Kur’an-ı Kerim’i bile tercüme ederken, meallere dikkat etmeyen tercümanlar zihin karışıklığına yol açmışlardır.
9 aylık bir zaman birimi içinde Hollandacayı öğrenip, resmen ‘tercüman’ oldum ve Hollanda’ca diline birkaç kelime kazandırdım.
Bir dili bir başka dile çevirme işlemine verilen ‘tercüme’ adı, aslında bir sanattır.
Tercüme işini yapana da ‘tercüman veya mütercim veya çevirmen’ denir.
Aslında bu konuda da söylem ve anlam kargaşası vardır.
Örneğin, Hollandacada bu işi sözlü yapana ‘tolk’, yazılı yapana ‘vertaler’ denir.
Türkçe de de, bu işi yazılı yapanlara ‘Mütercim tercüman’ deniyor. Bir de ‘çevirmen’ var.
Şimdi, yazılı mı, sözlü mü, ne olursa olsun, biz bu işi yapanların becerilerine bakalım.
Eldeki orijinal bir metini, tercüme etmeleri için birkaç mütercime verdiğiniz zaman, onlardan alacağınız metinlerde farklılıklar görürsünüz.
Örneğin, kutsal kitaplar çok kişi tarafından tercüme edilmiştir. Ama ne var ki her çeviride farklılıklar vardır. Kur’an-ı Kerim’i tercüme edenlerin sayısı 30’u geçmiştir. Her tercümede farklılıklar vardır.
Bir arkadaşım, Arapça bilmediği halde, ‘Kur’an-ı Kerim’i ben de tercüme edeceğim’ dedi ve tercüme edilmiş olan kitapları masasının üzerine sererek ve kıyaslama yaparak daha düzgün bir şekilde yazmaya çalıştı. Hoş, buna tercüme denmez, dense dense düzenleme denir.
Kur’an-ı Kerim, aslında tercüme değil, meal olarak Türkçeye geçmiş sayılır.
Zira, Kur’an mealleri veya Kur’an çevirileri, basit anlamda Kur’an‘ı oluşturan sure ve ayetlerin tümünün, Arapça dışında bir dile, yazarın anladığı mana üzerinden aktarımıdır ve bu açıdan tercüme‘den farklıdır.
Yukarıdaki tercüme konusuna neden girdiğimi soracak olursanız, ‘Son günlerde yaşanan taciz olaylarından kaynaklandı’ diyebilirim.
Biliyorsunuz, son bir ay içerisinde, Hollanda’da sanat, spor ve siyaset dünyasında yaşanan taciz olayları gündeme oturmuş vaziyette.
Taciz olaylarının çoğu ‘cinsel taciz’den oluşuyor.
En son taciz olayı, Türk kökenli milletvekili Nilüfer Gündoğan imzasını taşıyor.
Hollanda dilinde taciz, ‘grensoverschrijdend gedrag’, yani ‘Sınırı aşan davranış’ diye. kullanılıyor.
Son günlerdeki taciz olaylarının hemen hemen hepsi ‘cinsel taciz’ olduğu için, ben de Nilüfer Gündoğan’ın suçlandığı haberde ‘cinsel taciz’ sözünü kullandım. Sınırı aşan davranışın ne olduğunu tam bilmediğimiz için, ben de sadece taciz yazmalıydım. Yanlış yaptım.
Tabii ki şimdilik yanlış yapmış sayılırım. Zira tacizin şekli hâlâ taraflar tarafından açıklanmadı.
Deventer eski Başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu, Facebook’ta yayınladığı yazısında, ‘Sınırı aşan davranışlar’ı, ‘Şirazeyi aşan davranışlar’ olarak tercüme etmiş. Bu da bir tercüme tercihidir tabii.
Tercüme konusundan bu kadar söz etmişken, biraz da şirazeden söz edeyim isterseniz.
Şiraze’nin iki anlamı vardır:
1- Ciltçilikte, kitap yapraklarını diplerinin ucundan birbirine bağlayan ve onları düzgün tutmaya
yarayan ince bez şerit.
2- Pehlivan kispetinin bir parçası.
Şirazenin mecazi anlamı ise denge ve düzendir.
Şirazesi kaymak, kontrolünü kaybetmek, saçma sapan konuşmak ya da davranmak demektir.
9 AYDA TERCÜMAN OLDUM
Naçizane şahsım, Hollanda’ya giriş yaptığım günden 9 ay sonra, hem de hiç kurs görmeden tercümanlık görevi üstlendim.
Konya ve çevresinden bir fabrikaya getirirlen 70 Türk işçisi için tercüman bulamayan Friesland’daki Halbertsma fabrikasının personel şefi, Büyükelçiliğimiz kanalıyla beni buldu ve tercümanlık teklifi yaptı. Bir yıl bu fabrikada tercümanlık yaptıktan sonra, bu kez Zeist’teki Gevato adlı fabrikanın iki direktörü, Gaziantep ve çevresinden getirilen 90 işçi için tercüman bulamayınca, Friesland’a kadar gelip bana çift maaşlı tercümanlık işi teklif ettiler. Burada da bir yıl tercümanlık yaptım.
Bir yandan gazeteciliği bir yandan da tercümanlığı yürütürken, Hollandaca dilini daha iyi kavradım. Bu arada Hollandaca diline de birkaç kelime kazandırma şansım oldu.
1976 yılında, yabancılar için ‘Wet arbeid buitenlanders’ (Yabancılar Çalışma Yasası) sözcüğünü ben ‘Yabancılar İstihdam yasası’ olarak tercüme ettim.
Ülkede illegal olarak kalmakta olan ve ‘kaçak işçi’ diye anılan yabancılara af verilmesi için çıkarılması istenen yasaya ben ‘Generaal Pardon’ demiştim.
O zamanlar burada sendikacılık yapan ve daha sonra ülkesi olan İspanya’ya gidip Bakan olan, ismini unuttuğum ünlü kişi, televizyonda yaptığı bir konuşmada benden söz ederken ‘Bay general pardon’ diye söz etmişti. Şimdi Wikipedia’yı tıkladığınız zaman, bu deyimin, ‘Hollanda’da ikamet ve çalışma izni olmayanlara, bu hakkın verilmesi için çıkarılan yasa’ için kullanıldığını okursunuz.
SONUÇ
Bakınız, taciz kelimesinin tercüme edilişinden kaynaklanan tercümanlık konusu nerelere kadar uzandı.
Eeeeee, böylece şahsımın da Hollandaca’ya kazandırmış olduğu bazı kelimeleri öğrenmiş oldunuz.
Peki, Nilüfer Gündoğan için yanlış olarak kullandığım ‘cinsel taciz’ sözü için ne mi yapacağım?
Taciz şekli açıklandıktan sonra, işin içinde cinsellik yoksa, tabii ki özür dileyeceğim.
DİREK Mİ LATA MI?
Tercüme konusuna değinmişken, yıllardır mücadele etiğim ama düzeltilmesine bir türlü nail olamadığım bir konu daha var. Konu, direk mi lata mı konusu.
Futbol maçı spikerleri, kaleyi meydana getirmiş olan tahta, lata veya odunlara ‘direk’ diyorlar.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, ağaçtan, demirden ya da betondan yapılmış, ağırlık çekebilecek kalınlıkta, uzun ve genellikle yuvarlak desteklere ‘direk’ denir. Yani dik duran destekler için kullanılır bu terim.
Peki, futbol oyunundaki kalenin üstündeki tahtaya Hollandalı spikerler ‘Lat’ (lata) diyor da, bizimkiler neden ‘lata’ demeyip de ’direk’ diyor? Tesadüf olacak ki, bizim ‘lata’, Hollandacada da ‘lat’ olarak geçiyor.
40 defa yazdım, ‘üst direk’ değil, ‘üst lata’ denmeli. Peki üstteki tahta değil de demir olursa ne mi diyeceğiz? O zaman da ‘Üst demir’ denir.
KRİTİK
Bir de ‘Kritik’ kelimesine değineyim.
Futbol spikerleri bu kelimeyi de yanlış kullanıyorlar. ‘Tehlikeli, endişe veren (durum)’ anlamı taşıyan bu kelimeyi çok sık kullanan spikerler, dilimizi dejenere ediyorlar. Topun kaleye girmesini önleyen harekete ‘çok kritik bir kurtarış’ diyorlar. Kaldı ki bu hareketler tehlikeli ve endişe verici durum değildir.
Futbolcunun güzel bir hareketine ‘kritik’ diyen bu spikerler için de dil bilimciler harekete geçmeli.
Dil bilgisi çok önemlidir değerli okurlarım. Dil bilgisi güçlü olanlar, yaşamdaki gidişatı da güçlü tutarlar.
Bu nedenle, çocuklarımıza da dilleri iyi öğretmemiz şarttır.
*Giethoorn’a destek ziyaretleri devam ederken, köyün gençleri özür buketi verdiler. Köylüler ‘Biz ırkçı değiliz’ diyorlar.
*Taciz ile suçlanan ve partisinden atılan Nilüfer Gündoğan, açıklama yaptı ama, suçlanma nedenini belirtmedi.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda ve Türk kamuoyunu günlerce meşgul eden, Giethoorn’daki ırkçı saldırı ve Nilüfer Gündoğan’ın taciz nedeniyle partisinden atılması haberleri, ilginçliğini devam ettiriyor.
Giethoorn’daki gelişmeler umut verici ve sevindirici bir şekilde gelişirken, Gündoğan konusundaki sır devam ediyor.
Giethoorn’da saldırıya uğrayan Hatice Yılmaz ve oğlu Yusuf’a yapılan destek ziyaretleri artıyor. DENK Partisi milletvekilleri Tunahan Kuzu ve Stephan van Baarle’nin yapmış olduğu ziyaretten sonra, Hollanda Türk Platformu PTN çatısı altında birleşmiş olan, Hollanda Türk İslam dernekleri Federasyonu Başkanı Ömer Altay, Hollanda Türk Federasyon Yönetim Kurulu Üyesi Sadettin Şimşek ve Hollanda Türk Girişimci Dernekleri Platformu Başkanı Durmuş Doğan da destek ziyaretinde bulundular.
Ziyaretçilerin, ‘Korkmayın, maddi ve manevi olarak destekçiniziz’ dedikleri Yılmaz ailesi, memnuniyetlerini dile getirdiler.
Türk kuruluşlarının ve medyanın etkisinde kalan köyün gençleri de Yılmaz ailesine bir buket vererek özür dilediler.
Gerek Türklerden ve gerekse komşulardan destek gelmesine rağmen, yaşananların etkisinden kurtulamayan Yılmaz ailesi, köyü terketme fikrinden vazgeçmediler. Bu ayın sonunda köyü terkedeceklerini belirten Yılmaz ailesine, ev bulma ve taşınma konusunda Belediyenin rolünün ne olduğu bilinmiyor.
NİLÜFER GÜNDOĞAN OLAYI
Hollanda’yı birkaç gündür meşgul eden Nilüfer Gündoğan olayının içyüzü esrarengizliğini koruyor.
Gündoğan’ın, partiden uzaklaştırılmasına neden olacak ‘sınırı aşan hareket’lerin ne olduğu, gerek parti ve gerekse Gündoğan tarafından hâlâ açıklanmadı.
15 Şubat tarihli twitter hesabından bir açıklama yayınlayan Nilüfer Gündoğan, direnişçi bir yapıya sahip olduğunu, gerek tehdit edenler ile ve gerekse kendisi hakkında tacizci suçlaması yapanlarla mücadele edeceğini belirtirken, ülkenin en ünlü avukatlarından Geert-Jan Knoops ile haklılığını ortaya çıkaracağını söyledi.
Nilüfer Gündoğan hakkında yayınlanan gazete haberleri ve televizyon programlarında, her iki tarafın ketumluğu eleştitiliyor.
Değerli Okurlarım,
Deventer eski başkonsolosumuz sevgili Orhan Ertuğruloğlu dün beni aradı ve Nilüfer Gündoğan haberleri konusunda fikir teatisinde bulunduk. Ertuğruloğlu, Hollandaca dilini çok iyi bir şekilde Türkçeye çeviren bir bilgiye sahip. Hatta her Pazar günü hiç üşenmeden, Hollanda’da sahnelenen bir tiyatro oyununu uzun uzun tercüme eder ve Facebook’a koyar. Bu konuda çok takdir ve teşekkür alır.
Eski Başkonsolosumuz, iyi takip ettiği haberlerden, Gündoğan için bakınız nasıl bir kanıya varmış. Aynen yayınlıyorum.
NİLÜFER GÜNDOĞAN OLAYININ İÇ YÜZÜ
Bugün TV’de yer alan haberlerde duruma açıklık getirildi ve Nilüfer Gündoğan’ın, parti personeline kötü muamele ettiği, o nedenle personelin şikayetçi olduğu, hakkında tahkikat açıldığı bildiriliyor. Türkçeye Şirazeyi aşan davranışlar şeklinde çevirebileceğim. Hollandaca ‘grensoverscrjdend gedrag’ -behaviour overstepping boundaries- ibaresi, genellikle cinsel taciz ve sarkıntılık anlamında kullanılıyorsa da, nadiren bu anlama da gelebiliyor.
Nilüfer ise, 41.000 oy aldım, görevime kimse son veremez. Görevimin başındayım diyor.
(Bugün iki haberim var. Sevgililer Günü haberim en altta)
Cinsel taciz ile suçlanan kadın, Türk kökenli milletvekili Nilüfer Gündoğan.
Partiden yapılan açıklamada, gelen çeşitli şikâyetler üzerine, Gündoğan’ın partiden ihraç edildiği ve Gündoğan’ın parti adına hiçbir tasarrufta bulunamayacağı belirtildi.
Suçlamaya çok şaşırdığını ve hiçbir şeyden haberi olmadığını belirten Gündoğan, bu suçlamanın, kendisini uzun süredir tehdit edenlerin bir komplosu olduğunu sanıyor.
İlhan KARAÇAY’ın haberi
Sanat, siyaset ve spor camiası içinde, cinsel taciz olayları ve suçlananların art arda istifaları ile çalkalanan Hollanda’da, şimdi de bir kadın tacizci haberi, ortalığı yeniden karıştırdı.
Olayın kahramanı, Türk kökenli milletvekili Nilüfer Gündoğan.
Gündoğan’ın bağlı olduğu VOLT Partisi’nden yapılan bir açıklamada, kendilerine gelen şikâyetler üzerine, Gündoğan’ın parti ile ilişkisinin kesildiği ve parti adına hiçbir tasarrufta bulunamayacağı belirtildi.
Şikâyetlerin araştırılması için özel bir büroya talimat verildiği belirtilen açıklamada, mağdurların rahat bir şekilde çalışabilmeleri için, Gündoğan’ın partiden uzak durması istendi.
Gelişmelerden sonra konuşan Nilüfer Gündoğan, bu durum karşısında şaşkınlık geçirdiğini ve hiçbir şeyden haberi olmadığını belirtirken, ‘Bunlar belki de, uzun süredir beni tehdit edenlerin bir oyunudur’ dedi.
VOLT Partisi’nin mecliste korona sözcülüğünü yapan Gündoğan, özellikle Forum voor Democratie partisi mensupları ile sert tartışmalar yapıyordu. Telefon, posta, email ve twitter yoluyla tehdit edildiğini ve annesine de küfürler yağdırıldığını belirten Gündoğan için, polis tarafından koruma önlemleri alınmıştı.
Gündoğan hakkında parti tarafından yapılan açıklamada, tacizin şekli ve kaç kişiye yapıldığı konusunda bilgi verilmedi.
Parti’nin ihraç kararı, Gündoğan’ı milletvekilliğinden düşürmedi. Gündoğan, kendi isteği ile milletvekilliğinden istifa etmemesi halinde, tarafsız veya bir parti kurarak milletvekili olarak kalacak.
HİCİVLİ DE OLSA BİR ANI
Geçen hafta taciz olayları ile ilgili olarak haber yazarken Türkevi Araştırmalar Derneği Başkanı arkadaşım Veyis Güngör telefonla aramıştı. Arkadaşıma, hemen hemen tüm erkeklerin potansiyel tacizci gibi gösterilmesine üzüldüğümü belirtmiş ve ‘Ne yani kadın tecavüzcü yok mu?’ demiştim. Arkadaşım ‘örnek vererek yaz’ demişti.
Örnek aramaya gerek yoktu. Ben de kendisine başımdan geçen bir konuyu anlattım: ‘Televizyondaki bir kadın çalışan ile röportaj için İstanbul’a gitmiştik. Konakladığımız otelde odalarımız karşı karşıyaydı. Bir akşam üzeri bu arkadaş odama geldi ve yatağıma sere serpe uzandı. Açıkça cinsel ilişkiye davetti bu davranış. Bunu bir erkek yapsaydı cinsel taciz denilebilirdi. Bu duruma çok kızdım ve ‘Hadi kalk yemeğe gidiyoruz’ diyerek ilgisiz davrandım. Ne yani ben de bu tavıra cinsel taciz mi diyeyim.’
Arkadaşım, ‘Boş ver yazma’ dedi ve ben de yazmadım.
Ama şimdi yazmadığım için pişmanım. Zira bakınız, doğru veya yalan, bir kadın tacizci hikâyesi çıktı şimdi.
VOLT PARTİSİ VE NİLÜFER GÜNDOĞAN
Hollanda genel seçimlerine ilk kez katılan VOLT Europa Partisi (Genelde sadece VOLT olarak söz ediliyor), sürpriz bir şekilde üç koltuk kazandı. Parti seçim listesinin ikinci sırasında yer alan Nilüfer Gündoğan da böylece meclise girmiş oldu.
Sizlere Nilüfer Gündoğan’ı tanıtmadan önce, çok ilginç bir yapıya sahip olan VOLT Partisi’nden söz edeyim.
2017 Yılında İtalya’da Andrea Venzon tarafından kuruldu. İdeolojik yapısı, sosyal liberal ve tam bir Pan-Avrupa taraftarı. Lüksemburg’da, kâr amacı gütmeyen bir dernek olarak kayıtlı. Ayrıca, Avrupa Birliği Yeşiller fraksiyonuna kayıtlı. 30 Avrupa ülkesinden 20 bin aidat ödeyen üyesi var.
Avrupa Birliği’ni gözü kapalı destekleyen bu kuruluşa, Birliğin finansal katkısı var mı yok mu bilemiyorum.
İtalya’dan başka, Almanya, Hollanda, Belçika ve Bulgaristan’da siyasi parti olarak faaliyet gösteriyorlar ama yakın biz zamanda tüm Avrupa ülkelerinde faaliyete geçecekler.
Avrupa sınırları içinde yaşayan tüm insanların, eşit bir şekilde yaşayabilmeleri için, bir tek yasa altında yönetilmeyi şart koşan bu parti şu örneği veriyor: Almanya, Lüksemburg, Holland ave Belçika’nın yer aldığı bir Limburg Bölgesi var. Bu bölgede yaşayan insanların, çalışma veya okula gitme alanları diğer ülkede olabiliyor. Bir ülkede ikamet edip bir başka ülkede işe veya okula gidenler, çeşitli yasalar ile karşılaşıyorlar. Bu parti, işte bu nedenle, yasaların tüm Avrupa ülkelerinde aynı olması gerektiği belirtiliyor.
NİLÜFER GÜNDOĞAN (VOLT EUROPA PARTİSİ)
Nilüfer Gündoğan, Pan-Avrupa partisininden meclise girdi
Babası 1980 ihtilalinden önce Hollanda’ya göç etmiş bir eğitimci.
Annesiyle birlikte Hollanda’ya geldiği zaman 18 aylıktı. Annesi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeğeni olduğunu söylüyor.
10 yıl önce siyasete atılmış ve Demokrat 66 Partisi’ne üye olmuş. Eşinin vefat etmesinden sonra siyaseti bırakmış. Ama aradan bir müddet geçtikten sonra, 4 yıl önce VOLT Partisi’nden gelen teklifi geri çevirmemiş.
Bir yayın organına verdiği beyanatında, Türkiye’deki gelişmelerden memnun olmadığını belirten Nilüfer Gündoğan, mecliste temsil edeceği insanlar için, kadın-erkek eşitliği, cinsel tercih eşitliği, dini ve siyasi görüş özgürlüğü için mücadele edeceğini söylüyor.
************************
SEVGİLİLER GÜNÜ’NÜ, DİNİ İNANÇ OLARAK DEĞİL, SEVDİKLERİNİZ İÇİN KUTLAYIN !
*Sevgililer Günü’nü mübah saymayanlara, Hollandalı Aşk Profesörü’nden destek:
*Aziz Valentine, eşcinsel olduğu için kafası kesilmiş.
*Başlığa bakıp, iddiaya katıldığımı sanmayınız. Yorumumu sonuna kadar okuyunuz.
İlhan KARAÇAY’ın yorumu:
14 Şubat 496 yılından bu yana, yani tam 1526 yıldır tüm dünyada kutlanmakta olan ‘Sevgililer Günü’, bir iddiaya göre, romantik bir aşkın acı sonundan kaynaklanmamış.
Sevgililer Günü’nün kahramanı Valentine adında bir rahptir.
Hz. İsa’nın doğumundan sonra üçüncü yüzyılda Roma’da yaşamış olan Aziz Valentine, o zamanlar halkı içinde korku estiren Kral Claudius’un evlenmeyi yasaklaması nedeniyle ortaya çıkmış bir kahramandı.
Claudius, savaşa göndereceği askerlerin, aile, eş ve çocuk gibi ilişkilerden etkilenmemeleri için bu yola başvurmuştu. Bu emre uymayanların kafası kesiliyordu. Bırakın evlenmeyi, el ele tutuşan erkek ile kızların da kafası kesiliyordu.
Aziz Valentine ise, seçmiş olduğu Hırıistiyanlık dininin böyke bir uygulamayı kabul etmeyecek kutsal bir din olduğunu öne sürerek bu duruma isyan ediyordu.
İşte o zaman genç kız ve erkekler Aziz Valentine’ye başvuruyorlar ve kilise kurallarına göre gizlice evleniyorlardı.
Bu durumu öğrenen Kral Claudius, emirlerini hiçe sayan Aziz Valentine’nin kafasını kestirmişti.
Aziz Valentine’nin katledilişi halkın büyük bir kesimini çok üzmüştü ama, Kral korkusuyla hiç kimse sesini çıkaramamıştı.
Sevgilileri birleştirmek suçu nedeniyle 269 yılında öldürülen Aziz Valentine, ölümünden 227 yıl sonra 496 tarihinde, ruhu şadolacak bir şekilde ödüllendirilmişti.
Zamanın Papa’sı Gelasius, 14 Şubat 496’da, her 14 şubatı ‘Sevgililer Günü’ olarak ilan etti.
İşte o tarihten bu yana her yıl tüm dünyada 14 şubat günü ‘Sevgililer Günü’ olarak kutlanıyor.
Sevgililer Günü, 1800 yıllardan sonra Amerika’da Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana, günümüzde daha çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay haline geldi. Bunun doğal sonucu olarak olayın ticari yönü çok gelişti. Neredeyse herkes her yıl 14 Şubat’ta sevgililerine veya eşlerine bu günün ruhu ile bütünleşen, karşı tarafa sevgilerini anlatan hediyeler veriyor. Bu hediyelerin başında ise sade ama bir o kadar anlamlı çiçekler geliyor. Sevginizi, alacağanız çikolata veya yollayacağınız bir kart ile de anlatmanız mümkün. Kısacası bu özel günde yanınızda gerçekten sevdiğiniz birisinin olması ve sevginizin karşılığının olduğunu bilmek herhalde hepsinden çok ama çok daha önemli.
Hıristiyan alemindeki bu gelişme, Müslümanlar’ın tutucu kesimi tarafından dışlanıyor.
Hollanda’da ‘Aşk Profesörü’ olarak tanınan Renzo Verwer, De Telegraaf gazetesinde yayınlanan bir röportajında, Aziz Valentine’yi ‘eşcinsel’ olarak tanımladı ve bu yüzden kafasının kesildiğini iddia etti.
Tutucu Müslümanları memnun edecek olan bu idianın doğru olup olmadığı tartışmaları bakalım ne getirecek.
Tüm dünyada, evlenmeleri yasak olan rahipler hakkında eşcinsellik dedikoduları sürüp giderken, Aziz Valentine’nin de eşcinsel olduğu iddiası pek önem taşımıyor.
Ama, Aziz Valentine’nin, eşcinsel olduğu için öldürüldüğü iddiası üzerinde durmak lazım.
O zamanın Kralı Claudius, eşcinsel oldukları iddia edilen diğer rahipleri cezasız bırakırken, Aziz Valentine’yi neden öldürtsün ki?
Sağlıklı ve mantıklı düşünceye göre, Aziz Valnetine, Kral’ın emrine karşı çıkarak sevgilileri evlendirdiği için öldürmüştür.
Hollandalı ‘Aşk Profesörü‘nün bu son iddiası, her zaman olduğu gibi, eşcinselliği öne çıkaran basit bir reklam girişimidir.
Eşcinsellik konusu, Hollanda’da zaten her daim ön planda reklamı yapılan bir illet olmaya devam edecektir.
Cinsel tercihi ne olursa olsun, evlenmeleri yasaklanan gençleri birleştirdiği için kafası kesilen Aziz Valentine’yi, her 14 şubatta, sevgililerimize birer çiçek vererek anmaya devam edelim.
HINCAL ULUÇ’UN HİKAYESİ
Sevgililer Günü olarak kutladığımız bu günün nasıl doğduğu hakkında çeşitli rivayetler var.
Değerli dostum Hıncal Uluç her yıl bu günü yazar. Sevgililer Günü’nü Türkiye’ye 1980 yılında kendisinin kazandırdığını da anlatır. Bir de sık sık tekrarladığı bir hikayesi vardır Hıncal’ın.
Bir delikanlı ile bir genç kız birbirlerine deli gibi âşık olurlar. Birbirlerini o kadar çok severler ki, nişanlanmaya karar verirler. Genellikle nişanlılar birbirlerine hediyeler sunarlar. Ancak delikanlı yoksuldur ve hediye alacak parası yoktur. Sahip olduğu tek zenginlik, ona dedesinden kalan saattir.
Genç kızın zenginliği de saçlarıdır. Delikanlı, sevgilisinin güzel saçlarını düşünerek ona gümüş bir tarak almak ister. Bunun için de dedesinden kalan kol saatini satmaya karar verir. Aynı şekilde genç kızın da sevdiği erkeğe nişanlılık hediyesi alacak parası yoktur. O da yaşadığı yerin en büyük tüccarına giderek, kestirdiği saçlarını satar. Eline geçen parayla da sevdiği adamın saatine altın bir köstek satın alır ve nişanlanacakları gün buluştuklarında genç kız nişanlısına, onun sattığı saat için bir köstek; delikanhysa genç kıza, kızın kestirdiği saçlarını taraması için gümüş bir tarak hediye eder.
Hediyelerin kullanılacağı alan kalmamış olsa da niyet ve fedakârlık unutulmayacak kadar büyük ve önemli boyuttadır.Türk kültüründe hediye alışverişi, verildiği zamanlara göre çeşitlilik göstermektedir.
BU DA BİR BAŞKA RİVAYET
Sevgililer Günü’nün başlangıç tarihi eski Roma İmparatorluğu zamanına uzanıyor. Eski Roma’da 14 Şubat günü bütün Roma halkı için önemli bir gündü. Çünkü bu günde Roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno’ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırdı. Juno ayrıca Roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da biliniyordu. Bu günü takip eden 15 Şubat gününde ise Lupercalia Bayramı başlıyordu. Bu bayram halkın genç nüfusu için büyük önem taşıyordu. Bunun nedeni ise yaşantıları kesin kurallar ile sınırlandırılmış, bunun doğal sonucu olarak bir birliktelik yaşama şansı olmayan bu gençler sadece bu bayram süresince bile olsa birbirlerinin partneri oluyorlardı. Hangi genç bayanın hangi genç erkek ile bir çift oluşturacağı eski bir gelenek olan ve Lupercalia Bayramı’nın arife günü yapılan bir çekiliş ile belli oluyordu. Romalı genç kızlar isimlerini küçük kağıt parçalarının üzerine yazıp bir kavanoza koyuyorlardı. Genç Romalı erkkeler ise kavanozdan bu kağıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram eğlenceleri boyunca beraber oluyorlardı. Bu birliktelikler birbirine aşık olan çiftler için bayram süresinin dışına taşıp genellikle evlilikle sonlanıyordu. İmparator 2. Claudius, Roma’yı kendi katı kuralları ile zalimce yöneten bir hükümdardı. Onun için en büyük problem ordusunda savaşacak asker bulamamaktı. Ona göre bu durumun tek sebebi Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. İşte bu yüzden Roma’daki tüm nişan ve evlilikleri kaldırdı. Aziz Valentine de Claudius’un hükümdarlığı zamanında Roma’da yaşayan bir papazdı. Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte Claudius’un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etti. Ancak imparator bu durumu bir süre sonra öğrendi. Aziz Valentine insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. Milattan sonra 270 yılının 14 Şubatı Hristiyan şehitliğine gömüldü. Aynı zamanlarda Roma’daki putperestler, şubat ayı içinde kutlanan Lupercalia Bayramı’nı kendi putperest tanrıları için kutluyorlardı. Bayram öncesi yapılan geleneksel çekilişi ise seromoniye bağlı kalarak kendileri için uygulamaya başladılar. Hristiyan Kilisesi’nin ilk kurulduğu yıllarda hizmet veren papazlar bu törenlerin, özellikle de evlenmemiş gençlerin putperestler ile birlikte anılmasından rahatsız oldukları için bir çözüm buldular. Bu gençlerin isimlerinin azizlerle birlikte anılmasını istedikleri için Lupercalia Bayramı’nın başladığı günü Aziz Valentine Günü olarak kutlamaya başladılar. O gün bugündür her yılın 14 Şubat’I Sevgililer Günü olarak kutlanmaya devam ediyor ve yeryüzünde kadın ve erkek beraber olduğu sürece de kutlanmaya devam edecek gibi.
Milattan sonra ilk yüzyıllardan beri her yıl şubat ayının ondördünde kutlanan Sevgililer Günü’nün başlangıcı ile ilgili o günden günümüze kadar gelmiş çeşitli efsane ve hikayeler var. Bazı kaynaklara göre bu özel günün kutlanma sebebi Hristiyanlığı seçtiği ve bu inancından vazgeçmediği için öldürülen Romalı Aziz Valentine. 14 Şubat 270 yılında ölen Valentine’nin ölüm günü o günden sonra Sevgililer Günü olarak kutlanmaya başlanmış. Efsanenin başka bir yönü ise Aziz Valentine’nin İmparator Claudius hükümdarlığı ile aynı dönemde bir tapınakta papaz olarak hizmet vermesi ile ilgili. Claudius Valentine’i emirlerine uymadığı ve kendisine başkaldırdığı için tutuklatıp öldürdü. Bu olaydan 226 yıl sonra 496’da Papa Gelasius Aziz Valentine’i onurlandırmak için Şubat 14’ü Aziz Valentine Günü olarak belirlemiştir. Yıllar geçtikçe yavaş yavaş Şubat 14 sevgililerin, aşıkların birbirlerine aşk mesajları yolladığı bir gün haline geldi. Bununla pararel olarak Aziz Valentine de bütün sevenlerin koruyucu azizi haline gelip böyle anılmaya başlandı.
*Neden hep aynı adamlar besleniyor ve şımartılıyor?
*Dün A diyenler, bugün Z deyince neden değerleniyor?
*Konuşma ahlâkından yoksun kişiler neden revaçta?
*Fikir üretemeyenler bulunmaz Hint kumaşı mı? *Küfür ve şiddete varan tartışmalar düzmece mi?
Değerli Okurlarım,
Hiç bir istisna yapmadan (tabii ki tenzih edeceklerim vardır) Türkiye’deki tüm televizyon yayıncılarından şikâyetlerimi dile getireceğim bu serzenişe sizlerin de katılacağınızı umut ediyorum.
Önemli futbol maçları ve kaliteli dizi filmler dışında en çok izlediğim programlar, tabii ki tartışma programları oluyor. İlk yıllarda, tartışmaya katılanların düzeyli davranışlarına şahit oluyorduk.
Örneğin, Uğur Dündar ve rahmetli Mehmet Ali Birand gibi moderatörlerin yönettiği tartışma programlarında, ‘siz’ yerine ‘sen’ diyenleri bile yargılıyorduk.
O zamanlar sinema filmlerimiz de düzeyliydi. Hiç unutmam, Ayhan Işık bir filmde Kenan Pars’a ‘lan’ diye hitap etmişti. O zaman ne kadar şaşırmıştık. Kenan Pars kötü rolde olduğu için biraz da bu lafı beğenmiştik. O zamanki filmlerde ‘lan’ kelimesi bile sakıncalıyken, şimdiki filmlerde sarfedilen sözleri hiç anmayalım isterseniz.
Şimdilerde yayınlanan TV Tartışma Programları, bırakın düzeyli konuşmayı, insanı şaşkına çevirecek kadar ucuz ve taraflı konuşanlarla doludur.
Hollanda televizyonlarında izlediğim tartışma programlarındaki olgunluk ve doyuruculuk, seyir güdümüzü güçlendirirken, Türkiye televizyonlarında izleme talihsizliğine düştüğümüz konuşmalar ile kahroluyoruz.
Hemen hemen her TV şirketinde birkaç tartışma program sunucusu var.
Ulusal yayın yapan televizyonların hemen hemen hepsinde, tartışma programlarında hep aynı simaları görüyoruz. Saatlerce birbirlerine laf yetiştiriyor gibi hem de birbirlerine bağırarak tartışıyorlar. Sanki memlekette uzmanlaşmış adam kalmamış gibi…
Hollanda televizyonlarında yapılan günlük tartışma programlarında, her konunun uzmanına aşırı olmayan makul bir zaman ayırlır, arkasından başka uzmanlara söz verilir. Moderatör izin vermediği sürece dehiç kimse araya girmez. Bir tartışma programında, alanında uzman çok kişi konuşturulduğu halde seyirci sıkılmıyor. Türkiye televizyonlarındaki tartışma programlarında ise, üç, dört kişi saatlerce farklı konuların hepsinde uzmanmış gibi konuşmaya devam ediyorlar.
Şimdiki tartışma programlarının çoğu, şakşakçı konuşmacılarla dolu. Muhaliflikte ekmek parası bulamayanların bazıları da, eskiden A derken, şimdi Z demeyi seçerek bu programlarda yer buluyorlar. Bu konuda çok sevdiğim iki isim var ama, şimdi burada o isimleri zikretmek istemiyorum.
Bu iddialarımın aksi de oluyor tabii…
İktidar lehine döneklik yaparak iş bulanların yanında, iktidara kızıp muhalefete geçip iş bulanlar da var.
Bazı televizyon şirketleri, tartışma yapan ekip içine, güya muhalifmiş gibi davranan kişileri koymayı ihmal etmiyor. Bazıları da tarafsızlık sahteciliğine bürünüyor.
Konuşmacıların iktidarı mı, muhalefeti mi destekledikleri hiç umurumda değil. Sonuçta herkes kendi fikrini söyleme hürriyetine sahiptir.
İyi de, kendilerinin bile inanamayacağı yalanları bize satmaya çalışanları dinlemek mecburiyeti bize verilmiş bir ceza mı?
Karşımıza ‘uzman’ diye oturtulan kişilerin çoğunun, ‘uzman’ değil, ‘aşırı ve muzmin’ partili oldukları açıkça ortada değil mi?
Her gece ekranlarda boy gösteren aynı simaları göre göre bıktık usandık vallahi.
Sevimsiz hale gelen bu simalar, bilinçli ve düzmece bağırışları sırasında ne kadar çirkinleştiklerini, sonradan izledikleri yayınlarda görmüyorlar mı?
Adamlar, konular hakkında uzman değil ama, tartışma konusunda uzmanlaşmışlar adeta. Karşısındakini konuşturmamak ve konuştuğunu duyurtmamak için ders almışlar adeta…
Programlardaki simaları göz önüne getirin, tartışmalar saatlerce sürüyor. Konuşmacılar birbirlerini anlamaya fırsat vermeden, aynı anda yüksek sesle konuşuyorlar. Kimin ne konuştuğunu ne sunucu anlıyor ne de seyirci. Ekranlarda yaşanan bu anlamsız tartışma şekli, ne yazık ki, seyici üzerinde olumsuz etki yaratıyor. Böyle olunca günlük yaşamda da yurttaşlarımız kızgın bir şekilde birbirine bağırarak konuşmayı kopya ediyorlar. Konuşmacıların, kızınca birbirlerine hakarete varan sözcükler kullanmaları da işin bir başka tarafı. Sokak kavgalarında kullanılan ‘şerefsiz, terbiyesiz, ahlaksız vb. kelimeler gayet normalmış gibi algılanmaya başlanıyor.. Oysa, böylesi düzeysiz konuşmalardan ne katılımcılar ikna olur ne de seyirci. Bu uslüp bu şekilde devam etmemeli. Geleneklerimizde böyle bir tartışma şekli olmamalıdır.
‘Neden hep aynı simalar konuşturuluyor’ diye soruyorum ama, sanırım televizyon şirketlerine de hak vermek lâzım. Zira, ülkede fikir üretecek adam kalmamış gibi…
‘Bulunmaz Hint Kumaşı’ gibi aranıp bulunan bazı konuşmacıları, değişik programlarda görünce şaşırıyorum doğrusu.
Çok af edersiniz, eskiden doyurucu bir maaş ile geçinmiş olan bazı yorumcular, şimdilerde büyük kapital kazanıyorlar. Helal olsun, kazansınlar ama bu adamlar çok da şımarıyorlar.
Değerli okurlarım, yazdıkça kırıcılığım artacak. Ama bu konuda sizlerin de düşünceliniz vardır.
Siz de düşüncelerinizi benim yorumuma ekleyin ve analizinizi yapın.
Sonunda çoğunuzun bana hak vereceğini sanıyorum.
REKLAM AYIBI
TV’lerden bir başka şikâyet de, bıktırıcı reklam ızdırabıdır.
TV Şirketlerinin, hele hele Türkiye’deki özel televizyonların tek gelir kaynağı reklamlardır. Hollanda’da özel televizyonlar da devlet tarafından desteklenirken, Türkiye’de sadece TRT
bu nimetten faydalanmaktadır. Böyle olunca da, özel televizyonların reklam curcunasına dayanmamız ve göz yummamız kaçınılmaz olmaktadır.
İyi ama, TRT de dahil tüm televizyonlarda, insanı ahmak yerine koyan bir uygulama var ki evlere şenlik.
Siz de biliyorsunuz ama anlatayım: Yayınlanmakta olan tüm dizi filmler, Türkiye saati ile 23.45’te sona erer. Ne var ki, 23.45’te, o günün son sahnesinden sonra 15 dakikalık reklam kuşağı başlar. Saat 24.00’te dizi güya yeniden başlar. Ekrana getirilen sadece 15 dakika önceki son sahnedir. Birkaç saniye sonra tekrar reklam başlar. Aradan bir 15 dakika geçtikten sonra aynı sahne ekrana gelir ve hemen dizinin o bölümü sona erer. Saat 00.15 olmuştur artık.
Ben şahsen, geri zekâlı olmadığım için o kanalı 23.45’teki son sahneden sonra değiştiririm. Öyle sanıyorum ki, hatta kesinlikle biliyorum ki, seyircilerin çoğu aynı benim gibi kanalı değiştiriyorlardır.
Bu konuda Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK ne mi yapıyor?
Onlar reklamlardan aldıkları paydan çok memnunlar. Vatandaştan alınan vergilerle beslenen RTÜK mensupları için, vatandaşın sıkıntısı hiç önemli değildir.
Kalın sağlıcakla…
Seks özgürlüğünün sınırsız olduğu Hollanda’da, söz seksüel taciz olunca akan sular duruyor ve bu konuda suçlananlar derhal görevlerinden istifa ediyorlar. Ne yazık ki üçüncü dünya ülkelerinde aynı suçla itham edilenler kıllarını bile kıpırdatmıyor ve inkâr yolunu seçiyorlar.
Hollanda’da yönetici konumundaki akil insanlar, bu konuda çok duyarlı davranıyorlar ve çirkin olayların önlenmesi için ‘ Bu bizim partidaşımız veya yoldaşımız’ demeden, ciddi önlemler alıyorlar.
Tam 56 yıldır yaşadığım ve bu süre içinde gazetecilik yaptığım Hollanda’da, haber ve yorumlarımın çoğu, ülkedeki sınırsız özgürlükleri dile getirmişimdir. En çok işlediğim haber ve yorum konusu ise ülkedeki seks özgürlüğü olmuştur.
Ne var ki, seks özgürlüğünün sınırsız olduğu bu ülkede, hiçbir dünya insanının inanamayacağı olaylar yaşanmaktadır.
Bakınız, sevgili dostum Veyis Güngör, Hollanda Postası’nda yayınlanmak üzere neler yazmış.
Veyis Güngör’ün anlattıklarını okuduktan sonra, insanın aklına gelen ilk soru şu olmalıdır:
Seks özgürlüğü şampiyonu Hollanda’da cinsel taciz doruktaysa, seks açlığı yaşanan ülkeler ne yapsın? Hele hele, ‘cinsel gücü çok övülen’ Türk erkekleri ne yapsın?
Bakınız Veyis Güngör neler anlatmış:
Hollanda’da cinsel taciz olaylarının sonu gelmiyor
Neredeyse bir aydır Hollanda gündemini etkin bir şekilde meşgul eden cinsel taciz olayları, her geçen gün yeni boyutlara ulaşıyor. Televizyonda yayınlanan ‘O Ses Hollanda’ programı çekimlerinde meydana gelen cinsel taciz ve cinsel şiddet skandalları, Hollanda parlamentosuna da sıçradı. Diğer taraftan, sanat dünyasında ortaya çıkan cinsel taciz olayları futbol dünyasına da sıçradı. Çorap söküğü gibi gelişen cinsel taciz olayları, artık toplumsal bir facia haline geldi.
Hollanda gündemine yaklaşık bir ay önce düşen cinsel taciz ve şiddet olayları, hatırlanacağı üzere ‘O Ses Hollanda’ programında ortaya çıkmıştı. Olayların kurbanı olan genç kızların, arka arkaya savcılığa yaptıkları şikayetler ve Medya’dan Sorumlu Devlet Bakanı Günay Uslu’nun TV şirketine yaptığı baskı sonucunda, ‘O Ses Hollanda’ programı durduruldu. Program ekibi hakkında geniş bir soruşturma başlatıldı. Suç duyuruları ve itiraflardan anlaşıldığına göre, ‘O Ses Hollanda’ programında 2010 yılından bu yana, cinsel taciz ve cinsel şiddet suçu işlenmiş.
‘O Ses Hollanda’ programında yaşananların su yüzüne çıkmasıyla, kültür, sanat, film alanında da cinsel tacize uğrayanların olduğu gündeme geldi. Bu alanda en çarpıcı açıklamayı, Hollanda’nın tanınmış film aktrislerinden Katja Schuurman yaptı. Sunucu ve aktris olan Katja Schuurman, iş yerinde sık sık, ‘sınırı aşan cinsel davranışlar’ yaşadığını belirterek, “Şu ana kadar 180 suç duyurusu yapılmış olduğunu duydum ” dedi. Ses sanatçısı, Jennifer Ewbank da sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak, 2010 yılında katıldığı ‘O Ses Hollanda’ yarışmasında, iki kez cinsel tacize maruz kaldığını yazdı.
Hollanda’da cinsel taciz olayları tartışılmaya devam edilirken, bir başka cinsel taciz olayı haberi de, tanışmış spor kulübü Ajax’tan geldi. Ajax’ın futbol şube direktörü olan eski futbolcu Marc Overmars hakkında da, ‘sınırı aşan cinsel davranış’ sergilediği ve hakkında şikayetlerin olduğu haberleri medyaya yansıdı. Bunun üzerine, Ajax kulübü yaptığı açıklamada Overmars’ın, kulüpteki bazı bayan çalışanları uzun süredir sınırı aşan cinsel içerikli mesajlar göndererek rahatsız ettiğinin tespit edildiği ve görevine son verildiği belirtti.
Her geçen gün farklı sektörlerde ortaya çıkan cinsel taciz ve cinsel şiddet skandallarına, bu hafta Hollanda Temsilciler Meclisi de eklendi. İşçi Partisi PvdA milletvekili Gijs van Dijk, hakkında yapılan şikayetler sonucu, bu hafta milletvekilliğini bırakmak zorunda kaldı. Milletvekili Gijs van Dijk hakkında birden fazla kadın, gerek polise gerek parti genel merkezine, ‘istenmeyen davranışından’ dolayı şikayette bulundular. Van Dijk hakkında 2019 yılında da, benzer şikayetlerin yapıldığı, ancak araştırma sonucundan bir şey çıkmadığı ifade edildi. PvdA lideri Lilianne Ploumen, kadınlarla görüştükten sonra, şikayetlerin ciddi olduğunu ve bağımsız bir araştırmanın yapılmasının kaçınılmaz olduğunu açıkladı.
Emansipasyonun (hukuksal eşitlik) zirve yaptığı, kadın hakları şampiyonluğunun yapıldığı, feminizm hakimiyetinin her alanda hissedildiği Hollanda’da, iş ortamında cinsel taciz ve şiddet olaylarının yaşanması, artık sosyolojik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu toplumsal sorunun bir çok alanda yaşanması ve bir anda çorap söküğü gibi ortaya çıkması, insanın aklına ister istemez, toplum yapısının dejenereleşerek kurumlara yansıdığını getiriyor ve insanı derin derin düşündürüyor.
Şimdilerde, ‘O Ses Hollanda’da ortaya çıkan cinsel taciz olaylarından sonra, toplumsal bir dalgalanma yaşanıyor. Kültür, sanat, film, futbol, siyaset alanlarında pek çok kurbanı olan cinsel taciz olaylarına, hele hele bir milletvekilinin adının karışması ve istifa etmesiyle farklı bir boyut kazandı.
Son haftalarda gündemin en önemli konuları haline gelen cinsel taciz ve şiddetle ilgili sorun, Hollanda karar vericilerini harekete geçirdi. Kabine, sorunun tamamen şeffaflanması için tecrübeli ve tanınmış bir siyasetçi olan Mariette Hamer’i bu konuda ‘Hükümet Komiseri’ olarak görevlendirdi.
Özel olarak göreve getirilen bayan Hamer’dan, farklı alanlarda yaşanan cinsel taciz olaylarını, toplumda konuşulabilir hale getirmesi ve sorunun toplumsal tartışmalara dönüşmesini sağlaması ve çözümler üretmesi bekleniliyor. Veyis Güngör
Hollanda’da gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda, ‘Türk Meyvası’ adlı bir filmi haber yapmıştım. 22 Mart 1973 tarihinde yayınlnana Hafta Sonu gazetesinde yayınlanan tam sayfa haberimde, filmde yaşanan seks sahnelerinin tüm dünyayı şaşkına çevirdiğini belirtmiştim.
FUTBOL DÜNYASINI ŞOKE EDEN MARC OVERMARS OLAYI Yukarıda, Veyis Güngör’ün de söz ettiği Ajaxlı Marc Overmars’ın taciz olayı, futbol dünyasında geniş yer aldı.
Olayın meydana çıkmasından sonra gelen soruları ‘Beni ailem ile rahat bırakın’ gibi saçma bir yanıt veren Overmars şiddetle eleştiriliyor. Yıllardır Ajax’ın futboldan sorumlu direktörlüğünü yürütürken, kulüpte çalışan kadınlara yaptığı tecavüzlerin unutulmasını isteyen Overmars, ‘Bu olay, benim özel yaşamıma da yansıyacak. Bu nedenle beni rahat bırakın’ şeklinde konuşunca kıyamet koptu. RTL televizyonu sunucusu Fatima Moreira de Melo olmak üzere pek çok kadın, ‘Overmars, kendisinin rahat bırakılmasını istemeden önce, geçmişte yapmış olduğu çirkinliklere bakmalı. O şimdi rahat etmek istiyor ama, taciz edilen biz kadınlar ne yapalım’ dediler.
Üstteki fotoğrafta Marc Overmars’ı ve kendisini şiddetle protesto eden TV sunucusu Fatima Moreira de Melo görülüyor.
Marc Overmars’ın futboluna hayran olan futbolseverler ile eski arkadaşları da, duydukları bu olumsuzluklardan sonra şaşkınlıklarını ve üzüntülerini belirttiler.
TACİZCİ PARLAMENTERLER
Taciz olayları Hollanda parlamentosunda da yaşanmıştır. Bu konuda bir yığın suçlu listesi var elimde. Ama ben size son üç isimden söz ederek yetineyim.
Gijs van Dijk
1980 doğumlu. 23 Mart 2017’den 8 Şubat 2022’ye kadar millertvekilliği yaptı. Geçtiğimiz 8 Şubat günü, parlamentodaki 4 kadın çalışanı taciz ettiği iddiasından sonra istifa ett.
Sidney Smets
1975 doğumlu. 23 Mart 2021’den 16 nisan 2021’e kadar milletvekili olarak kalabildi. Zira bu milletvekilinin zayıf tarafı gençlere karşıydı. Şikâyet üzerine derhal istifa etti.
Tunahan Kuzu
1981 doğumlu. 2012-2014 yıllarında İşçi Partisi milletvekiliydi. Daha sonra DENK partisini kurdu. Meclisteki kadın çalışanının taciz şikâyeti üzerine, grup başkanlığı yaptığı partisinden istifa etti. Daha sonra suçsuzluğu ihtimali göz önünde tutularak, seçmenlerden ve akil kişilerden gelen baskı üzerine partisine geri dödü.
SONUÇ
Yukarıdaki gelişmelerde göreceğiniz gibi, seks özgürlüğünün sınırsız olduğu Hollanda’da, söz seksüel taciz olunca akan sular duruyor ve bu konuda suçlananlar derhal görevlerinden istifa ediyorlar. Ne yazık ki üçüncü dünya ülkelerinde aynı suçla itham edilenler kıllarını bile kıpırdatmıyor ve inkâr yolunu seçiyorlar.
Ayrıca, Hollanda’da yönetici konumundaki akil insanlar, bu konuda çok duyarlı davranıyorlar ve çirkin olayların önlenmesi için ‘ Bu bizim partidaşımız veya yoldaşımız’ demeden, ciddi önlemler alıyorlar.