bir avukatımız yoktur, Başkonsolosluğumuzun ve gönüllü hukukçularımızın değerli desteğine muhakkak ki ihtiyacımız var.
Hatice Yılmaz: Gözleri önünde cereyan eden bu korkunç olaylara sessiz bir seyirci olan köylülerin dikkatini ve duyarlılığını talep etmek adına evimizin penceresine hem Türk hem Hollanda bayrağını aştık ve ” samen sterk tegen racısme/Ayırımcılığa karşı beraber güçlüyüz!” yazımızı koyduk camımıza. Ne acı ki onlar elemimize seyirci kalarak sessizce dışlanmamıza iştirak ettiler, etmekteler. Böyle davranarak belki de Hollanda’nın”paralel ve ayrık bir toplum olmak yerine çok kültürlü gerçek bir topluma evrilme şansını da kaçırmış oluyorlar. Komşularımın ve de bir parçası olduğumu sandığım bu insanlık ailesinin, farklılıklardan korkup soğuk bir duyarsızlığın esiri olduklarını görmek ne acı…
Değerler toplumunu özlüyor insan…
Hatice Yılmaz: Oysa bu uzak ve güzel köyde evladımı ve beni tıpkı 2019 yılında Ürk’teki bir Faslı anne ve iki çocuğuna yaptıkları gibi, bir grup adamın ırkçı söylemlerle aileyi evlerinde yerlerde tekmeleyip- linç ettiği gibi canımıza ve namusumuza kastetseler şayet, bir Allah’ın kulunun da insanlık namına imdadımıza yetişmeyeceğini tecrübelerimden gördüm, inandım.
Artık burası benim evim değil, Giethoorn bizim yuvamız olamaz!
Hatice Yılmaz: Çünkü bir yuvanın kutsiyeti olan güvenlik duygusuna küstahça tecavüz edilmiştir! Arzumuz, hukuki süreç devam ederken, bir an evvel evladımı buradan daha güvenli bir bölgeye uzaklaştırmak ve mümkünse kendi toplumumuzun, milletimizin yakınlarında bir sosyal kiralık eve ivedilikle taşınmaktır. Bu husus ta şunu tekrar söylememe izin veriniz, hem Türk cemaatimizden hem yetkili makamlarımızdan ricamız bizi yalnız bırakmayıp desteklerini esirgememeleridir.
IRKÇILIK GERÇEKTEN HASTA EDER
Hatice Yılmaz: Biliyorum, bendeniz ne ilk ne de son ırkçılık mağduru vatandaşım bu küçük ve yeşil ”Baba Vatanda”…Fakat bu toplumsal yarayı tamamen iyileştiremesek te en azından sorunu sahiplenip, konuşulur kılarak birbirimize ve bütünün hayrına bir nebze faydalı olabiliriz umuyorum. Neticede çocuklarımız, yavrularımız bu ülkede inşa edecekler geleceklerini, bu toplumda birer birey olacaklar yetenekleriyle, değerleriyle…Ancak birçok bilimsel araştırma da gösteriyor ki IRKÇILIK GERÇEKTEN HASTA EDER! Hasta ve ruhen zedelenmiş bireyler de bu topluma fayda etmez, edemez. Kurumsal ırkçılığın iyi bir eğitim, iş ve ev şansınızı etkilediğini de biliyoruz.
Kennisplatform İntegratie& Samenleving platformu yazarı Kauthar Bouchallikt’in de belirtildiği gibi ” ırkçılık ve ayırımcılık ” Hollanda araştırmalarına göre vücudunuzu ve zihninizi hasta ediyor. Her ne kadar bu görüş tıp dünyasına henüz nüfuz etmemiş olsa da. Bu hepimizi ilgilendiren toplumsal yaraya Hollanda-Türk toplumu olarak daima dayanışma içinde olup ortak bir tutumla tepki vermemiz gerektiğine inanıyorum. Belki yavrumun burada sizler gibi kocaman ailesi-akrabaları yoktur ancak siz necip milletimiz de burada bizlerin bir nevi ailesidir. Gerek STK’larımız, federasyonlarımız gerekse Elçilik ve konsolosluk makamlarımızın bu gibi ortak sorunlarımıza gösterecekleri ortak duyarlılıkları, muhakkak ki bizlere hem kurumlar önünde hem de bu hukuki süreçte yalnız olmadığımızı hissettirecektir. İnsanlaşmak yolunda, insan insanın imtihanı ise şayet; teselliyi yine güzel insanin bağrında bulacağız. Adaletli insanların…Duyarlı insanların. Çünkü…Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
Yurt dışında 55 yıldır aidiyet duygusu ile yaşayan İlhan KARAÇAY soruyor:
ÖNÜMÜZDEKİ GENEL SEÇİMLERDE ‘YURTDIŞI SEÇİM BÖLGESİ’ OLUŞTURULAMAZ MI?
Vatandaşlık hakkını kaybetmemiş olan yurttaşlarımız, neden yaşadıkları yerlerden seçilemiyorlar?
Yurtdışında yaşayan 10 milyona yakın vatandaşımızın temsiliyet hakkı neden verilmiyor?
Bireylere aidiyet duygusunu aşılayacak olan ‘siyasi katılım’ sağlanamazsa, vatandan uzaklaşmaya ve yabancılaşmaya yol açılmayacak mı?
Normal şartlarda 2023’te yapılması beklenen, ne var ki, muhalefet partilerinin ‘hemen’ yapılması istenen, Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler hakkındaki tartışmalar sürerken, yurtdışında yaşayan on milyona yakın yurttaşımızın, yıllardır beklediği ‘seçilme hakkı’, yine unutulacağa benziyor. ‘Seçilme hakkı’ndan kastım, tabii ki ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ oluşumundan doğacak olan seçilme hakkıdır. Yani, yaşadığı yerden seçime katılım hakkı.
Hatırlanacağı gibi, Almanya’da yaşayan ‘19 Mayıs Türkiye Gençlik ve Halk Kültür Merkezi’ (TÜRGEM) yöneticisi Remzi Uysal, 27 Aralık 2006 tarihinde ‘yurt dışından oy hakkı’ için, Ankara 13’üncü İdari Mahkemesi’nde dava açmış, 13 Temmuz 2015’te de ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ oluşturulmadığı için, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nı ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı’nı şikâyet etmişti.
Remzi Uysal, bu girişimin yıllar önce yapılmış olması gerektiğini savunurken şunları anlatıyordu: ‘Yurt dışında yaşayan bu insanlarımıza Türkiye’deki seçimlere pasif ve aktif olarak katılma, yani hem oy kullanma hem de seçilme hakkı verilmesi tartışmaları yıllar önce başladı.
Yurt dışında yaşayan Türkler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda 23 Temmuz 1995 tarihinde yapılan bir değişiklikle Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakkını resmen kazandı.
Ancak çeşitli bahanelerle pratikte uygulanmaya konulmadığı için bizlerin bu anayasal hakkı yıllarca sadece kâğıt üzerinde kaldı. Sadece gümrük kapılarında oy kullanma imkânı sağlandı. Yani, T.C. Anayasası yıllarca ihlal edildi.
Hem de göz göre göre…
2008 yılında yeni bir düzenleme yapılarak yurt dışında yaşayan Türklere bulundukları ülkelerde kurulacak sandıklarda veya mektupla oy kullanabilmeleri yolu açıldı.
Ancak Anayasa Mahkemesi, aile üyelerinin ve sosyal çevrelerin etkileyebileceği gerekçesiyle mektupla oy kullanmayı iptal etti.
Yurt dışındaki Türkler ilk kez 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bulundukları ülkelerdeki Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinde kurulan sandıklarda oy kullandı. 2015 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde de öyle.’
Ahmet Külahçı kardeşim bakınız bu konuda ne yazmış:
‘Türkiye’de politik sorumluluk taşıyanların dünyayı yeniden keşfetmelerine gerek yoktur.
Fransa, İtalya, Hırvatistan, Cezayir, Portekiz, Mozambik, Ekvator, Kolombiya, Tunus, Makedonya, Dominik Cumhuriyeti ve Romanya’nın yanı sıra daha birçok ülke, yurt dışında yaşayan vatandaşlarına hem seçme hem de seçilme hakkını çoktan hayata geçirmiştir.
Hem de yurt dışında yaşayan vatandaşları için kontenjan bile ayırmıştır.
Yurt dışında yaşayan Türklerin anavatan ile bağlarını, dil ve kültürlerini korumalarını ve sürdürmelerini Türkiye’de politik sorumluluk taşıyanların da gönülden arzu ettiklerinden kimsenin şüphesi yoktur.
Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 2015 yılındaki TBMM seçimleri öncesi ‘yurt dışının seçim bölgesi’ olması sözü vermişlerdi. Hatta yurt dışından aday gösterilen ve TBMM’ye giren AKP eski milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 9 Kasım 2016 tarihinde bir açıklama yaparak, tekliflerinde yurt dışında Türkler için TBMM’de 15 kişilik bir kontenjanın yer aldığını bile söylemişti.
CHP’nin planında 30 kişilik bir ‘yurt dışı kontenjanı’ bile vardı.
Yapılan araştırmalar, yurt dışında seçim bölgesi olması halinde, yurttaşlarımızın en az 35 milletvekiliyle TBMM’de temsil edilmesi ortaya konulmaktadır.
O halde zaman harekete geçme zamanıdır.
Anayasadaki eşitlik ilkesinden yola çıkarak, yurt dışında yaşayan Türkler, bu en doğal anayasal haklarına kavuşmak için bir araya gelmelidir.
Hem de hiç zaman kaybetmeden.’
Ne dersiniz Ahmet Külahçı dostum haklı değil mi?
YURTDIŞINDAN 35 TEMSİLCİ
Çeşitli kuruluşlar tarafından yapılan araştırmalara göre, ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ uygulanmaya başlandığı takdirde, Almanya’dan 14 Milletvekili, diğer Avrupa ülkelerinden (Balkanlar dahil) 14 milletvekili, ABD ve Kanada’dan 2 milletvekili, Avustralya, Ortadoğu, Afrika, Orta Asya ve Uzak Doğu’dan da birer milletvekili Ankara’da yerlerini alacaklardır.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ GÖRÜŞLERİ
Yurtdışındaki Sivil Toplum Kuruluşları’ndan yapılan açıklamalarda ‘Yurtdışı Seçim Bölgesi’ konusunun önemine değinilirken, genellikle şunlar söylenmektedir:
‘Demokratik yaşamın sağlam temeller üzerine kurgulanabilmesi, siyasal katılım süreçlerine odaklanılmasını zorunlu kılmaktadır. Vatandaşlarının bir kısmına çeşitli nedenlerden ötürü siyasal katılım imkânı sunamayan bir ülkede, toplumsal birliktelik ve bütünlüğün zedelenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ülkenin geleceğinin belirlenmesine katkı noktasında, bireylere aidiyet duygusu aşılayacak olan siyasal katılımın eksik bırakılması, yabancılaşmaya ve uzaklaşmaya neden olmaktadır. ‘Zamanın kısalması ve mekânın daralması’ olarak nitelenen küreselleşme sürecinde, ülke vatandaşlarının mobilize hale gelmesi, siyasal katılım sürecine de etki yapmaktadır. Büyük çoğunluğu 1961 yılında imzalanan işgücü anlaşması çerçevesinde olmak üzere, Türk vatandaşlarının da son yarım asırdır önemli ölçüde mobilize hale geldiği bilinmektedir. 2021 yılı itibariyle yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı 10 milyona yaklaşmaktadır. Birçok ülke nüfusundan dahi kalabalık bir kitle haline gelen yurt dışı Türkler, isteklerinin kulakardı edilmemesini istemektedirler.
Yurt dışı Türklerin kendi oyları ile doğrudan temsil edilmelerinin, daha adil ve demokratik bir ortam oluşturması, nüfusla doğru orantılı paylaştırılan vekil sayısı ile sağlanmalıdır. Yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını temsilen 35 milletvekili belirlenmesi uygun görülmektedir. Bu milletvekilleri seçim çevresi olarak ülke geneli için tespit edilen ve halen uygulanan 600 milletvekili sayısının içinde değerlendirilebileceği gibi, 600 milletvekiline ilave olarak da hesaplanabilir.
SAADET AVRUPA BAŞKANI DA BASTIRIYOR
Yurtdışı Seçim Bölgesi oluşturulması için yükselen seslerden biri de Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel’den yükseldi. Temel, gurbetçi vatandaşların sesinin duyulamadığına dikkat çekti.
Kendisinin de yurt dışında yaşayan bir vatandaş olarak, bu sorunları gördüğünü ve başkanlığını yürüttüğü Saadet Avrupa ile konuya ilişkin bir çalışma düzenlediğini belirten Temel, gurbetçi vatandaşların adil bir temsiliyete sahip olamadığına vurgu yaptı.
TEMSİL SORUNU YAŞANIYOR
Temel, genel seçimlerdeki temsiliyet sorununa vurgu yaparken şu ifadeleri kullandı: Demokrasinin ayırt edici temel özelliklerinden birisi de, toplumun farklı kesimlerinin devlet nezdinde temsil edilebiliyor olmasıdır. Demokrasilerde meşruiyetin yolu, temsiliyet vasıtası ile çoğulculuğun sağlanmasından geçmektedir. Türkiye için durum göz önüne alındığında, demokratik katılımın önündeki en önemli hususlardan biri, yurt dışındaki seçmenlerin temsil edilmesi sorunudur. Yurt dışında bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temsil sorunu, demokrasimiz için bir problemdir.
ÜÇ MİLYONUN SESİ DUYULMUYOR
Üç milyonun üzerinde yurt dışı seçmeni ile Türkiye, bu alanda birçok ülkeden farklılaşmaktadır. Mevcut sistemde yurt dışında yaşayan vatandaşların TBMM’ye temsilci göndermesi ise mümkün değildir.
Saadet Avrupa Başkanı Temel, sadece sorunları tespit etmediklerini ve çözüm yolunu bulduklarına da dikkat çekti ve çözüm yolunu şöyle sıraladı:
YURT DIŞI SEÇİM ÇEVRESİ OLUŞTURULMALI
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın parlamentoda temsil edilme hakları, hakkaniyet gereği, yurt içindeki vatandaşlarımızla eşit olmalıdır. Buna göre, yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğrudan temsilci göndermesi için yurt dışı seçim çevresinin oluşturulması müzakere edilmelidir.
SEÇME VE SEÇİLME HAKLARINA RİAYET EDİLMELİ
Yurt içi ve yurt dışındaki vatandaşlarımızın temsilini eşit bir biçimde sağlamak için gerekli yasal değişiklikler gerçekleştirilerek yurt içinde milletvekili başına düşen seçmen sayısının yurt dışında da hesaplanması; buna göre yurt dışı milletvekili sayısının belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca yurt dışı milletvekillerinin seçiminde sayıları 1 milyonu aşan mavi kartlıların da seçme ve seçilme hakkına riayet edilmelidir.
Yurt dışı seçim çevresi, yurt dışındaki vatandaşlarımızın sorunlarının tespiti ve çözümü için bir zorunluluk halini almıştır. Zira yurt dışındaki vatandaşlarımızın gündemi farklı bir mesai gerektirmektedir. Hem siyasal katılımı artırmak, hem ülkeye aidiyeti güçlendirmek, hem de vatandaşlarımızın bir gereklilik olarak temsilini sağlamak için, yurt dışı seçim çevresi bir zorunluluktur.’’
Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel ayrıca, bu konunun takipçisi olacaklarını ifade etti. Temel, Saadet Avrupa olarak seçimler dönemine kadar bu sorunun halledilmesi için çalışacaklarını belirtti.
TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMLERE KATILIM
Diasporaların kendi anavatanlarındaki seçimler için oy kullanmaları 150 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bilinen ilk yurtdışı oy, 1862’de Wisconsin eyaletinde yapılan seçimler sırasında Amerikan İç Savaşı nedeniyle cephede bulunan askerler tarafından kullanılmıştır. Avustralya 1902; Birleşik Krallık 1918, Norveç 1921, ABD 1942 ve Kanada 1994’de yurtdışında oy kullanmayı yasal hale getiren ilk ülkelerdir.
Günümüzde, yurtdışından oy kullanmayı yasalarla düzenleyen 120’den fazla ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerin büyük kısmında yurtdışında oy kullanma; sandık kurma, posta ya da e-mail yoluyla hayata geçirilmiştir. Türkiye’de ise yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız tarihte ilk kez 2014 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylarını kullanmıştır.
Gümrük kapılarında oy kullanma işlemi hem fazla rağbet görmüyor ve hem de zahmetliydi. Zahmetliydi, zira fanatik gruplar, yığınlar halinde yurdun giriş kapılarına geliyor ve oy kullanıyorlardı. Üstteki fotoğrafta, Kapıkule sınır kapısında ilk oy kullanışım görülüyor.
Gümrük kapılarında oy kullanmanın hem masraflı hem de uzun yol şartları nedeniyle zahmetli bir iş olması dolayısıyla yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın seçimlere katılım oranları şimdiye kadar oldukça düşük seyretmiştir. 2012’de yapılan düzenlemeyle yurtdışında oy kullanma imkânı hayata geçirilmiştir. 2014 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanan yurtdışı seçmen sayısı 530 bin iken, 7 Haziran 2015 Seçimlerinde 1 Milyon 56 bin, 1 Kasım 2015 Seçimlerinde 1 Milyon 300 bin, 16 Nisan 2017 Referandumunda 1 Milyon 400 bin, 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimlerinde 1 Milyon 525 bin kişiye ulaşmıştır. Bu veriler, yurtdışı seçmenlere yerinde oy kullanma hakkının verilmesiyle birlikte siyasal katılımın her geçen yıl daha da yükseldiğini ortaya koymaktadır.
Seçimlerdeki yüksek katılım vatandaşlarımızın anavatana olana aidiyetlerini ve ilgilerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra, yurtdışı seçmenlerin bulundukları ülkelerde oy kullanabilmesi vatandaşlarımızın Türkiye siyasetine yön verebilmesine, beklenti ve taleplerinin gündeme gelmesine de imkân sağlamaktadır.
Yurt dışında oy kullanma hakkımı ilk kez 2015 seçimlerinde kullanmıştım. Hollanda’nın çeşitli kentlerinde kurulan oy kullanma merkezlerinde, alınan sıkı önlemler içinde oylarımızı kullanmıştık.
YUTDIŞINDA OY KULLANMA
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde oy kullanabilmeleri için öncelikle “Yurtdışı Seçmen Kütüğü”ne kayıtlı olmaları gerekmektedir. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Milletvekili Seçimleri ve Halkoylamaları öncesinde, belirlediği seçim takvimine göre seçmen listelerini ilan etmektedir.
Yurtdışındaki vatandaşlarımız, YSK tarafından belirlenen ve ilan edilen tarih aralığında internet sitesi (www.ysk.gov.tr) üzerinden “Yurtdışı Seçmen Sorgulama” kısmından yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı olup olunmadığını sorgulayabilmektedir. Eğer yurtdışında ikamet edilmesine rağmen kütüğe kayıtlı olunmaması halinde, yine YSK tarafından ilan edilen tarihler arasında ve belirlenen yöntemle nasıl kayıt olunabileceği bildirilmektedir.
Yurtdışı Seçmen Kütüğüne kayıtlı vatandaşlarımızın, hangi ülkelerde, hangi tarihlerde, nerelerde ve hangi saat aralığında oylarını kullanabilecekleri, her seçim öncesinde Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından belirlenmekte ve ilan edilmektedir.
Dördüncü Rutte Kabinesi’nin, Türkiyeli iki Bakanı Günay Uslu ve Dilan Yeşilgöz’ün yaptıkları çalışma ziyeretleri Hollanda medyasında büyük ilgi görüyor.
Fotoğrafta Günay Uslu’nun Amsterdam’a yaptığı tiyatro ve sinema ziyaretleri sırasında aşı belgesi kontrolünden geçişi görülüyor.
Üstteki fotoğrafta da Dilan Yeşilgöz’ün Utrecht polisinin çalışmalarını ziyareti görülüyor.
KONUMLARINI HİÇE SAYAN SOSYAL MEDYADAKİ ‘İSTEMEZÜK DÜŞKÜNLERİ’
Haber ve yorum takip etme zorunluluğu olan bazı yöneticiler, ‘Bana yazı göndermeyin’ lüksüne kaçıyorlar.
Facebook ve Messenger hakkında bilinmeyenler…
İlhan KARAÇAY yazdı:
Değerli Okurlarım,
Çağımızın Alamet-i Farika’sı olan internetin yarattığı sosyal medya, milyonların katılımı ile, insanların en çok buluştuğu bir mecra (*) oluyor.
Email, twitter, instagram, whatsApp, messenger, facebook ve daha bir çok dalda yazışan ve görüntülü konuşan milyonlarca insan bu durumdan çok mutlu oluyorlar.
Haberleşmenin de kurtarıcısı olan internetin imkânlarından yararlananlar da bu durumdan çok memnun.
Ne var ki, bu imkânların tümünden yararlanmak isteyen bazıları işgüzarlık yapıyorlar ve kendilerine gelen mesajları gönderenlere, ‘Bana mesaj göndermeyin’ tepkisinde bulunuyorlar. Tepki koyanların bazıları haklı da olabilirler. Zira öyleleri var ki, uygun olmayan ahlâksız yazı ve görüntü gönderiyorlar.
Ben şahsen, okumak ve görmek istemediğim mesajları bir ‘tıklama’ ile atıyorum veya göndereni bloke ediyorum. Böylece hiç kimse ile muhatap olmuyorum.
Benim gönderdiğim haber ve yorumlar, 27 bini email olmak üzere 30 bin adrese gidiyor.
Haber ve yorumlarımı beğendiklerini ve yararlandıklarını belirten binlerce mesaj alıyorum. (Bu mesajları bir gün sizlere sunacağım) Tabii ki, arada bir ‘Bana mesaj göndermeyin’ diyenler de oluyor.
Ama bazıları var ki, sadece ‘Mesaj göndermeyin’ lafı ile kalmıyor, hakarete varan laflar da ediyor. Böylesi kişilere, ‘Ne oldu kardeşim, sana ahlâksız porno mu gönderdim, bu ne şiddet’ diye yazıyorum.
Bazıları da, kendi konumlarına hiç değer vermeden, ‘Bana mesaj göndermeyin’ uyarısında bulunuyorlar. Bunların arasında medyacı olduğu gibi, konumu itibarıyla haber ve yorum okuması gerekli kişiler de var.
Örneğin, büyük bir gazetede hem yönetici ve hem de ekonomi yazarı olan bir şahıs da bana mesaj göndermiş ve ‘Yazılarınız ilgi alanımda değil’ demişti. Bu medya mensubu benden gerekli cevabı almıştı.
İnternet ve sosyal medyanın nimetlerinden yararlanmak istedikleri halde, kendilerine gönderilen mesajlardan rahatsızlık duyup, göndericilere rencide edici tepki gösterenlere bir çift sözüm var:
‘Benim email adresimi nereden aldınız veya buldunuz’ diye soranlar, internetin gücünden habersiz gibiler. Size gelen email mesajlarını okumak istemiyorsanız, bir tık ile atabilirsiniz veya o kişiden gelen mesajları bloke edebilirsiniz. Size haber veya yorum gönderme nezaketinde bulunanlara, ‘Bana mesaj gönderme’ diye yazarak rencide edici yolu seçmeyiniz.
İnternetin bir de messenger denen olağanüstü bir haberleşme servisi vardır.
Facebook hesabı olanlar, isim araması yaptıkları zaman, facebook hesabı olan herkesi bulabiliyorlar. Messengeri açanlar ise binlerce adres ile karşılaşıyorlar. Elinizdeki haber ve yorumu kime göndermek istiyorsanız, o ismi tıklayarak gönderebiliyorsunuz.
Bu da yetmezmiş gibi, sizde telefon numarası olmadığı halde, messengerdeki telefon işaretini tıkladığınız zaman görüşme yapabiliyorsunuz. Hem de görüntülü olarak.
İşte, bu imkânların sağlanmış olduğu bir sistemde yer almak isteyenler, yazışma ve hatta telefon rahatsızlığına da katlanmalıdır. Rahatsızlık duymamak için, insanları rencide edeceğiniz yere, sosyal medyadan uzak durmak daha akıllı ve medeni bir tutum olur.
Değerli okurlarım, isterseniz, Facebook ve Messenger sistemini bir bilenin diliyle anlatayım:
Dünya çapında en çok kullanılan mesajlaşma uygulamalarından biri olan Messenger, Facebook hesabı olmadan artık kullanılamıyor.
Facebook’un mesajlar kısmının bir uygulamaya dönüşmüş hali olan Messenger, dünya çapında en çok kullanılan mesajlaşma servislerinden biri. Hatta uzun süredir Facebook’u sadece mesajlaşma için kullanan birçok kişi bulunuyor. Birçok kullanıcı da Meesenger’ı kullanmak zorunda olduğu için Facebook’u kullanmak zorunda kalıyor.
Facebook olmadan Messenger kullanılamayacak!
Facebook hesabı olmayanlar artık Messenger servisini kullanamayacak.
Facebook hesabı olmayan kullanıcıların da kullanabildiği Messenger servisi, Facabook hesabı olmayan kullanıcılara kapatıldı.
Facebook’un mesajlaşma servisi olarak kullanılan ve oldukça popüler olan Messenger servisi bugüne kadar Facebook hesabı olmayanlar tarafından da kullanılabiliyordu. Fakat Facebook tarafından alınan bir kararla Messenger servisi için önemli bir gelişme yaşandı. Artık Facebook hesabı olmayanlar Messenger servisini kullanamayacak.
Facebook’un popüler mesajlaşma uygulaması Messenger, Facebook’tan ayrı bir uygulama olarak kullanıcılara sunulduktan sonra, Facebook hesabı olmaksızın da kullanılabiliyordu. Kullanıcıların telefon numaralarını kullanarak mesajlaştıkları Messenger servisini, artık sadece Facebook hesabı olan kullanıcılar kullanabilecek.
Facebook tarafından alınan bu karar ile, Facebook hesaplarının Messenger’a bağlanması zorunlu hale geliyor. Messenger’a Facebook hesabı olmadan giriş yapabilmeyi engelleyen bu durumda kullanıcılar yeni bir Facebook hesabı oluşturmak ya da mevcut hesaplarını aktif hale getirmek zorunda kalacak.
Facebook, WhatsApp için de bu kararı alabilir!
Facebook tarafından Alınan Messenger kararı sonrasında, neden bu şekilde bir karar alındığı konusunda bir çok soru akla gelse de, kullanıcıların Facebook hesaplarını kapatmalarında yaşanan artış herhalde bu sorunun temelinde yatıyor gibi görünüyor. Facebook tarafından alınan bu karar sonrasında kullanıcılar Facebook’un bünyesinde yer alan WhatsApp için de aynı kararı alacak mı sorusunu gündeme getirdi.
Kaliforniyalı Kongre Üyesi: Facebook, Instagram’ı Satın Almasaydı Dünya Daha Güzel Bir Yer Olabilirdi
Sosyal medya devi Facebook’un Instagram’ı da satın alması sonucunda bir kaos meydana geldi. Birçok kişiden eleştiri alan bu hareket, son olarak Kaliforniyalı bir kongre üyesi tarafından eleştirildi.
Facebook’un liderlerinin ve ortak kurucularının geçtiğimiz yıl boyunca şirketten ayrılması herkesin kafasında bir soru işareti oluşturdu. Tüm bunlar bir sır perdesi gibi görünse de New York Times’ın bugünkü haberi sonucunda bir fikir ortaya atılmış olabilir.
Görünüşe göre Zuckerberg, yalnızca WhatsApp, Instagram ve Facebook Messenger gibi ürünleri Facebook’a daha bağlı bir hale getirmek istemiyor. Farklı platformlardaki insanları da kendisine bağlamayı planlayan Zuckerberg, örneğin Facebook hesabı olmayan bir insanın Instagram üzerinden biriyle konuşabilmesini de mümkün kılmayı amaçlıyor.
Bu durum kulağa başta güzel gelse de Kaliforniyalı bir kongre üyesi çileden çıkmış gibi görünüyor. ABD Temsilcisi Ro Khanna, bu konuyu sosyal medyaya taşıdı ve Instagram yetkililerin en başında güven konusunda adı karalanmış olan Facebook’a platformu satmamalarının gerektiğini belirtti. Khanna ayrıca Facebook’la olan bağlantıları sebebiyle Instagram’ın da endişeler oluşturduğunu belirtti.
Mecra (*)
Mecra kelimesi kökeni Arapçadan gelen ve Türkçede yerleşik olarak değerlendirilen sözcüklerden biridir. Aslında anlamı açısından yanlış bilinen sözcüklerden biri olarak öne çıkıyor. Gerçekte ise iki farklı anlamı bulunmaktadır. Genelde mecra kelimesi dendiği zaman basın ve yayın söz konusu olsa dahi bununla herhangi bir ilgisi yoktur.
Türk Dil Kurumu açısından bakıldığı zaman mecra kelimesi iki farklı anlamı ile değerlendirilir.
– Akarsu yatağı
– Bir işin gidişi ve bir olayın doğrultusu
Bu şekilde her iki anlamı üzerinden de kullanılabilir.
Mecra aslında Türkçede platform veya basın yayın ile beraber herhangi bir alan şeklinde de ifade edilmektedir.
Hollanda Diyanet Vakfı (HDV), kuruluşunun 40’ıncı yılı dolayısıyla, bu ülkede büyük özveriler ile kurulmuş olan 148 HDV camisinin iyi bir şekilde tanımını sağlamak için bir yarışma düzenledi.
İslam Enstitüsü işbirliği ile, HDV camilerinin kuruluşu, tarihçesi, kültürel mirası ve
fonksiyonları konusunu ele alacak olan yarışmaya başvuru 28 Ocak 2022 tarihine kadar devam edecek.
‘HDV Medya Okulu Projesi’nin ilk etabını başarı ile tamamlayan 13 gencimizin de yarışacağı belgesel yarışması, diğer meraklılara da açıktır.
Birinciye 1.500, ikinciye 1.000, üçüncüye 500 euro ve mansiyon ödülleri, yapılacak olan bir ödül töreninde verilecektir.
HDV Başkanlığından yapılan açıklamada, ‘Hollanda’daki Müslüman Türkler tarafından büyük özverilerle kurulmuş olan HDV camilerinin her biri, bir tarihi içinde barındırmaktadır. Hollanda Diyanet Vakfı, bu tarihi yetenekli gençlerimiz aracılığıyla tarihsel bilince dönüştürmek, arşivlemek ve Hollanda tarihine not düşmek amacındadır. ‘HDV Cami Belgeseli’ yarışması bu uzun soluklu projenin ilk etabıdır.’ denilmektedir.