IRKÇI SÖYLEMLER VE EYLEMLER İNSANLIK AYIBIDIR. ROTTERDAM’DA YAŞANANLAR HOLLANDA TARİHİNE KARA LEKE OLDU

IRKÇI SÖYLEMLER VE EYLEMLER İNSANLIK AYIBIDIR. ROTTERDAM’DA YAŞANANLAR HOLLANDA TARİHİNE KARA LEKE OLDU


İlhan KARAÇAY’ın analizi:
(İbret alınacak bu analizi
dosyalayıp saklayınız)

49 Yıl önce Rotterdam’da yaşanan Türk evlerine saldırı olayları, Hollanda tarihinde kara bir leke olarak kaldı.

Allah korusun, Türkiye’de patlak verecek bir olay, Rotterdam’dakine benzemez ve tam bir faciaya dönüşür.

Türkiye’de gündemde olan ‘Suriyeliler’ konusu, düşüncesiz bir şekilde sarf edilen bazı sözler ve uygulanmaya konulmak istenen bazı kurallar nedeniyle büyük tartışma konusu oluyor.
Bu konuda iktidar ve muhalefet mensuplarının, sonunun nereye varacağını hesap etmeden sarfettikleri sözler, Allah korusun büyük bir felakete yol açacak nitelikte.
Bu konudaki muhtemel bir tehlikeyi, Hollanda’dan örnekler vererek izah etmeye çalışacağım ama, Hollanda’daki Türk toplumu ile Türkiye’deki Suriyeli toplumunun konumu hakkında biraz bilgi vermem gerekecek.
Hollanda’daki Türkler, ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar sonrasında Hollanda’ya getirilmişlerdir. Hem de davul zurna eşiliğinde yapılan karşılama törenleriyle…
Anlaşmalar, Türkler’in buradaki geleceğini garanti altına alıyor ve uluslararası hukuk kuralları ile de perçinleniyordu.
Ne var ki, devletin alacağı yanlış kararlara karşı güvencesi olan Türklerin, halk karşısında bir güvencesi yoktu. Nitekim öyle de oldu.
Hollanda’ya gelişleri 10 yıl dolmadan, halkın belli bir kesimi tarafından, ‘İşimizi elimizden aldılar, sokaklarımızı pisletiyorlar ve gürültü yapıyorlar’ diye suçlanmaya başlanan Türk toplumu, bazı siyasetçilerin ve medya organlarının kışkırtmasıyla ağır bir baskı altında yaşamaya başladı.
Münferit olaylardan sonra, 1972 yılında Rotterdam’da ve 1976 yılında da hemen yakındaki Schiedam’da, Türk evlerine ve işyerlerine saldırıların yapıldığı acı olaylar yaşandı.
Sizelere bu olayları gazete kupürleri ile anlatmadan önce, Türkiye’deki Suriyeliler’in konumu hakkında bilgi vermek istiyorum.
Türkiye’deki, sayıları beş milyon olduğu belirtilen Suriyeliler, Türk devleti tarafından getirilmedi ve güvence altına alınmak için de anlaşma yapılmadı. Suriyeliler, ülkelerinde çıkan iç savaş nedeniyle, gümrük kapılarından değil, sınırlardan kaçarak Türkiye’ye sığındılar. Türkiye, ölümden kaçan bu çaresiz insanları, gerek insanlık borcu ve gerekse uluslararası kurallar gereği kabul etti. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, uluslararası bir kuralın gereği olarak kabul edilmeliydi ama, ülkelerinde ortam normale döndüğü zaman da, ülkelerine geri gönderilebilirdi.
Zira, Hollanda’daki Türkler, hakları güvence altına alınmış göçmenlerdi, Suriyeliler ise sadece sığınmacıydı.
Türkiye’deki Suriyelilerin konumu her ne kadar dezavantajlıysa da, bu insanlar için söylenecek sözler rencide edici olmamalıdır. Bu insanlar, güvenceleri olmadığı için ve kendilerine bir söz verilmiş olmadığı için geri gönderilebilir ama, ortamın normale dönüşmesi beklenmelidir. Zira bu konudaki uluslararası kurallar da işlemektedir.
‘Bolu Beyi’ gibi ortaya çıkan Beldiye Başkanı’nın, Suriyeliler’i geri dönüşe zorlamak amacıyla koymak istediği kural, 10 yaşında bir çocuğun dahi yapmayacağı saçma bir kuraldır.
10 yaşında bir çocuğun sahip olduğu zekâya bile sahip olmayan bu Bolu Beyi, yabancılar için elektrik, su ve vergileri tam on misli daha fazla alacağını ilan ederek, tüm dünyada komik duruma düştü.
Ne gariptir ki, bu Bolu Beyi’ni alkışlayanlar oldu.
Suriyeliler’in varlığından rahatsız olan insanlar tabii ki geri gönderilmelerini arzu edebilirler ama, gerek insanlık adına ve gerekse uluslararası kurallar adına sabırlı olmalılar.
Hollanda’da yaşanan her olay sonrasında, inisiyatifi ele alıp, Türkler’i savunmaya soyunan naçizane şahsım, Hollanda parlamentosunda kürsüye çıkarak ve televizyonlarda konuşarak hak aradım. Tabii ki bunu yaparken, gerek Hollanda demokrasisi ve gerekse halkın toleranslı oluşundan yararlandım.
Şimdi sorarım sizlere, Suriyeliler içinden bir İlhan Karaçay çıkarsa, ve Hollanda’da yapılanları Türkiye’de yaparsa ne olur?
Facebook’ta, Türkiye’deki bir Suriyeli’nin görüntüsü yayınlandı. Bu Suriyeli çok bozuk Türkçesi ile, ‘Ne istiyorsunuz bizden kardeşim? Biz burada çalışıyoruz, vergi veriyoruz…’ gibisinden laflar ediyordu ama hiç de sempatik gelmiyordu. Bu adama yapılan reaksiyonları gördünüz mü? Allah korusun, yarın bu laflar sokaklarda söylenmeye başlandığı zaman ne olur biliyor musunuz? Sonuçta, Suriyeliler de kendilerini savunmaya çalışacaklardır.
Suriyeliler’den korktuğumuz için değil, insan haklarına ve uluslararası kurallara saygılı olduğumuz için, rencide edici sözler sarfetmemeliyiz.
Şimdi, Hollanda’da bulunan, hakları güvence altına alınmış göçmen bir Türk toplumu ile, hakları güvence altında olmayan, iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriye toplumu arasındaki farkı anladık değil mi?
Bu anlayış ile hareket etmenin de bir insanlık borcu olduğunu vurgulayarak, tam 49 yıl önce yine bir ağustos ayında yaşanmış olan Rotterdam ve 45 yıl önce yaşanmış Schiedam olaylarını, gazete kupürleri ile anlatayım.
ROTTERDAM OLAYLARI
1972 yılının bir ağustos gecesiydi. Rotterdam’a 100 km. mesafede bulunan Zeist kasbasındaki evimin telefonu çaldığı zaman gece saat 00.30’du. Bana bağlı olarak çalışan muhabirlerimizden Senan Bilgin arıyordu: ‘Abi çabuk gel, burada büyük olaylar yaşanıyor. Türk evlerine saldırılıyor ve otomobilleri yakılıyor.’
Böyle bir cümleyi duyunca hemen yola koyulmak şart olmuştu tabii…
Ondan sonrası malûm. Kahvehane ve pansiyon sahibi bir Türk’e kızmış olan mahalle halkı ortalığı kasıp kavuruyordu.
Polis vardı ama, saldırılar sabaha kadar sürmüştü.
Sonra ortalık sakinleşti.
C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\IMG_1628.jpg
1972 Yılında Rotterdam’da meydana gelen olaylar sırasında, ünlü programcı
Jaap van Meekren, olayları görüntülerken benimle de bir röportaj yapmıştı. Söyleşide, refah içinde ama sevgisiz gelişen Hollanda gençliğinden söz etmiştim.
‘Oh’ demiştik ve bu kadarla kurtulmuş olduğumuza sevinmiştik.
Ama umduğumuz olmadı. Ertesi günün akşamı toplanan mahalle gençleri, saldırıları sürdürmüştü. Polis yine vardı ama nafile…
Evlerimiz ve otomobillerimiz yine alevler içindeydi.
İş bununla bitecek diye düşünmüştük ama, maalesef yine olmadı. Bu kez, ülkenin dört bir yanından gençler, örgütlü bir şeklide Rotterdam’a gelmeye başlamışlardı. Her akşam saatlerinde gençler Rotterdam’a geliyor ve saldırıları sürdürüyorlardı. Bu tam bir hata böyle sürdü.
C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\Rotterdam olaylari-vahset.JPG C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\Rotterdam olaylari.JPG
Gazete kupürlerinde göreceğiniz gibi, bu olaylar Türkiye’de manşetlerden düşmediği gibi, dünyada da haber konusu olmuştu.
C:\Users\ILHAN\Desktop\1-ISLENECEK HABERLER\Rotterdam Olaylari-Yuzlerce Hollandali ve Turk carpisti.JPG
IRKÇI SALDIRILARA, SOKAK KAVGASI DİYEN BAŞKONSOLOS
55 yıldır görev yaptığım Hollanda’da, tesadüf ya, Rotterdam’a ilk gelen Başkonsolos Ali Namık Aykaç ile, gider ayak bozuşmuştum. (Başkonsolosluk daha önce Lahey’deydi)
Bozuşma nedenimiz şuydu:
Malum 1972’de Rotterdam olayları, tüm dünyada Hollanda’ya puan kaybettiren olaylardı.
Bir hafta süren ve yaralanıp hastanelere yatırılan Türkler olduğu halde, Başkonsolos Ali Namık Aykaç, özellikle benim Hürriyet’te yayınlanan haberler nedeniyle ayağa kalkan parlamentoya bilgi vermesi gerekenlere, ‘Burada yaşananlar adi bir sokak kavgasıdır’ şeklinde bir rapor sunmuştu.
Zamanın Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner de mecliste ‘Rotterdam’da yaşananlar adi bir sokak olayıdır. Medya abartıyor’ gibi laflar etmişti.
‘Adi bir sokak kavgası’ denilen olayların vehametini anlatabilmek için, hastanede komada yatan Mustafa Albayrak’ın fotoğrafını çekmeyi başardım ve haber atlatma lüksünü bir kenara atarak tüm mdeyaya dağıttım. Bu fotoğraf Hollanda TV’sinin ana haber bülteninde de yayınlanmıştı.
Bunun üzerine gazetem benden ille de yaralı fotoğrafı istemişti. Ünlü parlamenterimiz Nebahat Albayrak çocuk iken yaşanan olaylarda, amcası Mustafa Albayrak, başına yediği bir taş darbesi ile komaya girmiş ve hastaneye yatırılmıştı. Akla gelemeyecek atraksiyonlar yaparak girdiğim hastanede Albayrak’ın fotoğrafını çektim ve birkaç yaralı fotoğrafıyla birlikte, haber atlatma lüksünü hiçe sayarak, hem Türk medyasına ve hem de Hollanda medyasına dağıttım. Böylece hem Rotterdam Başkonsolosumuza ve hem de Bakanımıza gerekli cevabı vermiştim.

Rotterdam olayları Hollanda gazetelerinde de boy boy yer alıyordu. Trouw gazetesi, Türk Bakan Uzuner, yaşananların ırkçı saldırı olmadığını düşünüyor’ başlığını kullanmıştı.
Başkonsolosomuzun bir skandal hareketi daha vardı.
Hollanda medyası kendisine, ‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz’ diye soru yöneltince, ‘Benim tayinim çıktı yarın gidiyorum, benden sonra gelecek olana sorun’ diye yersiz ve saçma bir cevap vermişti.

Rotterdamsch Nieuwsblad gazetesi, 12 ağustos 1972 sayısında, ‘Türk mahallesindeki tedhiş, şimdi polise karşı’ başlığıyla verdiği haberinde, ‘Almanya’daki Türkler’in trenlerle akın akın Rotterdam’a geleceği bildiriliyor’ diye yazdı.

Yukarıdaki kupürde, her ne kadar ‘Türk işçileri Hollanda’da halkla ve polisle çatışıyor’ gibi bir başlık kullanılmışsa da, Türk işçileri sadece kendilerini savunmakla yetinmişlerdi.

17 Ağustos 1972 tarihli Hollanda gazetesi ‘Het Vrije Volk’ ( Özgür Halk), olayları Hürriyet’te yayınlanan haberin kupürü ve ‘Bir hafta nefret ve şiddet’ başlığıyla yayınladı.
Utrechts Nieuwsblad gazetesi, ‘Türkler evlerinden çıkmaya cesaret edemiyorlar’ başlıklı haberinde, 62 kişinin tutuklandığı başlığını atarken, Türkiye’deki medyanın, Rotterdam olaylarında ılımlı davrandığını ve sadece Hürriyet’in olayları kendi muhabiri (bendeniz) ile takip ettiğini yazdı.

Rotterdamsch Nieuwsblad gazetesi, Hürriyet kupürü ile yayınladığı haberinde, genellikle Hürriyet’in haberinde yazılı olanların tercümesini kullandı. Gazete, Hürriyet’in ‘Türkler yasalara uygun hareket ederlerse, haklılıklarına halel gelmez’ sözlerini başlık olarak kullandı.

Rotterdam olaylarının üzerinden10 gün geçtikten sonra Rotterdm’a gelen Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner yurttaşlarımız ile görüşmüştü. O sırada Tahtın varisi olan Prenses Beatrix de yaptığı açıklamada, olaylardan utanç duyduğunu söylemişti.
Rotterdam olaylarının ardından, 1976 yılında bu kez Schiedam’da Türk evlerine ve işyerlerine saldırı başladı. Olaylar, bir Türk’ün işlemiş olduğu cinayet suçundan sonra başlatılmıştı.

Schiedam olayları da, Rotterdam’daki gibi günlerce sürmüştü. Türkler’in göç etmeye başlaması üzerine, kentin Belediye Başkanı, ‘Türkler giderse Schiedam ekonomisi çöker’ demişti.

Schiedam olaylarından sonra, Hollanda’ya özel olarak getirdiğimiz, ünlü yazar Murat Sertoğlu ile çeşitli toplantılar yapmış ve yurttaşlarımıza moral yüklemiştik. Toplantılardan birine Belediye Başkanı Lems eşiyle birlikte gelmişti.
Dilerim, yukarıda yazılanlar ve gazete kupürleri, Türkiye’de yaşanması muhtemel olan tatsız olaylar için bir ibret ve örnek teşkil eder, yetkililer ve etkililer de bu bret ve örneklere göre davranırlar.
Mutlu günler dileğimle…
HINCAL ABİM BUGÜN (31 Temmuz 2021) SABAH’TA BENİ ANIMSAMIŞ…

HINCAL ABİM BUGÜN (31 Temmuz 2021) SABAH’TA BENİ ANIMSAMIŞ…

Sevgi dostum Hıncal Uluç, daha önce birkaç kez yazdığım bir anımızı bugün SABAH Gazetesi’nde gündeme getirerek, benim son haberimi kullanmış.
Bakın, bugünkü SABAH’ta bu anı nasıl yer almış:


“İlhan KARAÇAY’ın haberi” diye Yaso yollamış, tabletime..
İlhan Karaçay!. 1988 Avrupa Şampiyonası finalinde Münih’te tanışmıştık. Ben İstanbul’dan gitmiştim. İlhan, Sabah temsilcisi olduğu Hollanda’dan gelmişti. Çok cana yakın, tatlı bir insandı..
Maç günü, bizi stada 2 kilometre kala indirdiler arabalarımızdan. İkinci bir Münih faciası yaşamamak için çok ciddi önlemler almışlar. 3 güvenlik şeridinden geçilecek. İlhan’la yürüyoruz. Baktım az ilerde birinin etrafında bir kalabalık toplanıyor.. “Ne oluyor?” dememe kalmadı, gördüm. Alman Başbakanı Helmut Kohl yürüyor halkın arasında, millet de gidip elindeki maç biletini imzalatıyor.. Ben de “Bir imzalatıp bakayım, gizli servis falan çaktırmadan kolluyor mu?” dedim.. Hiç kimse karışmadan başbakanın yanına dek geldim. Biletimi uzattım. İmzalattım.. Az biraz da yanında yürüdüm. Karışan, görüşen yok..
Neyse. Gittik. Maçı izledik. Basın merkezine geldik. Sabah’a yazıyorum yorumumu ki, İlhan geldi.. “Hıncal” dedi.. “Senin haberini yazdım. Manşettesin?.”
“Ne manşeti yahu” dedim..
Meğer Alman Başbakanı ile benim yan yana resmimi çekmiş o da.. Ve Haldun Simavi icadı “Resme haber uydurma asparagası” gibi bir haber yapmış..
“Sabah özel haberi.. Hıncal Uluç, Alman Başbakanı Kohl ile konuştu.”
Hemen daktiloyu itip telefon odasına koştum. Gazeteye bağlandım..
“Manşet haberiniz palavra.. Sakın kullanmayın” dedim. İşin aslını anlattım. İlhan’a da bir güzel çattım.. Bu İlhan, o İlhan işte..
Gelelim yolladığı habere.. Hoşuma gitti okurken.. Siz de okuyun şimdi..

***

HOLLANDA’DA KURBAN KESİMİ…

Hollanda Gıda Maddeleri Kontrol Merkezi’nden olumlu haber var.
Yapılan açıklamaya göre, ülkede bulunan Müslümanlar, kurban kesimi sırasında kurallara uygun hareket etmişler.
Müslümanlar ve Yahudiler için uygulanan ayrıcalıklı kurallara göre, kurbanlıklar bayıltılmadan kesilebiliyor. Ama bu serbestiye rağmen, ülkede bulunan Müslüman ve Yahudilerin yarısı bu sene hayvanlarını acı çektirmeden kestirmeyi tercih etmişler. Geçen yıl kurbanlarını kesimden önce bayıltanların oranı sadece yüzde 23 iken, bu yıl yüzde 49 olmuş.

Kesilen kurban adedinde de her yıl düşme oluyor. Geçen yıl 47 bin kurban kesilirken, bu yıl on bin eksiğiyle 37 bin kurban kesildi.
Kurban kesimini sıkı kontrol altında tutan Kontrol Merkezi’nin açıklamasına göre, bu yıl 8 kaçak kesim ihbarı gelmiş.. Ancak sadece iki kaçak kesim tespit edilmiş.
Hollanda’daki çeşitli yardım kuruluşları, fakir ülkelerde kurban kesimi için vekâletle bağışta bulunanların sayısının da arttığını belirtiyorlar.

 

HOLLANDA’DA KURBANLIKLARIN YARISI BAYILTILARAK KESİLDİ

HOLLANDA’DA KURBANLIKLARIN YARISI BAYILTILARAK KESİLDİ

Hollanda Gıda Maddeleri Kontrol Merkezi NVWA, Kurban Bayramı sonrasında yaptığı açıklamada, kurban sayısının her yıl düştüğünü, buna karşın, bayıltılarak acısız kesim işleminin yükseldiğini belirtti.

2020 yılında 47.000 kurbanın yüzde 23’ü, bu yıl ise 37.000 kurbanın yüzde 49’u bayıltılarak kesildi.

Kurbanlar 47 kesimevinde kesilirken, sadece iki kaçak kesim tespit edildi.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda Gıda Maddeleri Kontrol Merkezi’nden olumlu haber var.
Yapılan açıklamaya göre, ülkede bulunan müslümanlar, kurban kesimi sırasında kurallara uygun hareket etmişler.
İslamlar ve Yahudiler için uygulanan ayrıcalıklı kurallara göre, kurbanlıklar bayıltılmadan kesilebiliyor. Ama bu serbestiye rağmen, ülkede bulunan Müslüman ve Yahudiler’in yarısı, hayvanlarını acı çektirmeden kestirmeyi tercih ediyorlar. Geçen yıl kurbanlarını kesimden önce bayıltanların oranı sadece yüzde 23 iken, bu yıl yüzde 49 oldu.

Kesilen kurban adedinde de her yıl düşme oluyor. Geçen yıl 47 bin kurban kesilirken, bu yıl onbin eksiğiyle 37 bin kurban kesildi.

Kurban kesimini sıkı kontrol altında tutan Kontrol Merkezi’nin açıklamasına göre, bu yıl kendilerine 8 kaçak kesim ihbarı geldi. Ancak sadece iki kaçak kesim tespit edildi. Bu kaçak kesimlerin birinde 6 adet kesim yapılmıştı.

Hollanda’daki çeşitli yardım kuruluşları, fakir ülkelerde kurban kesimi için vekâletle bağışta bulunanların sayısının arttığını belirtiyorlar.

 

 

İLHAN KARAÇAY SORUYOR: NE YAPIYOR BU SOSYAL DEMOKRAT (!) BOLU BEYİ ÖZENTİSİ?

İLHAN KARAÇAY SORUYOR: NE YAPIYOR BU SOSYAL DEMOKRAT (!) BOLU BEYİ ÖZENTİSİ?

Yurt dışındaki tüm Türk Sivil Toplum Kuruluşlarını, yeni tip ayırımcılığı protestoya davet ediyorum.

Biz, dükkânlardan Türkçe tabelaları kaldırmak isteyen Brüksel Belediye Başkanı’nı yerden yere vurmuştuk.

Bolu Belediye Başkanı, Suriyeliler’e su ve elektriği 10 katın fiyatla satacakmış. Maksat, Bolu’yu terketmeye zorlamakmış.

Böyle bir dahiyane buluşu (!) Berlin veya Amsterdam Belediyesi uygulamaya kalkışabilir mi?  Kalkışırsa sonuç ne olur?

İlhan KARAÇAY yazdı:

Yurt dışındaki tüm Türk Sivil Toplum Kuruluşlarına sesleniyorum: İçinde yaşadığımız ülkelerde, azınlıklar için söylenen acı sözlere ne kadar üzüldüğümüzü biliyor ve hatırlıyoruz.
Bir zamanlar, Brüksel Belediye Başkanı, dükkânlardan Türk isimlerini kaldırmaya yeltendiği için kıyameti koparmıştık. Ama şimdi Türkiye’de, Suriyeliler’in tabelaları rahatça değiştirilebiliyor.
Türkiye’dekiler, ‘Burası Arabistan mı?’ diye tepki koyduğu zaman alkış toplarken, Brüksel’de biz Türkçe tabelaları değiştiren Belediye Başkanı’nı  ‘ırkçı’ diye topa tuttuğumuzu hatırlamayacak mıyız?
‘Yabancılar geldi ve Hollandalılar’ın işlerini ellerinden aldı’ diyenleri bizler ‘ırkçı’ diye damgalamışken, şimdi aynı sözleri Türkiye’de Suriyeliler için söyleyenleri alkışlıyorlar… Açık bir çifte standart yok mu ortada, yadırgamayacak mıyız?
Tabii ki, bizlerin yurt dışına gelişimizle, Suriyeliler ve diğerlerinin Türkiye’ye gelişleri arasındaki fark çok, ama çok büyük ve değişik. Bizleri buralara özel olarak, çalışmamız için  getirdiler. Bize ihtiyaçları vardı. Suriyeliler ise Türkiye’ye getirilmediler, sığındılar. ‘Şimdi sığınma ihtiyaçları kalmadı ve ülkelerine geri dönebilirler’ diyebilirsiniz ama, önceden hiç itiraz etmediğiniz ve onların bakımı için Avrupa Birliği’nden para aldığınız bu insanları zorlayıcı yöntemlerle geri göndermek, uluslararası anlaşmalar nedeniyle çok zor gibi…
Toplumda yabancı karşıtlığını alevlendirme tehlikesi de cabası.
Nasıl ki, şimdi Hollandalılar, ‘Türkler’e ihtiyacımız kalmadı, onları geri gönderelim’ diye bir yasa çıkarmaya kalkışabilirse, evet Türkiye de  Suriyeliler için böyle bir yasa çıkarabilir. Ama sonra ne olur düşünebiliyor musunu? Her iki durumda da tüm dünya ayağa kalkar ve uluslararası anlaşmalar nedeniyle iki ülkenin de başı ağırır.
ESKİ YAYIN YÖNETMENİM İLE YAZIŞMA
Dün gece yazıyı yazmaya başlamadan biraz önce, Hürriyet’te Genel Yayın Müdürlüğü’mü yapmış olan eski dostum Ertuğ Karakullukçu’dan bu konuda bir klip gelmişti. Bir de bu klibi gördükten sonra, zaten  bütün akşam Türk TV’lerinde izlediğim tartışma programlarından doymuşluğum başıma vurdu. Hemen bu yazıyı yazmaya başladım. Ama bir yandan da eski yönetmenim ile whatsapplaşıyordum.
Bu yazışma sırasında, yeni ‘Bolu Beyi’mize  atıfta bulunup ironi yaparak, ‘Wilders’e sesleneceğim,.. Türkler’in hepsini geri göndermek için bir yasa taslağı hazırla diyeceğim’ dedim.
Bakın ondan sonra neler oldu?
Whatsapp’ta eski yönetmenime, ‘Hatırlarsın, Brüksel Belediye Başkanı, Türkçe tabelaları kaldırmak isteyince, Hürriyet’teki yayınlarımızla  kıyameti koparmıştık. Oraya özel olarak gitmiş, Belediye Başkanı ile de görüşmüş ve adamı rezil etmiştik.’ diye hatırlatmada bulundum.
Karakullukçu’dan aldığım yanıt şöyle oldu:
‘Yaa evet, gazetecilik açısından ne güzel günlerdi… O zaman ırkçılık oralarda hortlamıştı. Türkiye’de ise yabancı düşmanlığı diye bir şey hiç olmadı. Ama şimdi Suriyeliydi, Afrikalıydı, Afgandı derken yabancı düşmanlığı tohumları buralarda da ekilmeye başlandı. Bu durum çok tehlikeli. Allah korusun, yer yer iç çatışmalara kadar gidebilir. Bolu Başkanı’nı evet bugün millet alkışlıyor. Ama aynı şeyi mesela Berlin veya Amsterdam belediyeleri yapsa ne olur? Popülist söylemle yabancı karşıtlığına çanak tutmaktan kaçınmak lazım, Tabii, sağduyulu önlemlere de ihtiyaç var. Türkiye’nin bu kadar işsiz güçsüz ve ne önemli kısmının ne olduğu  belirsiz yabancıyı taşıması çok zor. İnsanlar tedirgin ve haklı olarak ürküyor. Bu da madalyonun öbür yanı”.
Bu aşamadan sonra ben yazmayı bıraktım ve eski yayın müdürüm Ertuğ Karakullukçu, whatsapp’ta şunları yazmaya devam etti: “Bugün hiç düşünmeden alkışlayanlar, iyi düşünmeliler. Popülist söylemlerle yabancı düşmanlığına benzin dökülmesin; bu bizim ülkemize hiç yakışmaz, bu hususu ısrarla vurgulamakta fayda var. Diğer yandan, bu yabancı akımı karşısında iktidarın da büyük sorumluluğu var. Bizim toplum, hele şu çok zor koşullarda, bu kadar işsiz güçsüz yabancıyı hakikaten kolay kolay besleyemez. Yarın bu işsizler Ordu’su geniş çapta kriminalize olursa, olay kontroldan çıkabilir… İnsanlar, toplumsal huzur ve çocuklarının geleceği açısından endişeli”.
‘İyi de, Bolu Beyi’nin söyledikleri ne olacak’ şeklindeki soruma, eski yayın müdürüm şöyle cevap verdi: ‘Bolu Başkan’ı, kolayca tahmin edilebilecek nedenlerle çok alkış aldı. Çünkü evet, toplum dolmuş durumda. İnsanlar oldukça gergin.’
DÜNYADAN GELECEK TEPKİLER
‘İyi de yarın tüm dünyadan gelecek tepkiler ne olacak biliyor musun?’ şeklindeki sorum da şöyle yanıt buldu: ‘Bu da meselenin bir diğer yanı. Ama insanlar şu aşamada bunu düşünmekten oldukça uzak. Günlük yaşamdaki olumsuzluklar belirleyici oluyor.  Ötesini, bekleyip göreceğiz. Çok yönlü bir konu bu. Maalesef büyümeye  aday bir sorun. Yabancı düşmanlığının Türkiye’de zemin bulabilmesi, her durumda çok kötü olur. Ama, özellikle ipsiz sapsız bazı yabancıların kadınlarımıza sarkıntılık etmesi, sahillerde elbiseleriyle denize girmeleri, yiyip içip ortalığı pislik içinde bırakmaları gibi gündelik durumlar çok tepki çekiyor. İnsanlar, kendi ülkelerinde ortalıkta rahat dolaşamamaktan yakınıyor.
Bu hassas konunun, politik kaygılara alet edilmeden, ülke çıkarları ve evrensel değerler çerçevesinde değerlendirilmesi yerinde olur’
YABANCI DÜŞMANLIĞINA AMAN DİKKAT
Bunun üzerine, ‘Tamam ama burada bir kısım bizimkiler için de, çamaşır suyunu sokağa döküyorlar, evlerinde kurban kesiyorlar, etrafı pisletiyorlar şeklinde şikayetler oluyordu”dediğim eski yayın müdürüm şöyle yazdı: ‘Tabii ki provokasyon da var. Yalan haberlerle kışkırtma lar da yapılıyor, dikkatli olmak gerekir.  İnsanlar kendi karınlarını doyuramıyorken bir de bu işsiz güçsüzlerin yükünü kaldıramıyorlar ve onları istemiyorlar. Bu ortada… Fakat, toplumdaki bu hassasiyeti kanatırcasına kaşıyan böyle bir ayrımcılık, sosyal demokrat ideallerle bağdaşır mı, diye de sormak lazım. Bu popülist fikir, bazılarımıza ilk planda dahiyane gibi görünebilir. Toplumun da pek hoşuna gidebilir. Fakat ardında çok tehlikeli, yabancı düşmanlığına kapı aralayan tuzaklar var. Böyle bir söyleme, Türkiye’de ilk kez tanıklık yapıyoruz. Bunun üzerinde etraflıca düşünmek lâzım. Önlemlerin zorlayıcı olmaktan çok özendirici olmasına dikkat edilmeli”.
Eski yayın müdürüm Karakullukçu’nun işaret ettiği husus enteresandı… Ve aslında, ‘Suriyeliler’i geri göndereceğim’ diyen CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu’na da sormak lâzımdı:
Evet hakikaten, bu tür söylemler, sosyal demokrat kültür ile bağdaşıyor mu?
Öyle zannediyorum ki, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, bu cesareti Kılıçtaroğlu’nun o söyleminden aldı. Biz gene iyi niyetli düşünelim ve Kılıçdaroğlu’nun ‘zorlayıcı’ önlemleri kastetmediğini düşünelim…. Bakalım, Bolulu Başkan’ın çıkışı karşısında tavrı ne olacak?
Suriyeliler’e devletimiz tarafından verilen haklar çoktu. Bu haklardan birini de ben şahsen kıskanmış ve Türkiye’ye otomobil sokma konusunda, ‘Suriyeli’ye ehlen sehlen, gurbetçiye tu kaka’ diye yazmıştım. Öyle ya, ülkemize yarım asırı aşkın bir zamandır döviz yağdıran biz gurbetçilere verilmeyen bir hak, ülkemizin kasasını boşaltan Suriyelilere verilmişti. Böyle adalet mi olur?
TEHLİKE ÇOK BÜYÜK

Dün facebook’a bir görüntü düşmüştü. Bir Suriyeli konuşuyordu. ‘Ne istiyorsunuz bizden, çalışıyoruz, vergimizi veriyoruz, hiç kimseyi rahatsız etmemeye çalışıyoruz. Bizi neden geri gönderecekmişsiniz ki?’ diye seslenen bu Suriyeli, açıkçası  bize sempatik gelmiyordu.
Peki, yarın bir gün, Hollanda’daki Türkler’in koruyuculuğuna soyunan İlhan Karaçay gibi bir Suriyeli çıkarsa ve Karaçayvari bir tavır alırsa ne olur biliyor musunuz?
İlhan Karaçay, ne Hollanda devletinden ve ne de Hollanda halkından çok korkunç bir tavır gelmeyeceğini bildiği için böylesine cesur davranabiliyor.
Peki ya Türkiye’deki Suriyeli? İşte orada durun. Türkiye’de ne bir Suriyeli ve ne de bir başka yabancı, Hollanda’daki Karaçay gibi davranamaz. Zira başına çok tehlikeli hallerin gelebileceğini biliyordur.
Baksanıza, ‘Suriyeliler protesto gösterisi yapacakmış’ diye bir söylenti bile ülkeyi neredeyse ayağa kaldırıyordu. Allah korusun böyle bir durumda olabilecekleri düşünmek bile felaket.
Doğrudur, 1972 ve 1976 yıllarında Rotterdam ve Schiedam’da Türk evlerine ve işyerlerine saldırılmıştı. Yaralılarımız olmuştu ama ne mutlu ki ölümüz yoktu. Almanya’da Türk düşmanlığı kaynaklı Mölln  ve Solingen saldırılarını unutmadık. Maazallah, Türkiye’de, 6-7 Eylül benzeri bir hareket, belki de felaketlerin en büyüğünü doğurur.
  Bu henüz başlangıç. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ırkçılık kokan söylemleri, Hollanda medyasına şimdilik böyle yansıdı.
TAVSİYEM
Türkiyemizi yönetenlere ve yöneticilere değişik istikamet verdirmeye çalışan muhalif siyasetçilere sesleniyorum: Söylemlerinizin, ırkçı ve faşist damgası yememesi için, kullanacağınız kelimeleri daha özenli seçin. Yapacağınız uygulamada haklılığınızı ortaya serecek objektif veriler ile destekleyin.
Uluslararası tepkilerden ve anlaşmalardan kurtulmak için geniş izahatlarda bulunun. Yurt dışında yaşayan10 milyona yakın Türk’ün göçü ile Suriyeliler’in göçü arasındaki farkı iyi anlatın.
Göç ile sığınma (iltica) arasındaki farkı belirtin. Göç eden Türkler’in, ikili sözleşmeler ile güvence altına alınmış olduğunu, ama savaştan kaçan Suriyeliler için böyle bir güvence verilmediğini iyi izah edin.
Bir önemli tavsiyem de şu olacak: Türkiye’de yabancılar için bir şey söylemeden ve bir uygulama yapmadan önce, yurt dışında yaşayan 10 milyona yakın yurttaşınızı düşünün ve ona göre hareket edin.
Şimdi, yurt dışındaki tüm Türk Sivil Toplum Kuruluşları’na sesleniyorum: Irkçı söylemlerini sürdüren Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a protesto mektubu yağdırın.

tanju.ozcan@bolu.bel.tr; asuman.tekin@bolu.bel.tr; rasim.ozdemir@bolu.bel.tr; gulden.ozaydin@bolu.bel.tr; isa.ozcan@bolu.bel.tr; ahmet.yilmaz@bolu.bel.tr; bolubelediyesiyaziisleri@hs01.kep.tr; tr; info@boludabolu.com; ergin.yonet@bolu.bel.tr; tahsin.arslan@bolu.bel.tr; naim.ayhan@bolu.bel.tr; songul.akman@bolu.bel.tr; fikret.er@bolu.bel.tr; sinan.pekcan@bolu.bel.tr; funda.bulut@bolu.bel.tr; guler.mert@bolu.bel.tr; mehmet.duman@bolu.bel.tr; sedat.gulener@bolu.bel.tr; adnan.demirel@bolu.bel.tr; figen.varlik@bolu.bel.tr; basri.baytekin@bolu.bel.tr; ozcan.gungoren@bolu.bel.tr; aylin.aydin@bolu.bel.tr; leyla.beykoz@bolu.bel.tr; burhan.aktas@bolu.bel.tr; candas.aydar@bolu.bel.tr; adnan.demirel@bolu.bel.tr; mehmet.celebi@bolu.bel.tr;

 

 

 

 

 

 

TÜRK ASILLI HOLLANDALI YAZARDAN İLGİNÇ YORUM: TÜRKİYE’DE KADINLARIN EŞİTLİK MÜCADELESİ BAŞARILI

TÜRK ASILLI HOLLANDALI YAZARDAN İLGİNÇ YORUM: TÜRKİYE’DE KADINLARIN EŞİTLİK MÜCADELESİ BAŞARILI

Türk kızlarının emansipasyon (eşitlik) mücadelesini örnek gösteren yazar, bu konuya değer vermeyen Hollanda’nın, Tokyo’da alacağı her madalyanın hak edilmemekle lekeleneceğini öne sürdü.

‘de Volkskrant’ gazetesinde yazan Erdal Balcı, 13 yaşındaki Urfalı hentbolcu Merve Akpınar’ı da örnek gösterdi ve ‘Türkiye kadınların emansipasyonu konusunda çok duyarlı’ imasında bulundu.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Hollanda’nın ikinci büyük gazetesi ‘de Volkskrant’ta yazan Türk asıllı Yorumcu Erdal Balcı, Hollanda’nın Tokyo’da alacağı her madalyaya haksızlık lekesi düşeceğini belirtti.
Yazısına, Türk voleybolcu kızların, son Olimpiyat Şampiyoru Çin’i 3-0 mağlup edişini anlatarak başlayan yazar, ‘Türk kızlarının Çin’i yenerken havalarda uçuşları ve çok sert smarçları, üç seti de ezici bir şeklide kazanmalarına yolaçtı’ diye yazdı.

Yazar, yorumuna Türk kızlarının başarısı ile başlamış olmasının nedenini, Hollanda’yı kızların emansipasyonu konusundaki vurdumduymazlığı için eleştirmek olduğunu belirtti. ‘Holanda kız takımlarında neden azınlık ve islam gruplarından kızlar yok’ diye sordu.
Hollanda’daki vurdumduymazlığa karşı, Türkiye’deki kadın kuruluşlarınıneşit haklar konusunda iyi mücadele verdiklerini belirti. yazar,bir süre önce 13 yaşındaki hentbolcu kızımız Merve Akpınar’ı örnek gösterdikten sonra, ‘Hollanda’daki Merveler neden ıska geçiyor?’ diye sordu.

MERVE’NİN HİKÂYESİ

Şanlıurfalı minik hentbolcu Merve Akpınar Türkiye’yi ağlattı: ‘Sen kızsın oynayamazsın dediler…’

Toprak sahaya çizdikleri çizgilerle öğretmenleri Bayram Kaplan öncülüğünde hentbol oynayan Şanlıurfa Konuklu İmam Hatip Ortaokulu öğrencisi 13 yaşındaki Merve Akpınar, Hentbol Federasyonu’nun davetlisi olarak Ankara’ya geldi. Yaşadığı zorlukları gözyaşları ile anlatan Merve Akpınar, Demirören Haber Ajansı’na (DHA) yaptığı açıklamada, “Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim” ifadelerini kullandı. Merve Akpınar’ın görüntüleri sosyal medyada viral oldu.
Şanlıurfalı 13 yaşındaki minik hentbolcu Merve Akpınar, “Sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın diyerek hep beni dışladılar. O zaman kendime bir söz verdim. ‘Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim’ diye” dedi.
Hentbola başlamak için çok çalıştığını belirten Merve Akpınar, “Ben 5’inci sınıfta başlamak istedim ama diğerlerine göre daha güçsüzdüm, yetersizdim. O zamanlarda bir arkadaşımı çok kıskanıyordum, ‘o yapıyorsa ben niye yapamayayım’ diye düşünüyordum. 6’ncı sınıfta hırslandım ve çabalayarak bu yere kadar geldim. Bayram hoca da beni seçti, çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.
“SEN KIZSIN ŞORT GİYEMEZSİN, ERKEKLERİN YANINDA OYNAYAMAZSIN DİYEREK BENİ DIŞLADILAR”
Spora ilk başladığında çevresindeki kişiler tarafından yadırgandığını dile getiren 13 yaşındaki sporcu sözlerini şöyle sürdürdü:
“İlk başladığımda sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın diyerek beni dışladılar. Sonra ben de ‘hayır ben neden oynamayayım’ dedim. O zaman kendime bir söz verdim. ‘Köyümdeki kız çocuklarının kaderini değiştireceğim’ diye. Hem kendim çalışacağım, hem kendi mesleğimi yapacağım hem de spora devam edeceğim ki onların o ön yargılarını yıkayım. Ondan hep spora devam ettim, hiç bırakmayı da düşünmüyorum.”
Merve Akpınar: “Bu kadar insanın duygu ve düşüncelerini paylaşacağına inanmazdım”
“MAÇLARA GİDERKEN KİTAP OKUYORUM”
Merve Akpınar, turnuvalara giderken kitap okuduğunu en son okuduğu kitabın da Anna Karanina olduğunu belirterek, “Kitap okumayı daha çok seviyorum. Kitap okurken zaman daha çabuk geçiyor bana. Bir de otobüsle filan geliyoruz, insanın midesi bulanıyor. Ondan ben hep kitap okumayı istiyorum. Okuyunca da zaten zevk alıyorum. Oraya gidene kadar da zaten kitap elimde olduğu için hiç sıkılmıyorum” şeklinde konuştu.
“TEPKİ GÖSTERENLER SEN ÇOK İYİ OLMUŞSUN DİYORLAR”
Köyde kendisine tepki gösterenlerin artık olumlu yorumlar yaptığını dile getiren Merve, “Hepsi sen çok iyi olmuşsun diyor. Benim başarımı görüp kendi çocuklarını da yönlendirmek istediler ama başaramadılar. Bak elalemin kızı gidiyor geziyor, sen burada boş boş dolaşıyorsun, o senden daha başarılı olacak diyorlar” dedi.
“BURADAKİ SAHA ÇOK İYİ, ORADA KIZGIN GÜNEŞ BİZİ YAKIYORDU”
Toprak sahadan sonra bir hentbol salonunda antrenman yapmanın keyfini yaşayan Merve Akpınar, “Buradaki saha çok iyi. Orada toprak ayağımıza giriyordu. Ter şelale gibi üstümüzden akıyordu. Burada mesela Şanlıurfa’ya göre hiç terlemiyoruz. Biz şu içlikleri orada hayatta giyemezdik. Burası gölge orada ise kızgın güneş bizi yakıyordu. Burası hiç öyle değil, serin güzel. Burası tahtadan, ahşaptan filan yapılma. Orası kumdandı. Hayır hiç yıldırmadı. Buraya gelebilmek için oraya katlanmam lazımdı. Ben de katlandım” ifadelerini kullandı.
“İNŞALLAH AİLEME, KENDİME, ÜLKEME LAYIK BİR SPORCU OLURUM”
Merve, hedefleri ve hayallerinden bahsederek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Buradan ağabeyime ve babama da teşekkür ediyorum, onlar bana çok destek verdi. İnşallah onların desteğini boşa çıkarmam. Onlara, kendime, ülkeme layık bir sporcu olurum. Benim hayalim 3 şey. Birincisi beyin cerrahi olmak, ikincisi güzel bir sporcu olmak, üçüncüsü ise polis olmak.”
SPOR KULÜPLERİNDEN DESTEK
Sosyal medyada viral olan Merve Akpınar’ın videosunu çok sayıda spor kulübü de paylaştı.