İbrahim Görmez, Mehmet Zeki Gül, Serdar Zeki Çakır, İsmet Biçer, Erdoğan Yüce ve İlhan Karaçay, Hollanda Türkleri’nin geçmişini ve geleceğini konuştular.
Kendilerinin de dahil oldukları birinci nesil göçmen Türkler’in çektikleri meşekkatların, sonraki nesillerin bugünkü refahına yol açtığı dile getirilirken, birinci nesil Türkler’in anılarına saygı gösterilmesi istendi.
Türk kökenli toplumun, siyasi ve dini parçalanmalar yerine, yurttaşlık bilinci ile kaynaşmaları için, güçlü lobi oluşturacak imkânların yaratılması istendi.
Hollanda Diyanet Vakfı’nın sahip olduğu, değeri yarım milyar euroya yakın 148 cami ve diğer emlakın mirasçılarının, Hollanda Türk toplumu olması için tüzük değişikliği istendi.
Erdoğan Yüce’ye ait restauranttaki sohbet toplantısına katılanlar: Soldan sağa,
İsmet Biçer, Mehmet Zeki Gül, İbrahim Görmez, İlhan Karaçay, Serdar Zeki Çakır ve Erdoğan Yüce.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da yaşayan ve kendilerinden, ‘Bir bilen’ diye söz edilebilecek olan İbrahim Görmez, Zeki Gül, Serdar Çakır, İsmet Biçer, Erdoğan Yüce ve naçizane şahsım, Amsterdam’ın Sloter Göl’ü kenarında bulunan Meram Restaurant’ta derin bir sohbete daldılar.
Bu sohabette konuşulanları anlatmaya başlamadan önce, adı geçenlere neden ‘Bir bilen’ denilebileceğini belirtmem gerekiyor. İbrahim Görmez: Hollanda’ya yerleşmeye başlayan Türkler’in, namaz kılacakları bir mescit bile yok iken ve cemiyetçiliğin adı bilinmez iken, ilk ‘İslam Derneği’ni kuran ve daha sonra çoğalan dernekleri bir federasyon altında toplayan ve ‘Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’ adı verilen bu oluşuma başkanlık yapan İbrahim Görmez, pek çok başarılı oluşumlara da imza atan biridir. İbrahim Görmez, ekibi ile yaptığı sıkı çalışmalar sonucunda, Hollanda’daki müslümanlara radyo ve TV yayını için, ‘İslam Yayın Kurumu’nu gerçekleştirdi.
Hollanda devletinden yılda 5 milyon gulden sübvansiyon alarak kurulan bu oluşumun da başkanlığını yapan Görmez, emeklilik yaşamında bile yararlı faaliyetlerine devam ediyor.
Amsterdam Eyüp Sultan Camii’nin yönetim kurulunda hâlâ görev yapmakta olan Görmez, Amsterdam Transvaal semtinde, yaşlılara ve gençlere yardım etmekte olan ‘Transvaal, Informatie, Sociaal, Culturel Centrum’da başkanlık yapmaktadır.
Hollanda’da tam bir teolog rolü üstlenen Mehmet Zeki Gül, dini cemiyetler ve camilerde görev yaptıktan sonra, açtığı seyahat bürosu ile de Hac seferleri düzenledi ve Hacılara öncülük etti.
Mehmet Zeki Gül: Kendisinden, ‘paylaşılmayan adam’ olarak söz edebileceğimiz Mehmet Zeki Gül, Hollanda’ya 1979 yılında ilk gelen Din Görevlisi’dir. Amsterdam’daki Fatih Camii’ne atanmış olan Zeki Hoca, ‘Kurra Hafız’ bir din adamıdır. Çok güzel sesi ile dinleyenleri büyüleyen Zeki Hoca, bu nedenle Hollanda’nın dört bir yanından davet alıyordu. Amsterdam’da 1981 yılında satın alınan, kiliseden dönme Fatih Camii’nin mali işlerine de bakan Zeki Hoca’ın, görev süresi dolduktan sonra Ankara’ya geri çağrılışı, çevresindekilerde telaş ve endişe yarattı. Gecesini gündüzüne kattığı çalışmaları ile, satın alınan binanın ödemelerini kolaylaştıran Zeki Hoca’nın Ankara’ya dönmesi kesinleşince, bağlı olduğu Diyanet Vakfı’ndan ayrılmış ve Amsterdam İslam Merkezi’nin hizmetine girmişti. Büyük bir meblağa satın alınan ve bir o kadar da masraf edilen caminin, Diyanet Vakfı’na devredilmesinde de büyük rol oynayan Mehmet Zeki Gül, böylece camilerin Diyanet Vakfı’na devredilme konusunda öncülük yapmıştır.
Ne gariptir ki Mehmet Zeki Gül, Cami’nin Diyanete devredilmesinden sonra adeta cezalandırılmış ve Diyanet tarafından işine son verilmiştir.
Evli ve dört çocuk babası Zeki Hoca’nın mağduriyetine göz yummayan Fatih Camii’nin yöneticileri, onun İslami Tekaful Kurumu’na girmesine yardımcı olmuşlardır.
Daha sonra bir seyahat bürosu açarak, Hac seferleri de düzenleyen Mehmet Zeki Gül Hoca, şimdiki işlerini çocuklarına devretmiş ve Türkiye ile Hollanda arasında emekliliğin tadını çıkarmaya başlamıştır.
Sebze ve meyve toptancılığı yaptığı yıllarda, seracılık da yapan Serdar Zeki Çakır, ‘Tereciye tere satıyor’ benzetmesini hak ediyordu. Çakır, o yıllarda Türk derneklerine sponsorluk da yapıyordu.
Serdar Zeki Çakır: Hollanda’ya geldiği yıllarda, yurttaşlarına yararlı olabilmek için sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunan Serdar Zeki Çakır, ilk girişimciliğini gıda maddeleri satmak ile gerçekleştirdi. Daha sonra Amsterdam Sebze-Meyve Hal’inde toptancılık yapmaya başlayan Çakır, yüzlerce dükkâna servis yapmaya başladı. Vaktinin büyük bir bölümünde işine odaklanmış olan Çakır, sosyal ve kültürel etkinliklere sponsor olmayı da ihmal etmiyordu. Bir ara seracılığa da el atan Çakır, Hollanda’da ürettiklerini Hollandalılar’a sattığı için, bir haberimde kendisinden ‘Tereciye tere satan Türk’ diye söz etmiştim.
Serdar Zeki Çakır, şimdilerde emekliliğin tadını çıkarıyor ama, Türk toplumu içindeki faaliyetlerini de devam ettiriyor.
İsmet Biçer: Birinci nesil Türkler’in Amsterdam’da açtıkları Türk Kültür Merkezi’nin kurucularından olan İsmet Biçer, Ulu Cami ve Fatih Camii yönetim kadrosunda yer almıştır.
Önceleri terzilik yapan İsmet Biçer, bu işini Society Shop’ta sürdürdükten sonra, Hollanda’nın en ünlü moda evlerinden biri olan OGER’de ‘Baş Terzi’ olarak görev almıştır.
Şimdilerde bir temizlik firmasının da sahibi olan Biçer, sosyal ve kültürel faaliyetler alanında önde giden Türkler’den biri olarak yoluna devam ediyor.
Erdoğan Yüce, lokantacılığı sürdürürken, Türkiye’nin ve Türk mutfağının tanıtımına da destek oluyordu. Utrecht Turizm Fuarı’nda açtığı lokantada ziyaretçilere ikramda bulunan Yüce’nin leziz yemekleri çok beğenilmişti. Fotoğrafta Erdoğan Yüce (sağda) ve Lahey Turizm Müşavirimiz Ahmet Temurci (solda) ile birlikte görülüyoruz.
Erdoğan Yüce: Hollanda’daki iş hayatına lokantacılık ile başlayan Erdoğan Yüce, lokantacılıkta
‘Franchising’ sistemini kuran ilk Türk oldu. (Franchise kelimesinin Türkçe karşılığı ‘imtiyazdır.’ Ürüne, hizmete, kalitesini ve ismini kanıtlamış ve başarılı olmuş firmalardan belirli bir bedel karşılığı, isim hakkını alma işlemine ‘franchising’ deniyor..)
Kimine ortak olarak, kimine de sadece ‘Meram Restaurant’ ismini vererek onlarca lokantanın açılmasını sağlayan Yüce, sosyal ve kültürel alandaki faaliyetlerini ve sponsorluğunu devam ettiriyor.
SOHBETTE ELE ALINAN KONULAR
BİRİNCİ KUŞAK GÖÇMEN TÜRKLER
Değerli okurlarım, bu sohbet sırasında kimin ne dediği soru ve cevapları yerine, genelde nelerin konuşulduğunu kısaca yazmayı yeğleyeceğim.
Meram Restaurant’taki sohbette, hâl hatır sorma işleminden sonra çeşitli konular ele alındı.
Hollanda’ya gelmiş olan birinci nesil Türkler’in çektikleri meşekkatlar dile getirilirken, bugünkü nesillere, ‘Buyurun yeyin’ cinsinden bir ortam yaratmış ve bırakmış olanlara daha saygılı olunması fikrinde birleşildi.
Örneğin, Hollanda’daki Türkler tarafından organize edilen ve Kadiköy’e dikilen ‘Umuda Yolculuk’ adlı anıta develtin sahip çıkması gerektiği vurgulandı. Birinci nesil göçmenlerin, tarih boyunca anılmaları için, yine devletin desteği ile daha pek çok etkinliği yapılması gerektiği üzerinde duruldu.
LOBİ GÜCÜ
Toplantıda dile gelen bir başka konu, gurbette siyasi ve dini görüş farklılıkları nedeniyle parçalanmış durumda olan Türkler’in, ortak menfaat ve vatan sevgisi gözetlenerek, birlik ve beraberlik içinde olmaları için yapılması gereken girişimler konuşuldu.
Bugüne kadar devletimiz, Lahey Büyükelçiliğimiz’in yardımı ile bazı oluşumların gerçekleşmesi için girişimlerde bulunmuştur. Ama bu girişimlerin hiç biri başarılı olmamıştır.
İçinde yaşadığımız dünyada ve haliyle Hollanda’da, hiç bir girişim gizlilik içinde yapılamaz: her ülkenin istihbarat kuruluşları her şeyi duymakta ve görmektedir.
Yukarıda, İsrail’in Amsterdam’daki CIDI Enstitüsü’nün, Filistinliler’in roket atışını kınayan afişi görülüyor. Böyle olunca da Hollandalılar, ‘Tel Aviv’in uzun kolu’ diyemiyor.
Bu nedenle aleni bir girişim yapılmalı ve tıpkı İsrail’in Amsterdam’da açmış olduğu ‘Centrum Informatie en Documentatie Israel (CIDI)’ gibi bir enstitü açılmalıdır. Hiç bir gizliliği olmayan bu enstitüye, Hollanda’da yetişmiş ve gelişmiş siyaset üstü gençlerimiz seçilmeli. Bu gençler de kendilerine bir Başkan ve yardımcısı seçmeli. İşte o zaman Türkiye ve Türkler ile ilgili her olumsuz girişime medya yoluyla cevap verecek bir enstitümüzün önemi ortaya çıkacaktır.
Ama bunun için de tabii ki devletimiz kesenin ağzını açmalıdır.
DİYANET VAKFI
Sohbetteki bir başka konu ise, Hollanda Diyanet Vakfı etrafında konuşulan ve eleştirilen konuydu.
Önce, Hollanda Diyanet Vakfı’nın kuruluşu hakkında kısa bir bilgi sunayım:
Hollanda Diyanet Vakfı (HDV), Hollandaca ismiyle Islamitische Stichting Nederland, (ISN) tarihi vakıf geleneğinin bir uzantısı olarak Hollanda’da yaşayan Türk vatandaşlarının ortak arzu ve gayretleriyle 10 Aralık 1982 yılında kurulmuştur.
HDV’nin Kurucuları o zaman alttaki isimlerden oluşuyordu:
Dr. Tayyar Altıkulaç, Sami Uslu, Lütfi Şentürk, Abdulbaki Keskin, Ahmet Uzunoğlu,
Mehmet Kervancı, Hayrettin Şallı, Mahmut Sezgin, Remzi Yavuz ve Erdinç Türkcan.
Hollanda Diyanet Vakfı’nın Lahey’deki merkez binası
HDV, kendisine bağlı bulunan şubelerde ve camilerde tüm Müslümanların dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için imkan sunmayı ve yol göstermeyi hedefleyen dini bir kurumdur. İslam Dininin yaşanması ve yaşatılması için çeşitli dini faaliyetler sunmaktadır.
Şimdi, tüzüğüne sahip olmadığımız HDV’nin, 148 cami ve çeşitli emlakı ile yarım milyar euroya yakın malvarlığının sahipleri kimlerdir diye soruluyor. Diyanet’in kurucuları arasında rahmetli olanlar var.
Peki bu kurucular şimdi hangi yetkiye sahiptirler?
Hollanda Diyanet Vakfı’nın, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile resmi bir ilişkisi var mı?
Hollanda Diyanet Vakfı’nın malvarlığı üzerinde, kurucuların ve Türkiye Diyanet’in bir hakkları var mı, bu konuda şimdi bir karar verebilirler mi?
İşte bu sorular, Hollanda’da bulunan 600 bine yakın Türk’ü ilgilendiren sorular olduğu için cevap bekliyor.
Hollanda Diyanet Vakfı’nın Türk müslümanlar için önemini inkâr etmek tabii ki doğru değildir.
Ne var ki, yapılmakta olan yönetim seçimleri sırasında yaşananlardan hoşnut olmayan bir kesimin varlığı da bir gerçektir.
Sosyal medyadan takip edilebildiği kadarıyla, başta İbrahim Görmez olmak üzere, Hollanda Diyanet Vakfı’nın daha şeffaf bir durumda olması gerektiğine inanılıyor.
Hollanda mercilerinin de mercek altına almış olduğu Hollanda Diyanet Vakfı’nın başına gelebilecek her hangi bir olumsuzluk, tabii ki 600 bin yurttaşımızı derinden üzeceği gibi, yarım milyar euroya yakın malvarlığının da kaybolmasına yol açabilir düşüncesi de çok üzücüdür.
Hollanda Diyanet Vakfı’nın, Hollada mercileri tarafından, ‘Ankara’ya casusluk yapıyor’ iddialarına net bir cevap vermesi de gerekiyor.
Bu nedenle, Hollanda Diyanet Vakfı’ndan bu konuları aydınlatıcı bilgilerin yayınlanması gerekmektedir.
İBRAHİM GÖRMEZ’İN ÖZEL DEMECİ
Yukarıda yazılanların tamamı, sohbet sırasında konuşulanların, toparlanmış bir özetidir.
Ne var ki, Hollanda’ya islam derneklerini kazandıran ve Diyanet Vakfı’nın kuruluşunda da faal olan İbrahim Görmez bu konuda özel bir demeç verdi
Bakınız İbrahim Görmez bu konuda neler diyor:
‘Ben, Hollanda Diyanet Vakfı’nın kuruluşunda gecesini gündüzüne katmış bir insanım. Bu nedenle Diyanet Vakfı’na en ufak bir halel gelmesini istemem. Kuruluş aşamasında, tüzük hazırlıklarında ben de vardım. 20 sayfa kadar tutan raporu Ankara’ya bizzat ben götürdüm ve Cumhurbaşkanı ile Başbakan’a sunulmasını sağladım. O günlerde rapora neler yazıldıysa, o yazılanların bugün de geçerli olmasını istiyorum. Hiç kimseden bir beklentim yok. Olamaz da… Zira kendimi emekliliğe adamış biriyim. Diyanet Vakfı’na laf söyleyecek olanların karşısına dikilecek ilk adamlardan biri olabilirim. Ama bazı durumlarda gerçekleri de konuşmak lâzım. Şu anda yapılmakta olan yönetim seçimlerinden pek çok din kardeşimiz memnun değildir. En basiti, Diyanet’in kuruluşuna ön ayak olan Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’ndan bir kişi bile girememektedir. Ayrıca, camilerini ve lojmanlarını Hollanda Diyanet Vakfı’na bağışlamış olan dernekler de bu seçimlerde söz sahibi olamamaktadır. Hollanda Diyanet Vakfı’nın Mütevelli Heyetler’in, ölünceye kadar yönetici olarak kalmaları skandala yol açabilir. Tüm bunlar, yurttaşlarım ile yaptığım yazışmalarda belirtilen eksikliklerdir. Hollanda Diyanet Vakfı’nın sahibi, Hollanda’daki Türkler olmalıdır. Bu vakıf ne Türkiye’deki Diyanet’in ve ne de kurucu veya mütevelli heyetin olmamalıdır. Bu böyle bilinmeli ve böyle yapılmalıdır.’
İbrahim Görmez, Hollanda mercilerinin Diyanet Vakfını ‘Ankara’nın uzun kolu’ olarak yaftalamasından da rahatsızlık duyduğunu belirtirken, ‘ Bu durum bizleri, ‘yarınlarda neler olacak’ düşüncesine sevketmektedir’ diye ilave etti.
İşte böyle değerli dostlarım ve okurlarım.
Ne bu sohbete katılanların ve ne de konuşulanları kaleme alan şahsımın, Hollanda Diyanet Vakfı’na karşı bir art niyeti olamaz. Hollanda Diyanet Vakfı’nın, tam anlamıyla demokratik bir şekilde yönetilmesi ve Hollanda mercileri tarafından suçlu duruma düşürülmemesi için, elbirliği ile hareket etme mecburiyetinde olduğumuzu hatırlatmak isterim.
Bir Pazar sabahı yazıp size sunduğum bu gün, size neşeli ve mutlu bir Pazar diliyorum.
Hollanda Ulusal Terörle Mücadele ve Güvenlik Koordinatörlüğü (NCTV)’nin şubat ayında hazırladığı raporun medyaya yansımasında, Erdoğan ‘salafist’, Hollanda’daki Türkler de ‘selefiliği besleyenler’ olarak açıklanmıştı.
Aynı anda yazdığım, ‘Hollanda kahpelikleri, Türk toplumunu çileden çıkarıyor’ başlıklı yorumumda haklı olduğum anlaşıldı.
Aynı kuruluşun dün meclise sunduğu nihai raporda, ‘Türk müslümanlar aşırılıklardan uzak duruyorlar’ dendi.
İlhan KARAÇAY’ın haberi
Gazete kupüründeki başlık: Hollanda’daki islamlaştırmada, Türkiye’nin direkt etkisi yok.
Hollanda Ulusal Terörle Mücadele ve Güvenlik Koordinatörlüğü (NCTV), dün Hollanda Parlamentosu’na gönderdiği raporda (definitieve rapport), Türk müslümanların büyük çoğunluğunun aşırı akımlarla bir ilgisi olmadığını belirtti. Geçen Şubat ayında basına sızan NCTV raporunda (uitgelekt concept-rapport), Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteklediği selefi grupların Türk gençlerini etkilediği belirtiliyordu. Rapor Hollanda kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve siyasi parti temsilcileri bunun bir skandal olduğunu ifade etmişti.
PVV liederi Wilders ise, raporun kendisini haklı çıkardığını söylemişti. Hatta ilgisi olan kuruluşların yasaklanması istenmişti.
Şimdi anlaşıldı ki, sözü edilen raporda daha değişik şeyler yer alıyordu. Raporun son şekli, dün kamu oyuna açıklandı.
Rapordan çıkaracağımız anlam şöyle: Herhangi bir sorun yok! Hollanda’daki Türkler’in büyük bir bölümü aşırı islami akımlardan uzak duruyor. Sadece küçük bir kesim aşırı akımlara sempati ile bakıyor. Ve bu da yeni değil ve önceden bilinen bir durum.
Şubat ayında basına sızan raporda, Cumhurbaşkanının konuşmalarıyla, Utrecht’te bir tramvayda gerçekleşen kişisel bir saldırı ile, terör saldırısı arasında bağ kurulması büyük bir yankı yaratmıştı. NCTV’nin dün kamu oyuna açıklanan sonuç raporunda ise, tramvay saldırısını gerçekleştiren kişinin tahminen Kaplancılar Hareketi üyesi olduğu ve yalnız hareket eden birisi olarak görülmesi gerektiği belirtiliyor.
Onlarca Türkün cihatçı gruplara üye olmasıyla ilgili olarak NCTV raporunda şu görüşlere yer veriliyor; Müslümanlar arasında Türkler’in sayısına bakıldığında, göreceli olarak bu oran çok düşük bir düzeyi ifade ediyor. Yıllardır, selefi gruplar içerisinde az sayıda Türk’ün aktif olduğunun bilinmesine rağmen, Hollanda’daki Türkler’e ait faaliyet gösteren selefi cami veya kuruluşlar bulunmuyor.
Ankara’nun uzun kolu konusunda ise raporda şu görüşler yer alıyor; Türk Hükümetinin aşırı akımlar konusunda Hollanda’daki Türkler üzerinde doğrudan bir etkisi bulunmuyor. Dini esas alan bir siyaset anlayışının ihrac edilmesi, Türkiye’nin izlediği diaspora politikasının bir parçasını oluşturmuyor.
Raporun son şekli üzerinde bir değerlendirme yapan, Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı Zeki Baran şunları söyldi: ‘NCTV Raporuna göre, din odaklı bir siyaset anlayışı, Türklerin geniş bir kesimi tarafından benimsenmiyor. Ve islami kuruluşlar aşırı akımlara karşı bir tampon işlevi görüyor. Rapora göre buradaki soru, gençlerin bu kuruluşlara ne kadar ilgi duyup duymadığı. Çok sayıda Türk genci, Hollanda’daki ayrımcılık ve islam karşıtlığı nedeniyle olumsuz duygulara sahip. Aşırı akımların propagandasını yapan kesimler bu durumdan yararlanabilirler. Şubat ayında basına sızan rapor üzerine bazı parlamenterler Türk kuruluşlarına karşı aşırı önlemler alınmasını istemişlerdi. Merak ediyoruz aynı parlementerler bu rapor üzerine ayrımcılık ve islam düşmanlığına karşı etkili önlemler alınmasını isteyecekler mi?’
Üstteki haberimin Hollandaca özetini altta size sunmadan önce, şubat ayında yayınladığım yorumumu sunuyorum.
Hollanda kahpelikleri, Türk toplumunu çileden çıkardı.
Ülkenin en önemli organı tarafından hazırlanan bir raporda, Erdoğan düşmanlığı yapılırken, Türk toplumu da ‘zanlı’ durumuna düşürüldü.
Her seçim arifesinde sergilenen çirkinlikler yeniden sahneleniyor.
Sabır taşı çatlayan Türk toplumu, protestoya hazırlaıyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da yaşayan 600 bini aşkın Türk ve Türk kökenlileri, her defasında rencide edici davranışlar ile üzen, ülkeyi yönetenler, her seçim arifesinde olduğu gibi, 17 Mart’ta yapılacak olan seçimlerin arifesinde de, alışılagelmiş çirkinliklerini sürdürüyorlar.
Hollanda’nın bu defaki yüzkarası çirkinliği, ülkenin en güvenilir kuruluşu olması gereken, kısa adı NCTV olan ‘Hollanda Terörle Micadele ve Güvenlik Koordinatörlüğü’den yayıldı.
Bundan böyle NCTV diye söz edeceğim bu kuruluş, sözümona ‘iyi bir çalışma’ sonrasında 30 sayfalık bir Türkiye ve Erdoğan raporu hazırlamış.
Ne var ki bu rapor, hükümete sunulmadan önce yine medyaya sızdırılmış. Geçmişte de sık sık rastladığımız bu sızdırma alışkanlığı, bu kez ciddiyeti ve etkinliği ile tanınan HP DE TİJD adlı organa yapılmış.
Hollanda’daki yayın, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde iktibas edildi. Haber Amerika’da da yayınlandı.
HP DE TİJD’de özeti yayınlanan sözümona gizli raporda, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salafist grupları desteklediği ve bu grupların özellikle Hollanda’da yaşayan Türk gençleri üzerinde etkili olduğu belirtiliyor. Erdoğan’ın islami söylemleri ve tavrının, Hollanda Türklerini etkilediğinden endişe duyulduğu belirtilen raporda, daha da ileri gidilerek, Erdoğan’ın Yeni Zelanda’daki cami saldırısı ile ilgili yaptığı konuşması, 2019 yılında Utrecht’de meydana gelen ve dört kişinin hayatını kaybettiği tramvay saldırısıyla ilişkilendiriliyor. Raporda, ayrıca Hollanda’da bazı Türk kuruluşlarının selefiliği besleyen açıklamalar yaptıkları da iddia ediliyor.
Bu raporda, kesin olan bir şey var. O da toplumumuzun yeniden zanlı olarak gösterilmiş olmasıdır. Toplum algısında bir düşman görüntüsü yaratılarak, seçmenlerin sağlam ve güvenilir olarak gördüğü değerlere yöneleceği düşünülmüş. Anlaşılan Hollanda Tük Toplumu aynı anda iç ve dış düşman yaratmaya uygun görülmüş.
Hollanda’da, 9 Türk kuruluşunun temsilcilerden oluşan Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı olan Zeki Baran, konuyla ilgili olarak yaptıkları açıklamada şöyle diyor:
‘Hollanda Türkleri tüm toplumsal kesimler gibi, bu güzel ülkenin değerli bir parçasıdır. Ama artık her seçim öncesinde bu şekilde bazı çevreler tarafından art niyetli çıkarılan haberlerle, seçim kampanyalarının tartışma konusu haline gelmekten yorulduk.
Haberde iddia edildiği üzere, ülkemizin güvenliği açısından bir tehdit var ise bunun nasıl ve nereden kaynaklandığını tam olarak bilmek istiyoruz. Bu şekilde genellleyici ve belirsiz ifadelerle, Hollanda’da yaşayan Türkiye kökenli toplumun tümü zan altında bırakılamaz.’
Siyasi görüşü Erdoğan’ın siyasi görüşü ile bağdaşmayan ve Rotterdam Belediye Meclisi’nden İşçi Partisi üyeliği yapmış olan Zeki Baran şöyle devam ediyor:
‘Hollanda’da faaliyet gösteren yüzlerce Türk sivil toplum kuruluşu, yurtdışı kaynaklı aşırı akımlara karşı gençleri bilinçlendirmek amacıyla çalışmalar yapıyor. IOT Sosyal İşler Bakanlığı Toplum ve Entegrasyon Dairesi ile düzenli olarak görüşmelerde bulunuyor ve bu konu hiç gündeme gelmedi. IOT olarak son yıllarda aşırı akımlara karşı toplumu daha duyarlı hale getirmek amacıyla çok sayıda etkinlik gerçekleştirdik. Bu faaliyetlerden edindiğimiz deneyimler ışığında yeni tehlikelere karşı da çalışmalar yapmaya hazırız. Tüm toplumumuzu zan altında bırakan, şüpheli sandalyesine oturtan bir anlayış yararlı olmayacağı gibi, tam tersine toplum kesimlerini karşı karşıya getiren, ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecektir.’
Zeki Baran, raporu hazırlayan NCTV’nin Türk toplumundan özür dilemesi gerektiğini ve Türkler’i seçimlerde oy kullanmaya davet ettiği açıklaması şöyle son buluyor: ‘Bu düşüncelerden hareketle IOT olarak, Hollanda’da toplumumuzu tehdit eden yeni tehlikeler hakkında en kısa sürede bilgilendirilmek istiyoruz. Eğer böyle bir tehlike söz konusu değil ise NCTV’nin de Hollanda Türk toplumundan özür dilemesi yerinde olacaktır. Bu arada Hollanda’da yaşayan toplumumuzu 15, 16 ve 17 Mart 2021 tarihlerinde yapılacak demokrasi şölenine aktif olarak katılmaya davet ediyoruz.’
Raporun içeriğindeki saçmalıkların, sorunu nereye taşıyacağını hesaba katılmaması etkisini gösterdi bile: Zira, raporun basına sızmasından sonra Hollanda Parlamentosu’nda görüş bildiren çeşitli milletvekilleri ve siyasi parti sözcüleri, rapordan duydukları derin kaygıları dile getirerek Erdoğan’a ve Hollanda’daki Türkler’e karşı sert önlemler alınmasını istediler.
Rapor hakkında, Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör de bakın neler yazmış:
‘Kesinleşmemiş, onaylanmamış ama dışarı sızdırılmış ve dahi iki ülkeyi ilgilendiren tartışmalara sebep olmuş raporun içeriği hakkında, elbette çok şey söylenebilir. Kaldı ki, Hollanda’da yetişen gençlerimiz, anında harekete geçip, twitter üzerinden raporda yer alan yorumların ne kadar yüzeysel, tek taraflı, ön yargılı ve izaha muhtaç olduğunu Hollandaca olarak bildirmişlerdir. Gençler, Hollanda’daki raporu hazırlayanların, Türkiye’de selefiliğin ne kadar marjinal olduğunu ölçemeyecek kadar, bilgisiz olduklarına dikkat çekmişler.
Örneğin İsa Yusibov, twitter hesabından yayınladığı 23 ayrı haberle, raporu ve ilgili kurumu topa tutmuş. Yusibov, yakın Türkiye tarihinden örnekler vermiş, Hizbullah’ın Türk sekülerlere saldırdığını, körfez ülkelerinin (selefilerin) Türkiye tavırlarını Den Haag’ın bilmemesinin mümkün olmadığını, durum böyleyken Erdoğan’ın Hollanda’da selefiliğin yayınlamasına nasıl yardım ettiğini sormuş.
NCTV’nin Türklerle ilgili gizli raporunun sızdırılması, Hollanda’daki Türk gençlerinde, yıllar önce yayınlanan Motivaction raporunu hatırlattı.
Hatırlanacağı gibi, 2014 yılında, Forum ve Motivaction kurumu, 300 Türk genci üzerinde bir anket uyguladı ve ortaya Türk gençlerinin ezici çoğunluğunun İŞİD sempatizanı olduğu sonucu çıkmıştı. Aslı astarı olmayan bu rapor, o günkü Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher’ın başını yıllarca ağrıtmıştı. Şimdi, gençler NCTV’nin raporunu duyunca, söz konusu raporu “Motivaction 2” olarak adlandırarak dalga geçiyorlar.
Velhasıl, Hollanda’daki Türk gençleri kendileri ve diğerTürklerle ilgili raporları pek ciddiye almıyorlar. Oyunun farkındalar. Kendilerinin araçsallaştırılmalarını da istemiyorlar. ‘Seçimler geliyor, Anti Erdoğan ve anti Türkiye söylemleri işe yarıyor’ diyor gençler.
Velhasıl, Hollanda’da bundan önce yapılan seçimler öncesinde olduğu gibi, bu yıl yapılacak seçimler öncesi de yine pis bir oyun sahneye konuldu. Ancak, Hollanda Türk toplumu ve özellikle Türk gençleri olayın farkındalar. Sosyal medya hesaplarından gereken cevabı veriyorlar. Oynanmak istenen çirkin oyunun farkında olduğumuzu, Hollanda karar vericilerinin de farkında olmalarını ümit ederiz.’
Hollanda’da Türkiye aleyhindeki yayın hastalığı yıllardır sürüyor. Yukarıdaki kupürde, iki yıl önce yayın yapan Vrij Nederland’ın, aynı haberi iki yıl sonra servis edilişi görülüyor.
İşte böyle değerli okurlarım. Hollanda’da bizim güvenliğimiz sağlayacak olan bir kuruluşun, hangi araştırma ve istihbarata dayanarak kaleme aldığı böylesi bir raporun inandırıcılığı yoktur tabii.
Marjinal kişilerle görüşerek rapor hazırlamak, Hollandalılar için en rahat yoldur. Geçmişte pek çok yaşanılan bu konular hakkında pek çok kez itiraz etmişliğim oldu. Yetkililere, ‘Biraz da benim gibi tarafsız kişilerle görüşün’ tavsiyesinde bulunmuşluğum da var.
Ne yazık kı, her zaman uyutulan bir Hollanda toplumu var. Hollanda toplumu, kendilerine sunulan televizyon görüntüleri ve gazete haberleri ile her zaman uyutulmuştur.
Ama, Veyis Güngör’ün de dediği gibi, ‘Türk gençleri uyumaz ve bu gibi yumurtaları da yemez.
Kalın sağlıcakla.
Turkse moslims houden zich verre van extremisme
In februari ontstond grote ophef over een uitgelekt concept-rapport van de Nationaal Coördinator Terrorismebestrijding en Veiligheid. President Erdoğan zou salafistische groeperingen ondersteunen die vervolgens invloed uitoefenen op Turkse jongeren in Nederland. Van vele kanten spraken politieke partijen er schande van. Wilders zei dat het rapport zijn gelijk bevestigt. Er werd geroepen om een verbod van organisaties. Vandaag is het definitieve rapport verschenen. Wat blijkt? Er is niets aan de hand! De overgrote meerderheid van de Turks-Nederlandse moslims houdt zich verre van islamistisch extremisme. Er is hooguit in de marge enige steun voor radicale stromingen in de islam. Dit fenomeen is niet nieuw en is in de afgelopen jaren ook niet veranderd. De opschudding in februari werd vooral veroorzaakt omdat een verband werd gelegd met de vreselijke aanslag op een tram in Utrecht. De NCTV schrijft nu: dat de tramschutter waarschijnlijk banden onderhield met de Kaplanbeweging, maar moet worden gezien als een alleen-handelende dader. Over de enkele tientallen Turken die betrokken waren bij de jihadistische beweging schrijft het rapport: ‘dat is relatief weinig als dit aantal wordt afgezet tegen het aandeel van de Turkse Nederlanders in het totaal aantal moslims.’ Ofschoon er al vele jaren een gering aantal salafistische aanjagers van Turkse afkomst actief is, zijn er geen exclusief Turks-Nederlandse salafistische moskeeën of instellingen in Nederland. En de lange arm van Ankara?
Voorzitter van IOT Zeki Baran: ‘Het rapport schrijft: ‘De Turkse regering heeft geen directe bemoeienis met radicalisering onder Turkse Nederlanders. De export van politiek-religieus extremisme is geen onderdeel van de diasporapolitiek.’ Moeten we ons zorgen maken over de toekomst? Het rapport stelt vast dat de weerstand tegen politiek-religieus extremisme nog steeds groot is. Islamitische organisaties vormen een buffer tegen politiek-religieus extremisme. De vraag is evenwel, zo concludeert de NCTV, of jongeren zich nog wel blijven oriënteren op die organisaties. Onder veel jongeren met een Turkse achtergrond leven negatieve gevoelens naar aanleiding van discriminatie en ‘islamofobie’. Daar zouden radicale agitators op in kunnen spelen. In februari pleitten Kamerleden voor radicale maatregelen tegen Turkse organisaties. Zouden zij nu pleiten voor radicale maatregelen tegen discriminatie en islamofobie?’
Verkenning naar islamistische radicalisering onder Turkse Nederlanders
De verkenning ‘Islamistische radicalisering onder Turkse Nederlanders’ is naar de Tweede Kamer verstuurd. Hierin wordt de mate van islamitische radicalisering onder Turkse Nederlanders geduid.
Uit de verkenning blijkt dat de overgrote meerderheid van de Turks-Nederlandse moslims zich verre van islamistisch extremisme houdt en dat er enkel in de marge enige steun voor radicale stromingen in de islam bestaat. Dit fenomeen is niet nieuw en is in de afgelopen jaren niet veranderd.
Deze verkenning is gebaseerd op open bronnen (waaronder academische literatuur en mediaberichten), websites en sociale media van enkele organisaties en gesprekken met medewerkers van diverse (overheids-)organisaties en experts. De vraag die centraal staat in deze verkenning is: zijn er wezenlijke veranderingen in de weerbaarheid tegen politiek-religieus extremisme in de Turks-Nederlandse gemeenschap?
Met deze publicatie wordt uitvoering gegeven aan een toezegging van Minister van Justitie en Veiligheid Grapperhaus een duiding van de ontwikkelingen binnen de Turkse gemeenschap in Nederland voor de zomer 2021 af te ronden en de Tweede Kamer daarover te informeren.
Doğrudur, İtalya ve İngiltere ilk turda hiç zorlanmadılar.
İyi de, eeey UEFA, maçlar neden hep Londra ve Roma’da oynandı?
İki yarı final ve final maçını UEFA’dan koparan İngiltereye bravo!
İlhan KARAÇAY yazdı:
Bana göre, bu güne kadar oynanmış olan Avrupa Uluslar Futbol Şampiyonaları’nın en sönüğü, şimdi finaline geldiğimiz son şampiyona oldu.
Hem organizasyon ve hem de futbol kalitesi bakımından da en zayıfı olan bu şampiyona, bazı ülkelere UEFA tarafından kıyak geçilerek yapıldı.
Daha önceleri bir veya iki ülkede odaklanmış organizasyonlar sırasında, Avrupa’nın dört bir yanından gelmiş yüzbinlerce taraftarın, şehirlerde yarattığı renklilik bu defa yoktu.
Bakü ve Sint Petersburg’a kadar uzanmış 11 kentte yapılan organizasyonlar çok renkli görünmedi.
Tabii ki korona salgınının etkisi de vardı ama, Londra’daki İngiltere-Danimarka maçında olduğu gibi, pek çok stadta korona kriterleri uygulanmadı.
Öncelikle şunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu şampiyonada, ülkelerine iki yarı final ve final maçı ile pek çok ön eleme maçını aldıran İngiltere’ye ‘bravo’ demek lâzım. UEFA içinde bu kadar güçlü olabileceğine hiç ihtimal vermediğim İngiltere, acaba Dünya Şampiyonası’nı FİFA’ya para dağıtarak alan Katar modeliyle mi bu kadar güçlendi?
Daha önce de belirtiğimi gibi, futbol azizliklerle dolu bir spordur. ‘Futbolun cilvesi’ dediğimiz bir faktör de vardır.
Düşünebiliyor musunuz, başlangıçta favoriler arasında gösterilen Türkiye, çeşitli nedenlerle ilk turda elendi gitti. Kim bilir, tur atlasaydı belki de turnuva içinde büyür ve finale kadar gelebilirdi.
İlk turda, İtalya ve İngiltere’nin dışındaki ülkelerin tümü şans ve tesadüflerle son 16’ya kaldılar. İspanya ve Danimarka tesadüf ve şans ile yarı finale kaldılar.
Hatırlayacaksınız değil mi, birinci turdan sonra, ‘İster misiniz bu Danimarka yine final oynasın ve hatta bir daha şampiyon olsun’ demiştim.
Öyle ya, 1992’de İsveç’te yapılan Avrupa Şampiyonası’na, katılma hakkına sahip olmayacak kadar zayıf olan Danimarka, eski Yugoslavya’nın savaş nedeniyle şampiyonadan çıkarılmasından sonra, UEFA tarafından yedek listesinden şampiyonaya alınmıştı.
Benim de yerinde izlediğim o şampiyona sonunda, o zayıf Danimarka şampiyon olarak herkesi şaşırttı.
Danimarka şimdiki şampiyonada, ilk turun ilk maçında İsveç’e karşı oynarken, en iyi futbolcuları Eriksen’in geçirdiği kalp krizi nedeniyle büyük bir moral bozukluğu yaşamıştı. Buna rağmen bir galibiyet alıp 3 puan ile turu atlayan Danimarka, sonra moral buldu ve yarı finale kadar geldi. İngiltere ile oynadıkları yarı final maçında ilk golü bulan Danimarka, normal süreyi 1-1 kapattı.
Ne var ki yarım saatlik uzatmada gerek yorgunluk ve gerekse seyirci handikapı yüzünden 2-1 kaybetti.
Bu maç Londra’da değil de Kopenhag’da oynansaydı, belki de Danimarka maçı kazanırdı.
Ama UEFA’nın azizliğine kurban giden Danimarka finale kalamadı. Kim bilir, finale kalsaydı, Danimarka belki de ikinci defa şampiyon olurdu.
Maçı seyrederken, bu şampiyonanın finalinde İtalya-Danimarka yerine, İtalya-İngiltere ismininin daha iyi yakışacağını düşündüm. Torpilli de olsa, İngiltere’nin finali hak eden bir futbol ortaya koyduğunu söylemek lâzım.
Bir konuya daha değinmek istiyorum. İlk turda İskoçya ile oynayan İngiltere, düşman kardeşler de olsalar, maçın berabere bitmesini isteyen bir futbol sergiledi. Tıpkı, 1982’de İspanya’da oynanan Almanya-Avusturya maçında olduğu gibi…
O maçın şike olduğunu tüm dünya gözlemlemiş ve konuşmuştu. Ama nedense İngiltere-İskoçya maçında bu durum gözden kaçmıştı.
Şimdi sıra finalde.
İngiltere-İtalya final maçı yine Londra’da yapılacak.
Bakalım İngiltere’nin seyircisi mi, yoksa İtalya’nın güzel futbolu mu galip gelecek.
Pazar günü göreceğiz.
Altı ay önce, ‘Hollanda’da 2’nci Azra Akın doğuyor’ başlıklı haberimde belirttiği Dilay, Güzellik Tacı’nı tajktıktan sonra, ‘Şimdi sıra Dünya Güzeli olmakta’ dedi.
Annesi Türk babası Hollandalı olan Dilay, 16 Aralıkta Porto Riko’da yapılacak ‘Dünya Güzeli’ (Miss World) yarışmasında da favoriler arasında.
20 yaşındaki Dilay Willemstein, eğitim yıllarında arkadaşları ile uyum içinde olamadığını belirtti ve kabiliyetini ispatlamak için çok çalıştı.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
2002 Yılında Dünya Güzeli seçilen Hollanda’da doğma Türk kızı Azra Akın’dan sonra, şimdi de yine Hollanda’da doğma Dilay Willemstein adlı Türk kızı, Hollanda güzelliğini kazandı ve Dünya güzelliği için de hazırlıklara başladı.
Geçen yıl 7 Aralık günü yayınladığım, en altta göreceğiniz haberde, ‘Hollanda’da ikinci bir Azra Akın doğuyor’ başlığını kullanmış ve ilk elemelerde Dilay’ın finale kaldığını belirtmiştim. Dilay’ın, sadece Hollanda güzelliğine değil, Dünya güzelliğine de göz koyduğunu belirttiğim haberimin ilk iddiası gerçekleşti, şimdi sıra ikinci iddianın gerçekleşmesinde.
Annesi Türk babası Hollandalı olan Dilay, 16 Aralıkta Porto Riko’da yapılacak ‘Dünya Güzeli’ (Miss World) yarışmasında da favoriler arasında gösteriliyor.
Öğrencilik yıllarında gerek ilk okul ve gerekse orta okulada, arkadaşları ile uyum sağlayamadığı belirtilen Dilay, bu yarışmaya kendini ispatlamak için katıldığını belirtiyor. Eğitiminden sonra mankenliğe ve dansa başlayan Dilay’a, Dünya Güzelliği yarışmasında başarılar diliyorum.
Hollanda Güzeli seçilen Dilay Willemstein. Foto: Nilgün Canbaz
İşte 7 Aralık 2020 günü yayınladığım haber:
Hollanda’da 2’nci Azra Akın doğuyor:Dilay
Dünya Güzelik Yarışması’na katılabilmek için finalist oldu
Finali kazanırsa Porto Riko’da yapılacak olan Dünya Güzellik Yarışması’na katılacak olan Dilay en büyük favori.
2002’de Türkiye adına Dünya Güzellüği kazanan, Hollanda doğumlu Azra Akın Dünya Güzeli olma yolunda Hollanda Güzeli seçilen Dilay Willemstein
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Türkiye’ye 2002 yılında Dünya Güzelliği’ni kazandıran Hollanda doğumlu ve Türk kökenli Azra Akın’dan sonra, şimdi de Dilay adlı bir Türk kökenli aynı yolda yürüyor.
Philips nedeniyle ‘Işıklar Şehri’ olarak bilinen Eindhoven kentinde doğan ve gelişen 20 yaşındaki Dilay Willemstein, bir Türk anneden doğma ve bir Hollandalı babadan olmadır.
Küçük yaşından bu yana dans eden, şarkı söyleyen ve modellik yapan Dilay, Lahey kentinin banliyösü olan Scheveningen’de yapılan ‘Hollanda Güzellik Yarışması’nda, finale kalan güzeller arasında yer aldı.
Finalde kazanma şansı en yüksek adaylardan biri olarak gözterilen Dilay, ‘Çok azimliyim. İstikrar ve pozitifliğim ile tüm kadınlara örnek olmak istiyorum’ diyor.
Mart ayında yapılacak olan finalde kazandığı takdirde, 2002 yılında aynı başarıyı gösteren Azra Akın gibi, Hollanda’yı Dünya Güzellik Yarışması’nda temsil edecek olan Dilay, Dünya Güzellik Yarışması’nda sadece güzelliğe değil, kişilik ve zekâsı ile dünyaya ne kazandıracağına da bakıldığının bilincinde olduğunu belirterek, çok iddialı olduğunu söylüyor.
Kıl payı yakaladı
Güzellik yarışması için yapılan çağrıyı Instagram’da son anda gördüğünü belirten Dilay, geç başvuru yapmış olmasına rağmen, kendisinden video görüntüleri istendiğini ve ondan sonra da yarışmaya katılımına izin verildiğini belirtiyor.
70 yıldır yapılmakta olan Dünya Güzellik Yarışması’nda, güzelliğin dışında, başka yetenek verilerine bakıldığını belirten Dilay, ‘Örneğin, sahnede mayolu görüntü yoktur. Genellikle kim olduğuna ve dünyaya ne vereceğine bakılıyor. Dünyaya örnek olacak güçlü kadınlar tercih ediliyor’ diyor.
Kameralar ve projektörlerin kendisi için bir sorun teşkil etmediğini belirten Dilay, ‘Pek çok kişi beni Instagram’dan tanırlar. Orada benim videolarımı ve günlük yaşamımı görürler. 4 yaşımdan bu yana yaptığım dans oyunlarında büyük bir ilerleme kaydettim. Dans öğrenimimi Utrecht’te tamamladım ve daha sonra pek çok TV programında dans ettim. Daha sonra şarkı söylemeye başladım. Ama bu dalda henüz amacıma ulaşamadım. Bu konuda kendimi geliştirmekteyim. Kısa bir süredir de, muhteşem bulduğum modelliği de yapmaya başladım’ diye devam etti.
Finale kalan güzellerden en sağdaki Dilay favorilerin başında…
Dilay’ın etrafındakilerin tamamı, finale kalmasına çok sevinmiş görülüyorlar. ‘Benim finale kalışımdam çok memnunlar ve beni yüzde yüz destekliyorlar. Bu benim için çok önemli. Zira ben çok meşgul bir insanım. Günlük işim olan dans dersleri verme ve foto çekimi işi, her haftasonu Dünya Güzelliği çalışmalarıma ilham veriyor. Finale kalan güzellerle de workshop toplantılarımız oluyor’ diyen Dilay, böylece toplumsal bilinç ve psikolojiye de katkı yaptığını söylüyor.
Meslektaşım Yalçın Çakır, konuyla ilgili olarak yazdığı haberinde, Hollanda’da yapılan elemelerde iki Türk’ün de önemli görevler üstlendiğini belirtmiş.
Eleme gecesinde Direktör Katia Maes’in yanısıra, İş İlişkileri ve Hukuk İşleri Danışmanı hukukçu Tarık Saki ve organizasyonun makyaj uzmanı Latife Yiğitsoy da yer almış.
Yalçın Çakır haberinde, Dilay’ın ‘Türkiye’yi çok seviyor ve her yıl Bodrum’a tatile gidiyorum. Korona yüzünden maalesef bu yıl gidemedim’ dediğini yazdıktan sonra, ‘Sezen Aksu, Hadise, Tarkan ve Aleyna Tilki’nin şarkılarını dinlediğini, Türk mutfağında çeşitli mezeleri, vejeteryan olmasından ötürü de etsiz sarmayı çok sevdiğini söylüyor. Bir yıl önceye kadar sık sık kıymalı mantı yediğini, ama artık hayvanların refahını da desteklediği için, vejeteryan olma kararını verdiğini ayrıca ifade ediyor.’ sözlerine de yer vermiş.
Hollanda’nın en yüksek tirajlı gazetesi ‘De Telegraaf’ın adliye yazarı John van den Heuvel, aranan kaçakların sığınağı olan Dubai’nin, cazibesini yitirdiğini ve onun yerini Bodrum’un aldığını öne süren bir yazı yayınladı.
İlhan KARAÇAY
Ünlü kriminalların, yıllardır barındıkları Dubai’den, arandıkları ülkelere uzun burun işareti yaptıklarını belirten yazar, Birleşik Arap Emirlikleri ile imzalanan ikili anlaşmalar sonrasında, suçluların iade edilmeye başlandığını belirtirken, Hollanda’dan kaçmış olan mafya suçlularından Rıdvan Taki’nin iade edilişini örnek gösteriyor.
Hollanda tarafından aranan diğer suçlulardan Roger Lips ve Bolle lakaplı Jos L.’nin Bodrum Yalıkavak’ta yaşamaya başladıklarını belirten yazar, Türkiye’nin bu konuyu ciddiye almaması halinde, Bodrum’un ‘Dünyanın kaçaklar cenneti’ olacağını ileri sürüyor.
Suçluların iadesi konusunda, ikili sözleşmeler imzalamaya başlayan Birleşik Arap Emirlikleri’nin en ünlü şehri Dubai Marina’dan bir görüntü.
Hollandalı yazar, sadece kendi ülkesinden birkaç isim vermiş. Kim bilir, dünyanın dört bir yanındaki kaçaklardan kaçı Bodrum’a sığınıp yerleşmişlerdir?