İlhan KARAÇAY araştırdı: Hollanda’da 150 kişilik parlamentoya 30 yabancı kökenli girecek.

İlhan KARAÇAY araştırdı: Hollanda’da 150 kişilik parlamentoya 30 yabancı kökenli girecek.

İlhan KARAÇAY araştırdı:

*Hollanda’da 150 kişilik parlamentoya 30 yabancı kökenli girecek.
*Ne yazık ki, seçilecek Türk kökenli sayısı geçmiş yıllardan daha az.
*Sözde Ermeni soykırımını tanımayan Türkler’e listelerde yer yok.
*37 Partinin seçim listelerinde 34 Türk kökenli var ama şansları az.
*DENK Partisi’nden 8, NİDA Partisi’nden 7 aday yarışacak.
*Türk kökenli adaylar, aralarında anlaşamazlarsa oynar harcanacak.


Hollanda’da, 15, 16 ve 17 Mart günleri yapılacak olan genel seçim sonrasında, parlamentoya girecek olan yabancı kökenli sayısında bir artma olacağı tahmin ediliyor.
PDC kuruluşunun, anket büroları ile yapmış olduğu bir çalışmaya göre, siyasi partilerin aday listelerindeki, ‘seçilebilecek’ sıralara 20 yabancı kökenli yerleştirilmiş. Bu yabancı kökenlilerin sadece biri Avrupa Birliği vatandaşı. Araştırmacılar, seçilmesine kesin gözüyle bakılan 19 Avrupa dışı kökenlinin yanında, tercihli oylar ile de 10 kadar yabancı kökenlinin seçilebileceğini belirttiler.

Hollanda parlamentosu, yeni dönemde yabancı kökenlilerle daha çok renklenecek ama, bir zamanlar aynı anda 6 milletvekili çıkarmış olan Türkler, parlamentoya bu kez daha az sayıda temsilci gönderecekler.

Siyasi partilerin çoğu, Türk kökenli adayları, sözde Ermeni soykırımını tanımadıkları için listelerden attı ve yeni listelere de koymaz oldu. Siyasi partilerin seçilecek yerelere koyduğu bazı adaylar ise, ayrılıkçı Türk kökenliler oluyor.

              Tunahan Kuzu                                     Farid Azarkan      

Geçen seçimlerde 3 sandalye kazanan DENK Partisi’nin, Tunahan Kuzu’nun siyasi liderlikten ayrılmasından sonra zayıflayacağı tahmin ediliyordu. Ne var ki, Tunahan Kuzu ve ekibinin kurnazca tutumu, DENK’e daha çok oy kazandıracağa benziyor. Tunahan Kuzu ve ekibi, Farid Azarkan’ın liste başı lider olarak, Faslılar’dan daha çok oy alacağını hesaba kattıkları için liderlikte ısrarcı olmadılar.
Varsayımlar ile bir hesaplama yaptığımız zaman, 3 veya 4 sandalye kazanması beklenen DENK Partisi’nden, Türk kökenli olarak sadece Tunahan Kuzu meclise girebilecek.
Demokrat 66 (D’66) Partisi listesinde, Türk kökenli Hülya Kat, onyedinci sırada yer alıyor.
Demokrat 66 Partisi biraz güçlenirse bu sayıyı bulabilir veya Hülya Kat az bir farkla kaybedebilir. Ne var ki, aynı parti, tercihli oy şansı olan avukat Nazmi Türkkol’u otuzuncu sıraya koydu. Tercihli oy için sıra mefhumu olmaz ama, Hülya Kat ile Nazmi Türkkol’un Amsterdam’da olmaları bir dezavantaj sayılır. Ayrıca, Demokrat 66 Partisi, daha önce tercihli oylar ile seçtirdiğimiz Fatma Koşer Kaya’yı, seçilemeyeceğine kesin gözüyle bakıldığı halde, ‘Oy avcılığı’ kurnazlığı yapıldığı sanılarak yetmişbeşinci sıraya koydu. Fatma Koşer Kaya’ya gidecek üç beş bin oy bile Nazmi Türkkol için kayıp olacaktır.
Nazmi Türkkol’un tercihli oyları toplayabilmesi kolay olmayacak ama, imkânsız da değil.

İşçi Partisi PvdA, Sogül Mutluer’i onuncu sıraya koymuş ki, seçilme şansı bir hayli yüksek.
İşçi Partisi’nin Türk kökenli diğer iki adayı yirmibeş ve kırkıncı sırada. Seçilemeyecek oldukları gibi, tercihli oy şansları da yok.

Başbakan Rutte’nin Partisi VVD, beşinci sıraya Dilan Yeşilgöz-Zegerius’ü koymuş. Kesin seçilecek ama, Yeşilgöz-Zegerius’un Türkiye ve Türkler’e yararının ne olacağı merak konusu.

Sosyalist Parti SP, üçüncü sıraya Amsterdam’dan Mahir Alkaya’yı, ondördüncü sıraya da Eindhoven’den Murat Memiş’i koymuş. Mahir Alkaya kesin seçilecek ama, 10 sandalye kazanması beklen partinin öndördüncü sırasındaki Murat Memiş’in kazanma şansı da yok gibi.
Büyük partilerden Hıristiyan Demokratlar Birliği CDA da, VVD gibi bir Türk kökenli adayı listeye koymuş. Mustafa Bal otuzüçüncü sırada yer alıyor ki, seçilmesi tercihli oylara bağlı.

Bu defaki seçimlere DENK Partisi’nin yanında, İslam tandanslı NİDA Partisi de kaltılıyor. Seçimdeki şansı merak edilen NİDA’nın seçim listesinde, Nurullah Gerdan üçüncü sırada yer alıyor. Sandalye kazanıp kazanmayacağı merak edilen NİDA’da, tercihli oylar etkili olabilir.

Seçim listelerindeki 34 Türk kökenli.

Zeliha Gündem Şen, Partij van de Eenheid, ikinci Sıra (Almelo)
Şener Aslan, Partij van de Eenheid, onuncu sıra (Lahey)
Nurullah Gerdan, NİDA Partisi, üçüncü sıra (Barendrecht)
Alihan Uzun, NİDA Partisi, onaltıncı sıra (Hendrik-İdo-Ambacht)
Emre Şahin, NİDA Partisi, onsekizinci sıra (Lahey)
Önder Duran, NİDA Partisi, yirminci sıra (Delft)
Aytaç Alpdoğu, NİDA Partisi, yirmiüçüncü sıra (Helmond)
Leyla Çakır NİDA Partisi, yirmialtıncı sıra (Zoetermeer)
Halil Karaaslan, NİDAPartisi, otuzbirinci sıra (Schiedam)
Nilüfer Gündoğan, VOLT Partisi, ikinci sıra (Amsterdam)
Öner Çatalpınar, Code Oranje Partisi, onuncu sıra (Lahey)
Nihal Altmış, BİJ1 Partisi, sekizinci sıra (Eindhoven)
Tunahan Kuzu, DENK Partisi, ikinci sıra (Rotterdam)
Ahmet Erdoğan, DENK Partisi, yedinci sıra (Rotterdam)
Nur İcar, DENK Partisi, sekizinci sıra (Lahey)
Enes Sarıakçe, DENK Partisi, dokuzuncu sıra (Enschede)
Gürci Polat-Işıktan, DENK Partisi, onuncu sıra (Schiedam)
Doğukan Ergin, DENK Partisi, onikinci sıra (Schiedam)
Ahmet Kaya, DENK Partisi, onüçüncü sıra (Deventer)
Taha Çoban, DENK Partisi, yirminci sıra (Enschede)
Songül Mutluer, İşçi Partisi PvdA, onuncu sıra (Zaandam)
Alptekin Akdoğan, İşçi Partisi PvdA, yirmibeşinci sıra (Houten)
Yasin Torunoğlu, İşçi Partisi PvdA, kırıkıncı sıra (Eindhoven)
Mahir Alkaya, Socialistiche Partij SP, üçüncü sıra (Amsterdam)
Murat Memiş, Socialistiche Partij SP, ondördüncü sıra (Eindhoven)
Nevin Özütok, Groen Links, onyedinci sıra (Amsterdam)
Serpil Ateş, Groen Links, onyedinci sıra (Lahey)
Ufuk Kahya, Groen Links, kırküçüncü sıra (Den Bosch)
Hülya Kat, D66, onyedinci sıra (Amsterdam)
Nazmi Türkkol, D66, otuzuncu sıra (Amsterdam)
Suat Kutlu, D66, kırkdokuzuncu sıra (Eindhoven)
Yasin Elmacı, D66, yetmişinci sıra (Lerdam)
Fatma Koşer Kaya, D66, yetmişbeşinci sıra (Amersfoort)
Mustafa Bal, CDA, otuzüçüncü sıra (Gorinchem)
Dilan Yeşilgöz-Zegerius, VVD, beşinci sıra (Amsterdam)

OYUNUZ KİME?

Hollanda’da yaşamakta olan 600 bini aşkın Türk ve Türk kökenlinin 250 bin kadarı oy hakkına sahiptir. Bu kitlenin oylarına sahip olmak isteyen siyasi partiler, bu defa nedense bu önemli faktörü görmezden geliyor veya yanlış strateji çiziyor.
Türk kanaat önderleri ve Sivil Toplum Kuruluşları, oylarımızın nasıl kullanılması hakkında açıklamalar yapıyor.
Açıklama yapan kuruluşlardan biri de Türkler İçin Danışma Kurulu-İnspraak Orgaan Turken İOT’dir.
Çeşitli siyasi ve dini görüşlere sahip 9 federasyondan oluşan İOT’nin Başkanı Zeki Baran, bakınız bu konuda neler diyor:

‘17 Mart seçimlerinde oylarımızı nasıl belirleyeceğiz, hangi sorulara yanıt arayacağız? Hollanda’da 17 Mart 2021 tarihinde yapılacak Milletvekili Genel Seçimlerinde, hep birlikte sandığa giderek oyumuzu kullanacağız. Sandığa gitmek çok önemli çünkü seçimlerden sonra oluşacak hükümetin alacağı kararlar, buradaki hayatımızı yakından ilgilendiriyor. Sandığa gitmeden önce siyasi partiler arasında bir tercih yaparak, oyumuzun rengini belirleyeceğiz. Peki tercihimizi neye göre yapacağız? Bu konuda vatandaşlara yardımcı olabilmek için bazı sorular hazırladık. Son bir yıldır yaşamakta olduğumuz korona salgını ve alınan önlemlerden bazı toplumsal kesimler daha fazla etkilendiler. Korona virüsü, evden çalışması mümkün olmayan insanlar arasında daha hızlı yayıldı. Küçük evlerde yaşamak zorunda olan kalabalık aile bireyleri arasında virüs daha çabuk ve daha fazla bulaştı. Başka hastalıkları olan yaşlıların, yoğun bakıma alınma ve hayatlarını kaybetme şansları daha yüksek oldu. Pandemi nedeniyle okulların kapatılması sonucu, evde dizüstü bilgisayarı olmayan ve zayıf internet bağlantısı olanlar büyük sorunlar yaşadılar. Özellikle düşük eğitimli veliler, çocuklarının dijital eğitimine yeterince destek olamadılar. Devletin işverenlere maddi desteğine rağmen, iş piyasasında konumu zayıf olanlar arasında işsizlik hızla yükseldi. Kısacası, Hollanda’da farklı kesimler arasındaki eşitsizlik daha da arttı uçurum büyüdü. Peki hangi parti bu haksızlığı, eşitsizliği düzeltebilecek? Bu haksızlık önemli ölçüde, eğitimdeki fırsat eşitsizliğinden kaynaklanıyor. Hangi parti eğitimdeki fırsat eşitsizliğini giderebilecek? Farklı toplumsal kesimlere eşit davranma ve eşit şans tanınması konusunda, bazı partiler aday listelerine aldıkları yabancı kökenlilerin sayısı ve kamu yönetimini işaret ederek konuya yaklaşmaya çalışıyorlar. Bu konuda hangi parti size daha inandırıcı geliyor? Son yıllarda gerçekleşen toplumsal protestolar sonunda ırkçılığın Hollanda’da ne kadar yaygın ve yapısal olduğu ve ne derecede kurumların işleyişine yansıdığı daha fazla kabul görmeye başladı. Hemen hemen tüm siyasi partiler seçim programlarında ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele konusuna değiniyorlar. Bu ilgi gerçekten ayrımcılığı azaltacakmı yoksa sembolik önlemler olarak kalacak mı? Son aylarda yaşanan çocuk parası skandallarını hepimiz biliyoruz. İnsanlara etnik kökenine göre nasıl muamele yapıldığı, ne gibi zorluklar yaşatıldığı ayrıntılarıyla ortaya çıktı. Yabancı kökenliyseniz vergi dairesi tarafından kontrol edilme ve haksız yere araştırmaya tabi tutulma şansınız yüksek oluyor. Ayrımcılığın sadece vergi dairesiyle sınırlı olmadığı ve diğer kurumlarda da etnik kökene dayalı ayrımcı uygulamaların olduğu yönünde sinyaller bulunuyor. Size göre bu haksız uygulamalara kim dur diyebilecek, kime güveniyorsunuz? İşte bu sorulara vereceğimiz yanıtlar, 17 Mart tarihinde yapılacak seçimlerdeki tercihlerimizi belirleyecek.’
HOLLANDA’DA GURUR DUYDUĞUMUZ TÜRKLER: HAMİT KARAKUŞ SENATÖR OLDU

HOLLANDA’DA GURUR DUYDUĞUMUZ TÜRKLER: HAMİT KARAKUŞ SENATÖR OLDU

‘Türkler uyum sağlayamıyor’ diyenlere tokat gibi yanıt:
Hollanda’ya, 12 milletvekili, 2 senatör, 15 İl Genel Meclisi Üyesi, 500’ü aşkın Belediye Meclis Üyesi, Devlet Daireleri ve Holdinglerde üst düzey yönetici ve yüzlerce doktor, avukat, mühendis, işadamı ve binlerce esnaf kazandırdık.

Seçilen ilk Türkler’den bazılarını bu haberde bulacaksınız.

İlhan KARAÇAY yazdı:

Sadece Hollanda’da değil, tüm Avrupa’da, ‘Türkler uyum sağlayamıyor’ iddiasını savuran bilgisizlere tokat gibi cevap:
Bu güne kadar Hollanda’ya, 20 milletvekili, 2 senatör, 15 İl Genel Meclisi Üyesi, 500’ü aşkın Belediye Meclis Üyesi, Devlet Daireleri ve Holdinglerde onlarca üst düzey yönetici ve yüzlerce doktor, avukat, mühendis, yüzlerce işadamı ve binlerce esnaf kazandırdık.
Günümüzün en güncel konusu, Hamit Karakuş’un senatoya girmesi olduğu için, önce bu habere değineyim, daha sonra da Türkler’in genel durumunu ele alayım.
Polislik yaptığı yıllarda, politikaya ilgi duyan Karakuş, İşçi Partisi adayı olarak girdiği seçimlerde kazanamamıştı. Ama Karakuş’un yeteneğini fark eden parti yöneticileri, O’nu Rotterdam İl Başkan Yardımcısı yaptılar. 2002-2006’da İl Başkan Yardımcısı olan Karakuş, 2006’daki yerel seçimlerde, Rotterdam Belediye Meclisi’ne girmeyi başardı.
Karakuş, 2006-2014 yıllarında tam sekiz yıl Konut Yapı Geliştirme ve Ekonomi’den sorumlu Belediye Başkan Yardımcılığı yaptı. Kendi gözetiminde yapılan ‘Pazar Yeri’,
‘de Rotterdam’, ‘Crooswijk’, ‘Timmerhuis’
gibi projelerden başka, Katendrecht bölgesinin modernleştirilmesi ile göze giren Karakuş, ‘Lokoburgemeester’ sıfatı ile, Belediye Başkanı’nın olmadığı zamanlarda Başkanlık koltuğuna oturuyordu.
2014 yılında liste başı olarak girdiği seçimlerde İşçi Partisi kaybedince, üstlenmiş olduğu görevlerden istifa eden Karakuş, 2014 yılından bu yana ‘Platform31’in, 2019’yılından bu yana da ‘Araştırma Enstitüsü’nün Genel Müdürlüğü’nü yapıyordu.
İki yıl önce yapılan seçimlerde senatoya giremeyen Karakuş yedek üyelikte beklerken, kendi partisinden Jopie Nooren önceki gün görevi bırakınca asil üyeliğe geçti. 2 Mart günü yemin ederek Senatör olarak göreve başlayan Karakuş, daha önce aynı ünvanı kazanmış olan Düzgün Yıldırım’dan sonra, ‘Türk asıllı ikinci Senatör’ olmayı başarmış oldu.

İLKLER

İlk Belediye Meclis Üyesi: Musa Öztürk


Hollanda’da, Belediye Meclis Üyeliği’ne seçilen ilk Türk Musa Öztürk idi.
1980-1987 yılları arasında Rotterdam’ın Charlois bölgesi Belediye Meclisi’ne İşçi Partisi listesinden giren Öztürk, Türkiye’de Hürriyet gazetesine yarım sayfa haber konsu olmuştu.

İlk milletvekilleri: Nebahat Albayrak ve Fadime Örgü

Nebahat Albayrak, 1970 yılında Hollanda’ya aile birleşimi kanalıyla geldi. Lieden Üniversitesi’ni bitirdikten sonra Paris ve Ankara’da özel eğitim gördü. 1990 yılında Hollanda Irkçılıkla Mücadele Bürosunda çalıştıktan sonra, 1993-1998 yılları arasında Hollanda İçişleri Bakanlığı’nda çalıştı. 1998 seçimlerinde İşçi Partisi listesinden parlamentoya girdi ve ikinci dönemde de seçildikten sonra Adalet Bakanlığı Devlet Sekreteri (Devlet Bakanı) oldu.
Nebahat Albayrak, 2012 yılında girdiği Shell firmasında, 2016’dan bu yana Başkan Yardımcılığı yapıyor.
Fadime Örgü, 4 yaşındayken aile birleşimi kanalıyla Hollanda’ya geldi.Tiburg Üniversitesini bitirdikten sonra, 1998 yılında Hürriyetçi Liberal Parti VVD’den milletvekili seçildi.
Partisinin medya sözcülüğünü yapan Fadime Örgü, şimdi Voleybol Federasyonu’nda yönetici ve iki Konut Kooperatifi’nde Başkanlık yapıyor.

İlk İl Genel Meclisi Üyeleri: Songül Akkaya ve Köksal Gör

Amsterdam Üniversitesi’ni bitirdikten sonra siyasete giren Songül Akkaya, 12 Vilayetten oluşan Hollanda’da, Amsterdam ve Haarlem’i de içine alan ‘Kuzey Hollanda İli’ne, 2004 yılında ilk Türk olarak seçildi. Başarılı faaliyetlerden sonra iş hayatına atılan Akkaya, şimdilerde, anlaşmazlıkları mahkeme öncesinde arabuluculuk yaparak çözen ‘YS-Arabuluculuk ve Danışmanlık’ bürosunu yönetiyor.
Kuzey Hollanda İl Genel Meclisi’ne seçilip, 2013 yılına kadar üç dönem üyelik yapan Türk kökenli ilk üyelerden Köksal Gör, ‘Stichting Witboek (Beyaz Kitap)’ adlı bir vakıfa ait olan 4 İslam Yatılı Okul’unu yönettiği için, hakkında yapılan şikâyet ve itirazlar sonrasında Başbakan Rutte’nin zorlaması ile istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Köksal Gör, şimdilerde Yeşil Enerji işiyle ilgileniyor.

İlk Belediye Meclisi üyeleri


Hollanda’da Belediye Meclislerine giren ilk Türkler’den, Seçil Arda, İsmail Aykut, Osman İskender Kaptanoğlu, Faruk Cansızlar, İsmail Baykoç, Naci Demirbaş (rahmetli oldu) ve Yusuf Türkol, 1986 yılında TRT için yaptığım bir programda duygularını ve neler yapacaklarını anlattılar.
Yabancıların seçip seçilebildiği ilk yerel seçimlerde 16 Türk Belediye Meclislerine girmeyi başarmıştı. Daha sonraki dönemlerde yapılan seçimlerde Türkler, toplamda ikiyüz ve ikiyüzelli gibi sayılarla meclislere girmişlerdir. Bugüne kadar Belediye Meclislerine seçilen Türkler’in sayısı beşyüzü geçmiştir. Fotoğrafta, Belediye Meclisleri’ne giren bir grup Türk kökenliyi bir araya getirdiğimiz toplantıda görüyorsunuz.
1986 yılında Belediye Meclisleri’ne seçilen 16 Türk’ten yedisi ile TRT için yaptığım röportajı izlemek için altaki link ile arama yapınız:
https://www.youtube.com/watch?v=rPcK–DSrAM 
İlhan KARAÇAY açıklıyor:  ‘KAHPE’ DEYİMİ İÇİN BENİ ELEŞTİREN OKUR-DOSTUMA…!

İlhan KARAÇAY açıklıyor: ‘KAHPE’ DEYİMİ İÇİN BENİ ELEŞTİREN OKUR-DOSTUMA…!


İlhan KARAÇAY açıklıyor:

‘KAHPE’ DEYİMİ İÇİN BENİ ELEŞTİREN OKUR-DOSTUMA…!

Türkçe ve Hollandaca konusunda çok iddialıyım. Uzmanlara göre
kahpelik azarlaması kadından çok, erkeğe daha iyi yakışıyor.

Türk dil bilimcilerine uyarı: Televizyonlardaki spikerler Türk dilini   piç ediyorlar. Düzeltmek için müdahale ediniz.

Sevgili Okurlarım,
Birkaç gün önce yazdığım ve yayınladığım, ‘Hollanda’nın kahpelikleri Türk toplumunu çileden çıkardı’ başlıklı yorumuma, çoğu olumlu olan bir yığın reaksiyon geldi. Ne var ki, bir dost-okurdan gelen reaksiyon protesto niteliğindeydi. Hoş, bu gerçekten iyi bir dost-okurun niyeti kötü değildi ama, yine de beni en azından biraz uğraştırdı. Bir yandan da iyi oldu, zira konuyu deşmeme yol açtı.
Dost-okurum, haberin başlığındaki ‘Kahpe’ deyimine takılmış. Bu deyim ile, kadınları rencide ettiğimi iddia ediyor. Bakın bana ne yazdı dost-okur:
İlhan Abi Merhaba.
Yazılarını düzenli olarak okumaya çalışıyorum. Eline sağlık.
Ama bu yazıdaki başlığı beğenmediğimi söylemeliyim. Kahpe, daha çok kadınlar için kulanılan bir aldatma/hakaret tanımlamasıdır. Bir olumsuzluğu, kadınlara yapıştıran bir yafta ile tanımlamak yerine, daha az cinsiyetçi bir tanım daha güzel olurdu. Bu yazdıklarım, yazının içeriği ile ilgili değildir. Hoşgörüne güvenerek bu eleştiriyi yazdım. Sevgi ve selamlarımla.
Bu dost-okura şu yanıtı verdim:
Kardeş, alttaki yazıya bakarsan, benim yanlış yapmayacak kadar deneyimli olduğumu anlayacaksın. Ben, tam 4 ünlü yazara redaktörlük yapıyorum. Türkçe ve Hollandaca’da çok titizim.Bilgilerine…
İlgin için de teşekkürler ve selamlar.
‘KAHPE’NİN AÇIKLAMASI
İnanır mısınız değerli okurlarım, haberi yazmadan önce başlığa koyduğum ‘Kahpelik’ deyimini, bir yanlışlık olmaması için Google’de aramış ve ikna olduktan sonra başlığa koymuştum.
Dost-okuruma, Bozok Sancağı adlı web sayfasında gördüğüm aşağıdaki açıklamayı gönderdim.
Bakın o açıklamada ne yazıyor:
‘Kahpe, beklenmedik anda sevgiliye, aileye, arkadaşlarına karşı veya kişilere kötülük yapan için kullanılan bir terim olduğu gibi, kişileri sırtından vuran, satışa getiren veya cinsel anlamda aldatan kişi için söylenir.
Kadına ait sıfatlanmış gibi görünse de, erkeği de vardır. Hele kahpe kavramı, ahlâksız kadınlardan çok ahlâksız ve ilkesiz erkeğe daha çok yakışır. (Cuk diye oturur)
Kahpelik, siyahla beyazın arasındaki fark kadardır. Kötü insanın ne yapacağını kestirebilirsiniz ama kahpelerin asla
Kahpelik, tamamen kişinin karekteri ile alâkalıdır. Bir insan bir kere kahpelik yapmışsa, bu onda bağımlılık yapar ve kahpeliği vücudundaki kan gibi taşır.’
Sevgili dost-okurum beni biraz uğraştırdı ama, öteden beri değinmek istediğim dil yanlışları konusuna girmem için bana yol açmış oldu.
Yazılarımı takip eden okuyucularımdan sık sık aldığım mesajlarda, çok anlaşılır bir dil kullandığım ve yazılarımın akıcı olduğu belirtilir. Bunu da tabii ki kendi yazı ekolüme borçluyum.
Kim bilir, yazılarımı iyi incelemeyenler, benim hafif Çukurova aksanıma aldanıp, yazı dilimin de ‘şiveli’ olduğunu sanıyor olabilirler. Başka ülkelerde hiç aşağılanmayan aksan konusu nedense Türkiye’mizde aşağılanır.
Naçizane şahsım, yenilikçiliği tercih ederim. Evvel yerine önce, sene yerine yıl, iptidai yerine ilkel, mutaassıp yerine bağnaz ve gerici yerine tutucu yazmayı tercih ederim.
Türkçe, dünyanın en zor dillerinden biridir. Türkçe yazım da çok zordur ve yanlışlarla doludur. Örneğin, benim de hâlâ yaptığım gibi, üleştirme sayıları rakamla yazılmaz.
5’er yerine beşer, 10’ar yerine onar ve 6’şar yerine altışar yazılmalı. Ama bunu uygulayan çok az. Ama ben bundan sonra bunun doğrusunu kullanacağım.
Dil konusundaki hassasiyetimi, daha önce yazdığım uyarı-yorumlarda belirtmiştim.
Ünlü yazarların, kocaman gazetelerdeki yazım hataları gözüme hep batmıştır.
Televizyonlarda kullanılan dilde de çok hatalar vardır. Rakam ile sayı, harf ile kelime arasındaki farkı bilmeyenler vardır. Yani, 12’nin bir sayı, 1 ve 2’nin de rakam olduğunu bilmeyenler vardır. Genellikle maç anlatan spikerlerin tamamı, ‘kritik’ deyimini çok kullanıyorlar. Kritik kelimesinin anlamı ‘tehlikeli’ olduğu halde, kalecinin güzel bir kurtarışına ‘Çok kritik bir kurtarış’ veya defans oyuncusunun güzel bir hareketine ‘Çok kritik bir hareket’ diyorlar. Bazı durumlarda topun dışarı çıkmasını sağlamak için es geçen futbolculara ‘topun çıkmasına izin verdi’ diyorlar.
Kale direkleri üstündeki lataya, ‘üst direk’ diyorlar. Kaldı ki direk, yere çakılı olan destektir.
Dil benzerliği olduğu için lataya ‘lat’ diyen Hollandalı spikerler, kalenin iki direği üzerindeki parçaya ‘lat’ diyorlar. Bu konuda verebileceğim yanlışlık örnekleri çok ama, fazla vaktinizi almak istemediğim için burada kesiyorum.
Hollanda dilinde de titiz olduğumu söylemiştim.
Tercüme işi, aslında çok hassas bir iştir. Hollandacayı tam tercüm ederseniz, bazı hallerde çok yanlış vurgulamalar yaparsınız. Bu nedenle ben tercüme yaparken, bazı durumlarda tam tercüme değil, anladığımı Türkçe yazarım.
Size son bir örnek vereyim.
Yine birkaç gün önce yayınladığım Lale Gül haberinde, Hollandaca bir cümleyi tercüme ederken büyük zorluk yaşadım.
Hollandacada ‘schild’ kelimesi kalkan, siper, koruyucu anlamındadır.
‘Lale Gül, 2019 yılında islam karşıtı görüşlerini sosyal medyada yayınlandığı zaman, sağ görüşlüler tarafından schild gehesen olmuştu’ şeklindeki cümleyi, ‘schild’in karşılığı kalkan, siper, koruyucu olduğu için, ‘Sağ görüşlülere karşı kendisini kalkan ile koruması gerekti’ şeklinde tercüme edecektim. Ama daha sonraki cümlede, ‘Bu nedenle kendisini sağ görüşlü ünlüler öğle yemeğine davet etti’ denildiği için şüpheye düştüm ve araştırmaya başladım.
Sonunda ne buldum biliyor musunuz? Kalkan ve siper olarak bildiğim schild kelimesinin yanına gehesen kelimesi konulunca, eski bir deyim olmuş. Bu deyim de ‘Baş tacı edildi’ anlamındaydı.
Ben de o cümleyi, ‘Lale Gül, 2019 yılında islam karşıtı görüşlerini sosyal medyada yayınaldığı zaman, sağ görüşlüler tarafından baş tacı edildi’ diye tercüme ettim ve ünlü sağcıların davetlerinden söz ettim.
Bir gün sonra da o Hollandaca cümleyi Facebook’ta yayınlayarak, ‘Bu cümleyi tercüme edebilene ödül vereceğim’ dedim.
Schild kelimesi nedeniyle, ‘Kazığa oturtacaklardı’, ‘İdam edeceklerdi’ diye tercüme edenler oldu.
İşte böyle değerli okurlarım. Gerek Türkçe’deki ve gerekse Hollandaca’daki bilgi ve titizliğimi bilmeyenler, Çukurova aksanım deneniyle varsın beni hafife alsınlar. Ama ben yazdıklarımı zevkle ve ilgiyle akıcı bir şekilde okuduklarını belirten okurlarıma şükranlarımı sunuyorum.
BİR HOLLANDALI GAZETECİNİN GÖZÜYLE: TÜRKLER AVRUPALI MI?

BİR HOLLANDALI GAZETECİNİN GÖZÜYLE: TÜRKLER AVRUPALI MI?

*Tüm karalama kampanyalarına rağmen, Türkler’in Avrupalılığa   çok yakın oldukları üzerindeki fikirler ağırlık kazanıyor.

*Türkiye’de araştırma yapan bir Hollandalı gazeteci, Türkler’in   genel kültürünün Avrupalılar ile bağdaştığını ima ediyor.

*Türkler’i ‘çalışkan bir toplum’ olarak niteleyen gazeteci,   Avrupa’nın büyük birişgücünden yararlanamamasından dem   vuruyor.

*Hollandalı gazeteci, Bursa’da geç saatlerde balık, İstanbul’da   sabaha kadar çilek ve diğer mevvelerin satın alınabileceğini, İst.   salonlarında lüks kahvaltı edilebileceğini ve insanların sokak   hayvanlarına iyi davranışlarını anlatan fotoğraflar kullandı.


İlhan KARAÇAY yazdı:

Türkler’in Avrupa toplumu ile bağdaşıp bağdaşamayacağı hakkında çeşitli görüşler var.
Benim kanaatıma göre, Türkiye’de yerleşik toplumlar arasında, Avrupalılar’dan daha medeni ve daha demokrat insanlar olduğu gibi, Avrupalılar ile eşit olarak kıyaslanabilecek insanlar da var. Tabii ki, gerek adet ve gelenek ve gerekse dini inanç nedeniyle, Avrupalılar ile bağdaşamayacak insanlarımız da var. Bu son savım, hâlâ Avrupa’da yaşamakta olan bazı Türkler için de geçerlidir. Yıllardır birlikte yaşadıkları Avrupalılar ile, nedeni ne olursa olsun, ilişki kuramayan Türkler’in sıkıntıları çok çeşitli.

AVRUPALI’DAN DAHA MODERN
Türk topraklarında, Avrupalılar’dan daha medeni ve daha demokrat insanların yaşadıkları yerler, İzmir, Mersin, İskenderun olarak sınırlanmamalı. Sahil kenti olmamasına rağmen Eskişehir de bu kentlere katılabilir. Tabii ki İstanbul’un da bu kentlere katılması lâzım ama, ‘eski İstanbul’un…
Hoş, bazı semtlerde modern ve demokrat kesimlerin kalıntıları kalmıştır ama, aslında yukarıda saydığım kentlerde de artık ‘kalıntılardan’ söz etmemiz gerekir. Zira, aşırı göçler bu kentlerdeki yaşamı, kültür ve gelenek açısından çok değiştirmiştir.
Mersin ve İskenderunlular’ın, Avrupalılar’dan daha toleranslı ve daha hoşgörülü olduklarının en önemli örneği olarak mezarlıklar gösterilebilir. Bu kentlere önceleri yerleşmiş olan halklar çeşitli inançlardan oluşuyordu. Kültür ve gelenekler iç içe kaynaşmıştı. Vefat eden birinin nereye gömülmesi gerektiğine karar verilirken, dini inançlara bakılmazdı. Müslüman, Hıristiyan veya Yahudiler yan yana gömülüyorlardı.
Mersin’in Asri Mezarlığı’nda, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi inancındaki ölülerin, yan yana olan mezarlıklarından iki fotoğraf görüyorsunuz.
Türk toplumu içinde, Avrupalılar’dan daha medeni, daha görgülü, daha sevecen ve daha demokrat insanların var olduğunu, 55 yıldır içinde yaşadığım Hollanda’da bir kıyaslama yaptığım zaman anlamışımdır.
Giyim-kuşam, misafir ağırlama, yeme-içme, kültür ve sanat konusunda o kadar geri kalmış Avrupalı gördüm ki, bunları izah etmeye kalkışırsam onlarca sayfa yazmam lâzım.
TÜRKLER AVRUPALI MI?
Ama isterseniz ben size bir Hollandalı gazetecinin bu konuda ne yazdığını özet olarak aktarayım.
Görsel ve yazılı medya mensubu olan Hollandalı gazeteci, ‘Türkler Avrupalı mı?’ başlıklı yazısında bakın neler demiş:
‘Türkler’in Avrupalı olup olmadığına dair soruya, kısa bir zaman öncesine kadar rahatlıkla ‘evet’ diyordum. 17 gün süren, İstanbul’un bir bölümünü de içine alan Avrupa’ya ait Trakya bölgesinde yaptığım geziden sonra, bu soruya nasıl cevap vermem gerektiğini bilemez oldum.
Bizim varsayımlarımızdan biri olan, ‘Avrupalılar yaşamak için çalışırlar’ söylemi, doğru bir yaklaşımdır. Türkiye’nin AB’ye üye olmasının karşısında olan, Avrupa Birliği’nin Yunan eski parlamenterlerinden Ionnis Averof, bundan önce yaptığım bir araştırma sırasında bana,
‘Türkler bizden daha çok çalıştıkları için, yakında bizim ekonomimizi ele geçirirler’ demişti. Ama bu iddiayı aktardığım bir Türk entellektüel de kulağıma şunları fısıldamıştı: ‘Sakın Yunanlılar’a söylemeyin, biz Türkler de en az Yunanlılar kadar uyuşuğuz.’
Herşeye rağmen Türk esnafının büyük bir kesiminin, günün büyük kesiminde çalıştıklarını görmüşüzdür. Bursa’da gecenin geç saatinde bile balık satın alabilirisiniz. İstanbul’da çilek veya diğer meyve çeşitleri satan tezgâhlar hiç kapanmazlar. Anlayacağınız, Avrupa Birliği’nin maksimum çalışma saati ile dükkân kapatma normları, Avrupa Birliği normları ile uyuşmamaktadır. Yani Türk toplumuna çalışma freni takmak gerekecektir. Bu nedenle Türkler’in uyuşuk olduğunu iddia edenler, onların Çinliler gibi çalışkan olduklarını gözardı ediyorlar. Aslında Avrupa’nın, Türk işgücünden yararlanması lâzım.
Büyük şehirlerde yaşayan Türk halkının küçük bir kesimi, liberal düşünce olarak Avrupalılar’dan daha geride değiller. Bizim de sabahları kahvaltı yaptığımız, İstanbul’un Taksim semtindeki İst. adlı yere gelen müşterilerin çoğunu modern Türkler teşkil ediyor. Orada başı örtülü bir kadın da var ama, açıkta sigara içmekte de beis görmüyor.
Türk toplumunu uzun süredir inceleyen profesyoneller, modernitenin alan kazandığına şahit oluyorlar. Ama, dünyayı gezmiş olan modern Türkler arasında, ülkeleri için milliyetçi ve şövenistliği tercih edenler de vardır. Bu durum, Avrupalılar için varit değildir ama Yunanlılar ve eski Yugoslavlar da topraklarına ve bayraklarına bağlılar.
En modern ve en Avrupai Türkler, ülkelerinin dışarıdaki olumsuz imajından ve son onyıllardaki gelişmelerin farkına varılmamasından rahatsızlık duyuyorlar.
‘Avrupa ile birlikte olmak istiyor musunuz?’ diye sorduğumuz Türkler’in çoğu, buna olumlu bakıyorlar ama, bazı olumsuz argümanları da sıralıyorlar. Türkler’e göre, Avrupa harika değildir. Ama, Irak, İran ve Suriye gibi komşulardan korunmak için sırtlarını dayabileceklerini sandıkları bir Birliktir. Aynı Türkler’e göre, Rusya ve ABD’nin varlığı da unutulmamalıdır.
Türk halkının büyük bir kesimi, geleneksel İslam’dan ziyade, modern Avrupa gibi davranış ve giyiniş içindedir. Onlara, güvensizlik duymamamız ve kabul edilmez saymamamız gerekir. Onların, tabii ki haklı olarak Avrupa’nın sunduğu zorlayıcı ikrama karşı çıkmak için iyi argümanları var ama, Avrupalı’ya da düşmanca ve somurtkan bakmıyorlar. Türklerin geneline baktığınız zaman, yabancılara karşı misafirperver ve cana yakınlar.
Gezdiğimiz onca ülke içinde, Türkler’in en kucaklayıcı insanlar olduğunu anlamışızdır.’
Hollandalı yazar, yabancılara karşı o kadar sevecen olan Türkler’in, birbirlerine karşı davranışları hakkındaki olmusuzluklara da yer vermiş. Otomobil park sorunundan mahalledeki sokak tartışmalarına örneklerle değinen yazar, Avrupa Birliği kurallarının, bu sorunlar karşısında zorlanacağını iddia ediyor.
Yazar şöyle devam ediyor:
‘Ülke gerçekten hoş bir ülke. Bu ülkede ikamet edenler de insancıl olma ölçüsünü aşmışlardır. Hayvanlar ile birlikte yaşama becerileri de var. Dün İstanbul’da sokak hayvanlarını görüntülemiştik. Bugün bir hayvan barınağında, elinde kaynak suyu olan bir bayanın hayvanlara nasıl su içirdiğini ve nasıl yedirdiğini görünce çok şaşırdık. Her hayvan için özel bölmeler yapılmış. Medeniyet ölçüleri içinde hayvanlara nasıl davranılması gerektiğini öğrenmek isteyenler için mükemmel bir yer. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu konuda bir karar vermek gerekirse, İstanbul bu konuda dünyanın en medeni kentidir.’
İşte böyle değerli okurlarım.
Avrupalılar’ın kavrayamadıkları gerçekler ortada dururken, bu bilinmeyenleri bilinir hale getirmek bizim görevimiz olmalıdır. Kendi inisiyatifleri ile Türkiye’ye gidip araştırma yapan ve gördüklerini filme çeken ve yazan gazetecilerin sayıları artırılmalıdır. Bunu da devletimiz yapmalıdır.
60 yıldır sürüncemde olan Avrupa Birliği üyeliği konusu, işte bu bilinmeyenler nedeniyle sonuçlanmamaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik konusu da başlı başına yazılacak bir sorundur.
Yine bir Hollanda gazetesi, bu konudaki gerçekleri dile getiren uzun bir yazı yayınladı. Yakında bu konuyu da sizler için yazacağım.
Esen kalınız.

 

HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU:TÜRK KIZI KİTAP YAZDI, HAYATI ZEHİR OLDU

HOLLANDA’DA YENİ BİR BİLİMKURGU:TÜRK KIZI KİTAP YAZDI, HAYATI ZEHİR OLDU

*Ailesine ‘roman yazıyorum’ dedi ama laf furyası ile ailesini   yerden  yere vurdu…

*23 yaşındaki Lale Gül, Türk ve islam geleneklerini sertçe   eleştiren  kitabının yayınlanmasından sonra evinden çıkamaz   oldu.

*Televizyonlarda ve gazetelerde günün konusu olan genç kız,         babası için ‘döllendiren’ annesi için de ‘irinli hamam böceği ve   faşist islam despotu’ yakıştırmasını yaptı.

*Din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden ölüm tehditleri   alan genç kız ‘yazarlığa tövbe’ dedi ama gelen cazip teklifler de   kafasını karıştırıyor.

İlhan KARAÇAY yazdı:

Bir Pazar gününüzü zehir etmek istemiyordum ama, Hollanda’da nelerin yaşandığını güncel olarak bilme hakkınız olduğu için bekletemedim. Ama söz, sizlere yarın iç açıcı bir yazı servis edeceğim. Yazının başlığını şimdiden müjdeleyim: Türkler Avrupalı mı?
Şimdi dönelim bugünkü konumuza…
Hollanda’da yeni bir ‘scienne fiction’ bilimkurgu filmi dönmeye başladı. Bu fimin başrol oyuncusu bu kez 23 yaşında Lale Gül adlı bir genç kızımız.
Ailesine ‘Roman yazıyorum’ diyen, ama roman yerine kendi hayatını yazarken Türk ve islam geleneklerini yerden yere vuran genç kızımız, gerek ailesinden ve gerekse din ve geleneklerine bağlı olan Türk kesiminden gördüğü tepkiler ve tehditler üzerine, hayata küserek dışarı çıkamaz hale geldi.
Kendi ifadesiyle, çeşitli çevreler tarafından lanet okunan genç kız, ‘Beni yuvasına pisleyen’ olarak anıyorlar diye dert yanarken, kalemini bir kenara attığını ve artık yazmayacağını belirtti.
Lale Gül’ün bir ilk olan kitabının adı ‘Ik ga leven’, yani ‘Yaşayacağım’. Ama öyle görülüyor ki, kitabında kullandığı hiciv, taşlama ve laf salatası nedeniyle hayatını zindana soktu. Kitapta kullandığı yazı dili, kendi deyimi ile yapısı olmayan, sokak dili ile yazılmış kaotik bir hikâye. Ama buna rağmen, kitapçılara sipariş verme yarışında ilk 10’na girmeyi başarmış.
Bakınız Lale Gül Hollanda medyasında nasıl değerlendirildi:

Lale Gül, kitabının yayınlanmasından iki hafta sonra çok naif davrandığını ve budalalık yaptığını kabul etti. Amacı, kendini örnek göstererek, Amsterdam’da yaşayan bir genç kızın, aşırı islam toplumu içindeki boğuşmalı yaşamını anlatmaktı. Yazacaklarından ötürü evde zorluk çekeceğini hiç hesaba katmamıştı. Sonuçta anne ve babası kırık Hollandacaları ile bir şeyin farkına varmayacaklardı ve sonunda da, ‘Amaaan, kulaktan dolma sözlerle yazılmış bir roman’ diyecekti.
Ama bu düşünce ne yazık ki suya düştü. Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra çıktığı Televizyon programından sonra, Gül ailesinin telefonları kilitlenmişti. Aile bireyleri, tanıdıklar ve tanımadıkları hesap sormaya başlamışlardı. Kitap, Türk toplumu içinde utanç yaratıcıydı.
Lale anlatıyor: ‘Babam, titreyen elleri ile tuttuğu telefondan herkese cevap vermeye çalışıyordu. Zira ben kendilerine bir aşk hikâyesi yazdığımı söylemiştim. Ama babam her gelen telefondan anladıklarıyla, benim neler yazdığımı öğrenmişti. O sırada babam bana ‘Kızım, ne yaptın sen, aile yaşamımızı sokağa döktün.’ diye feryat etti.’
‘Yaşayacağım’ adlı kitapta başrolü oynarken laf salatası yaptığını unutmuştu. Evde müzik dinlemek, öpüşme sahnesi olan film seyretmek ebeveyler tarafından yasaklanmıştı. Makyaj, ziynet ve selfi fotoğraf çekmek yasaktı. Doğum günü kutlamak ve dışarı çıkmak yasaktı. Okul gezisine gitmek, tatile bir erkek aile bireyi olmadan gitmek yasaktı. Erkek arkadaş edinmek, hele hele sevgili edinmek kesinlikle yasaktı.
Ama başrol oyuncusu yasakların olmadığı bir yaşam istiyordu. Kitabında da soruyordu: ‘Ne yani, bir ev bitkisi olarak mı yaşayacaktım? Evleneceğim, gülme yoksunu, Kur’an yutmuş bir uyuşuk erkeği seçecek olan beni döllendirenler, yaşamam gereken seksüel ilişkinin nasıl olması gerektiğini de mi anlatacaklar? Bunun için mi yaşayacağım? Allah benim bu trajedime sevinecek mi?’
Lale Gül kitabında, annesi arasındaki geçimsizliği, bir erkek arkadaşıyla ilişkisi nedeniyle çektiği zorlukları anlatırken, babasından ‘Beni döllendiren’, annesinden de ‘irinli hamam böceği ve faşit islam despotu’ diye söz ediyor.
‘Amacım, zehirleyici dil kullanmak değildi’ diyor Lale Gül ve ekliyor: ‘Amacım, yaşadığım gerçekleri yazmak ve kararı okuyuculara bırakmaktı. Ama yazım sırasında ebeveynlerime kızdım ve kızgınlığımı okuyucuların da bilmesini istedim.’
Lale Gül’ün anne ve babası, 1990’lı yıllarda Hollanda’ya göç etmişlerdi. Amsterdam’ın bir mahallesinde ikamet ediyorlardı. Annesi, üç çocuğa bakan bir ev kadınıydı. Babası ise postacı ve tren temizliği işleri yapmıştı. Lale, o günleri şöyle anlatıyor: ‘Amsterdam’da ikamet ediyorlardı ama, geldikleri köyü hiç terk etmemiş gibiydiler. Türk televizyonlarını izliyorlar ve kendi geleneksel norm ve değerlerinden kopamıyorlardı. Benim kot pantolon giyinmemden bile rahatsız oluyorlardı. Ne de olsa komuşulardan çekiniyorlardı. Sofu müslüman olarak cennet ve cehenneme inanıyorlar. Çocuklarının ahirette cayır cayır yanmasını istemiyorlardı. Bu nedenle bize bazı kısıtlamalar koymuşlardı. Annem, benim günahlarımın kendisine kaydolacağına inanıyordu. Allah’ın ona, ‘Kızın şeytanın peşine takıldığı zaman sen ne yaptın’ diye soracağına inanıyordu.
Lale’ye göre, müslüman kızların çoğu aynı baskı ve kurallar içinde yaşıyordu. Ama çoğunluğun da bu baskı ve kurallara uymadığını görüyordu. ‘Amsterdam Üniversitesi’nde, yüksek eğitimli müslüman kızlar ile konuşurken, onların da evden dışarı çıkamadıklarını ve arkadaş edinemediklerini duyuyordum. Ama onlar bu duruma isyan etmiyorlardı. Okula geldikleri zaman başörtülerini çıkarıyorlar ve gizlice arkadaşları ile buluşuyorlardı. Ama toplum içinde bununla mücadeleden kaçınıyorlardı.’ diyor Lale.
Lale’nin bu konudaki serüveni Kur’an okulunda başlamıştı. (Gazete Kur’an okulunun bağlı olduğu kuruluşun adını yazmış ama ben bundan imtina ediyorum.)
6 yaşından 17 yaşına kadar her Cumartesi ve Pazar günleri, Kur’anı ezbere öğreniyordu. Öğrenciler islam norm ve değerleri çerçevesinde öğrenim görüyorlardı. Lale’nin tuhafına giden, kendi görüş ve düşüncelerinin ne olduğunun sorulmaması idi. Kaldı ki gittiği ilkokulda buna imkân veriliyordu. Ama hafta sonları buna şansı yoktu ve kendi düşüncelerini yutmak zorundaydı. Kur’an hocasına ‘Neden biz başımızı örtüyoruz ama erkeklere hiçbir kural yok’ diye sormuş. Aldığı cevap şu olmuş:’Bu soruyu senin kulağına şeytan üfürdü.’
Lale Gül kitabında, Batılı görüşler ile peygamber öğretisini barıştırmak istiyordu. Şöyle diyor Lale: ’16 yaşında iken YouTube’de solcu Türkler’in filmlerini izliyordum. Onlara göre dini kurallara körü körüne bağlanmak yerine, günün şartlarına göre hareket etmek mübahtır. O zaman memnun olmuştum ve bundan böyle kimlerle özdeşleşeceğimi öğrenmiştim.’
Lale şöyle devam ediyor: ‘Bir hafta sonra sınıfta, eşcinselliğin bir hastalık olduğunu söylediğim zaman doçentimiz çok kızmış ve bunun hipokrit (münafık-riyakâr) bir düşünce olduğunu, hipokritlerin de çoğu zaman ateistlerden (inançsızlardan) daha kötü olduklarını belirtmişti’
18’inci yaşından itibaren kendisinin ‘islamofoob’ (islam korkusu) olduğunu belirten Lale Gül şöyle diyor: ‘O zaman dini inancın, insan yaşamındaki etkisinden endişe duymaya başlamıştım. Eşcinsel veya feminist kadınların yaşayabileceği hiçbir islam ülkesi yoktur. Kadın imam veya bir eşcinselin camiye girmesi gibi, islamı modernleştirme girişimleri hep baltalanmıştır. Yayınlanan dini tekstlerdeki yorumlar, peygamber öğretisini zayıflatınca, Hollanda-Türk toplumu içindeki tutuculuk SGP ( Dini Parti) oryantallığına dönüşüyor.’
Lale Gül, kitap yazımından çok önce, 2019’da görüşlerini sosyal medyada duyurmaya başladığı zaman, sağ görüşlü twitter kullanıcıları tarafından baştacı edildi. Bir anda kendisini De Telegraaf yazarı Wierd Duk, Forum Demokrasi Partisi lideri Thierry Baudet ve TV programcısı Fidan Ekiz öğle yemeğine davet ettiler. Bu buluşmalardan çok memnun olmuştu. Zira bu cesur görüşlerini destekliyorlardı. Baudet, kendisini parti propagandası toplantılarına davet etti. Ama 23 yaşındaki Lale, bu davete icabet etmediği için de memnun oldu. ‘Öyle umut ediyordum ki Baudet, bu yapısal konulara değinecekti. Ama öyle olmadı.’ diyor Lale.
Lale Gül, kitabının yayınlanmasından sonra da ilgi odağı oldu. Kendi pozisyonunda olan pek çok genç kadından aldığı mektuplarda tavsiyeleri soruldu. Okuyucular da onun kültüre bakış açısını tebrik ettiler. O da bir yazar olan Franca Treur’den aldığı mektupta, aynı konulara değinilecek olan bir kitap yayınlayacağını öğrendi.
Lale, islam karşıtları tarafından takdir ediliyordu ama evdeki durum bambaşkaydı.
Kitabın yayınlanmasından iki hafta sonra katıldığı televizyon tartışma programından sonra, ‘verem ol’ tehditleri başladı. Kitapta adından bahsettiği (Açık ismi yazmıyorum) dini kuruluşun başkanının telefon ederek kendisini mahkmeye vereceğini belirten Lale, ‘Amcalarımdan biri evime geldi ve bana ‘pis fahişe kızı’ dedi ve ağzımdaki dişlerin hepsini kıracağını söyledi. Annem de bana, ‘Amcana hak vermeden edemeyeceğim. Zira sen yazdığın kitapla bunu hak ettin’ dedi.’
Lale, artık sokakta tanınıyor ve tehdit ediliyordu. Bunun için savcılığa şikâyette bulundu. Evden dışarı çıkamaz oldu. Babası da, komşuların hesap sormasından korktuğu için dışarı çıkamaz oldu. Kitabın yayınlanmasından sonra camiye de gitmez oldu. Ama, postacılık işi için yine de sokaklara çıkma mecburiyetinde kalıyordu..
Lale anlatıyor: ‘Babam mahallede mektup dağıtırken, kendisine ‘Senin kızın da ikinci Ebru Umar oldu. ( O da yazdıkları nedeniyle Türkiye’den Hollanda’ya sınır dışı edilmişti) Neden kızına engel olamadın?’ diye soruyorlar. Babam da onlara ‘Ne yapayım, boğazını mı keseyim, söyleyin’ diye cevap veriyor. Babam eve gelince, ‘İnsanlarımızın nasıl olduğunu biliyordun, bunu hesaba katamaz mıydın’ diye azarlamaya devam ediyor.’
Dışarıdan gelen tehditlere karşı babası, 20 yaşındaki erkek kardeşi ve 22 yaşındaki yeğeni tarafından korunduğunu belirten Lale ekliyor: ‘Kardeşim insanları uyarıyor. Kardeşim ‘kim kız kardeşime dokunursa benden çekeceği var’ diyor. Onun desteği olmasaydı şimdiye çoktan tokatlanmıştım.’
Lale, diğer aile fertlerinden de destek bekliyordu. Ama onlar kendisine sırtlarını çevirdiler. Bu da çok zoruna gidiyor ve ekliyor: ‘Bana yuva pisleten diyorlar. Ama ben kendi hayatım diye yazdım. Kendi hikâyemi anlatmak hakkım yok mu? Bunu tekrarlamaya devam edeceğim. Ama birbirimizi anlayamıyoruz.’
Lale, aynı zamanda kendisini suçlu buluyor ve devam ediyor: ‘Öncelikle, kötü bir düşüncem yoktu, Sadece hikâyemi dökmek istiyordum. Ama pratikte bu böyle olmadı. Ebeveynlerimin bu yüzden hastalandıklarını görüyorum. Annem iki haftadır yatakta kıvarıp duruyor. Annem kız kardeşime şöyle diyor.’Bana felç inerse veya kendimi öldürürsem, bu Lale’nin kabahatidir.’ Bu da kardeşimi çok üzüyor. Dün kardeşim bana, ‘Bunu bir daha yapmayacağına dair söz ver. Annemin başına bunların gelmesini istemiyorum’ diyerek ağlamaya başladı.’
‘Olanları Hollandalı arkadaşlarıma anlattığım zaman bana, ‘Bu olağan durum karşısında kendini suçlu bulma’ diyorlar. Ama ben bunların hepsini hesaba katmadan hareket ettim.’ diyen Lale’ye diğer aile fertleri sırt çevirmişti ama kendi anne ve babası sırt çevirmemişti. Lale şöyle devam ediyor: ‘Bu durum en çok anne ve babamı zor durumda bıraktı. Annem ve babam bana yine de teklifte bulundular ve şöyle dediler:’Öyle sanıyoruz ki, şimdi pişmanlık duyuyorsun. Kitabın için seni af ediyoruz. Ama bir daha hiçbir tartışma ortamına girmeyeceksin.’
Lale bu durumdan çok memnun olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: ‘Yazdığım kitap ile görüşlerimi tüm dünyaya duyurdum. Hollanda, Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu öğrenmiş oldular. Böylece amacıma ulaştım sayılır. Şimdi kepengi indirdim. Annem ve babam ile bağdaşmak için yazmaya ‘stop’ diyorum’
Ama bu alınması çok zor bir karardı. Bunu da şöyle yorumluyor Lale: ‘İçimi kemiren bir his var. Benim için iyi bir yetenek diyorlar. Geçen hafta çok sayıda telefon geldi. Aylık dergi Elle’ye yorum yazmam istendi. Katıldığım Televizyon programı için sürekli katılım teklifi geldi. Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında konuşmam istendi. Bu nedenle kariyerli ve kamuoyu oluşturan bir yazar olma rüyaları görüyorum. Ama bunları yapmamam lâzım. Böylece yarayı deşmekten başka bir şey yapmış olmam. Aksi takdirde, bir daha asla düzelmez.’
Yıllarca çırpındıktan sonra elde etmek istediği serbestliğe ulaşmıştı Lale.
‘Baş örtüsü kullanmaya mecburiyetim yok, makyaj yaparak da dolaşabilirim. Yaz gelince kumsalda da uzanabilirim. Türk-Hollandalı pek çok kadının bunları nasıl elde ettikleri hakkında çok şeyler okudum. Tiyatrocu Nazmiye Oral ve televşzyon yapımcısı Fidan Ekiz’in, evlerine Türk olmayan erkeklerle gittiklerini de okudum. Bu gelişmeler bana hep umut veriyor. Demek ki bir gün bana da bu yol açılabilir diye düşünüyorum hep.’ diyor.
Lale anlatmaya devam ediyor: ‘Biliyorum, Nazmiye ve Fidan bu konuda tabii ki birer istisnadır. Ben bir Hollandalı erkekle eve gidemem ve artık yayın da yapamam. Kendimi buna alıştırmaya çalışacağım. Bunlar ebeveynlerimin bana sunacakları en iyi toleranstır. Ben anne ve babam ile vedalaşmak istemiyorum. Erkek ve kız kardeşim ile gizlice anlaşmak da istemiyorum. Çocuklarım olduğu zaman, anne anne ve dede diyebilmelerini istiyorum.’
Son olarak şunu söyleyebiliriz: Lale, şimdilerde anne ve babasının bilgisi dışında son mülakatlarını yapıyor. 23 yaşındaki yazarın kariyeri başlamadan bitiyor. Üniversitedeki eğitimine devam edecek. İleride evleneceği ve mutlu bir evlilik süreceği bir Türk erkek bulacak. Çok ileride belki yine kalemi eline alacak ve yazacak. Ama bunu şimdi hiç düşünmeyecek. Romanının filme çekilmesi için ciddi teklifler alan Lale, bunun gerçekleşmesi halinde, başına gelecekleri şimdiden bildiği için, bu teklifi de geri çevirdi.
Kendisiyle yaptığım bu görüşme bir umutsuzluk görüşmesi miydi acaba?
Lale, gülerek cevap veriyor: ‘Sana başka bir hikâye anlatmak isterdim. Zira benim yaşamım bir masal değildir.’

           AYAAN HİRSİ ALİ VE EBRU UMAR

Lale Gül, yayınlamış olduğu kitap ile, islamı yeren yazarlar zincirine katılmış oldu.
Bu yazarlardan biri de Somalili Ayaan Hirsi Ali idi. 2004 yılında Theo van Gogh ile birlikte, islam karşıtı Submission filmini yapmıştı. Bu nedenle van Gogh öldürülmüş, Ayaan Hirsi Ali de, hayatından endişe edildiği için ABD’ye sürgüne gönderilmişti.
Ne ilginçtir ki, solcu görüşlerle sivrilen Ayaan Hirsi Ali, ABD’de konservatif (tutucu) görüşlü bir Düşünce Kuruluşu olan Hoover Instituut’te çalışıyor.
Ama Lale Gül, Hirsi Ali ile kıyaslanmasını da doğru bulmuyor ve ‘O bir şahane insandır. O benim ancak ustam olabilir’ diye övgü yağdırmayı da ihmal etmiyor.
EBRU UMAR
Babası patoloji doktoru, annesi göz doktoru olan Ebru Umar, 2004 yılında öldürülen Theo van Gogh ile birlikte çalıştı. Çeşitli gazetelere yazdığı yorumlarda, müslümanların ve Türkler’in gözüne battı. Tehditler aldığı için savcılığa başvuruda bulundu.
23 Nisan 2016 günü, Kuşadası’nda polis tarafından tutuklandı. Suçu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçuydu. Bu tutuklama iki ülke arasında siyasi krize yol açtı. Daha sonra Hollanda Dışişleri’nin baskısı sonucunda sınır dışı edildi.
Sevgili Okurlarım,
Bugünkü yazım iç açıcı değildi. Hoş, dünyanın neresine giderseniz gidin, göçmenler için yazılacaklar arasında bu gibi konular yer alır.
Kanada’ya, Yeni Zelanda ve Avustralya’ya göç etmiş olan Hollanda toplumları içinde de gelişmemişliklere rast gelebilirsiniz. Bu, göçün bir kaderidir. Burnumuzun dibindeki Paris yakınlarında koloni halinde yaşayan Hollandalılar içinde de bunlar yaşanmaktadır. Mesele, dışa açılamamak ve kendi içlerinde boğulma meselesidir.
Yarın sizlere iç açıcı bir yazı servis edeceğim.
Yazımın başlığı ‘Türkler Avrupalı mı?’
Hem de bir Hollandalı gazetecinin görüşleriyle…