İlhan KARAÇAY Soruyor:
Yaşadığımız ülkenin yönetimi ve politikası bizi hiç ilgilendirmiyor mu?
Hollanda hükümetinin kurulması, bizim sivil toplum kuruluşlarının gündemine gelmiyor mu?
Dışlanan ve ‘Ayrılıkçı’ olarak damgalanan Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği’nin Türkçe ve Hollandaca duyurusu öğretici olsun.
Tam 299 gün, hükümetsiz yaşadığımızın hiç farkında olamadığımız Hollanda’da, uzun maraton görüşmelerinden sonra kurulan yeni hükümet, Hollanda’daki Türkler ve Türk kökenliler tarafından hiç önemsenmedi. Hem de içinde iki Türkiye kökenli kadın Bakan yer aldığı halde.
Güney Uslu, atanmasından sonra Başbakan Rutte ile ilk görüşmesinde
Türk medyası olarak biz, bu konuya çok önem verdik ve Bakan olan kızlarımızı öne çıkararak övgüler yağdırdık. Naçizane şahsım, özellikle Günay Uslu’nun, Emirdağlı bir işçinin kızı olarak başarılarını destansı bir hale getirdim.
Dilan Yeşilgöz, atanmasından sonra Başbakan Rutte ile görüşmesinde
Adalet Bakanı olan Dilan Yeşilgöz de, bir Türkiyeli olarak kadın olarak, ırkçı Wlders’in hışmına uğradı.
Ama ne var ki, birkaç istisna haricinde, bizim sivil toplum kuruluşlarımızdan bu konuda tek bir ses bile çıkmadı. Kaldı ki, yeni kurulan hükümet bizim de vergilerimizden oluşan bütçeyle, önümüzdeki dört yıl Hollanda hakkında kararlar verecek ve uygulayacak. Biz de, Hollanda’da yaşıyoruz. Uygulanacak politikalar bizim de geleceğimizi yakından ilgilendiriyor. Çocuklarımızın kaderine, geleceğine tesir edecek olan yönetime ilgilisizlik beni oldukça düşündüyor.
İçinde yaşadığımız toplumda meydana gelen gelişmelere karşı bu kadar duyarsız davranmak sadece ayıbımız değil, kaybımız da olmalıdır.
Sayıları 1200’ü geçtiği belirtilen ve bu sayının yüksekliğinden bazen gurur duyduğumuz Türk derneklerinin ve sivil toplum kuruluşlarının, ‘Sadece çay kahve içilen hemşehri kuruluşları’ olduğunu iddia edenlere hiç katılmıyordum ve bu kuruluşların yararlarını öne çıkarıyordum. Ne var ki, Hollanda’daki bu çok önemli olan gelişme hakkında hiç ses çıkarmayan bu kuruluşlarımız beni hayal kırıklığına uğrattı ve bu yorumu yazma mecburiyetinde bıraktı. Oysa aynı kuruluşlarımızın, Federasyon, Dernek ve Vakıf Başkanları, Büyükelçiliğimizin ve Konsolosluklarımızın organize ettikleri etkinliklere katılıp, sosyal medyada boy boy fotograf paylaşıyorlar. Buna asla karşı değilim ve kınamıyorum. Ancak, aynı hassasiyeti ve ilgiyi yaşadığımız ülkenin gelişmelerine göstermelerini de bekliyorum.
Ha, bakın bir ses çıktı Türkiyeli bir kuruluştan. Hollanda’daki bazı Türklerin ve devletin dışladığı ve ‘ayrılıkçı’ olarak damgaladığı, Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği HTİB’den bir ses çıktı. Hem de Türkçe ve Hollandaca olarak çok güçlü bir ses.
Şimdi ben, bu Türkiyeli kuruluştan çıkan Türkçe ve Hollandaca sesi sizlere sunuyorum.
Bundan sonraki takdir sizlerindir.
İŞTE HTİB’NİN DUYURULARI:
YENİ HÜKÜMETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Yeni hükümetin düşündürdükleri Hollanda siyasi tarihinin en uzun koalisyon görüşmeleri sonucunda Mark Rutte’nin başbakanlığında yeni hükümet kuruldu. Yeni hükümetin bir önceki koalisyon hükümetinde yer alan partilerden oluştuğunu ve iki sol partinin hükümete birlikte katılmasını engellemek için kapalı kapılar ardında siyasi oyunlar oynandığını unutmadan bir kenara not etmek istiyoruz.
Yeni hükümetin programını oluşturan koalisyon metni kimi olumlu unsurlar içermekle birlikte Hollanda’nın önünde duran, aҫık ve gizli yoksulluğa, gelir adaletsizliğine son vermek, modern ve halka yakın yeni bir yönetim anlayışı oluşturmak, sivil toplumu güçlendirmek gibi temel sorunları çözmekten uzaktır.
Ama isterseniz önce olumlu gördüğümüz bazı gelişmelerden söz edelim. En başta bakanlar kurulunda yer alan 28 bakandan 14’unun kadınlardan oluşmasını alkışlıyoruz. Kadınlardan ikisinin Türkiye kökenli olması da alkışlanacak bir gelişmedir. Ayrıca Suriname kökenli bir bakanın da hükümette yer almasını bu gelişmelere ekleyebiliriz.
Neden?
Çünkü biz örgüt olarak öteden beri göçmenlerin toplum içerisinde görünebilir yerlere gelebilmesini önemsiyoruz. Bunun olumlu rol modeli olarak genҫ nesillere yansıyacağına ve dolayısıyla entegrasyon sürecini olumlu yönde ilerletebileceğine inanıyoruz.
Hükümetin programında yaşanabilir çevre, iklim, eğitim, öğrencilere burslar, asgari ücret, kreşler, yeni konutların inşası ve benzeri alanlarda iyileştirmeler öngörülüyor. Kağıt üzerinde hepsi güzel görünüyor ama daha önceki Rutte hükümetlerinde verilen sözlerin tümünün yerine getirilmemesi nedeniyle ihtiyatlı olmamız gerektiğini de belirtmeden geçmek istemiyoruz. Ayrıca toplumdan kopuk siyaset ve yönetim anlayışının değişebileceğini gösteren herhangi yeni bir unsuru hükümet programında göremememiz tam anlamıyla pozitif düşünmemizi engelliyor. Umarız yanılırız.
Hükümetin programında Türkiyeliler için inburgeringsplicht (uyum mecburiyeti) öngörülmesinin bizde büyük hayal kırıklığı yarattığını belirtmeden geçemeyiz. Bilindiği gibi, daha önceki hükümetler döneminde bu yönde atılan adımlar, örgütümüzün başvurması nedeniyle yargı tarafından iptal edilmişti. Hükümet şimdi hukukun çevresinden dolanarak aynı programı yine uygulamak istiyor. Ama unutulmasın ki, HTİB hâlâ yaşıyor ve diğer ilgili kuruluşlarla birlikte tekrar yargıya başvurup bu haksız tutumun engellenmesini sağlamaktan geri durmayacağız. Çünkü bu uygulama Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ortaklık anlaşmasına aykırıdır ve yargının kararı kesindir.
Üzerinde asıl durmak istediğimiz konu ise şudur. Hükümet programında toplumun belirli kesimlerinin ekonomik durumunda yüzde 0.1, yüzde 0.5 veya en fazla yüzde 1.5 oranında iyileştirmeler olacağı söyleniyor. Bu rakamların komikliği bir yana biz bunlara inanmakta güçlük çekiyoruz. Çünkü daha önceki hükümetler döneminde bu yönde verilen sözler yerine getirilmedi ve özellikle toplumun alt gelir grubuna mensup olanların satın alma gücü düştü.
Enflasyonun giderek arttığı, emekli aylıklarının on yıldır net olarak geriye gittiği, sağlık primlerinin sabit durmadığı, enerji fiyatlarının yükselmesi nedeniyle herkesin yılda 500-600 Euro daha fazla ödemek zorunda olduğu mevcut koşullarda nasıl oluyor da gelirlerin biraz ileriye gideceği veya en azından sabit kalacağı ileri sürülüyor, anlamak gerçekten zor.
Anlaşılan o ki yeni hükümet corona virüsünün yarattığı faturayı dar gelirlilerin üzerine yıkmayı düşünüyor ama bunu açıkça söylemekten çekiniyor ve bu nedenle süslü sözler kullanıyor. Bunun toplumdaki huzursuzluğu giderek artıracağını, siyasi kurumlarla halk arasındaki uçurumu derinleştireceğini şimdiden görmemek için siyaseten naif olmak gerekir. Eğer ileride bu hatalı tutum telafi edilip düzeltilmezse korkarız ki kendimizi hiç beklemediğimiz toplumsal huzursuzluk ortamında bulabiliriz.
Son olarak bir noktayı daha işaret etmeden geçmek istemiyoruz. Bu çağda hükümetlerin kuruluşlarının kapalı kapılar ardında ve belirli siyasetçilerin dar alanda paslaşmalarıyla gerçekleşmesinin modası çoktan geçti. Toplumun en geniş kesiminin, özellikle sivil toplum örgütlerinin katkıda bulunmadığı hükümetlerin başarı şansı zayıftır.
Umarız yeni hükümet toplumun beklentilerine yanıt verir ve corona virüsünün yarattığı tahribatın faturasını dengeli bir biçimde dağıtır. Aksi halde olabilecekleri düşünmek bile istemiyoruz. Çünkü toplum zaten corona virüsünün yarattığı moral bozukluğu içerisinde bulunuyor ve bu nedenle siyasetin üzerine yıkmayı düşündüğü ağır faturaya sert tepki verebilir.
Bizden şimdiden uyarması!
Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB)
HTİB’NİN HOLLANDA MEDYASINA VE PARLAMENTERLERDE GÖNDERİLEN HOLLANDACA DUYURUSU:
WAT MOETEN WE MET DE PLANNEN VAN HET NİEUWE KABİNET RUTTE IV?
Als resultaat van de langste coalitieonderhandelingen in de Nederlandse politieke geschiedenis is er een nieuwe regering gevormd onder het premierschap van Mark Rutte. Hierbij merken we op dat het nieuwe kabinet dat bestaat uit de partijen (VVD, D66, CDA en ChristenUnie) achter gesloten deuren politieke spelletjes heeft gespeeld om te voorkomen dat de twee linkse partijen (PvdA en GroenLinks) samen in het kabinet zouden kunnen toetreden.
Hoewel de tekst van het nieuwe regeerakkoord enkele positieve elementen bevat, ligt die ver af van een oplossing voor de belangrijkste problemen waar Nederland voor staat. Die bestaan namelijk uit het beëindigen van de openlijke en verkapte armoede, de inkomensongelijkheid en het versterken het maatschappelijk middenveld.
Maar laten we het eerst hebben over enkele positieve ontwikkelingen. Allereerst juichen we het toe dat 14 van de 28 leden van het nieuwe kabinet vrouw zijn. Dat twee van de vrouwen van Turkse afkomst zijn, is een ontwikkeling die toegejuicht moet worden. Daaraan kunnen we nog toevoegen dat er een minister van Surinaamse afkomst in het kabinet is benoemd. Waarom is dit belangrijk? Wij hebben er als organisatie immers altijd voor gepleit dat Nederlanders met een migratieafkomst op representatieve posities in de samenleving terecht zouden moeten komen. Dit is vooral van belang om rolmodellen voor de jongere generaties te creëren om op die manier het integratieproces in een positieve richting te kunnen laten ontwikkelen.
Het regeerakkoord voorziet in verbeteringen op de terreinen leefbaar milieu, klimaat, onderwijs, studiebeurzen voor studenten, minimumloon, kinderdagverblijven en de nieuwbouw van woningen. Op papier ziet het er allemaal goed uit, maar het spreekt voor zich dat we voorzichtig moeten zijn, aangezien beloften die in eerdere kabinetten van Rutte zijn beloofd, niet zijn nagekomen. Bovendien treffen we in het regeerakkoord geen enkel nieuw element aan dat laat zien dat politiek en bestuur, die te ver af staan van de samenleving, zodanig kunnen veranderen door burgers meer te betrekken bij de besluitvorming.
We moeten helaas ook vermelden dat in het regeerakkoord de inburgeringsplicht voor Turken zeer teleurstellend is. Zoals bekend is door de inzet van onze organisatie, de stappen die tijdens de vorige kabinetten in deze richting zijn gezet, door de rechterlijke macht geschrapt. Het nieuwe kabinet wil nu de inburgeringplicht versterken door via een slimmigheid de wet te kunnen omzeilen. Maar vergeet niet dat HTİB niet zal aarzelen om samen met andere relevante organisaties nogmaals een beroep te doen op de rechterlijke macht, door ervoor te zorgen dat deze oneerlijke juridische houding wordt voorkomen. Enerzijds is de inburgeringsplicht namelijk in strijd met de associatieovereenkomst tussen de Europese Unie en Turkije en anderzijds blijft de rechterlijke uitspraak gewoon overeind staan.
Waar we ons bovendien nader op willen focussen, is dat het regeerakkoord zegt dat er 0,1 procent, 0,5 procent of hoogstens 1,5 procent verbetering zal zijn van de economische situatie binnen bepaalde segmenten van de samenleving. Afgezien van de belachelijkheid van deze cijfers, vinden we het moeilijk om die te geloven vooral omdat de beloften in deze richting tijdens de vorige regeringen niet werden nagekomen en de koopkracht van de lagere inkomensgroepen alleen maar daalde. Er wordt beweerd dat in de huidige omstandigheden waarin de inflatie geleidelijk toeneemt, de pensioenen al tien jaar duidelijk achteruitgaan, de ziektekostenpremies steeds maar stijgen en dat iedereen van 500 tot 600 euro per jaar meer kwijt is aan stijgende energieprijzen. De vraag dringt zich dan ook op hoe het mogelijk is dat inkomens licht gaan stijgen, laat staan dat die stabiel blijven. We zien het wat dat betreft somber in.
Het lijkt erop dat het nieuwe Kabinet overweegt om de openstaande rekeningen die vanwege het coronavirus heeft laten oplopen, op de lage inkomens wil afschuiven. Echter durft de nieuwe regering dat niet openlijk te zeggen en gebruikt daarvoor omfloerste bewoordingen. Voor de politiek is het noodzakelijk zich naïef te gedragen door niet bij voorbaat in te zien dat de inkomensongelijkheid de onrust in de samenleving alleen maar zal vergroten en de kloof tussen de politieke instellingen en de bevolking zal verruimen. Als in de toekomst deze houding ten opzichte van de daling van inkomens niet wordt gecompenseerd en gecorrigeerd, zijn we bang dat we in een grote sociale onrust terecht zullen komen.
Tot slot willen we nog op een belangrijk punt te wijzen. In de huidige tijd is het ongepast om een regering achter gesloten deuren met alleen toegang voor bepaalde politici, te formeren. Regeringen waarin een groot deel van de samenleving, met name niet-gouvernementele organisaties, geen bijdrage aan kunnen leveren, hebben een kleine kans van slagen. We hopen dat het nieuwe kabinet de rekening die door het coronavirus hoog is opgelopen, op een gelijkwaardige en eerlijke manier verdeelt onder alle inkomensgroepen. We willen niet eens nadenken over wat er dan eventueel zou kunnen gebeuren. Het volk is door de maatregelen rond het coronavirus al in een gedemoraliseerde fase terechtgekomen, bijvoorbeeld het wegvallen van de middenstand en kleine bedrijven, het welzijn van de jeugd en de ouderen.
Daarom waarschuwen we alvast!
We blijven strijdbaar.
De Turkse Arbeidersvereniging in Nederland (HTİB)
Televizyon programlarında tacize uğrayan genç kızlara sahip çıkan Kültür ve Medya’dan sorumlu Devlet Bakanı Günay Uslu, ‘Bu konuda sıfır tolerans’ dedi
Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz, tacize uğramış olan tüm kurbanlara çağrı yaptı ve ‘Derhal başvuru yapın’ dedi.
En büyük skandal, ‘O ses Hollanda’ adlı ses yarışması programının prodüktörü Mol ailesinin eniştelerinden kaynaklandı.
Tacize uğrayanların ve tacizcilerin sayısı çoğalınca TV’deki programlar durduruldu.
Holanda medyası Günay Uslu ve Dilan Yeşilgöz’ün, taciz olaylarına el koydukları haberlerini geniş bir şekilde yayınlıyorlar. Üstteki fotoğrafta De Telegraaf’taki haberi görüyorsunuz.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda’da uzun bir pazarlık maratonundan sonra kurulan koalisyon hükümetinde yer alan iki Türkiyeli Bakan Günay Uslu ve Dilan Yeşilgöz’ün ilk icraatları, ülkeyi çalkalayan taciz olaylarını ele almak oldu.
Seks özgürlüğünün sınırsız olduğu bilinen Hollanda’da, sekse doyamayan sapıkların cirit attığını ortaya koyan taciz olayları, çeşitli programlara katılan genç kızların başına geldi.
Dünya çapında TV prodüktörlüğü yapan John de Mol’un, Türkiye’de de ‘O Ses Türkiye’ adıyla yayınlanan programın Hollanda versiyonunda cereyan eden taciz olayları, son günlerde Hollanda medyasını sıkça meşgul ediyordu.
Programa katılan genç kızları, gücü ve etkinliğini kullanarak taciz ettiğini ikrar eden Jeroen Rietbergen, eşi Linda de Mol tarafından evden kovuldu.
İlk taciz haberi, John de Mol’un, TV prodüktörü ve program yapımcısı kız kardeşi Linda de Mol’un eşi Jeroen Rietbergen’den kaynaklandı.
Jeroen Rietbergen, ses yarışması programında müzik yapımcılığı yapıyor. Programa katılan genç kızları ‘Seni birinci yaptıracağım’ vaatleri ile aldatan ve buna karşı cinsel ilişki talep eden Rietbergen’den şikâyetçi olan genç kızların sayısı fazlalaşınca, ve aynı programda çalışan arkadaşlarından biri, bu durumu ifşa edince ortalık karıştı. Bundan sonra tacize uğrayan genç kızlar konuşmaya başladılar.
Devlet Bakanı Günay Uslu, Başbakan Rutte ile ilk görüşmesini yapıyor.
Bu konudaki haberler medyada magazinsel bir durum alınca, tacize uğrayan diğer genç kızlar da konuşmaya başladılar. Aynı programda jüri üyeliği yapan şarkıcı Ali B’nin de tacizciler sınıfına girdiği anlaşılınca, Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı Günay Uslu devreye girdi ve, ‘Mevki ve güç kullanarak genç kızlara tecavüzde bulunanlar için toleransım sıfırdır. Tecavüz kurbanları derhal şikâyet başvurusunda bulunsunlar’ diyerek, konuyu çok ciddi bir şekilde ele alacağını belirtti ve RTL adlı yayın kuruluşunu da uyardı.
RTL Televizyonu’ndan yapılan açıklamada, adı geçen programın yayınlarının derhal durudrulduğu belirtildi.
Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz, Başbakan Rutte ile başbaşa ilk görüşmesini yapıyor.
Konunun kültür ve medya işlerini ilgilendirmesi üzerine harekete geçen Günay Uslu’nun yanında, Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz de, yaptığı açıklamada, genç kızlara yapılan tecavüzleri kınadı ve suçluların cezalandırılması için gayret sarfedeceğini belirtti.
Yeni buluşlar ile yaptığı TV programlarının isim haklarını 134 ülkeye satan ve Türkiye’de de çok sayıda programı yayınlanan John de Mol, kızkardeşi Linda ile.
John de Mol’un kız kardeşi Linda de Mol, TV programları yapımcılığından başka, başta satış rekoru kıran Linda dergisi olmak üzere pek çok derginin sahipliğini yapıyor. Gelişmelerden büyük züntü duyduğunu belirten Linda de Mol, eşi Jeroen Rietbergen’i, evinden kovduğunu açıkladı.
Çeşitli TV programlarına katılan genç kızların sayıları her saat başı artıyor. Daha önce korktukları ve utandıkları için açıklama yapamayan kurbanların anlattıkları, Hollanda kamuoyunu en çok meşgul eden konu oldu.
Taciz olaylarınının araştırma ve soruşturmasını üstlenen iki Türkiyeli Bakan Günay Uslu ve Dilan Yeşilgöz ise medyanın odak noktası oldular.
Çok ilginçtir. Türkiye’de spor kulüplerinin isimleri, üç beş kuruşluk menfaat için sponsor isimleri ile değiştiriliyor. Sponsor değiştikçe, kulübün ismi de değişmiş olduğundan kafalar karışıyor.
Stadyum isimleri de, yine sponsorların adları verilerek değiştiriliyor.
Ayrıca, spora faydası olmuş insanların isimlerinin verildiği stadyumlar da var.
Ne var ki, Avrupalılar, yaşamakta olan insanların isimlerini stadyumlara ve başka yerlere vermiyorlar. Verilecek isim kesinlik kazanmışsa, kişinin ölmesi bekleniyor ve ancak ölümden sonra isim değiştiriliyor.
Örneğin, Amsterdam’da yapılan Arena Stadyumu’na Johan Cruijff isminin verilmesi kararlaştırılmıştı. Ne var ki, Johan Cruijff yaşadığı sürece stadın adı Arena olarak kaldı. Cruijff’ın ölümünden sonra da stadın adı Johan Cruijff oldu.
Kaldı ki Türkiye’de, Allah gecinden versin, Fatih Terim yaşadığı halde adı bir stadyuma verildi.
SPONSORLUK Sponsorluk, küresel rekabet sonucunda meydana gelen bir oluşumdur. Markalarını unutulmaz hale getirmek isteyen firmalar, isim sponsorluğunun yanında forma sponsorluğu için de para harcıyorlar. Forma sponsorluğu da birkaç dalda yapılıyor. Sırt sponsoru, kol sponsoru, şort sponsoru, Çorap sponsoru, Sağlık sponsoru olanlar da var. Bir de tedarik sponsoru var ki, 5 veya 10 yıllık sözleşmelerde 70 milyona kadar yüksek meblağlar ödeniyor.
Pek çok kulüp bu fırsatı iyi değerlendiriyor ve gelirlerinin büyük kısmını sponsorluktan elde ediyor.
Türkiye’de kulüplerinin isimlerine ekleme yapan kulüpler ve sponsor isimleri şöyle:
Atakaş – Hatayspor
Aytemiz – Alanyaspor
Çaykur – Rizespor
Demir Grup – Sivasspor
Fraport-TAV– Antalyaspor
Hes Kablo – Kayserispor
İttifak Holding – Konyaspor
Medipol – Başakşehir
MKE – Ankaragücü
Yukatel – Denizlispor
Stadyum sponsorluğu için, stadlara verilen isimler de şunlar:
Bahçeşehir Okulları – Aytemiz Alanyaspor
Vodafone – Beşiktaş
Didi – Çaykur Rizespor
Ülker – Fenerbahçe
NEF – Galatasaray Ali Sami Yen Spor Kompleksi NEF Stadyumu
Medaş – İttifak Holding Konyaspor
PHİLİPS KULLANILAMIYOR
Çok ilginçtir, Türkiye’de sponsor isimleri ile laçkalaşan kulüplerimiz ucuz pazarlıklar yaparken, Avrupa’daki kulüpler rekabet koruması nedeniyle böyle pazarlıklar yapamıyor.
Bırakın pazarlığı, sahibi ve resmi adı PHİLİPS olan PSV kulübü (Philips Spor Cemiyeti), bu rekabet koruması nedeniyle PHİLİPS adını kullanamıyor.
BİR MAÇ YAYINI HİKÂYESİ Laf PSV ve PHİLİPS’ten açılmışken, sizlere bir maç nakli hikâyesi anlatayım.
27 Eylül 1978 gününün akşamında PSV-Fenerbahçe maçı oynanacaktı. TRT bu maçı yayınlayacağını günlerdir duyuruyordu. Ne var ki, PSV yönetiminin maç nakli için istediği meblağ 80 bin guldendi. Yapılan pazarlıklar sonunda meblağ 50 bine kadar düştü. Ama bu meblağ da TRT için ödenemeyecek bir meblağdı.
Durum bana aktarıldı. Bir haftadır sık sık görüştüğüm PSV yöneticileri ile bu işi de konuşmak için randevu aldım. Benim yapmış olduğum at cambazlığı pazarlığı da işe yaramadı. Saat 15.00 olmuştu ve 5 saat sonra yapılması gereken yayın yapılamayacaktı. Son çare olarak, Philips Holding’in de Başkanı olan PSV Başkanı ile görüşmeyi sağlayabildim. Başkana açıkça şunları söyledim: ‘Bakınız, Türkiye’deki TV izleyicisi sizin tahmin ettiğiniz kadar çok değildir. Ayrıca devlet kurumu olan TRT’nin çok parası yok. Bu maçı bize 5 bin guldene verin, biz de sık sık Philips takımından söz edelim. Türkiye’de Philips ürünleriniz satış rekoru kırar.’
Başkan önce biraz şaşırdı ama sonradan teklifimin önemini anlamış olacak ki, ’10 bin olsun’ dedi. Ama ben 5 binde diretince, ‘Tamam’ demeye mecbur kaldı.
İşte, reklamın gücü burada da ortaya çıkmış oldu.
Şimdilerde yaşanan sponsorluk paralarına ve isim değişiklilklerine de anlayışla bakmamız gerektiği gerçeği ortaya çıktı.
O geceki maç nasıl sonuçlandı diye merak ediyorsanız aşağıdaki gazete sayfasına bakınız. Keşke yayınlanmasaydı ve Türk TV seyircisi kahrolmasaydı.
Ertesi gün Fenerbahçe kafilesini havalimanından yolcu ediyorduk. THY uçağından çıkan Hürriyet gazetesinde üstteki haber vardı. Bu sayfayı gören futbolcular başlarını öne eğerken takım kaptanı, ‘Neden kalbura dönmüşmüşüz’ diye bana tepki verince, yöneticiler ve futbolcular beni korumaya aldılar.
‘Kültür birlikte yapılır ve birlikte yaşanır. Bunun özlemini çekiyoruz. Bunu düzeltmek için kültür ve yaratıcılık sektöründeki kişi ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yapacağım’ diyen ve yıllar önce de, ‘Hollanda’nın ilk kadın Başbakanı olacağım’ iddiasında bulunan Günay Uslu, koronavirüsten en çok etkilenen kültür ve sanat dünyasının umudu oldu.
Hollanda’ya kalifiye olmayan bir işçi olarak gelen ve sonradan pansiyon ve kahvehane işleten Emirdağlı Ata Uslu’nun oğlu Atilay turizm ve havacılık sektörünün kralı, büyük kızı Meral ünlü bir film yapımcısı olurken, Günay da, Avrupa Kültür Tarihi Mirası ve müzeler konusunda ‘Büyük uzman’ oldu.
İlhan KARAÇAY yazdı:
AMSTERDAM / LAHEY,- Hollanda’ya kalifiye olmayan bir işçi olarak gelen ve sonradan pansiyon ve kahvehane işleten Emirdağlı Ata Uslu’nun kızı olarak Hollanda’da doğan bir kızımızdan, atandığı Bakanlık görevindeki pozisyonunu ‘Siyasetin Messi’si’ olarak söz ediliyorsa, bizim de bu gelişmeden onur duyma hakkımız vardır değil mi?
Çoğunuz Messi’nin dünya çapında bir futbol yıldızı olduğunu biliyorsunuzdur.
İşte, Hollanda’nın ünlü gazeteci-yazarlarından biri olan Marcel Wiegman, Başbakan Rutte’ye hitaben yazdığı yorumunda, Hollanda Kültür ve Medya’dan sorumlu Devlet Bakanı olarak atanan Günay Uslu için ‘Siyasetin Messi’si’ yakıştırmasını yaptı.
Hollanda’nın en büyük akşam gazetesi Het Parool’da yazan Wiegman’ın yorumunun yukarıda gördüğünüz başlığı şöyleydi: ‘Günay Uslu gibi Messili bir takımın varsa, galip geleceğini önceden biliyorsundur.’
Günay Uslu Lionel Messi
Bakınız yazıya nasıl bir giriş yaptı Wiegman:
‘Demokrat ’66 Partisi, dördüncü Rutte kabinesine, Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanlığı için 49 yaşındaki Günay Uslu’yla, büyük şapkada hokkabazlık yaptı. (Biz şapkadan tavşan çıkardı deriz) Çağrışımcı bir mizah ile söylersek, ‘Eskiden beri inatçı ve gayretli biri olarak istediğini elde eden biri.’
Günay Uslu’nun inanılmaz gayretini yıllarca önce farketmiş ve kendisiyle bir görüşme yapmıştım. Eğitim yıllarında, ‘Hollanda’ya ilk kadın başbakan ben olacağım’ diyecek kadar iddialı olan Uslu, sanırım bu konuda ilk adımı atmış oldu.
Günay Uslu 25 Ekim 1972’de Haarlem’de doğdu. İlkokulu Haarlem’de tamamladı. 12 yaşına bastığı zaman, Amsterdam’da ikamet eden ablası Meral’ın yanına göç etti. Abla Meral Film Akademisi’ni tamamlamıştı ve film yapımcısı olmuştu.
Uslu, 1982-1985 liseyi tamamladı. 1993’te tarih öğretmenliği için Amsterdam Yüksekokulu’na girdi. 1996 yılında Amsterdam Üniversitesi’nde Hollanda Hukuku tahsili gördü. Her iki branşın diplomasını aldı.1997-2001 yıllarında Amsterdam Üniversitesi’nde Kültür bilimi tahsilini tamamladı. Daha sonra da Avrupa Kültür Tarihi’ni okudu. 2008-2015’te Amsterdam Üniversitesi’nden terfi oldu ve doktor ünvanını kazandı.
OSMANLI TARİHİNİ İNGİLİZCE ANLATTI Tam anlamıyla bir eğitim müptelası olan Günay Uslu, bir ara Türkiye’ye de giderek Osmanlı tarihi eğitimi için destek aldı.
Osmanlıca metinleri aslından okumak ve anlamak için, bireysel çabasıyla Osmanlıca öğrenen Uslu, 2014 yılında “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kültür Politikaları” konusunda doktora tezini yazıp, savunarak, dr. ünvanını aldı.
Amsterdam Üniversitesi’nde bu konuda hem ders veren hem de araştırmalar yapan, Günay Uslu, Avrupa kültürü, mirası, müze ve kültür politikaları tarihinde de uzman oldu.
Günay Uslu, Hollanda Araştırma Enstitüsü’nde 8 Haziran 2018’de, “Homeros, Troya ve Türkler. Geç Osmanlı İmparatorluğu’nda Miras ve Kimlik, 1870-1915” başlıklı konferans vermişti.
Amsterdam Üniversitesi’nde ‘Homeros’un Avrupa ve Türk kültürü üzerindeki etkileri’ konularında araştırmalar yapan Uslu, Homeros’un Truva Hikayeleri’nin, Batı kültürünün temel eserlerinden olmasına rağmen, Osmanlı-Türk kültür geleneğine de ilham verdiğini belirtiyor. Homeros ve Truva üzerine yapılan tarihi ve arkeolojik araştırmalarda, araştırmacıların büyük ölçüde Batı kaynaklarına güvendiğine dikkat çeken Uslu, Türklerin de Truva destanının kendi versiyonunu oluşturduğunu belirtiyor.
Uslu konferansta, Heinrich Schliemann’ın Osmanlı topraklarında Troy’u aramak için 1870’li yılllarda başlattığı arkeoloji kazılarından, 1915’te Gelibolu muharebelerine kadar uzanan zaman dilimindeki Truva’nın hikayesini, hem de İngilizce anlatmıştı.
USLU’NUN ÜNVANLARI
-Amsterdam Üniversitesi’de Kültür ve Tarih Araştırmacısı.
-Amsterdam Eye Film Müzesi Konseyi’ne Başkanlık.
-Lahey’de Maurits Müzesi’nin Danışma Kurulu Üyesi.
-Rembrand Derneği’nin Danışma Kurulu Üyesi.
-Leiden Üniversitesi’nde Hoşgörü Kürsüsü ve Allard Pierson’da Danışma Kurulu Üyesi.
-NIOD Vakfı’nda da Yönetim Kurulu Üyesi.
… ve şimdi de Kültür ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı.
Değerli okurlarım, ben şahsen bu kadar eğitim ve görev postunu yazmaktan yoruldum. Dilerim siz de okumaktan yorulmazsınız.
Ama Hollandalı bir gazeteci-yazarın, ‘Siyasetin Messi’si’ diye yücelttiği kızımızı hak ettiği şekilde anlatmak da boynumun borcu olmalı.
Bakan olacağının açıklandığı gün telefonla aradığım Günay Uslu, ağabeyi Atilay Uslu ile Curaçao’da inşa ettikleri otelden yeni çıkmış ve Hollanda’ya gelmek üzere havalimanı yolundaydı. Yani Günay Uslu, Bakanlığa atandığını Curaçao’da duymuştu.
Günay Uslu tam 17 yıl, Corendon’un çeşitli departmanlarını yönetmişti. Ağabey Atilay Uslu, manevi değeri çok büyük olduğunu kabul ettiği bu atamadan memnun değildi. Zira kız kardeş Günay, Atilay’ın başını en çok ağrıtacak işleri üstleniyordu.
Atilay Uslu, ‘Geçtiğimiz yıllarda Hollanda politikasından çok çektim. Şimdi de en iyi elemanımı elimden aldılar.Eee, şimdi daha az kazanacak’ dediği kızkardeşini çok arayacağa benziyor.
Günay Uslu’nun ablası Meral Uslu, 2005 yılında yapmış olduğu bir dökümanter için ‘Altın Dana’ ödülünü kazanmıştı. Kardeşi Günay’ın 12 yaşındayken kendisine sığınmasından çok memnun olduğunu ve tahsili boyunca kendisine yardımcı olduğunu belirten Meral Uslu, ‘Aslında o zamanlar ben de bir yandan tahsilime devam ediyordum’ diyor.
Günay Uslu hakkında görüş belirten pek çok uzman kişi, O’nun el attığı her işi başarıyla yürüteceğine inandıklarını belirtiyorlar.
Koronavirus nedeniyle büyük kayıplar veren kültür ve sanat dünyasının da Günay Uslu’dan beklentileri çok. ‘Kültür birlikte yapılır ve birlikte yaşanır. Bunun özlemini çekiyoruz. Bunu düzeltmek için kültür ve yaratıcılık sektöründeki kişi ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yapacağım’ diyen ve yıllar önce de, ‘Hollanda’nın ilk kadın Başbakanı olacağım’ iddiasında bulunan Günay Uslu, koronavirüsten en çok etkilenen kültür ve sanat dünyasına bakalım nasıl destek olacak?
Günay Uslu’nun başarılarını devam ettireceğinden eminim ama, başının da çok ağrıyacağını şimdiden kestiriyorum. Zira hükümetin Kültür ve medya işleri için çok az bir bütçe ayırdığınız biliyoruz.
Ayrıca, Hollanda Milli Müzesi’nin, aralık ayında yapılan bir açık artırmada Bir Rembrand portresini 150 milyon euroya satın almış olması da çok eleştiriliyor. İşte, şimdi bu alış verişin hesabını vermek de Günay Uslu’ya düşecek gibi. ‘Haydi Hayırlısı’ diyelim ve bu ‘becerikli’ kızımıza başarılar dileyelim.
Gerek ana akım gazetelerde ve gerekse sosyal medyada temcit pilavı gibi yeniymiş gibi sunulan haber şaşkınlık yarattı.
İlhan KARAÇAY yazdı:
7 yıl önce, tam olarak 2014 yılı eylül ayında yaşanan ve 12 eylül günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan çok ilginç bir olay, geçtiğimiz 5 kasım günü Hürriyet gazetesinde yeni yaşanmış gibi yayınlandı.
Hürriyet’in nasıl oldu da tongaya düştüğü anlaşılmazken, haber gerek ana akım gazetelerde ve gerekse sosyal medyada temcit pilavı gibi yeniden yayınlanıyor. Benim whatsapp’ıma da gelen bu haberi, ilginçliği nedeniyle sizlere sunuyorum.
7 Yıl önce 12 Eylül 2014’te Cumhuriyet’te yayınlanmış olan bu haber, 13 eylülde de Haber Utrecht portalında yayınlanmıştı. İşte Hürriyet, bu portalda yayınlanmış olan haberi noktası ve virgülüne kadar aynen yayınladı.
Bir gazetecilik aybı olarak kabul edilen bu yanlışlığı nasıl yaptığını anlayamadığım Hürriyetçiler üzülecek ama, ben de bir gazeteci olarak bu yanluşı ifşa etmek durumunda olduğumu belirtmek isterim.
Geçtiğimiz 5 Kasım 2021 günü Hürriyet’te üstteki gibi yayınlanan ve bu günlerde sosyal medyada dolaşan haberi aşağıda sizlere sunuyorum:
Kayserili Mustafa Hollanda’yı karıştırdı
Hollanda’nın Dortrecht kentinde yaşayan Mustafa Karaşahin, her gün gönderdiği 70 dilekçeyle kentin belediyesini çalışamaz hale getirdi. Yasa gereği her dilekçeye cevap vermek zorunda olan ve yanıtlamadığı her dilekçe için 260 euroya kadar ceza ödemek zorunda olan Karaşahin’in iki yıl içine belediyeye maliyeti yaklaşık yarım milyon euroyu buldu. Şimdi Hollanda, mahkemenin Karaşahin’e koyduğu dilekçe sınırlamasını konuşuyor.
Adı Mustafa Karaşahin. Kayserili. Hollanda‘nın Dordrecht şehrinde yaşıyor. Yasaların verdiği demokratik hakkını kullanarak kızdığı belediyeye günde ortalama 70 dilekçe gönderip bilgi istiyor. Son iki yılda 3 bin 500 dilekçe yazdı. Dordrecht Belediyesi, Karaşahin’in dilekçelerine cevap veremez duruma geldi. Her dilekçeyi cevaplandırmak için belediyenin en az üç kişiyi görevlendirmesi gerekiyor. Zamanında cevaplandıramadığı her dilekçe için de Karaşahin’e tazminat ödemek zorunda.
CEZA KAVGAYLA BAŞLADI Belediye ile Karaşahin’i karşı karşıya getiren olay ise 2009 yılında Karaşahin’e kesilen para cezası oldu. Dordrecht Belediyesi, Karaşahin’in kiraya verdiği binalarında kiracıların gürültü yapması ve binalarda yangına karşı yeteri kadar önlem alınmaması gerekçesiyle para cezası kesti. Kendisine haksız yere ceza kesildiğini savunan Karaşahin, ödeme yapmadı. Belediye mahkemeye başvurdu. Geçen sürede faizle birlikte 300 bin euroya yükselen cezanın tahsili için 19 binasının icra yoluyla açık artırmaya çıkarılıp satılmasına kızan Karaşahin intikam almak amacıyla belediyeyi dilekçe terörüne tuttu. Hürriyet’e konuşan Karaşahin “Onlar beni küçümsedi. Onları kendi silahıyla şimdi vuruyorum” dedi.
3 BİN 500 MEKTUP
İki yıl içinde belediyeye tam 3 bin 500 dilekçe gönderen Mustafa Karaşahin, önceleri günde 100 dilekçe gönderirken şimdi günde ortalama 70 dilekçe yazıyor. Hollanda yasaları, bilgi almak amacıyla vatandaşın gönderdiği dilekçeleri dört hafta içinde cevaplandırmasını zorunlu kılıyor. Zamanında cevaplandırılamayan dilekçeler için ise bin 260 euroya kadar tazminat öngörülüyor. Belediye yetkilileri Karaşahin’in dilekçeleri cevaplandırabilmek için belediyenin iki veya üç kişiyi tam gün görevlendirmesi gerekiyor. Mektupların belediyeye maliyeti yılda yaklaşık 500 bin euroyu buluyor.
ÜÇTE İKİSİ ONUN
118 bin kişinin yaşadığı şehirde belediyeye gelen taleplerin üçte ikisinin Karaşahin’e ait olduğunu söyleyen Belediye Sözcüsü Mark Benjamin “Taleplerin büyük bölümü onu hiç ilgilendirmiyor bile. Kimi soruları da hiç cevap bile gerektirmiyor. Kimileri de ciddi arşiv araştırması gerektiriyor. Kimileri de hukuki bilgiler olduğu için uzmanlara sormak lazım” dedi. Karaşahin gönderdiği dilekçelerde bazen 42 numaralı binada kim oturuyor, bu binada kaç kişi kayıtlı, hangi koşullar altında restoran açmaya izin veriyorsunuz veya 32 numaralı binada yeteri kadar yangın önlemi alındı mı, kentte kaç kişi üniversite mezunu, kimlerin diploması var gibi sorular yer alıyor.
Mustafa Karaşahin belediye önünde üzerine giydiği beyaz tişörte Hollanda Anayasası’nın birinci maddesinde yer alan ‘Yasalar karşısında herkes eşittir’ kuralını yazarak eylem yaptı.
‘CEZAEVİNDEN DE YAZARIM’
Karaşahin ise kendini şöyle savunuyor: “Belediye beni küçümsedi. Evlerimi icrayla satacakları zaman ben kendilerine ‘İcrayla satmayın. Aramızda husumet çıkar’ dedim. Onlar ciddiye almadı. Bana ‘Sen Dordrecht Belediyesinden daha büyük değilsin’ dediler. Ben de onlara ‘Siz de hukuktan güçlü değilsiniz’ dedim. Yasaların bana verdiği hakkımı kullanıyorum. Bugün mahkemem vardı. Bu yüzden dilekçe yazamadım. Ancak tekrar yazmayı sürdüreceğim. Mahkeme bana günde iki dilekçe sınırlaması koydu. Günde ikiden fazla yazdığım dilekçe için bana bir gün hapis cezası vereceklerin söylediler. Ama hapisten korkmuyorum. Cezaevinden de yazarım. Orada yazmak için daha çok zamanım olur. Belediye memurları tembel oldukları için dilekçelerime zamanında cevap yazamıyorlar. Bu yüzden 10 bin euro tazminat ödediler. Ben kimsenin önünde diz çökmem. Belediyenin önünde de pes etmem. Kanunun verdiği hakkımı kullanacağım.”
BELEDİYE DAVA AÇTI
Karaşahin’in dilekçelerinden bıkan belediye çare olarak mahkemeye başvurdu. Mahkemeden, Karaşahin’in dilekçe yazma sınırlaması kararı çıkartan belediye yine de rahat nefes alamadı. Çünkü Karaşahin, mahkeme kararına rağmen dilekçe göndermeyi sürdürdü. Mahkeme’nin Karaşahin’e önce günde 10, ardından da iki dilekçe yazma sınırlaması getirmesi ise, Hollanda’da yeni bir tartışma başlattı. Kimi hukukçular mahkemelerin vatandaşların kamu kuruluşlarıyla iletişimine sınırlama getiremeyeceğini savunuyor. Bu görüşü savunanlardan İdare Hukuku Uzmanı Aline Klingenberg “Kimse vatandaşın yetkililerle iletişim kurmasına engel olamaz” dedi.
12 Eylül 2014’te Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve 7 yıl sonra 5 Kasım 2021’de Hürriyet tarafından temcit pilavı gibi yeni yaşanmış gibi yayınlanan haberde yer almayan gelişmeleri ben size yazayım.
Mustafa Karaşahin’in Belediyeye yazmış olduğu mektupların okunması için üç eleman görevlendiren Belediye, 500 bin Euro zarara uğramıştı. Belediye Başkanı Arno Brok da bu zarar karşı Karaşahin aleyhine dava açtı. Ama ne var ki, Karaşahin’in hapisanede kalmasının da masraf olduğunu göz önünde tutan yetkililer, bu dava ile masrafın daha da yükseleceğini belirtmişlerdi.
Gelişmeler karşısında soğukkanlılığını koruyan Karaşahin, ‘Yasalar karşısında herkes eşittir. Ben evimi iki Polonyalıya kiraya verdiğim için ceza yedim. Kaldı ki boş evleri işgal eden onlarca kişiye hiçbir ceza verilmiyor’ demişti.